Siyasette elitler arasında yumuşama, normalleşme ve uzlaşma sözlerinin moda haline geldiği bir dönemde, Ecevit’in uzlaşma politikalarını ve sonuçlarını bugünler için hatırlatmış oluyoruz…
1977 seçimlerinde Ecevit’in CHP’si yüzde 41 oy alarak birinci parti oldu. Derinleşen ekonomik ve sosyal bunalımı faşist terör ve baskıyı yaygınlaştırarak çözmeye çalıştığı MC hükümetlerinin krize çare olamadığı koşullarda Ecevit’e iktidarın kapısı aralandı.
Devrimci toplumsal muhalefetin ve hak arama mücadelelerinin yükseldiği; faşist saldırılara karşı toplumun her kesiminde direnme eğilimlerinin geliştiği bir süreç içinde Ecevit yükselebilmişti. İktidar olmadan önce kontrgerilla ve faşizme karşı mücadeleden söz eden, yoksul emekçi halkın taleplerinin sözcülüğünü yapan Ecevit, iktidara geldikten sonra hızla bu politikalardan uzaklaştı.
Sermayenin tercihleri ve IMF politikalarıyla uzlaşarak başlayan iktidar yolunda Ecevit, sonrasında ilk kez kendisinin ortaya attığı kontrgerilla gerçeğini reddederek, faşizme karşı mücadele diye başlayan meseleyi “anarşiyi önleme” adı altında sola karşı bir mücadeleye dönüştürdü… Sıkıyönetim ilanlarıyla sürdürülen baskı politikaları, sonrasında Ecevit’in de sonunu getirecek olan 12 Eylül darbesinin yolunu açtı…
Siyasette elitler arasında yumuşama, normalleşme ve uzlaşma sözlerinin moda haline geldiği bir dönemde, Ecevit’in uzlaşma politikalarını ve sonuçlarını bugünler için hatırlatmış oluyoruz…
O gün sorulan bir soruyu da bir kez daha hatırlatarak… Hayatla ölümü, özgürlük talebiyle daha çok baskı ve zorbalığı, insanca yaşama özlemiyle daha çok sömürme hırsını UZLAŞTIRMAK MÜMKÜN MÜ?
KİMİN UMUDU ECEVİT?
1977 seçim sonuçları sonrası birinci parti olan CHP, meclis aritmetiğinde tek başına iktidarı alamamıştı, ancak 1978 yılının başında 2. MC’nin düşmesi sonucu Ecevit tek başına iktidar oldu.
Ecevit kendi deyimiyle yıllardır kendisine kuşkuyla bakan emperyalist güçlerin ve yerli tekellerin kuşkularını gidererek iktidara gelmişti. 1974 yılındaki koalisyon iktidarı döneminde ortaya çıkan Kıbrıs sorunu ve ABD’nin ambargolarının yarattığı ekonomik sorunları çözmesi bekleniyordu. Diğer yandan enflasyon ve pahalılık altında ezilen, artan ve yoğunlaşan faşist terör nedeniyle can güvenliği talep eden geniş kesimler tarafından bir umut olarak görülmüştü. Farklı beklentileri olan kesimler yüzünü Ecevit’e döndü. Ancak Ecevit’in birbiriyle taban tabana zıt olan bu çelişkileri uzlaştırması da mümkün değildi.
DEVRİMCİ YÜKSELİŞİ SOĞURMA TAKTİĞİ
Emperyalist güçlerin onayını ve desteğini alarak işbaşına gelen Ecevit hükümeti, büyük ölçüde, egemen güçlerin, emperyalist mihrakların istekleri doğrultusunda bir siyasi hat izledi. O günlerde CHP iktidarı kendi başına egemen güçler açısından kalıcı bir çözüm anlamına gelmiyordu. Tam tersine, bu hükümete, düzenin onarılması doğrultusunda alınması gerekli bir kısım önlemler aldırılırken, faşist bir iktidar alternatifi ve faşist bir darbe ortamı sürekli canlı tutuldu.
CHP’nin, egemen sınıflar tarafından iç savaşa bir tür müdahale amacıyla iktidara getirilmiş olduğu inkâr edilemez bir gerçekti. Egemen sınıflar, Ecevit’ten önce MC hükümetleri döneminde ekonomik krizin yükünü ezilen sınıfların üzerine yıkmak ve emekçi sınıfların muhalefetini bastırabilmek amacıyla CIA’ya bağlı kontrgerilla yapılanmasının resmî sivil faşist (MHP ve Ülkü Ocakları) güçleriyle halka saldırarak bir iç savaş ortamı yarattılar. Bu ortamda ekonomik siyasal sorunlar çözülmediği gibi daha da derinleşerek sürdü. Üstelik geniş emekçi halk kesimlerinin faşizmin saldırıları karşısında direnişi, devrimci hareketi güçlendirdi. Bu koşullarda egemenler açısından krizin çözülmesi halkın sırtına yüklenecek ekonomik tedbirlerin daha da artırılması anlamına geliyordu. Fakat bu türden ekonomik ve siyasal tedbirler, direnişi daha da artırarak düzen dışı yönelimlere ve toplumsal patlamalara yol veriyordu. Hâkim sınıfların Ecevit’i tercih etmelerindeki etkenlerden biri de “sahte bir umut” olarak bu tepkiyi soğuracak, geniş kesimleri pasifize edecek bir alternatif olmasından kaynaklandı.
KONTRGERİLLA BİR VAR, BİR YOK
Ecevit’in 1978’deki tek parti iktidarı, bu misyonla hareket etti. Sınıfları barıştırma misyonuyla faşist güçlerle barış politikası dillendirmeye başladı. Egemenlerin ağzıyla anarşiyi önleme adı altında politikalar önererek, güvenlik güçlerinin tarafsız davranırsa şiddeti önleyebileceğini iddia ediyordu. Bu şekilde şiddetin önleneceğini ve can güvenliğinin sağlanacağını savunuyordu. Ecevit’in barış naraları hâkim sınıfların istediklerine uygundu.
Arzulanan "barış", halkın faşizmin saldırıları karşısında direnişinin kırılmasıydı. Yani devlet eliyle teşkilatlanmış olan faşizmin olduğu gibi korunması, buna karşılık geçirilecek ekonomik yaptırımlar karşısında halkın hiçbir şekilde ses çıkarmayıp, Ecevit’in kendilerini kurtarmasından medet ummalarıydı. Oysa gerçek bir barış ancak devlet içinde örgütlenmiş faşist güçlerin tamamen temizlenmesine yönelik bir politikayla hayata geçirilebilirdi.
İktidara gelmeden önce gerçekleşen faşist terörü sıkça dile getiren, ABD’ye bağlı Özel Harp Dairesinin varlığını ifşa eden, hatta 1977’de suikast tehditlerine meydan okuyan Ecevit, kendi iktidarında da komando saldırılarının devam etmesi üzerine pozisyonunu değiştirdi. Kontrgerillayı aklamaya girişti:
“Yaptığım araştırma sonucu devletçe düzenlenmiş kontrgerilla denen bir örgüt olmadığını, kontrgerillanın evvelce fiili devlet görevlerinde bulunmuş kimselerin yanlış tanımlaması sonucu ortaya çıktığını bu yanlış tanımlamanın sonucunda yanlış bir yorumda bulunduğunu, bu yanlış yorumu yapanların yanlış görevler yaptığının belli olduğunu” söyledi.
Ecevit’in iktidar olduktan sonra kontrgerillaya dair bir başka imtihanı da o günlerde katledilen savcı Doğan Öz olayından yıllar sonra açığa çıkmıştır.DOĞAN ÖZ'ÜN RAPORU SÜMEN ALTI EDİLİYOR
Ecevit’in iktidar olduktan sonra kontrgerillaya dair bir başka imtihanı da o günlerde katledilen savcı Doğan Öz olayından yıllar sonra açığa çıkmıştır. Doğan Öz faşistlerin hâkim olduğu Site Yurdunda arama yaptırınca karşılık olarak faşistlerin üzerine gitmek isteyen görevlilere göz dağı vermek için 24 Mart 1978 sabahı evinin önünde vuruldu. Arama bir bahaneydi. Vurulmasının ardında yatan gerçek savcı Öz’ün kontrgerillaya dair araştırma yapması ve Ecevit’e verilmek üzere bir rapor hazırlamasıydı. Berivan Tan, kaleme aldığı Bir Kontrgerilla Cinayeti Doğan Öz kitabı üstüne verdiği bir röportajda; raporun özetle bu yapının çatı örgütlenmesini ve cinayetlerin kimler tarafından işlendiğini çok net bir şekilde ortaya koyduğunu ifade etti.
“Doğan Öz, raporu Ecevit’e verdikten 2 ay sonra öldürülüyor. Öz raporu verdikten sonra çok büyük gelişme yaşanacağını düşünse de hiçbir gelişme yaşanmıyor. Eşi Sezen Öz’ün rapordan haberi yok. Adliyede çekmecesini karıştırırken raporun bir kopyasını buluyor ve Ecevit’e tekrar gidiyor Sezen Öz. Yüz yüze bir görüşme gerçekleştiriyorlar. Ancak Ecevit hiç oralı olmuyor. Hiçbir tepki vermeden görüşmeyi tamamlıyorlar.”
DARBENİN YOLUNU SIKIYÖNETİM AÇTI
Ecevit’in iktidar misyonu yalnızca kontrgerilla ile barış değildi. ‘74 harekâtı sonrası derinleşen Kıbrıs meselesini çözerek ABD’nin silah ambargosunu kaldırmasını sağlamak, döviz ve kredi bulabilmek için ABD ve Avrupa ülkelerine ziyaretlerde bulundu. Bunun sonucunda daha önce “Ancak faşist bir rejimde uygulanabilir” dediği IMF direktifleri çerçevesinde tavizler verdi. IMF’nin direktifleri doğrultusunda devalüasyona zamlara ve yatırım harcamalarının kısıtlanmasına girişti. Egemen sınıfların çıkarlarını savundukça umut olmaktan çıkan Ecevit, halkı daha da yoksullaştıran bu politikaları uygulayabilmek adına baskıcı tedbirler hayata geçirdi. Bu çerçevede sivil sıkı yönetim uygulamalarına yöneldi. Valilere geniş yetkiler tanıyan, polis devletinin kurulmasını amaçlayan, memurları askerleştirmeyi ve DGM’yi yeniden kurmayı amaçlayan bu baskı yasaları, özünde silahlı faşist çeteler karşısında halk güçlerini silahsızlandırmaya, örgütlenme özgürlüğünü daha da kısıtlamaya yani kısacası korumasız bırakmaya hizmet etti.
Sivil sıkıyönetim uygulamaları, yakın dönem açısından, sol görünümlü bir hükümet aracılığıyla uygulanılacak baskıcı politikalara doğru atılmış önemli bir adımdı. Ecevit, tekelci burjuvaziyi ve ABD emperyalizmini de arkasına alarak sınıflar üstü bir görüntü altındaki bir baskı dönemine yöneldi. Faşistlerin emekçi halka karşı yürüttükleri savaş karşısında halkın elinin kolunun bağlanması, halkın direniş mevzilerinin dağıtılmaya çalışılmasından başka bir şey olmadı. Bu şekilde iç savaşı önleyeceğim diye çıkılan yolun sonunda ordunun siyasete müdahale alanı genişledi. Bu hamleler ordunun doğrudan bir şekilde aracılık edeceği açık faşist bir rejime geçişin önünü açtı.
Ecevit iktidar olduktan sonra MC partileri alternatif olabilmek için saldırılarını artırdı. Faşist terör ve provokasyonlar boyut değiştirerek kitlesel bir muhtevaya ve gerici ayaklanmalara dönüştü. Faşist şiddet ve terör sorunu iktidar tarafından anarşiyi önleme olarak yeniden adlandırılarak saldırı altındaki halkı daha fazla baskı altına alma stratejisi haline geldi. Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Bedrettin Karafakioğlu katledildi, Bahçelievler ve Balgat Katliamı gerçekleşti. Katliamların sorumluları AP ve MHP, Ecevit’in anarşiyi önleyemediğinin propagandasını yaparak sürekli sıkıyönetim ilan edilmesini talep ediyorlardı. Faşist güçlerin terörü tırmandırma politikası Ecevit hükümetini Kahramanmaraş katliamından sonra sıkıyönetim ilan etmeye mecbur bıraktı. Sıkıyönetim ilan edildiğinde Demirel ve Türkeş kucaklaşarak sevinç gösterisinde bulundu.
Yükselen devrimci hareketin önüne bariyer olabilmek, acı reçeteyi baskıyla değil popülist siyaset ile yedirebilmek için iktidara gelen Ecevit CHP’si, sonuçta AP ve MHP’nin kışkırttığı saldırıların yarattığı bir iklimde başarısız oldu. Faşist güçlerin politikalarına teslim olan Ecevit sıkıyönetim ilan ederek askeri iktidara ortak etti. Ne sağ partilerin, kontrgerillanın ne de “Karaoğlan”ın başarılı olamadığı yerde, egemenler tarafından biçilen misyonu gerçekleştirmek orduya devredildi. Bu vesileyle Devrimci hareketi boğarak Türkiye’nin Amerikancı, piyasacı bir hizada dönüştürülmesi projesi 12 Eylül darbesi eliyle gerçekleştirildi.(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder