Tarikat yurdunda 10 çocuğa istismarda ikinci duruşma: Yeni iddianame kabul edildi -Burcu Günüşen-
Alanya’da Süleymancılara bağlı yurttaki cinsel istismara ilişkin davanın ikinci duruşmasında yeni iddianame kabul edildi. Kamu görevlilerine de soruşturma izni çıktı.Antalya'nın Alanya ilçesinde Süleymancılara bağlı Özel Sugözü Erkek Öğrenci Yurdu’nda “belletmen” adı altında çalışan G.R.U.’nun 10 çocuğa cinsel istismar ve tacizden toplam 94 yıl hapis istemiyle yargılandığı davanın ikinci duruşması 24 Haziran 2024'te görüldü.
Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada mahkeme heyeti tutuklu sanık G.R.U. hakkında hazırlanan yeni iddianameyi kabul etti.
İlk duruşmada beyanı alınan mağdur 5 çocuktan biri, daha önce anlattığı ve davaya dönüşen istismar olayının dışında başka bir zamanda, başka bir istismar olayının daha mağduru olduğunu belirtmişti. Mahkeme heyeti bu beyanın ardından sanık hakkında hazırlanan yeni iddianameyi kabul etti.
Davanın ikinci duruşmasında 4 mağdur çocuk daha dinlendi, ayrıca ailelerin ve tanıkların da ifadeleri alındı. Heyet henüz ifadeleri alınmayan tanıkların bir sonraki duruşmada zorla getirilmesi kararı verdi.
Telefonundaki görüntülere ilişkin yeni rapor istenilecek
Mağdur çocuklardan bir kısmının ailesinin avukatı olan Canel Durak, soL’a yaptığı açıklamada sanığın telefonunda yapılan incelemede bulunan pornografik görüntülerde çocukların kullanıldığına ilişkin iddiaları olduğunu ve mahkemeden bu doğrultuda yeniden bir rapor istenmesini talep ettiklerini, mahkeme heyetinin bu talebi kabul ettiğini belirtti.
14 çocuğa eziyet suçundan da yargılanıyor
Öte yandan tarikat yurdunda hiçbir eğitim sertifikası olmadan “belletmen” adıyla çalıştırılan sanık hakkında bir başka dava da yurtta 14 çocuğa yönelik eziyet suçundan asliye ceza mahkemesinde açıldı.
Asliye ceza mahkemesinin iki davanın birleştirilmesi konusundaki talebini değerlendiren dünkü duruşmanın görüldüğü ağır ceza mahkemesi heyeti, dosyada ilerleme kaydedildiği gerekçesiyle bu talebi reddetti.
Sanık G.R.U. hakkında ayrıca tehdit, hakaret, Atatürk'e hakaret gibi suçlardan da dava açıldığı öğrenildi.
İlçe milli eğitim müdürü dahil 4 kamu görevlisine soruşturma izni
Alanya Kaymakamlığı, 10 çocuğun yurtta cinsel istismara uğramasında ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle ilçe milli eğitim müdürü, ilçe milli eğitim şube yardımcısının da aralarında olduğu 4 kamu görevlisi hakkında soruşturma izni talebini reddetmişti.
Kaymakamlık kararına yapılan itiraz üzerine bölge idare mahkemesinin geçen ay bu kararı iptal ettiği ve 4 kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesine karar verdiği de ortaya çıktı. (https://haber.sol.org.tr/haber/suleymancilarin-yurdunda-istismar-davasi-basliyor-magdur-cocuk-sayisi-10a-cikti-391449)
/././
Talep iletme muhalefeti -Oğuz Oyan-
İletilen taleplerin bir karşılık bulup bulmaması ikincil önemdedir. İletilen taleplerden daha önemlisi iletilmeyen taleplerdir. Talep listesi oluşturduğunuz zaman mutlaka dışarda bıraktıklarınız olur.
Öncelikle bir not: Aşağıdaki yazı geçen hafta yazıldı. Ancak dünkü (24 Haziran'daki) Şimşek-Karatepe görüşmesinden çıkacak bazı ayrıntıları almayı da bekledim. Sonuçta yazımın içeriğini değiştirecek bir durum göremedim. Pazar akşamı bir TV kanalında söylediğim gibi, bu görüşmenin bir "sağırlar diyaloğu" biçiminde geçmesi ve herhangi bir somut sonuç vermemesi beklenirdi. Nitekim öyle olmuş görünüyor. Dış ve iç sermayenin program müdürü Şimşek'in zaten esneme payı olsaydı, bunu 31 Mart seçimleri öncesinde Erdoğan'a daha fazla göstermeyi tercih ederdi. Karatepe'nin ilettiği dört başlıktan (diğerleri asgari ücret, emekli aylıkları, tarımsal destekler ve vergi adaletsizliği) Şimşek'in sadece vergi alanında geleceğe dönük olumlu niyet beyanında bulunması bile önceden öngörülebilirdi. Çünkü Türkiye'nin vergi yapısındaki çarpıklık uluslararası finans kuruluşlarının dahi şikayetçi olduğu bir konudur.
Muhalefetin işlevi nedir?
Siyasi muhalefetin işlevi nedir? Eğer halkın taleplerini iktidara iletmekten ibaretse, o zaman dernek türü yapıların, demokratik kitle örgütlerinin işlevi nedir? Soruyu bir de son seçimde birinci parti konumuna yükselmiş bir anamuhalefet partisi açısından sorarsak, olayın tuhaflığı daha da belirginleşir.
İşin özünde, iktidarın "masumiyeti" ve "iyiniyeti" üzerine bir önkabul olmalı. Özellikle ekonomide. "Yanlış" politikalar uygulanmıştır; iktidar "rasyonel politikalara" geçiş yapmıştır ama bu programın da ölçüsüzlükleri vardır ve bunlar onarılmalıdır. İktidarın uyguladığı politikalar gelir dağılımını aşırı bozmaktadır; halktan kopuk uygulayıcılar bunu yeterince kavrayamamaktadır veya yürütmenin esas adamına ulaşılamamaktadır. Anamuhalefet halkın sesi olmalı, ekonomi yönetimine çıkış yollarını ve kaynak sorununun nasıl çözülebileceğini göstermelidir. Bu kadar eşitsizlik üretilmesinin sistemin işleyişini bozacağı uyarısı eşliğinde elbette.
Elbette "programın" bütününe cephe almak "müzakerenin" raconuna uymaz; o zaman müzakere zemini de oluşmaz. Ama "programın" orasına burasına yama yapma önerileri, tam da bu programa esasta karşı olmamanın dışa vurumu değil midir?
Şimşek ile buluşmak!
Bu kadar safdillik inandırıcı gözükmeyebilir ama gerçeklerin önünden kaçış, kitlesel bir mücadeleden kaçışın da gerekçesidir. Sınıfsal bakıştan dehşetli ürküp yan yollara sapılınca anayolu bulma umudu da kolayca tüketilir. İktidarıyla muhalefetiyle bütün düzen partileri sermayenin ekonomik programına angaje edilir. Yeni normal (ki sistemin daimi normalidir) sermayenin özel bir baskılama yapmasına bile gerek kalmadan "ülkenin" (sermayenin) yüksek çıkarları doğrultusunda iktidar ve muhalefetin ortak hareket etmeye yönlendirilmesidir. Şimşek ile CHP yetkililerinin buluşturulmasıyla yapılan da budur.
Ülkenin/sermayenin âli menfaatleri için neler yapılmalıdır? OVP ve neoliberal amentü bunun çerçevesini zaten çiziyor. Şimdiki mesele buna anamuhalefeti de ortak etmek ve toplumdan bu yoksullaştırıcı "darlık iktisadına" ses yükseltilmesini engellemek... İşin bu noktaya geleceği "Altılı Masa"nın ekonomi programından da belli değil miydi?
CHP MYK'de ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı konumunda olan değerli meslektaşım Yalçın Karatepe Birgün Gazetesi'nde 14 Haziran'da "Ne diyeceğiz?" başlıklı bir yazı yazdı. "Listemiz uzun, bazı başlıkları paylaşayım" diyerek 10 madde sıraladı. Şöyle:
1)Temmuz'da asgari ücrette artış yapılmalıdır; 2)Emekli aylıkları, kök aylıklar da dahil ciddi şekilde arttırılmalıdır; 3)Tarıma destekler milli gelirin yüzde 1'ine çıkarılmalıdır 4)TÜİK verileri şeffaflaştırılmalıdır; 5)KÖİ bilgileri kamuoyuyla paylaşılmalı, bu projeler kamu yararına güncellenmelidir; 6)Kamu İhale Kanunu kamu yararını gözetecek şekilde düzenlenmelidir; 7)Vergi sistemi adil hale getirilmelidir; bunun nasıl yapılabileceğini anlatacağız (!); 8)Dolaylı vergilerin OECD ortalamasına indirilmesini talep edeceğiz; 9)Gelir dağılımındaki bozulmanın nasıl tersine çevrilebileceğini anlatacağız (!); 10)Varlık Fonu'nun tasfiyesini talep edeceğiz...
Karatepe'nin de bu süreçten duyduğu sıkıntılar olabilir. (21 Haziran tarihli Cumhuriyet demecine bu sıkıntı biraz sızmış). Ama bizi ilgilendiren kurumsal ilişkiler. Yukarıda sıralanan başlıklardan 3. talep, tarım desteklerinin yüzde 1'e çıkarılmasını istiyor. Bu zaten kanun gereği, ama AKP uymuyor! Vergi adaleti de anayasa 73. maddesi gereği, ama iktidarın umurunda değil. KÖİ, iktidar seçkinlerinin ve yandaşlarının rant ve zenginleşme kaynağı. Gelir dağılımındaki bozulmayı niye tersine çevirmek istesinler ki, bu sermaye düzeninin icabı. Asgari ücret ve emekli aylıklarının enflasyona ezdirilmesi de IMF tarzı "gelirler yönetimi" politikasının (yani iktidarın OVP'sinin ve 12. Plan hedeflerinin) gereği.
Sonuç olarak, kimi kime şikayet edeceksiniz? Ortada yapılmış yanlışlar var da düzeltmesini bilemeyen bir iktidara akıl öğretmeye heveslenen bir de muhalefet mi var? Oysa iktidar hiçbir şeyi yanlış yapmıyor kendine göre; faizleri indirmek bile Mayıs 2023 seçimlerini almaya odaklanmış bir hamleydi. Üstelik sermayenin kârlarını katlamasına hizmet etti. Şimdi enkazı kaldırmak için "muhalefet de destek verse ne güzel olur" yaklaşımındalar. Siyaset öğretisine dokuz takla attıran bir yaklaşım bu!
Tekrar edelim: Meselenin candamarı başka yerde: Bu itirazları iletmek bile, "neoliberal programın" esasına meşruiyet kazandırmak anlamına gelir. Yani dile getirilmeyen şey, asıl meseledir.
İktidara yeni meşruiyet alanları kazandırmak
Gerçekten de iletilen taleplerin bir karşılık bulup bulmaması ikincil önemdedir. İletilen taleplerden daha önemlisi, iletilmeyen taleplerdir. Zaten bir kere talep listesi oluşturduğunuz zaman, mutlaka dışarda bıraktıklarınız olur. Ama doğru ve öncelikli taleplerin iyi seçilmiş olup olmadığı da tamamen tâlidir. Eğer perakende taleplerle uğraşıp bütünü kapsayan temel meseleleri es geçerseniz, muhatabınızın -burada iktidar partisinin- değirmenine su taşımış olursunuz.
Yani eğer iktidarın uyguladığı iktisadi-sosyal politikalarına esastan bir itirazınız yoksa, daha doğrusu kapsamlı ve bütüncül alternatifler ortaya koyamıyorsanız, bu tür istişarelerin aleyhinize çalışacağı kesindir. Böylece iktidar, bir 12 Eylül askeri rejimi tarzı sosyal zorlamalara gerek duymadan yoksullaştırıcı programını kolayca uygulayabilecek demektir.
Peki ya Erdoğan-Özel buluşmaları? Her iki buluşmada da Özel'in bagajında iktidarın eğitim sistemine dinci saldırılarının yer almamasının anlamı nedir? Anlamı, Kılıçdaroğlu'nun başlattığı çizginin sürdürülmesidir. Yani dinci-faşizan bir devlet inşasına dair girişimlere, eğitimin "Ortaçağ" değerlerine göre şekillendirilmesine temelden karşı çıkmamaktır. Eğer PR'cı danışmanlara kulak verilerek "kazanılamayacak kavgaya (laiklik kavgasına) girilmez" düsturu egemen kılınmışsa, o zaman bir gün bu siyaset sahnesini neden işgal ettiğiniz sorusu da size sorulur.
CHP yönetiminden gelen bir diğer 'açıklama'
Biz gelişmeleri açıklamaya çalışıyoruz. Ama CHP içinden öyle bir ses geldi ki, hepsini boşa düşürdü! CHP Genel Başkan Yardımcısı Murat Bakan'ın VOA Türkçe'ye verdiği demeç 16 Haziran tarihli Cumhuriyet'e de yansıdı. Şöyle diyordu Bakan: "Normalleşme olur da demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi yasalar karşılıklı istişareyle uzlaşıyla gelirse parlamentoya, MHP'nin varlık sebebi ortadan kalkacak”. Bu ifadeler vahim bir "iktidarı ve siyaseti kavrayamama" haline tekabül ediyor. Neresinden düzeltilir bilemiyorum. İlki şu olsun: Böyle bir durum olabilseydi, MHP'nin değil AKP'nin varlık nedeni ortadan kalkardı! Siyasal İslamcı iktidarın yeni rejim inşası tasarımından vazgeçmesi anlamına gelirdi ki, onun varlık nedenini ortadan kaldırırdı. Anamuhalefet hele AKP'yi eğitim sistemine yönelttiği dinci saldırıdan bir geri adım attırabilsin de ondan sonra bu başlığı yeniden konuşalım.
İkincisi, tutalım ki yasaların AKP-CHP uzlaşısıyla Meclis'ten çıkması başarılabiliyor olsun; bu neye denk düşer? Karşı-devrimci parti ile CHP arasında orta yolda buluşma sentezlerinin mümkün olmasına. Bu durumda CHP'nin de kendini iptal ettireceği (devrimci geçmişinden büsbütün kopuşunu tescilleyeceği) bir durum ortaya çıkacak demektir. Bu ifadeler CHP'yi MHP'yi ikame etme partisi konumuna düşürecektir; yani AKP'nin fiili iktidar ortağı konumuna sokacaktır ki, yerel seçimlerden birinci parti çıkmış bir siyasi hareket açısından pek hazin bir tenzili rütbe olur! Buna kendini layık gören bir partinin iktidar iddiası olamaz.
Üçüncü ders de şu olsun: "Demokratik" denilen Batı burjuva demokrasilerinde de, yasa tasarıları iktidar-muhalefet istişaresiyle çıkmaz! (Aksi durumda siyaset işlevsiz kalırdı!). İktidar ve muhalefette ağırlıklı olarak sağ partiler yer alıyor olsa dahi böyle olmaz, çünkü burjuvazi içinde de çelişkiler vardır. Kaldı ki emekçi sınıfların çıkarlarını temsil eden veya eder gibi yapan siyasi partilere de kıran girmemiştir. Yani Bakan'ın "demokrasi" tahayyülü "Alice Harikalar Diyarında" sendromu taşımaktadır, böyle bir dünya yoktur. VOA aracılığıyla ABD'ye selam olsun denilmek isteniyorsa, bu da gülünç bir çabadır.
Bakan'ın söyleşisinde geçen, 'bu müzakere süreçlerinde oyuna da gelmeyiz zira bizim siyasi zekamız onlardan fazla' şişinmesini anlamak da mümkün değil; sonuçta 22 yıldır kesintisiz olarak -ama farklı ittifaklarla- iktidara çöreklenen bir siyasi hareket var ve onu küçümsemenin kaygı verici sonuçları yeterince alındı. Dozunda özgüven iyidir ama kibir, savaşta olduğu kadar siyasette de ölümcül sonuçlara yol açabilir.
Umarız bütün bu ifadeler/konumlanmalar onarılamaz bir aymazlığa denk düşüyor olmasın.
Sonuç: Bu nafile görüşmeler niye yapılıyor?
Bir kere sistem üzerinde ortaklaşıldığını gösterme işlevi var. Anamuhalefet, içe ve dışa karşı (sistemin asıl karar alıcıları gözünde) kendini görücüye çıkmış gibi pazarlama ihtiyacı hissediyor. Sistemin özüne aykırı radikalliklerle ilişkisinin olmayacağını teyit etmiş oluyor. İktidar yolunun buradan geçtiğine inanıyor.
İkincisi, seçmen çevrelerinin uzlaşma adımlarını olumlu gözle gördüğü düşünülüyor ve seçmen desteğinin pekiştirilmesi umuluyor. Kuşkusuz bu iki taraf açısından da geçerli. Özellikle iktidarın siyasette ipleri çok gerdiği (ve eğitimde kararlılıkla germeye devam ettiği) düşünülürse, gevşeme adımları, programından milim sapmayan iktidarın daha çok işine yarar.
Üçüncüsü, oy oranları gerileyen iktidarın buna koşut olarak kendini topluma kabul ettirme sorunlarının büyüdüğü de hesaba katılmalı. Dolayısıyla iktidar çevreleri, bu göreli zayıflık dönemini bu şekilde (yani muhalefetin desteğiyle) aşma planları içinde. Kaldı ki, ittifak ilişkilerini bile gözden geçirebileceği yeni bir süreci de dikkate aldığının işaretleri birikiyor.
Sonucun sonucu: "Talep iletme muhalefetinin" sınırları şuradadır: Temel meseleleri iletemezsiniz, çünkü uzlaşma yapmak ve bazı ulaşılabilir sonuçlar elde etmek istersiniz. Ama böylece iktidara o temel meselelerde bir haklılık kazandırmış ve ona dinci-despotik rejim inşasında sınırsız bir meşruiyet alanı açmış olursunuz.
/././
Temel Kotil’e ne oldu? -Okan Ataer-
Büyük bir yaygarayla TUSAŞ’ın başına geçen, Kotil sessiz sedasız görevden alındı. Yaşanan bir tasfiye mi yoksa sermayenin talebi üzerine gerçekleştirilen bir yenilenme girişimi mi?TUSAŞ iç iletişim bilgi notu
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önemli “teknokrat” isimlerinden Temel Kotil’in TUSAŞ Genel Müdürlüğünden alınması ulusal basında neredeyse hiç yer almadı. TUSAŞ tarafından yayınlanan bilgi notunda ise adı dahi geçmiyordu. Yönetim Kurulu olağan toplantısının yapıldığı ve Genel Müdürlüğe Mehmet Demiroğlu’nun atandığı bildiriliyordu. Temel Kotil’in ise geçtiğimiz ay 27 Mayıs günü Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu’na seçilmesinin gerekçesi öğrenilmiş oldu. DEİK’in TUSAŞ gibi firmaların çeşitli seviyelerde yöneticilerinin toplandığı havuzların birisi olduğu düşünülürse Kotil’in bir süreliğine kızağa çekildiğini söylemek yanlış olmayacak.TUSAŞ hatırlayacağınız gibi kısa süre önce tedarikçilerinde yaşanan kalite sorunuyla gündeme geldi. Bu haber de ulusal medyada pek yer bulmadı. Emperyalist merkezlere yüksek teknoloji ürünü ara parça sağlayan TUSAŞ bu türlü tedarik zincirlerinde hiçbir şekilde karşılaşılmayacak bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu türlü yüksek teknolojik imalatta kalite gerekliliği olarak sağlanması gereken izlenebilirlik (İngilizcesi traceability) hammaddeden son ürüne kadar işleyen süreçte sekteye uğramış gözükmekte. TUSAŞ tarafından yapılan işlerin Boeing ve Airbus gibi küresel devlerin işleri olduğu düşünülürse sürece onaylı tedarikçi olmayan bir unsurun (hele de Çin menşeli) girmesi ilginç bir konu.(https://haber.sol.org.tr/haber/ucaklarda-sahte-titanyum-sorusturmasi-tusasa-uzandi-supheli-ham-maddenin-izi-nereye-cikiyor)
Kotil’in tasfiyesine 'resmi' yorum
Konumuza geri dönecek olursak Kotil’in görevden alınması haberi ulusal basında geçiştirilse de savunma sanayi haberlerinde düzenin iliştirilmiş ve kendinden menkul haber ajansı Tolga Özbek isimli zat tarafından “devletlü” şekilde ele alındı. Her türlü fuar ve tatbikata davet edilen, savaş gemisi güvertelerinde röportaj yapan, Bayraktar gibi üst düzey yöneticilerle özel sohbet programları çekebilen bir kişiden bahsediyoruz. Adeta Savunma Sanayii camiasının Abdülkadir Selvi’si olan bu zat muhteşem bir akrobatı andırırcasına yaptığı yorumda, Kotil’in ilkleri başarmak için mesai mefhumu gözetmeden yaptığı faaliyetlerle rekorlar kırdığını ancak artık vaktin konsolidasyon ve verimlilik çağı olduğunu belirterek yeni yönetimin bayrağı devraldığı yönünde yorumlar yaptı.
Görev değişikliği elbette önemli. Temel Kotil hem siyasal İslamcı geçmişi, hem “teknokrat” kimliğiyle THY’yi dönüştürüp Türkiye sermayesinin bölgesel açılımlarıyla entegre hale getiren önemli bir yönetici. Bunun ötesinde emperyalizme tartışmasız şekilde bağlı. Silah sanayii alanındaki işbirliklerinin ötesinde, 25 Şubat 2009 tarihinde yaşanan olayda görüldüğü gibi çekincesizce emperyalizme bağlı kalmaktan geri duymuyor.
İstanbul’dan kalkan ve Amsterdam Schipol Havalimanına iniş sırasında düşen Boeing yapımı THY uçağının kaza kırıma uğraması sonrasında ABD şirketi aleyhine olabilecek her türlü adımdan uzak durmuş, olay sırasında hayatını kaybeden üç pilota kusur bildirilmesine razı olmuştu. Boeing uçuş bilgisayarının THY uçağıyla uyumsuz güncelleme sebebiyle ortaya çıkan bariz hatası Hollandalı uzmanlar tarafından belirlense de THY yönetiminin göz yummasıyla kaza raporundan çıkarılmıştı.
2009 yılında düşen THY uçağında Boeing hatasının örtbas edilmesine Kotil yönetimi sessiz kaldıDolayısıyla bahis konusu isim önemli bir isim. Ancak önemli olan Türkiye sermayesinin çıkarları ve buradan da görülebileceği gibi KAAN gibi bir projede göz boyamayı başaran Kotil istenen performansı gösterememiş durumda. Demek ki sermaye yeni bir kan arayışında.
Bu kan arayışı Türkiye sermayesinin AKP eliyle gerçekleştirdiği konsolidasyon ve atılımın bir parçası. Kan arayışının yapıldığı havuz da aslında belli.
Silah sanayisinde öne çıkan STM-Roketsan-TUSAŞ Yönetim Kurullarına ayrıntıyla bakıldığı zaman büyük resim ortaya çıkıyor.
Milli Teknoloji Hamlesinin Müslüman Teknokratları
Kendilerine ne dediklerini bilmemekle beraber eğer bu ekibe (her bir terim tırnak içinde olacak şekilde!) "Milli Teknoloji Hamlesinin Müslüman Teknokratları" dersek yanılmayız sanırım. Bu ekip üç gruba ayrılıyor.
Birincisi eski toprak diyebileceğimiz ve Temel Kotil ile yaşdaş olan ekip. Ortak özellikleri siyasal İslam ve özellikle de Fethullan Gülen ile bağlantıları. Türkiye'de mühendislik eğitimi aldıktan sonra büyük çoğunlukla ABD'de yüksek lisans-doktora eğitimi alınıyor. Bunun ardından kamuda önemli mevkilerde veya doğrudan emperyalist şirketlerde göreve başlanıyor.
İkinci grup bugün 40'lı yaşlarında olan "genç" ekip. Bunlar da önemli okullarda okuduktan sonra doğrudan iktidar eliyle kamuda veya kamu iştiraki firmalarda göreve başlatılıyor. Bayraktarlar da bu ekipte.
Üçüncü grup ise profesyonel olarak ordu mensubu veya akademisyen olup AKP döneminde silah sanayisine teknik bilgileri sebebiyle destek verip yükseliyor. Grubun tamamının ise ortak kesişim kümesi muğlak bir milliyetçilik ve mukaddesatçılık ile yoğrulmuş teknokrat bir yaklaşım. Elbette sermaye dostu ve emperyalist ülkelerle mükemmel uyumlu.
Bu yeni kan arayışının sebebi ne?
TUSAŞ başta olmak üzere Aselsan, Roketsan, STM gibi kurumlar karlılık olarak küresel ölçekte sürekli yukarı sıralarda yer alan şirketler arasında. Emperyalizmin krizi sonucu kendi bölgesinde bir bölgesel varlık kurmak isteyen Türkiye sermayesi bu alanda kendi ölçeğinde çeşitli şirketler rekabet halinde. TUSAŞ özelinde bakıldığında bu rakip Korean Aerospace Industries (KAI) olarak beliriyor. Güney Kore’de 1999 yılında Daewoo-Hyundai-Samsung ortaklığı olarak kurulan firma TUSAŞ’ın çok benzeri imalat kabiliyetine ve pazar payına sahip. Ancak yaklaşık 15 bin personelle 2.3 milyar dolar gelir kazanan TUSAŞ’ın aksine KAI 3 bin 500 personelle 2.5 milyar dolar seviyelerine çıkıyor.
Pandemi günlerinde işçileri ölümleri pahasına çalıştıran, kamu kurumunun deneyimli teknik personelini tasfiye etmekten çekinmeyen, kurumu bağlı bulunduğu tarikatın arpalığına dönüştüren Kotil anlaşılan silah patronlarını yeterince tatmin edememiş. Yerine gelen en teknokrat, en müslüman, en emperyalizm yanlısı, en patronsever idarecinin de ilk yapmaya kalkacağı icraatının ne olacağı belli. Dolayısıyla yeni genel müdürün işçi haklarına saldıracağı, maaşlara gider gözüyle bakıp sömürüyü şiddetlendirecek adımlar atmaya kalkacağı sürpriz olmayacak. Pekiyi ne zamana kadar?
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder