15 Haziran 2024 Cumartesi

T24 KÖŞEBAŞI - 15 Haziran 2024 -

 

JİTEM ve Susurluk cinayetleri dosyaları birer birer böyle kapatılıyor: Sıra Yargıtay'da (Gökçer Tahincioğlu)

İnsanlar öldürüldüler ve yargılanmadıkları, mahkûm olmadıkları suçlamalar isnat edilerek bu cinayetler meşrulaştırılmaya çalışıldı. Ülkesini seven insanlar, o ülkenin karanlık cinayetlerle anılmasını istemez. Ülkenin bir suç örgütüne teslim olmasına rıza göstermez. Ancak hepsi yaşandı ve nedensiz zenginleşmelerin açıklanamadığı bütün bu tarihsel dönemin ismi de "vatan için kurşun atmak" oldu.

Onlarca kitap, yüzlerce araştırma, devletin hazırladığı binlerce sayfalık raporlar, on binlerce haber…

Kimse Türkiye'nin hakkını, 90'lı yıllara damga vuran JİTEM ve Susurluk gerçeği konusunda yiyemez.

Bir ucu devlete bağlı bu yapıların işlediği cinayetler, karıştıkları suçlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dahil eylemleri büyük ölçüde açığa çıkartıldı.

Siyasi bağlantıları, nereden, nasıl talimat aldıkları, öldürdükleri kişilerin üzerinden çıkan paraları nasıl paylaştıkları.

Neredeyse hepsini biliyoruz.

Sorun, bunların cezalandırılmasına gerek duyulmaması. Bu davaların bazı büyük sanıklarının "kahraman" ilan edilip, devleti yasadışı işlere bulaştıran ekibin, kendilerini "vatansever" sayan bazı çevrelerce aklanıp paklanması…

* * *

1993-96 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlere ilişkin, aralarında eski bakan Mehmet Ağar'ın da bulunduğu 18 sanıklı dava, Ankara'da uzun yıllardır devam ediyor.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, istinaf mahkemesinin bozma kararı sonrasında yaptığı ikinci yargılamada sanıkların yeniden beraatini kararlaştırdı.

İstinaf mahkemesi de önceki bozma kararının aksine, bu kez beraat kararını yerinde buldu. Bire karşı iki üyenin oyuyla alınan bu karar önemli.

Zira beraat kararına karşı çıkan üyenin karşı oy yazısı, tarihi bir vesika niteliğinde.

Şöyle diyordu muhalif üye Ayhan Altun, karşı oy yazısında:

"Yasa dışı terör örgütüne maddi-manevi destek verdiklerini değerlendirdikleri Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kaynağı 'belirlenemeyen' bir liste dahilinde infaz etmek üzere zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kemal Ağar liderliğinde bir araya gelen sanıklar İbrahim Şahin ve Mehmet Korkut Eken'in teşkilatlanmaları sırasında hızlı bir şekilde eyleme giriştikleri artık bilinmektedir."

* * *

Altun, bununla yetinmiyordu. Söz konusu davanın sanıkların cinayet işleyip işlemediklerinin tespiti için değil, işledikleri cinayetler arasında öldürülen söz konusu 19 kişinin olup olmadığının anlaşılması için açıldığını vurguluyordu.

Buna gerekçe olarak da Susurluk çetesi davasında aynı sanıkların zaten hüküm giymelerini gösteriyordu.

* * *

Garip olan nokta da bu…

Susurluk ve JİTEM davalarında, mahkemeler ve Yargıtay, devlet içerisinde bu yasadışı oluşumların kurulduğunu tespit ederek, bir bölüm sanığı kesin biçimde cezalandırdı. Bu örgütlerin varlığı konusunda kuşku yok. Ancak ne hikmetse, bu yapıların, yasadışı örgütlerin eylemleri bir türlü bulunamıyor!

* * *

İstinaf mahkemesinin kararının ardından dosya Yargıtay'a geldi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da dosya ile ilgili tebliğnamesini hazırladı. Dosyayı nihai karara bağlayacak Yargıtay dairesine tebliğnamesini gönderen başsavcılık, bir adım ileri de gitti.

Başsavcılık, öldürülen Abdülmecit Baskın ve Behçet Cantürk'le ilgili dosyaların zamanaşımına sokularak ortadan kaldırılmasını yerinde buldu.

Faik Candan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım'ın öldürülmeleri suçlarından verilen beraat kararları da yerinde bulundu. İki satır gerekçeyle… "Toplanan delillere göre karar yerinde" denilerek…

* * *

Yusuf Ekinci, Feyzi Aslan, Salih Aslan, Namık Erdoğan'ın öldürülmelerine ilişkin dosyaların ise zamanaşımından düşürülmesini istedi. Dosyaların tamamen kapatılmasını…

Bu cinayetlerin cezasız bırakılmasından da büyük bir ayıp olan, 30 yıl gibi bir sürede bu dosyaların karara bağlanamamış olmaması…

Bu davanın sanıklarının 30 yıllık sürede yaşadıklarını, girip çıktıkları işleri, yer aldıkları oluşumları takip ettiğinizde Türkiye'nin siyasal tarihine ilişkin bir zaman tüneline de girmiş oluyorsunuz. Bugüne çıkan bir tünele…

İnsanlar öldürüldüler ve yargılanmadıkları, mahkûm olmadıkları suçlamalar isnat edilerek bu cinayetler meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Ülkesini seven insanlar, o ülkenin karanlık cinayetlerle anılmasını istemez. Ülkenin bir suç örgütüne teslim olmasına rıza göstermez. Ancak hepsi yaşandı ve nedensiz zenginleşmelerin açıklanamadığı bütün bu tarihsel dönemin ismi de "vatan için kurşun atmak" oldu.

                                                                /././

Yeni bir siyasetin anatomisi (Rıza Türmen)

"Antagoznizma"nın değil, "agonizmanın", "siyasal"ın değil, "siyasetin" egemen olduğu bir düzende, hiçbir iktidar muhalefeti yok sayamaz. Hiçbir iktidar, kendisini bütün bir toplumun temsilcisi olarak göremez. Kendi varlığının "öteki" olarak gördüğü muhalefetin varlığına bağlı olduğunu kabul eder. Muhalefeti ortadan kaldırılması gereken bir hasım değil, birlik içindeki farklılığın temsilcisi olarak görür. İki parti liderinin buluşmaları ve onunla başlayan diyalog, agonistik siyasetin kapılarını açabilir.

Olmayacak şey oldu. İki düşman partinin başkanları, AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan -ki aynı zamanda Cumhurbaşkanı'dır, CHP Başkanı Özgür Özel birbirlerini ziyaret ettiler, görüştüler, el sıkıştılar. İnsanlar nefeslerini tutarak bu ziyaretleri izlediler. Kamuoyu bakımından ziyaretler, ilk Türk astronotunun uzaya gitmesinden daha ilgi çekici bir olaydı. Türkiye'deki siyasetin alışılmış, geleneksel çizgisiyle hiç bağdaşmıyordu. İnsanlar televizyon ekranına yapışarak bu buluşmaları heyecan dolu yeni bir TV dizisi izler gibi izledi. Lideri taşıyan otomobilin yola çıkışını, öbür partinin girişinde duruşunu (aslında iki parti genel merkezi arasındaki mesafe yürüyüş mesafesi ama koca liderler yürüyerek gelecek değil ya), otomobilden liderin inişini (bu gibi sahneler dizilerde aşağıdan yukarı gösterilir. Kapı açılır, bir çift siyah ayakkabı yere basar, sonra inen kişinin gövdesi ve yüzü gösterilir. Daha heyecanlı olur.), el sıkışmalarını, asansöre yürüyüşlerini, içeride kim nereye oturdu, ne içtiler, ne armağanlar verildi. En ufak bir ayrıntı kaçırılmadan izlendi. Her şey, her hareket, her obje gizli bir anlam taşıyordu. Odada oturacak iki iskemle varsa başka bir anlam, üç iskemle varsa başka bir anlam taşıyordu. Koca koca insanlar ekranlarda bu gizli anlamları bulmaya çalıştılar. Bu ayrıntılar bazen içerikten de önemli oluyor. İçerik aşağı yukarı biliniyor. Herkesin bildiği bir liste var. Bir taraf bu listedeki maddeleri sırayla söylüyor, karşı taraf bir karşılık veriyor ya da vermiyor.

Bütün bunlardan ziyaretleri önemsemediğim sonucu çıkmasın. Tam tersine çok önemli olduğunu düşünüyorum. İki tarafın da bu diyalog ile amaçladıkları ne olursa olsun, doğurduğu sonuçlar bakımından önem taşıyor. Biliyoruz ki, bu buluşmalar belirli bir konjonktürün sonucu. 31 Mart seçimlerinden CHP birinci parti çıkmasaydı, bu buluşmalar gündeme bile gelmezdi. 31 Mart seçimleri ana muhalefet partisinin iktidar partilerinden daha büyük bir desteğe sahip olduğunu gösterdi. Gerçi 31 Mart seçimleri yerel seçimlerdi. Ama sonuçlarının ülke siyasetini etkilemesi kaçınılmazdı. Muhalefetin iktidardan daha büyük bir halk desteğine sahip olması gerçeği karşısında iktidarın yapacak iki şeyi vardı. Birincisi, Macron'un yaptığı gibi seçime gitmek, halk iradesini yenilemekti. Avrupa Parlamentosu seçimleri de Türkiye'deki yerel seçimler gibi, Fransız Parlamentosu'ndaki çoğunluğu etkilemiyordu. Ancak Avrupa Parlamentosu seçimleri, Fransa'da halk iradesinin sağa kaydığını ve bu iradenin parlamentoya yansımadığını gösterdi. Bunun üzerine Macron, seçime gitmeye karar verdi. Demokratik bir yönetimde yapılması gereken buydu.

Bu yapılmıyorsa, daha az demokratik olmakla birlikte başka bir seçenek, çoğunluğun desteğine sahip muhalefet partisini tanımak, bir diyalog kurmak, olanak bulunursa, işbirliğine gitmekti. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz de göz önünde bulundurulursa, böyle bir böyle bir işbirliği görüntüsü vermek, iktidarın politikalarının muhalefet tarafından da desteklendiği izlenimini yaratmak, yoksullaşan kitlelerin öfkesini muhalefeti de kapsayacak biçimde yaygınlaştırmak bakımından yararlı olabilirdi. Bu nedenler yanında siyaset değişikliğine yol açan başka nedenler de olabilir. Kutuplaştırıcı bir siyasetin halkta olumsuz tepkilere yol açması gibi.

Bütün bunlar doğru olsa bile, buluşmaların ortaya çıkardığı bir gerçek var. Türkiye'de siyasetin yapıldığı dost-düşman ekseni ortadan kalkmakta. Muhalefetin düşman olarak görüldüğü ve ortadan kaldırılması gerektiği gibi bir anlayış terk edilmekte. Onun yerine muhalefet, farklı görüşlere sahip, demokratik bir çerçevede mücadele edilecek bir karşıt, bir rakip olarak görülmeye başlanıyor. Bu yumuşama ya da normalleşme sürecinin tabana da yayılması beklenmeli. Yeni bir "biz" ve "onlar" inşa edilmekte.

 Kesin bir hüküm vermek için erken olmakla birlikte, Türkiye'de siyasetin, "antagonizma"dan "agonizma"ya geçmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu yeni bir siyaset anlayışı. Türkiye'nin demokratikleşmesi bakımından önemli bir adım. Bu anlayış bir kere yerleştikten sonra geri dönülmesi de güç. Yeniden antagonizmaya döneni halk cezalandırır.

Agonistik bir siyaset çoğulculuğa dayanır. Farklı görüşlerin bir arada, yan yana mevcut olabilmesini, farklılıkların ortadan kaldırılmadan, birlikte yaşayabilmesini öngörür. Aynı zamanda eşitlik ilkesi agonistik siyasete yön verir. Farklı görüşlerin hiçbiri öbüründen daha değerli, daha üstün değildir. Hepsi eşit düzeydedir. Bütün farklı talepler eşit biçimde ileri sürülebilmelidir.

Önemli olan farklı görüşler arasında bir uzlaşı sağlanması, homojen bir toplum yaratılması değildir. Görüşler arasındaki potansiyel farklılıklar her zaman mevcut olacaktır. Demokrasi de bunu gerektirir. Önemli olan farklı görüşlerin bir arada yaşamasının koşullarının yaratılmasıdır. Bununla birlikte demokratik bir toplumdan, demokratik bir yönetimden söz edebilmek için demokrasinin asgari koşulları üzerinde bir mutabakatın bulunmasına gereksinim vardır.

Agonistik bir siyaset anlayışının egemen olduğu bir ortamda kimliklere dayanan siyasete yer yoktur. Kimlik farklılıklarının doğurduğu kutuplaşma artık ortadan kalkar. Farklı kimlikler farklılıklarıyla birlikte eşit olarak kamusal alanda mevcut olurlar.

Chantal Mouffe "siyaset" ile "siyasal" arasında bir ayrım yapar. "Siyasal" insan ilişkilerinde, toplumsal, siyasal ilişkilerin doğasında mevcut olan "antagonizma"yı içerir. "Siyaset" ise insanın yaşamına belirli bir düzen veren ve insanların birlikte yaşamlarını düzenleyen uygulamalar, kurumlar, söylemlerdir. "Siyaset" siyasal ilişkilerdeki potansiyel düşmanlığı, antagonizmayı terbiye eder, etkisiz hale getirir.

"Antagoznizma"nın değil, "agonizmanın", "siyasal"ın değil, "siyasetin" egemen olduğu bir düzende, hiçbir iktidar muhalefeti yok sayamaz. Hiçbir iktidar, kendisini bütün bir toplumun temsilcisi olarak göremez. Kendi varlığının "öteki" olarak gördüğü muhalefetin varlığına bağlı olduğunu kabul eder. Muhalefeti ortadan kaldırılması gereken bir hasım değil, birlik içindeki farklılığın temsilcisi olarak görür.

İki parti liderinin buluşmaları ve onunla başlayan diyalog, agonistik siyasetin kapılarını açabilir. Böyle bir gelişme siyasette yeni bir zihniyete yol açar. Aynı zamanda AKP'nin otoriter yönetiminde de önemli bir demokrasi gediği oluşturur.

Ne var ki Türkiye'de bir rejim sorunu bulunmakta.

Türkiye adı demokrasi olmayan, otoriter bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle yönetilmekte. Böyle bir rejimin bulunduğu bir ülkede iktidarla bir diyalog arayışına girmek, agonistik ilişkiler sürdürmek muhalefet bakımından riskler taşıyor. Agonistik ilişkiler uzun vadede demokratikleşme bakımından olumlu sonuçlar doğuracak olsa bile, Türkiye'nin içinde bulunduğu ağır koşullar karşısında kısa vadede bir değişimin görünür olmasına gereksinim var. Bu gerçekleşmediği takdirde agonistik ilişki, otoriter bir iktidara meşruiyet kazandırmak, onun yanlışlarına ortak olunmasına yol açmak gibi bir risk taşıyor.

İktidar partisinin ise demokrasiyle arası pek iyi olmayan bir ortağı var. Demokrasi yolunda atacağı her adım ortağı tarafından engellenebilir.

31 Mart seçimleri halkın bir değişim beklentisi içinde olduğunu ortaya koydu. Siyasal partiler bu beklentiyi karşılamak zorunda. Buna ayak uyduramayan siyasal partiler siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalabilir.

O nedenle CHP'nin liderinin Türkiye'de yeni bir siyaset anlayışına yol açacak adımlar atması doğru bir davranıştır. Yeter ki CHP bu sürecin barındırdığı tuzaklara düşmesin.

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder