11 Temmuz 2024 Perşembe

Birgün "KÖŞEBAŞI" -11 Temmuz 2024-

 

“En fazla 98 bin TL ile sınırlama” kandırmaca mı? -Nurcan Bilge Gökdemir- 

Milyonlar 17 bin 2 liralık asgari ücrete mahkûm edilirken AKP’nin bürokratlarının çok sayıda kamu kurumunda yönetim, denetim kurulu üyeliği görevine atanıp milyonları cebe indirmesine karşı oluşan tepkiler üzerine Meclis’e getirilen düzenleme tartışılıyor. Metinde açıklıkla ifade edilmemesi ve bunların statülerinin farklı olduğuna ilişkin yargı kararları da bulunması nedeniyle bu Bakan Yardımcıları, Cumhurbaşkanlığı bürokratları ve TMSF kapsamındaki şirketlere kayyum olarak atananlar ile Varlık Fonu kapsamındaki şirketlerde görev alanların 98 bin TL’lik sınırlamaya takılmayacağı savunuluyor.

AKP iktidarlarının klasikleşen uygulamalarından biri bürokratların mevcut görevlerinin yanı sıra çok sayıda kamu kurumunda yönetim, denetim kurulu üyeliği de yaparak gelirlerini katlamaları… Son olarak enflasyonun düşürülmesi için halka fedakârlık tavsiye eden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yardımcıları, genel müdürlerinin en az iki hatta aralarından bazılarının üç koltukta bile oturduğu BirGün’de İsmail Arı imzalı bir haberde yer aldı.

Seçmenlerin 31 Mart yerel seçimlerinde iktidar partisi AKP’ye olan desteğinin azalmasının en önemli nedenlerinden biri olarak görülen israf, kayırma, şatafat görüntülerine karşı gündeme getirilen  tasarruf önlemlerini içeren yasa teklifinin TBMM’de görüşülmesine başlandı. Teklifte yer alan bir madde “Kamuda çifte koltuk uygulamasına son” ifadeleriyle duyuruldu.

YETKİ ERDOĞAN’DA

Bu düzenleme ile bu bürokratların 98 bin TL ücret alabilmelerinin yasal güvenceye bağlandığı bir tarafa paketin aslında tepkilerin hedefi olan bürokratları kapsamadığı da iddia edildi. Teklifte yer alan “Maddenin uygulanmasında ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye ve uygulamayı yönlendirmeye Cumhurbaşkanlığı yetkili olacak” ifadesinin de “Sınırlarını Saray belirleyecek” diye yorumlanmasının geçmiş uygulamalar dikkate alındığında abartı olarak kabul edilemeyeceği de açık.

ÜCRETLERİ DÜŞECEKMİŞ

Tüm bunlardan sonra Meclis’te görüşülmesine başlanan teklife bu gözle bir bakalım. 631Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve KHK’lerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 12’nci maddesindeki düzenleme özetle şöyle:

“Memurlar ve diğer kamu görevlilerine birden fazla kurul üyeliği görevi için herhangi bir ücret sınırı olmaksızın tek bir yerden ödeme yapılabilmektedir. Ancak belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyeleri hâlihazırda mevcut olan düzenlemenin kapsamı dışındadır.”

Bakanlık tarafından komisyona sunulan etki analizinde getirilmek istenilen düzenleme şöyle anlatılıyor:

“Düzenleme ile özel veya kamu ayrımı gözetilmeksizin her statüdeki kurum ve kuruluşlara ait yönetim kurulu, denetim kurulu vb. organlarda görev alan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile işçiler dâhil kapsama giren kurum ve kuruluşlarda istihdam edilen her statüdeki personele ve belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyelerine, kurum içi ve kurum dışı ayrımı yapılmaksızın bu görevlerden sadece biri için ödeme yapılması, yapılacak ödemelere mevzuatında en yüksek Devlet memuru için öngörülen ödemeler toplamının altı aylık net ortalaması (98 bin TL) esas alınarak üst sınır getirilmesi…”

Madde ile ödemelerin disipline edilmesinin sağlanacağı, bazı kurul üyeleri açısından mevcut ücretlerinde düşüş yaşanacağının da altı çiziliyor.

‘BİLİNEN UYGULAMA SÜRECEK’ İDDİASI

Ancak muhalefet milletvekillerinin de görüşmeler sırasında dile getirdiği gibi madde bilinen uygulamanın bazıları için süreceği izlenimi veriyor.

Öncelikle Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu kapsamındaki şirketlere kayyum olarak atananlar ile Varlık Fonu kapsamındaki şirketlerde görev alanlara yönelik düzenlemenin de metne eklenmesi gerektiği  savunuluyor.

Ayrıca madde metninde en fazla 98 bin TL ballı maaş alabilecek bürokratlar sıralanırken memurlar, diğer kamu görevlileri ve işçiler gibi “statü hukuku kapsamındaki kamu görevlileri “ sıralanıyor. “Statü hukuku” dışında olan Bakanlar, Bakan Yardımcıları, Cumhurbaşkanlığı ofisleri ve Danışma Kurulu üyelikleri üstlenenlerin kapsam dışında tutulup tutulmayacağı kuşkuları haklı olarak dile getiriliyor.

Anayasa başta olmak üzere tüm mevzuatı kolaylıkla ayaklar altına alması ve kamu kaynaklarını yağmalama konusundaki  sabıkası bilinen AKP’nin bu düzenleme ile sadece göz boyama peşinde olup olmadığı yasanın uygulanmaya başlaması ile görülecek.

                                                             /././

TÜİK Başkanı solcu mu oldu? -Ozan Gündoğdu-

Çetinkaya, enflasyonu yüksek kârlılığa yıktığı için solcu mu oldu? Yoksa bakanın gördüğü şey greedflasyon mu? Akademik çalışmalar ikincisine yakın. Şimşek’in tezlerini destekleyen akademik çalışmaları ara ki bulasın!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Erhan Çetinkaya’nın önceki gün yaptığı basın toplantısının yankıları sürüyor. Kamuoyu, TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranlarına odaklandığı için, Çetinkaya’nın en çok ses getiren açıklamaları da bu konuya ilişkin oldu. Açıklamaları tepki çekince TÜİK Başkanı’nın görevden alınması gerektiğini söyleyenlerin sayısı arttı. Fakat enflasyon hesabından öteye geçen açıklamaları da oldu TÜİK Başkanı’nın…

Halbuki, Çetinkaya bu rejimin alelade bir bürokratıydı. Bu rejimde de bürokratların görevi, susup talimatları yerine getirmek olduğuna göre, basının karşısına geçmek bir bürokratın haddi de değildi. Zira, bürokratın inisiyatif alanı neredeyse yoktu. Fakat belli ki, TÜİK üzerindeki toz bulutu iktidarı da rahatsız etmiş, TÜİK Başkanı’nın basın toplantısı yapmasına izin verilmişti. Belki de toplantı yapması için talimatlandırılmıştı.

Böyle bir kişi gazetecilerin karşısında tatmin edici cevaplar veremezdi. Basın toplantısı yapması meşruydu ama rejimin kendisi bürokrata böyle bir güç bahşetmiyordu. Haliyle basın toplantısı Sayın Çetinkaya’nın bürokrasideki kariyeri açısından olumlu sonuçlanmadı. Bu Çetinkaya’nın değil, rejimin suçudur.

Halbuki, TÜİK Başkanı, satır arasında son derece önemli bir tespit de yapıyor, üstelik bu tespit son zamanlarda akademide de tartışılan bir meselede de TÜİK Başkanı’nı taraf haline getiriyordu. Hatta şaşırabilirsiniz; Mehmet Şimşek’in enflasyonun nedenlerine ilişkin bakış açısıyla, Mehmet Şimşek’e bağlı olarak çalışan TÜİK Başkanı’nın enflasyonun nedenine ilişkin bakış açısı birbirine taban tabana zıt.

Mehmet Şimşek ne diyor? Enflasyon, artan talepten kaynaklıdır. O halde talebi aşağı çekecek tedbirler dezenflasyonisttir. Bu nedenle, parasal sıkılaştırmaya gidilmeli, kamu harcamaları kısılıp vergiler artırılmalı, gelirler politikasında da kemerler sıkılmalı, ücretlere zam yapılmamalıydı. Fakat TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya bu tezin tam karşısında yer alan bir başka önermeyle çıktı halkın karşısına ve dedi ki;

Türkiye'deki şirketler enflasyonist ortamı kullanarak normalde alması gereken kârlardan daha yüksek fahiş kârlar elde ediyorlar. Enflasyondan bağımsız şirket kârlarına bağlı bir fahiş fiyat artışı var. Bu etki, pandemi sonrasından itibaren gözlemleniyor. Mehmet Şimşek enflasyonun kök nedeni olarak ücretleri görürken, TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya enflasyonun kök nedeni olarak karları görüyordu. Denebilir ki, TÜİK Başkanı enflasyonun suçunu şirketlere yıkıyor, hükümeti aklıyor. Fakat Maliye Bakanının dahi bunu yapmadığı bir yerde TÜİK başkanı neden böyle bir tutum takınsın ki…

TÜİK BAŞKANI DA ‘GREEDFLASYON’ DİYOR

TÜİK Başkanı’nın argümanı Türkiye’de bir greedflasyon olduğuna işaret ediyordu. “Greed” İngilizce’de açgözlülük anlamına geliyor. Greedflasyon ise artan maliyetlerin üzerinde bir fiyat artışı yapan işletmelerin neden olduğu enflasyon olarak tanımlanıyor. Eğer siz artan maliyetlerinizin ötesinde bir fiyat artışı yaratmışsanız kârlılığınız da artacaktır. Bu nedenle greedflasyona neden olan şey yüksek kârlılıktır.

Son zamanlarda ekonominin gündem olması üzerine herkes kendi dünya görüşüne uygun tedbirlerin ateşli savunucusu oldu. Bilimsel veriler yerine, “inanılan doğrular” savunulmaya başlandı. Mesela bu zamana dek liberal, serbest piyasacı fikirleri savunagelen biri, bu inancının doğası gereği, enflasyonun artan talepten kaynaklandığına inanabiliyor. Tam tersi sol görüşlü bir kişi, ücretlerin enflasyonu azdırmadığına inanmak istiyor. Savunulan tezden hareket ederek dünya görüşünü tahmin etmeye kalksak “TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya solcu mu oldu” diye sormak gerekir.

Halbuki konunun sağcılık ya da solculukla ilgisi yoktu. Ham hakikat, bilimsel gerçeklik Mehmet Şimşek’i yalanlarken, Erhan Çetinkaya’yı doğruluyordu.

Bu konuda iktisat akademisinde üretilmiş 3 değerli makale de mevcut. Bunlardan biri Prof. Ensar Yılmaz ve Necip Bulut’a ait. Bu iki araştırmacı İSO500 yani Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun verilerini inceliyor. Buldukları sonuçlar ilginç; 2018’den önceki 5 yılda kârlılık oranı yüzde 30’larda iken, 2018’den sonraki 5 yılda bu oran yüzde 70’lere çıkıyor.

Bir başka makale Prof. Erinç Yeldan, Prof. Ahmet Haşim Köse ve Prof. Korkut Boratav’ın İktisat ve Toplum dergisinin aralık sayısında yer alan “Türkiye’de derinleşen yapısal kriz eğilimi ve kâr itilimli enflasyonun dinamikleri” başlıklı makaleleri. Bu makalede de varılan sonuç öncekiyle aynı. Maliyet çekişli, kar itişli enflasyon…

Bir diğer çalışma Dr. Berke Duvan’a ait. Yeni açıklanan İSO500 2023 verilerini analiz eden Duvan, karların ve ücretlerin üretimden satışlara oranını çıkarmış. Buna göre İSO500’ün karlılığının üretimden satışlara oranı 2013’de yüzde 13’ten, 2023’te yüzde 18,4’e çıkıyor. Karlılıktaki artış eğiliminin Pandemi yılı olan 2020’de sertleştiği 2021’de yüzde 19,8’e kadar tırmandığı görülüyor. Buna karşın, ücret ve maaşların üretimden satışlara oranı aynı dönemde yüzde 7,7’den yüzde 6,7’ye düşüyor.

Erhan Çetinkaya’nın greedflasyon vurgusuna ne demeli? Çetinkaya enflasyonu yüksek karlılığa yıktığı için solcu mu oldu? Yoksa zaten verilere bakanın gördüğü şey greedflasyonun kendisi miydi? Akademik çalışmalar ikincisine daha yakın. Dahası Mehmet Şimşek’in tezlerini destekleyen güncel akademik çalışmaları ara ki bulasın! Buna rağmen eskimiş ezberler Mehmet Şimşek’in tezine inanılmasına neden oluyor. Halbuki bilimsel olan, inanmak değil bilmektir.

                                                            /././

Akkuyu’daki gecikme Türkiye için bir fırsat olabilir -Özgür Gürbüz-

Geçen hafta bu köşede, Akkuyu Yönetim Kurulu üyesi Gennady Sakharov’un rüşvet nedeniyle tutuklandığını Türkiye’ye duyurmuştuk. Akkuyu Nükleer bu konuda açıklama yapmadı. Onun yerine halkla ilişkiler ajansını devreye sokup, Hürriyet’ten bir gazeteciye santralı gezdirip, “her şey yolundaymış gibi yaz panpa” demeyi tercih etti. O da yazdı. Halbuki Akkuyu’da Rusya için yolunda giden bir şey yok...

Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılında imzalanan uluslararası anlaşmayı hatırlayın. Anlaşmanın 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyle diyor:

“Proje Şirketi, Rus Tarafı’nın tam desteği ile NGS inşasının başlaması için gerekli tüm belgeler, izinler, lisanslar, rızalar ve onayların alınmasından itibaren yedi yıl içinde Ünite 1’i ticari işletmeye alır. Ünite 1’in ticari işletmeye başlanmasından itibaren, Ünite 2, Ünite 3 ve Ünite 4’ü art arda bir yıl aralıklarla ticari işletmeye alır.”

Ne zaman verildi bu izinler? 2 Nisan 2018’de. Proje şirketi, yani Akkuyu Nükleer A.Ş. ertesi gün ilk nükleer reaktörün yapımına başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda da ilk ünitenin inşaatının başladığı tarih 3 Nisan 2018 olarak kayda geçti.

Uluslararası anlaşma Rusya’ya, gerekli izinler alındıktan sonra ilk reaktörü bitirme için yedi yıl süre vermiş. Bu süre 2 Nisan 2025 tarihinde dolacak. Bir yıl sonra (2026) ikinci ünitenin, 2027 ve 2028’de de üç ve dört numaralı ünitelerin yapımının tamamlanması gerekiyor.

Biliyoruz ki Akkuyu’da inşaat gecikti ve gecikmeye devam ediyor. Bizzat Rus tarafı söylüyor bunu. Akkuyu Nükleer A.Ş. Üretim ve İnşaat Organizasyon Direktörü Denis Sezemin, Nisan 2025’i hedeflediklerini söyledi. Bir ay önce TBMM’yi ziyaret eden Rusya Federasyonu heyeti ise bu tarihin 2025’in Ekim veya Kasım’ını bile bulabileceğinin işaretlerini verdi. Verilen tarihler oldukça kritik çünkü gecikmenin ötesinde, anlaşmanın en önemli şartlarından birinin yerine getirilip getirilemeyeceğini belirliyor. 10. maddenin son fıkrasına dikkat.

“NGS’nin ünitelerinden herhangi birinin, işbu Anlaşma’da programlanan tarihten daha geç işletmeye alınması halinde, Elektrik Satın Alma Anlaşması’nda (ESA) öngörülen mücbir sebep durumları hariç olmak üzere, satılacak elektriğin fiyatı ESA hükümlerine göre ayarlanacaktır.”

ESA, santralda üretilen elektriğin yarısının Türkiye tarafından 15 yıl boyunca 12,35 dolar sentten satın alınmasını öngörüyor. Rusya, ESA sayesinde aynı elektriği piyasa fiyatından en az iki kat yüksek bir fiyata; güneş ve rüzgardan üretilen elektrikten ise 4-5 kat pahalıya Türkiye’ye satabilecek. Böylece Rusya, 25 milyar doları bulan yatırımın parasını kısa sürede yüksek alım garantisi sayesinde çıkaracak. Şu ana kadar santrala tek kuruş harcamamakla övünen Türkiye ise santralın dört ünitesi çalıştığında sadece alım garantisi nedeniyle Rusya’ya her yıl 2 milyar dolardan fazla para ödemek zorunda kalacak. Bu da haliyle elektrik faturalarına yansıyacak.

Gecikme yaşanırsa ESA yeniden pazarlık masasına yatırılabilir. Dirayetli bir hükümet bunu fırsata bile çevirebilir, çevre ve ekonomi için baş belası bu projeden kurtulmak için kullanabilir. Osmangazi, Yavuz Sultan Selim ya da Çanakkale Köprüsü benzeri bir alım garantisi tuzağından halkını kurtarmaya çalışabilir. Dirayetli bir hükümet olsa halkına bu tuzakları da kurmazdı elbet…

Dile kolay, alım garantisi yılda Rusya’ya en az iki milyar dolara varan bir ödeme anlamına geliyor. Şimdi kendimize soralım. Olası bir gecikmede sizce AKP bunu fırsata çevirip alım garantisini, projeyi yeniden masaya yatırmayı mı tercih eder yoksa Rusya’nın kendisine uygulanan ambargoyu mücbir sebep göstermesini kabul edip, Akkuyu’nun sahibine ek süre vermeyi mi?

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder