2 Temmuz 2024 Salı

Birgün KÖŞEBAŞI -2 Temmuz 2024-

 

‘Kemer sıkma’ ve ‘acı ilaç’ programı: Ekonomik zorbalık! -Aziz Çelik-

Temmuz ayında emekçileri zorba ekonomik programın acı gerçekleri bekliyor. Asgari ücret ve diğer ücretler artmayacak. Emekliler enflasyonun altında ezilecek. Geçim zorlaşacak ve alım gücü düşecek. Türkiye emekçileri son dönemlerin en ağır faturası ile yüz yüze.

Temmuz, milyonlarca çalışan ve emekli için dört gözle beklenen ay geldi çattı! 3 Temmuz Çarşamba günü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon oranlarını açıklayacak. TÜİK’in 3 Temmuz’da yapacağı, sıradan bir açıklama değil. Adeta devasa bir işveren gibi tüm sabit gelirliler için hayati bir veri açıklayacak. İşçi ücretleri, memur maaşları ve emekli aylıkları 3 Temmuz’da açıklanacak bu veriye bağlı.

3 Temmuz, kimi tuzu kuruların “Acı reçete ama uygulamak lazım” dedikleri kemer sıkma ve enflasyonun faturasını emeğe yıkma politikaları için önemli bir dönemeç. 3 Temmuz 2024 bir tür ekonomik zorbalığın simgesi. AKP hükümeti tarafından uygulanan ekonomik programa “acı reçete”, “kemer sıkma” demek hafif kalır. Dört başı mamur bir zorbalık, zorla yoksullaştırma programı uygulanıyor.

3 Temmuz için hükümet bütün kurumlarıyla organize biçimde aylardır çalışıyor. Bir yandan TÜİK enflasyonu düşük tutmaya çalışıyor. Kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen, DİSK tarafından açılan davada verilen karara rağmen TÜİK enflasyona esas madde fiyat listesini açıklamıyor. Dolayısıyla açıklanan enflasyonun dayalı olduğu verileri bilmiyoruz. Resmi enflasyon verilerinin inandırıcılığı yok. TÜİK’in de inandırıcılık gibi bir kaygısı yok. TÜİK yönetimi kamusal bir veri toplama ve yayımlama kurumu gibi değil, adeta bir “enflasyonla mücadele timi” olarak çalışıyor. Aksi halde kesinleşmiş üç ayrı yargı kararına rağmen bu fütursuzlukları anlaşılır şey değil. TÜİK yöneticisi olan bazı üst düzey memurlar yargı kararlarını ve Anayasa’yı çiğnemeye cesaret edebiliyor.

İşin enflasyon kısmı bununla da sınırlı değil. Temmuz başında enflasyonu düşük göstermek ve böylece çalışanlara daha düşük zam yapmak için çeşitli cinlikler yapılıyor. Yerel seçimler nedeniyle bekletilen kamu zamları sırf haziran ayı enflasyonuna yansımasın diye temmuz ayına ertelendi. Örneğin elektriğe yapılan ve diğer mal ve hizmet fiyatlarına artçı etkisi olacak yüzde 38’lik zam 1 Temmuz’dan itibaren geçerli olacak. Böylece Haziran 2024 enflasyonu yaklaşık 0,7 puan eksik gelecek. 0,7 deyip geçmeyin. Aylık enflasyonun yüzde 3 olarak açıklanmasıyla 3,7 olarak açıklanması arasında dağlar kadar fark var.

Dolayısıyla 3 Temmuz’da açıklanacak enflasyon aşağı yukarı belli. 6 aylık enflasyonun yüzde 26 civarında açıklanması çok muhtemel olacak. Ekonomik zorbalığın ilk ayağı bu. TÜİK tarafından açıklanacak oran adeta emir demiri keser gibi kesin nitelikte.

ASGARİ ÜCRET NEDEN ARTMIYOR?

Ekonomik zorbalığın en önemli ayağı asgari ücrete zam yapılmaması. Bu öyle geçiştirilecek bir konu değil. Mart 2024 yerel seçimlerinden bu yana asgari ücretin temmuzda artması yönünde bir beklenti olmasına rağmen hükümet işverenlerden daha kesin bir tavırla asgari ücretin artmayacağını söylüyor.  Asgari ücrete zam yapılmaması sıradan bir mesele değil.

Asgari ücret ülkemizde sıradan bir ücret değil. Merkez Bankası ve DİSK-AR verilerinin teyit ettiği gerçek asgari ücret civarında ücretlerle çalışan işçilerin oranı toplam işçilerin yüzde 50’si civarında. Dolayısıyla asgari ücret zammı genel ücret düzeyinin en önemli belirleyicisi. Dahası asgari ücrete zam yapılmaması, piyasada temmuz ücret artışlarının olmaması anlamına geliyor. Kimi istisnalar dışında diğer ücretlerin de artması zor olasılık.

Böylece asgari ücretin artmaması bölüşüm ilişkilerini doğrudan olumsuz etkileyecek. Peki, asgari ücret artışına hükümet neden karşı çıkıyor? O pek sık tekrarladıkları “kaynak” ve “para yokluğu” nedeniyle mi? Zerre alakası yok!

Asgari ücretin bütçeyle ilgisi yok. Devlette asgari ücretle çalışan yok. Tersine asgari ücret artışı sosyal güvenlik primlerini artıracağı için SGK’nin gelirlerini artırır ve SGK’ye aktarılacak Hazine desteği azalır. Bunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Ancak neoliberal zorbalık programına göre enflasyonu düşürmek için ücretleri düşürmek lazım. Asıl dert bu. İşlerine geldiğinde kaynak yok, işlerine geldiğinde kaynağa gerek yok!

Dahasını söyleyeyim. Asgari ücretin artmaması eşitlik ilkesinin ihlalidir. Ocak 2024’te asgari ücret, memur maaşları ve emekli aylıkları aynı oranda arttı. Şimdi temmuz geldi. Diğer emek gelirlerine enflasyonla bağlantılı çeşitli zamlar yapılırken asgari ücretin artmaması keyfiliktir, zorbalıktır.

EMEKLİLERE ZORBALIK

Temmuz ayı emekliler için ekonomik zorbalığın daniskası demek. 16 milyon emekli sefalet aylıkları ile yaşamaya çalışıyor. Aylardır emekli müjdeleri dolaşıyor. Ancak günün sonunda emekliyi bekleyen müjde değil hayal kırıklığı olacak. En düşük emekli aylığı 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Ancak ortalama emekli aylığı da bu miktara çok yakın. Mart 2024 verilerine göre ortalama emekli aylığı 11 bin 900 TL civarında.

Bu korkunç bir durumdur. En düşük aylıkla ortalama aylık adeta birbirine eşitlenmiş durumda. Durum istatistik bilimiyle, matematikle izah edilecek gibi değil. Durum izlenen ekonomik zorbalık programının yarattığı yıkımı açıkça gösteriyor.

Emeklilere aylarca temmuz ayı işaret edildi. Temmuz geldi çattı ancak durum vahametini koruyor. Emeklilere adeta ekonomik işkence yapılıyor. Fütursuzca “emekliler yılı” ilan edilen 2024’ün Temmuz ayında emeklileri hayal kırıklığı bekliyor.

Yaklaşık 4 milyon emekli 3 Temmuz’da açıklanacak resmi enflasyon kadar bile zam alamayacak. Emekli aylıklarının artışında çok önemli bir hile var. İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıkları 6 ayda bir TÜFE oranında artırılıyor. Ancak emeklilerin iki tür aylığı var. Biri kök aylıkları, esas aylıkları veya resmi aylıkları. Diğeri tamamlanan emekli aylıkları. Bilindiği gibi emekli aylıkları 2024 Ocak ayından bu yana 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Temmuz 2024’te zam 10 bin TL’ye değil kök aylıklara yapılacak. Hükümet aksi yönde bir yasa teklifi hazırlamadı.

İşin sırrı burada. Örneğin kök aylığı 7 bin 500 lira olan bir emekli halen 2 bin 500 lira Hazine katkısıyla 10 bin TL alıyor. Eğer 6 aylık enflasyon yüzde 26 olursa bu emeklinin kök aylığı 9 bin 450 TL olacak ve 10 bin lira almaya devam edecek. Aylığı değişmeyecek ancak Hazine katkısı 2 bin 500 liradan 550 liraya inecek. Bu durum emeklinin değil Hazine’nin işine yarayacak. Kök aylıkları 10 bin liranın altında olanların sayısı 3,7 milyon.

Sonuç olarak milyonlarca emekli ya sıfır zam veya resmi enflasyondan düşük zam alacak. Ekonomi yönetimi, emeklilere aktarılan kaynakları azaltmak için en düşük emekli aylığının artırılmasına karşı çıkıyor. 10 bin lira olan en düşük aylığın artması için yasa değişikliği lazım. Hükümetin şu ana kadar bu yönde bir hazırlığı bulunmuyor. Ekonomik zorbalık programı en düşük emekli aylığının artmasına izin vermiyor.

Dahası bütün emeklilerin aylıkları resmi enflasyon kadar artsa ne olacak! En düşük aylık 12 bin 600 TL, ortalama aylık yaklaşık 15 bin TL olacak. Bu aylıklarla bile geçinmek mümkün değilken hükümetin milyonlarca emekliden resmi enflasyonu bile esirgemesi zorbalık değilse nedir!

MEMURA MEMUR-SEN KAZIĞI

Temmuz ayı memur ve memur emeklileri için de kritik bir ay. Memur maaşları ve memur emekli aylıkları da temmuzda artacak. Memurları ve memur emeklilerini başka bir tehlike bekliyor. Ayrımsız bütün memur ve memur emeklileri (yaklaşık 6,5 milyon) resmi enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında zam alacak.

Bu konuyu defalarca yazdım. Ancak yeterince farkında olunduğunu sanmıyorum. Ayrıntılar 18 Mart 2024 tarihli BirGün yazımda var: https://tinyurl.com/2dcat8bl Özetle yazayım: Toplu sözleşme gereği 3 Temmuz Çarşamba günü 6 aylık enflasyon açıklandığında memur ve memur emeklisinin alacağı zam şöyle hesaplanacak (örneğin enflasyon yüzde 26 olursa): 126/115*110=120,5. Yani zam 20,5 olacak ve enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında kalacak.

Bu durum Ocak 2025 ve Temmuz 2025’te de devam edecek. Toplu sözleşmedeki hatalı ve öngörüsüz maaş zammı maddesi nedeniyle memurlar ve emeklileri büyük kayıpla yüz yüze. 2024 ve 2025’te memurların birikimli kaybı 72 bin TL’yi aşacak! Böylece kamu görevlilerinin hak ettiği 280 milyardan fazla para Hazine’ye kalacak.

Denebilir ki Memur-Sen’in suçu ne! Toplu sözleşmeyi Hakem Kurulu bağıtladı. Memur-Sen değil. Doğrudur, sözleşmeyi Hakem Kurulu sonuçlandırdı ancak bu zam formülü Memur-Sen’in yıllardır benimsediği hatalı bir formül. TÜFE+ yüzdeli veya seyyanen zam yerine, enflasyon mahsuplaşmasına dayanan zam formülü yüksek enflasyon döneminde memurların aleyhine işliyor.

Daha da vahimi memurlar ve memur emeklilerinin enflasyondan 5,5 puan daha düşük zam alacağı aylardır belli olmasına rağmen Memur-Sen gıkını çıkarmadı. Anayasa Mahkemesi’nin eşitsiz uygulanması nedeniyle bir bölümü iptal ettiği toplu sözleşme ikramiyesinden kaynaklı 300 liralık düşüş için kıyameti koparan ve CHP önünde eylem yapan Memur-Sen enflasyonun 5,5 puan altında zam konusunda sus pus olmuş durumda! 5,5 puan düşük zam alacak memurların 2024 yılı için aylık kaybı 2 bin liranın üzerinde olacak. 300 lira için ortalığı ayağa kaldıran sendikanın 2 bin lira için sus pus olması manidar değil mi? 2024’te memurların enflasyon kaybı 12 bin lirayı aşacak ama Memur-Sen bırakın AKP önünde eylem yapmayı lütfen bu konuyu dile bile getiremiyor.

Memur emeklileri için ekonomik zorbalığın bir diğer sonucu ise emekli aylıklarının maaşa oranının düşmesi olacak. Bir yıl önce emekli aylıklarının yaklaşık yüzde 71’ini emekli aylığı olarak alan memur emeklileri artık maaşlarının yüzde 41’i civarında emekli aylığı alıyor. Memur emekli aylıklarında ciddi bir erozyon yaşanacak. Memur-Sen bunun için de ses yükseltemiyor. Çünkü siyasal iktidara göbekten bağlılar.

ZORBALIĞA KARŞI…

Bütün bu anlattıklarım ekonomik zorbalıktan başka nasıl ifade edilir? İşçinin, memurun, emeklinin eli kolu bağlanmış durumda zorla acı ilaç içiriliyor. Teşhis yanlış, tedavi yanlış ve yöntem zorbaca.

Ekonomik zorbalık programı uygulanırken sendikal alanda da bunun taşları döşenmiş durumda. Türk-İş asgari ücretin artırılması için talepte bile bulunmuyor, Memur-Sen memurların ve emeklilerinin enflasyonun altında ezilmesine göz yumuyor.  Böylece alım gücünü düşürmeye, halkı yoksullaştırmaya dayalı ekonomik zorbalık programı rahatlıkla uygulanabiliyor. Öte yandan hukuk devletinin adeta ortadan kalkması nedeniyle, toplantı ve gösteri hakkının kriminalize edilmesi nedeniyle toplu eylem hakkı da baskı altına alınmış ve toplum sindirilmiş durumda. Hak arayanların önüne set çekmeden acı ilacı kimse içmez!

Asıl ironi elbette piyasacı ve liberal politikaları savunanların bunu zorbalıkla yapmak dışında yolları olmaması. Tarihte hep olduğu gibi liberal ekonomi programları zorbalık olmadan uygulanamaz.

Temmuz ayında emekçileri zorba ekonomik programın acı gerçekleri bekliyor. Asgari ücret ve diğer ücretler artmayacak. Emekliler enflasyonun altında ezilecek. Geçim zorlaşacak, alım gücü düşecek, yoksullaşma artacak. Türkiye emekçileri son dönemlerin en ağır faturası ile yüz yüze. Acımasızca uygulanan zorba ekonomik programdan çıkışın en önemli yolu erken seçimdir. Erken seçim şart!

                                                                    /././

Aşırı sağa karşı umut yaratmalı -İbrahim Varlı-

Avrupalı egemenler, aşırı sağa yol açarken buna karşı aşağıdan büyük bir direnç oluşuyor. Almanya’da on binlerin anti faşist eylemi, Fransa'da sokaklardaki protestolar ve ‘‘Yeni Halk Cephesi’’ girişimi umut verici.

Sağ, aşırı sağ ve faşist partiler, akımlar Avrupa’da yükselişte. Gerek Avrupa Parlamentosu gerekse de iki hafta sonra yapılan Fransa’daki seçimler aşırı sağ yükselişin geldiği boyutu somut olarak gösterdi. Kamuoyu araştırmaları Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da, İtalya’da ve daha pek çok ülkede aşırı sağcı ivmenin yukarıya doğru gittiğini gösteriyor.

Evet, Avrupa’nın üzerinde kara bir heyulanın dolaştığı malum. Veriler de, sandık sonuçları da bunu gösteriyor. Dipten büyük bir dalga olarak geliyor maalesef.  Öyle ki aşırı sağ dalga İtalya gibi ülkelerde neofaşist yapıları iktidara dahi taşıdı. Hollanda’da sandıktan birinci çıkardı. Pek çok yerde de aşırı sağcılar kapıya iktidar kapılarını zorluyorlar. Finlandiya’da, İsveç’te iktidarın bileşenleri oldular. Ancak hikayeyi sadece buradan okumak eksik kalır. Yaşanan yükselişe rağmen kıtanın bir bütün olarak aşırı sağın kontrolüne girdiğini söylemek zor. Somut veriler öyle olmadığını gösteriyor.

Sağ ve aşırı sağın olduğu kadar sosyal demokrat, ilerici partiler de kıta genelinde hatırı sayılır bir güçte. Aşırı sağ yükseliyor evet, ancak buna karşı sol-sosyalist hareketler de dikkat çekici bir ivme içerisinde. Almanya’dan İspanya ve Portekiz’e pek çok ülkede sosyal demokratlar iktidarda.

DİPTEN GELEN DALGA

Avrupalı egemenler, burjuvazi, büyük sermaye aşırı sağı sistem içinde entegre etmenin yollarını ararken ırkçılığa, aşırı sağa, neo faşizme karşı aşağıdan büyük bir direnç oluşuyor. Hafta sonunda Almanya Essen’de ırkçı, yabancı düşmanı AfD’nin kongresine karşı binlerce kişi sokaklara döküldü. Ülkenin dört bir tarafından gelen anti faşistler, ilericiler, göçmenler, emekçiler, sendikalar Essen’de “aşırı sağa yer yok” dediler. Bu son zamanlarda aşırı sağa karşı yapılmış olan en kitlesel gösteriydi. 9 Haziran’daki seçimden ikinci çıkan AfD, gelecek yıl yapılacak genel seçimlere de yükselen bu ivmeyle girmeye hazırlanıyor.

Benzer şekilde Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Birlik’in AP seçimlerindeki zaferinin ardından sol, sosyalist, komünist partiler “Yeni Halk Cephesi”ni kurdular. Cephe, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizme karşı kurulan cepheden sonra bir ilkti. Sosyalistler, Yeşiller, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) ve Komünistler'den oluşan Yeni Halk Cephesi (NPF) seçimden ikinci çıkmayı başardı. Fransa'daki siyasi partiler, Marine Le Pen'in parlamento seçimlerinin ilk turunu kazanarak tarihi kazanımlar elde etmesinin ardından aşırı sağcı Ulusal Birlik hükümetine giden yolu kapatmayı amaçlayan daha büyük bir “birleşik cephe” oluşturmak için harekete geçti.

SOL İTTİFAK’IN BAŞARISI

Yine İskandinav ülkesi Finlandiya’da sol-sosyalist birliktelik, AP seçimlerinde büyük bir zafer getirdi. Avrupa genelinin aksine Fin solcuları “sağa karşı” bir araya gelmenin meyvelerini topladı, seçimden birinci çıkmayı başardı.

20 Haziran’da BirGün’de yayımlanan haberde Finlandiya’da Avrupa Parlamentosu seçiminin asıl galibi olan Sol İttifak’ın lideri Li Andersson, zaferi getiren temel unsurun savaş karşıtlığındaki kararlı tutumlarının olduğuna vurgu yapıyordu. Andersson, aşırı sağa karşı koymak için umut yaratan sol yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu söylüyordu. Hükümet ortağı olan aşırı sağcı Fin Partisi yerine, Sosyalist Sol İttifak oyların yüzde 17,3’ünü almayı başarmıştı.

Finlandiya’nın yanında Danimarka ve İsveç’teki ilerici, kırmızı-yeşil partiler de iyi sonuçlar elde etti. Çevre ve iklim politikaları, işçi hakları, refah hizmetlerine yatırım, gelir dağılımının eşitliği, savaş karşıtlığı gibi politikalar başarıyı getiren etmenlerdi.

BÜYÜK SERMAYENİN TERCİHİ

Fransız egemenleri bir süredir Le Pen’in sistem içerisinde entegre edilmesinin yollarını arıyordu. Ulusal Birlik’in iktidara gelmesi veya ortağı olmasından rahatsızlık duyulmayacağına dair işaretler her fırsatta veriliyordu. Le Pen ile barışmak için kolları çoktan sıvadılar.

Bunun için karşılarında Meloni örneği var. Neofaşist fikirlerini gizlemeyen, Mussolini hayranı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi son seçimde iktidara geldi ve sermayenin sözcülüğünü pekâlâ diğer merkez sağ partilerden daha iyi yapabileceğini gösterdi.

Meloni gerek uyguladığı neoliberal sermaye yanlısı politikalarla gerekse de sosyal devleti hedef alan politikalarıyla İtalyan burjuvazisinin yeni “prensesi” konumunda. Fransız sermayesi için de Le Pen kullanışlı bir siyasi figür olabilir pekala. Krizdeki Fransa’nın katı neo liberal politikalar uygulayacak, sosyal devleti budayacak, savaş yanlısı bir lidere gereksinimleri var. Yıpranmış Macron yerine taze bir Le Pen tercih sebebi. Le Pen’in başbakanı Bardella’nın sermayeye yönelik teskin edici sözleri çıkarların örtüştüğünü gösteriyor.

Aşırı sağcılar ve destekçileri anında Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisinin lideri, Jean-Luc Mélenchon’u hedef almaya başladı. Irkçı Bardella, ismen andığı tek rakibi olan -Melenchon hakkında şunları söyleyecekti: "Bay Mélenchon ve arkadaşları ulusumuzu varoluşsal bir tehlikeye atıyor.” Le Pen’in partisinin "başarısı" sadece Fransa'yı değil kıta genelindeki aşırı sağa da cesaret verdi. Aşırı sağcı AfD Eş Başkanı Alice Weidel, Ulusal Birlik Partisi'nin ilk turunda elde ettiği zaferin örnek alınması gereken bir başarı olduğunu söyledi.

CEHENNEMİN KAPILARI

Liberalinden merkez sağcısına, solcusundan sosyal demokratına Fransızlar şimdi “aşırı sağ”a karşı olabilecek en geniş cepheyi örmeye çalışıyor. İkinci tura kalınan tüm seçim bölgelerinde “RN’ye karşı baraj oluşturma” çağrıları yükseliyor. Melenchon da, ‘‘Ulusal Birlik Partisi'nin seçim kazanmasına hiçbir yerde izin vermeyeceğiz’’ dedi. İkinci turda cumhuriyetçi ve demokrat adaylar etrafında birleşme çağrıları yanıt bulacak gibi. Ancak bu çağrılar Le Pen’in partisinin yükselişini durdurmaya yetmeyebilir. Daha dipten bir mücadelenin, örgütlülüğün verilmesi elzem.

HİÇBİR SES EKSİK OLMAMALI

Fransız sağının önde gelen gazetelerinden Le Figaro’nun manşetinde vurguladığı üzere ‘‘Fransız trajedisi’’ pek çok dersi içinde barındırıyor. Humanite’den  Aurélien Soucheyre “Aşırı sağla karşı karşıyayız, hiçbir ses eksik olmamalı” diyerek  ülkedeki ikinci güç olan Yeni Halk Cephesi’nin bir siper görevi görme çabalarını iki katına çıkarması gerektiğini vurguluyor.

Umut Deniz Aydın’ın çevirisini yaptığı röportajda Finli sosyalist Andersson şöyle diyordu: “Aşırı sağ, geleceğe dair umutsuzluktan beslenir. Politik atmosferi öyle bir yöne sürüklerler ki, birçok insan artık siyasete girmek istemez. Aşırı sağa karşı koymak için umut yaratan bir politikaya ihtiyaç var. İnsanlara bu yarışı kaybetmediğimizi, durumu değiştirme olasılığının olduğunu göstermeliyiz” diyordu.

Evet, umut her zamanki gibi halkta. Umudu kaybetmemek, mücadeleyi her koşulda büyütmek gerek.

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder