Babaannem sağ olsa 'gözünü toprak doyursun' derdi -Alpaslan Savaş-
Patronların fonladığı ekonomi gazetelerine bakılırsa durum hiç iyi değil. Oysa ne kündeye geldikleri ne tuş oldukları var.
Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları için 2023 yılı sonuçları geçtiğimiz hafta açıklandı. Ne kadar satmışlar, ne kazanmışlar, duyurdukları kadarını her yıl olduğu gibi bu yıl da öğrenmiş olduk.
Patronların fonladığı ekonomi gazetelerine bakılırsa durum hiç iyi değil. Sözüm ona sanayi enflasyona yenilmiş. Küresel faktörlerin yanı sıra 6 Şubat depremlerinin etkisi, uygulanan ekonomi programlarında istikrarsızlık falan derken üstüne yüksek enflasyon sanayiyi tuş etmiş!
Oysa ne kündeye geldikleri ne tuş oldukları var.
500 büyük şirketin üretimden satışları bir önceki yıla göre yüzde 42 oranında artarak 6,4 trilyon liraya yükselmiş.
Satışlar azalmamış, tersine artmışsa, neresi kötü bu tablonun? Değil zaten. Dertlendikleri şey, artışın önceki yılki oran olan yüzde 119’u yakalayamamış olması. Hep fazla, hep daha fazla olsun isteyince…
Bunca satışa rağmen durum fenaysa, “demek ki satmışlar ama kazanamamışlar” diye düşünüyor insan. Öyle de olmamış. Vergi öncesi şirketlerin kasasına kâr-zarar toplamı olarak 645 milyar lira girmiş. Bir önceki yılın üçte biri daha fazlası üstelik.
Şüpheye düşmeye devam ediyor insan, o zaman bu 500 şirketin sadece birkaçı çok kazanmış, diğerleri zarar etmiştir belki diye. Yok, öyle de değil. Geçen yılı kârla kapatanların sayısı 500’de 490.
Söylendiği kadar kötü olan göstergeyi bulmak için epey çaba sarf edince, finansman maliyetlerindeki artış rakamları dikkat çeker gibi oluyor. 30 milyar liraya yaklaşan bu gider kaleminin faaliyet kârlarını süpürdüğünden dert yanıyorlar çünkü. Fakat, yan gözle faaliyet dışı kârlara baktığınızda, işin pek de öyle olmadığı görülüyor. İSO-500 için her zaman çok kazanmanın emniyet supabı olan faaliyet dışı kâr yüzde 45 oranında artarak 44 milyar lirayla hesabı düzeltiyor.
Enflasyona tuş oldukları ileri sürülen patronların kazancı böyle. Olmadığı durumu varın siz düşünün.
Ne diyeyim, babaannem sağ olsaydı “gözünüzü toprak doyursun” derdi.
Doyurmuyor.
On yıl önceydi, bu 500 büyük şirketin 2014 yılı sonuçları açıklandığında da benzer göstergeleri işaret eden patronlar “işler kötüye gidiyor” yapmıştı. Patronların serzenişini dönemin ekonomiden sorumlu bakanı Nihat Zeybekçi’ye soran gazeteciler “ne istiyorlarsa vereceğiz” yanıtını almıştı.
Arazi istiyorlar, arazi vereceğiz. Liman, yol, demiryolu istiyorlarsa yapacağız. Elektrikte istiyorlarsa, yirmi yıllık fiyat vereceğiz. Bütün vergilerde on yıl yirmi yıl tatil mi istiyorlar, yapacağız…
Böyle sıralayıp durmuştu bakan.
Patronlar şimdi de sanki halkımız değil kendileri enflasyona eziliyormuş gibi, ekonomi yönetimine “oyunun ortasında kural değiştirmeyin” diye hatırlatmada bulunuyor. İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, 500 büyük firma sonuçlarını açıkladığı toplantıda Mehmet Şimşek’e bugüne kadar yapılan avantajlı vergi düzenlemelerinden ve teşviklerden geri gidilmemesi gerektiğini söylüyor, asgari ücrette artış yapmayın diyor. Zaten bakan da dün kamuoyuna Türkiye’de mevcut asgari ücretin öyle ileri sürüldüğü gibi düşük olmadığını açıkladı.
Değişen pek bir şey yok değil mi?
Ne isterlerse vermeye hazır bakan Zeybekçi ya da patronların gözlerinde gördüğü ışıkla motive olan bir önceki dönemin bakanı Nebati. Şimdi o gitti, yerine ona göre oldukça farklı bir ekonomik program uygulayan Şimşek geldi. Farklı cümlelerle de olsa aynı şeyi söylüyorlar.
“Ne isterlerse vereceğiz.”
Dün koroya ana muhalefet partisinin lideri Özgür Özel de katıldı. Patronların uzun yıllardır dile getirdiği ama hiçbir hükümetin cesaret edip gündeme getirmediği bölgesel ve sektörel asgari ücret önerdi. Patronların ücretleri aşağı çekmesinin en etkili yöntemlerinden biri olan bölgesel-sektörel asgari ücret, açıkçası Mehmet Şimşek’in bile aklına gelmemişti.
Bir gün önce Gebze’de işçi mitingi yapıp ertesi gün patronların hayalini süsleyen bölgesel asgari ücreti gündeme getirmek…
Ne denir ki?
Babaannem sağ olsa…
/././
Japonya'dan Giresun'a gelen gezici sağlık otobüsüne ne oldu? -Barış Tüysüz*-
Bir zamanlar büyük umutlarla Giresun'a getirilen Gezici Sağlık Otobüsü zaman içinde AKP'li belediye tarafından çürümeye terk edildi. Oysa 6 Şubat'ta bu otobüs depremzedelere merhem olabilirdi.Geçtiğimiz günlerde Japonya Büyükelçiliği ile Giresun Belediyesi arasında "Yerel Projelere Hibe Programı" kapsamında İtfaiye Müdürlüğü hizmetinde kullanılmak üzere bir arama kurtarma aracı hibesi için ön görüşme gerçekleştirildi.
Japonya Hükümeti uyguladığı programla her yıl ülkemizdeki farklı kentlerde gerekli ve doğru başvuruları yapan yerel yönetimlere bu tür hibelerde bulunuyor. Dolayısıyla bu hibeler Giresun’a da yabancı değil.
Örneğin; 2016 yılında Giresun Görele Belediyesi tarafından başvurusu yapılarak kabul gören “Yaşamda Tutmak İçin Arama Kurtarma Ekibi Kurulması Projesi” ile AKP'li Görele Belediye Başkanı Tolga Erener döneminde Görele’ye tam donanımlı arama kurtarma aracı kazandırılmıştı.
Bir başka örnekte CHP'li Kerim Aksu başkanlığındaki Giresun Belediyesi tarafından geliştirilen “Gezici Sağlık Aracı Yapımı Projesi” başvurusu, o yıl yapılan 350 proje arasında birincilikle kabul görmüş, 2012 yılı Mart ayında imzalanan protokolün ardından 2013 yılı Mayıs ayında Giresun'a tıbbi donanımlı bir gezici sağlık otobüsü sağlanmıştı.
Döneminde yeni sayılacak Mercedes O 403 model bir otobüse son teknolojiyle iç dizaynı yaptırılan bu gezici sağlık aracı, içerisinde görev yapan 1 doktor, 2 hemşire, 4 sağlık personeli ile mahallelerde vatandaşların ayağına giderek muayene, kan tahlili, idrar tahlili, rutin biyokimya testleri, enjeksiyon uygulaması, pansuman, serum takımı, sütur atma, tansiyon ve ateş takibi gibi sağlık hizmetlerinde bulunmuştu.
Son zamanlarda Giresun’da gündemde olan bir diğer konu ‘Kayıp Tekne’ hadisesiydi. 11 Eylül 2017 tarihinde Giresun Belediyesi İtfaiye Su altı Arama Kurtarma (GİSAK) amirliği adına Giresun Liman Başkanlığı'na "Görev/Devriye Gemisi" olarak kaydedilen 9,5 metrelik tekne 2021 yılına kadar kullanımda kaldıktan sonra AKP’li Şenlikoğlu döneminde ortadan kaybolmuştu. Yine o dönemin İtfaiye Müdürü ise 8 Şubat 2022 tarihinde Giresun Üniversitesi Turizm Fakültesi’nde çıkan yangında olay yerine hiç gitmediği halde "İtfaiye Müdürü nerede?" diye soran dönemin Valisi Enver Ünlü’ye yangında dumandan zehirlenerek hastaneye kaldırıldı yalanını söyleyen ve ardından görevden alınan Coşkun Musaoğlu idi.
Nihayetinde belediye envanterine kayıtlı bu tekne bir anda ortadan kaybolmuş, AKP’li belediye yönetimi tarafından da nerede olduğu hiç sorulmamıştı. Halen Giresun Liman Başkanlığı kayıtlarında hizmette görünen tekneyle ilgili 31 Mart’ta göreve seçilen CHP’li Belediye Başkanı Fuat Köse, teknenin derhal bulunması talimatı verince ortalık karışmıştı.
Yaklaşık 2 milyar liralık borç batağındaki belediyenin elindeki her demirbaşın, kasasındaki her kuruşun ne kadar değerli olduğundan bahsetmek abesle iştigal olacaktır.
Gezici sağlık otobüsüne ne oldu?
Şimdi gelelim az evvel bahsi geçen, Japonya Büyükelçiliği tarafından Giresun Belediyesi’ne hibe edilen bu gezici sağlık otobüsüne ne oldu sorusuna.
Japonya Büyükelçiliği ile 2012 yılında imzalanan protokol gereği "En az 15 yıl hizmette kalması sağlanacaktır" şartı ile Giresun Belediyesi’ne hibe edilen bu gezici sağlık otobüsü Kerim Aksu’nun ikinci döneminin sonuna kadar kesintisiz hizmet verdikten sonra, AKP'li Aytekin Şenlikoğlu dönemiyle birlikte belediye garajına çekilerek çürümeye terk edildi.
Birkaç yıl garajda yatan aracın yeniden aktif hale getirilebilmesi için üzerindeki cihazların kalibrasyon ve bakımları ve aracın bakım maliyetinin yüksek olduğu gerekçesiyle üzerindeki tıbbi ekipmanlar sökülerek araç hurda olarak satıldı. Dolayısıyla imzalanan protokol gereği en az 2028 yılına kadar hizmette tutulması gereken ve o sene tüm Türkiye içerisinde yapılan 350 başvuru arasından birincilikle Giresun halkının hizmetine verilen "Gezici Sağlık Otobüsü", Şenlikoğlu yönetimi tarafından yok edilmiş oldu.
Bir zamanlar büyük umutlar ve törenlerle takdim edilen gezici sağlık otobüsü, zaman içinde çürümeye terk edildi.6 Şubat depreminde değerlendirilebilirdi
Büyük acılar yaşadığımız 6 Şubat depreminde ya da ilimizde yaşanan doğal afetlerde, Giresun Belediyesi’ne ait gezici bir sağlık otobüsünün topluma ne denli faydalı hizmet vereceğini, yaraların sarılmasına nasıl bir katkı sağlayacağını bir düşünelim. Memleket adına çok yazık.
Şunu da eklemeden geçmek olmaz. 2021 yılı sonlarında bu konuda ulusal medyada çıkan haberlere istinaden Şenlikoğlu yönetimi tarafından bir yalanlama açıklaması yapılmıştı. Fakat olayın ve dönemin tanıklarından bu yapılan açıklamanın durumu kurtarmaktan ibaret bir safsata olduğunu öğrendim. Gezici sağlık otobüsünün faal olduğu dönemde, kış aylarında araçtaki tıbbi ekipmanlar çıkarılıp belediye sağlık müdürlüğüne taşınarak hizmet burada sürdürülürken, kış sonrası cihazların kalibrasyonlarının yapılarak otobüse tekrar yerleştirilerek gezici hizmet devam etmekteymiş.
Tabii bu noktada, Şenlikoğlu yönetimi bu hizmeti bir başka AKP'li belediye başkanından devralmış olsaydı ya da bir dönem önce bunu kendisinin hizmete kazandırdığını varsayarsak sonuç böyle mi olurdu diye sorgulamak gerekiyor.
AKP'nin kamu kaynaklarını har vurup harman savurmasının ardından bırakılan milyarlarca lira borç. Yandaş müteahhitleri zengin eden imar hokkabazlıkları iddiaları. Soru işaretleriyle dolu ihaleler ve doğrudan satın almalar. Yerlerinden sürülen personeller. Kaybolan tekne, yok edilen gezici sağlık otobüsü ve kim bilir daha neler neler.
Sonuç olarak; "Memleket işi gönül işi" sloganıyla başlayıp, halka ihanetle sonuçlanan hazin bir hikaye. Halka hizmet için kullanılabilecek gezici sağlık otobüsü bu şekilde göz göre göre çürümeye terk edildi.
* Giresun'dan yerel gazeteci
/././
CHP'nin Gebze mitinginden notlar: Halkta tepki var, CHP'de istek yok -Emre Alım-
CHP, Gebze'de miting havasını estiremedi. Emeğin başkentinde Emek Mitingi sönük geçti. Meydanı doldurma görevi yine emeklilere kaldı. Katılımcılarsa "miting yetmez" diyor.Sahneyi gören en yüksek duvara gerilen bez pankartta "Emeğin Başkentine Hoşgeldin Değişimin Mimarı" yazıyordu.
Ama CHP'nin hafta sonu Gebze'de düzenlediği Emek Mitingi'ne yakından bakıldığında görülenler pankartın laftan ibaret kaldığına işaret ediyordu.
Miting zayıftı, organizasyon eksikti, emeğin başkentinin işçileri alanda değildi.
Alandakilerin ortak bir değişim isteği vardı: Derhal erken seçim! Onu da Özgür Özel istemiyordu.
Gebze miting havasından uzak
İstanbul'dan Gebze'ye ulaşmak için Marmaray'a biniyorum. Bir bilet bedeli 39 lira. Geçinmeyi deneyenler için oldukça pahalı.
İstikametimiz CHP'nin geçinemeyenleri buluşturacağı Emek Mitingi. Yolda daha önceki mitingleri düşünüyor, Gebze gibi bir işçi havzasında düzenlenen buluşmanın ne denli coşkulu ve öfkeli geçebileceğini hesap ediyorum.
Bu muhasebenin sonucunu trenden benimle birlikte sadece 4 miting yolcusu inince görüyorum. Üç emekli yoldaşımla birlikte bizi mitingin düzenleneceği meydana götürecek dolmuşu buluyoruz.
Meydana ulaşmak için Gebze'nin merkezinden geçiyoruz. Çarşı hareketli ama ilçede mitinge dair neredeyse hiçbir işaret yok. Duvarlar, duraklar 1 Mayıs'tan kalan soluk afişler ve iş ilanlarıyla dolu. Sadece iki ilan panosunda miting afişine denk geliyoruz.
Meydana ulaştığımızda otobüs boşalıyor. Alana yönelenleri su ve şapka dağıtılan çadırlar karşılıyor. Şapka ve suları verenler "İzmit Belediye Başkanımız Sayın Fatma Kaplan Hürriyet'in selamını getirdik" diyor. Selamı alıyor, polis aramasının ardından miting alanına giriyoruz.
Meydan emeklilere kaldı
Uzun ince bir dikdörtgen biçimindeki alanın ancak üçte ikisi dolu. Bu oran ilerleyen saatlerde de değişmiyor. Katılımcıların ezici çoğunluğunu emekliler oluşturuyor. EYT'liler, staj ve çıraklık mağdurları, kademeli sistem bekleyenler... Emeklilikte adalet isteyen onlarca dernek en önde. Emekli sendikaları insanca yaşayabilecekleri bir ücret talebiyle onların arkasında.
Göze çarpan diğer nokta CHP flamalarının çeşitliliği. Bursa, Eskişehir, Bilecik, İzmir, Adalar, Beylikdüzü, Esenyurt... "Emek Mitingi" adını taşıyan buluşma bu yönüyle daha çok CHP'nin bir seçim mitingini andırıyor. Ayrıca İzmir'e uzanan organizasyona rağmen meydanın doldurulamaması düşündürücü.
Tabloyu önce alanda rastladığım CHP'li yöneticilere soruyorum. Bir ilçe başkanı görüntünün "çok iyi" olduğunu söylüyor. Meydandaki boşlukları "iktidar yanlısı kesimlerin kafalarını kuma gömmesi" ile açıklıyor. "Galiba geniş bir bölgeden katılım planlanmış" dediğimizde onaylıyor, "Bölgesel olarak bu sayı normal. Tüm Türkiye'yi davet edersek bu alana sığmaz tabii" diye ekliyor.
İşçi katılımı az, sendikaların desteği sembolik
Bir başka ilçe başkanıysa durumdan pek memnun değil: "Ağırlıklı olarak emekliler geldi. Bu krizi en ağır emekliler yaşıyor. Gebze işçi kenti ama işçi katılımı biraz daha az."
Miting iki ayaklı örülmüş. Mahalle temsilcilikleri listeler hazırlayıp ulaşımı organize etmiş, yöneticiler milletvekilleriyle birlikte sendika ve derneklere ziyarette bulunup meydana davet etmişler. Anlaşılan istenilen sonuç alınamamış. Konuştuğumuz ilçe başkanı "Benimle birlikte 20 kişi geldi" diyor. Alanda ise 5 işçi sendikası ve 2 işyerinden direnen işçilerin geldiğini görüyoruz. Bu sendikalar da katılımlarını 40-50 kişilik temsili gruplarla sınırlı tutmuşlar.
Miting meydanında konuştuğum yurttaşların profili de bu tespitleri doğrular nitelikte.
'Yine de meydanı boş bırakmamak gerek'
Mesut Yaşar Gebzeli bir emekli. Mitingin, yaşadığı yerde yapılacağını duyunca kalkmış gelmiş.
"Ben bu işin gönüllüsüyüm. Nerede böyle bir şey olur ben yerimi alırım" diyor. Mitingden beklentisi yıllarca bu ülke için verdiği emeğin karşılığını alabilmek.
Ona göre saldırı nereden geliyorsa gelsin ezilen tabaka emekten yana duruş göstermeli. Bu miting de bunun ilk adımlarından biri:
"Ben bu mitinglerden pek bir şey beklemiyorum. Konuya daha derinden girmemiz gerekir ama şartlar onu getirmiyor. Yine de bir ucundan tutmak, meydanı boş bırakmamak gerekiyor. Buğday bile ezile ezile ekmek oluyor."
Mesut Yaşar'ın mitingden tek beklentisi var: "Bu yaşımıza kadar bu ülkeye verdiğimiz emeğin bize geri dönmesini istiyorum."Kürsüden yapılan konuşmaları dikkatle dinleyen Fatma Ayvaz'la konuşuyoruz. Onu buraya getiren öyküyü şu sözlerle anlatıyor:
"Eşim hasta, ben de ancak mücadele edebiliyorum. Eşimin emekli maaşıyla yaşıyoruz. Kirada değiliz ama yine de geçinemiyoruz. Baştakilerin biraz daha vicdanlı olmasını istiyorum."
Fatma Ayvaz'ın talebi mutlak eşitlik. Bunun için mitingin yeterli olmadığının altını çiziyor: "Tek başına yeterli değil, daha da ilerlememiz gerekiyor. Her şeyin dümdüz olmasını istiyoruz."Zafer Yıldız, Emeklilikte Adalet Derneği'yle birlikte gelmiş. Talebini şöyle dile getiriyor: "1 günle 17 yıl fark oluştu. Bu adaletsizliğin giderilmesini istiyorum. Biz sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, gerisini iktidar yapmalı. Kademeli emeklilik getirilmeli."'Geç kalınmış bir miting'Ayhan Sümbül, Gebze'de gıda sektöründe çalışıyor. Miting haberini alınca eşi ve çocuğunu da alıp gelmiş.
Ayhan Sümbül asgari ücrete zam istediği için burada ama bir eleştirisi var: "Biraz geç kalınmış bir miting çünkü asgari ücretin güncellenmesi kararı Haziran'da alınabilirdi. Bu miting de belki Mart'ta, Nisan'da yapılsa daha çok ses getirebilirdi. Bakan Mart ayında açıklamıştı asgari ücrete zam düşünmüyoruz diye."
Kalabalık, en büyük alkışı Özgür Özel'in "Geçim olmazsa seçim olur" sözlerine verdi. Aslında CHP, Meclis'i tek başına erken seçime götürecek milletvekili sayısına sahip değil. Özgür Özel bu nedenle AKP'ye erken seçim teklifinde bulunmak için halkın rızasının olması gerektiğini vurguluyor. Mitingde erken seçim çağrısına verilen tepki bu rızanın oluştuğunun bir işareti. Ancak Özgür Özel'in nasıl bir işaret beklediği bilinmiyor.
Miting devam ederken bir kişi köşeye çekilmiş boya kalemiyle döviz hazırlıyor. Beş dakika sonra aynı yerden geçerken dövizin tamamlandığını görüyoruz. "Erken seçim şart" diyen emekli Muharrem, "Saray'a seçim zor. Talepler yerine gelmediği zaman zorlayacağız" diyor.'Sadece mitinglerle olacak iş değil, üretimden gelen gücümüzü kullanmalıyız'
Çağlayan Bilgen, İzmir Güzelbahçe'de yaşıyor. 30 yıl gazetecilik yaptıktan sonra emekli olmuş. Karşılığında aldığı emekli maaşı 15 bin lira. Halini "müze gezer gibi market geziyoruz" sözleriyle özetliyor.
Bu CHP'nin seçim sonrası düzenlediği ilk miting değil. Daha önce Saraçhane'de öğretmenler, Ankara'da emekliler için birer miting düzenlendi. Ancak üç ay önce sandıktan birinci çıkan bir partinin krizin en ağır günlerinde çok güçlü mitingler düzenlemesi beklenirken tersi bir hava esti.
Çağlayan Bilgin CHP'nin Ankara'da düzenlediği Emekli Mitingi'ne de gitmiş. İki mitingi kıyaslıyor:
"Ankara'daki emekli mitingi daha kalabalıktı. Bunun belki iki katı insan vardı. Katılım yeterli değil. Ülkede geçinemeyenlerin sayısının bu kadar olmaması lazım. Sadece Gebzeliler gelse bu meydan dolar taşardı. Çiftçiler ürünlerinin para etmediğini söylüyorsa katılsınlar buraya. Ben burada bir tane çiftçi görmüyorum. Bence Saray'dan korktukları için gelmiyorlar."
Katılım azlığını iktidardan korkuyla açıklamak görünüşe göre CHP tabanında yaygın bir yaklaşım. Bilgen yine de mitinglerin yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Sonraki adımın grev olabileceğini söylüyor:
"Bu mitingler yapılmasa halk bu defa 'Ana muhalefet partisi ne yapıyor, 'normalleşme' adı altında Saray'a gidip el ele veriyorlar' diyecek. Hoş, mücadele de yapılacak müzakere de yapılacak. Ama bu sadece mitinglerle olacak iş değil. Önümüzdeki süreçte sendikaların üretimden gelen güçlerini kullanmaları lazım. Örneğin esnaf, geçinemiyorsa kepenklerini kapatması lazım."
Çağlayan Bilgen miting için İzmir'in her ilçesinden otobüs kaldırıldığını söylüyor.Emekli çiftçi Hasan Eratılgan mitinge İzmir'den gelmiş. "Bu mitingden sonraki adım ne olmalı" diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: "Milletvekilleriyle, bakanlara sormalı ne yapılması gerektiğini. Hak değirmen damında mı kalsın? Alacaksın hakkını."'Bir sonraki adımda sokaklarda olmalıyız'
Kaan, Bursa'dan CHP Gençlik Kolları'yla birlikte gelmiş. "Emekçinin hakkını savunmak, tüm Türkiye'ye Cumhuriyet Halk Partisi'nin ne denli güçlü olduğunu göstermek için buradayız" diyor.
Yanındaki arkadaşını göstererek devam ediyor: "Arkadaşımla beraber daha yeni üniversiteden mezun olduk. Genç işsizlik yüksek seviyede, gençlerin önü açılsın istiyoruz. Herkesin eşit şartlarda eşit şekilde kazanmasını istiyoruz. Avrupa'daki insanlardan hiçbir farkımızın olmadığını göstermek istiyoruz. Bir sonraki adımda sokaklarda olmalıyız."
Kaan(sağda) ve mitinge birlikte geldiği arkadaşıGenç işçi Recep, "Miting bizim tepkimizi gösterme şeklimiz" diyerek söze giriyor. Borçlarından yakınıyor, saatler sonra gelecek elektrik zammını hatırlatıyor:
"Fabrikalar asgari ücrete kilitlenmiş durumda. Başka ücret vermiyorlar, zam yapmıyorlar. Ama vatandaşa vergi, elektrik, su bütün zamları yüklüyorlar. Kredi kartı borçlarım diz boyu."
İki gün önce CHP'li İzmir Büyükşehir Belediyesi suya yüzde 45 zam yaptı. Ama en azından CHP merkezi mitinglerde suyu ücretsiz sağlıyor. Kalabalığın ortasında balyalar halinde ücretsiz dağıtılan sular yerleştirilmiş.
Bu balyalardan birine yaslanmış 20'li yaşlardaki Muhammed'i görüyorum. İstanbul'da bir yemek şirketinde çalışıyormuş. "Neden geçinemeyenler arasındasın" diye sorunca ummadığım bir yanıt alıyorum: "Arkadaş geldi ben de onunla geldim. Millete destek olmaya geldim, bende bir sıkıntı yok. Bekarım zaten."
Şaşkınlığımı gizleyemediğim birkaç saniyelik sessizliğin ardından açıklama yapma ihtiyacı hissediyor: "Ama buraya gelen herkes haklı. Babam da emekli ama hâlâ çalışıyor. Ona desteğe geldim."
Genç işçi RecepHülya Acıyan ve eşi İstanbul Gaziosmanpaşa'dan "emeklilerin insanca yaşayabilmesi için" yola çıkmışlar. Devletin sorumluluklarını yerine getirmemesinden şikayet ediyorlar:
"Öncelikle asgari ücretin insani koşullara getirilmesi, sonra emekli aylıklarının en az asgari ücret seviyesine yükseltilmesi gerek. Devletin bunu sağlaması lazım. Sosyal devlet anlayışı bunu gerektiriyor."
Dilek, Eskişehir'den Memleket Sevdalıları Derneği'yle birlikte gelmiş. Mitinglerin sayısının artırılmasını istiyor: "Bir an önce erken seçim olsun çünkü artık çok yorulduk. Çok az bir emekli maaşı alıyorum, ay ortasını bile getiremiyorum. Sesimizi duyurana kadar mitingler devam etsin istiyorum."Özgür Özel işçileri gördü ve bunun haber değeri var
Özgür Özel konuşmasının sonlarına doğru sahnenin önündeki Lezita ve Esitaş işçilerini fark ediyor. Sendikal haklarının tanınmasını isteyen Lezita işçileri 144, Esitaş işçileri 18 gündür direniyor. Özgür Özel direnişteki işçilerin pankartlarında yazan taleplerini kürsüden seslendiriyor.
Bu yıl işçilerin mücadele günü 1 Mayıs büyük bir hayal kırıklığına sahne olmuştu. Özgür Özel, DİSK yönetimiyle birlikte Saraçhane'deki 1 Mayıs mitingini tekeline almak istedi. Erken saatte meydana geldi. Polis ablukası karşısında kısa bir açıklama yapıp erkenden meydandan ayrıldı. Ne o işçileri, ne de işçiler onu gördü. Bu göz önüne alındığında Gebze'deki hareketinin en azından bir ileri adım olduğu düşünülebilir.
Miting sonunda hep birlikte hatıra fotoğrafı çektiren Lezita işçilerini görüyorum. Turgutlu'dan Gebze'ye 400 kilometrelik yolu neden geldiklerini soruyorum. İşçilerden Serkan yanıtlıyor:
"Ne muhataplarımızdan ne de sendikalardan yeterli desteği alamadık. Biz 'Geçinemiyoruz' mitingine hem buradaki sese destek olmak hem de sesimizi duyurmak için geldik."
'Sıkıntılarımızın nedeni örgütsüzlük'
Serkan da Gebze'deki buluşmayı bir emek mitingi için zayıf bulanlardan.
"Özgür Özel'in de dediği gibi Gebze emeğin ve emekçinin başkenti. Sadece Gebze'den bu kadar işçinin buraya gelmesi gerekiyorken Ege'den, İç Anadolu'dan, birçok bölgeden buraya gelenler var. Emekliler çoğunlukta. Ben isterdim ki burada sendikal hakları için direnen daha çok işçi olsun. İşçileri daha az gördüm alanda."
Miting kadar ana muhalefet partisinin çabalarını da yetersiz bulan Serkan, "çare yine bizde" diyor:
"Yaşadığımız birçok ekonomik sıkıntının temeli örgütlenemememiz, toplumun örgütsüz olması. Sendikaların örgütlenmelerinin önünde engeller var. İşçiler hakkını dağınık bir şekilde arıyor."
Lezita işçileriMitingi özetleyen soru: 'Nereden geliyorsunuz'
Mitingin ardından istasyona dönmek için yine dolmuşa bindim. Dolmuşta benimle birlikte mitinge katılan birkaç kişi daha var. Şoför bir kişinin engelli kartını kabul etmeyince tartışma çıktı. Arayı, dolmuşa bizden önce binmiş olan ve işleyişi bilen bir Gebzeli buldu.
Bu sırada dolmuştakiler tanışmış oldu. Gebzeli aynı şapkayı takan, aynı sudan içen ter içindeki 5 kişi görünce "Nereden geliyorsunuz" diye sordu. Biri CHP'nin bir Emek Mitingi düzenlediğini, Özgür Özel'in de konuşmacı olduğunu anlattı. Diyaloğun devamından Gebzelinin sıkı bir CHP seçmeni ve kıt kanaat geçinen bir emekli olduğu anlaşıldı.
Gebzeli kendi ilçesinde kendi partisinin düzenlediği mitingden yeni haberdar oluyordu...
/././
Britanya’da hükümet değişimine doğru -Eren Korkmaz-
Aslında Tory, Labour ve Libdem aynı vaatleri veriyor: ekonomik büyüme, az vergi, göçün kontrolü ve yeni ev inşaatı ile ev piyasasının genişletilmesi, yenilenebilir enerjiye yatırım.Birleşik Krallık’ta genel seçim 4 Temmuz Perşembe günü yapılacak. Fransa’ya ve ABD’ye nazaran oldukça sönük geçen bir kampanya dönemi ve sonucun belli olduğu bir seçim. 14 yıl sonra Muhafazakar (Tory) parti gidecek ve İşçi Partisi (Labour) iktidarı başlayacak. İngiltere için denilen “İngiltere Tory-mavi ülkesidir, arada bir Labour’un başa geçmesine izin verilir” söylemi ne kadar geçerli olacak, Labour ne kadar süre iktidarda olacak, dibe çöken Toryler yeniden toparlanacak mı soruların cevaplarını zaman gösterecek.
Ama Labour’u kurulu düzenin sadık bir parçasına dönüştüren, parti yönetiminde sendikaların etkisini azaltan, partinin solunu etkisizleştiren Sir Starmer bu geçici iktidar meselesini değiştirmek istediğini açıkça belirtiyor. Bunun için öncesindeki Labour liderlerinden farklı olarak gerekirse nükleer silahları kullanacağını söyleyen, İsrail’in sivillere su ve elektriği kesme hakkı olduğunu belirten, doktorların yüzde 35 zam talebine “ülkede o kadar para olmadığı için” reddeden, göçmenlere karşı Toryleri etkisiz bulan ve geldiğinde sığınma başvurusu yapanların yasal süreçlerini ivedilikle bitirip reddedilenleri ülkelerine göndereceğini söyleyen, botlarla sınırları geçmeye çalışanlara karşı donanmayı harekete geçireceğini belirten ve sık sık kendisine “sir” unvanını sağlayan savcılık kariyerinde güvenlik ve istihbarat birimleriyle birlikte terör çetelerini nasıl çökerttiğini anlatan Starmer müesses nizama yeterince güvence veriyor.
Ama yine de her şey kendisi için o kadar pembe değil. Starmer çok donuk, hatta robotik bulunuyor, heyecan yaratmıyor, insanlara Tory gitsin diye oy verecek ama yeni gelenden bir heyecan duymuyor. Starmer tedbirli hareket etmek, zafer sarhoşluğuna düşüp Labour’a oy vermeyi düşünen Toryleri ürkütmemek adına doğru dürüst bir vaat de vermiyor. Aslında Tory, Labour ve Libdem aynı vaatleri veriyor: ekonomik büyüme, az vergi, göçün kontrolü ve yeni ev inşaatı ile ev piyasasının genişletilmesi, yenilenebilir enerjiye yatırım.
Guardian gazetesi, Starmer’in bu aşırı temkinli tutumunun tersi sonuç verebileceği, Labour’a oy verecek gençlerin Yeşillere gidebileceği, Müslüman toplulukların oy vermeyebileceği, hatta Gallagher’in Britanya İşçileri Partisi’ne oy verebileceği üzerine uyarıyor. Sermayenin sesi Financial Times da, Starmer’in yatırımcılar, sermaye kesimleri ürkmesin diye "hiçbir şey değişmeyecek, herşey aynı kalacak, ama ekonomi büyüyecek" vaatlerini dalgaya alıp, ülkenin köklü sorunlarının çözümü için biraz “girişimci” olmanın, bazı şeyleri değiştirmenin gerekli olduğunu belirtiyor. Tory yayınları da en azından Torylerin ağır yenilgi almamasına dair yorumlar yapıyor.
Torylerin mevcut halinden yararlanan, ırkçı ve göçmen karşıtı söylemleri ile bilinen Nigel Farage’in Reform Partisinin anketlerde yüzde 19 oy almasının beklenmesi, hatta Toryleri geçme ihtimali dikkat çekiyor. Britanya’da temsili demokrasi olmadığı için ve her bölgede en çok oyu alan vekil seçildiği için anketlere göre Labour’un yüzde 40 oyla meclisin üçte ikisini alması, yüzde 19 oyla Reform Partisinin 1 veya 2 vekil çıkarması, yüzde 13 oyla liberal Demokratların 30-60 arası vekil çıkarması, hatta ana muhalefet olması ihtimal dahilinde.
Anketler de beklenti de artık çok net. Pazar gazetelerinde Labour hükümetinin ilk gününde ne olacağı, Perşembe akşamı sonuçlar belli olunca Cuma sabahı Starmer’in kraldan yetkiyi alacağı ve diğer ilgili törenlere yer veriliyor. Burada önemli bir konu ise Starmer’in başbakan olmasından bir kaç gün sonra 9 Temmuz’da NATO Zirvesine katılacak olması. Orada da mevcut politikaların devam edeceğini teyit etmesi bekleniyor.
/././
Hollanda'da aşırı sağcı koalisyon kuruluyor -GAMZE ÖZDEMİR WİGMAN-
Hollanda’da aşırı sağcı koalisyonun kurulması, ülkenin iç ve dış politikalarında ciddi değişiklikler getirebilir. Göçmenlik politikalarındaki sert tutum da, toplumda tartışmalar yaratabilir.Hollanda'da 22 Kasım'da yapılan genel seçimlerinin ardından yapılan uzun süren müzakereler sonucunda Hollanda'da aşırı sağcı bir koalisyon hükümeti kuruluyor. Başbakan Mark Rutte'nin de NATO Genel Sekreterliği'ne atanmasının ardından kurulan bu yeni hükümet, Geert Wilders'ın liderliğindeki aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV), eski Başbakan Mark Rutte'nin sağcı liberal partisi VVD, yeni burjuva partisi NSC ve popülist köylü partisi BBB'den oluşuyor.
Kral huzurunda bağlılık yemini bir gün gecikmeli olacak
Yeni koalisyonun kurulmasının ardından, geleneksel olarak yapılan Kral Willem-Alexander’ın yeni kabineyi kabulü ve Kral huzurunda yemini töreni, köleliğin kaldırılması ve ırkçılıkla mücadele günü olan Keti Koti protestolarıyla karşılaşmamak için 1 Temmuz Pazartesi yerine, 2 Temmuz'da gerçekleştirilecek.
Geert Wilders’ın liderliğindeki koalisyon
Seçimlerde Geert Wilders'ın partisi PVV birinci parti çıkmasına rağmen, tek başına hükümet kuracak oy çoğunluğunu elde edemedi. Bu durum Wilders’ı koalisyon arayışına yönlendirdi. Ancak, diğer üç parti lideriyle anlaşamayınca başbakan olma çabalarından vazgeçti. Bunun üzerine dört parti lideri, Adalet Bakanlığı’ndan üst düzey bir ‘memur’ ve Hollanda gizli servislerinin eski başkanı Dick Schoof’u ortak başbakan adayı olarak önerdi. Schoof'un adı pek bilinmese de sosyal medyada “siz onun kim olduğunu bilmeseniz de, o sizin kim olduğunuzu bilir” şeklindeki yorumlarla bilinirlik kazandı.
Hükümet programı: 'Umut, Cesaret ve Gurur'
Altı ay süren zorlu müzakerelerin ardından dört parti, Mayıs ortasında "Umut, Cesaret ve Gurur" adlı hükümet programını sundu. Geert Wilders, bu programın Hollanda için "güneşi yeniden parlatacağını" iddia etti. Tamamen muhafazakar bir çizgide olan program, göçmenlik politikalarına ağır vurgu yapıyor ve en katı sığınma kabul kurallarını ve şimdiye kadarki en kapsamlı göç kontrol paketini içeriyor.
Göçmenlik politikaları ve eleştiriler
Hükümet programı, muhafazakar ve katı göçmenlik politikaları ile sınırlı kaldı. Wilders'in seçim kampanyasında öne çıkan bazı radikal planları programa dahil edilmedi. Bu planlar arasında tiyatro ve kitaplarda KDV'yi artırmak, üniversitelerde yabancı eğitimi sınırlamak, nükleer enerji santralleri inşa etmek, kamu hizmetlerinde kesintiler yapmak ve AB'den ayrılma oylaması yer alıyordu.
Sonuç ve beklentiler
Hollanda’da aşırı sağcı koalisyonun kurulması, ülkenin iç ve dış politikalarında ciddi değişiklikler getirebilir. Göçmenlik politikalarındaki sert tutum, toplumda tartışmaları beraberinde getirecek gibi görünüyor. Gelecek dönemde, koalisyonun uygulamaları ve halkın tepkileri yakından izlenecek.
/././
Heyelanın izleri hâlâ silinemedi: Seyitömer’deki facianın sorumlusu Çelikler Holding kimdir? -Yekta Armanc Hatipoğlu-
En son Seyitömer’in il merkezi ile arasındaki yolun sular altında kalmasına neden olan Çelikler Holding’in milyarlık ihaleler, iş cinayetleri ve doğaya zarar dolu geçmişini inceledik.Kütahya’da bulunan Seyitömer Termik Santrali’nin kullandığı linyit madeni sahasında 22 Mayıs günü heyelan meydana geldi. Toprak kayması bölgede bulunan gölette taşkına neden oldu. Seyitömer ve il merkezi arasındaki yol su altında kaldı.
Aradan bir ayı aşkın süre geçmesine rağmen yol açılmadı.
soL’un ulaştığı bilgilere göre araçların köy yollarını kullanmak zorunda kalması nedeniyle onlarca kaza yaşanıyor. Şimdiye kadar 50'den fazla kaza yaşandığı biliniyor.
2013 yılından, yani santralin özelleştirilmesinden önce gölün su seviyesi kontrollü bir şekilde yükseldiğinde pompa ile tesis içerisindeki havuza basıldığı ve dereye deşarjı sağlandığı, bu derenin de Çelikler Holding tarafından açık ocakta üretim yapıldıktan sonra pasa malzemesiyle kapatıldığı gözlemlendi.
Madenlerde işlemesi mümkün olmayan cevherlerin toplandığı bölgeye "pasa döküm alanı" deniliyor. soL’a konuşan kamu yetkilileri, tesisin 2000 yılından önce bu bölgeyi pasa sahası olarak kullandığı, bunun doğal bir tepe olmadığı ve işletmenin kamudayken sahaya atık pasa dökümü yapılamayacağından kapatıldığını söyledi. Ancak Çelikler Holding bölgeye yeniden pasa yığdı.
Tarım ve Orman Bakanlığı daha önce maden sahalarını pasa döküm alanı olarak kullanmak isteyen şirketlere Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nden (MAPEG) olumlu görüş almalarını şart koşuyordu. İktidarın Maden Kanunu'nda yaptığı değişiklikle bu şart Mayıs 2019 itibariyle kaldırıldı.
Termik santral AKP tarafından özelleştirilmişti
Seyitömer Termik Santrali’nin özelleştirme geçmişi, Türkiye’deki diğer kamu işletmelerinden farklı değil. 2013 yılında özelleştirilen santral, 2 milyar 248 milyon dolar karşılığında Çelikler Holding’e satılmıştı. 1973 yılında yapılan Seyitömer Termik Santrali, 600 MW’lık kurulu gücüyle yaklaşık 1 milyon kişinin elektrik ihtiyacını karşılayabiliyor.
CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, 2022 yılında yaptığı bir açıklamada Çelikler Holding’in sahibi olduğu Orhaneli ve Tunçbilek termik santrallerinin devlete olan özelleştirme borçlarının dolar kurundan Türk lirasına çevrilerek 6 eşit taksite bölündüğünü söyledi. Yavuzyılmaz, güncel kurla kamu zararının 2 milyar 783 milyon lira olduğunu kaydetti.
Çelikler Holding işçiler için kâbus: Yaşamını yitiren, yaralanan, hak gaspına uğrayan Çelikler işçileri…
1958 yılında kurulan Çelikler Holding tek başına Türkiye enerji üretiminin yüzde 5’ini karşılıyor. Şirket bünyesinde 10 binden fazla personel çalışıyor. Enerji, maden, inşaat-taahhüt ve turizm alanlarında faaliyet gösteren şirketin ismi iş cinayetleri, doğaya verdiği zarar ve hak gasplarıyla sık sık anılıyor.
Şirketin bünyesine geçen veya şirket tarafından kurulan santraller, iş cinayetleriyle anılır durumda. İSİG Meclisi’ne göre, son yıllarda Çelikler Holding bünyesinde çalışıp yaşamını yitiren işçilerin bir kısmı şöyle:
- 27 yaşındaki Okan Sönmez, Çelikler Holding Afşin-Elbistan A Termik Santrali’nde kazan bakım görevlisiyken 4. ünite kazan içerisinde boru tamiri yaparken üzerinde çalıştığı salın halatlarının kopmasıyla 44 metreden 12 metreye düşerek hayatını kaybetti.
- Yine aynı termik santralde kazan bakım görevlisi olan 2 çocuk babası, 36 yaşındaki Taylan Sünbül yaşamını yitirdi.
- 3 çocuk babası 33 yaşındaki bant işçisi Hasan Karpuz, Çelikler Holding bünyesindeki Afşin Elbistan Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin işlettiği AEL linyit kömürü 52. tahrik sahasında 6 bin voltluk elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdi.
- 40 yaşındaki Faruk Kırgın, Aydın Kuyucak’ta bulunan Çelikler Pamukören Jeotermal Santrali işçisiyken santralde elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.
- 2 Nisan 2024 tarihinde Afşin-Elbistan A Termik Santrali’nde bakım esnasında buhar kazanı patladı. Patlama sonucu alevlerin arasında kalan İdris Dadak, Mithat Yılmaz ve Gökhan Baloğlu isimli işçiler ağır yaralandı.
İş cinayetleriyle beraber şirket hak gasplarıyla da gündeme geliyor. Özellikle Afşin-Elbistan A Termik Santrali’nde işçiler, yaptıkları eylemlerle şirketin yaşattığı hak gasplarını gözler önüne seriyor. 2020’nin başında Afşin-Elbistan’daki termik santralde 115 pikap sürücüsünün işine son veren Çelikler Holding, işçilerin yeni yıla işsiz girmesine neden oldu. Yine Afşin’de, 2022 yılında 300’den fazla işçi zam talebiyle iş bıraktı.
Afşin-Elbistan A Termik Santrali’nin devri için 2018 yılında Çelikler Grubu ile görüşmelere başlandı. Santralin hisselerini Çelikler Grubu aldı. Santral, Çelikler Holding’e 20 yıllığına işletme hakkı devri yöntemiyle devredildi.
Toprak kayması nedeniyle bölgede bulunan gölette meydana gelen taşkın sonucunda Seyitömer ve Kütahya il merkezi arasında sular altında kalan yol.Çelikler Holding çevreye de zarar veriyor
Şirketin öne çıktığı bir diğer başlık da özellikle Afşin-Elbistan A Termik Santrali üzerinden çevreye verdiği zarar.
Mart 2019 tarihli, Greenpeace Küresel Hava Kirliliği Birimi baş analisti Lauri Myllyvirta imzalı “Afşin-Elbistan bölgesi kömürlü termik santrallerinin hava kalitesi, toksik ve sağlık etkilerinin geçmişten geleceğe değerlendirilmesi” raporunda “Bölgedeki santraller kum tanesinden bile küçük parçacık madde (PM2,5) ve azot dioksit (NO2) kirliliği nedeniyle bugüne kadar 17 bin erken ölüme neden oldu” değerlendirmesi yer aldı. Raporda “Mevcut santraller ve yapılması planlanan santraller ömürlerini tamamladığında toplamda 32 bin erken ölüme neden olacak” denildi.
Bu verilere rağmen Çelikler Holding iki yeni ünite için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Santrale 688 MW kapasiteye sahip iki ünite daha eklenmesi planlanıyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu’ndan Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Afşin-Elbistan A Termik Santralı’na eklenecek iki yeni ünitenin 1.900 erken ölüme daha neden olacağını söyledi.
Şirketin işlettiği iki termik santrali 2020 yılının başında bacalardan çıkan zehirli gazları azaltıcı filtre takmadığı için mühürlenmişti. Kütahya’nın Seyitömer beldesi ile Tavşanlı ilçesinin Tunçbilek beldesinde faaliyet gösteren Çelikler Holding’e ait 2 termik santral, Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ekipleri tarafından mühürlenerek üretim faaliyetleri durduruldu. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çelikler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Çelik’i arayıp “Biz sana süre verdik. Şimdiye kadar ne yaptın?” diyerek çıkıştığı medyaya yansımıştı. Ancak şirketin şu an aynı şekilde çalışmaya devam etmesi, azarın ve verilen cezanın göstermelik olduğunu anlatıyor.
Çelikler, ihale üstüne ihale alıyor: Kamudan 8 milyar TL’yi aşkın ihale aldı
Çelikler Holding, AKP’nin gözde şirketlerinden. Şirket, enerji ihalelerinin yanı sıra TCDD (Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları) ve KGM’den (Karayolları Genel Müdürlüğü) de ihale alıyor.
Birgün'ün haberine göre 22 Eylül 2021 tarihinde “Van Çevre Yolu İkmal İnşaatı Yapım İşi” adı altında bir ihale düzenledi. İhale, tam 533 milyon 711 bin liraya Çelikler Holding’e bağlı YSE Yapı Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne verildi. Ayrıca milyonlarca liralık ihale, Kamu İhale Kanunu’nun “Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen olayların” ortaya çıkması durumunda kullanılması gereken tartışmalı 21/B maddesinde düzenlenen pazarlık usulüyle yapıldı.
Şirket 2020 yılında TCDD’den de milyonlarca liralık bir ihale almıştı. TCDD Genel Müdürlüğü 16 Ocak 2020’de “Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Projesi’nin Kayaş-Elmadağ arası altyapı ikmal inşaatı işi” için ihaleye çıktı. İhale tam 585 milyon 758 bin liraya YSE Yapı Sanayi ve Ticaret Şirketi’ne verildi. Bu ihalede yine Kamu İhale Kanunu’nun tartışmalı 21’inci maddesindeki hükümden yararlanılarak “pazarlık usulü” ile yapıldı.
Şirket, kamudan 2010 ile 2021 yılları arasındaki dönemde tam 42 ayrı ihale aldı. Bu 42 ihalenin toplam bedeli de 8 milyar 329 milyon lirayı buluyor.
/././
Çukur -Yiğit Günay-
La Paz’a içlerinden birilerini gönderiyorlar, evet. Ama güneşi zaptedemiyor, çukurun tepesine çökemiyorlar. İsimsizler bir kahraman arıyor, birlikte kahraman olamıyorlar.
Dünyanın tepesine çıktığınızda, imgelemler de tersine dönebiliyor.
Güçlüler yukarıdadır hayal dünyamızda, bizden yüksektedirler hep. Ezilen, altta kalır. Zengin el üstündedir, yoksul ayaklar altına alınır.
Eskiden beri böyle kurarız kafamızda. Binlerce yıllık mitolojilerde cennet bile yedi kattır, yükseldikçe nuru artar, Zeus olsun Ülgen olsun gökte yaşar. Aşağısı, yerin altı, cehennemdir.
Gariban, içinde bulunduğu konumdan çıkmaya çabalar, tırmanmak için tırmalar.
Bong-Joon Ho’nun “Parazit” filmi, bu sınıfsal ikilemin fiziki karşılığını sinema perdesine görsel olarak başarıyla yansıtır. Zengin zirvede, yoksul diptedir.
Dünyanın en yüksek şehirlerinden La Paz’da vaziyet, bunun tam tersidir.
Zenginler aşağıda, vadide, çukurdadır. Yoksullar tepede, ucu bucağı olmayan Altiplano platosunda yaşar.
Zenginlere tepeden bakarlar. Her an üstlerine çöküvereceklermiş gibi gelir insana.
Çukur bir şekilde ayakta kalmayı başarır.
* * *
Bolivya, And Dağları’nın tepesinde, Latin Amerika’nın zirvesinde bir ülke. Başkent La Paz, 3600 metre rakımda, dağların arasındaki bir vadide yer alır.
İspanyollar 1500’lerde vadiye yerleşti, zaman içinde yerli halkları buralardan sürdü. Yalnızca zenginlere hizmet edenler kaldı.
Dünyanın o taraflarına yola çıktıklarında, koca kıtada Afrikalılar ve yerli halkları ölesiye çalıştırıp şeker üretmek akıllarından geçmiyordu. Peşinde oldukları madendi, en fazla da altın. Aradıklarını Bolivya’da buldular.
La Paz giderek büyüdü. Vadinin tümünü kapladı. 1900’lerde hizmet etmesi gerekenlerin sayısı giderek arttı. Vadide yer yoktu onlara. Yer yer yarım kilometre yüksekliğinde keskin bir uçurumun tepesindeki düzlüğe yerleşmeye başladı, La Paz’da çalışacak olanlar. El Alto kenti ortaya çıktı.
Uydukentti burası. La Paz güneş, El Alto aydı. Tüm dünya, vadinin etrafında dönüyordu. Bolivya’nın emekçileri, patronların etrafında dört dönüyordu.
* * *
La Paz’ın havası elbette hep günlük güneşlik olmadı. Daha 1700’lerde Tupac Katari, iki defa yukarıdaki platoda dağınık halde yaşayan yerliler arasından güç topladı, aşağı inip vadiyi kuşattı. İspanyollar sayıca kalabalık değildi, ama hep direnişçilerden işbirlikçiler devşirmeyi, Tupac Katari’ye ihanet edecek birilerini kendi saflarına çekmeyi başardılar. Tupac Katari iki defa yenildi. İkincisini yaşamıyla ödedi.
Zamanla, dengeler değişti. 1900’lerde El Alto uydukenti, giderek kalabalıklaşmaya başladı. Komünist Partisi, işçi sınıfı arasında yayılıyordu. Vadiye çökme girişimleri, çukurdakilerin askeri darbeleriyle önlendi.
İkinci bin yılda El Alto’nun nüfusu La Paz’ı geride bıraktı. Vadide yeşillikler içinde İspanyollar’dan kalma neoklasik binalarla ABD’lilerden esinlenen modern gökdelenler, madencilikten kazanılan paranın döndüğü merkezdi. Platoda, henüz bitmeyen binalara daha az vergi ödendiği için sıvasız boyasız kiremitleriyle, para bulur bulmaz bir kat daha çıkma hayali kurulan çatısız evler, emeğini satarak geçinenlerin sığındıkları çeperdi.
Icíar Bollaín’in “Yağmuru Bile” filmi, 2000’lerde El Alto’daki Bolivyalı yoksulların, özelleştirilmek istenen suyu, suya erişim hakkını savunma mücadelelerini çok güçlü bir öyküyle anlatır.
2004-2005’teki “su savaşları”nda bilenen yoksullar, 2006’da kendilerinden birini, Evo Morales’i ülkenin başına getirmeyi başardı.
Tepeden baktıkları vadinin kalbine, içlerinden birini soktular. El Alto, galip gelmiş görünüyordu.
* * *
Ama herkes yerinde kaldı. Çukurdakiler, konumlarını korudular. Platodakiler artık biraz daha tepeden bakıyordu, ama El Alto’nun altyapıdan mahrum, kilometrelerce dümdüz uzanan sokaklarını kuşatan sıvasız, boyasız, çatısız kiremit evlerde yaşamayı sürdürüyordu.
Morales, La Paz’daki hükümet binalarına yerli halkların çok renkli bayrağını astığında, zaferin tamamlandığını sanıyordu. Mücadele sınıfsal bir hesaplaşmaya dönemiyor, yerliler kendi sembollerini zenginlerin gözüne soktukça gururları okşanıyor, karşıtlık bir kimlik mücadelesi içinde giderek bulanıklaşıyordu.
Plato hizmet etmeyi, vadi de komplo kurmayı sürdürüyordu.
2019’da bir darbeyle Morales’i ülkeden sürdüler. Bir yıllık cuntanın sonunda seçimlerde yoksullar yine galip geldi.
Bir kez daha içlerinden birini, Luis Arce’yi vadinin kalbine yolladılar, devlet başkanlığı koltuğuna oturttular. El Alto, galip gelmiş görünüyordu.
* * *
Sınıf, tanımı gereği çokluğa, kitleye, bütüne yaslanır. Kimlik, kişiseldir.
Sınıf mücadelesinin öznesi kitlelerdir. Sayısız ama isimsiz kahramanın imzasını taşır. Kimlik mücadelesi bireyseldir, yan yana gelinir ama kişiler öne çıkar.
Kitleyi kandırmak zordur, hele örgütlüyse. Bireyi ayartmak kolaydır, örgütlü olsa bile.
Lider tapıncının giderek yayılması, sınıf mücadelesinin aşınmasıyla da alakalıdır.
Geçen hafta Bolivya’da bir darbe girişimi oldu. Tuhaf, baştan kuşku uyandıran bir darbe.
El Alto’dakiler ayaklandılar, vadiye vardılar, askerin karşısına çıktılar. Az sayıdaki asker geri çekildi. Girişim püskürtüldü.
Darbe girişiminin üzerinden beş gün geçmeden, Morales, “kandırıldık” dedi. Arce, darbeyi bizzat kendisi örgütlemişti.
Yoksulların hareketinden çıkan iki lider, gelecek yılki seçimlerde rakip olacaklar. Morales Arce’yi partiden kovdu, Arce tüm parti yönetimini yasadışı ilan etti. Morales, darbe girişimini Arce’nin meşruiyet kazanmak için tezgahladığı kanaatinde.
El Alto’dakiler darbe haberi üzerine ayaklanıp vadiye vardılar, evet. Ama zaten her gün aşağıya iniyorlar. La Paz hâlâ güneş, El Alto’daki yüzbinler teleferiklerle aşağıya, hizmet etmeye gidiyorlar.
Sırtlarına geçirdikleri unku ve aksu yerli kıyafetleri kimliklerini hemen ele veriyor. Ama sayıları ne kadar çok da olsa, kitle olamıyorlar. Seçimleri kazanıyor, parti olamıyorlar. İktidara geliyor, muktedir olamıyorlar.
La Paz’a içlerinden birilerini gönderiyorlar, evet.
Ama güneşi zaptedemiyor, çukurun tepesine çökemiyorlar.
İsimsizler bir kahraman arıyor, birlikte kahraman olamıyorlar.
/././
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder