28 Temmuz 2024 Pazar

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" -28Temmuz 2024-

 

Ülkemi yok etmek için kodlandılar! -Işıl Özgentürk-

Başlığımdan epey öfkeli olduğum anlaşılıyor. Kimseler umut dolu konuşmalar yapmasın! Her şey güzel olacak diye nutuklar atmasın! Olmuyor işte çünkü karşımızda iyi, doğru ve güzel olan her şeyi yok etmeye kodlanmış bir güruh var! Ve acayip iyi çalışıyorlar, çünkü işlerini aksatsalar, iyiden, doğrudan yana küçücük bir adım atsalar, efendileri onları çulsuz bırakacak. Alıştıkları her şey ellerinden alınacak.

Oldukça karışık anlatıyorum, biraz daha ayrıntıya girmeliyim. Hayatımda bildiğim ve doğruluğundan hiç kuşku duymadığım bir gerçek var: Bu ülke çok baştan çıkarıcı, bu ülke dünyanın en zengin ülkelerinden biri ve bu nedenden başımız beladan uzak olmuyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri, emperyalist ülkelerin bu güzel ülke üstünde oynadıkları oyunların, kötülüklerin haddi hesabı yok! Ve şimdi, gerçekten içlerinde hiçbir vatan sevgisi, insan sevgisi olmayan bir iktidarı resmen başımıza bela ettiler. Bu iktidar; demokrasi filan palavra, resmen bu ülkeyi yok etmeye görevli! Bu ülkeyi batırmaya kodlanmış! Devam edeyim kodlananlar öncelikle yerleşmiş bütün kurumları yok ettiler! Yerleşmiş tüm insanı değerleri altüst ettiler. Onlara bu görev verildi: Kadim uygarlıkların toprağında, Anadolu’da bir vampir gibi dolaşın! Gençleri ya tüketim toplumunun bağımlı bir ferdi olmaya ya da tarikatların karanlık dünyalarına sürükleyin! Madenleri, kıyıları, ormanları bize açın! Ordunuzu bir oyuncak ordu yapın! Her gördünüz muhalif unsuru anında yok edin!

Kodlananlara şimdilik vampirler diyelim. Bu vampirler öylesine açgözlü ve kana susamışlardı ki “Emriniz başımız üstüne” deyip yola çıktılar. Ormanları, kıyıları talan ettiler. Ve “Yurtta sulh cihanda sulh” diyen bir büyük öndere sahip bu güzel ülkeyi, işgalci bir ülke yapmak için kollarını sıvadılar. 

Rusya ve Amerika’nın yeni silahlarını denemesi için, kendi ülkesinin yurttaşlarını feda etme durumuna geldiler. 

Sanki bir bilimkurgu filmi izler gibiyiz. Ve yok etmeye görevliler, vicdanları olmayan, merhametleri olmayan birer robot gibi göreve kilitlenmişler!

 Bu yok edicileri durdurmak için hepimiz sokaklara çıkmalıyız! Ölebiliriz, tutuklanabiliriz evet, ama bir yeni Kurtuluş Savaşı başlatmalıyız! Bunu ne Mısır yapabilir ne Suriye, bu görev bizim. Çünkü biz Anadolu’yuz!

Ölümcül vampirleri kodlayanların işte bilmedikleri, bir türlü anlayamadıkları, çözemedikleri bir şey var. Bu Anadolu denen toprak parçasından 42 uygarlık geçmiş. Yani bu ülkede yaşayanların bir kısmını hatta önemli bir kısmını kodlayabilirsiniz ama o kodlarınızın etkilemediği, o kodlara boyun eğmeyen insanlar yaşıyor. Onlar aç kalmayı da biliyorlar komşusuna yardım etmeyi de. Onlar sokaklarda dolaşan kedilerle arkadaş, onların en yakın dostları köpekler. Benden söylemesi bizi Paris yapamazsınız ya da Londra; oralarda sokaklarda kedi, köpek yoktur. Bu nedenle özellikle geceleri Paris metrosu fare kaynar. British Museum’da cirit atan fareler görürsünüz.

Kodlayıcıların bilmedikleri en önemli şey de kodlananlar dışında kalan ülke yurttaşlarının ülkelerini ölesiye sevdikleridir. Kodladıkları kitle eski masallarını, türkülerini, oyunlarını unutmuş bir kitledir. Bildikleri tek şey kötülük yapmak ve karşılığında cukkayı götürmektir. Oysa ötekiler en güzel türküleri söylerler, oryantal de dahil çok güzel dans ederler, en önemlisi kodlananların aksine, bayramlarda analarının babalarının ellerini öperler. Kodladıklarınız mı onlar, 7 yıldızlı otellerde canları sıkılarak dolaşırlar ya da atış poligonlarında talim yaparlar. Bu arada kodlarının biraz dışına çıkıp burundan pudra şekeri çekenleri vardır. Onların pudra şekeri çektikten sonra neler yaptıklarını ne yazık ki yazıp da gazetemi tehlikeye atamam. Siz tahmin edin!

Gördünüz mü vampirlerin ve onları kodlayanların işi pek zor. Burası, İngilizlerin zorla sahte sınırlar çizip oluşturduğu Suriye, Irak, Ürdün değil, burası Türkiye. Hadi bakalım kim kazanacak? Bu arada kodlananların bir kısmı ister istemez cukkasız kalacak. Çünkü bütün dünyada para suyunu çekiyor. Her yer yanıyor. Hadi bakalım doğayı da kodlayın, yemezler; doğa kendi bildiğini okur. Vampirlere karşı yaşamı savunanlar da! Boşuna umut etmesinler. Hay Allah ben yazımın başında her şey güzel olacak sözünü bana söylemeyin dedim, ben kendim söylüyorum. Bu yazıyı yazmak bana iyi geldi. Size de okumak iyi gelsin.

                                                     /././

Bilimin dine, dinin bilime ihtiyacı yok (III) -Özdemir İnce-

Nasıl bir evrende yaşadığımız tarih boyunca merak konusu olmuştur. Evrenin kökeni, yapısı ve işleyişine dair birçok iddia ortaya atılmıştır. Muhtemelen tarihte çok az konu bu kadar hararetle tartışılmış olunmasına rağmen görüş birliğine varılamamıştır.

Aristoteles, Batlamyus, Giordano Bruno, Telesio Patrizzi, Galileo Galilei, Isaac Newton gibi Batı biliminin en büyük dehaları yapmış oldukları gözlemler, ortaya koymuş oldukları formüller ve bilimsel uğraşlarıyla evrenin sınırlı-sonlu veya sonsuz olduğunu iddia etmiş, fakat hiçbiri genişleyen dinamik evren modelini öngörememiştir.

20. yüzyıla gelindiğinde Edwin Hubble, gelişmiş teleskobuyla yaptığı gözlemlerinde, tüm yıldız kümelerinin hızla birbirlerinden uzaklaştığını tespit etmiş ve böylece genişleyen dinamik evren modeli ortaya konulmuştur.

Ortaya konulan bu gerçek bir kez daha Kuran’ı tarihsel görüşler ve bilimin verileri karşısında haklı çıkarmıştır. Evrenin genişlediği ilk kez 1900’lü yıllarda ortaya atılmıştır. 1900’lü yıllardan önce ise Kuran dışında bu hakikati ortaya koyan başka bir kaynak yoktur.

Thales, Platon ve Batlamyus’un düşünce mirasına sahip antik Yunan, Kopernik, Kepler, Galileo ve Newton’lu ortaçağ, Descartes ve Kant ile yeniçağ, insanlık tarihindeki dehaların hiçbiri genişleyen bir evrende olduğumuzu ortaya koyamamışlardır.

Ancak Kuran, ortaya koymuş olduğu tüm iddialarda tarih boyunca haklı çıktığı gibi sürekli genişleyen dinamik bir evrende olduğumuza dair dev iddiasında da haklı çıkarak gerçekten görmek isteyen akıllara ve vicdanlara mucizevi yönlerinden birini daha sunmuştur.1

Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman böyle diyor da 20. yüzyıla gelindiğinde Edwin Hubble adında bir kâfir, gelişmiş teleskobuyla yaptığı gözlemlerinde, tüm yıldız kümelerinin hızla birbirlerinden uzaklaştığını tespit etmiş ve böylece genişleyen dinamik evren modeli ortaya koymuş da bir Müslüman aynı işi neden yapamamış? Kuran’ı okuduğu halde Müslümanlar neden dalga geçmiş?

Gülünç iddiayı doğru kabul edelim: Önemli olan, önce Kuran’da yazanlardan habersiz o teleskopu yapmak, sonra “genişleyen dinamik evren modeli”ni oluşturmaktır. Bu nedenle Emre Dorman’ın yaptığına safsata ve gevezelik denir. “Pantalon olmadıysa düdüklü tencere verelim” gibi.

Üstelik bir de aşırı yorum zorlaması yapıyor: Zariyat Suresi’nin 47. ayetinde  “evren” diye bir sözcük yok, “gök” diyor. Bre Emre Dorman, sen Allah’tan daha mı iyi bileceksin? Allah, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk çevirisinde “gök” diyor: “Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Kuşkusuz, biz, genişleticileriz.”

Fransızcaya D. Masson şöyle çevirmiş: “Et le ciel? Nous l’avons solidement construit et nous lui avons donné de vastes proportions.”2

D. Masson’un da aklına “le ciel” (Gök) sözcüğünden sonra parantez açıp içine “l’univers” (Evren) yazmak gelmemiş.

Zavallı İngilizin de aklına gelmemiş: “And heaven - We built it might, and We extend it wide”3 diye çevirmekle yetinmiş.

Peki Emre Dorman neden çeviri ve yorum asparagası yapıyor? Yapıyor, çünkü din adamları, bütün dinlerde, her zaman sahtekârlık yapmışlardır. Oysa Kuran’ın bilgisi, son surenin (Nas Suresi) indiği günün bilgisiyle sınırlıdır.

Emre Dorman, 31 Mayıs 2017 günü de keşif ve uydurmalarını sürdürüyor:

“Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün olan ve bilenin takdiridir.” (Yasin Suresi: 38)

“Güneş’e, Ay’a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. Her işi yoluna koyup düzenler. Delilleri birer birer açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Rad Suresi :2)

Tarihte uzun dönemler boyunca Dünya’nın evrenin merkezinde sabit bir şekilde durduğu, Güneş’in ise Dünya’nın etrafında döndüğü kabul edilmişti. Kopernik ile başlayan ve ardından Kepler ve Galileo tarafından devam ettirilen süreçte ise Güneş’in sabit bir şekilde evrenin merkezinde durduğu, Dünya’nın ise sabit duran Güneş’in etrafında döndüğü kabul edilmişti. Bilimde devrim sayılan bu keşif son derece önemliydi ama gerçekte Güneş’in sabit bir şekilde durduğu kabulü de hatalıydı. Bu hatanın fark edilmesi ise çok sonraları, gelişmiş teleskoplar sayesinde ve kozmoloji biliminin oluşturduğu birikimle gerçekleşecekti.

1 Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman, Hürriyet, 28 Mayıs 2017.

2 D.Masson, Le Coran, Gallimard, Folio classique.

Arthur J. Arberry, The Koran Interpreted, Oxford University Press.

                                                                        (Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder