10 Temmuz 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" -10 Temmuz 2024-

Rant, işten çıkarma, TÜGVA'ya bina tahsisi: AKP'li Menemen Belediyesi'nde neler oluyor? -Aslı İnanmışık-

Adı rant, belediye arazilerinin satışı ve TÜGVA'ya tahsis edilen binalarla anılan AKP'li Menemen Belediye Başkanı, seçim sonrası işten çıkardığı onlarca işçinin alacaklarını da ödemedi.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde Menemen Belediyesi’ni AKP’li Aydın Pehlivan’ın kazanmasının ardından yaklaşık 400 kişi gerekçesiz şekilde işten atıldı. Atılan işçiler direnişe başladı. Belediye yönetimi bunun üzerine işçilerin yarısını işe geri almak zorunda kaldı. 

Eyleme katılan ve işe alınmayan işçilerse mücadeleye devam etti. Tazminatları ödenmeyen, içeride birikmiş ikramiyesi kalan işçiler her gün belediye binası önünde buluşurken, geçtiğimiz günlerde Belediye Meclis toplantısına girerek taleplerini iletmek, seslerini duyurmak istedi. Belediyenin dış kapısından içeri sokulmayan işçilere polis biber gazıyla saldırdı.

'3,5 yıl mobbinge maruz kaldık'

soL'un görüştüğü bir işçi işten çıkarılmalarıyla sonuçlanan süreci anlattı. Belediyenin seçim öncesi 1300 olan kadroyu 4 bin 500'e çıkardığını anlatan işçi ardından en az 5 yıllık çalışan olan çok sayıda kişinin habersiz ve gerekçesiz işten atıldığını söyledi.

Kendisi de 5 yıllık personel olan ve Belediye İş Sendikası'nın işyeri temsilcisi olan Umut Kavas da işyerinde çalışırken çıkarıldıklarını öğrendiğini, uzun zamandır da mobbinge maruz kaldıklarını belirtti: 

"Çalışırken işten çıkarıldığımız bildirildi, arayıp 'Belediyede evrağınız var' dediler, 17. maddeden çıkardılar. Belediye-İş temsilcisiyim, yüz kızartıcı bir suç işlemezsem çıkaramazlar normalde. 3,5 yıldır mobbing görüyorduk aslında, seçimi beklemeye karar verdik. İlk geldikleri zaman temizlik işlerine verdiler bizi, dışarıdaki tüm pisliği biz temizledik. 25 kişi mahalleyi temizliyorduk. Aralarında öğretmenler bile vardı."

AKP'li Menemen Belediyesi'nde işten atılan işçiler uzun zamandır yöneticilerin mobbingin ve tehditlerine maruz kaldıklarını anlatıyor. İşçiler 27 Mayıs'tan beri eylemde.

Seçimden önce 'performans' diyerek para dağıttılar, seçimden sonra işten attılar

Belediye Başkanı'nın seçim döneminde "etkinliklere" gitmeyi zorunlu kıldığını söyleyen Kavas, seçimden önce "performans" adı altında belediyenin çalışanlarına para dağıttığını daha sonra ise maaşlarının eksik yattığını ifade etti. Kısa süre içerisinde de çok sayıda kişinin işten atıldığını dile getiren Kavas, henüz ikramiyelerinin dahi ödenmediği anlattı.

"Seçim zamanında iftar yemeğine, yürüyüşlere gitmek mecburi kılınıyordu, gidenleri ayırdılar. AKP'nin belediyeyi alacağı belliydi, herkese bireysel para dağıttılar. 'Bize oy vermezseniz sandığa gelmeyin' dediler vatandaşa. Örneğin biz maaşlarımızı alırken seçimden önce bir de performans adı altında bir de para alıyorduk. 20 bin, 10 bin gibi paralar. Seçim bitti ikramiyelerimizi bile vermediler. Bizim maaşlarımız dahi eksik yattı seçimden sonra.

Belediye şirketi Meta-Su var bir de kadrolu belediye personeli var. Şirketlerde çalışan eleman sayısı daha fazla. Yeni alınanlar oraya alınıyor. Yaklaşık 2 bin kadar kişi var ve alımlar seçimden önce başladı. Toplam 6 bin kişi olduk."

Belediye başkanı meclis toplantılarında yok: Kıbrıs'ta, umrede

Karşılarında bir muhatap göremediklerini "Ne başkan ne de yardımcılarıyla görüşebiliyoruz" diye anlatan belediye çalışanı, Aydın Pehlivan'ın en son yapılan belediye meclis toplantısına katılmadığını, ondan önce de "umrede" olduğunu söyledi:

"'Kıbrıs'a, umreye gitti dediler ama buradaymış, gelmiş. Dün meclis toplantısına girmedi. Bir öncekinde de umredeydi. Aşağıda işçiler biber gazı yerken meclis toplantısı yapılıyordu. Bir kişi bile çıkıp dışarıda açıklama yapmadı. CHP'li meclis üyeleri, '400 işçinin yarısını aldınız diğerlerini neden almadınız' diye sordu, AKP'liler reddetti. Toplantıya ben de bir şekilde girdim. 'Sizi tebrik ediyorum, biz aşağıda biz gaz yiyoruz' dedim, alkışladım, bağırarak dışarı çıkardılar beni.

Sabahtan öğleden sonraya kadar belediye önündeyiz. Kimse muhatap olmuyor, 'Bizim bilgimiz yok, başkan açıklama yapar' diyorlar. AKP İlçe Başkanı'na belediye önüne denk geldik, 'Genel merkeze gitti, size durumu anlatır' dedi ama o sırada Kıbrıs'ta olduğunu öğrendik. 'Ben durumu bilmiyorum' dedi. Yani herkes topu birbirine atıyor.

'Belediye yöneticileri işçileri tehdit etti'

İşçilerin sendika değiştirmeleri konusunda da tehdit edildiğini belirten Kavas, ihbar tazminatlarının bile ödenmediğini mücadele etmeye devam edeceklerini kaydetti.

"Sürece ilişkin dava açtık sendikayla. Bazıları bireysel mücadele veriyor çünkü seçimden önce bazı arkadaşlarımızın Hak-İş'e geçmeleri konusunda tehdide maruz kaldı. 'İşten çıkarırız geçmezseniz' diye belediye yöneticileri tehdit etti. En kötüsü de Hak-İş'e geçenler de çıkarıldı. İhbar tazminatı almamız lazımdı, 1,5 ay oldu alamadık. İkramiye de hâlâ içeride. Haklarımızı alana kadar belediye önünde olacağız."

İşçilerin avukatlarından Doğan Alper de, işçilerin toplu sözleşmeden kaynaklanan geçmiş yıllardan kalan alacaklarının olduğunu ve bunların da ödenmediğini ifade etti. 50 kişinin işe iade davası açtığını söyleyen Alper, "İnsanlar neye göre seçildi belli değil, siyasi olduğu düşünülüyor" diye konuştu.

Her şey CHP'li başkanın 'yolsuzluk' iddialarıyla başladı

Peki işçilerin işten atılmasına giden süreç nasıl başladı?

Menemen Belediyesi 2019 seçimlerinden bu yana bir rant, yolsuzluk ve işten atılan işçi haberleriyle gündem oluyor.

2019 yerel seçimlerinde 55 binden fazla oy ve yüzde 53,29 oy oranı ile en güçlü rakibi AKP'li aday Durmaz Bayraktar karşısında seçimi kazanan Serdar Aksoy'un başkanlığı uzun sürmedi.

Yerel gazetelerde hakkında yolsuzluk yapma, paravan şirket kurma, belediye personeli ve meclis üyelerini tehdit etme, baskı ve mobbing iddiaları bulunan Aksoy hakkında "zimmet" suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Ve Kasım 2020'de İçişleri Bakanlığı, Menemen Belediye Başkanı Aksoy'un görevden uzaklaştırıldığını duyurdu. Aksoy için CHP Genel Merkezi'nde de kesin ihraç talebiyle disipline sevk etme kararı alındı. Belediye Başkanı bunun üzerine partisinden istifa etse de, her şeyin tepetaklak olmasını engelleyemedi.

Bakanlığın kararı üzerine Menemen Belediye Meclisi toplandı ve CHP'li üye Deniz Karakurt ile AKP'li üye Aydın Pehlivan arasında Başkan Vekilliği görevi için oylama yapıldı. Vekilliği AKP'li Pehlivan kaybetti ancak kura çekiminin usule aykırı olduğu iddiasıyla mahkemeye başvuruldu. Pehlivan, 13 Ocak 2021'de vekil olarak İzmir Valisi'nden görevi devraldı.

"Zimmet ve irtikap" soruşturması sonucu hakkında dava açılan eski belediye başkanı Serdar Aksoy'sa 2023 yılı Nisan ayında "basit zimmet" suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Aksoy, "Karar siyasi" dedi.

Menemen'i 3 yıldır yönetiyordu, resmen başkan oldu: Rant ve işçi kıyımı

Menemen Belediyesi'ni o günden beri yöneten Aydın Pehlivan da, geçtiğimiz 31 Mart Yerel Seçimlerinde başkanlığa aday oldu. Yüzde 48,75 oy oranı ve 56 bin 728 oy ile başkan vekilliği sırasında da yarıştığı Deniz Karakurt'u geçerek resmen başkan oldu.

Bugün işçi çıkarmasıyla gündem olan Aydın Pehlivan aslında başkanvekilliği görevine gelir gelmez yine benzer bir adım atmıştı. Pehlivan yetki alır almaz belediyeye bağlı Menaş ve Meta-Su şirketlerindeki çalışan 661 işçiyi işten çıkarmıştı.

Pehlivan 2023 yılında da Menemen Belediyesi'nin mülkiyetinde bulunan arazileri satışa çıkarmasıyla gündeme geldi. Dönemin CHP Menemen İlçe Başkanı Hüseyin Özbey basın açıklaması yaparak, arazilerin ihale döneminde yandaşlar tarafından alındığına, sonra da yaklaşık 5 katına satıldığına dikkat çekmişti.

Pehlivan'ın gayrimenkul satışı 2024'te de tam gaz devam etti. İzmirli gazeteci Erhan Gülenç'in iddiasına göre, Belediye Başkanı son birkaç yıl içinde sattığı 5 bin dönüm arsadan 4,5 milyar lira gelir elde etti.

Pehlivan, Resmi Gazete'de yer alan ilana göre Suudi Arabistan’da hacdayken bile belediyenin 38 taşınmazını daha satış listesine koydu. 425 milyon 400 bin TL tahmini değer biçilen arsa ve tarlalar 27 Haziran’daki ihale ile satışa çıkarıldı.

Menemen doğumlu Pehlivan'ın kendisi de bir dönem Menemen Belediyesi'nde çalışmış. Başkan vekili olarak 2021'de belediyeye dönmeden önce bir güvenlik şirketi kurduğu biliniyor.

TÜGVA ile yakın ilişkiler

Menemen'de 2021 yılında eski vergi dairesi binasının AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın kurucusu olduğu Türkiye Gençlik Vakfı'na (TÜGVA) tahsis edildiği ortaya çıkmıştı. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteklediği TÜGVA'yı AKP'li Menemen Belediyesi de arkasına aldı.

Belediyeye ait 3 tesisin, Asarlık'ta açılan gençlik merkezinin el altından TÜGVA'nın "Yaz Okulları"nın kullanımına verildiği söyleniyor.

Geçtiğimiz haftalarda CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat da İzmir’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 32 okulun yanı sıra, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı birçok cami ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı birçok Gençlik Merkezi de TÜGVA’nın yaz okulları için tahsis edildiğini söylemişti. Polat, Menemen Belediyesi'yle ilgili iddialar içinse "Menemen Belediyesi’nin de kendi imkanlarını kendi çocuklarına harcamak yerine TÜGVA gibi ne olduğu belli olan bir vakfa vermesini doğru bulmuyorum. TÜGVA’nın bu tarz karanlık ilişkilerini de doğru bulmuyorum. TÜGVA’nın da bizim kazandığımız belediyelerde AKP iktidarken nelere çöktüğünü biliyorum" diye konuştu.

İlçede TÜGVA'nın her türlü çalışması da destekleniyor. Belediye Başkanı Aydın Pehlivan, TÜGVA'nın pek çok etkinliğine katılıyor. TÜGVA'nın okul kapılarında Kuran kurslarının olduğu yaz okullarının tanıtımını yapmasına göz yumuluyor. 

Belediye Başkanı Aydın Pehlivan bir etkinliğinde TÜGVA için şöyle diyor: "TÜGVA bizim canımız, TÜGVA bu memleket için bir değer. Gelecek nesilleri hazırlamak için oluşturulmuş en güçlü sivil toplum örgütü."

                                                                              /././

Meclis'te meslek kanunları konuşulan öğretmenlere polis şiddeti: 'Dün yaşadıklarımız bu kanunun özü' -Burcu Günüşen- 

Meclis Genel Kurulu’nda ‘Öğretmenlik Mesleği Kanunu’ teklifinin görüşmeleri devam ederken, teklifi protesto eden öğretmenlere yönelik polis şiddeti tepkilere yol açtı.

Milli Eğitim Akademisi’nin kurulmasıyla eğitim fakültelerini devre dışı bırakan, öğretmenlere atama öncesinde bir de akademi eğitiminden geçme şartı getiren, müfettiş raporlarıyla öğretmenlerin geri hizmete alınmasının önünü açan Öğretmenlik Mesleği Kanunu teklifi Meclis Genel Kurulu’nda bugün de görüşülmeye devam ediyor.

Kanun teklifinin dün Genel Kurul’a geldiği sıralarda Eğitim Sen ve Eğitim-İş sendikaları yaptıkları yürüyüşlerle teklifi protesto etti, önleri barikatlarla kesilen eğitim emekçileri polis şiddetine uğradı, darp edildi, 14 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar sabah saatlerinde bırakılırken, eğitim emekçilerinin Meclis’in yanındaki parkta nöbet eylemleri bugün de devam ediyor.

Eğitim emekçilerine barikat

Eğitim-İş üyeleri dün Meclis’teki görüşmeler sürerken, çıkarılmak istenen kanunun Cumhuriyet devrimlerinin ve öğretmenlik mesleğinin tasfiyesi anlamına geldiğini, siyasi iktidarın kendi memurunu yaratmasını amaçladığını belirterek Birinci Meclis’e yürüyüş düzenledi. Eğitim-İş üyelerinin yürüyüşü polis tarafından barikatlarla engellenmek istendi. Barikatı aşan sendika üyelerine yönelik polis müdahalesinde bazı eğitim emekçileri baygınlık geçirdi. Oturma eylemi yaparak bekleyişe geçen sendika üyeleri daha sonra Birinci Meclis’e yürüyüşlerini gerçekleştirdi.

Eğitim-Sen üyeleri de dün Milli Eğitim Bakanlığı önünde bir araya gelerek Meclis’e yürümek istedi. Polis sekiz saati aşkın süre boyunca eğitim emekçilerinin yürüyüşünü barikatlarla engelledi. Gece saatlerine dek ısrarla eylemlerini sürdüren öğretmenlere yönelik polis saldırısında Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak dahil birçok kişi darp edildi, yerlerde sürüklendi. Eğitim-İş MYK üyesi İzzet İldeş ile KESK yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 14 kişi dünkü eylemlerde gözaltına alındı. Gözaltına alınan emekçiler sabah erken saatlerde serbest bırakıldı.

'Biat etmeyen öğretmen kitlesinden hoşnut değiller, dün yaşadıklarımız bunun ifadesiydi'

Eğitim-Sen ve Eğitim-İş’in Meclis yanındaki parkta nöbet eylemleri bugün de sürüyor.

soL’a konuşan Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak dün kendilerine yaşatılanın aslında Meclis’te görüşülmekte olan kanun teklifinin özünü oluşturduğunu söyledi.

Dün 8 saatten uzun bir süre Bakanlık binası önünde kendilerine karşı kurulan barikatların arkasında bekletildiklerini ve ardından gece saatlerinde çok ciddi bir polis şiddetiyle karşı karşıya kaldıklarını anlatan Irmak “11 arkadaşımız, öncesinden de 3 olmak üzere 14 arkadaşımız gözaltına alındı. Birçok arkadaşımız darp edildi, gözlerine biber gazı sıkıldı, yerlerde sürüklendi. Böyle bir kötü gün. Yani eğitim emekçileriyle ilgili içeride bir kanun görüşülürken biz dışarıda böyle bir muameleyle, devletin o bildik yüzüyle karşı karşıya kaldık” dedi.

"Aslında dün bizim yaşadığımız bir anlamda öğretmenlik meslek kanununun kendisiydi, içeriğiydi” diyen Irmak şu ifadeleri kullandı:

“Kendilerine biat etmeyen, yaşadıkları dünyanın, çevrenin farkında, bilincinde olan, buna uygun davranan bir eğitimci, öğretmen kitlesinden hoşnut değiller. O yüzden de bu kanunla kendilerine uygun bir eğitimci profili oluşturmaya çalışıyorlar. Dün yaşadıklarımız aslında bunun bir ifadesiydi.”

Bugün Milli Egemenlik Parkı’nda düzenlenen basın açıklamasında Eğitim-Sen üyesi öğretmenler dünkü polis şiddetini de protesto etti. Basın açıklamasında “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Tarikatınız, barikatınız vız gelir vız”, “Mücadele dersini öğretmenler veriyor”, “Öğretmen düşmanı ÖMK’ya hayır” sloganları atıldı.

                                                                /././

Bir icat ideolojisi: Milliyetçilik  -Fatih Yaşlı-

"Fonda 'ölürüm Türkiye’m' çalarken soygun düzeni yoluna devam ediyor, bozkurt işareti yapan eller havaya kalktıkça yoksulluk ve sefalet derinleşiyor."

Milliyetçilik literatüründe ünlü bir söz vardır: “Milletler milliyetçilikleri değil, milliyetçilikler milleti/ulusu icat etti” diye. Doğrudur, milliyetçilik bir icat işidir. Önce modern zamanlarda ve kapitalizmin gelişimiyle birlikte bir ideoloji olarak kendisi icat edilmiş, sonra da o milleti/ulusu icat etmiştir. 

19. yüzyılın başlarına kadar dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse kendisini herhangi bir millete aidiyet üzerinden tanımlamıyordu, yani kimse kendisini “İngiliz”, “Fransız”, “Alman”, İtalyan”, “Türk” olarak adlandırıp böyle bir ortak kimliğin parçası olarak görmüyordu, çünkü henüz uluslar yoktu ve dolayısıyla bir ulusal kimlik ve ulusal aidiyet de yoktu. 

Milliyetçiler etnik kimlikleri alıp ulusa dönüştürdüler, yani oradan “hayali cemaatler” çıkardılar. Ulusun icadı, aynı coğrafyada yaşayan insanların ortak bir tarihe, ortak bir kültüre, ortak çıkarlara sahip olduklarına inanmalarından geçiyordu. Avrupa’da imparatorluklar dağılır ve kilise geriye çekilirken ulus yeni kolektif kimliğin adı oldu, krala sadakatin yerini, ulusa/vatana/devlete sadakat aldı.

Süreç kapitalizmle birlikte yürüdü, çünkü aynı coğrafyada ortak bir pazarın inşası için ortak dile, ortak yazıya, ortak ölçü birimlerine, velhasıl ortak bir aidiyete ihtiyaç vardı. Belli bir coğrafi sınır içerisinde piyasanın inşası ile ulusun inşası birbirine paralel süreçler olarak yaşandı yani. 

Uluslaşma elbette ki tarihsel olarak bir ilerlemeye tekabül ediyordu; çünkü bu sürece aynı zamanda sömürgeciliğe karşı mücadele, yurttaşlık, insan hakları, yasa önünde eşitlik, laiklik, seçme ve seçilme hakkı gibi kazanımlar eşlik etti. 

Ancak diyalektik gereği sürecin bir de “karanlık yüzü” vardı. “Ulus” öyle ya da böyle hep “sınıf”ın karşısına çıkartıldı ve işçi sınıfını pasifize etmek için kullanıldı. 20. yüzyılın başlarında ise Avrupa’da milliyetçilik ırkçılıkla buluştu ve yükselen devrim tehdidine karşı faşizm ortaya çıktı. Her milliyetçilik faşizm anlamına gelmiyordu ama her faşizm söylemini ve pratiğini milliyetçilikle ırkçılığı sentezleyerek kuruyordu. 

Faşizm önce İtalya’da sonra Almanya’da iktidara geldi, her ikisinde de esas mesele sınıfsaldı; yani işçi sınıfının bir devrim aracılığıyla iktidara gelme tehlikesine karşı egemen sınıflar faşizmi destekledi. Faşizm kapitalizmin özbeöz çocuğu olarak dünyaya geldi, kapitalizm tıpkı bugün olduğu gibi başı her belaya girdiğinde faşizmi yardıma çağırdı. 

Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e 

Türk milliyetçiliği hem Avrupa’yla hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarındaki tebaasıyla kıyaslandığında geç ortaya çıktı ve Yalçın Küçük’ün de dediği gibi bir çaresizliğin ürünüydü. Neredeyse bütün etnik grupların kendilerini ulus olarak inşa ettikleri bir süreçte, Türk aydınları imparatorluğu ayakta tutabilmek için milliyetçilikten uzak durmaya çalışmışlardı ama dağılmayı önleyemeyeceklerini anladıklarında onlar da milliyetçiliğe sarıldılar.

Türk milliyetçiliği ortaya çıkışı ve gelişimi itibariyle ilerici ve halkçı bir karakter taşıyordu; Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi isimler ırkçı ya da etnisist bir milliyetçiliğin değil kültürel bir milliyetçiliğin birleştirici olacağına inanan isimlerdi. Ayrıca bir ulusal ekonomi, bir ulusal pazar ve bir ulusal burjuvazi talep ediyorlar ve Osmanlı’nın yarı-sömürge halinden böyle kurtulacağını düşünüyorlardı.

İttihatçılar Birinci Dünya Savaşı’na doğru gidilirken milliyetçiliği keşfettiler ama burada bile baskın kimlik Türklük değil Müslümanlıktı, yani bir tür Müslüman milliyetçiliğiydi. 1915 de esas olarak Türkçü/milliyetçi saiklerin değil dini saiklerin bir ürünüydü, katliamın temel motive edici unsuru dindi, amaç da Anadolu’yu dini olarak daha homojen hale getirmek, gayrimüslimlerden arındırmaktı.  

Birinci Dünya Savaşı bitip ülke işgal edildiğinde ve Milli Mücadele başladığında başta Mustafa Kemal olmak üzere mücadeleyi yürüten kadrolar söylemlerini milliyetçilik üzerine kurmadılar. Çünkü tamamına yakını okuma yazma bilmeyen, yurt, vatan, millet gibi kavramlardan habersiz, kendisini “Türk” diye adlandırmayan Anadolu köylüsünü seferber etmek için milliyetçilik bir işe yaramazdı.

Bunun yerine “gavura karşı mücadele”yi koydular, hilafeti ve saltanatı kurtaracaklarını söylediler, din adamlarının ve hatta tarikatların desteğini almaya çalıştılar, savaşın sonlarına doğru Türklük yavaş yavaş dolaşıma girmeye başladıysa da dinin siyasal ve kamusal alandan dışlanıp seküler bir ulus inşasına girişilmesi ancak 1920’lerin ikinci yarısından itibaren söz konusu olacaktı.

Kemalist milliyetçilik Fransız tipi milliyetçilikle Alman tipi milliyetçiliğin arasında salınan bir karakter taşıdı. Yani Türklüğün tanımı 1924 Anayasası’nda “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir” şeklinde yapıldı ve kâğıt üzerinde vatandaşlık esasına dayalı bir tanım benimsendi ama başta Kürtlere karşı olmak üzere uygulamada çoğu zaman etnisist bir niteliğe sahip oldu. 

Resmi milliyetçilik dışı bir milliyetçiliğin ortaya çıkışı ise 2. Dünya Savaşı yıllarına tekabül ediyordu. Bu dönemde kendilerine Türkçü/Turancı diyen isimler Alman Nazizmi’ne öykünen ve onun argümanlarını buraya taşıyan ırkçı ve faşist bir milliyetçiliği inşa ettiler. Başını Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan gibi isimlerin çektiği ve benim “Türkçü faşizm” olarak adlandırdığım antikomünist, SSCB düşmanı bu akıma devlet 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar göz yumdu. Ancak Nazilerin yenileceği anlaşılınca bir tasfiye operasyonu gerçekleştirildi ve bu akımın mensupları 1944 yılındaki “ırkçılık-Turancılık davası”nda yargılandı, çok uzun sürmeyen bir tutukluluk döneminin ardından ise hepsi serbest bırakıldı.

Soğuk Savaş’tan 12 Eylül’e

Savaş bitip Soğuk Savaş başladığında Türkçü faşizm yeniden sahneye çıktı ama birtakım yayın faaliyetlerinden ve dernek çalışmalarından öteye gidemedi. Partileşme için ise 1965 yılını beklemek gerekiyordu. Bu yıl Türkiye’de solun yükselişine verilen reaksiyonlardan biri, 1944 ırkçılık-Turancılık davasında yargılanan, daha sonra orduya geri dönen ve 27 Mayıs’ın içerisinde yer alan, Milli Birlik Komitesi’nde çıkan anlaşmazlık neticesinde Hindistan’a gönderilen Alparslan Türkeş’in Türkiye’ye dönerek siyasete girmesi oldu.

Türkeş ve arkadaşları 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni ele geçirdiler ve 1969’daki kongrede adını Milliyetçi Hareket Partisi koydular. “Tanrıdağı kadar Türk Hira Dağı kadar Müslüman” sözü bu kongrede benimsendi, seküler Türkçüler hareketten kovulurken parti amblemi olarak üç hilal, Ülkü Ocakları sembolü olarak da hilalin içerisinde uluyan bozkurt seçildi. 

Parti kurulduğu andan itibaren kendisini bir siyasal şiddet aygıtı olarak şekillendirdi. Kendisi de bir NATO subayı olan Türkeş, MHP’yi NATO konseptine uygun bir şekilde ve yükselen sola karşı paramiliter bir örgüt, bir sokak gücü olarak yapılandırdı. Kurulan komando kamplarında aralarında subayların da olduğu eğitmenler ülkücülere silah ve yakın dövüş eğitimi verdi. NATO’nun gizli iç savaş yapılanması Gladio’nun Türkiye ayağında MHP önemli bir yer tuttu. 

12 Mart 1971 darbesinin verdiği aradan sonra 1974’de sol tekrar yükselişe geçince MHP de Gladio ile organize bir şekilde şiddeti artırdı, 1977-80 arasında ise şiddeti devrimcilerden yüzü sola dönük aydınlara, gazetecilere, yazarlara,  akademisyenlere, sendikacılara doğru genişletti. Çorum, Sivas, Maraş gibi Alevilerin yoğun olarak yaşadığı ve solun taban bulduğu taşra kentlerinde ise iktidar stratejisine uygun bir şekilde kitle katliamları gerçekleştirdi. 

12 Eylül darbesi, tarafsız görünmek adına MHP’ye de vurduğunda üst düzey bir parti yöneticisi “kendisi zindanda fikirleri iktidarda olan bir partiyiz” diyecekti ki haklıydı. 12 Eylül, MHP’nin sola ve işçi sınıfına yapmak istediği şeyi yapacak, Türk-İslam sentezini adeta resmi ideoloji olarak benimseyecek ve düşünmeyen, sorgulamayan, konuşmayan, itaat eden, örgütsüz bir toplum yaratacak, İslamcılık ise bu durumdan istifade edip iktidar yürüyüşünü başlatacaktı. AKP gökten zembille inmedi yani, bugünlere oralardan gelindi.  

Bugün 

Şimdilerde futbolda yaşanan bir hadise vesilesiyle MHP’nin kendisinin bile 1990’ların başında tesadüfen öğrenip kullanmaya başladığı bozkurt işaretinden bir ulusal sembol yaratılmaya çalışılıyor. Kadim Türklere ait efsaneler ve destanlarda bozkurdun yer almasıyla bu el işareti arasındaki fark bilinçli bir salaklıkla görmezden geliniyor. 

Ancak bu da yetmiyor; kadim Türk mitoslarında başka bir sürü hayvanla birlikte yer alan, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri, Osmanlı, İttihatçılar, Mustafa Kemal silsilesinde bir devlet, egemenlik ya da iktidar sembolü olarak hiç kullanılmamış, Anadolu halk türkülerinde ve şiirlerinde ise herhangi bir şekilde Türklükle ilişkilendirilmemiş, ortak hafızada öyle bir yeri hiç olmamış bozkurdun o zamandan bu zamana kesintisiz bir şekilde Türklüğü simgelediği iddia ediliyor. 

Milliyetçilik icat işidir demiştik, öyledir, semboller ve ritüeller icat ettikçe güçlenir; bugün hepimizin gözünün önünde hem bozkurdun Türklerin tarihsel ortak sembolü hem de bozkurt işaretinin Türklerin ortak işareti olduğu yalanı üzerinden gelenek icadına girişiliyor. Üstelik bunu sadece MHP’liler ve ülkücüler yapmıyor, MHP dışı milliyetçilik ve bir grup arsız ulusalcı da bu gelenek icadına omuz veriyor. 

Türkiye solun yokluğunda farklı türden sağcılıkların cenderesinde çırpınıyor. Fonda “ölürüm Türkiye’m” çalarken soygun düzeni yoluna devam ediyor, bozkurt işareti yapan eller havaya kalktıkça yoksulluk ve sefalet derinleşiyor. Ülke hızla çürüdükçe bu çürümenin üzerine vatan-millet-Sakarya söylemi, hamaset edebiyatı örtülüyor. Buradan çıkış için mutlaka ama mutlaka sola ihtiyaç var, solun “ben buradayım” demesi ise emekçilerle bağ kurmasından, onları siyasetle buluşturmasından geçiyor. Sınıf varsa bu gidişat durdurulabilir, önlenebilir ama eğer yoksa bir bataklığın içinde ve hep beraber sağcılıkların yarışını izlemeye devam ederiz.

                                                              /././

Öğretmenlik Meslek Kanunu teklifi reddedilmelidir! -NEVAL OĞAN BALKIZ*-

Öğretmenlerin sesine ses verin, bu sesi Meclis duysun! Yoksa kaybeden, tüm toplum olacak.

Buraya bakın, burada bu polis barikatının önünde anayasal haklarını, mesleki hak ve güvencelerini, meslek etiğini ve saygınlığını savunan ‘Öğretmenler’ vardır! Onlar; kadrolu öğretmenler, baş öğretmenler, uzman öğretmenler, engelli öğretmenler, ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, özel sektör öğretmenleri olarak ayrımlaştırılmış ve "Devlet dersinde" yok sayılmıştır!

Osmanlı'nın son maarif nazırlarından, çok iyi eğitim almış, idealist Emrullah Efendi’ye atfedilen "şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim" sözü, "Öğretmenlik Meslek Kanunu" teklifinde "şu öğretmenler olmasaydı, ben eğitimi ne güzel idare ederdim" anlayışına dönüşmüş durumda!

TBMM'de görüşülmekte olan "Öğretmenlik Meslek Kanunu" teklifine karşı birlikte ses vermeye çalışıyorlar! Öğretmenlerin seslerine ses verin!

Öğretmen Meslek Kanun teklifinde öğretmenin mali, sosyal ve anayasal haklarına dair düzenleme yer almıyor, Mesleki güvenceleri ortadan kaldırılıyor.

Engelli öğretmenler, ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenlerin sorunları ve özel sektör öğretmenlerinin sorunlarına ilişkin  düzenlemeler de yok! Okullarda öğrenciler için ücretsiz öğlen yemeği ve beslenmeye ilişkin düzenlemeler de yer  almıyor. Öğretmenlerin karar süreçlerine katılacağına dair herhangi bir düzenleme de bulunmuyor.

Atamalarda mülakat kaldırılmış değil. Tam tersine, yeni disiplin düzenlemeleri ile öğretmenlerin mesleğin etik, bilimsel, pedagojik ve metodolojik gereklerine değil, belli bir siyasal din anlayışı temelinde hazırlanan ve dayatılan müfredata  uymalarını sağlanmaya, uymayanların da meslekten ihracına yönelik düzenlemeler getiriliyor.

Bugüne kadar Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün kademelerinde, bakanlık teşkilatından, okullara kadar her alanda yoğun siyasi bir kadrolaşma kurumsallaşmış durumda. Kamunun her alanında olduğu gibi, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde de liyakat değil, siyasi nitelik, taraf olma durumu belirleyici hale gelmiş bulunuyor, bunu kalıcı ve yapısal kılmak için "Milli Eğitim Akademisi" kurulması öngörülmekte! Böylece bu akademide  başarılı sayılmak, mesleğe atama için temel kriter haline getiriliyor. Eğitim Fakültelerinin işlevi ortadan kaldırılıyor.

Türkiye Maarif Vakfı'na bütçe var, öğretmene yok!

Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi bu yıl için 1 trilyon 619 milyar 907 milyon 408 bin lira! Bakanlık, bu paradan Türkiye Maarif Vakfı'na bu yıl 5,7 milyar lira aktaracak! Vakfa, 6 yılda 564 milyon dolar aktarılmış. 2016'da kurulan vakfın yöneticileri “huzur hakkı” adı altında 2021 itibarıyla çift maaş alıyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı cemaat bağlantılı vakıflara bütçe yetiştirebilirken öğretmen atamalarına para olmadığı söylenebiliyor! Milli Eğitim Bakanı’nın yılın başında öğretmen ataması ihtiyacını 68 bin olarak ifade etmesine karşın bu yıl 20 bin öğretmen ataması yapılıyor. 2023’te atama için KPSS başvurusu yapan öğretmen sayısı ise 572 bin. Ataması yapılmayan öğretmen sayısı yaklaşık 1 milyon. Özel okullarda asgari ücret düzeyinde istihdam edilen öğretmenlerin sayısı yaklaşık 200 bin; MEB bünyesindeki okullarda “sözleşmeli”, “ücretli” çalıştırılan öğretmen sayısı ise 100 bin civarında.

Yirmi bir yıldır çok sistemli bir şekilde, siyasal İslamcı anlayışın, toplumsal alanın bütününü teokratik bir temelde yapısal, kurumsal ve işlevsel değişimini parça parça gerçekleştirmesine tanık oluyoruz! Milli Eğitim Bakanlığı eliyle, eğitim sistemi belli bir siyasal-ideolojik temelde adım adım dönüştürülüyor ve yapılandırılıyor.

  • Bilimsel, laik, çoğulcu, eleştirel, kamusal, karma eğitim yok ediliyor. Devlet-kamu eğitimi değersizleştiriliyor ve sistematik olarak, bu alan cemaatlere bırakılmak isteniyor. 
  • ÇEDES ve benzeri protokollerle tarikat, cemaatlere, medreselerle paralel eğitim alanı inşa ediliyor!
  • Bütünüyle imam hatip esaslı bir içerik dayatılıyor.
  • Laik, bilimsel eğitimi temel alan Eğitim Birliği Yasasının canına okunuyor!
  • Cinsiyet eşitliğine karşı çıkan kadın karşıtı anlayışın hamleleriyle kızların okula gitmesine engel oluşturacak her adım, ailelerin hassasiyeti bahanesiyle yaşama geçiriliyor!

Müfredat değişiklikleriyle din dersi ve içeriklerinin sürekli arttırıldığı süreçte gelinen noktada; program felsefesi ve hedeflenen öğrenciyi yetiştirecek, beceri örgüsü ve çerçevesi, kavramsal ve alan becerileri, okuryazarlık, eğilim ve fiziksel beceriler ile erdem değer eylem modeli ve sosyal, duygusal öğrenme becerileri ile belirli bir din anlayışı eğitimi sistematize edildi ve toplumsal itirazlara karşın "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adı altında dayatıldı!

Kurtuluş Savaşı ve devrim tarihi, devrim ve cumhuriyet ilkeleri ile felsefesi, müfredattan çıkarılmaya, başka bir tarihsel hafıza oluşturulmaya çalışılıyor. Pozitif bilim ders saatleri düşürülüyor, felsefe, mantık gibi birey iradesini bilgi temelinde özgürleştiren, doğru karar verme süreçlerini öğreten bilim alanları kaldırılıyor!

Öğretmenlerin sesine ses verin, bu sesi Meclis duysun! Yoksa kaybeden, tüm toplum olacak. 

"Bazı insanlar bilimin sadece etrafımızdaki teknolojiden ibaret olduğunu sanıyorlar. Hayır! Bilim bundan çok daha derindir. Bilim, bilimsel düsünce ve bilimsel metot, insan türünün neyin güvenilir bir şekilde doğru olduğunu anlamak için geliştirmeyi başardığı tek felsefi yapıdır." (Harry Kroto, kimyager, Nobel Ödülü sahibi) 

Bu yapıyı kaybeden toplumun geleceği olamaz!

Unutmayın, öğretmenler, bu "felsefi yapının" ilk adımını keşfetmemizi, ona ulaşma olanaklarını kullanmamızı bize öğretenlerdir.

* Hukukçu/Akademisyen

                                                               /././

Kaynağı belirsiz, gizemli kroki köyü karıştırdı: 'Bu plan doğruysa biz köyü terk edelim' -Özkan Öztaş-

Ordu'nun Mesudiye ilçesindeki köylüler, bölgede yapılması planlanan maden projesine karşı tepkili. Köy muhtarına ulaşan bir kroki, köylüler arasında büyük bir endişeye yarattı.

Ordu'nun Mesudiye ilçesinde yaşayan köylüler, bölgede yapılması planlanan maden projesine karşı tepkilerini dile getiriyor. Güzelce köyü muhtarına ulaşan bir kroki, köylüler arasında endişeye neden oldu. Çünkü gündem olan maden projesi hayata geçerse, köylüler için tek seçenek köyü terk etmek.

Konuya dair soL’a konuşan bir köy sakini, durumu şu sözlerle anlattı: "Köy muhtarının eline bir kroki geçmiş. Kimisi kroki Bakanlıktan geldi diyor kimisi İl Çevre Müdürlüğü'nden. Nerden çıktı bu kroki kimse bilmiyor. Bunun üzerine kaymakamlığa ve il müdürlüğüne gitmişler. Önce bahsedilen alan için bir başvuru olmadığı söyleniyor. Haritayı gördükten sonra Favori isimli şirketin ruhsat almak için bir başvuru yaptığı fakat bunun değerlendirme aşamasında olduğunu söylüyorlar. Köylüler bir dilekçe ile bilgi alma başvurusu yapıyorlar. Anlaşılan o ki böyle bir talep var ama henüz resmiyet kazanmamış. Eğer proje hayata geçerse köylüler perişan olur"

Köylüler bilgi talep ediyor ama herkes susuyor

Ordu'nun Mesudiye İlçesi'ne bağlı Güzelce köyü sakinleri ortada dolaşan dedikodu düzeyindeki bilgilere, İl Çevre Müdürlüğü'nce verilen "Bir başvuru var ama net bir şey yok" yanıtı karşısında çaresizce beklediklerini belirtiyor. 

Köylülerin yaşadığı belirsizlik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın e-CED sitesine erişim sağlayamamaları ile daha da artmış. Köylüler, "Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın e-CED sitesinden aynı şirketin bölgede yaptığı diğer projeleri görebildiğini duydum ama maalesef ben siteye giremiyorum. Bizim köyle ilgili proje henüz buraya düşmemiş herhalde, henüz izin verilmemiş. Köyün dernek başkanı gidip konuştukları için başvuruyu geri çekmiş olabilirler diye düşünüyor" diyerek bilgiye erişimde yaşadıkları zorlukları dile getirdi.

Sosyal medyada ve köylüler arasında gündem olan belgelerde ilgili maden sahası için hazırlanan ÇED raporunun taslakları yer alıyor

Rüzgar türbinleri ve yeni maden tehdidi

Köy muhtarı Cemal Taşlıçukur da konuya dair endişelerini dile getirdi. soL'a konuşan muhtar "Buraya daha önce de rüzgar türbini yaparak meralık alanlarımızın önemli bir kısmını elimizden aldılar. Şimdi de bu madenden söz ediyorlar. Eğer bu da hayata geçerse ciddi manada burada yaşayamayacağız. Tarım ve hayvancılık yapan köylülerin ellerinden meralar ve tarım arazileri alınırsa buradan taşınmak zorunda kalırız. Yetkililerden bu soruna dair resmi bir açıklama yapmalarını ve burada yaşayan vatandaşları korumalarını rica ediyoruz" dedi.

Köy dernek başkanı, köylüleri bilgilendirmek için bir etkinlik düzenleyeceklerini ve Ordu Çevre Derneği başkanını konuşma yapması için davet edeceklerini belirtti.

Geçmişteki maden krizleri

Bu olay, Ordu'da daha önce yaşanan maden krizlerini hatırlatıyor. Örneğin, Perşembe yaylasında geçen yıl aynı şirket tarafından yapılan siyanürle maden çıkarma başvurusu büyük tepkilere yol açmış ve kampanyalar düzenlenmişti. Bu başvurunun geri çekilmesi için büyük bir kamuoyu baskısı oluşmuştu.

Geçmişte yaşanan olaylardan ötürü, köylüler ve çevre dernekleri, Mesudiye’deki maden projesine karşı da benzer bir mücadele başlatmaya hazırlanıyor.

                                                                   /././

Öğretmenler Meclis önünde, valilik yasak peşinde: 'Sorunu anladıklarında iş işten geçmiş olacak' -Özkan Öztaş-

MEB’in hazırladığı Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi meclis gündeminde, eğitim emekçileri ise Meclis önünde nöbette. Eğitim-İş ve Eğitim-Sen süreci soL'a değerlendirdi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bugün, öğretmenler tarafından "mesleksizleştirme kanunu" olarak nitelendirilen Öğretmenlik Meslek Kanunu'nu görüşmeye hazırlanıyor. Öğretmenler ve eğitim sendikaları, yasanın öğretmenlerin haklarını kısıtlayacağı ve mesleki özerkliklerini zedeleyeceği endişesiyle Meclis önünde nöbet tutuyor.

Eğitim ve bilim emekçileri, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun (ÖMK) eğitimdeki sorunları çözmek yerine derinleştireceğini savunuyor. Eğitim-İş Sendikası tarafından yapılan açıklamada, yasanın öğretmenlerin mesleklerini değersizleştireceği ve iş güvencesini tehdit edeceği belirtildi. Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, "Bu yasa, öğretmenleri daha da güvencesiz hale getirecek. Mesleki bağımsızlığımızı ve eğitimde niteliği zedeleyecek" diyerek tepki gösterdi.

Meclis önünde nöbete devam eden eğitim emekçileri bu güne kadar olanları ve önümüzdeki dönemi soL'a değerlendirdi. Günlerdir Meclis önündeki parkta ÖMK'ya karşı eylem yağan meslek örgütlerinden Eğitim-İş ve Eğitim-Sen genel sekreterleri yaşanan süreci soL'a anlattı. 

'Öğretmenler ve veliler bir gün sorunun boyutlarını anlayacak ama korkarım ki iş işten geçmiş olacak'

Eğitim-İş Genel Sekreteri Cengiz Sarıyer, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun (ÖMK) sebep olacağı problemlerin gelecekte daha iyi anlaşılacağını ancak bazı şeyler için geç kalınmış olacağını ifade etti. 

Cengiz Sarıyer, "İktidar, eğitimde müfredatı değiştirerek bilimsel ve laik bir eğitimden ayrı bir program çıkaramadığının farkında. Bu iş sadece içeriği değiştirmekle bitmiyor. Bunu uygulayacak öğretmenlerin de kendisi gibi düşünmesini ve hareket etmesini istiyor. 3 Temmuz'dan bu yana buradayız. Eylemlerimizi yapıyor, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.

Çünkü bu sorun tüm toplumun sorunu. Eğitimde yaşanadan sorunlar ve içerikte yaşanacak gerileme tüm toplumu etkileyecek. Ben 31 yıllık eğitimciyim. Böylesi bir saldırı ve böylesine bir kuşatma tarihte ilk. Okul müdürlerine ve müfettişlere sınırsız yetki verilerek iktidarın eli güçlü kılınmak isteniyor. Ben bu yasaya Öğretmenlik Meslek Kanunu değil ucube yasa diyorum. Sonuçta eğitim ne içindir? İnsanların hayatı, dünyayı, kendisini, ülkesini tanıması ve bunu ilerletmesi, geliştirmesi içindir. Ama mevcut eğitim politikalarının hedefi bu değil.

Mesela ben coğrafya öğretmeniyim. Dünyayı, yer hareketlerini, doğa olaylarını nasıl anlatacağım? Anlattığım şey okul müdürünün hoşuna gitmezse ceza mı alacağım? 20 milyon öğrenciyi ilgilendiren bir durum söz konusu. Aileleriyle temas ettikleri kişilerle birlikte ele alındığında tüm ülke bu. 

İktidar bu sayede bilim yerine kaderi, düşünce yerine inancı egemen kılmak istiyor. Ancak ne yazık ki muhalefetten yeterli bir ses çıkmıyor" diye anlatıyor yaşanan sorunları.

                                                  Eğitim-İş Genel Sekreteri Cengiz Sarıyer

'Amaçları nitelik değil, kendi eğitimcilerini yaratmak istiyorlar'

Eğitim-Sen Genel Sekreteri Zülküf Güneş, iktidarın aslında bu yasayı gündeme getirerek başarısızlığını da itiraf ettiğinin altını çiziyor.

Güneş şunları söyledi:

"Şimdi bu yasa öğretmenlere ne getirecek, mesleki olarak nasıl katkılar sağlayacak kısmını geçiyorum. Zira böyle bir katkısı yok zaten taslağın. Ama şuna dikkat çekmek istiyorum. Şimdi iktidar nen diyor? Diyor ki bir Öğretmen Akademisi kuracağım, sonra da buradan mezun olanları eğitim vermesi için göreve çağıracağım. Peki eğitim fakülteleri? Bu durumda eğitim fakülteleri nitelikli öğretmen yetiştiremiyor demiş olmuyor musunuz?

Hadi diyelim ki eğitim fakülteleri nitelikli eğitimciler yetiştirmiyor. Diyelim ki bunda iktidarın da bir suçu, günahı yok. Tamam ama Öğretmen Akademisi için nerden görevli alınacak? Yine aynı eğitim fakültelerinden değil mi? Ben geçen gün meclis komisyonunda da ifade ettim. şimdiden 5 yıl sonrası için Öğretmen akademisinin akademisini kurmak için adım atın. Zira durum buysa bu kurgu da beş yıl sonra çökecektir. 

Esas dertleri bu değil. Kendi düşünce iklimine uygun eğitimciler istiyorlar. Bunu var etmek için çalışıyorlar. Çünkü biliyorlar ki mücadele eden, bilimden ve insanlıktan yana eğitimciler var oldukça müfredatlar da diledikleri gibi sonuçlar vermiyor. Mevcut durumda okullardaki her şeyi AKP belirliyor. Kim olacaklarını, nasıl giyineceklerini, nasıl konuşacaklarına kadar iktidar belirliyor. Çaycısından, kantincisine, müdüründen personeline kadar. Ama bir tek eğitimcilere söz geçiremiyor. İşte bunun için de bu adımları atıyorlar.

Mesela 8 Temmuz, yani içinden geçtiğimiz bugünler TÖS’ün kuruluşunun 59. yıl dönümü. Fakir Baykurt’un ilk genel başkanı olduğu TÖS, eğitim emekçilerinin bu topraklardaki ilk sendikasıdır. Ne diyordu Fakir Baykurt? 'Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.' ama iktidar istiyor ki öğretmenler diz çöksün, boyun eğsin. Ama bir şey daha var. Fakir Baykurt'un bir sözü yine. Fakir Baykurt öğretmenleri mutlu olan toplumlarda mutlu bireyler yetiştirildiğine işaret ediyordu. Tam da bu. İktidar atama bekleyen bir milyon eğitimciye diyor ki uğraşmayın, gibin başka işlerde çalışın. Kazansan atanması dert, atansan meslek yasası dert. Öğretmen Akademisi'ne giren eğitimciye verecekleri para asgari ücretten az. Eğitimcilere iş vermeyenler eğitimcilerden vazgeçmesini talep ediyor adeta"  

                                                Eğitim-Sen Genel Sekreteri Zülküf Güneş

Valilik yürüyüşü yasakladı

Öğretmenlerin Meclis’e yürüyüş düzenlemek istemesi üzerine Ankara Valiliği, Eğitim-İş'in planladığı yürüyüşü yasakladı. Valilikten yapılan açıklamada, "Kamu düzenini bozabileceği ve güvenlik riski oluşturabileceği" gerekçesiyle yürüyüşe izin verilmeyeceği belirtildi.

Eğitim-İş Sendikası ise bu yasağa rağmen öğretmenlerin demokratik haklarını kullanarak seslerini duyuracaklarını ifade etti.

Öğretmenler, daha önce de çeşitli eylemlerle Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı tepkilerini dile getirmişti. Geçtiğimiz haftalarda yapılan basın açıklamaları ve mitinglerde öğretmenler, mesleki haklarını savunmak için kararlılıkla mücadele edeceklerini ifade etmişlerdi.

Öğretmenlerin bu mücadelesi, hem eğitim alanındaki sorunlara dikkat çekmek hem de mesleki haklarını korumak adına önemli bir adım olarak görülüyor. TBMM’nin bugün yapacağı görüşmelerde, öğretmenlerin taleplerinin ne ölçüde dikkate alınacağı merakla bekleniyor.

                                                            /././

Nurcuların gerici vakfı yaz okulu için MEB'le protokol yaptı -UTKU BEYCAN-

GVA'nın ardından bir yaz okulu haberi de Nursi'nin katibinin vakfından geldi. Gerici vakıf Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol yaptı.

Nur Cemaati'nin "Yazıcılar" kolunun vakfı olarak bilinen "Hayrat Vakfı" birçok ilde yaz okulu açıyor. Vakfın sosyal medya paylaşımlarından, yaz okullarının Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile imzalanan bir protokol çerçevesinde açıldığı anlaşıldı. Özellikle eğitimde etkin bir pozisyonda bulunan vakfın kurucusu ise, Said Nursi'nin risalelerini kaleme alan ve Nurcular içerisinde "üstad-ı sani" unvanıyla bilinen Ahmet Hüsrev Altınbaşak.

MEB'le dikkat çeken yakınlık

Eğitim alanında oldukça etkin olan vakıf, yaz okulunu Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı protokol çerçevesinde başlattı. Vakıf daha önce Kızılay'la imzaladığı protokolle, Arnavutköy'de açtığı öğrenci yurduyla, MEB izniyle faaliyetlerini okullarda duyurması ve kaynak toplamasıyla biliniyor.

2023 yılında yine MEB ve Uluslararası Eğitimciler Derneği'yle imzaladığı protokolle "Aydınlık Yarınlara" isimli yarışma için kitap basan vakıf, ayrıca Ensar Vakfı'ndaki tecavüz skandalının ardından vakfa destek açıklamasında bulunan 25 sivil toplum kuruluşundan biriydi. 

Yaz okulundaki "kursların" 4 Ağustos'a kadar süreceği duyuruldu. Vakfın duyurusuna göre ilkokul üçüncü sınıftan üniversite son sınıfa kadarki yaş grubunu kapsadığı söylenen kursta ilk iki kurda Kuran, üçüncü kurda ise Osmanlı Türkçesi öğretilmesi planlanıyor.

Vakfın kurucusu Nursi'nin göz bebeği

Vakfın kurucusu Ahmet Hüsrev Altınbaşak, Said Nursi'nin risalelerini kaleme alan müritlerinden biri. Diyanet Vakfı Ansiklopedisi'nde yazanlara göre Nursi'nin "özel bir saygı beslediği" Altınbaşak, Nurcular içerisinde "üstad-ı sani" unvanıyla biliniyor.

'Hiçbir dernek, vakıf, cemaat, tarikat eğitim sistemimize ortak edilmemeli'

Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Genel Başkanı Kadem Özbay, Türkiye'de dinci vakıfların kurduğu yaz okullarındaki artışı yorumladı. Özbay, MEB'in bazı tarikat ve cemaatlere bağlı vakıflarla yaptığı protokoller çerçevesinde okullarda yaz okulu çalışmaları başlatmasının ve bu çalışmaları öğretmenler üzerinden tanıtmaya ve yaymaya çalışmasının "endişe verici" olduğunu söyledi:

"Geçmişte ÇEDES ve benzeri projelerde de tecrübe ettiğimiz gibi, eğitim sistemi, asli görevlerini yerine getirirken, alanında uzman olmayan kişilerin ve yapıların dahil edilmesi, bilimsel ve laik eğitimi zedelemekte, ideolojik ve siyasi propagandaya alan açmaktadır. Bu durum, yalnızca eğitim sisteminin değil, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın da istismarına yol açmaktadır. Düşük gelirli ailelerin çocuklarının da bu kurslarda yazı geçirebileceği endişesi taşıyoruz."

"MEB'in, siyasi ve ideolojik kaygılardan uzak durarak, asli görevini yerine getirmesi ve eğitim sistemini liyakat ve ehliyete dayalı bir temele oturtması elzemdir. Eğitimcilerimiz, siyasi ve ideolojik baskılardan arınmış bir ortamda, mesleklerinin etik ilkelerine uygun şekilde görevlerini yerine getirebilmelidirler" diyen Kadem Özbay, MEB'in atması gereken adımlarıysa şöyle sıraladı:

  • Hiçbir dernek, vakıf, cemaat, tarikat eğitim sistemimize ortak edilmemelidir.
  • Yaz okulu çalışmaları, eğitim bilimi ve pedagoji alanında uzman kişiler tarafından yürütülmelidir.
  • Eğitimciler, siyasi ve ideolojik baskılardan korunmalı, mesleki özerklikleri gözetilmelidir.
  • Eğitim sistemi, liyakat ve ehliyete dayalı bir temele oturtulmalı, siyasi ve ideolojik propagandaya yer verilmemelidir.

'Çocukları radikal örgütlerin ağına sürükleyebilir' 

Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği üyesi, psikiyatrist Uzman Dr. Eren Ezgi Gevher Avcı ise yaptığı açıklamada cemaatlerin eğitim alanındaki etkinliğinin, tarikatlar içerisinde çocuklara karşı işlenen suçların artmasıyla sonuçlandığını belirtti.

Tarikatların bağımsız programlarına adapte edilen çocukların toplumsal kurallardan soyutlandığını ve kendilerine karşı işlenen suçları ayırt edemediğini ifade eden Gevher, "İktidarın toplumu İslamcılık üzerinden dizayn etmek ve yönetmek için kullandığı en baskın ideolojik aygıtlarından birisi tarikatlardır" dedi.

"Bu yapılar, TÜGVA ve TÜRGEV gibi çatı örgütler aracılığıyla doğrudan kurumsal bağlantılarla iktidarın dokunulmaz bir parçası haline gelmiştir. Bugün tarikatların pedagojik açıdan yol açabileceği en önemli sorunlar, aslında sahip oldukları dokunulmazlığın doğal sonucudur. Devletin denetim ve eğitim sorumluluğunu tarikatlara devretmesi, son dönemde bu yapılar içerisinde çocuklara karşı işlenen suçların artması ile sonuçlanmıştır. Tarikatlar, kendine özgü yapısal organizasyona sahip, tıpkı bir devleti çağrıştıran bağımsız bir programa, bir sözleşmeye sahiptir. İslam'ı referans göstererek belirlenen kanunlar çerçevesinde bir müfredatı, programı ve ceza sistemi vardır. Bu müfredattaki dinî kurallarla belirlenen yapı içerisinde gelişen bireyler zamanla gerçek toplumsal yapıya yabancılaşır, toplumla ilişki kuramayan bireyler haline gelir. Bu dışlanmışlık, özellikle ergenlik döneminde çocukları radikal örgütlerin ağına sürükleyebilir."

'Sorgulayıcı bilinçten geriye kalan ne varsa sürekli bastırılır'

Bu yapılara ebeveynlerin de tabi olması nedeniyle, çocukların kendilerine karşı işlenen suçları çoğu zaman ayırt edemediğine, ayırt edebilse bile ifade edemediğine dikkat çeken Avcı, çeşitli skandallar yoluyla ortaya çıkabilen suçlarınsa aile tarafından gizlenmeye çalışıldığını belirtti.

"Tarikatlar içerisindeki çocukların sahipsizliğinin bir örneğini Antalya'da bir tarikat yurdunda yaşanan vahşi cinayette, ebeveynin tarikatı koruyan tutumunda gördük. Bu yapılar içerisinde yetişen çocukların zihninde oluşan otorite imgesiyle kurdukları ilişki, tam bir teslimiyet ve itaat gerektiren, çocuğun benlik sınırlarını, bireyselliğini ve öz saygısını yok eden bir ilişki türüdür. Teslimiyetin küçük yaşta tesis edilmesi, en azından bu topluluklarda işlenen suçları örtbas etmek için zaruridir. Çocuklar bu teslimiyetinin yetersiz olduğu durumlarda sık sık uyarılır ve daha fazla adanmaya davet edilir. Bu ortamda sorgulayıcı bilinçten geriye kalan ne varsa, ortadan kaldırılması gereken bir hastalık gibi sürekli bastırılır. Yetişen bireyler, sadece bu yapılar içerisinde yaşayabilecek insanlara dönüşürler. Dolayısıyla bu yapıları koruyabilmek için gerektiğinde suç işleyebilirler.

Devletin kurumsal bağlarının verdiği güçle, sivil toplum yapıları aracılığıyla alan bulan bu İslami tandanslı derneklerin amacının eğitim, bilgilendirme veya öğrenim değil, bütünsel endoktrinasyon olduğu akılda tutulmalıdır."

                                                               /././

Türkiye'nin Afrika Boynuzu serüveni (I): Dört koldan Etiyopya'ya hücum -Yalçın Cuğ-

Etiyopya ve Somali arasında arabuluculuk görevi üstlenen Türkiye, iki ülkede de oldukça faal. Türkiye'nin Afrika Boynuzu'ndaki serüveninin ilk bölümünde Etiyopya'yla kurduğu ilişkileri irdeliyoruz.

Yılın ilk ayında Etiyopya ile Somaliland bir mutabakat zaptına imza attı. Anlaşma kapsamında denize kıyısı olmayan Etiyopya Kızıldeniz'e erişim sağlayacak, Somali'ye karşı tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Somaliland ise ilk defa bir devlet tarafından tanınacaktı.

Söz konusu süreç, yani Somali'den kopan yeni oluşumun tanınma ihtimali, Etiyopya'yla Somali arasında krize neden oldu. Karşılıklı diplomatik adımlar atıldı, uluslararası siyaset sahnesinde mevziler kazanılmayı çalışıldı...

Geçtiğimiz günlerde konuya dair yeni bir gelişme yaşandı. Somali ve Etiyopya'nın dışişleri bakanları, Ankara'da gerçekleştirilen bir toplantıda bir araya geldi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın arabuluculuğunu üstlendiği görüşme sonrasında iki komşu devlet, ihtilafların çözüme kavuşturulması ve bölgesel istikrarın sağlanması amacıyla diyaloğu sürdürme kararı aldı.
Toplantının ardından gerçekleştirilen ortak basın toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın sözleri dikkat çekiciydi: "Biz bugün kendimizi çok imtiyazlı bir pozisyonda buluyoruz. Her iki tarafın, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gösterdiği en üst seviyedeki güven ve vermiş oldukları yetki, bizim doğru yolda olduğumuz inancımızı güçlendiriyor."

Afrika kıtasındaki iki komşu devlet neden diplomatik krizlerini çözmek için Ankara'da bir araya geldi? Türkiye bu denklemde nasıl bir konuma oturuyor? Türkiye'nin, Etiyopya ve Somali'nin bulunduğu Afrika Boynuzu'ndaki çıkarları neler?

Bu ve çeşitlendirilebilecek soruların cevabı Türkiye'nin Afrika serüveninde saklı. O zaman Etiyopya ile başlayalım...

Cemaat'ten boşalan alan Maarif Vakfı'yla dolduruldu

Türkiye her ne kadar Etiyopya'yla olan "dostane" ilişkilerini Osmanlı Devleti üzerinden yüzlerce yıl öncesine dayandırsa da ülkeler arası ilişkiler uzun bir süre sekteye uğradı. 1984 yılında Derg rejimi ile kesilen ilişkiler, 2006 yılında tekrar kuruldu. 

Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihli Gülenci darbe girişimine kadar Afrika'daki varlığını, büyük oranda sermaye sınıfı ve cemaat üzerinden sürdürdü. Darbe girişiminin ardından kıtadaki faaliyetleri sekteye uğrayan Türkiye'nin ilk hamlesiyse cemaatin yerine geçmek için attığı diplomatik adımlar oldu. 

Söz konusu diplomatik adımlar kapsamında Türkiye'nin Afrika devletlerinden iki temel talebi oldu. Birincisi şüphelilerin Türkiye'ye iade edilmesi, ikincisi de cemaatin örgütlenme ve gelir kaynağı olan okul, dernek, hastane gibi kurumlarının Türkiye'ye devredilmesi.

Türkiye'nin taleplerine çeşitli geri dönüşler yapıldı. Kimi ülkeler bu talepleri reddetti, kimileri dostluk mesajlarının ardından cemaatin faaliyetlerine göz yumdu. Etiyopya ise ülkesindeki cemaat yapılanmasına müdahale eden ülkeler arasında yer aldı. 

Etiyopya hükümeti darbe girişiminden birkaç ay sonra Cemaat'e ait tüm mal varlıklarının Türkiye'ye teslim edilmesi yönünde karar aldı. Alınan hızlı karara karşın, Cemaat tarafından "Rainbow (Gökkuşağı) Derneği" çatısı altında kurulan ve içerisinde anaokulundan liseye kadar tüm kademelerde eğitim verilen "Intellectuals Schools (Entellektüeller Okulları)" ve "Rainbow Schools (Gökkuşağı Okulları)" isimli okulların devredilmesi bu kadar hızlı gerçekleşmedi.

2019 yılında okulların bir kısmının Türkiye Maarif Vakfı'na devredilmesinin ardından okul isimlerinin ve sahipliğinin sık sık değiştirilmesi ve eyaletler düzeyindeki mahkeme süreçleri nedeniyle geriye kalan okulların devri uzadı. Sürecin sonunda ülkede Cemaat'in elinde kalan 4 farklı kampüsteki 11 okul, 2021 yılında Türkiye Maarif Vakfı'nın kullanımına geçti.

Etiyopya'daki ilk faaliyetlerine 2018'de başlayan ve Etiyopya Uluslararası Maarif Okulları'nın ilk şubesini 2019'da açan Vakıf, devraldığı ve açtığı yeni okullarla çalışmayı sürdürüyor. Etiyopya Uluslararası Maarif Okulları'nın güncel olarak 4 farklı bölgede 7 kampüsü bulunuyor. Söz konusu okullarda ise 3 bin 430 öğrenci eğitim görüyor.

Maarif Okullarının ders programında Türkçe dersleri de bulunuyor. Türkçe öğretimi ders dışı etkinlikler, kulüp faaliyetleri ve Türkçe'nin pratik kullanımını amaçlayan faaliyetlerle destekleniyor. Vakıf, lise mezunu öğrenciler arasında B2 seviyesinde Türkçe diline hakimiyet sağlamayı amaçlıyor ve Türkçe'ye hakim olan öğrencilere burslu olarak Türkiye'de yüksek öğrenim görme fırsatı sunuluyor.

Parola: 'Kazan kazan'

Yayılmacı bir çizgi izleyen Türkiye kapitalizmi için önemli bölgelerden biri Afrika kıtası. Ki Afrika'yla ilişkiler hakkında açıklamada bulunan neredeyse her bürokratın kullandığı "kazan kazan" ifadesi de bu bağlamda bir hayli dikkat çekici.

2010’dan 2019'a kadar yılda ortalama yüzde 9,4 büyüme oranıyla Afrika'nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olan Etiyopya da bu açıdan Türkiye için önemli pazarlardan birisi.

Türkiye sermayesi, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2015 yılında Etiyopya'ya gerçekleştirdiği ziyaretten yalnızca 1 ay sonra ülkeye ilk büyük ölçekli girişi gerçekleştirdi. Öncü kuvvet, AKP'nin Afrika'daki imar bakanlığı rolünü üstlenen Yapı Merkezi Holding oldu. Holding'in Etiyopya hükümetinden aldığı 1,7 milyar dolarlık ihale, Türk şirketlerinin yurtdışında herhangi bir ortak olmadan üstlendiği en büyük meblağa sahip işlerden biri oldu.

389 kilometre uzunluğundaki Awash Waldia ile Hara Gabaya bölgesi arasındaki demiryolunun, 12 tünel, 51 köprü, 14 üst geçit ve 1 alt geçit, 9 istasyon ve bakım hatlarıyla 447 kilometreyi bulması planlanıyordu. Yapı Merkezi Holding'in 2015 yılında başladığı projenin 42 ayda tamamlanması planlanırken, holdingin sitesinde yer alan bilgilere göre inşaat hâlâ devam ediyor. Ayrıca Türk Eximbank da proje için yüz binlerce dolar kredi sağladı.

Türkiye sermayesi, Yapı Merkezi ile giriş yapılan Etiyopya pazarına yönelik faaliyetlerini de yıllar içerisinde geliştirerek devam ettirdi. İnşaat, tekstil, sanayi, turizm ve hizmet alanı başta olmak üzere 200'den fazla şirketle Etiyopya'nın hemen hemen her bölgesinde yatırımları bulunan Türkiye, 2020 yılında Etiyopya’da en fazla yatırımı olan ikinci yabancı ülke konumuna geldi. 2020 yılında yaklaşık 2,5 milyar dolarlık yatırımla Türkiye'nin Afrika kıtasındaki yatırımlarının yarısı Etiyopya'da bulunuyordu.

Türkiye'nin Etiyopya'ya ihracatının 300 milyon dolar seviyesine yükseldiği 2021 yılında, iki ülke arasında su, askeri ve finansal konularda işbirliği içeren anlaşmalar imzalandı. İhracat seviyesi bir yılda yüzde 20 artış göstererek 360 milyon dolara ulaştı. 2023 yılında da bu büyüme trendi devam etti ve ihracat 400 milyon doları geçti.

Düzenli aralıklara Anadolu Ajansı'na demeçler veren Türkiye'nin Addis Ababa Büyükelçisi Berk Baran'ın da bu dönemde üzerinde durduğu ve sıkça tekrarladığı başlık "ticari potansiyel" oldu:

"İki ülke arasındaki hem ticari ilişkilerin hem ekonomik ilişkilerin daha da artması için müthiş bir potansiyel var burada. Etiyopya yükselen değer, Doğu Afrika'nın merkezinde. Bu ilginin daha da artacağını düşünüyorum. Türk yatırımcı buraya geldiğinde öncelikle çok büyük hedefleri olmaması lazım. Sadece Addis Ababa değil, Addis Ababa dışına da çıkmaları lazım. Burası çünkü bir etnik federasyon, diğer bölgelerdeki fırsatları da görmeleri gerekecek. Dolayısıyla biraz emek vermeleri gerekecek. Buna hazır olmalarını tavsiye ediyorum. Ülkede bir inşaat patlaması var. Bu ülkede çelik ile inşaat malzemeleri alanında çok yüksek bir potansiyel var."

Büyükelçinin sözlerinin yanı sıra Türkiye sermayesinin temsilcileri de sık sık Etiyopyalı bürokratlar ve patronlarla bir araya geliyor. Başını TÜSİAD ve MÜSİAD'ın çektiği çeşitli patron örgütlenmeleri, Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda gerçekleştirilen organizasyonlarda Etiyopya pazarındaki konumlarını güçlendiriyor.

MÜSİAD tarafından bu yıl düzenlenen Türkiye – Etiyopya İş ve Yatırım Zirvesi'nin ardından konuşan Ticaret Bakan Yardımcısı Mustafa Tuzcu, “Türk yatırımcılarına ve iş adamlarına büyük fırsatlar sağlıyor. Özellikle nadir elementler ve madenlerle ilgili olarak kıta tüm büyük oyuncular için önemli fırsatlar sağlıyor. Biz Afrika kıtasıyla olan ticareti Türkiye ekonomik ilişkilerinin en önüne koymuştuk. Burada da 10 kattan fazla ihracatımızı arttırdık’’ değerlendirmesinde bulundu.

İç savaş silah harcamasını artırdı, Bayraktar onur madalyası aldı

Türkiye'nin Etiyopya'ya ticareti bunlarla da sınırlı değil. Son yıllarda askeri sanayiye büyük yatırımlarda bulunan Türkiye, dünyanın en çok silah ihracat eden ülkelerinden birisi konumuna gelirken, Etiyopya'nın da bulunduğu Sahra Altı Afrikası'na en çok silah satan dördüncü ülke oldu.

2019 yılında askeri harcaması 0,54 milyar dolar olan Etiyopya'nın, alana dönük harcamaları 2020 ve 2021 yıllarında düşüş göstererek 0,49 milyar dolara indi. Fakat 2022 yılında söz konusu harcama yüzde 111 artışla 1,03 milyar dolara yükseldi. Yükseliş 2023 yılında da devam etti ve savunma sanayisine 1,23 milyar dolar harcama yapıldı.

Söz konusu harcamanın radikal şekilde artmasının nedeni ise merkezi hükümet ile Tigray Halk Kurtuluş Cephesi güçleri arasında iki yıl süren iç savaştı. 2020 yılının sonlarında başlayan ve neredeyse 2023 yılında sona eren çatışmalar nedeniyle 600 bin kişinin yaşamını yitirdiği, milyonlarca kişinin de yerinden edildiği tahmin ediliyor.

Türkiye her ne kadar bu dönemde "aktif tarafsızlık" politikası izlediğini ilan etse de bu süreçte Etiyopya ile imzalanan anlaşma kapsamında askeri işbirliği konusunda anlaşıldı. 2021 tarihinde imzalanan anlaşma dahilinde askeri personelin eğitilmesi, iki ülke silahlı kuvvetleri arasında ortak tatbikatların yapılması, savunma sanayiinde işbirliği, orduların teşkilat yapısının iyileştirilmesi, istihbarat-muhabere-elektronik sistemler ve lojistik gibi başlıklarda işbirliği yapılması kararlaştırıldı.

Ayrıca söz konusu dönemde Etiyopya'ya Baykar üretimi Bayraktar TB-2 insansız hava aracı satışı gerçekleştirildi. Satışı gerçekleştirilen İHA'ların Tigray bölgesinde kullanılması ise Etiyopya'ya silah kısıtlaması uygulayan ABD ile Türkiye arasında gerilime neden oldu.

Aralık 2023’te Etiyopya Hava Kuvvetleri’nin kuruluşunun 88. yıldönümü vesilesiyle düzenlenen etkinliklere katılan Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar'a, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali’nin huzurunda, Genelkurmay Başkanı Mareşal Birhanu Jula ve Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Yilma Merdasa tarafından Onur Madalyası verildi. Böylece söz konusu madalya da ilk defa Etiyopya dışından birisine takdim edilmiş oldu.

Öte yandan Baykar'ın Etiyopya'ya İHA satışı devam ediyor. Kamuoyuna yansıyan son haberlere göre Baykar en son bu yılın ilk ayında ülkeye Akıncı TİHA teslimatı gerçekleştirdi. Söz konusu teslimatta ROKETSAN tarafından üretilen MAM serisi mühimmatlar da yer aldı. Teslimatta kaç adet Akıncı TİHA yer aldığına dair bilgi ise mevcut değil.

Etiyopya'nın ulusal ve Hava Kuvvetleri kapasitesinin artırılmasına ve geliştirilmesine sunduğu katkılar nedeniyle onur madalyası takdim edilen Haluk Bayraktar, Etiyopya Hava Kuvvetlerinin 88. kuruluş yıldönümü etkinliklerinde.

Türkiye'nin ülkedeki ayaklarından TİKA: İlk ofis Etiyopya'da açıldı

Türkiye'nin Addis Ababa Büyükelçisi Berk Baran, hükümet burslarının, Maarif Vakfı faaliyetlerinin ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından yapılan yardımların ülkeler arasındaki ticari ve diplomatik ilişkilere büyük katkılar sunduğunu belirtiyor.

Keza devlet kurumları ve hükümet destekli kurumlar Etiyopya'da oldukça faal durumda. Kurumlar aracılığıyla ülkede çeşitli sektörlerde mesleki eğitimler ve farklı alanlarda yardımlar gerçekleştiriliyor. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı TİKA da Afrika'daki ilk ofisini 2005 yılında açtı. TİKA Addis Ababa Program Koordinatörü Enver Resuloğulları, "19 yılda Etiyopya'da eğitimden sağlığa, üretimden idari ve sivil altyapının geliştirilmesine kadar 200'e yakın proje ve faaliyet gerçekleştirmiş bulunmaktayız" açıklamasında bulunurken, kurum tarafından son yıllarda Etiyopya'da gerçekleştirilen projelerin sadece bir kısmı şöyle:

  • Necaşi Türbesi ve Harar’daki Osmanlı Konsolosluk binasının restore edilerek koruma altına alınması,
  • Awassa bölgesinde arıcılığın ve balıkçılığın geliştirilmesine yönelik projeler ve ekipman desteği,
  • "Erenler Sofrası" programı kapsamında, Etiyopya'da ihtiyaç sahiplerine gıda yardımı
  • TRT işbirliğiyle Gençler için Gazetecilik eğitimi,
  • Yaklaşık 3 bin kişiye hizmet veren Tikur Anbessa Hastanesi'nin sağlık merkezinin yenilenmesi ve çeşitli sağlık kurumlarına tıbbi malzeme desteği,
  • Helal belgelendirme ve helal akreditasyon eğitimi,
  • Kadın istihdamı amacıyla “Yeniden Kullanılabilir Hijyenik Ped Üretim Projesi” kapsamında üretim atölyesi kurulması,
  • Kızılay işbirliğyle afetlerle mücadele eğitimleri.
    Büyükelçi Baran’ın değindiği konulardan birisi de Türkiye’den ithal edilen diziler: “Sırf o dizileri izleyerek kendi kendine Türkçe öğrenen, aynı diziyi ondan sonra sosyal medyada izleyip Türkçe öğrenen Etiyopya halkı var. Siz orada onlarca sergi yapsanız bu kadar tanıtamazsınız. Mesela, meşhur ince belli çay bardağımız diziler sayesinde çok popüler. Türkiye'den geliyor.” (Fotoğraf: "Diriliş Ertuğrul" dizisinin oyuncusu Emre Üçtepe, Türkiye Diyanet Vakfı'nın organizasyonu ile gittiği Etiyopya'da.)

Diyanet ilan etti: Artık Antalya ve Addis Ababa kardeş şehir

Ülkede TİKA'nın yanı sıra aktif olan bir başka kurum da Türkiye Diyanet Vakfı (TDV). Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı geçtiğimiz aylarda Antalya ve Addis Ababa şehirlerini kardeş şehir ilan etti.

TDV'nin en önem verdiği projelerden birisi de "yetim aileleri kalkındırma". “Unutursan Yetim Kalır” isimli projeye dair açıklamada bulunan Etiyopya Addis Ababa Din Hizmetleri Müşaviri Yaşar Çuhadar, birkaç ay önce "Etiyopya‘da yetim kalkınma projeleri hazırlayarak yetim aileler için iş projelerini hayata geçirdik. Yetim aileler için gerçekleştirdiğimiz bu projelerle direk ve dolaylı olarak 10 bin kişiye ulaştık” dedi.

Son proje kapsamında yüzlerce aileye ülkenin ihracat kalemlerinin başında gelen kahveyi işleyebilmeleri için kahve tezgahları ile üretim araçları, yaygın olarak tüketilen incera ekmeğini üretebilmeleri için ekmek makineleri ve hayvancılık yapabilmeleri için de süt keçileri hibe edildi.

Etiyopya'da su kuyusu açma, gıda ve kıyafet yardımı gibi faaliyetler yürüten Vakıf, aynı zamanda bayramlarda ek mesai yürütüyor. “Kurbanını paylaş kardeşinle yakınlaş” sloganıyla bu yıl 79 ülkede kurban hissesi dağıtan Vakıf, Etiyopya’da 42 bin 500 hisseyi ülke genelindeki 34 farklı bölgede dağıttı.

Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı da Diyanet Bursları kapsamında gerçekleştirdiği uluslararası öğrenci mülakatlarını Etiyopya'da da gerçekleştiriyor. Bu yılki mülakatlar Addis Ababa ile Harar’da yapıldı.

Yardım organizasyonlarını genellikle camilerde gerçekleştiren Vakıf, ülkedeki örgütlenmesini de gerçekleştirdiği bu yardımlar vasıtasıyla sağlıyor.

                                                                               /././

Korunan alanda yat limanına iptal kararı -Yusuf Yavuz-

Marmaris’te korunan alanda MUÇEV tarafından inşa edilen yat limanının yapı ruhsatı iptal edildi.

Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı Karaca Mahallesi’nde MUÇEV tarafından kapasite artırımına gidilen yat limanı projesinin yapı ruhsatı Marmaris Belediyesi’nce iptal edildi. Muğla Büyükşehir Belediyesi ile yöre halkının açtığı davanın ardından Mahkeme projeyle ilgili iptal kararı vermişti. Danıştay’ın da onadığı kararın ardından Marmaris Belediyesi’nin önceki dönemde verilen yapı ruhsatını iptal etmesi dikkatleri bölgeye çevirdi. Yöre halkı yapılan tahribatın giderilmesi ve beton ayaklarla antik limanda inşa edilen MUÇEV iskelesinin sökülmesini bekliyor. Proje sahası, antik bir liman olan koyda yer alıyordu.

Yazlık saray koyu kapattı, yatlar için iskele arayışı başladı

Muğla’nın Marmaris ilçesindeki Okluk Koyunda inşa edilen Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayının bulunduğu bölgeye yatların girişine kısıtlama getirilince, koya yakın bölgede bulunan Karacasöğüt iskelesine talep de arttı. Ancak 60 yat bağlama kapasitesine sahip olan bu iskele de taleplere yetersiz kalınca işletmeci kuruluş olan MUÇEV kapasite artışı yapmak için proje hazırladı. MUÇEV dışında özel bir şirketin işlettiği iskele için de kapasite artışına gidildi.

                                                                        Okluk Koyu proje alanı

Proje sahası antik limanda arkeolojik kalıntılar bulundu

Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içerisinde yer alan koy, antik bir limanı da kapsıyordu. Koyda sualtı arkeolojisi açısından önemli kalıntıların olduğu tespit edildi. Bunun üzerine yerel halk ve sivil toplum örgütleri kapasite artışı projesinin geri çekilmesini talep etti. Proje için verilen ÇED Gerekli Değildir kararına karşı ise dava açıldı. Muğla İdare Mahkemesi proje için iptal kararı verdi. Danıştay da Mahkemenin kararını onadı.
                                Muğla İdare Mahkemesi proje için iptal kararı verdi

‘Çok özel korunması gereken alanda yapılaşma büyük risk’

Bu gelişmelerin ardından Marmaris Belediyesi de MUÇEV Karacasöğüt Limanı için önceki dönemde verilen yapı ruhsatını iptal etti. Ruhsat iptalini değerlendiren davacılardan Esra Ünlü, şunları dile getirdi: “Bu kararlar çevremizin ve değerlerimizin korunması açısından haklı olduğumuz yönünde kazanım sağladı. 2,5 yıldır Gökova’nın incisi Karacasöğüt koyumuzu, değerlerimizi korumak için mücadele ediyoruz ve davalarımızı kazanıyoruz. Kırk yılı aşkın yaşadığım bu bölge, Özel Çevre Koruma (ÖÇK) alanı. Karasal ve denizel arkeolojik alan, 1. derece sit alanı, balıkçılığa kapalı üreme alanı, kuş göçleri güzergâhı. Arıcılık ve tarımla geçinen bir tarafı sulak alan sığla ormanları ile bir tarafın basra çam ormanları ile çevrili; altyapısı olmayan bu doğal alanda yapılmak istenen  marina projeleri, kapasite artırımları talepleri veya inşai faaliyetlerin yoğunluğu bu bölgenin her bir değerine geri dönüştürülemez zararlar vermektedir. Her bir işlem karasal yoğunluğu arttıracağından bu durum orman alanlarında ve tarım arazilerinde kamulaştırmaya yol açacağından çok özel korunması gereken bu alanda büyük tehlike büyük riskler taşımaktadır.” 

                                                             Proje alanı

‘SİT alanında denizde inşa edilen demir ayakları sökülmeli’

Bilirkişi raporları ve proje alanındaki kültür varlıklarıyla ilgili Kurul kararlarının göz ardı edilmeden alınan iptal kararının sevindirici olduğunu vurgulayan Ünlü, Marmaris Belediyesi’nin önceki dönem yönetimi tarafından verilen ruhsatın yeni dönemde iptal edilmesinin önemine işaret ederek, “Bu olması gereken sevindirici haberle Marmaris yeni dönem belediye başkanımız Sayın Acar Ünlü’ye de bu vesileyle teşekkür ediyoruz. Sayın Başkanın bundan sonra da çevre konularının üzerinde hassasiyetle eğileceğine, Marmaris’i ormanlarını, koylarını değerlerini koruma önceliği göstereceğine de inancımızı pekiştirmek isteriz. Gökova ve Karacasöğüt de denizimizin ve kıyılarımızın korunması mutlak olmalıdır. Gerek bölge geçim kaynakları gerek az kalan ormanlık alanlarımız ve aracılığımız kültürel değerlerimiz ve mavi yolculuk turizmi açısından da önemli ve hassasiyetle üzerinde durulması gereken bir bölgedir. Ayrıca bu kararla denize beton dökerek yengeç ve ahtapot yuvalarını yok ederek arkeolojik ve doğal sit alanda denize inşa edilen demir ayakların sökülmesini de talep ediyoruz” ifadelerini kullandı.

‘SİT statüleri değiştirildi, Gökova Körfezi tehdit altına girdi’

Gökova Akyaka’yı Sevenler Derneği (GASDER) adına değerlendirmede bulunan Neşe Yüzak ise 1991’de kurulan derneğin Karacasöğüt Limanındaki kapasite artışına yönelik verilen ruhsatın iptali için dava açtığını belirterek şunları kaydetti: “Gökova beldesi ile Akyaka, Akçapınar, Akbük (Sarnıç), Çamlı, Taşbükü, Karaca, Bayır ve Aşağı Bördübet köyleri ve Ören ilçesi kıyıda başlıca yerleşim alanlarıdır. Gökova ÖÇK Bölgesi kıyıları; Muğla İli, Ören, Ula, Gökova ve Marmaris İlçelerinin sorumluluk sahası içerisindedir. Koruma alanının karada önemli bir bölümü aynı zamanda 1. derece doğal sit alanı iken 2016 da sit statüleri ve sınırları değiştirildi. Böylece Gökova körfezini çevreleyen koruma alanlarında da biyolojik, sosyal ve ekonomik bileşenler, risk ve tehdit altına girdi. Turizmde yaşanan gelişmeler ve kovid 19 sonrası kentlerden yaşanan göçler, kıyılardaki korunan alanlarda da baskı yaratmaya başladı. Gökova, ekolojik değerleri yüksek çoğu bölgesi dalışa yasak olan, doğal sit statüsü ve özel çevre koruma statüsünde alanlardan oluşur. Muğla’nın önemli bir değeri olarak korunmayı hak ediyor. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de derneğimiz koruma bilinciyle, doğal ve kültürel değerin bozulmasına yol açan faaliyetleri önlemek için elinden geleni yapacaktır.”

‘Denetimsiz, kaçak iskelenin sökülmesini bekliyoruz’

Marmaris Belediyesi'nin beton ayaklarla denize tesis edilen MUÇEV Limanının ruhsatını iptal etmesinin olumlu bir gelişme olduğunu söyleyen Yüzak, “Karacasöğüt Limanının MUÇEV A.Ş. projesine ait kapasite artışına ilişkin yapılan tahribatın sökülmesinin yanında, denetimsiz kaçak iskelelerinin de sökülmesi için Valiliğimizin, Kaymakamlığımızın ve Marmaris Belediyemizin görevini yerine getirmesini bekliyoruz” diye konuştu.

Danıştay yapı ruhsatını iptal etti

Karacasöğüt Limanı projesine karşı açılan davaların avukatı olan Arzu Alper de bölgenin doğal ve kültürel miras yönünden hassas olduğuna işaret ederek şunları söyledi:

“Bu projede ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı alındığında Marmaris Belediyesi önceki yönetimi dava açarak bu kararı iptal ettirdi. Bunun üzerine ÇED sürecini yeniden başlatan MUÇEV A.Ş. ÇED Olumlu kararı aldı. Bu karar da Muğla Büyükşehir Belediyesi ve bölge vatandaşlarının açtıkları dava ile yürütmesi durdurularak iptal ettirildi. Temyize gidilmesine rağmen temyiz reddedilerek karar kesinleşti. ÇED süreçleri devam ederken Marmaris Belediyesi önceki yönetimi projeye yapı ruhsatı verdi. Ruhsat ile işlem yapmaya çalışılırken ruhsatın geçersiz olması nedeniyle işlemleri durdurup dava açma yoluna gittik.

Karacasöğüt Limanı Kapasite Artışı Projesi yapı ruhsatı iptali için, bölge vatandaşı ve Gökova Akyaka’yı Sevenler derneği olarak Muğla 2. İdare mahkemesinde dava açtık. Mahkemenin ara kararı gereği Marmaris Belediyesi dosyaya yapı ruhsatı iptal belgelerini sunmuştur. Belgeye göre, Danıştay 4. Dairesinin 17. 04. 2024 tarihli kararları ile Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu kararının iptaline dair mahkeme kararına temyiz başvurusunu kesin olarak ret etmesi üzerine, 27. 06. 2024 tarihinde Marmaris Belediyesi Karacasöğüt MUÇEV projesine ait yapı ruhsatını iptal etmiştir. Gökova için hayırlı bir karar oldu. Konuyu takip etmeye devam edeceğiz.”

                                                                    /././

Antalya'da taşkın sahasına metro: Tüneller yeraltı suyundan aşağıda kalacak -Yusuf Yavuz-

Konyaaltı-Varsak 4. Etap Raylı Sistem Hattı Projesini değerlendiren Antalya Kent Konseyi, Boğaçayı ve İl Sağlık Kavşağı’ndaki battı çıktı geçişlerin suyla dolma riski taşıdığını duyurdu.

Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı planlanan Konyaaltı-Varsak 4. Etap Raylı Sistem Hattı projesinin Boğaçayı bölgesinde yeraltı suyu tablası altında kalacağı ortaya çıktı. Antalya Kent Konseyi’nin hazırladığı raporda, Boğaçayı Rekreasyon Alanı’ndaki su seviyesinin özellikle yaz sonundaki kurak dönemde yeraltı suyuna eşit düzeyde olduğuna dikkat çekilerek, “Bu durumda, bölgedeki battı-çıktıların tümü su tablası altında yumuşak kil zeminde inşa edilecektir. İnşaat sürecinde karşılaşılacak zorluklar bir yana, hizmet ömrü boyunca izolasyonun sağlanması gerekecektir” görüşüne yer verildi.

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin kentin raylı sistem ulaşım altyapısını güçlendirmek amacıyla geçtiğimiz Nisan ayında ihalesini yaptığı Konyaaltı-Varsak 4. Etap Raylı Sistem Hattı güzergâhının riskli alanlardan geçtiği ortaya çıktı. Projenin maliyetinin yaklaşık 12,5 milyar lira olacağı açıklanmıştı.

Antalya Kent Konseyi Altyapı Çalışma Grubu, konuyla ilgili uzmanlar, büyükşehir belediyesi yetkilisi ve proje müellifi ile birlikte yaptığı değerlendirme toplantısının ardından hazırladığı raporu kamuoyu ile paylaştı.

Büyükşehir, Kent Konseyi'nin proje talebine yanıt vermedi

Antalya’nın toplu ulaşımıyla ilgili güncel durum değerlendirmesi için 4. Etap Raylı Sistem Hattı’yla ilgili Antalya Büyükşehir Belediye’sine yazı yazılarak projenin talep edildiği ancak bir yanıt alınamadığı belirtilen raporun giriş bölümünde, “Yazımıza bir cevap gelmediği için, ikinci bir yazı ile bilgilendirme yapmak üzere uzman konuk talep edildi. 7/4/2024 tarihli toplantımıza iki ABB yetkilisi mühendis ve özel firmadan bir proje müellifi mühendis katıldılar. Projenin tanıtımını proje müellifi yaptı. Çalışma grubumuzun üyeleri konuklara sorular yöneltip, yorumlarıyla katkıda bulundular” ifadelerine yer veriliyor.

Sarısu'dan başlayıp Varsak Gazi Mahallesi'nde son bulacak

Konyaaltı-Varsak 4. Etap Raylı Sistem Hattı’nın Konyaaltı Sarısu'dan başlayarak, Liman ve Serbest Bölge'nin kuzeyindeki Kemer yolundan geçtiği belirtilen raporda, Atatürk Bulvarı’nı takip eden hattın Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve 100. Yıl Bulvarı üzerinden kent merkezine ulaşarak; Güllük Kavşağı, Adnan Menderes Bulvarı, Kızılırmak ve Yeşilırmak Caddelerini takip ederek Varsak Gazi Mahallesinde son bulduğu bilgisine yer verildi.
                                     
4. Etap raylı sistem hattının Konyaaltı bölgesindeki güzergahı

Raylı sistem hattının 5,5 kilometrelik bölümü yeraltından geçecek

Yaklaşık 18 kilometrelik raylı sistem hattı boyunca 18 istasyon olacağı kaydedilen raporda, güzergâhın 5,5 kilometrelik bölümünün 25-30 metre yeraltından tünel olarak projelendirildiği, hat boyunca 6 battı-çıktı kavşak, 11 hemzemin ve 5 yeraltı durağı olmak üzere 16 durak, 14 de yaya üst geçidi yer alacağı belirtildi.

'Büyük projeler halkın katılımıyla şekillendirilmeli'

Gelişmiş ülkelerde kentle ilgili büyük projelerin halkın katılımıyla şekillendirildiğine işaret edilen Antalya Kent Konseyi’nin raporunda şu ifadelere yer verildi: “Antalya'daki tüm sivil toplum kuruluşlarının temsiline açık ve olabildiğince de temsil edildiği bir kuruluş olan Kent Konseyi ve diğer toplum katmanlarıyla, herhangi bir kentsel projenin henüz fikir aşamasındayken paylaşılması, katkıların alınması doğruya ulaşmak için yerinde bir adım olacaktır. Kent Konseyi, değerlendirmeye konu projeden ihale aşamasında basından haberdar olmuşsa diğer toplum katmanlarıyla paylaşım düzeyinin de benzer olduğu tahmin edilmektedir. Proje detay bilgileri konseyimize gönderilmediği için, başlangıç son (OD) matrisini görmeden ve bu matrisin nasıl oluşturulduğunu bilmeden güzergâh ve duraklar hakkında sağlıklı bir yorum yapmak oldukça zor olacaktır. Ayrıca modlar arası değişim (modal shift) bilgileri de mevcut değildir. Özel otomobilden raylı sisteme kaç yolculuk kayacak sorusunu yanıtlayacak bir analiz verisi bulunmadığından, yalnızca bölgenin sosyolojik yapısından yola çıkarak yorum yapılabilmiştir.

                              Antalya Kent Konseyi Altyapı Çalışma Grubu projeyle ilgili rapor hazırladı

'Mevcut trafiğin nasıl etkileneceğine dair analiz sunulmadı'

Kordon sayımları ve anketler kaç kişi üzerinden nasıl bir örneklem ile gerçekleştirildi soruları da yanıtsız kalmıştır. Mevcut karayolunun ve trafiğin nasıl etkileneceği üzerine bir analiz ya da simülasyon da sunulmamıştır. 4. Aşama Raylı Sistem Hattı projesi sürecine bir süre ara verilmesi, bu arada da projenin mevcut haliyle Antalya halkına, meslek odalarına, sivil toplum örgütlerine tanıtımının yapılması, alınan görüş ve değerlendirmeler ışığında gerekli olabilecek revizyonlarla projenin güncellenmesi ve sonrasında uygulama sürecine devam edilmesinin yerinde olacağı görüşü oluşmuştur.”

Raporun değerlendirme kısmında ise 6 Mayıs 2024 tarihli yazı ile belediyeden talep edilen projenin Kent Konseyi’ne ulaştırılmadığı vurgulanarak, söz konusu değerlendirmelerin proje müellifinin toplantı sırasında Konsey üyelerine verdiği bilgiler üzerinden yapılabildiği belirtildi. Raylı sistem projesi üzerinde toplumun farklı katmanlarının yapacağı incelemeler sonucu daha fazla katkı üretilebileceği ve halkın katılımının sağlanacağına işaret edilen raporda, özetle şu görüş ve önerilere yer verildi:

'Günlük yolcu sayısı tereddütler içeriyor'

-Planlamaya esas yolcu sayılarının tereddütler içermesi: İşçi yolcu çokluğu açısından tramvay işletmesi için ideal güzergâh olan 3. Etap Varsak hattında dahi projede yaklaşık 180.000 olarak planlanan günlük yolcu sayısı hâlihazırda yaklaşık 40.000-50.000 olarak gerçekleşmektedir.

'Yürüme mesafesi yolcu talebini olumsuz etkileyebilir'

-Bir bilimsel proje kapsamında (Bulut vd 2021)* yapılan analizlerde biniş verilerinden elde edilen toplu taşıma talebinin ağırlık merkezinin Atatürk bulvarının daha kuzeyine denk geldiği görülmüştür. Tramvay hattı daha kuzeyden mevcut sokak/caddelerden geçirilerek daha ekonomik olacak şekilde projelendirilebilir. Atatürk Bulvarı üzerinde mevcut otobüs hatları için 16 durak (Serbest Bölge-AVM arası) bulunmaktadır. Aynı hatta, 4. Etap için ise 9 durak planlanmıştır, dolayısıyla duraklar arası yürüme mesafesi beklenen yolcu talebini olumsuz etkileyebilecektir.

'Boğaçayı battı-çıktı geçişleri yeraltı suyu altında kalıyor'

-Boğaçay ovasındaki battı-çıktı yeraltı geçişlerinin yeraltı suyu tablası altında kalması: Gürsu Kavşağı'ndan itibaren batıya doğru olan kavşakların yüzey kotu 5-6 m civarındadır. Yeraltı su seviyesi ise mevsime göre değişiklik göstermekle birlikte ortalama 2,0m civarında değişmektedir. Boğaçayı Rekreasyon Alanı'ndaki su seviyesi de özellikle yaz sonundaki kurak dönemde yeraltı suyuna eşit olmaktadır (başka bir deyişle yeraltı suyudur). Bu durumda, bölgedeki battı-çıktıların tümü su tablası altında yumuşak kil zeminde inşa edilecektir. İnşaat sürecinde karşılaşılacak zorluklar bir yana, hizmet ömrü boyunca izolasyonun sağlanması gerekecektir.

Kent Konseyi'nin raporunda, 4. etap raylı sistem hattının Boğaçayı geçişinde battı çıktı tünellerin yeraltı suyu altında kalacağı uyarısı yapıldı.

'DSİ taşkın raporuna göre battı çıktılar yüksek risk altında'

-Boğaçay ovasındaki battı-çıktıların taşkın bölgesinde yer alması: DSİ tarafından yapılan taşkın tehlikesi raporuna göre, 1000 yıllık tekerrür süresi için Boğaçay Ovası'ndaki tüm imar alanı sular altında kalacaktır. Boğaçay'ın taşmasına gerek kalmadan da uzun süreli yağışlar sonrasında birçok kesimde yolların, hatta konutların sular altında kaldığına tanık olunmuştur. Bu nedenle Gürsu Kavşağı ve batısında yer alacak battı-çıktı kavşaklar su ile dolma riski altındadır. Kent içindeki 40-60m kotlarındaki battı-çıktı kavşaklar dahi defalarca su ile dolmuş, araçlar mahsur kalmıştır. 12 Şubat 2024 tarihinde Gıyaseddin Keyhüsrev Alt Geçidi'nin su ile dolması sonucu bir araç mahsur kalmış ve sürücüsü yaşamını yitirmişti. 40-60 m kotlarındaki battı-çıktılarda bu denli sorunlar yaşanmaktayken, yüzey kotunun denizden 5-6 m yüksekte olduğu ve yeraltı suyunun içine inşa edilecek battı-çıktı alt geçitlerin yüksek risk barındırdığı kuşkusuzdur.

-Boğaçay Köprüsü'nün birer şeridinin karayolu trafiğine kapatılması: Boğaçay üzerinde kent içi araç trafiğine olanak sağlayan yalnızca 1 köprü bulunmaktadır. Güneydeki köprü sahil düzenlemesi sonrası verimsiz hale gelmiştir. Batı Çevre Yolu üzerindeki köprü ise adından anlaşılacağı üzere çevre yoluna hizmet etmektedir. Tramvay projesi kapsamında mevcut köprünün 3 şeridinden 1 tanesinin trafiğe kapanması önemli sorunlar yaratacaktır.

'İl sağlık kavşağı da yeraltı suyu riski altında'

-İl Sağlık kavşağında battı-çıktıların yeraltı su seviyesi altında kalması: Bu bölge üniversite altından drene olan kaynaklarla beslenen suya doygun bir zemine sahip olup yüzey kotu 7-8 m civarındadır. Gerek İl Sağlık Md. binası gerekse Nazım Hikmet Kongre merkezi kazılarında yeraltı suyu yüzeye yakın olarak tespit edilmiştir. İl Sağlık Md. binasına kazık temel uygulanmıştır. Boğaçay Ovası'ndaki riskler bu bölge için de geçerlidir. Alt geçit yerine, alternatif olarak viyadükle üst geçit düşünülmelidir.

-Migros durağı PTT-CLK önü karayolu daralması: Bu bölgede hâlihazırda şerit kaybından ve yola katılımdan ötürü bir birikme ve trafik yığılması olmaktadır. Bu noktada tramvay geçişinden dolayı oluşacak ilave daralma trafiği daha da sıkıştıracaktır. Her ne kadar İl Sağlık Müdürlüğü çıkışında, arabalar hızlı geçiş yapsalar da, bu alanda oluşacak dar boğazdan ötürü trafiğin Kemer istikametinde ve stadyum istikametinde yığılması beklenebilir.

'Antalyaspor kavşağında emniyet şeridi kaldırılacak'

-Antalyaspor kavşağı alt geçidinde emniyet şerit kaybı: Tramvay orta şerit geçişi için emniyet şeritlerinin kaldırılması planlanmaktadır. Alt geçişte oluşacak kaza/arıza gibi sorunlardan ötürü ana arter trafiğin tek şeride düşecek ve şehir yönünde ciddi bir yığılmaya yol açabilecektir.

-Defterdarlık-Güllük durakları arasında başka durak bulunmaması: Bu iki durak arası 2 km olup, kent içi raylı sistem için ve yoğun yolcu sayısına sahip bir bölgede bu aralık çok fazladır. Hâlbuki Hastane-Aydın Kanza parkı arasında (Gazi Lisesi durağı gibi) yoğun yolcu talebinin olduğu otobüs durakları bulunmaktadır. Başka bir açıdan bakacak olursak, Stadyumdan Güllük caddesine kadar 2,4 km’lik mesafede 100. Yıl Bulvarı üzerinde hiç durak bulunmayacaktır. Bu durumda bu kesimde inip binmek isteyecek yolcular otobüs kullanmaya devam edeceklerdir. Bir raylı sistem hattı üzerinde paralel otobüs hatlarının zorunlu olarak işletilmeye devam etmesi raylı sistem işletmeciliği ve karayolu trafiği açısından istenmeyen sonuçlar doğuracaktır.

'Derin tünel geçişi belirsizlik ve riskler içeriyor'

-Tünelin uzun ve derinde olması: Aynı zamanda çalışma grubumuzun üyesi olan, Antalya İmar Planı müellifinin verdiği bilgiye göre, Süleyman Demirel Bulvarı, 100. Yıl Caddesi ve devamındaki Atatürk Bulvarı 45'lik yol olarak orta refüjü geniş planlanmıştır. Bunun da ana sebebi gelecekte ortadan raylı sistem geçirilmesine olanak tanınması. Ne yazık ki hızlı ve ayrıntılı değerlendirmelerden yoksun olarak yapılan battı-çıktı geçişler günümüzde raylı sistemin hemzemin geçişine olanak sağlamıyor. Geçmişte yapılan bir hatanın sonucu olarak mevcut proje aç-kapa tünel yerine çok yüksek maliyetli, belirsizlikler ve riskler içeren derin tünel geçişi zorunlu olmuştur. Tünelin 25-30 m'den geçeceği ifade edilmiştir. Bu derinlikte büyük olasılıkla yeraltı suyu ile karşılaşılacaktır. Kaya biriminin aşırı geçirimli olması, tünel açımı sırasında gerekli olacak drenaj çalışmalarını olanaksız hale getirebilecektir. Elbette her sorunun bir mühendislik çözümü vardır. Ancak bu çözümlerin yüksek maliyetli ve zaman alıcı olacağı hesaba katılmalıdır.

‘Karstik zeminde varlığı bilinmeyen mağaralar bulunabilir'

-Sunumdan anlaşıldığı kadarıyla kaya yapısının sağlam ve tünel açmaya uygun olduğu kabul edilmiştir. Oysa Antalya traverteni karstik bir kaya kütlesidir. Farklı boyutlarda birincil oluşum boşlukları, erime boşlukları (mağaralar) bulunmakta ve genellikle de bunlar zemin etütlerinde belirlenememektedir. Kazı sonrasında fark edilen mağaralar nedeniyle birçok yapının inşaatında zorluklar yaşanmıştır. Örneğin Defterdarlık Durağı olarak adlandırılan bölgede Araştırma Hastanesi kazılarında dev boşluklar tespit edilmiş, bu boşluklar yüksek maliyet ve zaman kaybına neden olacak şekilde enjeksiyonla doldurulmuştur. Meltem mahallesindeki bir yapının kazısında büyük bir mağaraya rastlandığından yapının yeri kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Belirsizliklerin bu denli fazla olması bütçe ve zaman planlarında aşırı sapmalara yol açacaktır. 25-30 m derinde bulunan istasyonlarda yürüyen merdiven, asansör vb. işletme unsurlarında işletme maliyeti yükselecek, bu artışlar yolcu bilet fiyatlarına yansıtılmak zorunda kalınacaktır.

                                                          Meltem'deki mağara oluşumu (rapordan)

Ticarete etkisi: Güzergâh boyunca oluşacak inşaat faaliyetleri ve sonrası oluşacak hızlı trafiğin ticareti olumsuz etkilemesi beklenebilir. Geçişlerin üst geçitlere veya kavşaklarla sınırlandırması sonrası karşılıklı alışveriş olumsuz etkilenecektir. Ticari faaliyetlere dönük bir çalışma yapıldığı izlenimi edinilmemiştir.

'Arapsuyu, Kuşkavağı ve Gürsu mahalleleri şehirden kopacak'

-Çevre etkisi: Hem Konyaaltı bölgesinde hem de Yeşilırmak caddesinde tramvay geçişi dolayısıyla orta refüjde ciddi bir yeşil alan kaybı yaşanacaktır. Turizm değeri de olan Atatürk Bulvarı'nın bir beton havzası görünümüne dönmesi neticesinde, bölge turizmi değer kaybedecektir. Atatürk Bulvarı ve 100. Yıl Bulvarı'nın devamı niteliğindeki Süleyman Demirel Bulvarı (45’lik yol) tramvay inşası sonrası görünümü, Atatürk Bulvarı'nın nasıl bir dönüşüm göstereceğinin ipuçlarını sunmaktadır. Ayrıca hızlanan trafik sonrası muhtemel araç trafiği artışı bölgenin kimlik kaybetmesine, yolun çevre yoluna dönüşmesine ve Arapsuyu, Kuşkavağı ve Gürsu mahallelerinin de şehirden kopmasıyla sonuçlanacaktır.

AFAD raporu: Boğaçayı'nda 1620 hektar taşkın riski altında

Öte yandan AFAD’ın 2021’de hazırladığı Antalya İl Afet Risk Azaltım Planı (İRAP) raporu da Kent Konseyi’nin uyarılarını doğrular nitelikte veriler içeriyor. Kent merkezinde bulunan ve raylı sistem hattı güzergâhında yer alan Boğaçayı’nın taşkın senaryolarına da yer verilen raporda, “Meydana gelen taşkın afetleri hem ilçe bazında daha hem de dere bazında incelenmiştir. Boğa Çayı Q100 (taşkın debisi) değeri 1355 m3 /s, Q500 değeri 1892 m3 /s’dir. Q100 dikkate alındığında muhtemel taşkın riski altında bulunan alanının 1530 ha, Q500 dikkate alındığında ise muhtemel taşkın riski altında bulunan alanın 1620 ha olduğu belirlenmiştir” tespitine yer veriliyor.

                            AFAD İRAP raporuna göre Boğaçayı ve çevresi taşkın riski altında

(soL)

                                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder