19 Temmuz 2024 Cuma

T24 "KÖŞEBAŞI" -19 Temmuz 2024-

 

Gelirler ve giderler: Bütçenin son görünümü -Binhan Elif Yılmaz-

Yılın ilk üç ayına göre son üç ayda 4,6 milyar TL enerji tasarrufu sağlanmış. Kettle'ları kaldırıp, tüm yaz boyunca klimalar çalıştırılmazsa ve önümüzdeki kış kaloriferler yanmazsa kamu daha çok tasarruf eder!

2024 Haziran ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Bütçe giderleri 866,5 milyar TL olurken bütçe gelirleri 591,2 milyar TL olarak gerçekleşti. Haziran ayı bütçe açığı 275,3 milyar TL, ilk altı aylık bütçe açığı da kümülatif olarak 747,2 milyar TL'ye ulaştı. Bütçe haziran ayında faiz dışı fazlaya geçemedi.

Geçen yıl bütçe açığının GSYH'ye oranı yüzde 5,4 olarak gerçekleşti ve bu oran son 20 yılın en yüksek bütçe açığı/GSYH oranıydı. 2024 yılı için bütçe açığı/GSYH OVP'de yüzde 6,4 olarak öngörüldü, ancak yüzde 4'e kadar gerileyebileceğini tahmin ediyorum. Çünkü geçen yılın ilk altı ayıyla karşılaştırıldığında bütçe giderlerinde azalış trendi düşük olsa da bütçe gelir performansı daha iyi durumda. Aşağıda yer alan ve HMB'nin sitesinden aldığım grafikten de bu durumu görebilirsiniz.

Tabii GSYH öngörülen düzeyde kalırsa. Sonuçta bu bir oran, payda kısmı küçülürse oran daha büyük olacaktır. Bütçe açığının üçte biri borç faiz giderlerinden oluşuyor. O nedenle faiz dışı açığa da dikkat etmek gerek. Faiz dışı açık, faiz giderlerinin ulaştığı boyutu göstermesi açısından önemli bir veri. Haziran ayında 99,3 milyar TL ile oldukça yüksek düzeylerde seyrediyor. Bu tutar haziran ayı vergi gelirlerinin beşte biri.

Gelirler, geçen ayki gibi yüksek seyretmedi.

Mayıs ayında kurumlar vergisi beyanı ve kurumlar geçici vergi nedeniyle vergi gelirlerinde çok önemli bir yükseliş olmuştu. Yine de haziran ayında vergi gelirlerindeki artış oranı yüzde 100,5 oldu.

Ancak her verginin gelirindeki artış oranı yüzde 100 değil, daha da fazla. Yüzde 71,60 olarak TÜİK tarafından açıklanan enflasyondan daha da yüksek oranda vergi geliri tahsilatı var.

Örneğin kişisel gelir vergisi hasılatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 127 artarken, dahilde alınan KDV hasılatı yüzde 247, akaryakıt üzerinden alınan ÖTV hasılatı ise yüzde 327 oranında artmış durumda (değerli meslektaşım Prof. Dr. Murat Batı şu yazısında vergi gelirlerinde gerçekleşmeleri özetledi.). Zaten KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin hasılatı bir aylık vergi gelirlerinin yarısını oluşturdu bile (her zamanki gibi).

Giderler, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 93,7 artış gösterdi.

Kamunun en önemli giderlerinden olan personel giderlerinde geçen aya göre önemli bir değişiklik yok. Temmuz ayında da kısmi bir artış olur, kısmi diyorum çünkü kamuda temmuz maaş zammı oranı yüzde 19,73'te kaldı. Kamu personeli bu zamla beraber enflasyona açık bir farkla yenilirken, bütçenin gider tarafına çok hafif bir yük gelecek.

Giderlerin en geniş hacimlisi olan cari transferler geçtiğimiz aya göre daha da yüksek. Bu farkın nedenlerinden biri, bayram ikramiyesi dolayısıyla 42,2 milyar TL'lik sosyal güvenlik kurumuna yapılan transfer. Ancak transferler sadece sosyal güvenlik kurumu ile kalmıyor.

Geçtiğimiz aylardan daha yüksek düzeyde olmak üzere Ziraat Bankasına 6,7 milyar TL ve Halk Bankasına da 2,8 milyar TL'lik tutar görevlendirme gideri karşılığında aktarılmış.

Bazı cari transfer kalemlerinde ise geçtiğimiz aya göre azalış gerçekleşmiş. Örneğin haziranda ekonomik ve mali amaçlı transferler 16,2 milyar TL'den 2,6 milyar TL'ye inmiş fakat bu farklılığın nereden kaynaklandığını bilemiyoruz. Çünkü bu tutar, “ekonomik ve mali amaçla diğer transferler" kaleminde yer alıyor.

Bütçede diğer giderler ya da sınıflandırmaya girmeyen giderlerin sayısı ve hacmi giderek artıyor.

Bu yıl bu şekilde adlandırılan yaklaşık 20 gider kalemiyle toplam giderler 84,5 milyar TL'ye ulaştı. Üstelik bu tutarın yarısı ekonomik ve mali amaçlı diğer transferlerden oluşuyor. Ayrıca çok önemli bir kısmı da “sınıflandırmaya girmeyen hazine yardımları".

Bir başka örnek; bütçeden ilk altı ayda 179,3 milyar TL'lik müteahhitlik gideri yapılmış, ancak sosyal tesis, yüzer tersane, içme suyu tesisi, atıksu arıtma tesisi gibi yaklaşık yirmi türü olan bu müteahhitlik giderlerinin 87 milyar TL'lik kısmı “diğer müteahhitlik giderleri" olarak gözüküyor.

Giderleri yazarken bahsetmeden geçmeyelim; peki kamuda tasarruf ne oldu?

Hatırlarsanız iki ay önce yeni tasarruf genelgesi yayımlandı. Genelge taşıt giderlerini, enerji, haberleşme, kırtasiye-baskı-cilt, temsil-tanıtma-organizasyon, lojman-sosyal tesisler vb. giderleri kapsıyordu.

Kamuda tasarrufla özdeşleşen tüm bu kalemlerin yılın ilk üç ayı ve son üç ayındaki değişimini göstermek için aşağıdaki tabloyu hazırladım.

Yılın ilk üç ayında yeni kamuda tasarruf genelgesi henüz yayınlanmamıştı, ama 2021 tarihli genelge kamu kurumlarına bir yıl önce gönderilmişti, yani kamuda tasarruf bir yıldır hayatımızda.

Ancak bütçede bir farklılık oluşmuyor. Hatta tasarruf edileceğine giderek daha çok harcanıyor. Basında da çıkan haberler bütçeye yansımış durumda. Çünkü nisan-mayıs arasında bir ayda taşıt alım giderleri ile lojman onarım giderleri üç kat, kırtasiye, baskı giderleri 1,5 kat, temsil, tanıtma giderleri ise tam 7 kat artmıştı.

Belki Haziran'da azalmıştır, aşağıdaki tabloya birlikte bakalım: Yılın ilk üç ayında taşıt giderleri 2,1 milyar TL iken son üç ayda yaklaşık yüzde 40'lık artışla 2,9 milyar TL'ye ulaşmış. Haberleşme giderleri ilk üç ayda 2,2 milyar TL'den son üç ayda yaklaşık yüzde 20 artarak 2,6 milyar TL'ye ulaşmış. Keza kırtasiye, baskı, cilt giderleri ile lojman, sosyal tesis giderlerinde artış devam etmiş durumda.

Ancak son üç aydaki temsil-tanıtma-organizasyon giderleri ilk üç aya göre azalmış. İlk üç aydaki yükseliş seçim nedeniyle çok hızlıydı. Ocak ayında sadece 19 milyon TL idi ve seçim ayı olan mart ayında 715 milyon TL'ye kadar yükselmişti. O seviyelere yeniden çıkması gerçek anlamda kamu kaynağında israf olur.

Kamuda tasarruf enerji alım giderlerinde kendini göstermiş. Yılın ilk üç ayına göre son üç ayda 4,6 milyar TL enerji tasarrufu sağlanmış. Kettle'ları kaldırıp, tüm yaz boyunca klimalar çalıştırılmazsa ve önümüzdeki kış kaloriferler yanmazsa kamu daha çok tasarruf eder!           /././

Lâl Denizli, Despina Vandi konseri krizini T24'e anlattı: Sahip çıktığım şey Atatürk ve Türk bayrağı, "Şehri terk etsin" derken dostluğu değil hanımefendiyi hedef aldım -Candan Yıldız-

"Vatandaşlar galeyana gelmesin diye gittim; hanımefendiye gidin saldırın demedim"

İzmir - Çeşme'de Yunan sanatçı Despina Vandi'nin Türk Eğitim Vakfı'nın yardım konserine çıkmamasıyla başlayan tartışmanın odağındaki isim Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli T24'e konuştu.

Bir iddiaya göre Despina Vandi, konser öncesi sahnedeki Türk bayrağının yanına Yunan bayrağının da konulmasını talep etti. Bu nedenle kriz çıktı. Başka bir iddiaya göre ise Türk bayrağı ve Atatürk posteri indirilmezse sahneye çıkmayacağını söyledi.

Sanatçı Vandi ise konserden 2 ya da 3 saat önce Instagram hesabından yaptığı paylaşımda Türk Eğitim Vakfını yararına "konser" olarak nitelendirilen etkinliğin, önceden üzerinde anlaşılandan farklı olarak siyasi bir anlam yüklenerek yapıldığını, bu durumda konsere katılmasının mümkün olmadığını yazdı.

Krizden haberdar edildikten sonra konser alanına gelen Lal Deniz'e hem eleştirilen hem de onaylanan konuşmasını sorduk. Lal Denizli sorularımızla açıklıkla yanıt verdi…

- Lâl Denizli, Despina Vandi'nin Atatürk ve Türk bayrağının indirilmesini değil, Yunanistan bayrağının da asılmasını istediği yönünde bir iddia var. Ne diyeceksiniz?

Yunanistan bayrağı asılmasını istediği bilgisi nerden çıktı bilmiyorum. Hanımefendi Instagram hesabından zaten politik semboller sebebiyle konsere çıkmayacağını bildirmiş. Bunun için de Türk vatandaşlarından özür dilediğini yazmış.

- Sonuçta "Türk bayrağı ve Atatürk posterinin inmesini istiyormuş" diyorsunuz konuşmanızda. Sosyal medya hesabında ise öyle bir ifade yok… Bu bilgi size nereden geldi, teyit ettiniz mi?

Türk Eğitim Vakfı'ndan bu bilgi geldi. Bu konser bizim belediyemizin konseri değil. Bizden sadece anfi kullanmak için gün ve saat istediler. Zaten ben yangında kaybettiğimiz vatandaşlarımız sebebiyle hiçbir etkinliğe gitmiyorum üç gündür. Ben orada değildim. Yardımcım aradı, hanımefendinin çıkmadığını söyledi. Atatürk ve Türk bayrağı olması sebebiyle çıkmayacağını, indirilirse çıkabileceğini söylemiş. Konu bu…

- Bu bilgi size yardımcınızdan geliyor öyle mi?

Yanındayım zaten o sırada. Ben de TEV yetkililerini ara ve doğrula dedim. Aradı ve doğruladı. Belediye meclis üyelerimiz, aile dostlarım da konserdeydi. Cemil Tugay'ın (İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı) eşi de konserdeydi. Bize mesajlar gelmeye başladı. Ben gitmeden önce alanda Atatürk ve Türk bayrağı indirilmeden sahneye çıkmayacağı duyurulmuştu. Ben vardığımda anfinin üçte biri doluydu sadece, vatandaşların üçte ikisi ayrılmıştı konser alanından.

- "Defolup gitsin" gibi bir ifade kullandınız mı?

Konuşmam ortada. Gözünüzü seveyim. Ben size diyorum ki konserde değildim hangi arada böyle bir konuşma yapmış olabilirim ki…

- Sahneye çıktığınıza göre oradasınız ama…

Ben sahneye çıkmadan üç dakika önce konser alanına girdim zaten. Ben oraya geldiğimde sosyal medyaya düşmüştü hanımefendinin bu yüzden sahneye çıkmadığı. İzmir'deki haber sayfaları girmişti zaten "Çeşme'de bayrak skandalı" diye…

- CHP'li bir belediye olarak, genel başkanınız Özgür Özel Syriza'nın lideri Çipras'la görüştü. Barış mesajları verdiler…

Benim Yunan vatandaşlarıyla bir derdim yok. Konuşmamda da bunu çok net söylüyorum…

- Türk -Yunan dostluğunu gölgeleyecek ifadeler kullanıldı gibi yorumlar da oldu…

Hangi ifademde var bu? Ebedi kardeşlik ve dostluk dediğim bir konuşmada hangi şey Türk-Yunan dostluğunu zedeleyecek.

- "Bu şehrin sınırlarını terk etsin" dediniz…

Kendisinden bahsediyorum. Hanımefendi bu şehrin sınırlarını terk etsin diyorum.

- Siz bir siyasetçisiniz. Tarihsel olarak Türk- Yunan dostluğu ve düşmanlığına ilişkin tartışmaları biliyorsunuzdur…

Benim kökenimi araştırdınız mı bana bunu sorarken…

- Ben köken tartışması yapmıyorum…

Benim nereden geldiğimi biliyor musunuz? Bunun bir Yunan-Türk dostluğuna ket vuracak bir konuya evirmenin lüzumu yok. Ben hanımefendinin şahsını hedef alıyorum. O yüzden konuşmamda özellikle Yunan generallerin ayağının altına Türk bayrağı serildiğinde Atatürk'ün ayaklarının altına Yunan bayrakları serildiğinde Atatürk "Hiçbir milletin bayrağı ayaklar altına alınamayacak kadar kıymetlidir" demiştir diyorum. Bu nasıl dostluğa nasıl zarar veriyor. Ebedi kardeşlik ve dostluğa inanan bir liderin evlatlarıyız dediğimde hangisi nefret söylemini söylemiş oluyorum! Hiçbir şekilde dostluk anlayışına zarar verecek tek bir ibare olduğunu düşünmüyorum. Ben hanımefendi şehri terk etsin diyorum. Ben bir kişiyi hedef alacağım zaman onun milletine, dinine, inancına göre değil bize yaşattığı toplumsal olarak hissiyata göre hareket etmek zorundayım.

- Sizin göreviniz sanatçıyla doğrudan konuşup, gerçek nedir öğrenmek ve toplumu sakinleştirmek değil mi?

Hanımefendi orada değildi ben oraya gittiğimde. Bu konser benim konserim değil. Orada vatandaş büyük bir tepki gösterdi. Benim de oraya gitme sebebim bu zaten. Galeyana gelmesin diye… Hanımefendiye gidin saldırın demedim. Hanımefendinin adresini ifşa etmedim.

- Zaten asla bunu demezdiniz değil mi?

Bunu sormaya gerek duymayacağınızı ummak istiyorum. Ben bir siyaset bilimciyim. 15 yıldır aktif siyaset yapıyorum. Onun yanında köklü bir ticari geçmişim var. Hayatımın üçte birini yurt dışında geçirdim. Birçok toplulukla iç içeyim. Ailemin yarısı çok kültürlü bir toplumdan geliyor. Benim ailemde gayrimüslümler var, farklı kökenlerden gelenler var. Babamın ilk eşi Yahudi, ikinci eşi Çerkes, üçüncü eşi Kürt vatandaşıdır. Hiçbir kişinin dinini, dilini, ırkını gözetmeyen bir anlayışla yetiştirildim.

- Bir sanatçı apar topar Türkiye'den ayrıldı ama… Sizce iyi bir şey mi bu?

Bunun sorumlusu ben mi oluyorum. Zaten oraya gittiğimde hanımefendi kararını almıştı. Bu ülkenin bayrağı ve en büyük kurucu liderinin senbolünün indirilmesini teklif ettiğinde Türkiye gibi milli değerlerine bu denli bağlı bir memlekette böyle bir şeyin tolere edileceğini düşünmesi… Böyle bir şey olabilir mi?… Ben Yunanistan'a gidip Yunan bayrağının indirilmesini isteyebilir miyim? Hayır. Böyle bir haddim olabilir mi? Hayır…

- Despina Vandi siyasal semboller olmasın mı, indirilsin mi diyor?

Siyasal semboller olması sebebiyle diyor…

- Arada fark var, o açıdan soruyorum.

Hayır arada fark yok. Siyasi semboller sebebiyle çıkmamasıyla şunu söylemiş oluyor hanfendi; indirilirse çıkarım. Indirilmezse çıkmam. Bu kadar ve çıkmıyor. Ben oraya gittiğimde hanımefendi çıkmamaya karar vermişti. Atatürk ve Türk bayrağı siyasi bir sembol mü…

- Belki TEV'le anlaşması o yöndeydi… Bunu biliyor musunuz?

Türk bayrağı, Atatürk siyasal bir sembol mü? Hiçbir ülkenin liderinin portresi, bu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da olabilirdi, siyasal semboller değildir, temsiliyettir. Ben oraya sahneye çıkmak için gitmedim. Onlar beni sahneye çağırdılar.

- Sözlerinizin arkasında mısınız?

Arkasındayım çünkü yanlış hiçbir şey söylemedim. Kardeşlik, dostluk ve barış vurgusu yaptım. Edebi dostluk vurgusu yaptım. Hiçbir savaş zaruri olmadıkça cinayettir diyen bir liderin evlatlarıyız dedim. Daha ne demem gerekiyordu?

- Despina Vandi ile herhangi bir görüşme yaptınız mı?

Bir görüşmem olmadı ne öncesinde ne sonrasında… Çünkü bu organizasyon bana ait değil. Ben sadece çeşme anfiyı kullanmalarına müsaade ettim bu kadar.

- Hemen ayrılmış oradan diye biliyorum.

Bilmiyorum… Onu da takip etmedim. İlgilendiğim şey Despina Vandi'nin ne yaptığı değil, oraya gelen vatandaşlara ne hissettirdiği... Oraya gelen herkes kendini aşağılanmış ve küçümsenmiş hissetti. Kriz akşamüstü altı gibi başlamış. Gittiğimiz hiçbir ülkede bir ülkenin bayrağının indirilmesini teklif edemeyiz. Ben kuru milliyetçi bir insan değilim. Hayatım boyunca da bu tip sembollerden uzak kalmış bir insanım. Yaptığım açıklama son derece yerinde kardeşlik ve barış vurgusu yapıyorum. Sabahtan beri de aldığım bütün telefonlar, tepkimin ne kadar yerinde olduğu yönünde…. Devlet bürokrasisinden, farklı partili insanlardan da takdir ve tebrik alıyorum. Sahip çıktığım şey Atatürk ve Türk bayrağı… AK Parti, MHP, HDP bayrağı değil. Basit ucuz kaygılar taşıyan bir insan olsaydım, en başta böyle bir yardım konseri yapacaksanız niye Türk sanatçıya yer vermiyorsunuz niye Yunan vatandaşı çıkarıyorsunuz derdim. İki ay önce TEV, Despina Vandi'yi çıkartmak istediğini söyledi. Dostluk barış ve kardeşlik kaygısıyla… Ben de yardım konseri olduğu için gün verebileceğimizi söyledim. Galeyena getirmek isteseydim seçtiğim kelimeler barış dostluk olur muydu? Ben kahrolsun Yunan vatandaşları demiyorum. Ben hanımefendiyi hedef alıyorum. Oradaki vatandaşların öfkesini dindirmek için yaptım ve dindirdim de. Çünkü konuşmamın ardından iki marş söylendi ve herkes sakince dağıldı.                                              /././

AKP dönemindeki ilk "partili vali" ataması ve Özel Harekât'taki fotoğraf! -Tolga Şardan-

Van'daki görevi sırasında kayyım belediye başkanlığından tecrübesi olan Zorluoğlu'nun, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'ne yapılacak olası kayyım atanmasında görev alması, hem AKP'ye hem de Ataman Ailesi'ne nefes aldıracak!

Murat Zorluoğlu

İçişleri Bakanlığı, geçen hafta beş kentin valisini değiştiren mini valiler kararnamesini yayımladı. Kararnameyle, merkezde Mülkiye Başmüfettişi kadrosuyla görev yapan Vali Murat Zorluoğlu, Diyarbakır'a atandı. Kocaeli Valisi Seddar Yavuz Malatya Valisi, Çanakkale Valisi İlhami Aktaş Kocaeli Valisi, Elazığ Valisi Ömer Toraman Çanakkale Valisi ve Tokat Valisi Numan Hatipoğlu Elazığ Valisi oldu.

Malatya Valisi Ersin Yazıcı ise aynı kararnameyle görevden alındı. Merkeze çekildi.

Bürokraside hemen her atamanın kendi içinde bir dinamiği var.

Mülki idare yani vali/kaymakam kararnamelerinde de bu durum, belirleyicidir. Şaşmaz kural olarak işler.

Çoğunlukla siyasi tercihler, kimi zaman atanacak veya görevden alınacak bürokratın dünya görüşü, içinde yer aldığı camia, cemaat ya da tarikata iktidarın yakınlığı, bölgesel farklılıklar gibi parametreler başat rol oynar bu dinamiklerde.

Her ne kadar mini kararname olsa da son atamalarda aynı durum var, kuşkusuz.

Kararnamenin en dikkat çekici ataması, Murat Zorluoğlu'nun Diyarbakır Valisi olarak görevlendirilmesi kanımca.

Zorluoğlu'nun Güneydoğu'nun en önemli kentine gönderilmesinin önemini aktarmaya çalışayım.

Bilindiği üzere Zorluoğlu'nun mülki idaredeki son görevi Van Valiliği idi.

Kariyeri mülki idarede geçen ve aynı zamanda Haymanalı olan Zorluoğlu, valilikle birlikte Van Büyükşehir Belediyesi'nin kayyım belediye başkanlığını yürüttü.

2018'deki yerel seçimler öncesinde her iki görevinden istifa etti. İktidar partisi AKP'den Trabzon Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak siyasete girdi.

AKP'ye üye oldu Zorluoğlu. Seçimi kazandı ve beş yıl boyunca Trabzon'un kent yönetiminde "seçilmiş" konumunda görev yaptı.

Zorluoğlu, geçen marttaki seçimlerde partisince aday gösterilmedi. AKP, farklı bir adayla seçime girdi.

Hâl böyle olunca Zorluoğlu, siyasetten yeniden kamu yönetimine geçiş yaptı. İçişleri Bakanlığı bünyesinde merkez valisi statüsüyle Mülkiye Başmüfettişi olarak göreve başladı bir kez daha.

Atamanın ardındaki siyasi bağlantı

İşin püf noktası da burası.

Siyasi parti üyesi olmasına rağmen kamu görevine dönen Zorluoğlu, bu kez Diyarbakır Valisi olarak atandı.

Ülkenin mülki idare geçmişinde bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda benzer atamalar oldu elbette.

Kamu yönetiminin siyasetin kontrolünde olmasına rağmen devlet idaresinin çok tercih ettiği bir uygulama değil, "partili vali" ataması.

Bir önceki görevi AKP'li Büyükşehir Belediye Başkanı olan Zorluoğlu, AKP döneminin ilk "partili vali" ataması olarak kayıtlara girdi.

Burada bir ekleme daha yapayım. Bu atamayı ilginç hale dönüştüren bir bağlantı daha var.

Bu bağlantı partili vali atamasının önünü açtı.

Şöyle ki, Zorluoğlu Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı iken Başkan Vekili kentin önemli isimlerinden Atilla Ataman'dı.

Zorluoğlu – Ataman ikilisinin görevleri sırasında kentin yerel siyasetinde rahatsızlık yaratan kimi icraat ve söylemleri bir yana Ataman'ın AKP'de etkili isimlerden olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Aynı zamanda Ataman'ın eşi Suna Kepolu Ataman, AKP'den Diyarbakır Milletvekili!

Zorluoğlu'nun Diyarbakır Valisi olarak atanmasında bu bağlantıyı göz ardı etmemek gerekiyor.

Akla doğal olarak kayyım iddiaları da geliyor. Van'daki görevi sırasında kayyım belediye başkanlığından tecrübesi olan Zorluoğlu'nun, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'ne yapılacak olası kayyım atanmasında görev alması, hem AKP'ye hem de Ataman Ailesi'ne nefes aldıracak!

Malatya Valisi, Kurum'la tartıştı, merkeze alındı

Kararnamede yer alan Malatya Valisi Ersin Yazıcı'nın merkeze çekilmesinin ardında, yeniden Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak kabineye giren Murat Kurum'la yaşadığı tartışmanın yattığı İçişleri Bakanlığı kulislerinde ifade ediliyor.

Bilindiği üzere Kurum, ikinci kez bakan olması sonrasında 6 Şubat depreminin yaralarını sarmaya çalışan Malatya'ya gitti.

Yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Kurum, deprem süreci ve sonrasında Malatyalıların tepkisini çeken Vali Yazıcı ile tartıştı. Mevzuatın el verdiği ölçüde çalışıldığını öne süren Yazıcı'nın açıklamaları karşısında Bakan Kurum, yapılan işlerden memnun olmadığını Ankara'ya döndüğünde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile paylaştı.

Sonrasında Yazıcı kararnameyle görevinden alındı.

Özel Harekat'taki tartışılan fotoğraf

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 15 Temmuz'da, darbe girişiminde bombalanan, 51 polisin şehit olduğu Özel Harekat Başkanlığı'nı ziyaret etti. Ziyareti sırasında Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz, Bahçeli'nin elini öptü.

15 Temmuz şehitlerinin anılması kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Başkanlığı'nın Gölbaşı'ndaki merkezini ziyaret eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin elinin, birimin başkanı Süleyman Karadeniz tarafından öpülmesi tartışma yarattı.

Fotoğrafta da görüleceği üzere Karadeniz, misafirini tokalaşmayla karşılamak yerine iki eliyle deyim yerindeyse iki büklüm halde öpmesi, polis teşkilatının siyasallaşmasının nereye geldiğini göstermesi açısından önemli.

Bu fotoğraf her ne kadar "Özel Harekat üzerinden siyasallaşan polis görüntüsü"nü ortaya koysa da aynı zamanda Cumhur İttifakı'nın içindeki kırılmayı gösteren yeni ipucu oldu.

Zira Bahçeli; 15 Temmuz sonrasında Özel Harekat'ı ilk kez ziyaret etmiyor. Önceki yıllarda ziyarete Önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun eşlik ettiği biliniyor. Son ziyarette İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın bulunmaması dikkat çekici.

Ev sahibi olarak Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız var. Zaten kamuoyuna yansıyan fotoğrafta Karadeniz'in Bahçeli'nin elini öptüğü sırada Ayyıldız'ın yüz ifadesinden "görevin başarıyla yerine getirildiği" izlenimi mevcut.

Diğer yandan; fotoğraf sonrası MHP cephesinden eleştirilere ağır yanıtlar verilmesine karşın AKP'den dikkat çekici açıklama / açıklamalar gelmemesi dikkate değer.

Fotoğrafın yarattığı intiba; polis teşkilatının neredeyse tamamen MHP'nin kontrolüne girdiği.

Özel Harekat'ta bir süredir rahatsızlık veren ancak Emniyet üst yönetimince halı altına gizlenmeye çalışılan sıkıntılar var.

Bir bölümünü geçen nisanda Büyüteç'e konu ettim. Emniyet yönetimi sessizliğini koruyor. Bir nev'i "sükut ikrardan gelir1 durumu var.

Bu arada bir noktaya daha dikkat çekmekte fayda var.

15 Temmuz'dan hemen önce hakkında yönetimsel sorunlar çerçevesinde iddialar bulunan Başkan Süleyman Karadeniz, iktidar yanlısı gazeteye "Devletimizin istihbarat birimlerinin titiz çalışmaları sonucunda, FETÖ ve diğer taraflara aidiyeti olduğu tespit edilen 1200 personeli özel harekât branşından çıkardık. Özel Harekât Başkanlığı uzun zaman sonra en saf ve en temiz dönemini yaşıyor" değerlendirmesini yaptı.

15 Temmuz fotoğrafıyla tartışılan Karadeniz, bu değerlendirmesiyle Soylu dönemine "Onun döneminde alınanlar arasında FETÖ'cüler var" mesajını veriyor. Ancak birimden gönderilenler arasında Ülkücü görüşe sahip olan personelin yanı sıra Güneydoğu'da özellikle hendek operasyonlarında görev yapanların bulunduğu şikayetleri, bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu medya mensuplarına aktarılan iddialardan.

Şimdi MHP Genel Merkezi'nin pek hoşuna girmemekle beraber, belirtmek gerekir ki, partide bazı isimlerin Menzil tarikatıyla temasının bulunduğu biliniyor. Bu isimlerden bazıların polis müdürleriyle fotoğrafları kamuoyuna yansıdı.

Bununla bağlantılı olarak Başkan Karadeniz'in, "FETÖ'cü ve diğer taraflar" diyerek tanımladığı oluşumlarla bağı olup gönderilenlerden boşalan kadrolara MHP kontenjanından Menzilciler'in birime alındığı iddiaları konuşuluyor son günlerde Emniyet kulislerinde.

Geçmişte yaşanan bir olay

Özel Harekat biriminin siyasallaşması konusunda bu satırların yazarının da tanık olduğu bir süreci anlatayım.

Eskiler hatırlayacaktır, PKK ile mücadelenin en sıcak olduğu 1990'lı yılların ortasında Şırnak Emniyet Müdürlüğü'nde kriz baş gösterdi.

Krizin sebebi; Şırnak Emniyeti kadrosundaki Özel Harekatçı polislerin MHP'yi simgeleyen bıyıklarının bizzat il emniyet müdürünün, polislerin uygulamakta sorumlu olduğu kılık ve kıyafet mevzuatına uygun şekle dönüştürülmesi talimatıydı.

Sosyal medyanın, internetin olmadığı, bölgede yaşanan bir olayın en yakın 3-4 gün içinde Ankara'ya ulaştığı günlerde yaşanan bu kriz, Özel Harekatçıların göreve çıkmayı kabul etmeyecek hale dönüşmesine evrildi.

Bıyık krizinin Ankara'ya ulaşması sonrasında yanılmıyorsam dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Özel Harekât Dairesi'nden yetkililerle birlikte bizzat Şırnak'a gitti.

Ağar'ın görüşmesiyle kriz daha büyük yönetim krizine dönüşmeden sonuçlandı. Sonuçta, Özel Harekâtçılar bıyıklarını kılık ve kıyafet yönetmeliğine göre şekillendirdi ve göreve çıktılar!

Bu aralar; bir dönem Özel Harekât Dairesi Eski Başkanı merhum Behçet Oktay'ın sağ kolu / sol kolu gibi tanımlamalarla kendini göstermek isteyen bir grup polis yöneticisi peydah oldu bir anda.

Yeri gelmişken aktarayım; mesleğim gereğince Oktay'ı yakın tanıma fırsatım oldu. Özellikle Susurluk skandalından sonra Özel Harekat'ın başında göreve getirildiğinde kamuoyunda itibarını kaybetmek üzere olan, deyim yerindeyse enkaza dönüşmekte olan bir birim vardı.

Zaman içinde birimi yeniden ayağa kaldırdı. Gerek teşkilat, gerekse kamuoyu önünde yeniden itibarlı hale getirdi. Siyasetin hiçbir tarafına Özel Harekâtı malzeme yapmadı.

Kendisini Atatürk milliyetçisi ve devletin adamı olarak tanımladı. Hiçbir cemaat ve tarikata yakın durmadı. Ülkücü olmasına karşın, Ülkücülük kelimesini kendisine itibar öğesi yapmadı.

Hayat görüşümüz uyuşmasa da; kendisi siyasete boyun eğen değil, devletin adamı oldu.

Şimdilerde kendilerini Oktay'ın devamı olarak tanımlamaya çalışanların, kendisiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Etiket kullanmaktan başka.

Karadeniz'in çocuğu, polisliğe neden alınmadı?

Olayları takip ederken, süreçleri kişiselleştirmek gibi bir mesleki yaklaşımı tercih etmemekle birlikte süreçlerde yer alanların kimi zaman kişiselleştirmeye yol açan tutumları, yöntem değişikliğini kaçınılmaz hale getiriyor, maalesef.

Örneği şöyle vereyim; Başkan Karadeniz, az önce okuduğunuz değerlendirmesinde Özel Harekat'taki FETÖ'cülerin atıldığını söylüyor. Bu bilgi doğru. Çünkü Garson'dan elde edilen yeni veriler ışığında hakkında işlem yapılanlar arasında Özel Harekatçılar da yer alıyor.

Peki bu bağlamda, Başkan Karadeniz, yakın tarihte çocuğunun neden Polis Akademisi'ne alınmadığını açıklayabilir mi? Ya da Emniyet Genel Müdürlüğü, Karadeniz'in çocuğunun neden polis olmasının akademi tarafından mümkün kılınmadığı sorusunu yanıtlayabilir mi?

Polis Akademisi'nin söz konusu tasarrufunun perde arkasında, Manisa'daki görevi sırasında çocuğunun eğitim aldığı okul olabilir mi?

                                                             /././

Yalan dünya: Kadının soyadı, yargı paketi, tasarruf paketi -Yalçın Doğan-

AKP'nin attığı her adım artık sivil topluma çarpıyor. Halkta karşılığı olmayan adımlar...

Türk - Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nin dış yardımları...

Yüksek Öğretim Kurumları Kanunu'nda değişiklik...

Türk Standartları Enstitüsü'ne Hazine'den yapılacak yardım...

BOTAŞ'ın satın alacağı doğalgazın Kamu İhale Yasası kapsamı dışına çıkartılması...

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndaki taşıtların satışı...

Ne bunlar?..

Meclis'e sunulan bir yasa teklifi, teklifin başlığı şöyle:

"Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi".

Teklifin başlığı böyle ama, Meclis'e sunulurken, AKP bunun adına ne diyor?..

"Tasarruf Paketi!.."

Tasarruf mu?.. Hani nerede tasarruf?.. Tasarrufla ilgili maddeler nerede?..

Gelecek Parti milletvekili Anayasa Profesörü Dr. Serap Yazıcı Özbudun:

"Bu teklifte her şey var ama, tasarruf yok. Bu torba kanun. AKP'nin sık sık yaptığı gibi, birbiriyle hiç ilgisi bulunmayan yasalarda değişikliğe gidiyorlar, bu da yine öyle. Bu teklifi getirirken, ‘tasarruf paketi' dediler, tasarrufa ilişkin ne var, baktım, bulamadım. Yine tipik algı operasyonu, tasarruf paketi diyorlar, ama, içinde tasarruf yok".

Anayasa'ya aykırılıklar

Bugünlerde bir başka paket var. Meclis Komisyonu'nda saatlerce konuşulan bir paket:

"9. Yargı Paketi".

Adı üstünde "Yargı Paketi" ama, Anayasa'ya aykırı maddeleri var. Örneğin, Milattan Önce 6. yüzyıldan itibaren varolan Roma Hukuku'ndan bu yana, bütün hukuk fakültelerinin birinci sınıflarında okutulan "yasalar geriye işlemez" kuralı, "Yargı Paketi'nde" çiğneniyor.

Teklif 11 Temmuz 2024'te Meclis Komisyonu'da görüşülüyor, yasalaşması bu ayın sonuna sarkabilir.

"Ancak, 9. Yargı Paketi'nde bazı maddelerin yürürlük tarihi 29 Haziran 2024!.."

Komisyondaki görüşmeler sırasında söz alan Prof.Dr. Özbudun:

"Anayasa'ya aykırılık sadece yürürlük maddesiyle sınırlı değil, paketin tamamı değerlendirildiğinde, Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırılıklar var, Anayasa Mahkemesi'nin iptal etttiği yasaların bu pakette tekrar yer aldığını görüyoruz".

Kadının soyadı

Paketin en tartışmalı maddelerinden biri "kadının soyadı, kadın evlenince hangi soyadını alır" maddesi.

Kadının soyadı ile ilgili Medeni Kanun'da yer alan "kadın evlenince erkeğin soyadını alır" maddesini Anayasa Mahkemesi "eşitlik ilkesine aykırı" buluyor ve iptal ediyor, "eşitlik ilkesine uygun yeni bir düzenleme yapılmasına" karar veriyor. Geçen yıl iptal ettiği bu maddenin en geç Ocak 2024 tarihine kadar yenilenmesini istiyor.

Şimdi 2024 Temmuz ortası, şu anda zaten yedi ay gecikmiş bulunuyor. Hukuk, AKP için ne gam!..

Her adımda sivil toplum

Meclis'teki komisyonda büyük gürültü çıkartırken, ilgili sivili toplum örgütleri haklı olarak kıyameti kopartıyor.

AKP'nin attığı her adım artık sivil topluma çarpıyor. Halkta karşılığı olmayan adımlar.

Hayvanların öldürülmesi mi, sivil toplum...

Öğretmenlerin özlük hakları ve atamaları mı, sivil toplum...

Emekli gelirlerinin düşük kalması mı, sivil toplum...

Tarım ürünlerinde düşük taban fiyatları mı, sivil toplum...

Rezilce, arsızca ihmal sonucu iş cinayetleri mi, sivil toplum...

"Aile birliği"

Kadının soyadıyla ilgili yeniden aynı düzenlemeye dönüş kadınlarla ilgili sivil topluma çarpıyor.

Madde şu:

"Kadın evlendiği erkeğin soyadını alır".

Bu zaten Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği madde.

Muhalefetin yoğun itirazlarına karşı, komisyondaki AKP'li üyeler sürekli "aileyi korumak, aile birliğini sağlamak zorundayız" lafını tekrarlıyor. Kadının soyadı üzerinden "aile birliği" nasıl korunuyorsa!..

Adalet Komisyonu'nda AKP'liler "aile yapısını zayıflatacak girişime karşı teyakkuzda olmalıyız" diyor.

Oysa, bu zorlama erkek egemenliğinin ilanı ve Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı. Her ikisi de, AKP'nin teğet bile geçmediği çağdaş ilkeler.

İşin bir başka boyutu Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un konuya ilişkin sözü:

"Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır, isterse kızlık soyadını da bununla beraber kullanabilir, hükmü Adalet Komisyonu'nda aynı şekilde korundu ama, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçelerkine atıf yapılarak, yeni bir düzenleme gerçekleştirildi".

Korundu mu gerçekten?.. Kadın isterse kızlık soyadını da kullanabilir mi?..

Yargı paketiyle getirilen madde aynen şöyle:

"Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır.

Şu kadar ki, kadın evlendirme memuruna veya daha sonar nüfus dairesine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir".

Maddenin ikinci bölümü kadın örgütlerinin zaferi. AKP istemeye istemeye bu bölümü eklemek zorunda kalıyor.

(T24)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder