3 Ağustos 2024 Cumartesi

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -3 Ağustos 2024-

 

“Yolbaşçı Bahçeli”! -Atilla Aşut-

MHP’nin yarı resmi yayın organı Türkgün, 7 Temmuz 2024 günü, “Davaya Adanan Bir Ömür” başlığıyla Devlet Bahçeli’nin Genel Başkanlıktaki 27. yılını kutlamış. Başkanlıkta 27 yıl! Bazı padişahların iktidar süresinden bile daha uzun! Öyle anlaşılıyor ki lider partilerinde başkanlar, “ömür boyu koltukta kalmak” üzere seçiliyor…

Türkgün’ün haberinde Bahçeli’den söz edilirken kullanılan bir sıfat ilgimizi çekti. Biz MHP’nin önderlerine “Başbuğ” dendiğini biliyorduk. Meğer Bahçeli’nin bir sıfatı daha varmış: “Yolbaşçı”! Haberin özetini, gazetenin spotundan okuyalım:

“Lider Bahçeli, MHP’nin Kurucu Genel Başkanı Başbuğ Alparslan Türkeş’in vefatının ardından 6 Temmuz 1997’de olağanüstü kurultay ile Genel Başkan seçilmişti. Üç hilalli bayrağı daima ileriye taşıyan Bahçeli, ömrünü adadığı Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in yolbaşçısı, lideri, Genel Başkanı olarak geride bıraktığı 27. yılı anısına partinin Divan üyeleri, MYK üyeleri, milletvekilleri, Ülkü Ocakları ve partililer sosyal medyada paylaşımda bulundu.”

(Türkgün, 7 Temmuz 2024)

Türkçede “elebaşı” ve “kolbaşı” gibi sözcükler var ama “yolbaşçı”yı yeni duydum. Hoşuma da gitmedi değil hani! Dilimize yeni bir sözcük kazandırmışlar: “Yoldaş”a karşı “yolbaş”!

Gerçi Türkçe Sözlük’e girmemiş henüz. Ama MHP’li gazete kullandığına göre yakında gireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…

∗∗∗

KAFA KARIŞTIRAN KESMELER

Kesme iminin kullanımı, Türkçenin en karışık konularından biri. Özellikle özel adlardan sonra kesme eki kullanıldığında karşımıza kimi sorunlar çıkıyor. Eskiden basit bir kural vardı: Kişi ya da kurum adları ek aldığında kesme imiyle ayrılırdı. Dilciler sürekli kural değiştirerek işi karmaşıklaştırdılar. Sözgelimi Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu’nda (10. Baskı, Şubat 2018), kesme iminin kullanılması gereken yerler 15 maddede sıralanmış. Ama “Kesme İminin Kullanılmaması Gereken Yerler” başlığı altında bir o kadar da ayrıksı durum sayılmış. Önce “Kesme imi özel adlardan sonra konur; gereksinim duyulduğunda bütün özel adlardan sonra kullanılabilir” deniyorAma “kullanılabilir” dedikleri genel kural, daha sonra “Kimi özel adlara getirilen ekler kesme ekiyle ayrılmaz”a dönüşüyor. Böyle olunca da kafalar iyice karışıyor ve uygulamada keyfilikler başlıyor…

30 Temmuz 2024 günlü BirGün’de yer alan bir haberin başlığı, bu konuya yeniden dönmemizi zorunlu kıldı. Editör arkadaşlar, kesme imi kullanmadan,  “DİNÇERLERE KIYAK” biçiminde yazmıştı başlığı.

Kimi arkadaşlar, anlam karışıklığına yol açacağı gerekçesiyle bu yazım biçiminin doğru olmadığını söylüyor. O yüzden konuyu yeniden incelemek istedim. Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu’nda konumuzla ilgili şöyle bir madde vardı:

“Özel adlara getirilen -ler (-lar) eki, aile, topluluk, sıra anlamı verdiğinde kesme imiyle ayrılmaz.” Bu kural için verilen örnekler ise şöyle: Mustafa Kemaller, Yavuzlar, Aliler, Ayşeler… Bu örneklere bakıldığında “Dinçerler”i de aynı bağlamda değerlendirmek olanaklı. Ne var ki bu genel kuralın altına “Önemli not” vurgusuyla şu uyarıyı da ekleme gereğini duymuş Dil Derneği:

“Yazarken zaman, hız kazanmak, yazının güzelduyu açısından hoş görünmesini sağlamak için anlatımda yanlış anlaşılma, başka adlarla karışma, karıştırılma söz konusu olmadıkça kesme imi kullanılmayabilir.”

Yani özel adlarda kesme imi kullanmamanın da kimi koşulları var. BirGün’ün haberindeki başlık, okurlar arasında duraksamaya ve yanlış anlamaya yol açtığına göre, burada kesme imi gerektiği söylenebilir. Kaldı ki “Dinçerler” aile adı kabul edilse bile ondan sonra gelen “-e” durum eki kesme imiyle ayrılmadığı için anlam büsbütün karışık görünüyor.

HAFTANIN NOTU

Ölümsüz

Kirletilmiş bu yerkürede temiz durabilmek… Cudamların dünyasında “insan” kalabilmek… Büyüklenmeden “büyük”,  popülizme yüz vermeden “yıldız” olabilmek… Granit bir kişilikte incelik, zariflik ve alçakgönüllülük barındırabilmek…  “Sanatçı” geçinen Saray soytarılarına inat, “halkın sanatçısı” olmayı seçmek… Güç sahiplerine boyun eğmemeyi en büyük onur saymak… Tam 64 yıl durup dinlenmeden toplum için sanat yapmak! Kolay değil bunca erdemi aynı kimlikte buluşturabilmek…

“Rosenbergler”le, “Aslan Asker Şvayk”la, “Keşanlı Ali Destanı”yla,  “Soruşturma”yla, “Havana Duruşması”yla,“Bir Delinin Hatıra Defteri”yle,  “Asiye Nasıl Kurtulur”la, “Ağrı Dağı Efsanesi”yle, “Kafkas Tebeşir Dairesi”yle  “Yalınayak Sokrates”le, “Abdülcanbaz”la,“Galileo Galilei” ile, “Ben Bertolt Brecht” ile, “Azizname” ile, Sivas ‘93 ile ve daha nice unutulmaz oyunları, filmleri, şiir dinletileriyle kalbimizin derinliklerinde taht kurmuş bir sanatçıydı o…

Işığı, direnci, umudu, iyimserliği ve dik duruşuyla bize hep yol gösterecek…

Öldü” diyemem.

Genco Erkal ölümsüzdür!...

                                                         /././

TBB başkanlığından sömürge valiliğine…-Gözde Bedeloğlu-

Tarih 10 Mayıs 2014. Danıştay’ın yıldönümü törenleri kapsamında dönemin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu kürsüde konuşuyor. Karşısında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oturuyor. Feyzioğlu, tutuklu gazetecileri hatırlatarak iktidarın basına yönelik sansürünü eleştiriyor. Siyasetin girdiği mahkemeden adalet kaçar, diyor. Adaletsiz demokrasinin olmayacağını, siyasi partilerin, iktidara, yargı tarafından denetlenmeyi peşinen kabul ederek talip olmaları gerektiğini söylüyor. Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına aykırı olduğunu hatırlatıyor.

Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda yapılan değişiklikle Teftiş Kurulu’nun dolaylı olarak Adalet Bakanına bağlanmasının da yargı bağımsızlığıyla bağdaşmadığını söylüyor. Bugün, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana olan herkesin altına imzasını atabileceği bu uyarılardan sonra Türkiye siyasi tarihinin en unutulmaz anlardan biri yaşanıyor. Başbakan Erdoğan yerinden kalkıyor ve Feyzioğlu’na “edepsizlik ediyorsun” diye bağırıyor. Ardına takılan Cumhurbaşkanı Gül ile birlikte konferans salonunu terk ediyor. Ve böylece Metin Feyzioğlu’nun yıldızı muhalefet cephesinde parlamaya başlıyor.

SİYASETTE ISINMA TURLARI

Ancak Erdoğan’ın öfkesi öyle kolay kolay dinmiyor. Aynı gün gittiği Afyon’daki AKP kampında Feyzioğlu’nu şikayet ediyor. Onu, doğru düzgün konuşmamakla, dürüst olmamakla ve saygısızlıkla suçluyor ve “senden bir şey olmaz” diyor. “Siyaseti seviyorsan çıkar cübbeni” diye ekliyor. İleride göreceğimiz üzere Erdoğan’ın tespiti doğru, Metin Feyzioğlu siyaseti seviyor. Ama şimdilik, hukuksuzluğa karşı çıkan bir hukuk insanı profili çiziyor ve bu davranışıyla da muhaliflerin taktirini topluyor. Yaşananlardan dolayı canı oldukça sıkıldığı görülen Erdoğan, Feyzioğlu ailesiyle ilgili eski defterleri de açarak “bu konuşanın dedesi Turhan Feyzioğlu, Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarına mecliste onay verenlerdendir” diyor. Feyzioğlu geçen yıl katıldığı bir programda konuyla ilgili şöyle demişti: “Karıncayı bile incitmekten üzüntü duyan birisiydi. O günkü siyasi konjonktürde, içinde bulunduğu blok o şekilde oylarken kendi de öyle oylamıştır.” Siyasi konjonktüre göre hareket eden dede Feyzioğlu, karıncayı incitmezken üç fidanın idamlarına onay vermekte bir sakınca görmemişti. Torun Feyzioğlu da konjonktüre göre hareket ederken 180 derecelik dönüşü dert etmeyecekti.

SARAYIN KAPISI FEYZİOĞLU’NA KAPANDI

Yıl 2017. Türkiye 16 Nisan’da yapılacak Anayasa değişikliği referandumuna hazırlanıyor. Halkın oyuna sunulacak paket yürürlükteki parlamenter sistemin kaldırılarak yerine başlanlık sisteminin getirilmesini, başbakanlık makamının ortadan kaldırılmasını ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında değişikliğe gidilmesini içeriyor. TBB Başkanı Metin Feyzioğlu Anayasa değişikliğine ilişkin “milleti temsil eden cumhurbaşkanını, bir siyasi partiyi temsil eder hale getirmek önce milletin parçalanmasına, sonra vatanın parçalanmasına giden yolun başıdır” diyerek eleştirilerde bulunuyor. Feyzioğlu’na göre tüm yetkilerin bir kişide toplanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin anahtarını bir siyasi partinin başkanına vermek demek. Erdoğan’ın tepkisi yine çok sert oluyor. Avrupa’yı gezerek referandumda ‘hayır’ çıkması için çalıştığını söylediği Feyzioğlu’nu terörle kol kola girmekle suçluyor ve kapıyı kapatıyor. “Sen bir defa benim kapımı çalamazsın. Kapattım kapıyı. Böyle bir şey yapamazsın. Siyasetçi değilsin. Böyle bir şeyi yaptığın anda karşına yarın bunun faturası çıkar.” Bunun üzerine Feyzioğlu’nun cevabı “sanırım bizi sizden ikbal bekleyen bazılarıyla karıştırdınız” oluyor. Bugün, o bazılarının olduğu listede kendi adı da var. Ama o günlerde Feyzioğlu’u, özellikle ulusalcıların yıldızıydı.

BAŞKANLIK DÖNEMİNE DAİR ELEŞTİRİLER

TBB başkanlığı boyunca, özellikle meslektaşları tarafından eleştildiği de oldu Metin Feyzioğlu’nun. Örneğin, TBB Başkanı olarak, Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenler hakkındaki “mütareke döneminin işgal altındaki sözde aydınlarının kalıntıları” sözlerine yönelik meslektaşları, onun ‘AK-Saray’ saflarında yerini alması gerektiğine dair açıklamalar yaptı. KHK ile atılan ve işlerine geri dönmek için açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için “Nuriye ile Semih’i evlat edinecek bir sempati içinde olmamı kimse benden beklemesin” dedi. Gülmen ve Özakça’nın tutuklanan avukatları için de DHKP-C teröristinin üzerinde çıkan listede adları olduğunun söyledi. Tutuklanan avukatlar aynı zamanda Berkin Elvan, Dilek Doğan ve Hasan Ferit Gedik davalarını da takip ediyorlardı.

VE DÜMEN MİLLİ DURUŞA KIRILIYOR

Hem Erdoğan hem de meslektaşları tarafından, cüppesini çıkartıp siyasete girmesi çağrıları yapılan Feyzioğlu, ne adı geçtiği gibi CHP’ye başkan ne de muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olabildi. Ancak 2019’da, dümeni iktidardan yana kırdığına dair ilk sinyal, Feyzioğlu’nun Rize AKP İl Başkanlığı ziyaretiyle geldi. Milli bir duruşa ihtiyaç olduğunu, her milli meselede kenetlenilmesi gerektiğini, siyasi partileri ayrım gözetmeksizin ziyaret ederek ön yargıların kırılması gerektiğini söyledi. Halbuki hukuktan uzaklaştığına dair ağır eleştirilerde bulunduğu AKP’de aksi yönde değişen bir şey olmamıştı. Aynı yıl Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin Türkiye’nin önünü açacağını söyleyen Feyzioğlu, Cumhurbaşkanının, seçilmiş bazı avukatlara yeşil pasaport verilmesine dair önerisine olumlu yaklaşmasından dolayı da oldukça şendi. Bunun Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığını pek dert etmişe benzemiyordu. Tutuklu avukatların durumu, savunma hakkının engellenmesi gibi sorunların da üzerinde durulmamıştı. Yine de Feyzioğlu’na göre bu reformla Türkiye, Avrupa Birliği standartlarının üzerine çıkacaktı.

BAROLAR FEYZİOĞLU’NA SIRTINI DÖNÜYOR

2019 adli yıl açılışının Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılacağının duyurulması üzerine 52 baro ve 20 Yargıtay üyesi bunun yargının yürütmeye biat etmesi anlamına geleceği için törene katılmadı. “Bizim için vatan söz konusu ise gerisi teferruattır” diyen Feyzioğlu eleştirileri ‘algı operasyonu’ olarak nitelendirdi. Hükümete destek açıklamalarıyla Feyzioğlu’nun TBB’nin bağımsızlığına gölge düşürdüğünü söyleyen barolar yeniden seçim yapılmasını istedi. Bunun üzerine Erdoğan, 2021 yılında çoklu baro sistemini gündeme getirdi. Feyzioğlu’na göre çoklu baro sistemi devrim niteliğindeydi. AKP ve MHP ortaklığı ile TBB’nin delege yapısı ve seçim sistemi değiştirildi. En çok avukatın üye olduğu illerin temsil oranları düşürüldü, daha az sayıda avukatın üye olduğu illerin delege oranı artırıldı. Ancak Erdoğan’ın, bir zamanlar “edepsiz, saygısız” dediği Feyzioğlu’nun başkanlığını sürdürmesi için yaptığı girişim sonuçsuz kaldı ve seçimi külliyedeki “adli yıla katılarak orada ifade özgürlüğü, hak, hürriyet, adalet kavramlarını alkışlamamız isteniyor bizden. Bu komedinin içerisinde yer almayacağız” diyerek karşı çıkmış olan Erinç Sağkan kazandı.

KKTC’DE BÜYÜKELÇİLİK DÖNEMİ

“Evet değiştim, çok şükür değiştim, ben devletimle kavga etmem” diyerek dümeni iktidara doğru kıran ve yeni TBB yönetiminin amacının Erdoğan’ı devirmek olduğunu söyleyen Feyzioğlu koltuksuz bırakılmadı ve yaklaşık bir yıl sonra KKTC Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atandı. Göreve başladıktan sonra verdiği ilk röportajda Türkiye’nin milli davası Kıbrıs’a aşkla bağlı olduğunu söyledi. Ancak çok geçmeden Kıbrıslılara bu ‘aşk’ı sorgulatacak gelişmeler yaşandı. Örneğin Türkiye’nin Kıbrıs politikasını eleştiren Kıbrıslı aydın, siyasetçi ve gazetecilerin Türkiye’ye girişi engelleniyor ve Feyzioğlu bununla ilgili bir açıklama yapmıyordu. Adadaki en tepki çeken faaliyeti ise 14 Mayıs 2023’te, Türkiye’de yapılacak genel seçimler öncesi yaşandı. Feyzioğlu, büyükelçilik görev sınılarını aşarak adada köy köy, kahvehane kahvehane gezip Cumhur İttifakı ve Erdoğan lehine seçim propagandası yürüttü. İşin daha da vahimi, yasaya göre Türkiye’deki herhangi bir siyasi partinin Kıbrıs’ta seçim çalışması yapması yasak olmasına rağmen, Feyzioğlu’na KKTC Meclis Başkanı Zorlu Töre’nin de eşlik etmiş olmasıydı. Feyzioğlu, TC devletinin temsilcisinden ziyade bir partinin temsilcisi gibi davranarak Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan, YSK’ye kayıtlı 140 bin TC vatandaşı arasında huzursuzluk yaratmakla eleştiriliyordu.

SÖMÜRGE VALİLİĞİ

Feyzioğlu adada, Cumhur İttifakı adına seçim çalışması yürütmekle kalmadı. Mağusa Limanı’nın, Türkiye’deki yap-işlet-devret yöntemiyle özelleştirilmesi gerektiğini ve bu konuda çalışma başlattıklarını söyledi. Erdoğan’ın tıpkı KKTC Cumhurbaşkanlığı binasını görüp gecekonduya benzetmesi ve külliye yapımına karar vermesi gibi Feyzioğlu da limanın iyi durumda olmadığını ve KKTC’ye yakışmadığını söyledi. Girne’ye de bir liman gerektiğine karar verdi. Peki iki devlet arasında diplomatik ilişkileri yürütmekle görevli bir büyükelçi nasıl oluyor da hem geldiği ülkedeki iktidarın siyasi propagandasını yapabiliyor hem de özelleştirme kararı alabiliyordu? Hangi yetkiye, hangi pozisyona dayanarak böyle açıklamalarda bulunabiliyordu? Öncelikle KKTC’nin uluslararası hukukun dışında ve bir devlet olarak tanınmıyor oluşu büyükelçilik makamını da geçersiz kılıyor. Ama bütün bu çalışmaları anlaşılır kılacak tek bir pozisyon var, o da sömürge valiliği. Ancak bir sömürge valisi, sınırlı bir dönem için görevlendirildiği bir ülkede yetki ve sorumluluk sınırlarının dışına bu kadar kolay ve pervasız bir şekilde çıkabilir. Aksi halde, liman gibi stratejik bir bölgenin özelleştirilmesiyle ilgili Kıbrıslıların fikri alınmadan böylesine cüretkar açıklamalar yapılamazdı. Sonuç ne oldu diye soracak olursanız, AKP destekli UBP-DP-YDP Hükümeti, limanların özelleştirme kapsamına alınmasını onayladı.

FALYALI’YLA ORTAK YENİ BÜYÜKELÇİ

1974 askeri müdehalesinin 50’inci yıl törenine katılmak üzere adaya giden CHP lideri Özgür Özel’i karşılamayan Metin Feyzioğlu için iktidar temsilcisi bir siyasetçi gibi davrandığı, geldiği makamı hazmedemediği şeklinde yapılan eleştiriler anlamsız. Feyzioğlu, tam da görevlendirildiği gibi, sömürge valiliği makamına uygun bir şekilde davrandı ve ödülünü de alarak Prag’a Büyükelçi olarak atandı. Peki neden görev süresi dolmadan yapıldı bu atama? Kıbrıslı gazeteci Aziz Şah “Kıbrıs sorununu hukuksal olarak bilen adam diye atadıkları Feyzioğlu’nu artık ‘hukuksal’ bakacak bir durum kalmadığı için görevden aldılar” diye yazdı Avrupa Gazetesi’nde. Kıbrıslı gazeteci Serhat İncirli 30 Temmuz tarihli Yeni Düzen’deki yazısında konuyla ilgili bir kulis bilgisini paylaştı. İncirli, önemli bir haber kaynağının kendisine yeni büyükelçinin atanmasını ‘birilerinin önerisiyle’ bizzat KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın istediğini ve bunu Erdoğan ile paylaştığında olumlu yanıt aldığını söylediğini yazdı. Bu isim Yasin Ekrem Serim’di. Gazeteci Seyhan Avşar, Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atanan Serim’in bir dönem mafya lideri Halil Falyalı’nın ortağı olduğunu hatırlattı ve sosyal medya hesabından belgesini yayınladı. Kıbrıslı gazeteci Ayşemden Akın da bugunkibris.com haber sitesindeki yazısında Yasin Ekrem Serim’in belgeleriyle tespit ettikleri KKTC merkezli birçok şirketi olduğunu öne sürdü. Belli ki bu pilav daha çok su kaldıracak.

                                                               /././

Hoş Geldin “Tahkikat Komisyonu”! -İlhan Cihaner-

Her alanda “Çuvallamış Devlet” (Failed State) görünümü veren ülkemizin Parlamentosu da bu görünümden nasibini fazlasıyla alıyor. Ganimet çetelerinin taktik üssü haline gelmiş “saray’da” kaleme alınmış metinlere kanun kılıfının geçirildiği “kanunmatik” gibi çalışıyor TBMM. Varlık nedeni olan Yasama/Bütçe yapma/Denetleme fonksiyonları çoktandır rafa kalkmış durumda. Muhalefetin tüm süreçlere etkisi tarihe not düşmek ve sonuçsuz “sert” direnişlerden ibaret. Toplumsal muhalefetle dayanıştığı birkaç olayı saymazsak yasama süreci AYM’ye gitmek için zorunlu olarak atlanması gereken usuli bir aşama gibi.

AKP/MHP’nin onay vermediği, altında imzalarının olmadığı tek bir teklifin bırakın yasalaşmasını gündeme alınması bile söz konusu olamıyor. O kadar ki; iktidarın katılacağı bir teklifin kabul edilmeyip, iktidar milletvekillerinin imzaları ile verilip gündeme alındığı durumlar oldu. 9 Temmuz’da bu durumun –benim bildiğim tek- istisnası gerçekleşti. İktidarın ortağı Hüda-Par’ın, 28 Aralık 2023 tarihinde TBMM Başkanlığına vermiş olduğu “Soykırım suçuna iştirak edenlerin cezalandırılması, vatandaşlıklarının kaybettirilmesi ve malvarlıklarına el konularak Aile ve Gençlik Fonu'na devredilmesine ilişkin” kanun teklifinin doğrudan Genel Kurulun gündemine alınmasına ilişkin önerge kabul edildi.

Önerge üzerine konuşan Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, önergeyi “…Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan en az 4 bin kişinin Gazze'ye giderek soykırım suçuna fiilen iştirak ettiği bilgisi basına yansıdı. Türkiye pasaportu taşıyan ve siyonist İsrail hedefleri için askerlik yapanların toplam sayısı ise bunun çok daha üzerinde… Uluslararası siyasi dengeler gözetilerek münhasıran Adalet Bakanlığına verilen soruşturma talep etme yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine de verilmesi yargı makamlarının millet adına karar verdiği de düşünüldüğünde isabetli olacaktır. Bu anlamda soruşturma açılmasını talep etme yetkisinin salt yürütme eliyle değil, yasama organı eliyle de kullanılması, suçluların siyasi mülahazalarla yargılanmaktan kurtulması sonucunu engelleyebilecektir… Meclisin soykırım ve insanlığa karşı suçların önlenmesi ve cezalandırılması konusunda da soruşturma talep etme yetkisine sahip olması gerek…” cümleleriyle temellendirdi.

Önerge aleyhine tek konuşmayı CHP Adına Grup Başkanvekili Murat Emir Yaptı: “…arkası önü belli olmayan, delillerle desteklenmemiş bir haber üzerinden gelip burada bir konuşma yapmayı da doğru bulmuyorum. Türkiye'de eğer savcı varsa, eğer kolluk varsa, Türkiye yönetiliyorsa, eğer Türkiye'den birileri kalkıp Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla gidip Gazze'de insanlık suçu işliyorlarsa zaten çoktan harekete geçmiş olması gerekir... Bu yasamanın işi değildir ama eğer kaygıları varsa bu sözleri AKP Grubuna, saraya, Adalet Bakanına ve İçişleri Bakanına söylemeliler, yanlış yerde konuşuyorlar…”

GÜNDEME NASIL ALACAKLAR?

Tahmin edebileceğiniz gibi önerge AKP/MHP/Saadet Partisi/Hüda-Par –ve iktidara ilişmiş sair milletvekillerinin- oylarıyla kabul edildi. Muhtemelen yeni dönemde yasalaşacaktır.

Ceza Yargılama Hukuku tekniği açısından hiçbir anlamı olmayan bu teklifin tehlikeli bir gidişatı işaret ettiğini düşünüyorum. Çünkü teklifte vurgulanan “soruşturma açma talebi yetkisi” zaten tüm yurttaşlarımızın sahip olduğu bir “yetkidir”. Birilerinin soykırım suçu işlediğini düşünen herkes savcılığa başvurarak “soruşturma açılmasını talep” edebilir. (Şahsen benim İŞİD ile ilgili yaptığım böyle bir başvuru da vardır.) Zaten savcılıkların kendiliğinden ya da basında çıktığı iddia edilen haberler üzerine çoktan harekete geçmiş olmaları gerekirdi. Kuşkusuz TBMM’den gelen bir başvuru iktidarın kontrolündeki yargı üzerinde daha etkili olacaktır. Ama TBMM’de karar kabul edilmez ise bu bir soruşturma engeli teşkil ededecek midir? Milletvekilleri delilleri nasıl inceleyecektir? Gündeme nasıl alınacaktır?

YARGI İŞLER HALE GELMELİ

Peki Hüda-Par (ve iktidar mensupları) adalet bakanlığı aracılığı ya da doğrudan savcılığa başvurmak yerine niye daha yavaş olan, tartışmalı olabilecek bu yöntemi önerdi?

İşte burada “tehlikeli gidişatın” izlerini görüyoruz; böyle bir mekanizma ancak bir “soruşturma komisyonu” aracılığı ile işletilebilir. Yargısal yetkiler verilmiş bir komisyonun ne anlama geldiğini Demokrat Parti döneminin “Tahkikat Komisyonu’ndan” biliyoruz. Birçok noktada DP nin ayak izlerini takip eden Türk sağı burada da aynı izlere basacak gibi. Ve kabak Türk vatandaşı bir avuç musevinin başına patlayacaktır. Açılan kapıdan başka suçlar da girecektir. Önerge ve gerekçesinde köleleştirilen Ezidi çocukların ticaretinden ve vatandaşlık/oturma izni verilmiş İŞİD savaş/soykırım suçlularının takibinden bahsedilmemesi dertlerinin soykırım olmadığını gösteriyor.

Umarım İsrail Gazze katliamını son sürat sürdürürken aralarında muhtemelen bu önergeye destek verenlerin de “iltisaklı” olduğu utanç ticaretini unutturmak ya da “Filistin’e en çok biz sahip çıkıyoruz!” yarışı çerçevesinde verilmiş bir önergedir.

Sahiden “soykırım suçları” ile etkin bir mücadele isteyenlerin hukuk devleti ve yargıyı işler hale getirmeleri yeterli.

                                                                /././

“Yok hükmünde…” -Nurcan Bilge Gökdemir-

Atalay özelinde TBMM, aslında toptan siyaset bir varlık ve meşruiyet sınavından geçiyor. Bugün Atalay’ın haklarına sahip çıkmayanların yarın kendileri “Yok hükmünde” sayıldıklarında şikâyet etme hakkı olmayacağını unutmamalı.
                            Avukatlar AYM kararlarının uygulanması için eylem yapmıştı. (Fotoğraf: Depo Photos)

AYM, Can Atalay kararı ile iktidarın şimşeklerini üzerine çekti. Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine karşı yapılan başvuruları 22 Şubat’ta karara bağladıktan sonra eleştirilecek kadar gecikmeli bir sürenin sonunda gerekçesini açıklayan AYM bir anda tartışmaların odağına yerleşti.

Kararının gerekçesinde aynı konuda daha önce verdiği kararlara uyulmadığını hatırlatan AYM öncelikle “Bu karara uyulmak zorunda” uyarısında bulundu. Kararlarının bağlayıcılığına dikkati çeken AYM, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin önceki kararlarına uymamasını "Anayasa Mahkemesince Anayasa'yı ihlal ettiği tespit edilen bir yargısal kararı mahkemeler dâhil hiçbir kamu otoritesi esas alamaz ve Anayasa'ya aykırılığı sabit olan bir karara hukuken geçerlilik tanınamaz" ifadeleriyle eleştirdi. Bu sözlerin özeti şu: “İhlal kararımı kabul edin ve Can Atalay’ın milletvekilliğini geri verin…”

Can Atalay hakkında kesinleşen bir hüküm bulunmaması nedeniyle milletvekilliğinin düşürülmesi kararının “Hukuken var kabul edilemeyeceği” de hatırlatıldı.

UÇUM ROTAYI ÇİZDİ

Kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra ilk tepki Saray’dan geldi. Gezi Davası’nın Erdoğan’ın kişisel meselesine dönüştüğü yorumlarına haklılık kazandıracak şekilde Başdanışmanı Mehmet Uçum önceki tartışmalar sırasında da olduğu gibi iktidarın işine gelmediğinde yerleşik tüm kuralları çiğneme alışkanlığının yeni bir örneğini sergiledi.

Uçum, “Hukuk, keyfilik, Anayasa’nın üstünlüğü” kurallarını hatırlatan AYM’ye “Hukuku tanımıyorsunuz”, “Keyfisiniz”, “Anayasa çiğneniyor”  dedi… Söyleyenin kimliği açıklanmadan “Hedef kim?” diye sorulsa çoğunluğun Beştepe’yi işaret edeceği bu sözlerle Uçum, AYM’yi suçladı.

Uçum’un açıklaması ile kararları kesin ve bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı herkes için geçerli olan AYM’nin, diğer birçok kurum gibi Cumhurbaşkanlığı tarafından “Yok” sayıldığı ilan edildi.

Bu tartışmalar sürerken tuhaf bir rastlantı ile Anayasa Mahkemesi dijital ortamda da yok oldu. Instagram'ın Türkiye genelinde BTK kararıyla engellenmesinin ardından internet kullanıcıları Anayasa Mahkemesi'nin internet sitesine de ulaşamadı. AYM’nin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın basın ve ifade özgürlüğüne müdahale edebilecek bazı yetkilerini iptal ettiğini duyurmasının ardından siteye girmeye çalışan kullanıcılar “The service is unavailable" (Hizmet kullanılamıyor) uyarısı ile karşılaştı.

Atalay’ın Avukatı Deniz Özen’in AYM kararına uyulmamasının “AYM’yi kapatmak” anlamına geldiği yorumu dijital ortamda fiilen gerçekleşmiş oldu.

15 AĞUSTOS YEMİN İÇİN FIRSAT MI?

Can Atalay ile ilgili bu filmi bir kez daha seyretti Türkiye…

Kısaca hatırlayacak olursak Gezi davası nedeniyle cezaevinde bulunan Can Atalay’ın 14 Mayıs’ta milletvekili seçilmesinden sonra AYM, yargılamanın durdurulmasına, Atalay'ın tahliyesine ve vekilliğinin kabulüne karar verilmesini hükme bağladı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin karara uymayarak dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermesi ile aslında siyasilerin başrolünde olduğu büyük bir yargı krizi yaşandı. Yargıtay “süper temyiz mahkemesi” gibi davrandığı iddiasıyla AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu süreç AYM’nin ikinci kez hak ihlali kararı vermesi ile sürdü. Uçum’dan önce bu süreçte AYM önce Yargıtay tarafından “Yok” sayıldı.  Karar TBMM’de okundu ve Atalay’ın milletvekilliği düştü.

Atalay’ın avukatları, CHP, DEM Parti ve TİP’in kararın iptali için yaptığı başvuru ile son günlerde yaşadığımız süreç başladı.

Yüksek mahkemeler arasında gidip gelen ve TBMM’de noktalanan bu sürecin ardından şimdi AYM’nin yeniden verdiği iptal kararı ile gözler tekrar Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü TBMM’ye ve onun Başkanı Numan Kurtulmuş’a çevrildi. Atalay’ın milletvekilliği düşürülürken Birleşik Arap Emirlikleri’nde olan Kurtulmuş şimdi de Haniye’nin cenazesi için Katar’da…

Can Atalay’ın tahliye edilerek TBMM’ye gelip yemin etmesi ve milletvekilliğini kazanması sağlanacak mı, Kurtulmuş Atalay’ın seçilme hakkının ihlalini önleyecek mi? Merak edilen bu. TBMM’nin 1 Ekim’e kadar sürecek tatili dolayısıyla bir karar için o güne kadar beklenecek mi? Aslında bu sorunun yeni yasama yılı başlayana kadar beklenmesine gerek kalmadan çözülmesi için bir fırsat var. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın konuşma yapması için TBMM Genel Kurulu’nun açılacağı 15 Ağustos günü Atalay’ın milletvekilliğinin iadesi sağlanabilir. TBMM İçtüzüğü’nün  ancak olağanüstü çağrı konusunun görüşülebileceği yönündeki engelleyici hükmü çağrı metnine bu konu da eklenerek aşılabilir. Ancak tüm bunların hayata geçmesini sağlayacak siyasi irade var mı, sorun burada düğümleniyor.

SARAY’IN DEDİĞİ OLUR

Yakın çevresinin TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un bu süreçten rahatsız olduğu önceki dönemde de dillendiriliyordu. Hatta Kurtulmuş’un Atalay’ın önce TBMM’de yemin etmesinin sağlanması ardından hakkındaki hükmün kesinleşmesi ile milletvekilliğinin düşürülmesi gerektiğinden yana olduğu konuşuluyordu. Ancak Kurtulmuş’un bu gayretlerinin (!) MHP’nin müdahalesi ile sonuçsuz kaldığı ve bu durumdan rahatsızlık duyduğu da ifade ediliyordu. Kurtulmuş’un Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü sırada yurtdışında olması da tamamen rastlantıydı, vs…

Herkes çok iyi biliyor ki konu Uçum’un çizdiği rotada gidecek… Saray’ın tavrı net “Milletvekilliği iade edilmeyecek ve cezaevinde kalacak”… “Ama hukukun üstünlüğü…” diye yakın çevresi üzerinden  konuşan iktidar mensuplarının da bu konuda inisiyatif almasını beklemenin saflığa varan bir iyi niyet olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Atalay konusunda sonuç almaya dönük etkili muhalefetin sergileneceğinin işaretleri de görülmüyor. Ateşli nutuklar, çatış kaşla, parmak sallayarak yapılan açıklamalar…

Atalay özelinde TBMM, aslında toptan siyaset bir varlık ve meşruiyet sınavından geçiyor. Bugün inandırıcı ve etkili bir şekilde Atalay’ın haklarına sahip çıkmayanların yarın kendi siyaset yapma hakları ellerinden alındığında şikâyet etme hakkı olmayacağını unutmamaları gerekir…                                                 

                                                       /././

                                             Birgün - GÜNDEM

İmamoğlu, SGK’nin borç karnesini anlattı: Başarısızlığın faturası belediyelerden çıkarılıyor
Belediyelerin SGK'ye olan borçlarına ilişkin açıklamalarda bulunan İBB Başkanı İmamoğlu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan'ın CHP'li belediyelerin SGK borçları hakkında yaptığı açıklamalara tepki gösterdi. SGK borçlarının AKP iktidarı döneminde 3 kat arttığını kaydeden İmamoğlu, "Belediyelerin borcu hacim olarak bu bütçenin sadece yüzde 4.3'ü kadar. CHP'li belediyeleri borç belediyeleri diye suçlayan Bakan Bey'in karnesi işte bu derece bozuktur ve sefil durumda" dedi.(https://www.birgun.net/haber/imamoglu-sgknin-borc-karnesini-anlatti-basarisizligin-faturasi-belediyelerden-cikariliyor-549427)

                                                                    ***

İsviçre’den büyük toprak icralık -Mustafa Bildircin-
Giderek derinleşen ekonomik krizin ulaştığı boyut, tarım alanlarına yansıdı. Çiftçi borçları nedeniyle 42,3 milyar metrekare tarım alanına ipotek konuldu. Türkiye'de ipotekli durumda olan tarım alanlarının büyüklüğü İsviçre, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin toprak büyüklüğünü dahi geride bıraktı.(https://www.birgun.net/haber/isvicreden-buyuk-toprak-icralik-549342)

                                                                ***

Çevre davalarına para yetişmiyor -Gökay Başcan-

Yaşam alanlarını savunmaya çalışan yurttaşların önündeki en büyük engel dava masrafları. Masrafları dayanışma ile ödeyen yaşam savunucuları çevre davalarının, kamu davası sayılması gerektiğini belirtiyor.(https://www.birgun.net/haber/cevre-davalarina-para-yetismiyor-549331)
                                                        ***

Eğirdir Gölü'nün bölünmesine yaklaşık 1 kilometre kaldı
Kuraklık ve kirlilik tehdidi altındaki Türkiye'nin en önemli tatlısu göllerinden Eğirdir Gölü'nün en dar kısmı olan Kemer Boğazı'ndaki su genişliği, 1,8 kilometreden 1,2 kilometreye geriledi. Bu alandaki derinlikse bazı yerlerde, 50-60 santimetreye düştü. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici, önlem alınmaz, kuruma devam ederse gölün ikiye bölüneceği uyarısında bulundu.(https://www.birgun.net/haber/egirdir-golu-nun-bolunmesine-yaklasik-1-kilometre-kaldi-549170)

                                                            ***

Alevi köylerindeki okulları kapattılar -Deniz Güngör-
Ardahan’ın çoğunluğu Alevi nüfustan oluşan Damal ilçesinde 5 ila 14 köy okulunun kapatıldığı iddia edildi. Ardahan İl Milli Eğitim Müdürü kapatılan okullara ilişkin bir sayı vermezken bölge halkı karara tepki gösterdi.(https://www.birgun.net/haber/alevi-koylerindeki-okullari-kapattilar-549351)

                                                                ***

Katliam 302. gününde: Gazze'de can kaybı 39 bin 550'ye çıktı
İsrail'in 302 gündür saldırılarını sürdürdüğü Gazze'de can kaybı 39 bin 550'ye çıktı. Son 24 saatte Gazze Şeridi'ne düzenlenen saldırılarda 31 Filistinli öldü, 62 kişi yaralandı.(https://www.birgun.net/haber/katliam-302-gununde-gazze-de-can-kaybi-39-bin-550-ye-cikti-549420)

                                                                     /././

Devrim Muhafızları: Haniye, odasının dışından atılan kısa menzilli mermi ile öldürüldü
                                          Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye (ortada) Fotoğraf: AA

İran Devrim Muhafızları, Hamas lideri Haniye'nin, odasının dışından şiddetli bı̇r patlama eşliğinde, yaklaşık 7 kg başlıklı kısa menzı̇llı̇ bı̇r mermi atılarak öldürüldüğü yönünde bir açıklama yaptı. Suikastın ABD ve İsrail tarafından gerçekleştirildiğini söyleyen Devrim Muhafızları, "Tahran'ın intikamı, şiddetli ve uygun zaman, yer ve şekilde" olacak ifadelerini kullandı.(https://www.birgun.net/haber/devrim-muhafizlari-haniye-odasinin-disindan-atilan-kisa-menzilli-mermi-ile-olduruldu-549463)
                                                               ***

Ersan Şen’in derdi adalet değil! -İsmail Arı-
Ersan Şen, Ezgi Apartmanı’nın yıkımından ve 35 kişinin ölümünden sorumlu tutulan firari müvekkillerinin yakalama kararlarının kaldırılması için harekete geçti. Şen’in 876’şar yıla kadar hapisleri istenen müvekkilleri yaklaşık 330 gündür firari.(https://www.birgun.net/haber/ersan-senin-derdi-adalet-degil-549372)

                                                                        ***

İsmi Halil Falyalı ile anılıyordu: Yeni Lefkoşa Büyükelçisi, hakkındaki onlarca içeriği engelletti
Kamuoyunda daha önce mafya lideri Halil Falyalı ile yaptığı işlerle gündeme gelen Türkiye’nin yeni Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim, hakkındaki onlarca içeriği mahkeme kararıyla yayından kaldırttı.(https://www.birgun.net/haber/ismi-halil-falyali-ile-aniliyordu-yeni-lefkosa-buyukelcisi-hakkindaki-onlarca-icerigi-engelletti-549382)

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder