7 Ağustos 2024 Çarşamba

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" -7 Ağustos 2024-

 

MHP’nin işlevi? -Öztin Akgüç-

Milliyetçi Hareket Partisi’nin kökenini, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ile Köylü Partisi’nin (KP), 1958 yılında Osman Bölükbaşı başkanlığında oluşturulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) oluşturur. Bölükbaşı’nın 1965 yılında başkanlıktan ayrılması üzerine A. Türkeş parti başkanlığı görevine getirilmiş ve partinin unvanı 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiştir.

Ülkenin siyasal olarak hemen hemen dengeli iken bloka ayrışmış olması MHP’ye, varlığını sürdürme, etkili olma olanağını sağlamaktadır. MHP ayrışmadan yararlanmakta, nemalanmaktadır. MHP; 1973 genel seçiminde 3, 1977 genel seçiminde de 16 vekille TBMM’de temsil edilmesine karşın CHP’ye karşı kurulan Milliyetçi Cephe olarak anılan sağ koalisyonlarda yer bulabilmiştir.

MHP, diğer siyasal partilerle birlikte Milli Güvenlik Konseyi’nin 2533 sayılı yasası ile 1981 yılında kapatılmıştır. MHP hukuken kapatılmış olmasına karşın ABD’nin BOP (GOP) projesi uyarınca “Türk-İslam sentezi” sloganı altında öngörülen ılımlı siyasal İslamın, siyasal düzene iktidar yolu açılmasına kılavuzluk görevi MHP’ye verilmiştir. 

Askeri yönetimce kapatılmış siyasal partilerin yeniden faaliyete geçmesine olanak veren 1992 yılı yasal düzenlemesi sonrası MHP faaliyetini açıkça sürdürmektedir. Yeniden faaliyete geçiş sonrası 1995 genel seçiminde yüzde 8 oyla baraj altı TBMM dışında kalan MHP, en büyük başarısını oy oranını yüzde 18’e yükselterek 1999 genel seçiminde göstermiştir. Ecevit başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde  Bahçeli, başbakan yardımcısı olarak görev almıştır.

Yanlış stratejiyle ekonomi, “2000 yılı enflasyonu düşürme programı” ile krize girdikten sonra krizin en derin evresinde iktidar ortağı Bahçeli, ısrarlı şekilde ülkeyi erken seçime götürmüş kriz döneminde erken seçimin iktidarın yararına olmadığı, 2002 seçim sonucu ile de kanıtlanmış, iktidarı oluşturan partiler baraj altında kalarak TBMM’ye temsilci dahi gönderememişlerdir. MHP, TBMM dışı kalmıştır ama yüzde 34.3 oy alan AKP’ye de iktidar yolunu açarak kılavuzluk görevini yerine getirmiştir.

Muhalif bir partinin TBMM dışı kalmaması, baraj altı oyların AKP’ye yaradığı düşüncesiyle emanet oyların katkısı ile 2007 seçiminde oy oranı, yüzde 14.3’e yükselen MHP, TBMM’de yer almıştır. 2011 seçiminde oy oranı yüzde 13’e gerilemekle beraber MHP, muhalif konumunu sürdürmüştür. 

Muhalefetin Erdoğan’a karşı tek adayla çıkması görüşüyle 2013 yılı cumhurbaşkanı seçiminde CHP ile Ekmeleddin İhsanoğlu’na ortay aday gösterilerek bir yerde Erdoğan’ın seçimi kazanması güvence altına alınmıştır.

2015 Haziran genel seçimini AKP’nin yitirmesi üzerine inisiyatif Bahçeli’ye geçmiştir. Bahçeli daha seçim sonuçları kesinleşmeden koalisyona katılmayacağını açıklayarak erken seçimin önünü açmış; yinelenen 2015/Kasım seçiminde de AKP’yi desteklemiştir. Bu tarihten sonra Bahçeli, oyun kurucudur. Anayasanın Erdoğan’ın fiili durumuna uygun hale getirilmesini önermiş, şaibeli 2017 anayasa referandumu ile günümüzün ucube olarak da nitelenen düzeni oluşturulmuş, Şubat/2018’de de Cumhur İttifakı kurulmuştur. Günümüzde MHP muhalif konuma geçtiğinde AKP iktidarı, Erdoğan’ın başkanlığı da fiilen sona erer. Erdoğan, iktidarda kalabilmek için Bahçeli’nin desteğine muhtaçtır. MHP de herhalde Erdoğan’ı fisebilillah desteklememektedir. Devlet içinde örgütlenme desteğinin resmi karşılığı olabilir.

Sinan Ateş cinayeti yargı aşamasında iken 154 kişilik liste ve Bahçeli’nin polise el öptürme gösterisiyle Ateş benzetmesiyle MHP’yi eleştirenlere gözdağı verilmektedir. 

MHP’nin tutarlı da olmayan milliyetçilik söylemi dışında, ülkeye somut olarak ne kattığı irdelenmeli, MHP’nin işlevi mercek altında tutulmalıdır.

                                                          /././

II. Abdülhamit sansürü -Sinan Meydan-

II. Abdülhamit hafiyelerle, jurnallerle, sürgünlerle nefes aldırmayan bir istibdat (baskı) rejimi kurdu. Bu baskı rejiminin en önemli ayaklarından biri de basın sansürüydü.

AKP iktidarı sosyal medya platformu İnstagram’ı kapattı. 22 yıllık siyasal İslamcı AKP iktidarının her geçen gün artan yasaklarıyla şekillendirdiği baskı düzeni, AKP iktidarının rol modeli II. Abdülhamit’in baskı düzeninin en önemli parçası “basın sansürünü” akla getiriyor.

Osmanlı’da 19. yüzyılda ilk gazetelerin yayımlanmaya başlanmasından bir süre sonra basını kontrol etmek amacıyla çeşitli yasal düzenlemeler yapıldı. 

1864 BASIN KANUNU 

Osmanlı’daki ilk basın kanunu, Sultan Abdülaziz döneminde, Fransız Basın Yasası’ndan alınıp 1864’te yürürlüğe koyulan Matbuat Nizamnamesi (Basın Kanunu) idi. Bu kanun görünürde bir sansür düzenlemesi değildi. Ancak bu kanuna göre gazete çıkartmak, her an geri alınabilecek bir ruhsata bağlıydı. Bu kanuna göre kurulan Matbuat Müdürlüğü’ne gazeteleri yayımlanmadan önce kontrol etme görevi verilmişti. Basın suçlarına Zaptiye ve Polis Mahkemesi, gazetelerin geçici ya da süresiz olarak kapatılmalarına ise Meclisi Ahkâmı Adliye karar verecekti. Gazetelerin, kararı temyiz etme hakkı yoktu. Bu kanunla Osmanlı’da birçok gazete kapatıldı. 

1867 ALİ KARARNAME

1909’a kadar yürürlükte kalacak olan 1864 Basın Kanunu’ndaki basın yasakları bir süre sonra Osmanlı Hükümetine yeterli gelmedi. 16 Mart 1867 tarihinde yayımlanan Âli Kararname ile basın yasakları artırıldı. Bu kanun, Sadrazam Ali Paşa’nın, Girit isyanında izlediği yanlış politikayı eleştiren muhalif basını susturma çabası olarak değerlendirilmişti. 

Namık Kemal’in İbret gazetesi, 1873 yılında Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesinin sahnelenmesinden sonra kapatıldı ve Namık Kemal, Nuri Bey, Ebuzziya Tevfik, Hakkı Efendi, Ahmet Mithat Efendi tutuklandılar ve daha sonra da sürgün edildiler. Bu dönemde Türk basınının ilk mizah dergisi Diyojen, onun ardılı Çıngıraklı Tatar ve Hayal de dahil olmak üzere birçok gazete ve dergi ya tatil edildi veya süresiz olarak kapatıldı.

12 Mayıs 1876’da Sadrazam Mahmut Nedim Paşa da kısa süre yürürlükte kalan ilk sansür kararnamesini yayımlattı.      

ABDÜLHAMİT’İN BASKI REJİMİ

II. Abdülhamit’in, aşırı kuşkuculuğu, tahttan indirilme ve öldürülme korkusuyla da birleşince 33 yıllık saltanatı tam anlamıyla bir “korku saltanatı” haline gelecekti.

II. Abdülhamit’in aşırı kuşkusu ve büyük korkusu bakanları, orduyu, öğrencileri, ulemayı ve tüm sistemi çok sıkı biçimde kontrol etmesine neden oldu.

II. Abdülhamit döneminde devlet görünüşte Babıâli’den, gerçekte saraydan yönetilirdi. Nazırlar (bakanlar) neredeyse yetkisizdi. Bakan atamaları genelde bakanların haberi bile olmadan yapılırdı. Sorunlar sarayda görüşülür ve sarayda çözülürdü. Yabancı elçiler bile önemli işleri doğrudan doğruya sarayla görüşürdü. Bu durumu bilen bakanlar, koltuklarını korumak için saraya olabildiğince yanaşmaya çalışırdı. Devlet kademelerine getirilenler liyakate göre değil, sadakate göre belirlenirdi.

II. Abdülhamit, kendisine en çok biat edenleri seçerdi. Hatta çeşitli rütbelerle, nişanlarla, ödüllerle, hediyelerle, yüklü maaşlarla kolayca satın alabildiği kişileri özellikle tercih ederdi. Kendisine sadık olacaklara yalılar, konaklar ve çiftlikler ihsan ederdi. Kendisine muhalif olanları da parayla veya çeşitli görevlere getirerek satın almaya çalışırdı. Kontrol edip satın alamadığı tehlikeli kişileri ise genelde sürgün ederdi.

Abdülhamit’in korku saltanatı dört temel kavram etrafında şekillenmişti: hafiye, jurnal, sürgün ve sansür. 

II. Abdülhamit’in kuşkuları ve korkuları her şeyi denetleme ve herkesi kontrol etme içgüdüsüne dönüşmüştü. Bu nedenle bir hafiye teşkilatı kurmuştu. II. Abdülhamit’in güvenini kazanmanın ilk şartı ona jurnal (doğru-yanlış tüm duyumlar) vermekten geçiyordu. Buna jurnalcilik denirdi. Padişah, kendisine jurnalcilik ve hafiyelik yapanlara para ve çeşitli hediyeler verirdi. Hatta bunların önde gelenlerine saraylar, köşkler, çiftlikler hediye ederdi. 

II. Abdülhamit kurtulmak istediği etkili muhaliflerini ise ustaca ortadan kaldırmıştı. Örneğin, Mithat Paşa ve Mahmut Paşayı adil olmayan bir yargılamadan sonra Taif’e sürmüş -yaygın kabule göre- orada öldürtmüştü. 

Bülent Tanör Abdülhamit’in baskı rejimini şöyle anlatıyor: “Osmanlı ülkesi, II. Meşrutiyet’e kadar (1908) Abdülhamid’in baskıcı ve karanlık rejimi altında yönetildi. Başta Midhat Paşa olmak üzere, meşrutiyetçiler şu ya da bu yolla saf dışı bırakıldı, başkentten uzaklaştırıldı ya da satın alındı. Kişi güvenliği ve özgürlüğü tamamen yok edilerek, hafiyelik ve jurnalcilik ağıyla tam bir ‘korku devleti’ kuruldu. Tahmin edilebileceği gibi, bu dönemde bütün devlet yetkileri padişahın elinde toplandı. Sadrazam ve vekiller basit birer idare amiri durumuna düştüler.” (Tanör, s. 21)

II. Abdülhamit’in nefes aldırmayan istibdat (baskı) rejiminin en önemli ayaklarından biri de basın sansürüydü. 

II. ABDÜLHAMİT’İN BASIN SANSÜRÜ

1876 Kanunu Esasisi’nin 12. maddesine göre “Basın, kanun dairesinde hürdür”. Bu dönemde çeşitli düzenlemelerle basın kanunu olabildiğince ağırlaştırıldı. 

II. Abdülhamit dönemi basın sansürünün ilk örneği, Teodor Kasap’ın, Hayal adlı mizah dergisinde Kanuni Esasi’nin 12.maddesine gönderme yaptığı bir karikatür yüzünden 3 yıl hapis cezasına çarptırılması oldu.

2 Ekim 1877 tarihli İdare-i Örfiye Kararnamesi (Sıkıyönetim Nizamnamesi) ile hükümete, gerekli gördüğünde gazeteleri tatil etme ve hatta kapatma yetkisi verildi. Böylece II. Abdülhamit sansürüne yasal dayanak oluşturuldu.

1 Mart 1878’de II. Abdülhamit’in sadık adamlarından bir sansür heyeti kurularak Matbuat Müdürlüğü’ne bağlandı. Gazeteler basılmadan önce Matbuat Dâhiliye Müdüriyeti’nde sansür heyetince kontrol edildi. Gazetelerde sansür edilen yerler boş çıktı. 

22 Ocak 1888’de yeni bir Matbaalar Nizamnamesi yürürlüğe girdi. Bu kanun, matbaacıları, kitapçıları, dizgi harf dökümcülerini, kitap ve süreli yayın çıkaracakları kapsıyordu. Bu kanunla Eğitim Bakanlığı’ndan izin alınmadan eser yayımlamak yasaklandı. 

1888 ve 1894 yıllarında yapılan düzenlemelerle II. Abdülhamit’in basın sansürü kurumsallaştırıldı.

Karikatürde sansür hortlağı tabuttan çıkarılıyor. Açılan tabutun yanında “sansür”, Sultan II. Abdülhamit’in elindeki levyenin üstünde “Matbuat Kanunu” yazıyor. Kalem, Sayı: 24, 6 Şubat 1909.

1888 tarihli 9 maddelik gizli bir talimatnameye göre;

1. Basın; haberlerinde önceliği hükümdarın sağlık durumunun iyiliğine, tarım ürünlerindeki rekoltenin artışına ve Türkiye’deki ticaret ve sanayinin gelişimine verecekti.

2. Maarif Nazırı ve Ahlak Komisyonu tarafından onaylanmayan hiçbir tefrika yayımlanmayacaktı.

3. Gazeteler, uzun edebi ve bilimsel makale yayımlamayacak, “devamı var” veya “arkası yarın” sözcükleri kullanmayacaktı.

4. Bir makalede boş beyaz yerler olmayacak, nokta, nokta çizgiler bulunmayacaktı, çünkü bu şekilde ifadeler hatalı varsayımlara neden olabilir ve fikirleri karıştırabilirdi.

5. Gazeteler, devlet görevlileri hakkında hırsızlık, zimmetine para geçirme, cinayet gibi yüz kızartıcı fiillerle ilgili suçlamaları yayımlamayacaktı.

6. Sorumlu devlet yöneticilerinin kötü yönetimlerinden şikâyet eden dilekçelerin yayımlanması yasaktı.

7. Bütün tarihi ve coğrafi isimlerin ve özellikle “Ermenistan” sözcüğünün yazılması yasaktı.

8. Yabancı hükümdarlara karşı yapılan suikast denemelerinin ve yabancı ülkelerde hangi koşullar altında olursa olsun vuku bulan isyan teşebbüslerinin yayımlanması yasaktı.

9. Bu yeni kuralların gazetelerin sütunlarında yayımlanması da yasaktı, çünkü eleştirilere neden olabilirdi. (Ataman, s.42-43)

II. Abdülhamit basını kontrol etmek için gazetelere aylık ödenek bağlamıştı. Bu ödenek, gazete sahiplerinin saraya bağlılıklarına göre değişirdi. Saray hakkında övücü yazılar kaleme alanlar rütbe ve nişanlarla ödüllendirilirdi. Ramazanlarda saraya giden gazetecilere önemlerine göre “diş kirası” verilirdi. Abdülhamit kontrol etmek istediği yabancı basına da hediyeler verir, ihsanlarda bulunurdu.

II. Abdülhamit’i rahatsız eden çok sayıda kelime yasaklandı. Örneğin yıldız, cinnet, Kanuni Esasi, ihtilal, anarşi, anarşist, grev, dinamo, dinamit, bomba, hürriyet, müsavat, uhuvvet, vatan, millet, zulüm, sosyalizm, beynelmilel, cumhuriyet, ayan, mebusan, kıta, infilak, veliaht, hasta, Mithat Paşa, Sultan Murat, Namık Kemal, hatta dönemin tanıklarına göre Abdülhamit’in burnunu çağrıştırdığı için “burun” ve Girit’i çağrıştırdığı için “geride” kelimeleri bile yasaktı. Balon ve uçaktan söz etmek de hoş karşılanmazdı. 

II. Abdülhamit dönemi basın sansürü trajikomik olaylarla doludur. Örneğin, Servet-i Fünun dergisi bir sayısında çeşme başında dua eden bir yaşlı adam resmi basmak istemişti. Matbuat Müdürü, bunun, “İşimiz duaya kaldı!” diye yorumlanabileceğini belirterek izin vermemişti. Saadet gazetesinde İsmail Safa “Bahar gelmeyecek mi / Bahar gelmeyecek mi?” diye yazınca sansür kurulu çileden çıkmıştı.

Gazeteler Rusya’da meclisin açıldığı, İran’da anayasanın ilan edildiğini yazmaya korkmuştu. Yabancı hükümdarlara yönelik suikast haberlerini de verememişlerdi.

Sarayın başarısız siyaseti ortaya çıkmasın diye Mısır, Sudan, Trablusgarp, Girit, Yemen, Ermenistan, Bulgaristan’dan söz etmek de yasaktı.

Sadece gazeteler değil, dergiler ve kitaplar da sansürden geçerdi. Bu amaçla çeşitli kurullar kuruldu. Özellikle tarih kitapları sansür edildi. Padişah tarihten de korkuyordu, bazı sınıflarda bazı tarih konuları yasaklandı.

Yurtdışından gelen postalar sıkı kontrol edilirdi. Gümrük memurları bir kitabın herhangi bir sayfasını koparabilirdi. Cahil sansür memurlarından biri Avrupa’dan gelen bir “Termodinamik” kitabında geçen “dinamik” kelimesini “dinamitle” özdeşleştirerek kitabın yurda girişini yasaklamıştı.

1902’de yasaklanan birçok kitap Çemberlitaş Hamamı’nda yakılmıştı. Yasak kelimelerden oluşan resmi bir liste henüz bulunamamışsa da yakılan, yasaklanan kitaplar ve gazetelerle ilgili bazı listeler bilinmektedir. 

1902’de Matbaayı Amire kapatıldı. Devlet matbaası Meşrutiyet’in ilanına kadar 6 yıl kapalı kaldı.

Sansür ve baskı nedeniyle birçok aydın ve gazeteci yurtdışına kaçtı. Avrupa’da Jön Türk basını doğdu. 

II. Abdülhamit, muhalif gazetecilerden ve aydınlardan hoşlanmazdı. Özellikle Yeni Osmanlı aydınlarından Ziya Paşa ve Namık Kemal’den çok rahatsızdı. Ziya Paşa’yı Suriye valisi yaparak İstanbul’dan uzaklaştırdı. Namık Kemal ise bir jurnal üzerine tutuklandı. Berat etmesine rağmen Girit’te ikamete mecbur bırakıldı. O Midilli’yi tercih etti. 2.5 yıl sonra Midilli mutasarrıfı yapıldı. Sonra Rodos, son olarak da Sakız mutasarrıflığında görevlendirildi. Böylece merkezden uzak tutuldu. 

II. Abdülhamit döneminde sudan bahanelerle gazeteler ve dergiler kapatıldı. İmtiyaz sahipleri cezalandırıldı.

II. Abdülhamit sansürü, Osmanlı’da özellikle politik ve sosyal tartışmaları engelledi. Bu durum, Yeni Osmanlılarla başlayan ulusal bilincin gelişme sürecini olumsuz etkiledi. Siyasal tartışmaların yasaklandığı bir ortamda bilim, teknik ve edebiyat yayınları öne çıktı.

Görülen o ki rol modeli II. Abdülhamit olan AKP iktidarı, sansür ve baskı rejimi konusunda da II. Abdülhamit’i örnek alıyor. Ancak tarih, hiçbir baskı düzeninin sonsuza kadar sürmeyeceğini gösteriyor.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder