E - ticarette gümrük oranları neden değiştirildi? -Füsun Sarp Nebil-
Tabii ki asıl sorunlardan birisi de, AK Parti iktidarın ülkeyi ekonomik olarak getirdiği nokta, doların hâlâ suni olarak tutuluyor olması ve vergilerin önlenemez yüksekliği. Şimdi hâlâ aynı şeyi yapıyorlar. Sorunu vergileri yükselterek çözmeye uğraşıyorlar ama soralım; gümrük vergilerini yükseltmekle bu sorun çözülür mü? Asıl sorun yapısal bozukluk değil mi?
İnsanların toplama kampına getirildiği ülkelerin haritası
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu
Hıristiyan babası öldükten sonra Yahudi annesiyle birlikte yaşamaya başlayan genç kadın, yasal düzenlemeler hazırlanırken tedirgindi.
Babasından dolayı Hıristiyan kabul edilmesi mümkündü elbette ama kimse getirilecek yeni düzenlemelerin nelere yol açacağını kestiremiyordu.
Yasallık, yapılan her kanlı ve kötücül eylemin kılıfı haline geliyordu. Bir yasa varsa ve yürürlükteyse, o yasaya uygun davranmanın kötü bir tarafı yoktu.
Korktuğu oldu.
Getirilen yeni düzenlemeye göre artık “melez” kabul ediliyordu.
Bu Yahudi sayılmadığı için kendisine kısmi bir koruma sağlasa da her an dışlanmasına ve çeşitli eylemlere maruz kalmasına yol açabilecek bir sonuçtu. Rüyalar görmeye başladı, daha doğrusu kabuslar:
-Annemle dağlara doğru gidiyoruz. Annem, “Yakında hepimiz dağlarda yaşamak zorunda kalacağız” diyor. “Sen kalabilirsin ama ben kalmayacağım” diye yanıt veriyorum. Bir yandan ondan nefret ediyorum. Bir yandan böyle davrandığım için kendimden tiksiniyorum.
-Annemle birlikte kaçmak zorunda kalmışız. Deliler gibi koşuyoruz. Annem daha fazla koşamayacak hale gelince onu sırtıma alıp koşmaya devam ediyorum. Annemin ağırlığı altında koşmaya çalışırken çok büyük ıstıraplar çekiyorum. Aradan epey bir süre geçtikten sonra fark ediyorum ki meğer bunca zaman sırtımda bir cesetle koşuyormuşum. O anda korkunç bir rahatlama hissi beni ele geçiriyor.
Melez kadının bu rüyaları gördüğü 1936/37 yıllarında Almanya’da henüz Yahudilerin sınır dışı edilmesi akıllardan geçen bir ihtimal bile değildi. Restoranların kapılarına Yahudilerin giremeyeceğine dair yazılar yazılmamıştı ve toplama kampları henüz kurulmamıştı.
Tıpkı o günleri yaşayan bir halkın, bugün bir halkı bütünüyle ortadan kaldırmak için her şeyi yapabileceğinin akla gelmemesi gibi.
İsrail’in Gazze’de yaptıklarının, çocuk, kadın, sivil demeden yüzbinlerce insanı bilinçli ve zalim bir biçimde katletmesine dünyanın göz yumacağının akla gelmemesi gibi…
***
Seyhan Belediyesi’nin Meclis toplantısında, MHP’li Meclis üyesi Şehmus Uçar, gündem dışı söz alarak konuşuyor:
“Ben burada MHP'yi temsil ediyorum. Bilesiniz bunu. Konuşmalarınıza siz dikkat edeceksiniz. Tahammül sınırlarımızı aşmayın. Biz Ülkü Ocakları'ndaki arkadaşlarımızı burada misafir edersek Seyhan Belediyesi'nde girecek yeriniz kalmaz."
Herkes şaşkın.
Daha sonra sözlerini, “Onlar da bizim gençlerimiz” diye savunmaya kalkıyor ama neyle tehdit ettiği açık…
Ankara’nın göbeğinde öldürülen Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak dosyaya yansıyan ve yansımayan bilgileri haberleştiren gazetecilerin tehdit edilmesi gibi…
Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı’nın, gazetecileri etiketleyerek, “Bizler AB ve ABD fonlarının doldurduğu dolma kalemler değiliz, bizler kurşun kalemleriz. Kurşun kalemlerin de bir gün galip geleceğini mutlaka göreceksiniz!” ifadelerini, ‘kurşun’ vurgusuyla paylaşıp, sonradan paylaşımını silmesi gibi.
Ama zaten gazetecileri tehdit edenlere ne oluyor ki?
Evleri basan, gazetecileri dövdürten, mahrem bilgileri emniyetten alanlar ortaya çıkıyor da ne oluyor?
İtiraflar neye yarıyor?
Bir tane savcı, bir tekini soruşturuyor mu bunların, elbette hayır.
İnanç, din, dil, ırk, coğrafya fark eder mi?
Bıktırıcı derecede çok filme konu olmuş Auschwitz, yine de bunun örneği.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, fabrikaların ihtiyaç duyduğu 100 bin zorunlu işçi-köle ihtiyacını karşılamak üzere, ihaleyle ancak gizli inşa edilmiş Polonya’daki bu toplama kampını rehberle gezmek istiyorsanız parayla bilet almanız gerekiyor.
Kapıdaki “Çalışmak Özgür Kılar” yazısını bilmeyen yok. Sadece burada değil, bütün toplama kamplarının girişinde bu slogan yazılı…
Ama bir korku iklimi yavaş yavaş böyle yeşeriyor.
Tehdit, şiddet ve hakaretle…
Yabani otlar, insan küllerinin üzerinde yeşermiş, hiç bilmeseniz, şirin bir kasabaya geldiğinizi düşünebilirsiniz.
Başta kölelik için kurulan toplama kampı, sadece bir yıl sonra, Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller ve Nazi muhaliflerinin imha merkezine dönüşmüş. Yapılanların mutlak gizli tutulması kaydıyla, kampın içerisinde imha merkezleri kurulması kararlaştırılmış. Ve bizzat orada tutulanlara yaptırılmış bu merkezler.
Kamp iki bölümden oluşuyor. İlk kamp alanı yetersiz gelince, imha amaçlı ikinci kamp alanı oluşturulmuş. Bu kampın ortasında demiryolu var. Kafileler, önce kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayrılıyormuş tren geldiğinde. Ardından Yahudiler, hastalar, yaşlılar, çocuklar, çalışamayacak durumda olanlar tasnif ediliyormuş.
Sol tarafa ayrılanlara kampta yer yok. Biraz sonra duş alacakları söylenerek gaz odasına sokulacaklar. Ölenler hemen yanda yakılacak.
Küllerin bir bölümü sabun, bir bölümü gübre olacak. Kadınların saçlarından yapılmış kumaşlarla şık takımlar dikilecek.
Kalanların bir bölümü kampta çalıştırılırken ölecek… Çocukların bir bölümü deneylerde öldürülecek.
Üç katlı ranzalarda, 400 kişinin kaldığı koğuşlarda hastalıktan ölecek bazıları. Bazıları tedavi edileceği düşüncesiyle gittikleri klinikte… Bir bölümü kıtlık odalarında, bir bölümü bir Nazi subayının odasında, tecavüz edilerek. Firara kalkışanların koğuşundakiler de kurşuna dizilecek.
Bu kapıdan girenlerin çok azı hayatta kalacak.
Kampta tüm bunların sonuçlarını görmek mümkün. Tonlarca kadın saçı, ayakkabılar, iskeletler, gözlükler…
Toplama kampı, Avrupa’nın dört yanından insan taşınabilecek bir noktaya inşa edilmiş. Ne büyük buluş…
Harita üzerinde insan taşınan ülke sayısını görünce şaşıyorsunuz. Hiç mi ders almaz insan?
Ve kurşuna dizme duvarı.
Kampın Nazilerden kurtarıldığı gün bile 70 kişi bu duvarın önünde kurşuna dizilmiş… Ne büyük heves…
Auschwitz’i görmeden önce ya da gezerken, zaten bunların tümünü gördüğünüzü düşünüyorsunuz.
Ancak sonrasında, o yeşilliklerin ortasında durup rüzgârın sesini dinlerken insanın utanmazlığını ve unutkanlığını fark edip, yapabileceklerini yeniden düşünerek, şimdi olanlar için, Gazze’de ölenler için, açlıktan ölenler için, katliam çağrıları için, üstün ırk sloganları için, yeni bir dünya savaşını çağıranlar için yeniden utanıyorsunuz.
***
Niğde’de yavru köpekler, acı içerisinde öldürülerek, toplu bir mezara gömüldüler.
Kedilerin kafası kesildi bir başka kentte…
Bir başka kentte baba ve oğul park tartışmasında öldürüldü.
O sırada binlerce insanın üzerine bombalar atıldı.
Birileri, başka insanların ölümünü kutladı.
Aynı anda birileri, başkaları konuşamasın diye yeni bir yasa çıkarttı.
Birileri, kalabalığın gücüne sığınıp birilerini tehdit etti.
Durmaksızın devam ettiler… Ve hep haklıydılar…
Ve rüyaları bile işgal ettiler.
***
Haftanın kitabı: Rüyaların Üçüncü Reich’ı
Yazının başındaki rüyalar, 2. Dünya Savaşı öncesinde, Almanya’da yaşayan ve “melez” sayılan bir kadına ait. İletişim Yayınları’ndan “Faşizm İncelemeleri” serisi altında çıkan, Charlotte Beradt’ın kaleme aldığı, Türkçeye Aslı Önal tarafından çevrilen kitapta, büyük savaş öncesinde insanların gördüğü rüyalar anlatılıyor.
Yazar, o dönemde çıkartılan yasalar, baskı iklimi, Naziler’in eylemleri nedeniyle insanların gördüğü rüyaları araştırmış ve bu rüyalar üzerinden totaliter rejimlerin insan psikolojisinde yarattığı etkileri incelemiş. Beradt, kitabında, terzisinden, komşusundan, teyzesinden, sütçüsünden, arkadaşlarından dinlediği, Nazi döneminde görülen rüyaları aktararak, yorumluyor. Bugün görülen kabusları da aydınlatabilecek bu çalışmayı, 1962’de kitaplaştırmış. Ve kitabın arka kapağında belirtildiği gibi, kitap, bugün, her zamankinden daha güncel.
/././
Posta / hızlı kargo ile yurt dışı alışverişlere yeni düzenleme -Binhan Elif Yılmaz-
Tüketici, yurt dışı alışverişleriyle teknolojiden tekstile geniş bir ürün yelpazesine ulaşıyordu, artan vergi yükünün tüketicinin ihtiyaçlarını giderememesi vb. nedenlerle refahını azaltması söz konusu
Gümrük Vergisinin dayanağı, 04.11.1999 tarih ve 23866 sayılı RG'de yayımlanan 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile 07.10.2009 tarih ve 27369 sayılı mük. RG'de yayımlanan Gümrük Yönetmeliğidir.
Gümrük Vergisi, mal ithalatı ile ihracatından alınan bir vergi olmakla beraber, mevzuatta Gümrük Vergileri-Gümrük Vergisi karıştırılır. Gümrük Vergileri, bir üst kavram olup, birçok vergi ve mali yükümlülüğü, ek yükümlülüğü kapsarken, Gümrük Vergisi bunlardan sadece biridir.
Gümrük Kanununun bazı maddelerinin uygulanması hakkında kararda değişiklik yapılmasına dair söz konusu karar ile gerçek kişilerce posta/hızlı kargo ile sipariş edilen, değeri 30 Euro'yu geçmeyen eşya ile 1500 Euro'yu geçmeyen ilaç cinsi eşyanın üzerinden alınan gümrük vergisi arttırıldı. Eşya, AB ülkelerinden geliyorsa vergi oranı yüzde 18'den yüzde 30'a, AB dışı ülkelerden geliyorsa yüzde 30'dan yüzde 60'a çıkarıldı. Ayrıca ÖTV'ye tabi (IV) sayılı liste kapsamındaki ürünler için ek olarak yüzde 20 oranında ÖTV söz konusu. Karara göre, gümrüksüz yurt dışı alışveriş sınırı da 150 Euro'dan 30 Euro'ya düşürüldü.
Neden böyle bir düzenleme geldi?
Türkiye'de uzun zamandır kontrollü serbest kur rejimi devam ettiği ve içeride enflasyonun aylık olarak artışı hız kesmediği için, sipariş konusu ürünlerin yurt dışı fiyatı yurt içindekinden daha ucuz durumda. Çeşitli alışveriş platformlarından, Avrupa ya da Çin'den alışveriş yurt içinden daha ucuz olduğu için de yüksek talep görüyor. Bu durumun döviz likiditesini azaltıcı etkisi var. Ayrıca ithalatı artırıcı etki yapıyor. Özellikle dış ticaret istatistiklerinde gördüğümüz gibi, tüketim malı ithalatında düşüş yok, aksine artıyor. Geçen yılın ilk altı ayında toplam ithalatın yüzde 11,7'si tüketim malları ithalatı iken bu yılın ilk altı ayında bu oran yüzde 15,3'e yükselmiş durumda.
Diğer yandan dünyada oldukça rekabetçi fiyatlar sunan üretici/tedarikçi firmalar var. Daha da önemlisi hizmet kalitesinde, müşteri memnuniyetinde de önemli bir rekabet var. Bu durum aynı zamanda yurt içi üretici/tedarikçilerden de beklentilerin yükselmesi demek. Ancak sonuçta aynı ürün yurt içinde daha pahalı ve talep azaldıkça firmaların gelirleri de azalıyor. Düzenleme ile yerli firmaların ürünlerine olan talebin ve dolayısıyla firmaların gelirlerinin artması hedefleniyor. Ayrıca istihdamda kayıp yaşanmaması ve yurt dışı rakipler karşısında bu firmaların rekabet gücünün korunması bekleniyor.
Etkileri ne olur?
Gümrük vergisindeki düzenleme tüketici kararlarını değiştirici etki yaratacak. Tüketicinin vergili alandan uzaklaşması, dolayısıyla ikame etkisinin ortaya çıkması mümkün.
Vergi yükü şöyle artacak? Örneğin AB dışı ülkelerden sipariş edilen 1000 TL'lik bir ürünün Gümrük Vergisi 600 TL olacak, ancak tutar bununla kalmayacak. Vergi ve benzeri yükümlülüklerin yanında "gümrüğe sunma ücreti" denen maktu tutar, ayrıca Damga Vergisi de var. Ek olarak ÖTV (IV) sayılı listede yer alan ürün için de vergi oranı yüzde 20.
Tüketici, yurt dışı alışverişleriyle teknolojiden tekstile geniş bir ürün yelpazesine ulaşıyordu, artan vergi yükünün tüketicinin ihtiyaçlarını giderememesi vb. nedenlerle refahını azaltması söz konusu.
Ayrıca bu kararın enflasyonist etkisi de ortaya çıkacak. Çünkü vergi artışı ithal ürünlerin fiyatını arttırıcı etki yapacak. Diğer yandan yurt içi firmalarda da fiyat artışı kendini gösterecek. Yüksek enflasyonla geçen son yıllarımızda zaten fiyatlama davranışlarının nasıl bozulduğuna şahit olduk, o nedenle yurt içi firmaların fiyat artışına gitmeleri şaşırtıcı olmayacaktır sanırım.
Vergi geliri artar mı?
Verginin en eski ve temel amacı mali amaç ancak yeni gümrük vergisi düzenlemesinin mali amaç ile ilişkisi arka planda kalır. Şöyle ki; Gümrük Vergisi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı 2023'te yüzde 3,16 idi. Son üç yılın ortalaması da yüzde 3,2 düzeyinde. Ayrıca bu düzenleme, gümrük vergisinin konusunun dar bir kısmıdır.
Ayrıca böyle bir verginin yükünün hissedilmesi sonucu vergiye tepki olarak ikame etkisinin ortaya çıkması, beklenen vergi gelirinin elde edilemeyeceği anlamına gelir.
Aslında vergileme ile piyasa mekanizmasının işleyişini aksatmadan ve istenmeyen ikame etkilerini önleyerek veri bir vergi hasılatı sağlanır. Fakat mevcut ekonomik görünümde enflasyon-kur-faiz döngüsü, ücretlerin baskılanması, dış ticaret açığı gibi birçok sorun olunca, bütçeye etkisi sınırlı kalacaktır.
/././
Emojiler olmadan önce…-Mine Söğüt-
İnternete getirilen erişim kısıtlamasına karşı eylemleri yine internet üzerinden yaptığımız sürece direniş de itiraz da ister istemez bir kısır döngünün pençesinde. Sokakların da yasaklandığı şu düzende, yeni iletişim şekilleri bulmak ve "zihinsel tüketici" olarak kaybettiğimiz gücü "zihinsel üretici" olarak yeniden kazanmanın peşine düşmek gerekiyor.
Instagram'a erişimi yasaklıyorlar ama kendilerinin de dahil olduğu kalabalıkların teknolojinin sınırsız imkanlarından yararlanarak o uygulamaya dolaylı yollardan yine de girebildiğini gayet iyi biliyorlar. Yasak binbir yerden isteyen herkes tarafından kolayca delinebiliyor ama onlar ille de devam ediyorlar.
Yapmaya çalıştıkları şey sözde uluslararası siyasi bir güç gösterisi. Ama sansür silahını işaret edilen hedefe değil ülkenin kendi bacağına sıkıyorlar. Üstelik bu silahın şimdilik bir su tabancası olduğunu herkes gibi onlar da biliyorlar.
Peki bunu neden yapıyorlar? Yaptıkları yapacaklarının teminatı olsun diye olabilir mi?
Dezenformasyon yasasını boşuna çıkartmadılar. Bu yasayı en "sabun köpüğü" yerden uygulamaya başladılar. Siyasi ağırlığı diğerlerine göre daha az olan, insanların daha çok gündelik hayatlarındaki çeşitli özel detayları paylaşmak için kullandığı, neşeli videoların izlendiği, arada ticari satışlar da yapılan eğlenceli bir oyun alanını kapattılar.
Biz de bu mantıksızlık silsilesi içinde iktidarın böyle bir dili ve işleyişi rahatça uygulamasını mızıldana mızıldana izledik, izliyoruz. Karşımıza çıkan sansüre, ayarlarımızı değiştirerek direniyoruz.
Çünkü sistem buna izin veriyor. Şimdilik. Ama ya bir gün bunu da yapamazsak?
Biliyoruz ki iktidar isterse, ayar değiştirerek sansürü delmeyi de engelleyebilir. Ve yine bu iktidar isterse ülkede her türlü internet uygulamasına gönlünce engel getirebilir. Buna imkân veren yasaları çoktan çıkarttılar, donanım zaten hazır.
Birgün bu yasakları delmeye hukuksal yaptırım da getirilerse… Şu anda yarı açık cezaevi olan ülke, o zaman anında minicik bir hücre.
Şimdilik bir su tabancası olmaktan öteye geçmeyen sansür silahının bir gün uzun menzilli bir silaha dönüşmeyeceğinin ve bizi tek tek tam alnımızın ortasından vurup yere sermeyeceğinin hiçbir garantisi yok.
Bunun için yapmamız gereken en elzem şey tabii ki şu kötücül iktidarı bir an önce tahtından indirmek ve ülkenin demokratik ayarlarını hızla yenilemek.
Ama bunun kadar elzem olan bir şey daha var. Artık başımızı avucumuzun içindeki küçük ekranlara sığdırdığımız sanal dünyadan kaldırıp, gözlerimizi biraz da bizi kuşatan gerçek hayata çevirmemiz gerekiyor.
Öyle bir noktadayız ki… Sanki sesleri ekranlardan duymadıkça anlayamıyoruz. Görüntüleri ekranlarda görmedikçe algılayamıyoruz. Güzellikler karşımıza ekranda çıkmadıkça heycanlanamıyoruz
Kediler bile, sanki, ekranlarda belirmedikçe, sevimli değil yeterince.
Sanal dünyanın iletişimde sağladığı olanakların gücüne tamamen teslim olmaktan gönüllü olarak vazgeçmeyi düşünecek ve eski pratikleri yeniden kazanmak için insani ilişkilere geri dönebilecek yetilerimiz tamamen kaybolmadan, birbirimizle yüz yüze, bambaşka bir yerden ve yeniden tanışma ve haberleşme yöntemlerini hatırlamamız gerekiyor.
İşe yan yana otururken birbirimize mesaj atmayı bırakarak başlayabiliriz. Yeniden birbirimizin gözüne bakmayı, kulaktan kulağa fısıldaşmayı, birbirimizle dokunarak anlaşmayı hatırlamamız çok zor değil.
Kalabalıkların içinde kendimizi yalnızlaştırmaya gönüllü olduğumuz şu dünyada, birbirimizle yeniden ve bambaşka bir yerden tanışmaya gönüllü olursak, elimizden alınan çok önemli bir gücü, "doğal zekâ" ve "doğal duygu" ile iletişim kurma gücümüzü hızla geri kazanabiliriz.
İnternete getirilen erişim kısıtlamasına karşı eylemleri yine internet üzerinden yaptığımız sürece direniş de itiraz da ister istemez bir kısır döngünün pençesinde. Sokakların da yasaklandığı şu düzende, yeni iletişim şekilleri bulmak ve "zihinsel tüketici" olarak kaybettiğimiz gücü "zihinsel üretici" olarak yeniden kazanmanın peşine düşmek gerekiyor.
Belki de o çok konforlu sandığımız ışıklı tavşan delikleri o kadar konforlu değildir. Belki de beslendiğimizi sandığımız o dijital kaynakların bazıları da zehirlidir. Ve belki de insanın "kendi" zekâsı sanıldığı kadar geri değil, bazı durumlarda sanıldığından ileridir.
Ufukta görünen tehlike, uzun vadeli bir ev ödevi veriyor hepimize:
Hatırlamaya çalışalım, hayatında emojiler olmadan önce, insan duygularını nasıl aktarırdı birbirine?
(T-24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder