8 Ağustos 2024 Perşembe

T-24 "KÖŞEBAŞI" -8 Ağustos 2024-

 

E - ticarette gümrük oranları neden değiştirildi? -Füsun Sarp Nebil-

Tabii ki asıl sorunlardan birisi de, AK Parti iktidarın ülkeyi ekonomik olarak getirdiği nokta, doların hâlâ suni olarak tutuluyor olması ve vergilerin önlenemez yüksekliği. Şimdi hâlâ aynı şeyi yapıyorlar. Sorunu vergileri yükselterek çözmeye uğraşıyorlar ama soralım; gümrük vergilerini yükseltmekle bu sorun çözülür mü? Asıl sorun yapısal bozukluk değil mi?

Dünden bu yana posta ve hızlı kargo taşımacılığında değişen maktu gümrük vergilerini konuşuyoruz. Bu değişiklikler, e-ticaret ile yurt dışından fiyatı yüksek olmayan ürünleri getirtenleri ve tabii ki ilgili olan birkaç e-ticaret sitesini mutsuz etti.

Ama olayın diğer boyutuna bakmak zorundayız. Hızla değişen (güya) küresel ticaret ortamında tartışılması gereken hususlar var. Kendi iç pazarımızı ve KOBİ firmalarımızı korumak zorunda olduğumuz gibi tüketiciyi bugün mutlu etmek iyi bir şey olsa da, yarının pazar ortamında tüketici acaba hâlâ mutlu kalır mı? Bugünden önlem almalı mıyız ya da hangi önlemleri almalıyız?

Vergiler yüzde 66 - 100 arttırıldı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla 6 Ağustos'ta yayımlanan karara göre artırılan vergi oranları 21 Ağustos'tan itibaren uygulanmaya başlayacak. Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Çin'deki bazı internet sitelerinden ucuza ürün getirilmesine ilişkin, "Konunun çok yakın takipçisiyiz. Gerekli kararları da aldık, yakında göreceksiniz" demişti. Yapılan değişiklikleri hatırlatalım:

Bu değişen oranlar karmaşık tartışmalara neden oldu. Çünkü doların anlaşılamayan (aslında  anlaşılan) nedenlerle ucuz tutulduğu yani TL'nin pahalı olduğu bir ortamda, e-ticaret ile yurt dışından bir şeyler almak daha ucuza geliyor. Aynen bu yaz daha ucuz olduğu için, Bodrum ya da Ayvalık yerine Yunan adalarında tatil yapanların tercihleri gibi. Dolayısıyla e-ticaret yoluyla yurt dışından ürün alarak, birazcık olsun nefes alabilen tüketiciler, artan oranlardan ötürü kızgınlar. Ama bu oranlar ülkemiz KOBİ'leri açısından gitgide bozulan dengeyi bir nebze yerine getiriyor gibi gözüküyor. Onlar olumlu buluyor ve yine de yetmez diyorlar.

Biz de soralım: Aşağıda anlatacağımız sorunlara, vergi artışı yapılarak çözüm bulunabilir mi? Daha yapısal sorunlar yok mu?

Ne değişti?

Daha önceki düzenlemede AB'den gelen ürünlerde vergi yüzde 18, diğer ülkelerden gelirse vergi yüzde 30'du. Böylece vergilerde yüzde 66 ile yüzde 100 arasında değişiklik yapılmış oldu.

Kanun maddesinde belirtilene göre, 30 Euro'yu aşan 1.500 Euro'yu aşmayan ticari miktar ve mahiyet arz etmeyen eşyalar, gümrük beyanı dahil tüm gümrük işlemlerine tabi. Dolaylı temsilci olarak, posta idaresi ile Ticaret Bakanlığı'nda belirlenen koşulları taşıyan hızlı kargo taşımacılığı yapan şirketler yetkili atanabiliyor. Yetkiyi kullanacak olan hızlı kargo şirketleri gümrük müşaviri çalıştırıyor.

Alınan ürünün 30 kilogramı geçmemesine dikkat edilmesi gerekiyor. Satın alınan ürünler, 30 kilogramı geçiyorsa gümrük ticari kanunlarına tabii oluyor. 30 kilogramı geçen ürünler hesaplanırken ek olarak yüzde 48 gümrük vergisi de uygulanıyor.

Ticaret Bakanlığı, ihracat rejimine konu eşya için miktar veya değer limitlerini ayrı ayrı on katına kadar artırmaya yetkili durumda.

Değişiklik kimleri etkiliyor? 

Şimdi bu ucuz mal satan e-ticaret sitelerinden yani Çin'den ürün sipariş ettiğimizi düşünelim. 100 TL'lik ürün için örnekleyelim:

Gümrük vergisi yüzde 60,

Özel Tüketim Vergisi yüzde 20 (bazı ürünler muaf),

Gümrük sunum ücreti 22 lira,

Damga Pulu Vergisi 2.2 lira 

Yani eskiden 100 TL olan ürün artık bu vergi ve diğer ücretlerle, tüketiciye 216,2 TL'ye mâl olacak. Dolayısıyla gümrük değerlerindeki bu yükselme, tabii ki en başta tüketicileri etkileyecek. Daha pahalıya almaya başlayacaklar.

Bu durumda, o ucuz malları satan e-ticaret sitelerini etkileyecek. Yurt dışındaki depolardan ya da doğrudan yabancı KOBİ'lerden teslimat yapan firmaların e-ticaret satışları düşecek. Ya da belki sepet (yani bir seferde satabilecekleri) rakamları gerileyecek. Bu yolla bypass yapmaya uğraşacaklar.

Ama bu gümrük fiyatları telefon kılıfı gibi sarf malzemeleri satan dağıtıcı ve ara dağıtıcılar (ki bilişim sektöründe çok sayıda var) için bir denge yaratabilir. Çünkü doğrudan Çin'den satan firmalar diyelim ki, lojistik dahil 100 TL'ye bir ürün getiriyorsa, ithalatçı/dağıtıcı (omnichanell) firma aynı 100 TL'lik ürün için diyelim ki, 1 milyon tane ithal ettiğinde, üzerine gümrük vergisi ve bilimum masrafları koyacak. Dolayısıyla gümrük oranlarının değişmesi, 1.000 TL altı ürünleri ithal edenler açısından bozuk olan dengeyi yeniden sağlayabilir.

Türkiye çöplüğe döner mi?

Denge sağlayabilir desek de bilişim sektörünün derneği Tübider'in Başkanı Tuncay Işık bize, depolama maliyeti ve garanti masraflarını hatırlatıyor. Yani 100 TL'ye ürün getiren hızlı kargo firmalarının yeni vergi oranları ile, büyük miktarda ithalat yapan bilişim firmalarının (bazı ürünlerde farklı olsa da) maliyetlerinin ancak kafa kafaya geldiğini, ancak görünmeyen diğer maliyetlerin yani depolama ve garanti masraflarının burada yer almadığını söylüyor.

Dolayısıyla bilişim sektöründeki KOBİ firmalar, vergi oranlarındaki artışın, istihdam yaratan ve vergi ödeyen, Türkiye'de  yerleşik KOBİ'lerin, bu dropshipping yapan ve de Türkiye'de varlığı bulunmayan e-ticaret sitelerine karşı yeterince korunmadığı düşüncesinde.

Bu tek sepette sipariş edilen, mesela 30 dolarlık ürünler, ithalatçıların tüketiciyi koruma mevzuatı nedeniyle mecbur olduğu garanti ve teknik servis / geri iade koşullarına tabi olmadığı için de, "Acaba Türkiye özellikle kablo, kulaklık, telefon kılıfı gibi konularda çöplüğe dönüşür mü?" diye soruyor ve bakır kablo ya da HDMI kablolarda bu durumun nasıl olacağını düşünmemizi istiyor.

Konuyu sorduğumuz başka bir uzman ise, tam rekabetin sağlanabilmesi için gümrük vergilerinin ithalatçılar açısından düşürülmesi, üzerlerindeki yükün kalkması gerektiğine işaret ediyor:

"Ya Türkiye'de üretim ve ticaret yapanlara Temu gibi şirketlerin sahip olduğu ekonomik, teknolojik ve lojistik imkanları sağlayacağız ya da bu modelde mikro ithalat yapanların şartlarını yerli üretici ve tüccarların şartlarına getireceğiz.

İlkini kısa vadede yapamayacağımız için Bakanlık yabancı devlerin haksız rekabetini dengeleme yönde adım attı. Bunun ne kadar yeterli olacağını önümüzdeki günler gösterecek.

30 Euro altı ürünlerde haksız rekabet, eşitsiz koşullar devam edecek. Çin devleti destekli, para yakma imkanı olan dev şirketlerin global güçlerini ulusal ekonomiler aleyhine kullanmaları dünyanın her yerinde ticareti ve rekabeti negatif etkiliyor.

Bu soruna herkes çözüm arıyor. Ticaret Bakanlığı'nın kararı varolan haksız rekabete sınırlı da olsa pozitif bir müdahale çabası olarak değerlendirilmeli."

TEMU dünyada pazarları altüst ediyor

Şimdi bütün bu tartışmaların odağındaki firmaya yakından bakalım. Türkiye 90 milyona yakın nüfusu ile dünyanın en kalabalık ilk 20'sinde. Dolayısıyla önemli bir pazar. Bu pazarın yıllar içinde iyi-kötü oluşmuş bir kompozisyonu var ama e-ticaret şimdi bunu değiştirmekle meşgul.

Soru şu: Yabancı markalarla dolu olan AVM'ler gibi acaba e-ticareti de yabancı ülkelerin KOBİ'lerine mi teslim edeceğiz? Bunu daha önce de defalarca sorduk. Ama bu soru TEMU ortaya çıktığından bu yana daha güçlü soruluyor.

Mayıs ayında Türkiye pazarına giren TEMU konusunu yazmıştık. Bu ülkemizde merkezi olmayan (yani istihdam sağlamayan ya da vergi vermeyen), listediği ürünleri başka ülkelerden (genellikle Çin'den), başka bir ülkedeki tüketicilere aktaran bir model. Şimdilik -muhtemelen pazarı ele geçirene kadar- inanılmaz bir ucuzlukta satıyor (bu modeli Çinli telekomunikasyon üreticilerinde de gördük). Öyle ki, ortalama sepet değeri 2023 sonunda 38,9 dolar (bugünkü dolar kuru ile 1.300 TL).

Dolayısıyla 150 Euro'dan, 30 euroya inmenin temelinde bu sorun var. Türk pazarı korunmaya çalışılıyor. Ama bu olayın asıl nedeni, AK Parti'nin patlattığı enflasyondan kaçmaya çalışan ve sabit tutulan doların yarattığı ortamda yurt dışında daha ucuz ürün bulan tüketicilerin durumu söz konusu. Yani asıl neden AKP'nin ekonomiyi yönetemiyor oluşu. Bunu da not edelim.

E - ticaretimizi yabancı KOBİ'lere mi teslim edeceğiz?

Avrupa Birliği'nin DSA ve DMA ile koymaya çalıştığı kurallara bakarsanız ya da ABD'nin özellikle Çinli markalara yaklaşımlarını incelerseniz, arkasında "kendi pazarını koruma" içgüdüsü var.

TEMU için lojistik sektönden aldığım gayri resmi rakam Temmuz ayında "1 milyon adet siparişin" gerçekleştirildiği şeklinde. Bunu aşağıda göreceğiz sepet rakamı ile ve de vergi değişiklikleri olmadan hesaplarsak 40 milyon dolar'dan yani ~1,4 milyar TL/aydan bahsediyoruz. 12 ay diye bakarsak da, ~16-20 milyar TL (500-700 milyon dolar), vergisiz, istihdamsız bir rakam.

İşte vergi değişikliğinin temel nedeni bu...

Başka ilginç bir detay şu: 2022'de açılan TEMU pazara gitgide daha fazla yerleşiyor. 2022'de açıldığında 24 dolar olan sepet değeri, bugün 40 dolar'a (~1.350 TL) gelmiş. Yani 1 yıl içinde yüzde 62 artmış.

Yine aynı noktaya gelelim: Bu hızla giderse TEMU pazarı/pazarları ele geçirecek. Ucuzluğu iyi ama günün birinde pazarı ele geçirdiğinde, fiyatlar hâlâ ucuz kalır mı acaba? Soru bu.

Diğer yandan bu bir açıdan tüketici için "ucuz mal" anlamına gelse de, yine soralım: "Kalite ne durumda acaba?"

Vergi ile denge sağlamak, enflasyonu logaritmik katlar mı?

Sadece TEMU değil, mesela Amazon da aynı modeli kopyalamaya karar vermiş. Muhtemelen diğer e-ticaret firmaları da aynı modeli kopyalamak isteyecekler. O zaman nereye doğru gideriz sizce? İstihdamsız ve vergisiz bu satış modelleri, ülkenin ekonomisine ne yapar? Bugün yönetilmediğini düşünsek de, ekonomimiz hâlâ işliyor. Ama yarın?

Tabii ki asıl sorunlardan birisi de, AK Parti iktidarın ülkeyi ekonomik olarak getirdiği nokta, doların hâlâ suni olarak tutuluyor olması ve vergilerin önlenemez yüksekliği. Şimdi hâlâ aynı şeyi yapıyorlar. Sorunu vergileri yükselterek çözmeye uğraşıyorlar ama soralım: Gümrük vergilerini yükseltmekle bu sorun çözülür mü? Asıl sorun yapısal bozukluk değil mi?

Buna en ilginç örnek, cep telefonu sektörü. Vergiyi arttırdıkça fiyatlar katlamalı olarak nasıl arttı ve enflasyonu körükleyen kalemlerden birisi oldu, başka bir yazıda anlatayım. Çünkü bana göre vergi konusundaki önemli bir "case study" olmalı.

Bu Case Study vergiyi arttırdıkça, dengeyi nasıl altüst edersiniz ve enflasyonu sadece vergi oranında değil ama karşı hamleler nedeniyle logaritmik gelişmeler olmaz.

Tüketiciler ne diyor?

Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz'e durumu nasıl değerlendirdiklerini sorduk. Şöyle yorumladı:

"Yurt dışı e-ticaret işlemine getirilen yeni vergi düzenlemesinin, ekonomi yönetiminin sıkı para politikası ve dövizin yurt dışına çıkışının engellenmesi ve yerli üreticinin korunması amacıyla yapıldığı ifade edilse de bu yeni uygulama, tüketicilerin tam rekabet ortamında seçim hakkını sınırlayacak sonuçlar verecektir.

Yeni vergi sınırı nedeniyle fiyat/kalite parametresi ile alışveriş tercihini yapmak isteyen tüketici için sınırlayıcı bir durum söz konusu olacak, vergi düzenlemesi tüketicinin yurt dışı e-ticaret yoluyla alacağı ürünün daha pahalı olmasına yol açacaktır.

Öte yandan yerli üreticinin korunması yerine, kendi lehine rekabet ortamının azaldığı bir iklimde, yerli üreticinin ürün, kalite ve benzeri noktalarda kendini geliştirme isteği yok olacak, 70'li yıllardaki gibi ithalat yasağı nedeniyle özellikle beyaz eşyada yaşadığımız kalitesiz yerli ürünlere mahkûm olunması anlamına gelecektir.

Aynı zamanda yurt içi menşeli e-ticaret siteleri lehine de haksız bir rekabet ortamı doğacak, rekabetin dolaylı olarak engellenmesinin faturasını her zaman olduğu gibi tüketici yüklenecektir.

Serbest ekonomik düzende, özellikle son tüketiciye yönelik mal ve hizmet sunumunda tam rekabet ortamının sağlanması, gümrük, vergi ve benzeri sınırlamaların en az seviyede tutularak sektörlerde hâkim durum oluşmasına izin verilmemesi gereklidir.

Tam rekabet ortamının sağlandığı ekonomik düzen, tüketici için en ucuza, en kaliteliye ulaşmasını sağlayacağı gibi yerli üretici için de geliştirici nitelikte olacaktır.

Bu yeni düzenlemenin yakın vade sonuçları üzerinde gözlem yaparak, olumsuz sürecin söz konusu olması durumunda Rekabet Kurumu'nun konuya eğilmesi için girişimde bulunacağız.

                                                       /././

TOBB endişeli, Togg'un ayağına Çin taşı mı değecek? -Candan Yıldız-

18 Temmuz'da TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanan torba yasa, dolaylı olarak Çinli bir otomobil firmasına gümrük muafiyeti getiriyor

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Ekim 2022'de Bursa'da seri üretime geçen Türkiye'nin ilk yerli otomobil markası Togg'un SUV modelinin yanında. (Fotoğraf: AA)

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Rabbim tekerine taş değdirmesin" diyerek sunumunu yaptığı elektrikli otomotiv Togg'u ciddi endişeye sevk eden bir gelişmeyi yazacağım.

Togg'u meraklıları bilir. "Yerli ve milli" olmadığına yönelik eleştirilerin odağında Anadolu Grubu, BMC, Turkcell, Zorlu Holding ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) konsorsiyumu ile Bursa Gemlik'teki fabrikasını kurdu. Yeşil teknolojiye uygun olarak yapılan bu elektrikli otomobile Çinli rakip geliyor. Üstelik AKP iktidarının eliyle…

18 Temmuz'da TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanan torba yasa, dolaylı olarak Çinli bir otomobil firmasına gümrük muafiyeti getiriyor. Tabii ki yasada "Çinli" demiyor, ama öyle bir tarif yapıyor ki Çin menşeili elektrikli bir otomobil firması tarif ediliyor.

Firmanın adı TBMM tutanaklarından öğreniyoruz.

İYİ Partili Buğra Kavuncu'dan dinleyelim:

"Son günlerde Türkiye'de böyle inanılmaz bir Çinli yatırımcı modası var. İşte, belli bir alanda, otomotiv alanında Çinli BYD firmasına bir teşvik verildi ve Türkiye'de yatırım yapacaklar. … Verilen bu imtiyazlarla yaptığınız o Togg'la ilgili yatırım da çok büyük bir tehlike altına girdi."

İYİ Partili Dursun Ataş da şu konuşmayı yaptı:

"Çinli bir şirketin 100 bin aracı vergisiz Türkiye'ye getirmesini Meclis'e getirmişti. Bundan dolayı vazgeçilen vergi geliri ne kadar biliyor musunuz bilmiyorum ama ben söyleyeyim. 4 milyar doların üzerinde bir vergi gelirinden vazgeçilmiştir. Çinli şirket kâr edecek, vergi ödemeyecek, üstüne de reklamını yapa yapa bitiremedikleri yerli aracımız Togg büyük zarar görecektir."

Teklifin görüşüldüğü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, Togg üreticilerinden Türkiye ve Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) temsilcisi "Bu düzenlemeye göre 1. 600 cc altındaki hibrit aracın 1 milyon 350 bin TL altında olması durumunda ÖTV oranının yüzde 30 olarak düzenlenmesinin Togg'un lehine olmayacağını değerlendiriyoruz" yorumunu yaptı.

Çin'den ithal edilecek ve "Plug in" denilen, hem elektrikli hem de motorlu hibrit model 100 bin otomobilin üç yıl boyunca gümrük vergisi muafiyetine sahip olmasını komisyon görüşmelerine katılan İYİ Partili Ümit Özlale'ye de sordum:

"Togg'un piyasa değeri şu an 1 milyon 700 ya da 1 milyon 800 bin TL civarında. Siz BYD otomobillerini TOGG'un altına bir fiyatla alabileceksiniz vergi muafiyetinden dolayı. Togg'u önemli ölçüde baltalıyacak. Devlet vergi gelirinden de olmuş olacak."

Çinli BYD firması 1995 yılında kurulmuş. Build Your Dreams (hayallerini yarat) sözcüklerinin kısaltması olan firma ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı arasında Türkiye'de yaklaşık 1 milyar dolar değerinde yatırım yapılmasını öngören bir anlaşma imzalandı geçtiğimiz Temmuz ayında. Merkezi de Manisa olacak.

BYD, elektrik otomobil satışlarında Elon Musk'ın Tesla'sıyla dünya birinciliği için rekabet ediyor.

Türkiye, Haziran ayında Çin'de üretilen araçlara ek yüzde 40 gümrük vergisi getirse de 5 Temmuz'da yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye'de yatırım yapanlar bu vergiden muaf tutuldu.

Çin bir anlamda ek vergi kararının arkasından dolandı. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu anlayacağınız.

Otomotiv endüstrisi uzmanı İskender Aruoba ile de konuştum olası Togg ve BYD rekabetini:

"BYD ne yaptıysa, ne verdiyse artık; AB, Çin otomobillerini sokmamaya çalışırken Çinli firma Türkiye üzerinden Avrupa pazarına girmeye çalışacak. Çinli arabalara Türkiye damgası vurulur, AB-Türkiye Gümrük Anlaşması çerçevesinde o otomobiller Avrupa'da satılır. Buna tepki olarak Bursa'daki Oyak Renault ve Fiat fabrikalarını kapatabilir Fransa ve İtalya. Otomotiv sektöründen ekmek yiyen irili ufaklı 34 bin yatırımcı zarar görür. İşçiler işsiz kalır. Dünyada 160 yıldır otomobil yapılıyor. Bugüne kadar 25 bin tane özel marka icat edildi. 25 bin markadan global manada 70 marka kaldı. Togg'un batmasıyla ölen markalara +1 eklenecek. Bu kadar fütursuz bu kabine… Ülke aleyhine böyle kararlar alabiliyorlar. Önlerinde bir seçim var farkında değiller mi? Farkındalar da başka bir önlem aldılar mı diye korkuyorum."

Hatırlanacağı üzere T24 yazarı Füsun Sarp Nebil, bilişim devi Meta'nın Instagram'ının Türkiye'de günlerdir kapalı olmasıyla ilgili bir spekülasyonu yazmıştı:

"AKP hükümetinin Çin yakınlığı da bir etken olabilir. Şöyle ki; Instagram üzerinde ciddi bir ticaret dönüyor. TikTok bunu almak için uğraşıyor ama zor olacak. Çünkü erken gelen oturur usulü, Instagram alanı kapmış durumda."

DEM milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun Çin devletinin asimilasyon, baskı ve şiddetine maruz kalan Uygur Türklerini gündeme getirirken yaptığı bir hatırlatmayı ben de hatırlatayım bunlara ek olarak.

Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 30 Temmuz 2019  tarihinde Çin ziyaretiyle ilgili "Çin Halk Cumhuriyeti'nin daveti üzerine Sincan'a bir gözlem heyeti gönderiyoruz" diye tweet atmıştı. Bildiğim kadarıyla öyle bir gözlem heyeti gönderilmedi Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesine. Haziran ayında Çin'e giden ve Ankara'nın "Tek Çin" politikasını teyit eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Uygur bölgesine ziyaretine izin verilmesi gözlem heyeti sıfatını taşır mı bilinmez ama Türkiye'nin ekonomik krize ve Orta Doğu'da olası savaşın olası sonuçlarına karşı Çin ve Rusya ile hemhal olması, vergi muafiyeti imtiyazlarına başka bir anlam katıyor.

Bu kez Togg'un ayağına taş değebilir.

                                                              /././

Sırtında cesetle koşmak ve kâbuslarımızın kaynağı -Gökçer Tahincioğlu-

Toplama kampı, Avrupa’nın dört yanından insan taşınabilecek bir noktaya inşa edilmiş. Harita üzerinde insan taşınan ülke sayısını görünce şaşıyorsunuz… Niğde’de yavru köpekler, acı içerisinde öldürülerek, toplu bir mezara gömüldüler. Kedilerin kafası kesildi bir başka kentte… O sırada binlerce insanın üzerine bombalar atıldı. Durmaksızın devam ettiler… Ve hep haklıydılar…

İnsanların toplama kampına getirildiği ülkelerin haritası
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

Hıristiyan babası öldükten sonra Yahudi annesiyle birlikte yaşamaya başlayan genç kadın, yasal düzenlemeler hazırlanırken tedirgindi.

Babasından dolayı Hıristiyan kabul edilmesi mümkündü elbette ama kimse getirilecek yeni düzenlemelerin nelere yol açacağını kestiremiyordu.

Yasallık, yapılan her kanlı ve kötücül eylemin kılıfı haline geliyordu. Bir yasa varsa ve yürürlükteyse, o yasaya uygun davranmanın kötü bir tarafı yoktu.

Korktuğu oldu.

Getirilen yeni düzenlemeye göre artık “melez” kabul ediliyordu.

Bu Yahudi sayılmadığı için kendisine kısmi bir koruma sağlasa da her an dışlanmasına ve çeşitli eylemlere maruz kalmasına yol açabilecek bir sonuçtu. Rüyalar görmeye başladı, daha doğrusu kabuslar: 

-Annemle dağlara doğru gidiyoruz. Annem, “Yakında hepimiz dağlarda yaşamak zorunda kalacağız” diyor. “Sen kalabilirsin ama ben kalmayacağım” diye yanıt veriyorum. Bir yandan ondan nefret ediyorum. Bir yandan böyle davrandığım için kendimden tiksiniyorum.

-Annemle birlikte kaçmak zorunda kalmışız. Deliler gibi koşuyoruz. Annem daha fazla koşamayacak hale gelince onu sırtıma alıp koşmaya devam ediyorum. Annemin ağırlığı altında koşmaya çalışırken çok büyük ıstıraplar çekiyorum. Aradan epey bir süre geçtikten sonra fark ediyorum ki meğer bunca zaman sırtımda bir cesetle koşuyormuşum. O anda korkunç bir rahatlama hissi beni ele geçiriyor.

Melez kadının bu rüyaları gördüğü 1936/37 yıllarında Almanya’da henüz Yahudilerin sınır dışı edilmesi akıllardan geçen bir ihtimal bile değildi. Restoranların kapılarına Yahudilerin giremeyeceğine dair yazılar yazılmamıştı ve toplama kampları henüz kurulmamıştı.

Tıpkı o günleri yaşayan bir halkın, bugün bir halkı bütünüyle ortadan kaldırmak için her şeyi yapabileceğinin akla gelmemesi gibi.

İsrail’in Gazze’de yaptıklarının, çocuk, kadın, sivil demeden yüzbinlerce insanı bilinçli ve zalim bir biçimde katletmesine dünyanın göz yumacağının akla gelmemesi gibi…

***

Seyhan Belediyesi’nin Meclis toplantısında, MHP’li Meclis üyesi Şehmus Uçar, gündem dışı söz alarak konuşuyor:

“Ben burada MHP'yi temsil ediyorum. Bilesiniz bunu. Konuşmalarınıza siz dikkat edeceksiniz. Tahammül sınırlarımızı aşmayın. Biz Ülkü Ocakları'ndaki arkadaşlarımızı burada misafir edersek Seyhan Belediyesi'nde girecek yeriniz kalmaz."

Herkes şaşkın.

Daha sonra sözlerini, “Onlar da bizim gençlerimiz” diye savunmaya kalkıyor ama neyle tehdit ettiği açık…

Ankara’nın göbeğinde öldürülen Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak dosyaya yansıyan ve yansımayan bilgileri haberleştiren gazetecilerin tehdit edilmesi gibi…

Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı’nın, gazetecileri etiketleyerek, “Bizler AB ve ABD fonlarının doldurduğu dolma kalemler değiliz, bizler kurşun kalemleriz. Kurşun kalemlerin de bir gün galip geleceğini mutlaka göreceksiniz!” ifadelerini, ‘kurşun’ vurgusuyla paylaşıp, sonradan paylaşımını silmesi gibi.

Ama zaten gazetecileri tehdit edenlere ne oluyor ki?

Evleri basan, gazetecileri dövdürten, mahrem bilgileri emniyetten alanlar ortaya çıkıyor da ne oluyor?

İtiraflar neye yarıyor?

Bir tane savcı, bir tekini soruşturuyor mu bunların, elbette hayır.

İnanç, din, dil, ırk, coğrafya fark eder mi?

Bıktırıcı derecede çok filme konu olmuş Auschwitz, yine de bunun örneği.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, fabrikaların ihtiyaç duyduğu 100 bin zorunlu işçi-köle ihtiyacını karşılamak üzere, ihaleyle ancak gizli inşa edilmiş Polonya’daki bu toplama kampını rehberle gezmek istiyorsanız parayla bilet almanız gerekiyor.

Kapıdaki “Çalışmak Özgür Kılar” yazısını bilmeyen yok. Sadece burada değil, bütün toplama kamplarının girişinde bu slogan yazılı…

Ama bir korku iklimi yavaş yavaş böyle yeşeriyor.

Tehdit, şiddet ve hakaretle…

Yabani otlar, insan küllerinin üzerinde yeşermiş, hiç bilmeseniz, şirin bir kasabaya geldiğinizi düşünebilirsiniz.

Başta kölelik için kurulan toplama kampı, sadece bir yıl sonra, Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller ve Nazi muhaliflerinin imha merkezine dönüşmüş. Yapılanların mutlak gizli tutulması kaydıyla, kampın içerisinde imha merkezleri kurulması kararlaştırılmış. Ve bizzat orada tutulanlara yaptırılmış bu merkezler.

Kamp iki bölümden oluşuyor. İlk kamp alanı yetersiz gelince, imha amaçlı ikinci kamp alanı oluşturulmuş. Bu kampın ortasında demiryolu var. Kafileler, önce kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayrılıyormuş tren geldiğinde. Ardından Yahudiler, hastalar, yaşlılar, çocuklar, çalışamayacak durumda olanlar tasnif ediliyormuş.

Sol tarafa ayrılanlara kampta yer yok. Biraz sonra duş alacakları söylenerek gaz odasına sokulacaklar. Ölenler hemen yanda yakılacak.

Küllerin bir bölümü sabun, bir bölümü gübre olacak. Kadınların saçlarından yapılmış kumaşlarla şık takımlar dikilecek.

Kalanların bir bölümü kampta çalıştırılırken ölecek… Çocukların bir bölümü deneylerde öldürülecek.

Üç katlı ranzalarda, 400 kişinin kaldığı koğuşlarda hastalıktan ölecek bazıları. Bazıları tedavi edileceği düşüncesiyle gittikleri klinikte… Bir bölümü kıtlık odalarında, bir bölümü bir Nazi subayının odasında, tecavüz edilerek. Firara kalkışanların koğuşundakiler de kurşuna dizilecek.

Bu kapıdan girenlerin çok azı hayatta kalacak.

Kampta tüm bunların sonuçlarını görmek mümkün. Tonlarca kadın saçı, ayakkabılar, iskeletler, gözlükler…

Toplama kampı, Avrupa’nın dört yanından insan taşınabilecek bir noktaya inşa edilmiş. Ne büyük buluş…

Harita üzerinde insan taşınan ülke sayısını görünce şaşıyorsunuz. Hiç mi ders almaz insan?

Ve kurşuna dizme duvarı.

Kampın Nazilerden kurtarıldığı gün bile 70 kişi bu duvarın önünde kurşuna dizilmiş… Ne büyük heves…

Auschwitz’i görmeden önce ya da gezerken, zaten bunların tümünü gördüğünüzü düşünüyorsunuz.

Ancak sonrasında, o yeşilliklerin ortasında durup rüzgârın sesini dinlerken insanın utanmazlığını ve unutkanlığını fark edip, yapabileceklerini yeniden düşünerek, şimdi olanlar için, Gazze’de ölenler için, açlıktan ölenler için, katliam çağrıları için, üstün ırk sloganları için, yeni bir dünya savaşını çağıranlar için yeniden utanıyorsunuz.

***

Niğde’de yavru köpekler, acı içerisinde öldürülerek, toplu bir mezara gömüldüler.

Kedilerin kafası kesildi bir başka kentte…

Bir başka kentte baba ve oğul park tartışmasında öldürüldü.

O sırada binlerce insanın üzerine bombalar atıldı.

Birileri, başka insanların ölümünü kutladı.

Aynı anda birileri, başkaları konuşamasın diye yeni bir yasa çıkarttı.

Birileri, kalabalığın gücüne sığınıp birilerini tehdit etti.

Durmaksızın devam ettiler… Ve hep haklıydılar…

Ve rüyaları bile işgal ettiler.

***

Haftanın kitabı: Rüyaların Üçüncü Reich’ı


Yazının başındaki rüyalar, 2. Dünya Savaşı öncesinde, Almanya’da yaşayan ve “melez” sayılan bir kadına ait. İletişim Yayınları’ndan “Faşizm İncelemeleri” serisi altında çıkan, Charlotte Beradt’ın kaleme aldığı, Türkçeye Aslı Önal tarafından çevrilen kitapta, büyük savaş öncesinde insanların gördüğü rüyalar anlatılıyor.

Yazar, o dönemde çıkartılan yasalar, baskı iklimi, Naziler’in eylemleri nedeniyle insanların gördüğü rüyaları araştırmış ve bu rüyalar üzerinden totaliter rejimlerin insan psikolojisinde yarattığı etkileri incelemiş. Beradt, kitabında, terzisinden, komşusundan, teyzesinden, sütçüsünden, arkadaşlarından dinlediği, Nazi döneminde görülen rüyaları aktararak, yorumluyor. Bugün görülen kabusları da aydınlatabilecek bu çalışmayı, 1962’de kitaplaştırmış. Ve kitabın arka kapağında belirtildiği gibi, kitap, bugün, her zamankinden daha güncel.

                                                           /././

Posta / hızlı kargo ile yurt dışı alışverişlere yeni düzenleme -Binhan Elif Yılmaz-

Tüketici, yurt dışı alışverişleriyle teknolojiden tekstile geniş bir ürün yelpazesine ulaşıyordu, artan vergi yükünün tüketicinin ihtiyaçlarını giderememesi vb. nedenlerle refahını azaltması söz konusu

6 Ağustos 2024'te 4458 Sayılı Gümrük Kanununun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 8787 sayılı CB Kararı RG'de yayımlandı.

Gümrük Vergisinin dayanağı, 04.11.1999 tarih ve 23866 sayılı RG'de yayımlanan 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile 07.10.2009 tarih ve 27369 sayılı mük. RG'de yayımlanan Gümrük Yönetmeliğidir.

Gümrük Vergisi, mal ithalatı ile ihracatından alınan bir vergi olmakla beraber, mevzuatta Gümrük Vergileri-Gümrük Vergisi karıştırılır. Gümrük Vergileri, bir üst kavram olup, birçok vergi ve mali yükümlülüğü, ek yükümlülüğü kapsarken, Gümrük Vergisi bunlardan sadece biridir.

Gümrük Kanununun bazı maddelerinin uygulanması hakkında kararda değişiklik yapılmasına dair söz konusu karar ile gerçek kişilerce posta/hızlı kargo ile sipariş edilen, değeri 30 Euro'yu geçmeyen eşya ile 1500 Euro'yu geçmeyen ilaç cinsi eşyanın üzerinden alınan gümrük vergisi arttırıldı. Eşya, AB ülkelerinden geliyorsa vergi oranı yüzde 18'den yüzde 30'a, AB dışı ülkelerden geliyorsa yüzde 30'dan yüzde 60'a çıkarıldı. Ayrıca ÖTV'ye tabi (IV) sayılı liste kapsamındaki ürünler için ek olarak yüzde 20 oranında ÖTV söz konusu. Karara göre, gümrüksüz yurt dışı alışveriş sınırı da 150 Euro'dan 30 Euro'ya düşürüldü. 

Neden böyle bir düzenleme geldi?

Türkiye'de uzun zamandır kontrollü serbest kur rejimi devam ettiği ve içeride enflasyonun aylık olarak artışı hız kesmediği için, sipariş konusu ürünlerin yurt dışı fiyatı yurt içindekinden daha ucuz durumda. Çeşitli alışveriş platformlarından, Avrupa ya da Çin'den alışveriş yurt içinden daha ucuz olduğu için de yüksek talep görüyor. Bu durumun döviz likiditesini azaltıcı etkisi var. Ayrıca ithalatı artırıcı etki yapıyor. Özellikle dış ticaret istatistiklerinde gördüğümüz gibi, tüketim malı ithalatında düşüş yok, aksine artıyor. Geçen yılın ilk altı ayında toplam ithalatın yüzde 11,7'si tüketim malları ithalatı iken bu yılın ilk altı ayında bu oran yüzde 15,3'e yükselmiş durumda.  

Diğer yandan dünyada oldukça rekabetçi fiyatlar sunan üretici/tedarikçi firmalar var. Daha da önemlisi hizmet kalitesinde, müşteri memnuniyetinde de önemli bir rekabet var. Bu durum aynı zamanda yurt içi üretici/tedarikçilerden de beklentilerin yükselmesi demek. Ancak sonuçta aynı ürün yurt içinde daha pahalı ve talep azaldıkça firmaların gelirleri de azalıyor. Düzenleme ile yerli firmaların ürünlerine olan talebin ve dolayısıyla firmaların gelirlerinin artması hedefleniyor. Ayrıca istihdamda kayıp yaşanmaması ve yurt dışı rakipler karşısında bu firmaların rekabet gücünün korunması bekleniyor.  

Etkileri ne olur?

Gümrük vergisindeki düzenleme tüketici kararlarını değiştirici etki yaratacak. Tüketicinin vergili alandan uzaklaşması, dolayısıyla ikame etkisinin ortaya çıkması mümkün.

Vergi yükü şöyle artacak? Örneğin AB dışı ülkelerden sipariş edilen 1000 TL'lik bir ürünün Gümrük Vergisi 600 TL olacak, ancak tutar bununla kalmayacak. Vergi ve benzeri yükümlülüklerin yanında "gümrüğe sunma ücreti" denen maktu tutar, ayrıca Damga Vergisi de var. Ek olarak ÖTV (IV) sayılı listede yer alan ürün için de vergi oranı yüzde 20.  

Tüketici, yurt dışı alışverişleriyle teknolojiden tekstile geniş bir ürün yelpazesine ulaşıyordu, artan vergi yükünün tüketicinin ihtiyaçlarını giderememesi vb. nedenlerle refahını azaltması söz konusu.  

Ayrıca bu kararın enflasyonist etkisi de ortaya çıkacak. Çünkü vergi artışı ithal ürünlerin fiyatını arttırıcı etki yapacak. Diğer yandan yurt içi firmalarda da fiyat artışı kendini gösterecek. Yüksek enflasyonla geçen son yıllarımızda zaten fiyatlama davranışlarının nasıl bozulduğuna şahit olduk, o nedenle yurt içi firmaların fiyat artışına gitmeleri şaşırtıcı olmayacaktır sanırım.

Vergi geliri artar mı?

Verginin en eski ve temel amacı mali amaç ancak yeni gümrük vergisi düzenlemesinin mali amaç ile ilişkisi arka planda kalır. Şöyle ki; Gümrük Vergisi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı 2023'te yüzde 3,16 idi. Son üç yılın ortalaması da yüzde 3,2 düzeyinde. Ayrıca bu düzenleme, gümrük vergisinin konusunun dar bir kısmıdır.

Ayrıca böyle bir verginin yükünün hissedilmesi sonucu vergiye tepki olarak ikame etkisinin ortaya çıkması, beklenen vergi gelirinin elde edilemeyeceği anlamına gelir.

Aslında vergileme ile piyasa mekanizmasının işleyişini aksatmadan ve istenmeyen ikame etkilerini önleyerek veri bir vergi hasılatı sağlanır. Fakat mevcut ekonomik görünümde enflasyon-kur-faiz döngüsü, ücretlerin baskılanması, dış ticaret açığı gibi birçok sorun olunca, bütçeye etkisi sınırlı kalacaktır.     

                                                           /././

Emojiler olmadan önce…-Mine Söğüt-

İnternete getirilen erişim kısıtlamasına karşı eylemleri yine internet üzerinden yaptığımız sürece direniş de itiraz da ister istemez bir kısır döngünün pençesinde. Sokakların da yasaklandığı şu düzende, yeni iletişim şekilleri bulmak ve "zihinsel tüketici" olarak kaybettiğimiz gücü "zihinsel üretici" olarak yeniden kazanmanın peşine düşmek gerekiyor.

Instagram'a erişimi yasaklıyorlar ama kendilerinin de dahil olduğu kalabalıkların teknolojinin sınırsız imkanlarından yararlanarak o uygulamaya dolaylı yollardan yine de girebildiğini gayet iyi biliyorlar. Yasak binbir yerden isteyen herkes tarafından kolayca delinebiliyor ama onlar ille de devam ediyorlar.

Yapmaya çalıştıkları şey sözde uluslararası siyasi bir güç gösterisi. Ama sansür silahını işaret edilen hedefe değil ülkenin kendi bacağına sıkıyorlar. Üstelik bu silahın şimdilik bir su tabancası olduğunu herkes gibi onlar da biliyorlar.

Peki bunu neden yapıyorlar? Yaptıkları yapacaklarının teminatı olsun diye olabilir mi?

Dezenformasyon yasasını boşuna çıkartmadılar. Bu yasayı en "sabun köpüğü" yerden uygulamaya başladılar. Siyasi ağırlığı diğerlerine göre daha az olan, insanların daha çok gündelik hayatlarındaki çeşitli özel detayları paylaşmak için kullandığı, neşeli videoların izlendiği, arada ticari satışlar da yapılan eğlenceli bir oyun alanını kapattılar.

Biz de bu mantıksızlık silsilesi içinde iktidarın böyle bir dili ve işleyişi rahatça uygulamasını mızıldana mızıldana izledik, izliyoruz. Karşımıza çıkan sansüre, ayarlarımızı değiştirerek direniyoruz.

Çünkü sistem buna izin veriyor. Şimdilik. Ama ya bir gün bunu da yapamazsak?

Biliyoruz ki iktidar isterse, ayar değiştirerek sansürü delmeyi de engelleyebilir. Ve yine bu iktidar isterse ülkede her türlü internet uygulamasına gönlünce engel getirebilir. Buna imkân veren yasaları çoktan çıkarttılar, donanım zaten hazır.

Birgün bu yasakları delmeye hukuksal yaptırım da getirilerse… Şu anda yarı açık cezaevi olan ülke, o zaman anında minicik bir hücre.

Şimdilik bir su tabancası olmaktan öteye geçmeyen sansür silahının bir gün uzun menzilli bir silaha dönüşmeyeceğinin ve bizi tek tek tam alnımızın ortasından vurup yere sermeyeceğinin hiçbir garantisi yok.

Bunun için yapmamız gereken en elzem şey tabii ki şu kötücül iktidarı bir an önce tahtından indirmek ve ülkenin demokratik ayarlarını hızla yenilemek.

Ama bunun kadar elzem olan bir şey daha var. Artık başımızı avucumuzun içindeki küçük ekranlara sığdırdığımız sanal dünyadan kaldırıp, gözlerimizi biraz da bizi kuşatan gerçek hayata çevirmemiz gerekiyor.

Öyle bir noktadayız ki… Sanki sesleri ekranlardan duymadıkça anlayamıyoruz. Görüntüleri ekranlarda görmedikçe algılayamıyoruz. Güzellikler karşımıza ekranda çıkmadıkça heycanlanamıyoruz

Kediler bile, sanki, ekranlarda belirmedikçe, sevimli değil yeterince.

Sanal dünyanın iletişimde sağladığı olanakların gücüne tamamen teslim olmaktan gönüllü olarak vazgeçmeyi düşünecek ve eski pratikleri yeniden kazanmak için insani ilişkilere geri dönebilecek yetilerimiz tamamen kaybolmadan, birbirimizle yüz yüze, bambaşka bir yerden ve yeniden tanışma ve haberleşme yöntemlerini hatırlamamız gerekiyor.

İşe yan yana otururken birbirimize mesaj atmayı bırakarak başlayabiliriz. Yeniden birbirimizin gözüne bakmayı, kulaktan kulağa fısıldaşmayı, birbirimizle dokunarak anlaşmayı hatırlamamız çok zor değil.

Kalabalıkların içinde kendimizi yalnızlaştırmaya gönüllü olduğumuz şu dünyada, birbirimizle yeniden ve bambaşka bir yerden tanışmaya gönüllü olursak, elimizden alınan çok önemli bir gücü, "doğal zekâ" ve "doğal duygu" ile iletişim kurma gücümüzü hızla geri kazanabiliriz.

İnternete getirilen erişim kısıtlamasına karşı eylemleri yine internet üzerinden yaptığımız sürece direniş de itiraz da ister istemez bir kısır döngünün pençesinde. Sokakların da yasaklandığı şu düzende, yeni iletişim şekilleri bulmak ve "zihinsel tüketici" olarak kaybettiğimiz gücü "zihinsel üretici" olarak yeniden kazanmanın peşine düşmek gerekiyor.

Belki de o çok konforlu sandığımız ışıklı tavşan delikleri o kadar konforlu değildir. Belki de beslendiğimizi sandığımız o dijital kaynakların bazıları da zehirlidir. Ve belki de insanın "kendi" zekâsı sanıldığı kadar geri değil, bazı durumlarda sanıldığından ileridir.

Ufukta görünen tehlike, uzun vadeli bir ev ödevi veriyor hepimize:

Hatırlamaya çalışalım, hayatında emojiler olmadan önce, insan duygularını nasıl aktarırdı birbirine?

(T-24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder