22 Ağustos 2024 Perşembe

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -22 Ağustos 2024-

Kararlı saldırı, mızmız muhalefet! -A.Cihan Soylu-

Türk burjuva siyasal sisteminin anayasal olarak nitelenmesini boşluğa düşüren siyasal-hukuki uygulamalara yenilerinin eklendiği bir süreçten geçiliyor. Anayasa’sının bizzat devlet iktidarı yönetenlerince meşru ve geçerli sayılmadığı bir ülkede egemen siyasal sistemin meşruluğu üzerine söyleneceklerin dayanaksız kalacağı açık olmalıdır. Sorun burjuvazi ve proletarya olarak iki büyük ve başlıca sınıf olarak bölünmesi nedeniyle toplumun sömürülen ve ezilenleri açısından sistemin gayrimeşru olmasını aşan bir kapsama genişlemiştir.

Bir parlamentonun ve orada varlık gösteren çeşitli siyasal partilerin varlığının “parlamenter demokratik sistem”in varlığını işaret etmediğini Erdoğan yönetiminin sözcü ve temsilcileri, Erdoğan’ın kendisi başta olmak üzere söylemekten imtina etmemektedirler. 600 civarındaki milletvekilinin iktidar partisi/partilerine mensup çoğunluğu, sistemin karar verici organı konumundaki “tek adam”/Saray iktidar gücünün uygun gördüğü politikalara meşruluk etiketi yapıştırmak üzere tek kişi gibi parmak kaldırırken, halkın istemleri, burjuva muhalefet partileri yönünden de sadece sözel düzeyde söz konusu olabilmektedir. Ya da hatta çoğunluğunca yalnızca demagojik ikiyüzlülüğün malzemesi olarak kullanılmaktadır. Hal böyle olunca, Mecliste bir ya da birkaç milletvekilinin devlet partisi -partilerinin şiddetiyle karşılaşması, olsa olsa, kapsamlısı kentlerde ve kırda, iş yeri, okul, fabrika vs. de ekonomik sosyal veya politik taleplerde bulunan ya da bulunma eğilimi gösteren emekçilere, gençlere ve kadınlara -buna hayvanlar da eklenebilir- uygulanan şiddet politikasından, denebilir ki daha sınırlı biçimde pay alması anlamına gelir. Nitekim, Saray’ın etkili sözcüleri tarafından “Dingo’nun ahırı” olmadığı belirtilerek güya Meclis savunulurken, Meclis dışı tüm alanların iktidar sopasının hükmü altında tutulduğu da ilan edilmiştir.

Sorun iktidar cephesi açısından nettir: Karşılaşılan zorluklar, saldırı politikasından geri adım atmaya neden olmayacaktır. Polisiye ve askeri operasyonlar içeride ve dışarıda (örneğin Irak-Suriye-Somali gibi) sürmektedir. Gazeteciler gözaltına alınmakta; sokaklarda tepkilerini söze dökerek bir tür rahatlama yaşayan bireylere yönelik baskı artmaktadır. Kürtlere yönelik baskı Kürtçe türkü eşliğinde halay çekenlerin gözaltına alınması şeklinde siyahlaştırılmıştır. İşsiz sayısı resmi verilerle dahi 3.5 milyon civarındadır. 40 milyon kişinin 3 trilyonun üzerinde kredi borcu olduğuna dair veriler bulunuyor. Halk kitlelerinin çok büyük çoğunluğu zorunlu tüketim maddelerinin önemli bir kısmını dahi karşılayamazken, devlet yönetimi, tüketimin kısıtlanması aracıyla ihracat gelirlerinin artırılmasını başarılı bir ekonomi politika olarak satmaktadır. Asgari ücretlilere, emeklilere para yok nerden verelim denirken Saray yönetimiyle iktidar ağının harcamaları onlarca kat artırılarak tüm yük vergi ve zam yoluyla emekçilere yıkılmaktadır.

Erdoğan iktidarı, itiraz edenlerin direnişlerine fiili baskı ve saldırıları artırarak yanıt vermeyi yönetim politikası haline getirmiştir. Kıyılar, limanlar, maden rezerv bölgeleri, ormanlık alanların önemli bir bölümü sermaye şirketleriyle siyasal paydaşları tarafından mülk edinildi ya da ediniliyor. Yönetim kurulu başkanlığını bizzat Erdoğan’ın yaptığı Varlık Fonunun el koyduğu ya da tek adam imzasıyla bu fona devredilen varlıkların miktar ve büyüklüğü durmaksızın artıyor. Köprüler, hava alanları, şehir hastaneleri üzerinden toplamında yüzlerce milyar dolar tutan kaynak özel sermaye şirketleriyle bu şirketlerin iktidar ortaklarının kasalarına aktarılmaya devam ediyor.

Hal böyleyken, CHP yönetimi ve destekçisi propagandacı takımı, senelerce sürdürdüğü seçim tartışmasını yenileyerek sürdürmekle meşguldür. Seçim ve CHP’de kimin cumhurbaşkanı adayı, kimin hangi büyük kentin belediye başkanı olacağı tartışması, sanki birkaç ay içinde seçim yapılacakmış havasında tartışılmakta; MHP-AKP arasındaki çelişkilerden iktidar olanağı çıkarılmakta; Özel ve ekibinin “yumuşama” sözde taktiğiyle nasıl da güç kazandığına dair veriler yayımlanarak işçi ve emekçiler seçim beklentici bir sürüklenmenin çemberinde tutulmaya çalışılmaktadır.

“Normalleşme-yumuşama” söylemiyle CHP yönetiminin mevcut koşullarda yaptığı ve yapmaya çalıştığı, bizzat Erdoğan tarafından da açıklandığı üzere, itirazların iktidarı zora düşürmeyecek şekilde sürdürülmesidir. CHP yönetimi izlediği muhalefet politikasıyla bu sınırları aşmamakta, saldırılara karşı gürültülü açıklamalardan öteye geçmeyerek yığınların saflarında biriken ve lokal-küçük ve henüz birbirleriyle birleşmeksizin de olsa ortaya çıkan protestocu tepkilere güç verecek bir tutumdan kaçınmaktadır.

CHP yönetiminin, üretici köylülerin eylemleri, işçilerin çok sayıdaki şehirde çok sayıdaki iş yerinde baş vurduğu direnişler karşısında yaptığı, ara sıra lafını ederek ya da bir-iki milletvekilini göndererek “Yanında olduğunu göstermek”ten ibarettir. Bu, amiyane deyişle mızmız muhalefettir.

CHP’nin devlet ve düzen ile illiyet bağı, bu tür bir muhalefet sınırlarında kalmasının başlıca nedenidir. CHP yöneticileri “devlet kuran parti”nin yöneticileri olma sorumluluğu adına reformcu-yumuşamacı politika izlemekle övünürlerken kaybedenler sömürülen ve ezilen on milyonlar olmuştur ve olmaya devam ediyor. Sağ gerici, faşist ve şovenist, kimi zaman cuntacı ya da şimdi olduğu üzere tek adam saltanat idaresinin dayatılması, kitlelerin ileri kesimleri de dahil önemli bir bölümünün CHP’nin muhalif politikalarına yakınlık duymasına ve onun vaatleri doğrultusunda beklentiye girmesine neden olmuştur. CHP yönetimleri ise bunu, mevcut düzenin devamı yönünde kullanmayı politika edinmişlerdir.

CHP, Ecevit’in cuntalar ve halk arası çelişkilerin sonuçlarıyla bağlı bir iki yıllık hükümet dönemi dışında 75 senedir iktidar partisi olamamasına rağmen “İktidara geliyoruz, düzelteceğiz!” söylemiyle halk kitlelerini oyalamayı sürdürüyor.

Bu düzeltici düzen muhalefeti, onca ağır saldırı koşullarına rağmen günümüzde de aynı zeminde sürdürülüyor. CHP yöneticileri, önümüzdeki yıllarda ülkede, bölgede, dünyada ne tür değişimlerin olacağını birebir ezber etmişler gibi, “Erdoğan gidiyor, biz geliyoruz” temasını işleyerek teskin etmeyi sürdürürlerken, emekçiler, kent-kır yoksulları pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin tokadını yemeye devam ediyor. Oysa değişmesi gereken bir durumdur bu ve fakat CHP’nin politikalarıyla bu sağlanamaz.

İktidarın saldırılarına ve burjuva muhalefetin düzen savunucu politikalarına gösterilen itirazların daha da büyüyüp genişlemesine ihtiyaç artmıştır. Türkiye’de de üretici köylüler Fransız üreticilerin traktörlü eylemlerinden öğrendiklerini gösterir eylemlere başvurmaya başladılar. Türkiye’nin çok sayıdaki kentinde ortaya çıkan ve süren işçi direnişleri var. Kadınlara yönelik şiddete karşı yaygın tepkiler şu ya da bu biçimiyle devam ediyor. Cumartesi Annelerinin eylemleri, şiddet barikatına rağmen sürüyor. Köpek öldürmelere karşı duyarlılık yayılıyor.

Ancak tüm bu itiraz, protesto ve direnişlerin çok daha yaygın ve geniş şekilde birleşik biçimleriyle ortaya çıkıp sürmemesi, iktidardakilerin saldırılarını sürdürmelerine ve ne olursa olsun ben istediğimi yapar-uygularım anlayışıyla hareket etmelerine olanak sağlıyor. Burjuva muhalefete yumuşamacı oyun olanağı sağlayan da bu durumdur. Aynı nedenler halk kitlelerinin bu çemberden çıkışını gerekli kılıyor. Barikat ancak o durumda yarılarak ilerlenebilir. Sermaye klikleri arasındaki çelişkilerden yararlanmanın yolu da daha güçlü bir halk muhalefetinin ortaya çıkmasından geçmektedir.

                                                             /././

Erdoğan’ın altın vuruşu! -Bülent Falakaoğlu-

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir imzası yetti!

Devletin daha önce el koyduğu… Kayyum atadığı… 12 şirket, Türkiye Varlık Fonuna (TVF) devredildi.

Haliyle bu gelişme gündemin önemli başlıklarından biri oldu fakat ‘neden?’ sorusu eksik bırakılarak sürdürüldü tartışma.

Kimi… Devredilenlerin, Gülen Cemaati ile yakınlık ve iş birliği nedeniyle el konulmuş şirketler olmasına dikkat çekti.

Kimi… Şirketlerin satılmayıp ‘devlette’ kalmasını alkışladı.

Kimi de… Varlık Fonunu kontrol eden Erdoğan’ın en büyük patron haline geldiğine dikkat çekti. 

Lakin hiçbiri, ‘Neden bu şirketlerden vazgeçilmedi?’ sorusuna yanıt vermedi.

‘Erdoğan, cemaatin şirketlerine kıyamadı’ diyemeyeceğimize göre eski sahibin önemi yok!

‘Kamuda kadı’ diye sevinmenin de alemi yok. Erdoğan’ın elindekilerin, ‘milli servete’ dönüşmediğinin sayısız örneği var! Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Şirketler Fona, kamu çıkarı üstün tutulduğu için devredilmedi.

Evet bu devirler, Erdoğan’ın kontrol ettiği sermayeyi büyütecek. Ama bu durum, “Şirketler Erdoğan’ın ‘En büyük patron ben olmalıyım’ hırsı nedeniyle devredildiği anlamına gelmez.

Öyleyse…

Mevzu derin! Neden sorusuyla derinlere inmek lazım.

ŞİRKETLERİN ÖZELLİĞİ

Devredilen şirketlerden Koza-İpek Holding ve iştiraklerine bakalım…

Türkiye’nin en büyük altın madenleri her biri…

Ovacık… Kaymaz… Mastra… Himmetdede… Çukuralan… Koza’nın bünyesinde halen üretim yapan madenler bunlar.

Altın madenlerinin yanı sıra çok sayıda yeni arama ve işletme ruhsatı bulunan şirketler bunlar.

İçlerinde Özdemir Antimuan Madenleri de var.

Bu metal Türkiye’de önemli sektörlerde kullanılıyor: Akü imalatında, bazı askeri malzemelerin yapımında, ulaşım ve makine imalat sektöründe vs…

Ayrıca antimuan oksit boya imalatında ve antimuan penta sülfür lastik üretiminde…

Devredilen şirketlerin ağırlıklı özelliği belli; yer altı kaynaklarının çıkarılması ve işlenmesi faaliyetini yürütmeleri…

Çıkardıkları ne?..

Demir, bakır, alüminyum, lityum, kömür, altın, gümüş, nikel, grafit, kobalt gibi ürünler.

Erdoğan neden el koydu?’ sorusunun cevabı işte bu ürünlerin özelliğinde yatıyor!

GEÇMİŞE DÖNELİM

AKP’li yıllar doğanın bir ham madde olarak satışının hızlandığı yıllar. Bu yıllarda enerji ve madencilik faaliyeti şirketler için büyümenin kilit yatırım alanları oldu.

Devlet de…

Bu sektörlerde üretimi teşvik etti…

Alım garantisi sağladı…

Ucuz işçilik süreçlerini güvence altına aldı.

***

Değerli madenlerin çıkartılması ve satışı, ‘ekonomik bağımlılığı azaltacak döviz kalemi’ olarak pazarlandı!

Hele de altın ve gümüş üretilirse zenginleşileceği, kişi başına düşen gelirin artacağı propaganda edildi.

Oysa…

Altın madenciliği sadece yatırım yapan şirketleri ihya ediyor. Devlete sömürge kırıntısı düşerken, halka da sadece doğasının talanı kalıyor.

Maden Mühendisleri Odası Eski Başkanı Mehmet Torun bu gerçeği şöyle özetliyor:

Kanunen yüzde 5 ila 18 arasında bir miktar devlet hakkı olarak alınmalı. Ancak vergi indirimleriyle, teşviklerle bu oran yüzde 1’e düşüyor.”

Üstelik de…

Şirket ne kadar altın ürettiğini beyan ederse devlet onu esas alıyor.

Merkez Bankası altın almak istediğinde Londra borsasındaki günlük fiyatlar dikkate alınıyor.

Mehmet Torun bu durumu, ‘Ülkeye bir katma değeri olmuyor’ diye yorumluyor. Çünkü Merkez Bankası altını Londra’dan da alsa, Türkiye’den çıkaran şirketten de alsa aynı fiyatı ödüyor.

***

Devlete, halka faydası olmasa da… Altın madenciliğini elinde bulunduran şirketler güçlü bir finansal yapıya kavuşuyor.

Altın üretimi şirketler için, yaptıkları yatırıma kredi aracı olarak da işlev görür.

Uluslararası sisteme entegre olmak isteyen şirketler için de altın çok önemli bir metadır.

AKP’de egemen blokun bir arada hareket ettiği yıllarda, ortak çıkar ekseninde altın firmalarına ‘dokunan yanıyordu’.

Örnek; Erzincan İliç’te başlattığı bir soruşturmanın ucu bölgede altın madenciliği yapan çok uluslu bir firmaya uzanınca Başsavcı İlhan Cihaner görevden alındı.

***

İşler cemaatle kavga başlayınca değişti.

İktidar içi çatışmada cemaatin holdingleri kayyuma devredildi; bu sadece siyasi değil iktisadi bir çatışmanın da yaşandığını gösteriyordu.

Altın madeninde daha önceden sahip olan rekabet gücü devlet gücüyle kontrol altına alınmıştı.

Aynı zamanda da…

Enerji ve inşaat gibi kırılgan sektörlere yatırım yapan…

Krediye muhtaç…

İktidara yakın şirketler de madene yönlendirilmişti.

Altın iyi bir garantör hem finansal açıdan hem de uluslararası sermaye ile ilişki kurma ve krediye ulaşma açısından!

Erdoğan bu kilit sektörü elinden bırakmamayı tercih etti. Günün birinde ‘en yandaşa’ devretmesinin önünde de bir engel yok.

‘YEŞİL DÖNÜŞÜM’ STATEJİSİNİN PARÇASI

Erdoğan’ın maden şirketlerini elinde tutmasının diğer bir gerekçesi ise yeşil dönüşüm’ hedefiyle ilgili.

Bu hedef en büyük sermaye örgütü TÜSİAD’ın da dilinde Batı emperyalizminin de… Erdoğan’ın da vurgularında da var, Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın iddialarında da…

Her kesimden duyar olduğumuz ‘yeşil dönüşüm’ hedefi iki ayak üzerinden yükseliyor. Birincisi enerjide dönüşüm. İkincisi ise daha az karbon salacak sanayi ve dijital teknolojiye yönelim; yeni nesil batarya, cep telefonu, elektrikli otomobil, yenilenebilir enerji sistemi, askeri teknoloji vs…

Söz konusu dönüşüm, nikel ve lityum, kobalt gibi ‘kritik metaller’ başta olmak üzere sayısız madene ihtiyaç duyuyor. İşte Erdoğan da bu ihtiyacı karşılayacak maden şirketlerini elinde tutmak istiyor!

Bir yandan sürekli dağ taş, ova kıyı demeden yeni maden sahalarına yol verirken, bir yandan da o sahalardan vurgun sağlayacağı şirketleri avucunda muhafaza ediyor. 

PATRONLUK AMA NASIL?

TÜRKİYE Varlık Fonu Yönetim Kurulu başkanı bizzat Erdoğan. Erdoğan’a bu büyük bir servet transferi olanağı sağlıyor.

ÇAYKUR, THY, PTT, BOTAŞ, kamu bankaları gibi kamu KİT’leri uhdesinde! Fon sayesinde Erdoğan, yüz milyarlarca dolarlık ulusal bir serveti kontrol ediyor. Hem de denetimden uzak bir şekilde.

Gün geliyor Fondan kaynak ile dövize müdahale ediyor, gün geliyor fon üzerinden Çinli firmaya garanti veriyor.

Evet son şirket devirleriyle birlikte, “Erdoğan, Türkiye’nin en büyük patronu haline geldi” denilmesi anlaşılabilir. Ama son devirler öncesinde de bu tespit yapılabilirdi.

Erdoğan’ın pozisyonu, bir dönem OYAK üzerinden sermayenin bileşeni haline gelen ordunun pozisyonu ile bir değil.

Fon ekonomik bir tahkimat ve manivela aracı! Ve Erdoğan bu amaç doğrultusunda önemli sektörleri elinde tutmayı yeğlediği için 12 şirketi dahil etti Fona.

‘MİLLİ DEĞERE’ EKLEME Mİ?

VARLIK Fonuna bu şirketlerin alınması ve bu şirketlerin bir milli değer olarak hazinemize katkıda bulunmasını sonuna kadar destekliyoruz” tezine gelince…

Kısa bir hatırlatma yapalım…

Cumhurbaşkanlığına bu yıl 5.4 milyar TL’lik bütçe ayrıldı. Erdoğan’a bütçe yetişmedi. 7 ayda tüketildi, hatta 100 milyon TL fazlası harcandı.

Neye harcadı?

Hiç görevi olmadığı halde, İstanbul seçimlerinde AKP’li belediyelere 45’er milyon lira gönderildi. Etik ahlak hiçe sayılarak!

Hatırlatmanın ardından soralım: Hükümet eline geçirdiği her şeyi saçtığına bolca tanık olurken, Fona şirket devrinin, ‘milli servetin’ iktidarın çıkarına sunulmasından başka bir anlam taşıması mümkün mü?

                                                           /././

İzmir yangınının anatomisi -Nuray Sancar-

İzmir’in nefes borusu Yamanlar Dağı günlerce yanarken bir kısım ‘muhalif’ medya erken seçim olacak mı olmayacak mı, MHP ile AKP bozuşuyor mu, yumuşama-normalleşme hangi aşamada gibi konularla saç taramaya devam etti. Afetlerin eksik olmadığı bir coğrafyada yangın da muhtemelin zuhuru olarak algılandı. Yetkililer bir haftada 247 yangın çıkmasını mangalcılara, anız yakan köylülere, söndürmeden atılan sigaraya, elektrik şasesine; bir kısım sosyal medya ahalisi de ‘Ateşin Çocukları’ gibi uyduruk bir örgüte bağladılar. FETÖ’cüler diyen çıktı mı? Mümkündür.

Oysa vakanın gelişme seyri başka şeyler anlatıyor. Dağda 62 saat sonra kontrol altına alınabilen, yamaçtaki yerleşim yerlerinde oturanlar tarafından çağırılmasına rağmen itfaiyenin geç geldiği yangın, ilk önce yoksul mahallelerine doğru genişledi. İzmir’in kentsel ıslah ve dönüşüm çalışmalarının yakın tarihi ve geldiği düzey göz önünde bulundurulursa yangının söndürülmesine değil, kontrollü yayılmasına odaklanıldığı söylenebilir rahatlıkla.

Kentte bir süredir eski merkez (Konak-Alsancak) Bayraklı’ya kaydırılmış bulunuyor. Eskiden Karşıyaka’ya bağlı bu semt emekçilerin yaşadığı bir gecekondu bölgesiyken 2008’de Bornova’nın körfeze uzanan ovalık alanlarının da dahil edilmesiyle merkez ilçeye dönüşmüş durumda. Burası Salhane-Turan-Halkapınar gibi hinterlandıyla birlikte bir ticaret, turizm, eğlence merkezi olacaktı aynı zamanda. Bir marka, İzmir’in Manhattan’ı olması için yola çıkıldı. Bir dizi proje yapıldı, proje yarışmaları düzenlendi.1 Bölgeye üşüşen inşaat tekelleri İzmir’in bu yakasını gökdelenlere, sitelere boğdular. Tepekule Kongre Merkezi, Folkart Kuleleri, Megapol Tower, Martı ve Sunucu Plazaları, Mistral Tower ve daha birçok firma düzensiz bir yayılımla boş buldukları alanlara sevimsiz binalarını diktiler. İzmir arazisi bir bakıma yağmalandı. Denizden gelen hava sirkülasyonunu kapatan Folkart binaları İzmir’in simgesi olarak görülüyor ve deniz manzarası kapanan ahaliye konutlar Folkart manzarası ‘hava parası’ olarak eklenerek satılıyor.

Bayraklı projesinde yapay adalar, yaya köprüleri, şehir plajı, oyun alanları, gösteri alanları, gastronomi merkezi, lüks konutlar ve feribot limanları öngörülmüştü. Bu sahil tasarımlarının büyük ölçüde tamamlandığı görülüyor. Kent Antropoloğu Elizabeth Greenspan’a göre ‘Manhattanlaşma en yoksulları unutuyor, bir şehri en zengin sakinler için bir oyun alanına dönüştürüyor.’

Bayraklı’da bir tepeye inşa edilen şehir hastanesinin boş olan çevresi depremden sonraki üç sene içinde, ‘Deprem konutları yapıyoruz’ propagandası eşliğinde giderek yayılan bir yerleşim yeri haline getirildi. Bostanlı-Bayraklı-Alsancak ve Urla’ya kadar uzanan sahil kesimleri ve çevresini ‘soylulaştırma’ süreci içinde Bayraklı da eski merkezin yerine geçen parlak bir rant haline geldi.

2012 yılında özelleştirilmeye çıkarılan İzmir Limanı kiralama devretme ve satma yetkisiyle Varlık Fonuna devredilmişti. 2024 yılında limana talip olan Birleşik Arap Emirlikleri ile bu konuda bir dizi görüşme yapıldığı basında yer aldı. Ancak 2023 yılında liman işletmesi Katar’a satıldı. İngiltere’nin çöpünün buraya taşınmasıyla gündeme gelen Aliağa Limanı ve Çandarlı’da inşa edilen bir başka limanla birlikte İzmir tüccarlar ve tekeller için bir serbest bölge haline getiriliyor.

Zenginler için ‘bir oyun alanı haline gelen’ bu çakma Manhattan’ın yoksullarına gelince; yangının şehre giriş yaptığı Onur Mahallesi2 bütün bu devasa yatırımların, pazarlıkların içinde, karşısındaki lüks sitelerin ve dönüşüm arazisinin ortasında kalmış birkaç yoksul mahalleden biri. Bir gecekondu alanı. Buradaki evler şimdi yok; yangın ‘zorunlu boşaltma’nın vesilesi haline geldi. Yamanlar’daki birkaç yerleşim yeri de haritadan silindi; yangın o kadar akıllıydı ki tam da yamaçtaki sitelere gelince söndü. Bir de dokunmadığı yer mezarlıklar oldu. Onur, Doğançay, Örnekköy mahalleleri zaten çoktan beri kentsel dönüşüm planı içindeydiler. Bayraklı Belediyesinin sitesinde belediye başkanının 28 Temmuz 2024 tarihli açıklamasında2 ilçede kentsel dönüşüm ofisleri açılacağı ve bu ofislerin 24 mahallenin tamamına hizmet vereceği yerinde dönüşüm, kentsel dönüşüm, imar uygulaması ve inşaat hakları gibi bilgiler verileceği; talep ve önerilerin alınacağı belirtiliyor.

Ne var ki ormanların orman vasfını yitirdiği kararının altına imza atan el halkın fikrini sormuş değil. Yamanlar’da ve denizde kamu özel ortaklığı bağlamında santraller her an kurulabilir. Çünkü artık ne deniz deniz ne de orman eski vasıflarına sahipler; kanunla, kararnameyle ve yangınla sermaye el değmemiş alanlara yayılıyor.

İzmir’in hikayesi yeniden yazılıyor. Yangın bu hikayenin gelişme bölümünü bir parça kaleme aldı. Eğer dört bin hektar alanda ağaçları kavuran, sayısız cana kıyan ve kentin üzerini günlerce is ve dumanla kaplayan yangının seyri, yetkililerin mazereti, bu hikaye içinde anlamlandırılmazsa Homeros’un, Amazonların mirası olan kentle ilgili nostalji ve güzellemelerin hiçbir faydası olmayacak. Çevre ve Şehircilik ile Tarım ve Orman Bakanlıkları gibi merkezi bürokrasi ile yerel yönetim arasındaki politik çekişmelere rağmen el birliğiyle İzmir’in nasıl bir sermaye hücumuna uğratıldığı, plansız ve yoksulları yerinden yurdundan eden kentsel dönüşümün İzmir’i nasıl şekilsiz bir bina yığınına çevirdiği ve son vakada İzmir yangınının neden ana muhalefet medyasında pek tartışılmadığı anlaşılmayacak. Bunun için parayı izlemek lazım!

Boyozun, podyanın, domatın, gevreğin, bangonun, asfalyanın kentinde çiçeklerin açacağı dağ bile kalmıyor görüldüğü gibi. Çünkü her şey yanıyor.

1 Bayraklı’daki kentsel dönüşüm için Burcu Türkmen Çelebi’nin ‘Urban Transformation in İzmir/Bayraklı District’ başlıklı tezinden yararlanıldı.

2 https://www.youtube.com/watch?v=BIR4SAmbcGU

                                                        /././

Vatana ihanet -Arif Nacaroğlu-

İnsanlık için vatan, mülkiyet ve hakimiyet hırsı ile sınırlarla bölünmeden önce denizleri, dağları, ormanları, ovaları, diğer canlıları ile tüm dünya.

İnsan aklı, insanlık ve tüm canlı yaşam yok olmadan önce dünyamızı yine eşit paylaşan bir topluma dönüştürecek ama bugünkü durumda vatan deyince önce Kaz Dağlarını, Akdeniz’i, Artvin’in derelerini, Cudi’nin eteklerini, Meriç Nehri’ni, Çukurova’yı, Mezopotamya ‘yı düşünürsek “vatana ihanet” sınırlarımız içerisindeki doğaya, zamanı paylaştığımız diğer canlılara, köpeklere, kedilere, sedir ağaçlarına, Konya Ovası’na, derelere ihanet olur.

“Ekmemize, üretmemize gerek yok, basarız parayı dışarıdan alırız” diyen,  “Değer atfettiğimiz(?) altın, yaşam kaynağımız oksijen deposu Kaz Dağları ormanlarından daha değerli” diyen, var olan otoyolun yanına, özel ve çok paralı başka bir otoyol yapan ve tüm trafik polisi güçlerini paralı otoyoldan geçmeyenlerin cezasını vermek için devlet yoluna yığan, ormanları yakan, ormanlar yanarken seyreden, parti çalışması ve siyaset yapan,  toprağa arsa, arsaya rant, inşaat ve komisyon olarak bakan, her kimse doğamıza, insanlarımıza, halkına ihanet ediyordur.

Hiç “tapumuz” olmasa da, hiç “kasamız” olmasa da  doğamız ve halkımız vatanımızdır.

Ama devletin devletli makamlarına konan sadakatli liyakatsizler, hayatında tek bir çiçek dikmemiş, kepeği toprakta yetişen bitki sananlar, yangına müdahale edecek uçak yerine, memlekete seçim ziyareti için uçak alanlar, tek bir katkısı olmadan Mecliste koltuk işgal edip tek kaygısı dünyalık biriktirmek için zengin sofralarına meze olmak olanlar, doğayı, insanı, vatanı sevenlere “terörist” diyor.

Onlar el koyduklarını, bu halktan, emekliden, işsiz gençten, emekçiden gasbettiklerinin üstünü karartmak istiyorlar ama acı olan onlarla birlikte kirli koroya katılan aymazların varlığı.           /././

Az çalıştırıp çok sömürecekler -Erkan Aydoğanoğlu-

Kapitalist sistemin temel dinamiklerinden biri, emeğin yoğun sömürüsüdür. Bu sömürü mekanizması, işçi sınıfının daha az çalıştırılıp daha çok sömürülmesine dayanan bir mantıkla işler. Kapitalistlerin kâr oranlarını artırma isteği, işçi maliyetlerini düşürmek için çalışma saatlerini kısaltarak emeğin verimliliğini en üst düzeye çıkarma çabalarına da yol açar. Ancak bu çabalar, işçilere daha az emek harcatırken üretimden elde edilen artı değerin daha fazlasının patrona aktarılması anlamına da gelir. Bu model, işçinin daha az hak ettiği halde daha yoğun çalışması ve karşılığında üretimden aldığı payın azalması sonucunu doğurur. Kapitalist sistem bu şekilde işçiyi giderek daha fazla yoksullaştırırken, sermaye sahiplerini her açıdan ihya eder.

Türkiye’de bir süredir gündemde olan çalışma saatlerinin düşürülmesi planları, esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarının yaygınlaşması ile bağlantılı olarak ele alınıyor. Hükümetin iş gücü piyasasını yeniden yapılandırma girişimlerinde bütün dikkatler iş gücü maliyetlerinin azaltılması ve esnek çalışma modellerinin yaygınlaştırılması üzerine odaklanırken, iş güvencesinin zayıflaması ve sosyal haklarının tırpanlanması hedefleniyor.

Çalışma saatlerinin düşürülmesi gibi olumlu değerlendirilmesi gereken bir adımın, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını hayata geçirmenin fırsatı haine getirilmesi ve işçilerin daha fazla sömürülmesine yol açması kaçınılmaz. Hükümet ve patronların, işsizlik baskısının güçlü bir şekilde hissedilmeye başlandığı bir dönemde, düşük maliyetli, güvencesiz iş gücünden en yüksek düzeyde verim almayı hedeflemesi ve bunun için daha yoğun çalışma baskısını arttırması şaşırtıcı değil.

Türkiye’de haftalık yasal çalışma süresi 45 saat olarak belirlenmiş olmasına rağmen, pratikte birçok sektörde bu sürenin aşıldığı ve esnek çalışma saatlerinin yaygınlaştığı biliniyor. OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi tam zamanlı çalışanlarda 40 saatin altındayken, Türkiye’de bu sürenin uzun olmasının başlıca nedenleri arasında düşük ücretler ve çalışma koşullarının zorluğu sayılabilir. TÜİK verilerine göre 20-64 yaş arası çalışanların yüzde 27’si haftada 49 saat ve üzerinde çalışıyor. Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi Eurostat verileri ise Türkiye’de yapılan fazla çalışmanın AB ülkeleri ortalamasının yaklaşık dört katı olduğunu gösteriyor.

Özel sektörde çalışanlar için uzun çalışma saatleri uzun yıllardır ciddi bir sorun. Esnek çalışma uygulamaları ile uzayan iş saatleri, emekçilerin aile ve sosyal yaşamlarını olumsuz etkiliyor. Bu durum çalışırken dikkat dağınıklığı ve iş kazaları riskinin artmasına, fazla çalışma nedeniyle yaşanan tükenmişlik sendromu üzerinden çeşitli psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Çalışma saatlerinin gerçek anlamda düşürülmesi, işsizlik oranları üzerinde önemli ve somut etkiler yaratıyor. Yapılan hesaplamalara göre, Türkiye’de çalışma saatlerinin yüzde 5 ila 7 arasında azaltılmasıyla 1 ila 2 milyon yeni istihdam yaratılabilir. Ancak, bu tür adımların sadece iş gücünü artırmakla kalmayıp, aynı zamanda iş güvencesini de sağlaması gerektiğini unutmamak gerek. Aksi takdirde, esnek çalışma uygulamaları üzerinden emekçilerin zaten kuşa dönen sosyal haklarının daha da daraltılmasına ve tamamen güvencesiz bir çalışma düzenine mahkum edilmelerine neden olabilir.

Türkiye’de çalışma saatlerinin düşürülmesi yönündeki planlar, esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarının yaygınlaşmasıyla paralel ilerliyor. Esnek çalışma uygulamaları özellikle kısmi süreli ve uzaktan çalışma gibi yeni iş modellerini gündeme getirmekle birlikte, söz konusu modellerin iş gücü maliyetlerini aşağıya çekmesi, iş güvencesini doğrudan tehdit etmesi ve emekçileri patron karşısında daha zayıf ve güçsüz hale getirmesi nedeniyle bu konuda oldukça dikkatli olmak gerekiyor.

                                                             /././

                                             Evrensel - GÜNDEM

'Akıllı' yangın - Evrensel Manşet

Yangın o kadar ‘akıllıydı’ ki lüks sitelere gelince söndü. Tüm ülke ormanları, kanun, kararname ve yangınlarla yürüyen aynı ‘aklın’ hedefinde.

İzmir’deki büyük yangın, arkasında rant düzeninin izlerini bıraktı. Yangına geç müdahale edildi, kentsel dönüşümün hedefindeki emekçi mahalleleri yok oldu ya da boşaltıldı.

YAMAÇTAKİ SİTELERE GELİNCE SÖNDÜ

Bayraklı yangınının şehre giriş yaptığı Onur Mahallesi lüks sitelerin ve dönüşüm arazisinin ortasında kalmış birkaç yoksul mahalleden biri. Onur, Doğançay, Örnekköy mahalleleri zaten çoktan beri kentsel dönüşüm planı içindeydi. ‘Zorunlu boşaltma’nın vesilesi haline gelen yangın o kadar ‘akıllı’ydı ki tam da yamaçtaki sitelere gelince söndü!

SERMAYE EL DEĞMEMİŞ ALANLARA YAYILIYOR

İzmir'in hikayesi bir süredir yeniden yazılıyor. Yangın bu hikayenin gelişme bölümünün bir parçasını kaleme aldı. Artık Yamanlar’da ve denizde her an kamu özel ortaklığı bağlamında santraller kurulabilir. Çünkü artık ne deniz deniz ne de orman eski vasıflarına sahip; kanunla, kararnameyle ve yangınla, sermaye el değmemiş alanlara yayılıyor.

557 BİN HEKTAR TAHSİS EDİLDİ

2022 yılı sonu itibarıyla, ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilen toplam orman alanı 811 bin 356 hektara çıktı. En yüksek tahsis 159 bin 793 hektar ile elektrik iletim hatları alt sektöründe.

OGM’NİN YANGIN PANELİ ÇALIŞMIYOR

Orman Genel Müdürlüğü yangın izleme panelinde 5 gün önce yer yer nerede orman yangını olduğu görülen haritada son günlerde yangın paneli çalışmıyor.

ORMAN KÖYLÜLERİ GÖÇ ETTİRİLDİ

Tarım Orman-İş Sendikası Başkanı Şükrü Durmuş, ormanı koruyan ve sahiplenen orman köylülerinin göç ettirilmesinin yangına müdahalenin gecikmesine yol açtığını söyledi. Durmuş, yangın işçilerinin de yetersiz olduğunu vurguladı.

İLİÇ’İN ÇED RAPORU İPTAL EDİLDİ

Yığın liç alanında yaşanan çökme ile 9 işçiye mezar olan ve işçi kıyımıyla gündeme gelen İliç’teki altın madeninin ÇED raporu iptal edildi. Danıştay ÇED kararını bozmasına gerekçe olarak “Bilirkişi raporunun yetersizliği”ni öne sürdü.

                                                     ***

Tahsis edilen ormanların yüzde 68'i AKP döneminde -Nisa Sude DEMİREL/Burkay RENDE-

Erdoğan Atmış, Damla Yıldız ve Cihan Erdönmez'in "Ormansızlaşma ve orman tahribatında farklı bir boyut: Türkiye'de ormanların ormancılık dışı kullanımları" isimli çalışması, ormanlık alanların farklı kullanımlar için tahsis edilmesine dair ayrıntılı bilgiler içeriyor. Çalışmada 1993-2022 yılları arasında ÇED Yönetmeliği'nin Ek-1 listesinde yer alan projelerden yalnızca 67'si olumsuz bulunan 6 bin 926 ÇED raporundan detayların yer aldığı 1353 nihai ÇED dosyası inceleniyor.(https://www.evrensel.net/haber/526142)

                                         ***

Kızılırmak Sineması yer değiştiriyor -Kübra Kırımlı-

Ankara’nın önemli kültürel öğelerinden biri olan Kızılırmak Sineması bulunduğu binanın yıkılacak olmasından dolayı taşınıyor. Başta Ankara’nın, öte yandan Türkiye’nin önemli bağımsız sinemalarından biri olan Kızılırmak Sineması 1960’dan günümüze hizmet veriyordu. Taşınma kararına dair Eski Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ile konuştuk. Candan, kentlerin simgesi olan mekanların kaybolması halinde insan belleğinin de zayıfladığını söyleyerek, kente dair hafızanın unutulacağını söyledi.(https://www.evrensel.net/haber/526140)

                                              ***

Reks Sinemasının yıkımı/Kent belleğinin kaybı -Şeyma Akcan-

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Reks Sinemasının yıkım kararını kültür mekanlarının korunması üzerine gelen yeni bir darbe ve kent belleği açısından bir kayıp olarak değerlendirdi. Reks Sinemasının yıkım kararı İstanbul 5 Numaralı Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı. Kurul sinema binasının kültür varlığı olarak tescillenmesi için bir neden olmadığını, dolayısıyla tescil başvurusunun kabul edilmediğini ve binanın yıkılabileceğini belirtiyor. Konuyla ilgili TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Evrensel Yazarı Doç. Dr. T. Gül Köksal ve Doç. Dr. Pınar Giritlioğlu gazetemizle görüşlerini paylaştı. Kültür mekanlarının korunmasının kent belleği açısından önemini vurgulayan Giritlioğlu, “Rexx Sineması Kadıköy’ün kültür mirasının ve belleğinin bir parçası. Bu nedenle onun korunması da o belleğin korunmasının bir parçası. O yüzden yerinde kalması önemli” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/526139)

                                                        ***
DEM Parti'den Bahçeli'ye yanıt: Bu zat siyasette çukurlaşmanın örneğini sergilemektedir

Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), hazine yardımlarının kesilmesini ve milletvekillerinin yargılanmasını isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye yaptığı açıklama ile cevap verdi. Bahçeli'nin hedef gösteren ve hakaret dolu açıklamasına yanıt veren DEM Parti, "Bu zat, galiz söylemlerle siyasette çukurlaşmanın örneğini sergilemektedir. Bu köhnemiş zihniyetiniz Türkiye’yi yangın yerine çevirmekten başka bir işe yaramaz" dedi.(“DARBECİ BİR ZİHNİYETİN TEMSİLCİSİ”) DEM Parti'nin resmi X hesabından "Darbeci Bahçeli'ye yanıt" başlığıyla yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi; "AKP’nin küçük ortağı MHP'nin Genel Başkanı yaptığı son açıklama ile Kürt düşmanlığını, DEM Parti hazımsızlığını, demokrasi ve hukuk karşıtlığını körüklemekte, anayasal düzenin son kırıntılarına da meydan okumaktadır. Önüne konulan her metni düşünmeden okuyan bu zat, galiz söylemlerle siyasette çukurlaşmanın örneğini sergilemektedir. Bu zat ve dile getirdiği anlayış, Türkiye’deki en temel demokrasi, hukuk, insan hakları sorunu haline gelmiştir. Anayasa Mahkemesi'ni kapatmayı, anayasal düzeni askıya aldırmayı önerecek kadar darbeci bir zihniyetin temsilcisi olan bu zat ve partisi mafyanın, karanlık ve organize işlerin, gayri ahlaki ve gayri hukuki bütün uygulamaların ve cinayet şebekelerinin merkezi gibi çalışmaktadır.(“DERDİNİZ İKTİDAR, KOLTUK, RANT VE ÇIKARDIR”) Bu zata hatırlatırız ki partimiz bu ülkede milyonlarca oy almış, yıllarca sürdürülen ucube seçim barajını yıkmış, çıkarılan her türlü engeli aşmış, tutuklama, saldırı ve her türlü hukuksuzluğa rağmen halkın desteği ile parlamentoya girmiştir. Bu ülke kimsenin babasının çiftliği değildir. Kendisi bu ülkenin sahibi, bizler de kiracısı değiliz. Bizler de bu ülkenin sahipleriyiz. Bahçeli ve ona akıl veren derin dalkavukları akıllarını başlarına almalıdır. Bu tehlikeli oyunla hedef aldığınız toplumsal barıştır. Derdiniz de ülke sevdası değil iktidar, koltuk, rant ve çıkardır. Bu köhnemiş zihniyetiniz Türkiye’yi yangın yerine çevirmekten başka bir işe yaramaz. Partimizin kazandığı hakların tamamı, kendisine oy veren milyonların vergisidir, alın teridir. Biz bu ülkede demokrasi ve barış isteyen milyonların sesiyiz. Öyle sokak kabadayılığıyla hiç kimse partimizi susturamaz. Bizler 90’lı yılların cinayet şebekelerine eyvallah etmedik, bugünkü çakma meydan okumalara da pabuç bırakmayız.”

                                                         ***

Tülay Hatimoğulları: Normalleşme'yi kendilerini toparlamak için kullandılar -Birkan Bulut-

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları gazetemizin sorularını yanıtladı. İktidarın “normalleşme” söylemlerini seçimden sonra kendisini toparlamak için kullandığını belirten Hatimoğulları, rejim değişikliğinin aktörü bir iktidardan aksinin beklenemeyeceğini söyledi. Hatimoğulları, Hakkâri dışındaki belediyelere kayyum atanmamasına ilişkin ise AKP tabanından da gelen tepkilere işaret etti.(https://www.evrensel.net/haber/526116)

                                             ***

Adıyaman esnafı çarşı projesine tepkili: Bilgilendirme yapılmıyor, süreç şeffaf yürüt -Elif Ekin SALTIK-

Adıyaman’da ‘Kent meydanı’ projesi ile yerlerinden edilmekle karşı karşıya kalan esnaf, hiçbir şekilde bilgi alamadıklarını söylerken sürecin şeffaf yürütülmesini istiyor.

Depremlerin üzerinden 17 ay geçti ancak Adıyaman, Hatay gibi pek çok kentte yıkımı devam eden ve yıkılmayı bekleyen yüzlerce bina ve iş yeri var. Devam eden yıkımlarda oluşan toz, esnafı ve vatandaşları mağdur ederken başka bir sorun da kimi bölgelerin rezerv alanı ilan edilmesi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen ve Adıyaman merkezde uygulanacak yeni “kent meydanı” projesine çarşı esnafı tepkili. Tepkilerini dükkanlara astıkları afişlerle gösterirken sürecin de şeffaf yürütülmediğini dile getiriyorlar.(https://www.evrensel.net/haber/526145)

                                        ***

MEB özel meslek liselerine teşvik yağdırıyor -Vural NASUHBEYOĞLU-

Kamu okullarına kaynak ayırmayan MEB, özel meslek liselerine milyarlar akıtıyor. 6 ay önce özel meslek liselerine teşvike yüzde 100 zam yapan MEB şimdi de yüzde 63 zamla öğrenci başına 57 TL verecek.(https://www.evrensel.net/haber/526118)


(EVRENSEL)




                                                                


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder