Türk Naziler -Çağdaş Gökbel-
Eskişehir saldırısını Nazilerin ilk saldırısı olarak değerlendirenler bu yüzden çok yanılıyor. Mustafa Hoş'un kitabı bunun ilk olmadığını kavrayabilmek için önemli bir dayanak olabilir.
"Tarih: 30 Eylül 1941 Yer: Ukrayna, Kadın dehşet içinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çocukları vurulan annelerin feryatlarını gördükçe kucağındaki bebeğine daha sıkı sarıldı. Sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Yalvardı. “Önce beni vur, yalvarıyorum! Önce beni vur!” Nazi askeri kadına baktı. Sonra kucağındaki bebeğe baktı. Hızlı bir hareketle yeni doğmuş bebeği kadının kucağından aldı. Kadın sanki donup kalmıştı. Sadece ağzından “Önce beni vur!” çıkabildi. Nazi askeri bebeğin kafasını kopardı. Çığlık kampın içinden gökyüzüne doğru yükseldi. Kadın diz çöküp kaldı. Sonra bebeğin kanlar içindeki kafasını anneye yaklaştırıp ateş etti. “Tek kurşun.”"(Hoş, 2024:13)1
Nazilerin inanılmaz bir hızla meşrulaştırıldığı, sınıfsal sömürünün, canavarca bir barbarlığa doğru sürüklendiği karanlık bir çağın içindeyiz. Belgeseller, artık Hitler'i iflah olmaz bir deli ve faşist örgüt üyelerini yoldan çıkmış öfkeli gençler olarak nitelendiriyor. Sadece bilgi yeniden inşa edilmiyor, tehlikeli bir biçimde sınıf savaşının ortasında 'bilim' denen koruma kalkanının ardına saklanarak, yeni faşizmin ideolojisi inşa ediliyor. Açıkçası yazı için yeni bir başlık düşünmek istemedim. Mustafa Hoş'un kitabına atmış oldu başlığın her şeyi net bir biçimde özetlediğini düşünüyorum. Kitabın hemen girişinde çok önemli bir anekdotla başlıyor Hoş. Faşistlerin günümüzde adım adım sevimli ve öfkeli çocuklar olarak görüldüğü bir evrede, onların gerçek kimliğine sarsıcı bir biçimde işaret ediyor. İhtiyacımız olan şey bu! Nazizim denen ölüm makinesini perdelemeden olguğu gibi vermek. Naziler, zorbaların kasabıdır. Yoksullardan, engellilerden, çingenelerden, Araplardan, Yahudilerden, eşcinsellerden ama en başta Komünistlerden nefret ederler.
Naziler çetin bir sınıf savaşının ürünüydü. I. paylaşım savaşının kaybedeni kapitalistlerdi ve Avrupa adeta ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Komünist Enternasyonel Berlin kapılarına dayanmış, 'James Connolly' gibi bir devin gölgesinde büyüyen İrlanda'nın sosyalist-cumhuriyetçileri, krallık güçlerine karşı İrlanda kırsalını silahlı denetim altına almıştı. Gerilla güçleri pusuya yatmış, Berlin'den gelecek iyi haberleri bekliyordu. Lenin ve yoldaşlarının küresel bir devrim hayaliyle attığı adımları hatalı bulanlar tarihi çarpık okuyor ve bu konuda Avrupa proleter hareketinin geleceğe bıraktığı tarihsel dökümanları yeterince bilmiyor ya da ideolojik gözlüklerle tarihsel gerçeklere bakıyor ve küresel bir komünist devrime doğrudan karşı olduğunu itiraf edemediği için karşısındakine cüretli bir biçimde 'uzman bir taktisyen' pozu kesiyor. Lenin ve arkadaşlarının çabaları ham bir hayal değildi. Binlerce kilometre uzaktan Lenin'in 'Paskalya Ayaklanması' liderlerine hayranlık beslemesinin temelinde dünya devrimi gerçekliği yatıyordu. Tarihteki hiçbir devrim, İrlandalı mazlumlara elini uzatmayı bu kadar istememiştir. İngiliz sömürgeciliğinin, soykırımlarına atılacak en büyük tokat İrlanda'da 'Sosyalist Cumhuriyet'in ilanıydı.
Devrimcilerin Berlin kapılarına dayanması, Alman sanayicilerini uykusuz bıraktı. Bugün, bu satırları okuyan birinin bunu hayal etmesi zor olabilir; dev Alman demir-çelik şirketlerinin patronları, Bolşevik hayaletinden tir tir titriyordu. Benzer bir korku Türkiye burjuvazisinin ABD'ye sıkı sıkıya sarılmasına ve 'nihai çözüm' denen vahşi barbarlık düzenine eklemlenmesine neden olacaktı. Bu düzenin adı: 'NATO, askeri terör rejimiydi'.
NATO'dan önce komünizmin Avrupa'dan atılması görevini Naziler üstlenecekti ve SSCB'nin kahramanca direnişiyle durdurulan faşizm asla tamamıyla yok olmayacak, biçim ve kılık değiştirecekti. İşte Mustafa Hoş, kaleme aldığı son kitabında tüm bu tarihsel sürecin Türkiye bölümüne ışık tutmaya çalışıyor. Tanıdığım bir insanın kaleme aldığı bir eseri incelemek ve bunun üzerine yazı yazmak zor. Kitap, özellikle bugün geçtiğimiz süreci anlayabilmek için önemli hatırlatmalar içeriyor. Girişte yaptığım alıntının hemen altında Kahramanmaraş katliamının nasıl bir canavarlıkla yürütüldüğünü gösteren önemli bir başka anekdot daha var. Evet, Maraş ve Ukrayna arasında güçlü bir bağ var. NATO, Nazileri kılık değişimine zorlayarak başka ülkelere ihraç etti. Naziler, muzaffer ordularıyla SSCB'nin üzerine yürürken kendilerini Nazi ilan edenler, müttefiklerin zaferi sonrası bir anda başka bir gömleğe sarılmak zorunda kaldılar. Maske değiştiren Naziler, Türkiye'ye büyük zararlar verecekti.
Tipik bir faşist terör hareketi olarak serpilen MHP ve türevlerinin toplumsal meşruyetini kaybetmeden siyasette etkin olması bir devrimci için kabul edilemez bir gerçeklik. Bu hareketin şu an iktidar ortağı olması ise bazı şeyleri kavrayabilmek için önemli bir işaret. Devrimci mücadelenin, bu siyasi yapıları doğrudan 'Nazi' olarak topluma anlatamamış ve bu hareketleri yasal siyasal zeminin dışına itemememiş olması önemli bir tartışma konusu. Burada ilginç bir biçimde temel sorunlardan sadece birisinin (şekilcilik) hilal ve gamalı haç ayrımında yatıyor olması gibi duruyor. Eskişehir saldırısını Nazilerin ilk saldırısı olarak değerlendirenler bu yüzden çok yanılıyor. Mustafa Hoş'un kitabı bunun ilk olmadığını kavrayabilmek için önemli bir dayanak olabilir. Maraş ve Çorum'un devamında yaşanan pek çok etnik ve ideolojik kıyım, Türkiye'nin Nazilerine dair hepimize önemli ve acı veriler sunuyor. Komünizmin ezilmesi için, anne karnında yeni bir yaşamı bekleyen bebeklerin öldürülmesi gerekiyorsa faşistler bunu da yapar ve yaptılar. Demek ki 'bebek katilleri' ifadesi aslında Türkiye faşizminin kendisine bakarak, karşı cepheye yaptığı ideolojik bir yansıtma (saldırı) biçimi. Neticede devlet desteğiyle bu ideolojinin oturması ve faşizmin iktidar ortağı olması sağlandı. Sermayenin kontrolündeki devletlerin faşist yedek kuvvetlere ihtiyaç duymadan ayakta kalması zor. Devrimcilerin faşistleri bıkmadan usanmadan ifşa etmesi ve hukuk denen zorbalık silahını ellerinden alabilmesi için ölümüne mücadele etmesi gerekiyor. İnsanlığın geleceği ve erdemli yürüyüşü için ölümü göze almak gerekiyorsa devrimcilerin sicili bu konuda çok iyi. Berlin'e kızıl bayrak dikilecek, Fransa'da kralın kellesi düşecekse eğer, devrimciler başı dik yürürler ölüme.
Geçmişin puslu havasından edindiğimiz derslerle geleceğe bakmalıyız. BSM'nin bu alanda önemli bir mücadele verdiğini söylemeliyim. ABD merkezli, Nazi belgesellerinin karşısında düzgün bir anlatıya (gerçeğe) ihtiyacımız var2. Şimdi, bu yazıya önemli bir not daha eklemem gerekiyor. Türkiye'de basılmış herhangi bir kitap üzerine uzun süredir eleştiri yazısı yazılmıyor. Gazetelerde yerleşik hale gelen 'halkla ilişkiler ve reklamcılık' ruhu geriye kalan tüm erdemli ve asil ruhları (tıpkı bir kara delik gibi) aramızdan çekip aldı. Mustafa Hoş'un kitabını elbette aptal bir halkla ilişkiler uzmanının abartılı övgüleriyle ele alacak değilim. Kitabın okuyucu için önerdiği en anlamlı ayrım çizgisi Mustafa Kemal döneminin kendisinden sonra gelen ve Nazilerle ticari işbirliğine giden hükümetler döneminden ayrıştırılması gerektiğine yaptığı vurgu. Liberallerin yıllardır 'Cumhuriyet' dönemini hastalıklı, hatta iltihaplı bir gelişme olarak göstermeye çalıştığı ve batı hayranı, 'sömürgeci okumuş' ahalimizde yaygın olarak yerleşen bu teze 'Türkiye'nin Nazileri' gibi çetrefilli bir konu fazlasıyla güç verebilirdi. Hoş, kitapta defalarca yinelediği vurgularla M. Kemal'in faşist rejimlere karşı nasıl bir düşünceye sahip olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Tam bu noktada, kitabı okurken hissettiğim en önemli eksiklik 'Türkiye sermaye sınıfının' Naziler karşısındaki pozisyonu. Mustafa Hoş, bu kitabın devamı niteliğinde, ikinci bir cilt için çalıştığını aynı eserde duyurmamış olsaydı muhtemelen en sert eleştirilerimi bu noktaya yöneltirdim. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, 'taraflı-tarafsızlık' politikasını bir kişinin şahsi eğilimleri nedeniyle inşa etmedi. Vehbi Koç'un garip bir biçimde o döneme dair gazeteci Mehmet Ali Birand'a çeşitli itiraflarda bulunması en bilindik ve bariz örneklerden biridir. Koç, ABD'nin kara listesindedir çünkü Nazilerle iş tutmuştur. Kara listeden nasıl çıktığını Birand röportajını izleyenler çok iyi biliyor. Normal şart ve koşullarda yargılanması gereken bir patronun, bir imparatorluğa dönüşmüş olması bugün yaşadığımız kesif karanlığın önemli nedenlerinden biri. Umarım Mustafa Hoş, ikinci kitapta Türkiye sermayesinin Nazilerle olan ilişkisini tüm detaylarıyla okuyucunun takdirine sunar. Evet, yaşadığımız çağın en önemli panzehiri 'hafıza'. Hafıza noksanlığına tutulup, gündelik hayatın girdabına kapılanlar Eskişehir'de yaşananları, aniden fezadan peyda olan bir uzaylı tarafından gerçekleştiğine dahi inanabilir.
Avrupa'da Naziler, çok kutsal bir amaç için önce çekine çekine kamuoyu sahnesine yöneldiler. 'Göçmen karşıtı' denen ve Orta Çağ zırhlarıyla donanan muzaffer şövalyeler, şımarık bir milyarderin satın aldığı propaganda aracı üzerinden kitlelerin zihinlerine karşı 24 saat terör estirdiler. Bu propaganda teröründen etkilenenler, Türkiye sosyalist hareketine zafer partisinin söylemlerini örnekolarak gösterdiler. Örgütsüzlüğün insanı savurabileceği yer gerçekten ürkütücü. Neticede Türkiye dahil olmak üzere pek çok yerde 'işgalci' imgesi hızla yerleşti. Ayrıca garip bir biçimde Avrupa'da esamesi dahi okunmayan bir komünizm efsenesi faşistler tarafından yayılıyor. Bu bilginin kaynağı elbette ABD'li zenginler. Ne yana baksalar komünizm hayaleti görüyorlar. İrlandalı faşistler Sinn Fein lideri Mary Lou McDonald'ı komünist komplonun bir parçası olmakla suçluyor. Yine 'sömürgeci okumuş ve pamuklara sarmamız gereken' kesimimizin güzel insanlarının mucize çocuğu milyarder Elon Musk, Kamala Harris'i komünist olmakla suçluyor. Müthiş bir zeka ve politik düşünce örnekleri bunların hepsi. Şimdi, tek tek bu argümanları sıralayalım:
*Afrikalıları ülkelerinden komünistler sürüyor (Lityum pilleri çıkarmak için Afrikalı çocukları köle olarak sanırım komünistler çalıştırıyor ve elbette Afrika'yı tüm kaynaklarıyla sömürebilmek için sanırım yine komünistler işgal ediyor. Faşistlerin keşke karşımızda SSCB olsaydı dediğini duyar gibiyim).
*Liberal demokrasiye iman eden hükümetlerin tamamı Yahudi-komünist komplosu tarafından yönlendiriliyor (öfkeli çocukların içinden bir anda anti-semitizm fışkırıveriyor).
*Komünistler küresel bir düzen kurmak ve tüm ulus devletleri ortadan kaldırabilmek için küresel demografik operasyon yapıyor.
Faşistlerin fantezileri yazmakla bitmez. 'Kişi, kendinden bilir işi' demişler. Emperyalizmin işlediği tüm suçlar tersine çevrilerek, sürekli korkulan o sınıf düşmanına 'Komünistlere' ihraç ediliyor. Hitler, 'Kavgam' kitabında nasıl bir teorik çerçeveyle komünistlere saldırıyorsa, benzer bir biçimde saldırılıyor. Yeni olan tek şey, bu teorinin kitlelere duyurulmasında daha etkin işitsel ve görsel cihazlar kullanılıyor olması. Küresel sermayenin, komünist komplosunu engelleyeceğini söylüyor NATO'nun serdengeçtileri. Evet, insanlığa karşı büyük ve karanlık bir komplonun tam ortasındayız. Bunun kökleri Roma'ya dayanıyor. Yani bugünün Roma'sı, Amerika Birleşik Devletleri'ne. Öyleyse her yol ABD'ye çıkıyor. Gelecek hafta ABD'nin, Hitler faşizmine katkılarını polis teşkilatının kuruluşu üzerinden anlatmaya çalışacağım. Almanya'daki faşizmin kökleri hiç de garip olmayan bir biçimde ABD'ye uzanıyor. O zamana kadar BSM'nin belgeselini ve Mustafa Hoş'un kitabını incelenecekler listesine alabilirsiniz. Hepimizin Netflix de dahil olmak üzere tüm zihin iğfal şebekelerinden kurtulmaya ve kurtarılmaya ihtiyacı var.
- 1.Hoş, Mustafa (2024) 'Tarihle Hesaplaşma/Türk Naziler'. İstanbul: Destek Yayınları
- 2.BKNZ: Hitler'i Kimler Yarattı? - Nazi Almanya'sının Ekonomisi (Krupp) https://www.youtube.com/watch?v=LiE9A-Q-rWw Erişim Tarihi: 15/08/2024
- /././
Diyanet’in internet sitesinde yer alan bilgilere göre Yaz Kuran Kursları’nda 4-6 yaş kategorisindeki çocuklara haftada 12 saat “Dini Bilgiler / Değerler Eğitimi”, 8 saat “Kur’anı Kerim” dersi verildi.
'Bu eğitsel bir olay değil, koşullandırma'
Eğitim bilimci Rıfat Okçabol “4-6 yaş çocuklarına Kuran kursu eğitsel bir olay değil, koşullandırma olayıdır” dedi.
“Çocuklara yazık ediyoruz” diyen Okçabol “O çocuklar o yaşta duymamaları gereken şeyleri duyacaklar, dünyaları şaşacak. Kızlar türbana alışacak, yani en azından büyük bir kısmı. Aileleri tarafından laik bir yaşama döndürülmezlerse ‘günahtır’ diye o yolda ilerleyecekler. Oğlanlar da kızların türbanlı olduğuna alışacak ve eşinin türbanlı olmasını arayacak” değerlendirmesini yaptı.
'Çocuğun o yaşta öğreneceği değerler ailede öğreneceği sevgi, saygıdır'
Çocuğun o yaşta öğreneceği bir değerler eğitimi olmadığını ifade eden Okçabol “O yaşta öğreneceği değerler eğitimi, ailede öğreneceği sevgidir, saygıdır, hürmettir” diye belirtti.
Kuran kursunun bir "öğretme işi” olduğunu, bu yüzden eğitim bakanlığının işi olması gerektiğini vurgulayan Okçabol kuran kurslarını Diyanet’e devredenin 1960’lı yıllarda Süleyman Demirel olduğunu hatırlattı:
'Laik bir devlette bu bir suç'
“Süleyman Demirel 60’lı yıllarda kuran kurslarını Diyanet’e devretti. E Diyanet de 60’lardan bu yana bayağı değişti. Diyanet laik cumhuriyetin değerlerine uygun dini hizmet veren bir kuruluş olarak kuruldu. Ama şimdi Diyanet laik sisteme tamamen karşı, tarikatlarla iç içe olan bir kuruluş. Dolayısıyla bu kuruluşun kuran kursu açması zaten laik bir devlette suç. Ama Türkiye’de yasalar çalışmadığı için bütün yasadışı işler uygun görülüyor.”
Kuran kursları için ilkokulu bitirme şartı 2011'de kalktı: Muhalefet sessiz kaldı
Kuran kurslarına başlamak için 2011 öncesinde ilkokulu bitirmiş olmak şartı aranıyordu. 2011’de çıkan 653 sayılı kanun hükmünde kararnameyle kuran kursuna başlamak için ilkokul bitirme koşulu kaldırıldı. Böylelikle 10 yılı aşkın süredir 4 yaşında (48 aylık) çocuklar kuran kursuna alınabiliyorlar.
Okçabol o dönemde CHP’nin sözkonusu KHK’nin iptali için dava açmadığına işaret ederek “Dava açmayınca olay buraya geliyor” dedi.
'Yoksul çocukları ya imam hatibe ya meslek okuluna'
Türkiye’de AKP iktidarının eğitim açısından niteliğinin “piyasacılık ve gericilik” olduğunu vurgulayan Okçabol’a meslek liselerinin ardından şimdi de meslek ortaokullarının açılması kararını da sorduk.
Okçabol “AKP iktidarının genel sıfatı ne eğitim açısından? Piyasacı ve gerici. Bunun anlamı ne? Biri şu: Yoksul adam yoksul kalacak. Yoksul insan sömürülen insan, emeğiyle, aklıyla… İşte tarikatlar yoksulların aklının sömürüyor. İşyerleri yoksulların emeğini sömürüyor. Meslek ortaokulunu açarak ne yapacaklar? Yoksul çocukların daha ilkokulu bitirir bitirmez geleceklerini karartacaklar. Ya imam hatipe gidecek ya meslek okuluna…” dedi.
Meslek ortaokullarının ve imam hatip ortaokullarının geçmişte kapatıldığı dönemleri hatırlatan Okçabol zorunlu eğitimi tamamlayan öğrencilerin imam hatip liselerine geçişinin de dramatik bir biçimde azaldığına dikkat çekti.
12 Mart'ta kapanan meslek ortaokulları yeniden geliyor
12 Mart 1971 darbesinin ardından meslek ortaokullarının kapandığını ancak 1974’te imam hatip ortaokullarının yeniden açıldığını anlatan Okçabol şunları söyledi:
“12 Mart felaket bir dönemdi ama birkaç tane olumlu şey yaptılar. Bir tanesi meslek ortaokullarını kapattılar 1972’de. Kapatılınca, 1972’den 1974’e kadar imam hatip lisesine giden öğrenci sayısı yüzde 72 azaldı. Çünkü ilkokul sonunda imam hatip ortaokuluna giden çocuk dünyayı görmeden o okula gidiyor, orayı bitirince nereye gidecek, imam hatip lisesine gidiyor. Ama siz çocuğu 5 yıl sonra değil de 8 yıl sonra okula gönderdiğinizde imam hatipi seçmiyor.
Ama ne oldu? Ecevit Erbakan’la koalisyon hükümeti yapıyordu. Erbakan’ın baskısı üzerine 1974 yılında imama hatip ortaokullarını açtı. Meslek ortaokulları açılmadı.
Sonra 1973 yılında 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu çıkarıldı ve o yasada 8 yıllık zorunlu eğitim maddesi konuldu ama 'koşullar elverince uygulanacak' diye bir ek maddeyle ertelendi.
1997 yılına gelindiğinde zorunlu eğitim 8 yıl olunca mecburen imam hatip ortaokulları kapandı. Ama o zaman bazıları haklı olarak dediler ki 'bu Kuran kurslarına da artık ilkokuldan sonra değil zorunlu eğitimden sonra gitmek lazım'. Zorunlu eğitimin anlamı bütün yurttaşlara eşdeğer eğitim vermektir. Ondan sonra onların değişik alanlara gitmesine fırsat vermektir. Doğru bir şey yaptılar.”
'Toplumun isteği çocuklarını okutmak'
Okçabol’un aktardığına göre 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesinin ardından imam hatip liselerine giden öğrenci sayısı 5 yılda büyük bir düşüş kaydetti:
“1997 yılında 600 bin kadar öğrenci gidiyordu imam hatiplere. 2002’ye geldiğimizde imam hatip lisesine giden öğrenci sayısı 64 bine inmişti.”
Toplumun istediğinin çocuklarını okutmak olduğunu, dinsel eğitim görmesi olmadığını belirten Okçabol o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nca yapılan bir araştırmanın da toplumun büyük oranda 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi benimsediğini gösterdiğine dikkat çekti.
'Biraz hukuk olsa ne yeni müfredat ne ÇEDES uygulanır'
“Türkiye’de anayasanın laiklik, demokrasi ve insan haklarıyla ilgili maddeleri çalışmıyor” diyen Okçabol şunları kaydetti:
“Biraz hukuk olsa ne bu mesleki eğitim olur, ne bu yeni müfredat ne ÇEDES uygulanır. Ne de Diyanet 4 yaşında çocuklara bu faciayı yaşatır.”
Okçabol “Maalesef insanın isyan edesi geliyor. Bırakın bir eğitimciyi bir öğretmen olarak yüreğim sızlıyor. Çok kötü bir yoldayız. Yeni maarif modeli başlıyor, bu modelin amacı dinci insan yetiştirmek, bir başka deyişle ‘dininin ve kininin davacısı’ gençler yetiştirmek” dedi. /././
MEB'den yeni bir akıl ve bilim dışı uygulama: Mesleki ve Teknik Ortaokul -Haluk İşler*-
Mesleki ve teknik ortaokulların açılmasıyla, bu alanların seçimi ve eğitime başlama yaşı 10’a çekiliyor. MEB, bu uygulamadan derhal vazgeçmeli, tüm MTE süreçlerini 18 yaş sonrasına aktarmalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı son yıllarda giderek artan akıl ve bilim dışı uygulamalarına bir yenisini daha ekliyor.MEB, “2024-2025 Eğitim ve Öğretim Yılına İlişkin İş ve İşlemleri” konu alan, 14.08.2024 tarih ve 111911202 (2024/53) sayılı bir genelge yayımladı (https://mevzuat... 2229.pdf). MEB yayımladığı bu genelgeyle birçok maddenin arasında “mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesinde ilk defa açılacak ortaokullar” konusunu gündeme getiriyor. Genelgenin 4. Maddesi bu konuyu şöyle açıklamış:
“2024-2025 eğitim ve öğretim yılında mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesinde ilk defa açılacak ortaokullar, okulun fiziki şartları ile bölgenin ortaokul ihtiyacı doğrultusunda planlanacak, eğitim ortamlarının ve fiziki koşulların belirlenmesinde pedagojik ilkeler gözetilerek ilgili Genel Müdürlüğün koordinasyonu ve onayı ile çalışmalar yürütülecektir.”
Demirören Haber Ajansının (DHA) 28 Temmuz 2024 tarihli haberinde, “Türkiye’nin ilk meslek ortaokulu Sivas’ta açılacak” başlığıyla ilk mesleki ve teknik ortaokulun 2024-2025 eğitim-öğretim yılında eğitime başlayacağı duyurulmakta (https://www.dha... 2481904/1). Haberde konu şu şekilde duyuruluyor: “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türkiye’nin ilk meslek ortaokulu Sivas’ta açılıyor. Sivas Bilişim Teknolojileri Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bünyesinde açılacak ortaokulda, ilk öğrenciler 2024-2025 eğitim-öğretim yılında eğitime başlayacak…Milli Eğitim Bakanlığı okullarda mesleki eğitimde yeni bir döneme giriyor. Sadece liselerde olan mesleki eğitim, artık ortaokuldan itibaren başlayacak.”
Bu noktada DHA’nın 28 Temmuz 2024 tarihli bu haberinin, 14.08.2024 tarihli Genelgeden 17 gün önce yayımlanması dikkate değer. Genelgede belirtilen söz konusu okulların açılmasıyla birlikte mesleki ve teknik eğitim (MTE) süreçleri 2024-2025 eğitim-öğretim yılından itibaren 10-14 yaş aralığındaki öğrencilerin eğitim gördüğü ortaokul düzeyine indirilmiş olacak.
2000 yılında, MEB’in program geliştirme çalışmaları kapsamında finansmanı büyük ölçüde Avrupa Birliği fonları tarafından sağlanan “MEGEP-Türkiye’de Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi” hayata geçirilmişti. MEGEP ile MTE ortaöğretim kurumları öğretim programları “alan” ve “dallar” şeklinde modüler yapıda tasarlanmış, 2005-2006 eğitim-öğretim yılında uygulamaya koyulan bu öğretim programlarıyla, “alan” eğitiminin 10. Sınıfta (lise 2), “dal” eğitiminin ise 11. Sınıfta (lise 3) başlatılması uygulamasına geçilmişti. MEGEP program geliştirme çalışmaları sırasında eğitim bilimleri uzmanı olan bazı Üniversite temsilcileri, “alan” eğitiminin 11. Sınıfta, “dal” eğitiminin ise 12. Sınıfta başlatılmasını önermiş ancak MEB temsilcileri, bu önerinin uygulanması halinde mesleki ve teknik liselere öğrenci akışının 2 yıl kesintiye uğramasının birçok soruna yol açacağı gerekçesiyle bu öneriyi kabul etmemişti. MEGEP öğretim programlarının uygulanmasıyla, o dönemde ilkokula başlama yaşının 7 olması nedeniyle öğrencilerin “alan” eğitimine 16, “dal” eğitimine ise 17 yaşında başlamaları sağlanmıştı. Bu uygulama MTE’ye başlama yaşının nispeten yukarıya çekilmesi açısından olumlu bir uygulamaydı. MEGEP öğretim programlarında liselerin tamamında 9. Sınıflarda ortak genel akademik eğitim veriliyordu. Ancak 2020 yılında yapılan değişiklikle meslek alanları eğitiminin MEGEP öncesinde olduğu gibi tekrar 9. Sınıfta (lise 1) ve 15 yaşında başlatılması uygulamasına geri dönüldü. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında, 4+4+4 olarak da bilinen ve birçok bilim insanının itiraz ve uyarılarına rağmen bir gecede devreye sokulan üç kademeli temel eğitim uygulamasıyla ilkokula başlama yaşı 7’den 6’ya çekildiği için, MTE ortaöğretim kurumlarındaki alan seçimi ve alan eğitimine başlama yaşı da 14’e inmiş oldu. Şimdi bu belirtilen mesleki ve teknik ortaokulların açılmasıyla, mesleki ve teknik alanların seçimi ve eğitime başlama yaşı 10’a çekilmiş olacak.
Genelgenin mesleki ve teknik ortaokulların açılmasıyla ilgili 4. Maddesinin bir önceki maddesinde, 10 Ağustos 2024 tarih ve 32628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genelgesiyle yürürlüğe giren Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesiyle (https://mtegm...belgesi.pdf) ilgili Valiliklerce gerekli tedbirlerin alınması ve bu kapsamdaki iş ve işlemlerin hassasiyetle yürütülmesi istenmektedir. Söz konusu politika belgesi Genelgede, yapılacak iş ve işlemler için referans metin olarak gösterilmektedir. Ancak “Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi”nin hiçbir yerinde mesleki ve teknik ortaokulların açılmasıyla ilgili herhangi bir tanım, bilgi, öneri, şema ya da açıklama bulunmamaktadır. Tam tersine bu politika belgesinde, aşağıda verilen maddelerde ve eğitim sisteminin genel yapısını gösteren şemada da görüldüğü gibi, MTE’nin ortaöğretim ve sonrası okul düzeylerinde yapılacağı açık ifadelerle belirtilmektedir (https://mtegm...belgesi.pdf):
4. Türk Millî Eğitim Sistemi, 4.1. Eğitim Sisteminin Genel Yapısı
10. …İlköğretim kademesi dört yıl süreli zorunlu ilkokul ve dört yıl süreli zorunlu ortaokulları ile imam-hatip ortaokulları, ortaöğretim ise ilköğretim sonrası dört yıllık zorunlu eğitim veren farklı türdeki ortaöğretim kurumlarını içerir. Ortaöğretim kademesi genel, mesleki ve teknik eğitim ile din öğretimine yönelik programlarından oluşur.”
4. Türk Millî Eğitim Sistemi, 4.4. Mesleki ve Teknik Eğitim
16. Türkiye’de mesleki ve teknik eğitim, örgün eğitim kapsamındaki resmî ve özel ortaöğretim kurumları ile yükseköğretim düzeyinde üniversiteler bünyesindeki meslek yüksekokulları, yüksekokullar, fakülteler ve enstitülerde verilmektedir.
“4. Türk Millî Eğitim Sistemi, 4.1. Eğitim Sisteminin Genel Yapısı,
11. Şekil 1. Eğitim Sisteminin Genel Yapısı
Görüldüğü gibi bir politika rehberi niteliği taşıyan “Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesinde” mesleki ve teknik ortaokullar yer almamaktadır. Ayrıca MEB web sitesinde MTE Genel Müdürlüğünün “alan” ve “dallara” ilişkin öğretim programlarını gösteren belgelerin hiç birinde mesleki ve teknik ortaokul öğretim programları yer almamaktadır. MTE’ye başlama yaşının 4 yıl geriye çekilmesi gibi son derece önemli bir uygulama değişikliğinin, bir üst referans metni niteliğinde olan ve 10 Ağustos 2024 tarihinde yayımlanan “Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesinde” yer almamasına rağmen, sadece 4 gün sonra yani 14.08.2024 tarihinde yayımlanan ve daha alt düzeyde bir idari metin olan Genelgeyle gündeme getirilmesi, üstelik okulların açılmasına sadece 3 hafta kalmışken MTE Genel Müdürlüğünün bu konuda henüz hiçbir hazırlığının bulunmaması MEB’in ne kadar kötü yönetildiğinin açık bir kanıtıdır. Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesini hazırlayan Bakanlık birimleriyle Genelgeyi hazırlayan birimler arasında bir koordinasyonun olmaması; önemli politika değişikliklerine gidilirken gerekli akademik hazırlık ve şura çalışmalarının yapılmaması; çok önemli konularda bile günlük ve keyfi kararların kamu yönetimi ilkelerine aykırı şekilde genelge, yönetmelik gibi alt metinlerle uygulamaya sokulması, daha önceki “4+4+4”, MESEM ve ÇEDES gibi örneklerde olduğu gibi MEB’in, akıl, bilim ve kamu yönetimi ciddiyetinden ne denli uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Buradan, bilimsel açıdan son derece sakıncalı olan “mesleki ve teknik ortaokulların” açılmasıyla ilgili bu kararın kamuoyunun dikkatinden kaçırılarak alelacele devreye sokulmak istendiği anlaşılmaktadır.
Toplumsal, ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin son derece hızlı ve geometrik olarak (katlanarak) arttığı günümüzde, bilimsel ve çağdaş yaklaşımlar doğrultusunda, zorunlu, kesintisiz, temel/genel/akademik eğitim süresinin giderek arttırılması (okul öncesi eğitim hariç 12 yıla çıkarılması) gerekirken, imam hatip ortaokulu uygulamasında olduğu gibi, MTE’nin de 10 yaşındaki çocukların eğitim gördüğü ortaokul düzeyine indirilmesi, akla, bilime ve evrensel insani değerlere aykırı bir uygulamadır.
Bireyleri yaşamın tüm alanlarına hazırlama işlevi olan ve içeriği itibariyle politeknik/polikültür** niteliğe kavuşturulması gereken, zorunlu, kesintisiz, temel/genel/akademik eğitim süresinin en az 12 yıla çıkarılması ve dolayısıyla MTE süreçlerinin 18 yaş ve sonrasına yani reşit döneme kaydırılması zorunluluğunun gerekçeleri şöyle özetlenebilir:
1. Günümüzde çok hızlı gerçekleşen toplumsal, ekonomik, bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucunda bireylerin içinde bulundukları tüm yaşam alanları hem nicelik hem de nitelik açışından hızla gelişmektedir. Bireylerin mevcut gelişmeler karşısında yetkin ve insanca bir yaşam sürebilmesinin temel koşulu, herkesin ayrım gözetilmeksizin temel/genel eğitim aracılığıyla asgari yaşam becerileriyle donatılmasıdır. Günümüzde tüm yönleriyle gelişmiş bir toplumun yaratılabilmesi için bu temel/genel eğitimin süresinin bilimsel açıdan en az 12 yıl olması genel kabul görmektedir. Ayrıca eğitim yaşam boyu devam etmesi gereken bir süreç olarak görülmektedir.
2. Günümüzde yaşamın her alanında görülen hızlı gelişmelere bağlı olarak, mesleki ve teknik alanların bilimsel ve teknolojik bileşimi çok yükselmiş ve karmaşıklaşmıştır. Bilimsel ve teknolojik bileşimi çok yükselmiş olan, bilişim, elektrik, elektronik, mekatronik, otomotiv, kimya, biyomedikal, havacılık ve uzay teknolojisi, sağlık hizmetleri, çocuk gelişimi, gıda, adalet, muhasebe ve finansman gibi birçok meslek alanının eğitimine başlayabilmek ve eğitimleri başarıyla sürdürebilmek için gerekli olan hazır bulunuşluk düzeyi 4 ya da 8 yıllık temel/genel/akademik eğitim ile sağlanamaz. Örneğin fizik, kimya, matematik gibi temel bilimlerde yeterli eğitim almayan bireylere elektronik, mekatronik, havacılık ve uzay teknolojisi gibi alanların teknolojisi öğretilemez. Aynı durum, felsefe, sosyoloji, tarih, gibi sosyal bilimler tabanlı meslek alanları için de geçerlidir. Bilimsel ve teknolojik bileşimi düşük olduğu düşünülen mesleki ve teknik alanların eğitimi ve icrası için de 12 yıllık temel/genel/akademik eğitimden kesintiye gidilemez. Zira 12 yıllık temel/genel/akademik eğitim daha önce belirtildiği gibi bireyin, genel yaşam becerilerini kazanması için zorunlu olduğu gibi, yaşamı boyunca düşük nitelikli meslek alanlarına mahkûmiyetini ortadan kaldıran bir kazanımdır.
3. MTE’ye başlama yaşı aynı zamanda bireylerin tüm yaşantısını etkileyen ve bu yüzden çok önemli bir karar olan meslek seçiminin de yapılmasını gerektiren bir aşamadır. Mevcut durumda ortaöğretim düzeyindeki MTE alanlarına başlama ve dolayısıyla alanlara bağlı meslek seçiminin yapıldığı yaş, 9. Sınıfa başlama yaşı olan 14’tür. Mesleki ve teknik ortaokulların açılmasıyla bu yaş 10’a indirilmektedir. Değil henüz 10 yaşındaki bir çocuğun, 14 yaşındaki bir çocuğun bile sahip olduğu bilgi ve deneyimiyle MTE alanını ve dolayısıyla meslek seçimini isabetli yapabilme olasılığı oldukça düşüktür. Bu yaşlardaki çocuklar söz konusu seçimlerini genellikle ebeveynlerinin ya da diğer kişilerin etkisiyle yapmakta ve bu tür seçimler de uzun yıllara dayalı deneyimlerle görüldüğü gibi çoğunlukla hatalı olmaktadır. Ayrıca bireylerin henüz çocuk oldukları bir dönemde, herhangi bir kurum, eğitimci, uzman gibi kişilerce de bir MTE alanına yönlendirilmesi doğru değildir. Çünkü hiçbir test sonucu ya da uzman çalışması bireylerin hangi alanda başarı potansiyeline sahip olduğunu tam olarak ölçemez. Bunun da ötesinde bireylerin mutlu olacaklarını düşündükleri meslek alanlarını seçerken o meslekler için yetenekli olmaları şart değildir. Meslek seçimi yetenek koşulundan bağımsız bir öznel tercih konusudur. Bireyler hiç de yetenekli olmadıkları meslek alanlarında çalışmayı arzu edebilir ve yetenekli oldukları düşünülen alanlara göre çok daha fazla mutlu olabilirler. Henüz çocuk yaşta olan bireylerin MTE’ye ve dolayısıyla meslek seçimine zorunlu bırakılması, çoğunlukla da yetişkinlerin iradesine tabi kılınması insan haklarına aykırıdır. Bu nedenle bireylerin MTE alanlarını ve meslek seçimlerini, hem bu kararlardaki isabet oranının arttırılması hem de bireyin böylesine önemli kararlarda sorumluluğu üstlenmesi açısından 18 yaş ve sonrasında yani reşit dönemde yapabilmelerin sağlanması gerekir.
4. Bireylerin 18 yaşına kadar olan çocukluk döneminde, “özgül (spesifik) bir mesleğin” eğitimini alabilmesi ve staj, işletmelerde meslek eğitimi, çıraklık, kalfalık gibi adlar altında gerçek iş ortamlarında çalışabilmesi için gerekli olan, bilgi (bilişsel), beceri (psikomotor) ve tutum (duyuşsal) yeterliliklerini henüz yeterince kazanamadıkları bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle zihinsel ve bedensel gelişimini henüz tamamlamamış çocuk yaştaki öğrencilerin, bilgi eksikliği, psikomotor becerilerde zayıflık, dikkatsizlik, konsantrasyon güçlüğü, güvenlik ve disiplin algısında eksiklik gibi nedenlerle okullardaki MTE atölyelerinde ve işletmelerde iş kazası geçirme riskleri çok yüksektir. Bu konuda, yaralanan, sakat kalan ve yaşamını yitiren öğrencilerle ilgili sayısız örnek vardır. Ayrıca nispeten kontrol dışı kalan işletmelerde henüz çocuk durumunda olan öğrencilerin olumsuz ilişkilere maruz kalma olasılıkları da yüksektir. Gerçek makine, alet ve avadanlıklarla eğitim yapılan okul atölyelerinde ve işletmelerdeki üretim ortamlarında fiili olarak çalışan öğrencilerin, bazı ağır ve sağlığa zararlı olabilecek işler nedeniyle bedensel ve zihinsel gelişimleri açısından olumsuz etkilenmeleri de söz konusudur.
O zaman MEB ve AKP iktidarı, yukarıda özetle belirtilen gerekçeler ve çağdaş bilimsel yaklaşımlar gereği yapılması gerekenlerin neden tam tersini yapıyor?
Tüm diğer alanlardaki politikalar gibi MTE politikaları da mevcut üretim ilişkileri üzerinde biçimlenen toplumsal, ekonomik ve siyasal düzenden bağımsız olamaz. Türkiye kapitalizmi, büyük kapitalist ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin egemen olduğu emperyalist düzene, bağımlılık ve taşeron ilişkisiyle eklemlenmiş, çoğunlukla, Fordist***, katma değeri düşük, emek yoğun, fason ve montaja dayalı üretim alanlarında faaliyet gösteren sermaye yapısı üzerinde şekillenmiştir. Her ne kadar bu tabloda değişimler yaşansa da, Türkiye’de hâlâ işletmelerin çok büyük bölümünü küçük ve orta boy işletmeler oluşturmaktadır. Bu işletmeler, sahip oldukları düşük nitelikli üretim dokusuyla büyük ölçüde niteliksiz işgücüne ihtiyaç duymaktadır. Basit, rutin, beden gücüne dayalı, yüksek bilgi ve beceri gerektirmeyen işlerde istihdam edilecek işgücünün birkaç günlük alıştırma döneminden sonra iş başına geçirilmesi mümkün olabilmektedir. Bu nedenle çoğu işletme tarafından işgücü yığınlarının mümkün olduğunca çabuk hatta çocuk yaşta üretime sokulması talep edilmektedir. Türkiye’de göçmenler için uygulanan “açık kapı” politikasının bir nedeni de budur. Özellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerde uzun süreli temel/genel/akademik eğitim, sermayenin çok büyük bir bölümü için gereksiz, sermayeyi temsil eden iktidarlar için ise mali ve sosyal yük olarak görülmektedir. Hatta kurumsallık düzeyi nispeten düşük işletme ve esnaf dükkânlarının çoğu açısından mesleki ve teknik liselerdeki 4 yıllık eğitim süresi bile fazla görülmektedir. Küçük ve orta boy işletme sahiplerinin ve esnafların yıllarca büyük desteğini alan AKP iktidarının son yıllarda MESEM öğrencilerinin sayısını arttırmak için uyguladığı politikalar bu yaklaşımın uzantısıdır.
Türkiye’de öğrenci sayıları bakımından mesleki ve teknik ortaöğretimin genel ortaöğretim içindeki payı 2022-2023 eğitim-öğretim yılında %36,92’dir (https://mtegm...belgesi.pdf). Bu oran Türkiye’de son 50 yılda neredeyse hiç değişmeden kalmıştır. Türkiye’de MTE okullarının cazibesi bir türlü artırılamamış, sermaye çok arzu etse de bazı ekonomik ve sosyal nedenler yüzünden öğrenciler bu okullara istenilen oranda yönlendirilememiştir. Bu okullar aracılığıyla işletme önlerindeki ucuz işgücü yığınlarını “yeterince” büyütemeyen sermaye, mesleki ve teknik okullardaki öğrenci sayısının azlığından hep şikâyet etmiştir. Sadece küçük ve orta boy sermayenin değil, büyük sermayenin de temsilcisi olan AKP iktidarı, çeşitli nedenlerle MESEM öğrencilerine mesafeli duran ve istihdam politikaları açısından MTE lisesi mezunlarını tercih eden sermaye gruplarının taleplerini de karşılamak için büyük çaba harcamaktadır. Bu doğrultuda AKP iktidarı MTE liselerine giden öğrenci sayılarını arttırmak amacıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Bunların başında, genel liselere giden öğrencilerin MTE liselerinde meslek edinme olanaklarının arttırılması; MTE lise öğrencilerine başarı bursu veren kurum ve kuruluşların yatırım teşvikleri ve devlet desteklerine erişiminin kolaylaştırılması; organize sanayi bölgesi yönetimlerinin ve özel girişimcilerin MTE lisesi açmalarının teşvik edilmesi; MESEM öğrencilerinin fark derslerini vererek lise diploması alabilmelerinin sağlanması gibi düzenlemeler gelmektedir. Bu yazının konusu olan mesleki ve teknik ortaokul hamlesi de çocukları 10 yaşında MTE kulvarına sokup sonrasında MTE liselerine yönlendirmeyi kolaylaştırma amacını gütmektedir. Zaten DHA’nın sözü edilen haberinde de il milli eğitim müdürü düzeyindeki bir yetkili tarafından bu amaç açıkça şöyle dile getirilmektedir: “Amacımız burada çocuklarımızın yetenekleri doğrultusunda meslek liselerine yönlendirilmeleridir" (https://www.dha... 2481904/1).
Görüldüğü gibi AKP iktidarı ve MEB, MTE politikalarının belirlenmesinde, sermayenin talep ve ihtiyaçlarını ön planda tutmakta, insan odaklı, akıl ve bilime dayalı eğitim yaklaşımlarını ise doğal olarak göz ardı etmektedir.
Sonuç olarak MEB, gelecek nesiller açısından telafisi mümkün olmayan olumsuz sonuçlar doğuracak olan bu vahim “mesleki ve teknik eğitim ortaokulları uygulamasından” derhal vazgeçmeli, bunun da ötesinde tüm MTE süreçlerini 18 yaş ve sonrasına aktarmalıdır. Aklı ve bilimi hiçe sayan MEB bunu yapar mı? Hiç kuşkusuz yapmaz! Ama yapacak iktidar er ya da geç mutlaka gelecektir.
* Dr., Em. Öğretim Üyesi
**Politeknik/Polikültür eğitim, bireylerin tüm yaşam alanlarında, bilgi (bilişsel), beceri (psikomotor) ve tutum (duyuşsal) yeterliliklerini çok yönlü geliştirmek amacıyla, akademik eğitimler yanında, laboratuvar çalışması, iş ve teknik, sanat, spor, gezi, gözlem, oyun, proje gibi tüm eğitim ve emek süreçlerini içerir.
***Fordist üretim, üretimdeki emek süreçlerinin, genellikle bir hat ya da bant üzerindeki istasyonlarda olabildiğince küçük parçalara bölünerek rutin ve basit hale getirildiği ve bu yüzden de niteliksiz işgücünün çalıştırılabildiği kitlesel üretimdir.
Kaynaklar
https://mevzuat.meb.gov.tr/dosyalar/2229.pdf
https://www.dha.com.tr/foto-galeri/turkiyenin-ilk-meslek-ortaokulu-siva…
https://mtegm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2024_08/12093255_meslekivetek…
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder