14 Ağustos 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -14 Ağustos 2024-

Bir yıl dönümü yazısı: CHP, Koç, Gülen, ABD, medya ve diğerleri…-Ali Ufuk Arikan-

Yazının odak noktası bu partiye başından bu yana önemli tüm uğraklarda destek verenler ve bugünlere gelmesine olanak sağlayanların eksikli ama ‘kritik’ bir listesini paylaşmak…

AKP, bundan 23 yıl önce bugün kuruldu.

Kurulduktan yaklaşık bir yıl sonra da tek başına iktidar koltuğuna oturdu. 

O günden bu yana 22 yıldır kesintisiz şekilde ülkeyi yönetiyor.

Bu yirmi iki yılın ardından iktidarın düzen adına sağladığı en büyük kazanımlar, ayak bağı olarak gördüğü Cumhuriyet’in tüm değerlerinden teker teker kurtulması, ülkeyi emekçiler için gerçek bir cehenneme çevirip, patronlar için yeni ufuklar yaratması ve halkı gerici bir cendereye hapsetmesi oldu.

Düzen adına öyle büyük başarılara imza attılar ki tam da bu nedenle gericilik, işbirlikçilik, işçi düşmanlığı gibi sıfatlar bu düzende belki de en çok bu partiye yakıştı.

Bu yazıda AKP’nin 23 yıllık mazisinin satır başlarına, halka karşı işlediği suçlara değinmeyeceğiz. 

Hepsi bu halkın mücadele hafızasında oldukça taze ve her gün güncellenmeye devam ediyor.

Geldiğimiz noktada son güncelleme 18 yaşında bir çocuğun Nazi artıklarına özenip, elinde bıçakla bu ülkenin aydınlık insanlarına, devrimcilerine saldırmaya dönük plan yapıp parkta oturan yurttaşları katletmeye girişmesi oldu.

Evet, iktidarın yarattığı atmosfer, ‘yeni’ Türkiye budur…

Bu yazının konusu bu atmosfer ve burada iktidarın oynadığı role ilişkin değerlendirme de değil. Yazının odak noktası bu partiye başından bu yana önemli tüm uğraklarda destek verenler ve bugünlere gelmesine olanak sağlayanların eksikli ama ‘kritik’ bir listesini paylaşmak…

Gelin sırasıyla onları hatırlayalım:

Tarikat ve cemaatler: AKP’yi iktidara taşıyan koalisyonun en önemli parçalarından biri ülkedeki tarikat ve cemaat yapılanmaları oldu. Bu yapılar 12 Eylül sonrası imza attıkları atağın kurumsallaşmasını istiyor ve bunu da Erdoğan ile birlikte yapabileceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle iktidarının ilk gününden bu yana birçok tarikat ve cemaat AKP’nin doğrundan yanında oldu. Yanında olmanın ötesinde, AKP’ye birçok bakan, vekil, yönetici ve kadro verdi. İskenderpaşası, Menzil’i, Hakyol’u hepsi düzenin tüm kurumlarında aktif görevlere geldi. Şimdilerde gözden düşse de, özellikle cumhuriyetin tasfiyesi sürecinde AKP’nin en büyük ortağı hiç kuşkusuz Gülen Cemaati oldu. Bu ekiplerin en uğursuz ve açgözlülelerindendi. Pasta kavgasında dışa düştüler, en azından görünen tabloda...

AB ve ABD: Parti kurulduktan kısa süre sonra, hiçbir sıfatı olmayan lideri ABD’de almıştı soluğu. Büyük Ortadoğu diyorlar, bölgeyi ılımlı islamla baştan dizayn etmek istiyorlardı. Buradaki aktörlerini buldukları için sevindiler, cepheye sürdüler. AKP de karşılığını uzun yıllar ABD ve NATO’ya her daim koşulsuz bağlıkla verdi… Şimdilerde zaman zaman demokrasi havarisi kesilen, ülkeye ‘demokratik standartlar’ çağrısı yapan AB de en büyük AKP destekçilerinden biri oldu yıllarca. Hep birlikte yarattılar, hep birlikte yararlandılar. Şimdilerde düzenleri sürsün diye hep birlikte yeni yollar arıyorlar.

Koç, Sabancı ve patronlar: AKP’nin kuruluşundan bu yana yaptığı hamlelerin en mutlu ettiği kesim, kuşkusuz büyük sermaye gruplarıydı. Zaman zaman gerilim yaşasalar da AKP patronların, patronlar da AKP’nin her daim yanında oldu. Türkiye’de sermaye sınıfının artan iştahını en iyi kavrayan partinin adıydı AKP… Her kritik başlıkta birbirlerini tamamladılar, cumhuriyeti tasfiye ederken de, ülkeyi koyu bir gericiliğe teslim ederken de… İçinde bulunduğumuz 23 yıllık bu karanlığın mimarları deyince akla en başta patronlar ve onların temsil ettikleri düzen geliyor. 

CHP: Erdoğan vekil mi olamadı? Devreye Deniz Baykal girer, kapıyı açar ve Erdoğan’a liderlik yolunu altın tepside sunar. Erdoğan, gerici hamlelere hız mı verdi, Baykal ve Kılıçdaroğlu çarşafa rozet takıp bununla övünür, açılan yolda, gösterilen hedefe durmadan yürüyeceğine ant içer. AKP, 15 Temmuz’un birincil sorumlusu ve itibar kaybıyla mı yoluna devam ediyor, Yenikapı ruhuyla hayat öpücüğünü CHP verir. AKP, derin bir yoksullaşmanın ve büyük bir hukuksuzluğun adresi mi oldu, Özel ve İmamoğlu devreye girer, “o ne olursa olsun hepimizin cumhurbaşkanı” deyip, elini sıkar. Ama yetmez, normalleşme derler, yumuşama derler, Erdoğan bir kez daha nefes alanı bulsun diye… CHP, AKP ne zaman sıkışsa, yolu AKP’ye yeniden açan ana aktörlerden biri oldu.

Aydın Doğan/ Medya: Şimdilerde hepsi AKP muhalifi kesildi. Oysa AKP kurulduğunda, medya baştan aşağı Erdoğan güzellemeleri, ‘gömlek değiştirme’ fantezileriyle dolmuş, Aydın Doğan medyası ve onun kare aslarından Özkökgiller, bir bütün olarak iktidarın yanında pozisyon almıştı. Şimdilerde AKP’nin medyayı nasıl ele geçirdiğini, bunun nasıl baskıcı bir şekilde yapıldığını aktaran medya ünlülerinin üstünü şöyle bir kazıyın, karşınıza eski bir AKP destekçisi çıkacaktır. Suçları, katkıları sabit...

Liberallerden HDP’ye uzanan hat: Liberaller AKP’nin iktidar yolculuğunun en önemli destekçileriydi. ‘Kemalist vesayeti ortadan kaldıracak’ olan AKP’nin ateşli savunucu onlar oldu. ‘Ülke ordu vesayetinden kurtuluyor’, ‘AKP kurumları demokratikleştiriyor’, Erdoğan da bu devrimin öncüsü oluyordu. Ergenekon’a bakın, ‘yetmez ama evet’ diyenlerin uzun listesine bakın, ilk sırada onları göreceksiniz. Ötesinde bir de ‘sol adına’ bu zırvalığın parçası olanların utanç listesi var… Bu listelerin toplamının ucu bucağı yok, şimdi bir bölümü çok takipçili Youtube kanallarının ya da ‘muhalefetin’ yükselen yıldızı Halktv’nin ekran yüzleri oldular, hepsi de en ateşli AKP karşıtları. Bizlere nasıl AKP muhalifi olunur, onu anlatacak kadar coşkulu olanları dahi var, hiçbirinin yüzü kızarmıyor.  Öte yandan AKP destekçiliğinin bir de HDP’ye uzanan hattı var. ‘Çözüm süreci’, ‘Gezi’de görülen darbe’ ve bu süreçlerde AKP’ye verilen siyasi destek, bu günlere gelirken önemli köşe taşlarını oluşturuyor hiç kuşkusuz.

Peki, Türkiye sadece bunlardan mı ibaret?

Başından bu yana tutarlı bir AKP ve düzen karşıtlığı mümkün ve zorunluydu. Bunu her dönemde hayata geçirmeyi becerenlerin şimdi çok daha etkili bir kavga için stratejilerini biledikleri yeni bir aralığa giriyoruz. Bu döneme yukarıda özetini sunduğumuz ‘günahlar’la girmeyenler, sırtlarına bu düzenden çıkış sorumluluğunu yüklemiş durumdalar. Bu ağır yükün altından kalkmak için öncelikle bu tabloda ortaklaşanların sayısının artması, bu düzenden çıkış iradesinin güçlenmesine ihtiyaç var. Artık ülkemizin ve halkımızın değil 23 yıl, kaybedecek bir yılı dahi yok…

                                                            /././

Bursa’da okul müdürü şeriat ilan etti: ‘Başı açık öğrenciye karışırız’ -Burcu Günüşen-

Bursa’da İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık okulda başı açık kız öğrenci istemediğini söyledi. Veliler şikayetçi oldu, Eğitim-İş suç duyurusunda bulundu.

Bursa’nın Yıldırım ilçesindeki Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık ve okul yönetimi 7 Ağustos tarihinde velilere yönelik bilgilendirme toplantısı düzenledi.

Toplantıda konuşan Kırbıyık’ın velilere “Çocuklarınızın başını kapatmayacaksanız bu okula göndermeyin, biz okulda başı açık öğrenci istemiyoruz” dediği belirtildi.

Bu sözlere şaşıran veliler Kırbıyık’ın konuşmasını cep telefonu kamerasıyla kaydetmeye başladı.

Eğitim-İş Sendikası Bursa Şubesi’ne veliler tarafından ulaştırılan videoda Kırbıyık’ın “Biz İslamın tarafındayız. O yüzden şort giyen öğrenciye de karışırız başını örtmeyen öğrenciye de karışırız” dediği görülüyor.

Kırbıyık videoda ayrıca şu ifadeleri kullanıyor:

“Bu okulda namaz, başörtüsü, kurban, oruç tartışılamaz. Usul erkan öğretmek için uğraşıyoruz. Sokakta da yapıyoruz bunu. Öğrencinin her haline karışıyoruz”, “Psikolojisi bozuluyorsa çocuğunuzun kesinlikle bu okulda olmamalısınız. Çünkü bu okulda ben, müdür yardımcısı, öğretmenler müdahalecidir, karışırız, gerektiğinde bağırırız, sert davranırız. Gevşeklik hiçbir zaman insana fayda vermez”, “Her şeyine karışırız öğrencinin. Çünkü iyi bir Müslüman yetiştirmeye çalışıyoruz”…

Görevi kötüye kullanma ve ayrımcılıktan suç duyurusu

Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, okul müdürü Kırbıyık hakkında hem “görevi kötüye kullanma” hem de “ayrımcılık”tan suç duyurusunda bulunduklarını söyledi, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan da Kırbıyık’ı görevden almasını beklediklerini kaydetti.

Toplantıda olanlar hakkında konuşan Toy “Konuşmasının başında başı açık kız öğrenciyi okulda istemediğini söylüyor. Veliler bunu duyduğunda çok şaşırıyor ve video çekmeye başlıyorlar. Konuşmanın sonunda tekrar ediyor, ‘şort giyene de baş örtüsü takmayana da karışırız’ diye. Ama en başından zaten açık şekilde ifade etmiş, ‘Çocuklarınızın başını kapatmayacaksanız bu okula göndermeyin, biz bu okulda başı açık öğrenci istemiyoruz’ diyor zaten” dedi.

Veliler de şikayetçi oldu

Velilerin toplantıdan ayrıldıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bu konuda idari şikayette bulunduğunu belirten Toy, ancak velilere aradan bir hafta geçmesine karşın dönüş yapılmadığını, velilerin de bu meselenin kapatılacağını ve çocuklarının o okula gitme özgürlüğünün de ellerinden alınacağını düşünerek video ile birlikte sendikaya ulaştıklarını aktardı.

Eğitim-İş Bursa Şubesi olarak okul müdürü hakkında hem görevi kötüye kullanmak hem de ayrımcılık konularında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Toy, aynı zamanda İHH temsilcisi olan Kırbıyık’ın okuldaki gerici uygulamalarının bu son açıklamasından ibaret olmadığını ifade etti:

“Okulda bu gerici uygulama ilk defa yaşanmıyor daha önce de benzer uygulamalar var. Öğrencilere, öğretmenlere, velilere müdürün şeriat kuralları uygulama arzusu zaten yansımış durumda. Bizim de takipte olduğumuz bir okul müdürüydü. Bu müdürün görevden el çektirilmesini istiyoruz.”

Okul ve okul müdürü hakkında inceleme talebi

Kırbıyık’ın “ne demek psikolojim bozuldu, bunu nasıl ölçüyorsunuz” gibi “bir eğitimciye yakışmayan ve pedagojiyle ilgisi olmayan” ifadelerinden dolayı da görevine devam etmemesi gerektiğini kaydeden Toy “Hem okulun tüm faaliyetleri hem de müdürün bu gerici faaliyetleriyle ilgili ciddi bir inceleme yapılmasını talep ediyoruz. Savcılığa da zaten bu başvuruda bulunduk. Bir an önce Milli Eğitim Müdürü’nün bu müdürün açığa alındığını ilan etmesini ve soruşturma bitene kadar da görevden el çektirilmesini bekliyoruz. Biz adli süreçteki mücadelemizi de devam ettireceğiz. Bursa’da çok sayıda ilerici ve Cumhuriyetten yana demokratik kitle örgütleri de bize ulaştılar. Gerici zihniyetle onlarla birlikte mücadele edeceğiz” dedi.

Deniz Feneri Derneği'ne öğrencilerden para toplanmış

Eğitim-İş Bursa Şubesi tarafından konuyla ilgili yapılan basın açıklamasında da laik bir cumhuriyetin milli eğitim sistemiyle bağdaşmayan, AKP’nin hedeflediği eğitim sisteminin kendisini bir kez daha, bu kez Bursa’nın Yıldırım ilçesinde gösterdiği kaydedildi.

“Belli ki okul yönetimi gerici düşüncelerin, şeriat devletlerindeki uygulamalarını öğrencilerin üzerinde denemek istemektedir ve bunu açık açık söylemekten de çekinmemektedir” denilen açıklamada aynı okulun öğrencilerinden Deniz Feneri Derneği’ne para toplanması skandalı da hatırlatıldı:

“Daha önce aynı okulun öğrencilerinden toplanan 27 bin TL’yi birçok skandala imza atan Deniz Feneri Derneği’ne teslim ettiği basına yansıyan okul müdürü ve yönetimi ne yapmak istemektedir ve neye hizmet etmektedir?”

Açıklamada “Şeriat hayaliyle, yetişme çağında olan çocukları nesnel gerçeklerden ve çağdaş eğitimden koparan tüm sorumlular hakkında hem adli hem idari soruşturma başlatılmalı, şeffaf biçimde yürütülmesi gereken bu soruşturmaların sonuçları kamuoyuna bildirilmelidir. Eğitim-İş olarak konuya ilişkin Okul Müdürü hakkında adli süreci başlatarak Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduğumuzu ve konunun takipçisi olacağımızı, laik Cumhuriyetle bağdaşmayan, milli eğitimle ilgisi olmayan, çocuklara uygulanan baskı ve ayrımcılığın hesabını soracağımızı bir kez daha belirtiyoruz” denildi.

Kız çocuklarının yüzleri emojiyle gizleniyor

“FETÖ”den alınan okullardan biri olan ve yeni tarikat ve cemaatlerin yönetimine verildiği anlaşılan Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu’nun Instagram sayfasındaki fotoğraflarda da kız öğrencilerin yüzlerinin emojilerle kapatılmış olduğu görüldü:

                                                       /././

Ev zencileri, kanziler, komünistler -Fatih Yaşlı-

İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.

Henüz bir ideoloji olarak ırkçılık yokken kölelik vardı. “Konuşan üretim aracı” olarak kölenin emek gücü üretilen değerin, dolayısıyla da zenginliğin esas kaynağıydı ve başta Yunan ve Roma, antik dünya köle emeği üzerine kuruluydu.

Irkçılık ise sömürgecilikten kapitalizme uzanan süreçte Batılı beyaz adamın üstünlüğünü meşrulaştırmak için icat edildi. Medeni beyaz, vahşi siyahtan daha üstündü, onun topraklarını işgal etmek, onu köleleştirmek ve altınını, gümüşünü, elmasını almak en doğal hakkıydı. 

Önce serfliğe, sonra da ücretli emeğe geçişle birlikte kölecilik tasfiye oldu, fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde 19. yüzyıla kadar devam etti, Amerikan kapitalizminin doğuşunda ve ilkel birikim sürecinde köle emeği ciddi rol oynadı.

Kölecilik ortadan kalktı evet ama ırkçılık için aynısını söylemek mümkün değildi, başta ABD olmak üzere tüm dünyada siyah düşmanlığı ve ırkçılık yoluna devam etti. ABD’de ırkçılığa karşı sahici bir mücadele ise 1950’li yıllardan itibaren söz konusu oldu.

O mücadelenin önemli isimlerinden biri Malcolm X’ti. X, cezaevinde tanıştığı İslam’ı Batılı beyaz adama karşı bir silah olarak gördü, siyah hakları için verdiği mücadeleyi İslami bir söylemle birleştirdi, kimliğini siyahlık ve Müslümanlık üzerine kurdu. 

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde İnstagram’a yönelik yasağı savunurken, yasağa karşı çıkanlar için “Batı'dan çok Batıcı, İsrail'den çok İsrailci olan bu ev zencilerinin tek gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır” şeklinde bir cümle kullandı; cümlede geçen “ev zencisi” tabiri ise Malcolm X’e aitti. 

Malcolm X, bu tabiri siyah olduğu halde beyaz adama köleliği ve hizmet etmeyi içselleştirmiş, köle olmaya itiraz etmeyen, efendisini seven, kölelikten kurtulmak için mücadele etmeyen siyahlar için kullanmıştı. 

Erdoğan ise oradan yola çıkarak muhalefeti Batı’ya biat etmekle, Batı’nın kölesi olmakla, Batıcılıkla suçluyordu ve Batı karşıtı bir konum alıyor, tıpkı “dünya beşten büyüktür” sözünde olduğu gibi kendisini dünya düzenine meydan okuyan lider olarak sunuyordu.

Peki bu doğru muydu, Erdoğan “ev zencileri”nin karşısında “tarla zencileri”ni mi temsil ediyordu, yani Batı’nın kurduğu dünya düzenine ve onun adaletsizliklerine itiraz mı ediyordu, dış politikaya ve uluslararası ilişkilere böyle mi yaklaşıyordu? 

Bu sorunun yanıtını biliyoruz aslında. Erdoğan Milli Görüş’ün içerisinden “ılımlı İslam”ın temsilcisi çıkarken arkasında açıkça ABD ve Batı vardı, henüz daha başbakan olmamışken ABD’li, Batılı yetkililerle görüşüyordu. Bununla da yetinmiyor, ABD’ye gittiğinde uluslararası Yahudi kurum ve kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geliyor, onlardan ödül alıyordu.

İktidarında Afganistan işgaline dâhil olundu, Irak işgali için ABD’yle “at pazarlığı” yapıldı, Kıbrıs’ta Annan Planı kabul edildi, Ortadoğu’da “Arap Baharı” başladığında ABD ile birlikte rejim değişikliği operasyonlarına girişildi, Libya NATO ile birlikte yıkıldı, eğit-donat programı ile Suriye’ye karşı cihatçı çeteler beslenip büyütüldü, en son Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine izin verildi. 

Erdoğan’ın uluslararası sermayeye de hiçbir zaman itirazı olmadı. Özal’ın başlattığı neoliberal politikalar onun döneminde devam etti, ülke sıcak para için bir cennete dönüştü, paradan para kazanma kural haline geldi, 70 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, kamuya ait bütün bir birikim satıldı. Türkiye ekonomisinin bağımlılıktan kurtulması adına tek bir adım bile atılmazken ülke Batılı fonlara ve kredilere mahkûm edildi, borç katlanarak arttı. 

Şimdilerde tipik bir Batıcı neoliberal program olan Şimşek programı ile enflasyonla mücadele adı altında halkın kemeri değil boğazı sıkılıyor, halk planlı bir şekilde yoksullaştırılıyor, ülkenin bütün zenginliği küçük bir azınlığın cebine aktarılıyor. Programın başka bir sonucu ise artık yavaş yavaş görülmeye başlanıyor: Yaşanan daralmayla birlikte işsizlik artıyor, yani yüksek enflasyonun yanına bir de işsizlik ekleniyor. 

DİSK Araştırma Merkezi’nin hazırladığı rapora göre geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,2 ve bu da yaklaşık 12 milyon kişiye tekabül ediyor. Dar tanımlı işsizlik yüzde 9 iken geniş tanımlı işsizliğin yüzde 29,2’ye çıkması ve makasın açılması, “ümidini kaybedenlerin, iş aramayıp çalışmaya hazır olanların ve iş arayıp işbaşı yapamayacak olanların sayısındaki artış”la açıklanıyor. Genç nüfustaki, yani 15-24 yaş arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 17,6’ya yükselmiş durumda ki bu da 3 milyon 305 bin kişi demek. 

Peki ya çalışabilenler? İktidar gayet planlı programlı bir şekilde milyonları asgari ücrette ve ona yakınsayan ücret düzeylerinde eşitledi, sermaye için bir cennet, emek için bir cehennem yarattı. Gençler de böylece ya işsizliğe ya da kölelik ücretiyle çalışmaya mahkûm edildi.

Bugün “ev zencileri”nin yönettiği Türkiye’nin sermaye düzeni, başta gençler olmak üzere bu topluma, bu halka hiçbir şey vaat edemiyor; piyasacılıkla dinciliğin ölümcül bileşimi umutsuz, bugününden ve geleceğinden emin olmayan, öfkeli milyonlar yarattı. 

Bu milyonların önemlice bir bölümü genç ve o gençlerin düzene ve iktidara yönelik öfkesi, solun, devrimcilerin, sosyalistlerin yokluğunda faşizmin yeni versiyonlarına kanalize oluyor, klasik ülkücülüğün yanına radikal sağın yeni versiyonları ekleniyor ve Eskişehir’de görüldüğü üzere bu yeni faşizm internetten, sosyal medyadan sokağa taşmanın sinyallerini veriyor. 

Saldırı haberini gördüğümde ve mahiyeti henüz netleşmemişken sosyal medyada yaptığım ilk değerlendirmede “ülke tarihinin ilk kanzi eylemi Eskişehir'de gerçekleşmiş olabilir mi acaba” şeklinde bir soru sormuştum. 

“Kanzi” tabirini gençler, radikal sağ eğilimli gençler için bir tür dalga geçme tabiri olarak kullanıyorlar ve evet maalesef ki kanzilerin, yani 15-20 yaş arası kuşağa mensup radikal sağcı gençlerin içerisinden çıkan biri kanzilerin ilk saldırı eylemini gerçekleştirmiş bulunuyor.   

18 yaşındaki saldırganın eylem öncesi hazırladığı “manifesto” günümüz radikal sağının (ya da kanziliğinin) İttihatçılığa öykünen, Mustafa Kemal’den ırkçı-Turancı bir figür çıkarmaya çalışan ya da basitçe sığınmacı düşmanlığından beslenen fraksiyonlarının dışında doğrudan Neo-Nazi bir karakter taşıyor. 

Manifestonun başına SS işareti koyulmuş, girişinde “insanların en şeytanı” denilen ve böceğe benzetilen Yahudiler hedef alınmış, “temizlenecekler” listesi için ilk başa ise şaşırtıcı olmayacak bir şekilde “ideolojik düşmanlarını temizle, komünistleri, Marksistleri ve antifaşistleri" yazılmış. 

Öyle ki saldırganın ilk planı Türkiye Komünist Partisi’ne saldırmakmış ama sonradan vazgeçmiş, komünistlerin yanına Kürtleri de koymayı ihmal etmemiş ve “saldıracağım TKP binasında umarım bir kaç K*rt olur, sonuçta bu pisliklerin çoğu komünist" diye yazmış. 

(Kürt sözcüğü bu terminolojide bilinçli bir şekilde K*rt diye yazılıyor, böylece ağza alınmamış olduğu, değersizleştirildiği düşünülüyor.)

Ancak temizlenecekler listesinde elbette ki sadece komünistler ve Kürtler yok; yeni faşizmin doğasına uygun bir şekilde sığınmacıları da hedef almış ve “trafikte mendil satmaya çalışan Suriyeli çocuklara zehirlenmiş su ve sahte para ver” diye yazmış. Feministler ve LGBT’ler için “LGBT yürüyüşüne bomba ihbarında bulun, feminist aktivistlerin arabalarının benzin deposuna toz şeker dök ve egzoz borusuna ıslak bir havlu tıka” demiş. Sokak hayvanları için ise “9 mm ile vurulmadırlar” çağrısında bulunmuş.  

Bu saldırı sol açısından ne münferit ne de istisnai bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin yaşadığı çoklu kriz konjonktüründe solun ve emek hareketinin yokluğu faşizme filizlenebileceği ve büyüyebileceği bir zemin sunuyor. İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.

Eskişehir’deki saldırgan nasıl ki ilk saldırması gerekenin komünistler olduğunu öğrenmişse ve biliyorsa, komünistlerin de Türkiye’nin sermaye düzeninin faşizme nasıl alan açtığını, gençleri nasıl zehirlediğini, delirttiğini görmesi ve ona göre mücadele etmesi, gençlerdeki ve halk kitlelerindeki öfkeyi politikleştirip doğru yere yönlendirmesi gerekiyor. Unutulmamalı ki içinden geçtiğimiz dönem bunun için muazzam fırsatlar sunuyor. 

                                                          /././

Kerkük Valisi seçildi, kimi zafer kimi hile dedi: Türkiye'nin stratejisi nasıl etkilenecek?  -Özkan Öztaş-

Rebwar Taha: 1981 yılında Kerkük'te doğan Taha ileri düzeyde Kürtçe, İngilizce ve Arapça biliyor. Hukuk ve İşletme bölümlerinden mezun. 2014 yılında Irak Meclisi üyesi 2018 yılında Irak Meclisi’nde KYB grubunun başkanı oldu. Bir dönem Irak Parlamentosu İçtüzük Hazırlama Komisyonu Başkan Yardımcılığı yaptı.

18 Aralık 2023 tarihinde yapılan İl Meclisi seçimlerinden sonra siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle Kerkük valisi belirlenememişti. Geçen gün seçilen valiye kentte hem destek hem itiraz var.

Irak'ta 18 Aralık 2023 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerin ardından siyasi kriz nedeniyle Kerkük valisi seçilememişti. Irak'taki seçim kurulu sonuçları onaylasa da birlikte hareket edemeyen yerel güçler sebebiyle Kerkük bir süredir geçici ya da vekil olarak tarif edilen bir vali tarafından yönetiliyordu. 

2023'teki Irak İl Meclisi seçimlerinin Kerkük etabında, Talabani ailesine yakın Kürdistan Yurtsever Birliği'nden (KYB) aday olan Rebwar Taha, en yakın rakibi olan Muhammed Hafız'a fark atarak 29 bin 861 oy almış ve birinci olmuştu. Arap aday Muhammed Hafız 8 bin 666 oy almıştı.

Geçtiğimiz gün yapılan ve İl Genel Meclisi'nin bir grup üyesinin bir otel odasında toplanarak valiyi belirlediği seçimlere kentte itiraz sesleri yükseliyor. Aynı seçimler, bazı kesimlerce KYB'nin kentteki seçim başarısı olarak kutlanıyor. 

Öte yandan Irak Cumhurbaşkanı Latif Reşid, Tahaya'ya mazbatasını bugün verdi.

Otel'de yapılan seçimler ve delege kotası

Irak parlamentosunda, Ortadoğu'da birçok ülkede olduğu gibi siyasi bir kota mevcut. Bu kotaya göre Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, Vali'den Belediye Meclis Başkanlığı'na kadar birçok koltukta siyasi kotalar belirleyici. 2003 yılındaki ABD işgalinden sonra yapılan temsili kota sistemine göre Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Meclis Başkanı Sünnilerden ve Başbakan da Şiilerden seçiliyor. Irak'ta Meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı, başbakan adayına hükümeti kurma görevini veriyor ve Başbakan adayı da kabinesini 30 gün içinde Meclis'e sunmakla yükümlü oluyor. 

Kota ve temsiliyetler yerel seçimlerde de uygulanıyor.

Irak'ın tamamında ortalama 40 milyon seçmen yer alıyor. 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana ülkede 5 kere sandıklar kuruldu. Ancak Iraklıların seçimlere olan inancı yok denecek kadar azaldı. Şii ve Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenler arasında yaşanan siyasal çekişmeler nedeniyle, siyasiler kendi ilan ettikleri kaidelere uygun seçimler yapmıyor. Son yaşanan örnekte ülkenin yarısı seçimlerde sandığa gitmedi. Üstelik kimi örneklerde bazı yerlere sandıklar dahi kurulmadı. Bu sayı Irak seçim tarihinde katılımlar için rekor seviyede düşüş olarak geçti. 

İşgalin ürünü olan etnik-mezhepsel kota, ülkedeki tüm ezilen halka seslenecek partileri de yok sayıyor. İdeolojik olarak bu şansa sahip olan Irak Komünist Partisi, 2003'teki işgal sırasında aldığı işbirlikçi siyasi pozisyon nedeniyle etkisini tümüyle yitirdi. Irak'ın genelinde kitleler, "önden belli" seçimlere ilgisiz.

Ancak Kerkük ve Irak Kürdistanı gibi siyasetin ve seçimlerin günlük siyasette belirleyici olduğu bölgelerde işler biraz daha farklı ilerliyor. Buralarda seçimler çok tartışılıyor, gündemi belirliyor ve Türkiye'de de yakından takip ediliyor. 

11 Ağustos'ta Bağdat'ta bir otelde bir araya gelen Kerkük İl Meclisi üyeleri, KYB üyesi Rebwar Taha’yı Kerkük’ün yeni valisi seçildi. Bu seçimin Kerkük'te olmaması ve Bağdat'ta bir otelde yapılması kimi gazetelerde ve aleyhteki siyasi çevrelerde "Seçimler İl Meclisi üyelerinden kaçırıldı" yorumuna neden oldu. 

Ancak seçimleri gerçekleştiren ekip süreci farklı yorumluyor. 

Kerkük İl Meclisi 16 sandalyeden oluşuyor. 11 Ağustos tarihinde Bağdat'da Kerkük İl Meclisi’nin beşi Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden (KYB), üçü Arap ve biri Hıristiyan olmak üzere toplam 9 üyesi, Reşid Otel’de bir araya gelerek Kerkük Valisi ve Kerkük İl Meclis Başkanı'nı seçti.  Bu sayı zaten 16 koltuğu olan İl Meclisi'nin yarısından fazlasını oluşturuyor. Hal böyle olunca seçim öncesinde Kerkük Meclisi'ndeki Türkmen, Kürdistan Demokrat Partili ve 3 Arap üye oylamayı boykot ederek toplantıya katılmamıştı. Kerkük İl Meclisi'nin hazirunu ise yeni bir vali seçmek için yeterli çoğunluğu sağladığını düşünüyor.

Geçen yılki seçimlerde Taha'nın karşısında ikinci olan aday Muhammed Hafız da toplantıya katıldı. Böylece seçimlerde en yüksek oyu alan iki grup, vali seçimine meşruiyet sağladı. Hafız da Kerkük İl Meclis Başkanı seçildi.

2023 Aralık ayında yapılan seçimlerde İl Meclisi'ndeki koltuk dağılımı şu şekildeydi: Kürt Partileri: 7 sandalye (KYB 5, KDP 2), Araplar: 6 sandalye, Türkmenler: 2 sandalye, Hristiyanlar: 1 sandalye.

Seçimlere yapılan itirazlar yargıya taşınacak

Bağdat'ta Reşid Otel’de yapılan seçimler için eski Kerkük Valisi Rekan Ciburi, “Kerkük’teki Araplara ihanet” yorumunda bulundu. Aynı tepkiler Barzani'ye yakın KDP ve Türkmen üyelerden de geldi. 

Bağdat'ta yapılan toplantıyı 2008 yılında değişen Seçim Yasası'na göre hukuka aykırı olarak değerlendiren muhalifler ise süreci yargıya taşımaya hazırlanıyor. KDP'den Hasan Mecid Reşid ve Şoxan Hasib Hüseyin, 12 Ağustos'ta yaptıkları açıklamada, "10 Ağustos'ta Kerkük İl Meclisi adına Bağdat'taki Reşid Otel'de bir toplantı düzenlendiği ve Kerkük İl Meclisi üyeleri olarak toplantıdan haberdar olmadıkları, ayrıca bilgilendirilmediklerini" duyurdu. 

Irak Türkmen Cephesi (ITC) Milletvekili Erşat Salihi de basına yaptığı açıklamada, "7 aydan fazla süren yerel seçimler sonrasında Kerkük Valiliği durumunun içinden geçtiği zorlu süreç karşısında Kerkük yerel yönetiminin Bağdat'ta oluşturulması bizi şaşırttı. Irak Türkmen Cephesi'nin (ITC) Kerkük valilik ve meclis başkanlığı seçimiyle ilgili Federal Mahkeme'ye yaptığı iptal başvurusunun sonucunu bekleyeceğiz" dedi. 

Türkiye'nin Irak'taki stratejisinin aleyhine bir sonuç

Türkiye Dışişleri uzunca bir süredir Irak'ta ve kuzeyinde, özellikle Barzani yönetimi ile ticari, askeri ve siyasi başlıklarda ortak hareket ediyor. Buna karşı gelen grupların başında da Kerkük'te zafer ilan eden Talabani geleneğinden gelen Kürdistan Yurtseverler Birliği geliyor. 

KYB'nin Celal Talabani'den sonra öne çıkan isimlerinden Bafel Talabani aynı zamanda PKK ve PYD'yle olan yakınlığıyla da biliniyor. Bafel Talabani'nin Kerkük'te ilan ettiği zaferin, bir süredir devam etmekte olan Türkiye-Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki kimi ortak çalışmalara da ket vuracağı yorumu yapılıyor. 

Kerkük, KYB'nin Süleymaniye'den sonra en güçlü olduğu ikinci yer. Toplantının diğer belediye meclisi üyelerinin yok sayılarak Bağdat'ta yapılması aslında seçimleri üyelerden kaçırmaktan ziyade bir tür zafer garantisi olarak yorumlanıyor. Zira zaten meclisin yarısından fazlasını yanına alan KYB toplantı nerede olursa olsun yine aynı sonucu alacaktı. 

Seçimler bu nedenle KYB açısından "Muhalefetin varlığı sonucu değiştirmeyecek" şeklinde değerlendirilirken, KDP ve Türkmen liderler ise seçimi hukuksuz ilan etti. 

Seçimler Türkiye'de PKK'ye yakın medya kurumları tarafından "Barzani-Türkiye'nin Kerkük planı bozuldu" ifadeleriyle yorumlandı. Irak'ta petrol gelirlerinin %40'ını sağlayan Kerkük hem lojistik, hem yeraltı kaynakları hem de ticari açıdan stratejik bir öneme sahip. Kentteki en güçlü siyasi öznenin Talabani'ye yakın KYB olması, Barzani ve Türkiye müşterek hesaplarını zorlaştıracak gibi görünüyor.

                                                                 /././

Hatay'daki konteyner kentlerden depremzede manzaraları: 'Toplama kampında gibiyiz' -Özkan Öztaş-

Depremin üzerinden geçen bir buçuk yıllık zamana rağmen konteyner kentlerde yaşayan depremzedeler devam eden sorunlardan dert yanıyor: 'Burada ikinci sınıf insan muamelesi görüyoruz.'

Depremin üzerinden geçen zamana rağmen depremzedelerin konteyner kentlerde yaşanan sıkıntılar bitmiyor. Depremzedeler "ikinci sınıf insan muamelesi" gördüklerini ve sorunlarıyla ilgilenilmediğini belirtiyor. 

Hatay'da hâlâ faaliyette olan birçok konteyner kent var. Ilıca, Hilalkent, Aselsan ya da Küçüldalyan bunlardan bazıları. Hepsi yasal statüde "Geçici konaklama merkezi" olarak geçse de iki yıla yakın bir süredir depremzedelerin kalıcı mekanı olmuş durumda.

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerin ardından, depremzedeler arasında imkanı olanlar şehir değiştirerek ya da varsa köylerine giderek bir şekilde hayata yeniden başlamaya çalıştı. Ancak geriye kalanlar ve çaresi olmayanlar konteyner kentlerde yaşamaya devam ediyor. 

Yani depremden sonra en çaresiz toplam konteynerlerde devam ediyor yaşamaya. "Sorun zaten bu bakış açısında başlıyor" diyor depremzedeler. 

Yetkililer sorunlarla pek ilgilenmiyor. Çünkü sorunlara dair talebi olan yurttaşlar "yüksek makamlarda tanıdığı olmayan", yoksullar, emekçiler ya da göçmen emekçiler. Bir de tabii şehre zorunlu görevle dışardan gelen memurlar. Depremzede yurttaşların barındığı bir yer olmaktan çok toplama kampını andıran bu yerleşkelerde sorunlar bitmiyor. Bırakılan ihmaller ölümlere yol açıyor. 

soL'a konuşan depremzedeler de artık kanıksamış yaşanan sorunları. "Ne gibi sorunlar var?" diye sorunca önce gülüyorlar, "Neresinden başlayalım" dercesine. 

'Elektrik ve su kesintileri artık hayatın bir rutini'

Konteynerlerin yapıldığı malzemeden dolayı yazın çok sıcak kışın ise soğuk olduğunu söylüyor Murat. Haliyle de kışın ısınmak, yazın da sıcaklara dayanabilmek için mutlaka elektrik gerekiyor. Murat, Hilalkent 3 konteyner kentinde kalıyor Hatay'da. "Gidecek bir yerimiz yoktu. Bir ara geçici süreliğine Mersin'e gittik ama elalemin evinde nereye kadar? Sonra konteynere döndük burada" diyor. 

Murat, elektrik ve su kesintilerinin hep yaşandığına dikkat çekiyor. 

"Bu sorun aslında konteyner kentler kurulduğundan beri devam ediyor. Kış ve yaz fark etmeksizin ısınmaya ve hijyene en çok ihtiyacımız olduğu dönemlerde kesintiler oluyor.

Bu kesintilerle ilgili en büyük sıkıntı planlı kesintiler olmasına rağmen haberini alamamak. Elektrik ve suda dağıtıcı firmadan üretici firmaya kadar araya çok fazla kurumun girmesi nedeniyle, AFAD'a, AFAD'tan da konteyner kentlere haber gelene kadar kesinti başlamış oluyor. Konteyner kent mesajlaşma gruplarında kesinti haberi kesintiden 5-10 dakika önce veya kesintiden sonra iletiliyor. 

'Yaz aylarının gelmesiyle birlikte çalışmalar hızlandırıldı' diyorlar ama kesintiler daha da sıklaştı ve uzadı. Örneğin kaldığım konteyner kentte 15-16 Temmuz'da iki günlük bir kesinti yaşandı. Tam iki gün sürdü. Ve öncesinde haber verilmedi."

'Suya muhtaç ettiler bizi'

Mehmet de konteyner kentte yaşayanlardan. Her biri sorunlardan söz ederken söz dönüp dolaşıyor AFAD'a geliyor. Konteyner kentler yetki mercii olarak ilçe kaymakamlıklarına bağlı olsa da sorunlarla ilgilenen kurum AFAD. Ancak artık deprem ve olağanüstü şartlar kurgusundan yavaş yavaş çıktıklarını ifade ediyor Mehmet.

Mehmet'in anlattığına göre yetkililer artık "başınızın çaresine bakın" diyor yavaş yavaş. Depremden dolayı konteynerlere verilen içme suları artık verilmiyormuş örneğin. Mehmet bu sorunları şu sözlerle anlatıyor:

"Konteyner kentler kurulduktan sonra kurulan mahallelerdeki yıkım veya merkezi bölgelere uzaklık nedeniyle marketlere erişim zor olduğu için AFAD hane başına içme suyu dağıtıyordu. Bu, maddi anlamda sıkıntı yaşayan depremzedelere büyük bir rahatlık sunuyordu. Ancak bu yaz itibarıyla, üstelik de suyun en çok tüketildiği sıcak dönemde, konteyner kentlerde su dağıtımı kesildi. En çok ihtiyaç duyulan dönemde!

Su dağıtımı kesilmeden önce konteyner kentlere hanelere takılmak üzere arıtma cihazları geldi ancak bu cihazlar çoğu kentte hanelerin yarısına bile yetmedi. Daha sonra yine getirilecek denilip isim alındı ancak 6 aydır arayan soran olmadı. Böylelikle bir haksızlık da doğmuş oldu."

'Hiçbir sosyal alan yok, toplama kampında gibiyiz'

Konteyner kentlerde yaşayan depremzedelerin çok önemli bir kısmının ulaşım aracı yok. Dolayısıyla bir yerden bir yere gitmek onlar için epey zor bir konu. 

Bu süreci Selim şu sözlerle anlatıyor: 

"Düşünün abi. Zaten konteyner kent kapısından içeri gidip benim kaldığım yere geçme mesafem 15 dakika sürüyor. 15 dakikada evden çıkıp konteyner kentin dışına çıktım. Burası şehrin uzağında bir yer. Nereye gideceğim? Akşam olunca görüş saati bitmiş mahkumlar gibi evlere çekiliyor insanlar. Ev dediysem de bu kutular işte. 

Birkaç konteyner kent dışında özellikle geçen sene yazın kurulanlarda hiçbir şekilde sosyal alan yok. Ayda bir dernekler aracılığıyla çocuk sineması veya psiko-sosyal destek ekipleri geliyor. Bunun dışında kent sakinlerinin kaynaşabileceği, depremzedelerin, kadınların birbirlerine destek olmak için bir araya gelip oturabilecekleri bir alan hiçbir şekilde yok. Birkaç özel kurum kalabalık ve merkezi bir konteyner kente kahve dükkanı açtı. Ancak diğer konteyner kentler bu özel kurumlar ve devlet için yeteri kadar kârlı olmadığı için kurulmuyor olsa gerek. Burada toplama kampında gibiyiz."

Depremzedeler çocuk parklarının küçük olmasından ve konteynerlerin hemen yanı başında olmasından şikayetçi. Hem çocuklar istediği gibi oynayamıyor hem de o konteynerde kalanlar gürültüden rahatsız oluyor. Üstelik parklar hem küçük hem de oyuncakların çoğu kırık.

Selim aynı zamanda bu sorunun en çok da çocukları etkilediğini söylüyor. Çünkü çocuk parkları yok denecek kadar az. Olanların da önemli bir çoğunluğu kırık ya da tamir bekliyor. 

"Birçok konteyner kente ufak bir park yapıldı ancak bu çocuk parkı bir kaydırak, bir çift salıncaktan ve bir veya iki tane oyuncaktan öteye gitmiyor genelde. Kaldığımız konteyner kentte çocuklar nedeniyle çok fazla şikayet geliyor. Bunun nedeni de çocukların kendilerine ait alanlarının olmaması. Küçücük parkta çocukların sığmamasının yanı sıra bir de çocuk parkının konteynerlerin tam dibinde olması nedeniyle genelde rahatsızlık oluyor. Haliyle gürültü. Yani çocuk parkları ayrı yerde değil. Konteynerin dibinde. Çocuklar oralardan kovuluyorlar. Zaten kalabalık çocuk nüfusu var, onlar da küçücük parkı kullanınca oyuncaklar da çok dayanmıyor. Sonrasında da dar ve araba dolu konteyner kent sokaklarında oynamaya başlıyorlar. Konteyner kent içinde boş alanlar bulunuyor. Bu alanlar çakıl taşıyla doldurulmuş bir şekilde duruyor genelde. Sanırım bir yardımsever zenginin yardım gönderip oralara bir şeyler yaptırması bekleniyor."

Konteynerde uyku yok: 'Bana bekçilik verin bari gece koltukta uyuyayım'

Selim yaşananları anlatırken konteynerlerin kapasite sorununa da dikkat çekiyor. Konu buraya gelince Mehmet de Murat da kafa sallıyor. Bu sorun anlaşılan epey can yakıcı bir hal almış durumda. 

Selim sorunu anlatırken daha önce karşılaştığı bir olayı hatırlatıyor:

"Şu an herkese verilen konteynerler genelde 21 metrekare AFAD konteynerleri. Ve bu konteynerlerde 7 kişiye kadar kalınıyor. Eğer bir hane 8 kişi olursa o zaman 4-4 bölüyorlar ve o haneye 2 konteyner veriyorlar.

Hiç unutmuyorum, konteyner kent yöneticisine bir şikayetimi iletirken odaya bir amca girmişti. Ağlayarak, geceleri uyuyamadığını ve yönetimin konteynerin anahtarını alırsa hem bekçilik yapacağını hem de oradaki koltukta uyuyabileceğini yalvararak önermişti. Adam kalabalıkta uyuyamıyormuş. Malum gündüzleri de çok sıcak ya da çok soğuk telafi edemiyorsunuz bunu. 

Özellikle büyükanne-büyükbaba bulunan ve çok çocuklu ailelerde bu büyük bir sıkıntı. Çoğu kalabalık ailelerde bazı üyeler genelde gün içerisinde hiç konteynere uğramayarak, sadece gece yatmaya gelerek bu sorunu çözmeye çalışıyor."

Konteyner kentlerde en çok yaşanan sorunlardan birisi de alt yapı sorunu. Yağan yağmurun ardından hem konteynerler su sızdırıyor hem de konteyner kent kısa bir zamanda bataklığa dönüşüyor.

'Vallahi kimse iyi değil burada, herkes patlamaya hazır durumda'

Konteyner kentlerde yaşanan sorunların başında bir de asayiş vakaları geliyor. Murat bu süreci anlatırken "Herkes gergin abi. Patlamaya hazır benzin bidonu gibi. Çakmak bekliyor. Millet en ufak bir şeyde bir birine giriyor" diyor. 

"Az önce bir sürü sorundan bahsettik. Şimdi buna bir de tüm şehrin yarattığı sıkıntıları ekle. İnsanların psikolojileri ve tahammül seviyeleri etkilenmiş. Komşular arasında kavgalar arttı. Konteyner kente uğrayan polis arabaları sıklaştı. Ancak polis genelde sakinleştirmeye çalışıp 'kendi aranızda halledin' diyerek gidiyor. Yani onlar ne yapsın? Çözebilecekleri bir sorun da yok ortada. Bunun yanı sıra özellikle konteynerlerin boyutları nedeniyle (birçoğu 21 metrekare) tek konteynerde 4-5-6-7 
kişi kalan aileler eşyalarını depolamada sıkıntı yaşıyor ve konteynerin dışında depoluyorlar. Her yerde kamera olmasına ve kentte güvenlik olmasına rağmen konteyner dışında depolanan eşyaların çalındığı oldu birçok kez. Özellikle bisiklet ve bebek arabalarının alınması çok sık karşılaştığımız vakalardan. Bisiklet çalınıyor. Niye? E insanlar bir yerden bir yere gidemiyor. Bebek arabası yok çoğu kişinin. Yani hırsızlar bunları alıp satmak için değil daha çok kullanmak için alıyor. Sen düşün gerisini."

Konteyner kentlerin adı değişse de sorunları değişmiyor. Depremzedeler her ne kadar yetkililerden çözüm beklese de pek de inançları kalmamış bu sorunların çözüleceğine. Artık bu sorunlar hayatlarının bir parçası olmuş. Hepsi de daha iyi bir olanak bulursa konteynerde kalmayacaklarını ifade ediyor. 

                                                             /././

Malatyalı çiftçinin kazandığı harcadığını karşılamıyor: TMO alım yapmadı, eylemler başladı -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Malatyalı çiftçiler kayısı alımı yapmayan ve taban fiyat vermeyen TMO’ya tepkili. soL’a konuşan çiftçiler geçen seneyle fiyat kıyası yaparak bulundukları durumu anlattı.

Malatyalı çiftçiler, kentin önemli gelir kaynağı olan kayısı fiyatına taban fiyat vermeyen ve alım yapmayan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) tepkili. Seslerini duyurmak için 11 Ağustos Pazar günü Toprak Mahsulleri Ofisi yakınında bir araya gelen çiftçiler artan işçilik, mazot, gübre, sulama gibi girdi kalemlerine karşılık kayısı fiyatlarının düşmesini protesto etti. 

Basın açıklamasında konuşan Tüm Üretici Köylü Sendikası (TÜM KÖY SEN) Malatya Sözcüsü ve Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Adil Aktaş, çiftçilerin taleplerini şöyle sıraladı:

“Kayısıda taban fiyatının bir an önce belirlenmesini istiyoruz. Üreticilerin borçlarının faizsiz olarak ertelenmesini ve üreticilere faizsiz kredi verilmesini istiyoruz. Üreticilerin kullandıkları mazotta, gübrede, ilaçta ÖTV’nin kaldırılmasını talep ediyoruz. Malatya kayısı üreticileri yalnız değildir.” 

6 Şubat depremlerinin etkilediği 11 ilden biri olan Malatya’da TMO, en son 2020 yılında kayısı alımı yapmıştı. Malatya’dakine benzer sorunlar ülkenin diğer kentlerinde de yaşanıyor. Bursalı ve Balıkesirli çiftçiler de artan girdi maliyetlerine karşın düşen üretici fiyatlarına tepkili.

‘Çiftçinin kullandığı mazottan gübreye, her şeye zam geldi’

Konuyu TÜM KÖY SEN Malatya Sözcüsü ve Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Adil Aktaş, Malatyalı çiftçiler Caner Aslan ve Seçkin Yakut ile konuştuk.

Sözlerine geçen seneyle bu sene arasındaki fiyat farklarını anlatarak başlayan Aktaş, aradaki farkı şu sözlerle aktardı:

“Geçen sene 161 TL olan kayısı fiyatı, bu sene üç beş tane kendini bilmez tüccar ve tefeci zihniyetli kişiler yüzünden 100 liralara kadar düşmüş durumda. Fiyat düştü ancak herkesin bildiği gibi çiftçinin gideri arttı. Çiftçinin kullandığı mazottan gübreye, her şeye zam geldi. Geçen yıl kayısıda çalışan işçilerin bir günlük yevmiyesi 450 lirayken bu yıl bin 200 lira sınırlarına dayandı. Bunlara rağmen fiyatlar kelimenin tam anlamıyla tepetaklak oldu.”

‘Çiftçinin eline para geçmiyor, kazandığı para harcadığını karşılamıyor’

Bu uçuruma karşı çiftçilerin geçtiğimiz gün yaptığı eyleme değinen Aktaş, “Bu eylemler büyüyecektir” diye konuştu:

“Buna karşı da geçtiğimiz günlerde Malatyalı çiftçiler kendi içlerinde örgütlenip bir eylem yaptılar. Çiftçiler korktu ‘Polis bir şey yapar mı?’ diye. Ama eylem yapıldıktan sonra gördüler ki bir araya gelince vatan bölünmüyormuş. Şimdi çiftçi kendisine bir şey yönelmediğini gördüğü için rahat hareket edebilecek. İlçelerde daha büyük çiftçi eylemleri göreceğimizi tahmin ediyorum, bu eylemler büyüyecektir çünkü çiftçinin eline para geçmiyor, kazandığı para harcadığını karşılamıyor. Sadece Malatya değil. Balıkesir, Adıyaman, Gaziantep… Her yerde çiftçi kan ağlıyor. Bazı yerlerde dayanamayıp ayağa kalkıyor. Memleketin üreticisine değer verilmiyor.”

‘Tarım Kredi Kooperatifi’ne borcum var, 2,5 liraya çekirdek satıyorum. Ne yapayım, ödemek için tarlamı mı vereyim devlete?’

Doğanşehir Dedeyazı köyünden Caner Aslan ise 2,5 liraya kayısı çekirdeği sattığını söyledi. Aslan da geçen seneyle bu sene arasındaki fiyat uçurumuna değinerek tüm köylülerin aynı sorunu yaşadığını söyledi. Aslan, aynı zamanda Tarım Kredi Kooperatifi’ne borçlu olduğunu kaydetti:

“İnsanlar razıymış gibi duruyor, neredeyse herkes sinmiş, sindirilmiş. 2,5 liraya kayısı çekirdeği verdim ya, neye yetiyor bu? Bir sakız gelmiyor. Geçen seneden bu yana maliyetler 2-3 kat arttı. Mazot 18 lirayken 42 lira, çiçek ilacı 200 lirayken 800 lira oldu. Bu liste daha da uzar gider. Sabaha kadar neyin ne kadar arttığını anlatırız. Bu sene 21 bin lira tuttu harcadığım para. Reva mı bu? Sadece ben değil. Benim kayısı işinde olan akrabalarım, köylülerim de aynı sorunu yaşıyor. Tarım Kredi Kooperatifi’ne borcum var. Ne yapayım? 2,5 liraya çekirdek alıyorlar benden. Bunu ödemek için tarlamı mı vereyim devlete?”

‘Siyasetçilerimiz de aynı birbiriyle’

Siyasetçilerin birbirine benzediğini ve hiçbirinden bir şey beklemediğini söyleyen Aslan, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Kılınç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarım milli ekonominin temelidir” sözünü hatırlatarak bugün tarıma destek verilmediğini kaydetti:

“Siyasetçilerimiz de aynı birbiriyle. AKP’den bir şey beklemiyoruz zaten. Onu da anlamıyorum, bu adamlar bizim 40 küsur liraya aldığımız mazotu 5 liraya mı alıyor? CHP’den de bir şey beklemiyorum açıkçası. Dediğim gibi hepsi birbirine benziyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kılınç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarım milli ekonominin temelidir’ demiş. Kaç yıl önce tarımın değerini anlamış, bununla ilgili çalışmalar yapılmış. Şimdi gelinen yer burası. Nereden bakarsanız rezillik.”

‘Köylünün bütün maliyetinin üstüne bir de ambar maliyeti çıkıyor’

Seçkin Yakut, Ören Köyü’nden. Malatya’yı da etkileyen 6 Şubat depremlerinden dolayı ambar sorunu olduğunu söyleyen Yakut, bütün maliyetlerin üstüne bir de ambar maliyeti olduğunu kaydetti:

“Burası büyük bir deprem atlattı. Depremde yıkıldığından dolayı ambar sıkıntısı da yaşıyor köylü genel olarak. Bizim köy bu sıkıntıyı yaşıyor şu an. Köylünün bütün maliyetinin üstüne bir de ambar maliyeti çıkıyor. Geçen sene 200 lira olan kayısı fiyatı bu yıl 90 lirayı bile gördü. Bir torba yani 50 kilo gübre olmuş 2 bin 600 lira, nasıl alalım, nasıl kullanalım bunu?”

Yakut, ekonomik sorunlara değinerek sözlerini noktaladı:

“Tek sorun kayısı olsa yine tamam ama her şey sorun. Ekonomik sıkıntılar almış başını gidiyor. 30 yıllık esnafım aynı zamanda. Köy yerlerinde insanların sosyalleşebileceği tek yer kıraathaneler neredeyse. İnsanlar kıraathaneye geliyor, birkaç el oyun oynayıp kalkıyor. Buraya bile yansıyor ekonomik durum.”

                                                               /././

                                                          soL - GÜNDEM

İşçiler biriktiriyor, patronlar kullanıyor: İşsizlik fonundan 7 ayda 55 milyar çaldılar

İşsiz kalanların güvencesi olması gereken işsizlik sigortası fonu patronlara çalıştı. Son 7 ayda fondan işsizlere yapılan ödeme patronlara ayrılan kaynağın ancak yarısı etti.(https://haber.sol.org.tr/haber/isciler-biriktiriyor-patronlar-kullaniyor-issizlik-fonundan-7-ayda-55-milyar-caldilar-394612)

                                                         ***

İzmir'de Merih Demiral heykeli: Oylamada ne oldu, CHP ne tavır alacak?

MHP, İzmir'e futbolcu Merih Demiral'ın bozkurt işareti yapan heykelini dikmek istedi. CHP önce hayır, sonra evet diyerek teklifi Meclis'ten ilgili komisyona taşıdı. Nihai karar komisyonda verilecek.(https://haber.sol.org.tr/haber/izmirde-merih-demiral-heykeli-oylamada-ne-oldu-chp-ne-tavir-alacak-394610)

                                                              ***

AKP'nin sokak röportajlarına tahammülü yok: Erdoğan'ı eleştiren bir kişi daha tutuklandı

İzmir’de bir sokak röportajında Instagram'a getirilen erişim yasağını, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve sokak hayvanlarına ilişkin katliam yasasını eleştiren kadın tutuklandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpnin-sokak-roportajlarina-tahammulu-yok-erdogani-elestiren-bir-kisi-daha-tutuklandi-394608)

  (soL)                                                              






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder