Büyük Savaş çıkarsa bu yüzden çıkacak -Akdoğan Özkan-
Falanca coğrafyadaki filanca çatışmanın askeri detaylarında ya da felaket silahlarının tetiğine uzanmadan önceki söz düellosunda filan bulamazsınız uygunsuz hakikati! “Büyük Savaş” çıkacaksa, eşitsizlik uçurumunun kapanmasını istemeyen ultra zenginler engel olmayı seçmediği için çıkacak!
25-26 Temmuz tarihlerinde Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde çok önemli toplantılar vardı. Brezilya’nın dönem başkanlığını yaptığı G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları o tarihlerde bir araya geldiler. Onlar Kasım ayındaki asıl G20 Zirvesi öncesi pek çok gündem maddesi üzerinde çalışmış olsalar da bu toplantılar, dünya üzerinde ultra yüksek servete sahip kapitalistlerin etkili bir şekilde vergilendirilmesini sağlamak ve bazı sorunların çözümüne anlamlı bir katkıda bulunmak için de bir ümitti. Zirvenin ardından yayımlanacak deklarasyon, dünyanın en zengin 3 bin kişisine yüzde 2’lik vergi uygulanmasına yönelik bir mutabakat metni içerebilirdi. Zira bu ultra servet sahibi zenginlerin bazılarının bazı ülkelerden daha fazla kaynağı kontrol ettiği düşüncesinden hareketle, bir “milyarderler vergisi” önerisi gündeme getirilmişti.
Bizde pek da konusu edilmeyen bu öneri Brezilya’dan gelmişti. Brezilya Maliye Bakanı Fernando Haddad, milyarderlere uygulanacak verginin dünyada açlığa karşı mücadele için fon yaratmaya yardımcı olabileceğini söylemişti. Bu sayede her yıl 250 milyar dolarlık bir kaynak yaratılması mümkün olacaktı. Sadece 3 bin kişiye son derece minimal düzeyde bir vergilendirme oranı getirilince dahi bu kadar yüksek bir kaynak yaratılabiliyordu. Fransa, İspanya, Güney Afrika, Kolombiya ve Afrika Birliği Brezilya'nın önerisini destekleme kararı almıştı.
Yılda 250 milyar dolar kaynak
Ancak, ilk görüşmelerde, diğer G20 hükümetlerinin böyle bir hareketi desteklemeyeceği ortaya çıktı. Karşı kampanya yürüten Washington, başka Almanya olmak üzere diğer ülkelerin desteğiyle yüzde 2’lik vergilendirme önerisinin deklarasyona girmesine engel oldu. Bir “Uluslararası Vergi İşbirliğine İlişkin Rio De Janeiro G20 Bakanlık Deklarasyonu” yayınlandı, ama orada sadece, “ultra yüksek servete sahip bireylerin etkili bir şekilde vergilendirilmesini sağlamak için iş birliği içinde olmaya çalışacağız” şeklinde hiçbir bağlayıcılığı ve anlamı olmayan bir ifadeyle yetinilmişti.
Beyaz Saray’ın tavrı açıktı. ABD Hazine Bakanı Janet Yellen bir basın toplantısında, "[Milyarder vergisi] konusunda küresel bir anlaşma müzakere etmeye gerek duymuyoruz veya bunun gerçekten arzu edilir olduğunu düşünmüyoruz,” demiş ve eklemişti: “Tüm ülkelerin vergilendirme sistemlerinin adil ve ilerici olduğundan emin olmaları gerektiğini düşünüyoruz.”
Dünyanın bugün verdiği o ufuksuz ve karanlık resmin arkasında bu vurdumduymazlık da yatıyor, kanımca.
Neden?
Çünkü…
Yüzde 56,3’ten 23’e düşen vergi oranları
Geçenlerde New York Times’da yayınlanan bazı istatistiklerin de gösterdiği gibi, 1960’larda ABD’nin en zengin 400 kişisi, gelirlerinin yüzde 56,3’ünü vergi olarak ödüyordu. Bu durum, eşitsizliğin kontrolsüz boyutlara çıkmasını engelliyor ve Medicare, Medicaid ve Gıda Bankası gibi adlar altındaki sosyal hizmet harcamaları için fon yaratılmasını mümkün kılıyordu.
Ancak geçen zaman bambaşka dinamikleri etkin kıldığı için bu durum bugün değişmiş halde. Bugün, ultra zenginler Rockefeller’ların döneminden bile daha büyük oranda bir serveti kontrol ediyorlar. Ancak, Amerika’nın bu top milyarderleri, 2018 rakamlarıyla gelirlerinin sadece yüzde 23’ünü vergi olarak öder haldeler.
Yani yarım yüzyıldan biraz daha uzun bir zamanda yüzde 56,3’ten yüzde 23’e inmiş bu oran. Koskoca bir dünya finans ekosistemi onların vergiden kaçınabilmelerinin çok sayıda araç, imkân ve cennetlerini yarattı çünkü. Ve neticede ABD tarihinde ilk kez milyarderlerin efektif vergi oranı, ülkenin işçi sınıfının ödediği oranın dahi altında kalmış durumda. Hatta Danny Yagan isimli bir ekonomist, IRS Gelir İstatistikleri Bölümü, Tüketici Finansmanı Anket sonuçları ve Forbes dergisinde 1992'den 2020'ye kadar yayınlanmış kamuya açık istatistikleri kullanarak ABD’nin en zengin 400 ailesinin federal hükümete ödediği gelir vergisi oranını araştırdı ve bu rakamı yüzde 9,6 olarak buldu. Enflasyona uyarladığında bile rakam yüzde 12 ile sınırlı kalıyor. UC Berkeley’in öğretim üyelerinden olan Doç. Dr. Yagan bunu Oxford Review of Economic Policy dergisinin 18 Ağustos’ta okurlarıyla buluşan Sonbahar 2023 sayısında yayımladı.
Tabii mesele ABD ile sınırlı da değil. Avrupa’da da benzer bir durum var. Verilere bakılırsa, örneğin Hollanda'da, 2016 itibarıyla ortalama bir vergi mükellefi kazancının yüzde 45'ini hükümete verirken, milyarderler için ise bu rakam yüzde 17 ile sınırlı kalıyor.
Milyarderler vergiden nasıl kaçınıyor?
Peki, bu durum neden böyle? Nasıl oldu da dünya bu hale geldi? Neden kazandıkları para miktarına göre en az vergi ödeyenler dünyanın en şanslı insanları haline geldiler?
Paris School of Economics (PSE) ile University of California, Berkeley’nin iktisat hocalarından, G20’ye de danışmanlık yapan ekonomist Gabriel Zucman’a göre, bu sorunun çok basit bir cevabı var. Geçen mayıs ayında New York Times’ın Opinion (Görüş) köşesindeki “It’s Time to Tax the Billionaires” (Milyarderleri Vergilendirme Zamanı) başlıklı bir yazısında, bakın ne diyordu Zucman:
“Cevap çok basit. Çoğumuz aldığımız maaşa uygun bir yaşam sürerken Jeff Bezos gibi iş adamları servetlerine uygun bir yaşam sürüyor. Bay Bezos 2019'da halen Amazon'un CEO'suyken, yıllık maaşı sadece 81 bin 840 dolardı. Ancak 2023'te 30 milyar dolar kâr elde etmiş bir şirketin yaklaşık yüzde 10'una sahipti. Amazon kârının bir kısmını hissedarlarına gelir vergisine tabi temettü olarak dağıtsa, Bay Bezos ağır bir vergi faturasıyla karşı karşıya kalacak. Ancak Amazon hissedarlarına temettü ödemiyor. Berkshire Hathaway veya Tesla gibi şirketler de ödemiyor. Bunun yerine, şirketler kârlarını saklıyor ve yeniden yatırıma yöneliyor, bu da hissedarlarını daha da zenginleştiriyor.”
Demek ki, Jeff Bezos, Warren Buffett veya Elon Musk hisselerini satmadığı sürece, vergiye tabi gelirleri nispeten önemsiz. Ancak varlıklarını borçlanarak yine de göz kamaştırıcı satın alımlar yapabiliyorlar. Örneğin Elon Musk, Twitter'ın satın alımında kullanmak üzere yaklaşık 13 milyar dolarlık vergisiz kredi toplamak için Tesla’daki hisselerini teminat olarak kullanabilmişti.
Temettüler neredeyse hiç vergilendirilmiyor
Vergiden kaçınmak ABD dışında daha da kolay olabiliyor. Sadece Avrupa’nın değil dünyanın da en zengin iş insanlarından biri olarak görülen ve Louis Vuitton, Bulgari, Dior, Kenzo, Marc Jacobs, Dom Pérignon gibi markaları bünyesinde barındıran LVMH şirketinin CEO’su Bernard Arnault'u ele alalım. Arnault'nun hisseleri 2023'te LVMH'den yaklaşık 3 milyar dolar temettü kazandı. Diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi Fransa’da da bu temettüler neredeyse hiç vergilendirilmiyor; çünkü bunlar şirketlerin hesabına yatırılıyor. Yani temettüyü şirket alıyor ama Arnault, bu parayı sanki doğrudan kendi banka hesabına yatırılmış gibi harcayabiliyor – örneğin 101 metre uzunluğunda, 150 milyon dolarlık bir süper yat satın alabiliyor. “Bu nasıl iş” denmediği gibi, lüksü sürdürebilirlikle (!) buluşturduğu için bu “çevre dostu başyapıtıyla” övgü bile alabiliyor Arnault.
Gabriel Zucman, Emmanuel Saez, Thomas Pikkety ve Danny Yagan gibi akademisyenler son birkaç yıldır, bu sorunun nasıl aşılabileceğine kafa yoran “What is the average federal individual income tax rate on the wealthiest Americans?” başlıklı makaleler ve “The Triumph of Injustice - How the Rich Dodge Taxes and How to Make Them Pay” ve “The Hidden Wealth of Nations: The Scourge of Tax Havens” başlıklı kitaplar yayınladılar.
Onların ellerinin altında sadece birkaç ülkeyle sınırlı veri vardı. Buna rağmen bu çalışmalarda, ultra zenginlerin vergi söz konusu olduğunda adil oranlar ödemekten sürekli kaçındıkları gibi bir sonuca ulaşmış durumdalar.
Yüzde 2’ye bile tahammülleri yok
Dünyayı elbette o parodi yorumda olduğu gibi “birkaç aile yönetmiyor!” Sayıları 7-8’den çok fazla, kesin bilgi! Birileri bunların 3 binini yüzde 2 vergilendirerek yılda 250 milyar dolar kaynak yaratmak istedi. Ama başaramadı. Çünkü ultra zenginleri denetlemesi gereken sistemi de ultra zenginler yönetiyor. Onlar bu tatlı düzenlerini yitirmesin diye her şey. Gereğinde, NATO’nun yaptığı gibi, “hadi bakalım artık tüm ülkeler GSYİH’nın yüzde 2’sini silahlanmaya ayıracak,” denebiliyor. Belki bir sonraki ABD Başkanı bu oran yüzde 3’e çıkarılsın da isteyecek. Ama ultra servet sahiplerine yüzde 2 vergi getirilsin istenmiyor.
Savaşlar zaten onların hakikati eğip bükmesiyle, kurmaca bir gerçekliği fonlamalarıyla başlıyor, onlar istemediği sürece de bitmiyor. Bir soykırım canisini ABD Kongresi’nde 58 kere ayakta alkışlatanlar da onların temsilcileri. Küresel açlık, eşitsizlik ve bölgesel çatışmalar gibi sorunlar Güneyin Kuzey’e büyük göçüne sebep oluyorsa da bu durum nasılsa başka bir otoriter düzeye geçmenin altyapısını oluşturur, denerek kayıtsız kalınabiliyor.
Ve kıyamet de zaten bu kayıtsızlıktan kopacak. Falanca coğrafyadaki filanca çatışmanın askeri detaylarında ya da bazı eller felaket silahlarının tetiğine uzanmadan önce yaşanan söz düellosunda filan bulamazsınız asıl uygunsuz hakikati! Kim “terörist” kim değil tartışmasıyla da ulaşamazsınız ona. “Büyük Savaş” çıkacaksa, dünya ölçeğindeki ultra eşitsizlik ve adaletsizlik uçurumunun kapanmasını istemeyen ultra zenginler engel olmayı seçmediği, fonladıkları vekillerine seçtirmediği, hatta çoğu yerde bu savaş çıksın istediği için çıkacak!
/././
Rasyonellik ve enflasyonu düşürme maliyeti -Ercan Uygur-
Rasyonel devlet veya hükümet ise, öncelikle hukuka ve kurallara uyar. Aksi durumda ekonominin yasal çerçevesinde belirsizlik yaratmış olur. Hükümet bu anlamda kurallara, taahhüt ve sözleşmelere de uyar.
Akla hemen şu soru geliyor: Son 15 aydır iktidar ve uyguladığı politikalar rasyonel midir? Bu yazının amacı, özellikle enflasyona karşı davranışları ve politikaları dikkate alarak bu soruya yanıt aramaktır. Vardığım sonuç şudur; hükümet genellikle rasyonel davranmıyor.
TÜİK zaten toplumu doğru ve yeterli bilgilendirme anlamında rasyonel değildir. TCMB de piyasa katılımcıları anketi enflasyon beklentilerini kullanarak rasyonel davranmıyor. Önce şu soru var; iktisatta rasyonellik ne demek?
İktisatta rasyonellik ne demek?
Bu kavram, neoklasik iktisatta tüketici, üretici, siyasetçi ve hükümet gibi ekonomik birimlerin davranışlarını tanımlamakta kullanılır. Aslında bir varsayımdır.
Rasyonel tüketici, var olan tüm bilgileri kullanarak faydasını / refahını ençok (maksimum) yapmak üzere davranan kişidir. Rasyonel seçmen, kendisi gibi seçmenlerin faydasını / refahını ençok yapacak siyasi adaya veya partiye oy veren seçmendir.
Rasyonel üretici (firma), yine tüm teknik ve piyasa bilgilerini kullanarak kârını ençok yapmak üzere karar verir, davranır. Ancak, piyasada rekabet eksik ise, firma pazardaki payını ençok yapmak üzere davranır, fiyat ve üretimini buna göre belirler.
Rasyonel siyasetçi, var olan tüm bilgilerden yararlanarak seçimlerde oyunu ençok yapmaya çalışır. Siyasetçinin amacı iktidara geldiğinde de koltuğunu korumak ve en çok oyu almaktır.
Rasyonel devlet veya hükümet ise, öncelikle hukuka ve kurallara uyar. Aksi durumda ekonominin yasal çerçevesinde belirsizlik yaratmış olur. Hükümet bu anlamda kurallara, taahhüt ve sözleşmelere de uyar. 15 ay önce Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in söylediği “kurala dayalı ve öngörülebilir bir Türkiye” sözü de bu bağlamda söylenmiş olmalıdır.
Rasyonel hükümetin bir başka önemli özelliği, ekonomik işleyişin ve kararların gerektirdiği bilgi akışını düzenli ve güvenilir biçimde sağlamasıdır. Aksi durumda tüketiciler, üreticiler ve de siyasetçiler rasyonel davranamaz. Bilgi çağında hükümetlerin bu görevi daha da önemlidir.
İktidarın rasyonelliği ile ilgili baştaki soruya gelmeden, rasyonellik ile ilgili birkaç noktayı belirteyim.
1). Rasyonellik, neoklasik (ortodoks da diyebiliriz) iktisadın en önde gelen, olmazsa olmaz bir varsayımıdır. İnsanların (ve kurumların) amacının faydayı, refahı, kârı, oyları ençoklaştırmak olduğunu, davranışların böyle oluştuğunu varsayar.
2). Heterodoks iktisatta bu varsayım olmayabilir. Eski Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, dönemin politikalarını açıklarken, heterodoks iktisada sığınmıştı. Bakınız Uygur (4 Ekim 2022).
3). Ençoklaştırma işleminde etik kurallar ve meşruiyet dikkate alınmazsa ne olacak? Örneğin birey, gelirini kaçak işlerle ençoklaştırırsa ne olacak? Bu soru, varsayımın eksik olduğu eleştirsini getiriyor. Neoklasik iktisatta bu eksiği devletin / hükümetin kapatacağı öne sürülür.
4). Rasyonellikte bireysel çıkarlar için hesap ve ençoklaştırma yapılır, toplumun diğer bireyleri dikkate alınmaz. Birey ençoklaştırma yaparken diğer bireylere zarar verirse ne olacak? Burada neoklasik iktisat Adam Smith’in “görünmez el”ine (invisible hand) sığınır. Eğer böyle bir sonuç görülürse bireyler işbiriliği yapıp sorunu giderir.
5). Tüm bu eksikleri bir yana bırakalım; tüketiciler, üreticiler, siyasetçiler ve hükümetler rasyonel davranıyor mu? Veya davranabiliyor mu? Bu soruya yanıt vermek üzere “davranışsal iktisat” (behavioral economics) deneyler yapıyor.
6). Bu deneylerde birçok durumda ençoklaştırma ve dolayısıyla neoklasik rasyonellik varsayımının geçerli olmadığı görülüyor. Nedeni, bilgi eksikliği, duygusallık ve/veya önyargılarla alınan kararlar ve davranışlardır.
7). Karar verme sürecinde sınırlı bilgi ve sınırlı zaman varsa ne olacak? Bu durumlarda rasyonellik de sınırlanmış olur. (Bounded rationality.) Refah ve kârlardan önemli kayıplar olur, ancak tüketici ve üreticiler ellerindeki kadarıyla yetinirler.
İktidar son 15 aydır rasyonel davranıyor mu?
Şimdi, yukarıdaki tanımlara dayanarak soruyu bir daha soralım. Türkiye’de iktidar / hükümet son 15 aydır rasyonel davranıyor mu?
Eğer rasyonel davranıyor ise, tüketici, üretici, siyasetçi gibi diğer ekomomik birimlerin de rasyonel davranmaları beklenir. Eğer iktidar rasyonel davranmıyorsa, alınan sonuçlar büyük olasılıkla istenen sonuçlar değildir.
1). İktidarın öncelikle hukuka, yasalara ve kurallara çok kez uymadığı anlaşılıyor. İktidar, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve yerel mahkemelerin kararlarına uymayabiliyor. Mahkeme kararlarına müdahale ettiği de sıkça ifade ediliyor.
Örnek olaylar üzerinden gitmek yerine, hukukun egemenliği konusunda hazırlanan uluslararası raporlara bakmak uygun olacak. Başka kuruluşlar yanında, bağımsız hukukçulardan oluşan Dünya Adalet Projesi (WJP: World Justice Project) grubu, yıllık raporlar hazırlıyor.
Bu raporlarda ülkeler hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı konusunda sıralanıyor. 2023 yılında 142 ülke değerlendirilmiş ve Türkiye listede 117inci sırada. En alttaki üç ülke Afganistan, Kamboçya ve Venezüella. En üstte Danimarka, Norveç, Finlandiya var. Türkiye bu sıralamada sürekli geriliyor.
2). Karar vericilere bilgi sağlama konusunda durum nedir? Bu konuda da WJP’nin raporlarında bilgi edinme hakkı, yasaları ve verileri duyurma, hükümete toplumsal katılım, şikayet hakkı gibi unsurların berlirlediği “açık hükümet” sıralaması var. Bu sıralamada Türkiye 2023 sonunda 142 ülke içinde 107inci sırada.
OECD’ye göre, bilgiyi ve bazı hizmetleri kolayca ve görünür şekilde topluma sağlamanın bir yolu, dijital hükümet platformları oluşturmaktır. OECD, bu platformları kulanımlarına göre bir endeks ile ifade ediyor ve ülkeleri sıralıyor. Bu sıralamada Türkiye 33 OECD üyesi içinde 18inci sırada ve OECD ortalamasının altında. (Bu sıralama ve ortalamada ABD, Almanya, İsviçre gibi ülkeler yok).
OECD ayrıca kamuda veriye ulaşım, veriyi paylaşım, verinin kalitesi ve korunması gibi konularda da bir endeks oluşturmuş ve ülkeleri sıralıyor. Bu sırlamada Türkiye 20inci sıradadır, OECD ortalamasının oldukça altındadır. (Bu ortalamada da ABD, Almanya, İsviçre gibi ülkeler yok).
Veri kalitesi ve paylaşımı konusunda Türkiye’nin önde gelen kurumu olan TÜİK maalesef hiç iyi sınav vermiyor. Israrla bazı verileri açıklamıyor. Bunlar içinde TÜFE’deki madde fiyatları, hane halkı tüketim anketlerinde gelir, algılanan TÜFE enflasyonu, beklenen TÜFE enflasyonu (bu sonuncuyu TCMB açıklamaya başladı) gibi bilgiler var. Verilerin kalitesi ve güvenilirliğ konusunda da çok tartışma var.
Bu durumda hükümetin hukuka ve kurallara uymak ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda rasyonel davrandığını söylemek zor. Öyleyse diğer karar alıcıların da rasyonelliği etkilenmiştir. Bu konuda bir gösterge olarak enflasyon beklentilerine bakalım.
Beklentilerde rasyonellik
Şekil 1’de (1) TÜİK’in TÜFE enflasyonu (TÜFE; kırmızı çizgi) ve (2) İTO’nun Geçinme Endeksi enflasyonu (İTO; koyu sarı çizgi) yer alıyor. 2022 Nisanına kadar birlikte seyreden İTO ve TÜİK enflasyonları, bu tarihten itibaren ayrışmışlar ve TÜİK enflasyonu hep daha düşük kalmıştır. TÜİK’in enflasyon ölçümünde hata olduğu bu ayrışma ile de görülebiliyor.
Şekil 1’de (1) TCMB’nin yaptırdığı piyasa katılımcıları anketinden elde edilen TÜFE enflasyonu beklentisi (Piyasa Kat; mavi çizgi) ve (2) TÜİK’in yaklaşık 5000 tüketici hanehalkına uyguladığı tüketici enflasyonu beklentisi (Tüketici; siyah çizgi) de yer alıyor.
Şekilden bellidir ki, piyasa katılımcıları enflasyon beklentisi aşağı doğru çok sapmalıdır ve bir bilgi içeriği de yoktur. Bu verilerle beklentilerin rasyonel olduğu elbette söylenemez. Bu ankete katılanlar sanırım yaşadıkları, gördükleri enflasyonu değil, TÜİK’in daha sonra “yaratacağı” enflasyonu öngörmeye çalışıyorlar.
Buna karşılık TCMB bu verileri “piyasa beklentisi” olarak kullanmaya ve anlatmaya devam ediyor. Bu durumda TCMB de rasyonel olmayan ve kendi güvenilirliğini aşındıran bir yaklaşım içindedir. Bunu TCMB yöneticilerinin biliyor olması gerekir.
Şekilden izlenebiliyor ki, tüketiciler (hanehalkları), gecikmeli de olsa, 2022 başlarından itibaren enflasyondaki sıçramayı belli bir hata payı ile öngörmüşlerdir. Zamanında bu anketin sonuçları abartılı görülmüştür.
Tüketicilerin 12 ay sonrası için beklediği enflasyon 2023 Haziranında yüzde 72.65, Temmuzunda yüzde 74.53’tür. İTO enflasyonu 2024 Haziranında 82.14, Temmuzunda 72.80’dir. Tüketicilerin beklediği enflasyon 2024’te büyük ölçüde doğrulanmıştır.
TÜİK anketinde tüketicilerin 12 ay sonrası için beklediği enflasyon yüzde 70’ler dolayındadır. Belirtmek gerekir ki, Konda ve Koç Üniversitesi anketinde 12 ay sonrası için enflasyon beklentisi yüze 100 dolayındadır.
İktidar ve bazı kurumlar doğru ve yeterli bilgilendirme yapmadıkları için, hatta zaman zaman bilgiyi sakladıkları için, rasyonel değildirler ve önemli bir belirsizlik ortaya çıkıyor. Bu belirsizlik ve bilgi eksikliği ortamında tüketiciler ve üreticiler de rasyonel davranmakta zorlanıyorlar.
Yaratılan bu bilgi eksikliği ve belirsizlik ortamında enflasyonu düşürmenin maliyeti de çok daha yüksek olmaktadır. Açıklanmakta olan ve daha sonar açıklanacak üretim ve istihdam verileri bu saptamayı doğrular niteliktedir.
Kaynaklar
OECD (2024) Digital Government Index 2023
Uygur, Ercan (4 Ekim 2022) “Heterodoks İktisat ve Türkiye” T24,
https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/heterodoks-iktisat-ve-turkiye,36963
World Justice Project (2024) The Global Rule of Law, 2023
https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/
/././
Instagram açıldı ama verdiği söz nedir? -Füsun Sarp Nebil-
"Boyutlarını önceden farkedemedikleri Instagram engellemesi konusunda işin içinden nasıl çıkacaklarına bakarlarken, herhalde apar topar açmak zorunda kaldılar"
Aç bırakarak öldürmek: Faşizmin iğrenç bir yüzü daha! -Mustafa Durmuş-
İsrail Devleti, 1920’li yıllardan bu yana dünyada ve bölgemizde tanık olduğumuz faşizmin iğrenç yüzlerinden birini daha sergilemekten çekinmiyor: Doğrudan ve/veya aç ve susuz bırakma yoluyla öldürüyor, soykırım uyguluyor ve milyonlarca insanı kendi yurtlarından zorla sürgün ediyor.
Geçen yıl 7 Ekim’de Hamas- İsrail savaşı başladıktan sonra İsrail Devleti, Gazze’ye gıda dâhil, dışarıdan temel insani ihtiyaç malzemeleri gönderilmesini önlediğini, önce Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın (9 Ekim’de) yaptığı şu açıklamayla itiraf etmişti:
“Gazze Şeridi'nin tamamen kuşatılması emrini verdim. Elektrik yok, yiyecek yok, gaz yok-her şey kapalı.”
Ardından, Enerji Bakanı Israel Katz, “kaçırılan İsrailliler evlerine dönene kadar hiçbir elektrik düğmesi ya da hiçbir su musluğu açılmayacak ve hiçbir yakıt bölgeye kamyonu girmeyecek” diye yazılı olarak bunu teyit etmişti.
“Yardıma izin veriyoruz çünkü başka seçeneğimiz yok!”
Birkaç gün önce, İsrail Maliye Bakanı Smotrich, bir konferansta Gazze’ye gönderilen yardımların engellenmesi konusunda ve tepkilere neden olan daha vahim şu açıklamayı yaptı:
“Yardıma izin veriyoruz çünkü başka seçeneğimiz yok. Mevcut küresel gerçeklikte hiç kimse, haklı ve ahlaki olsa bile, rehinelerimiz iade edilene kadar iki milyon sivilin açlıktan ölmesine neden olmamıza izin vermez. Bugün belli bir gerçeklikte yaşıyoruz, bu savaş için uluslararası meşruiyete ihtiyacımız var, bu yüzden yardımları engellemiyoruz.” (1)
Bakan’ın açıklaması, dünya kamuoyunun tepkisi olmasa İsrail devletinin 2 milyon Filistinliyi aç bırakarak öldürmekten çekinmeyeceğini gösterdi.
Gazze’nin kuşatılması, aslında 4. sözleşmenin 55, 56 ve 59. maddeleri ile “sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan nesneleri” koruyan 2. Protokolün 14. maddesini de ihlal ediyor. (2) Bu nedenden dolayı da dünyada çok sayıda hükümet sözcüsü İsrailli bakanın bu açıklamasını kınadı.
“Filistin halkına karşı kasıtlı ve hedefli bir aç bırakma kampanyası yürütülüyor”
Nitekim insan hakları savunucuları İsrail'in Gazze Şeridi'ne yardımı sınırladığını, geciktirdiğini ve hatta açlığı bir “savaş silahı” olarak kullandığını ortaya koyarak, bu durumu protesto ediyorlar.
Birleşmiş Milletler yetkilileri de bu ayın başlarında kıtlığın tüm bölgeye yayıldığı uyarısında bulunarak, bunu “Filistin halkına karşı kasıtlı ve hedefli bir açlık kampanyası” ve “bir tür soykırım şiddeti” olarak nitelendirdi.
Özetle
Siyonist İsrail Devleti, 1920’li yıllardan bu yana dünyada ve bölgemizde tanık olduğumuz faşizmin iğrenç yüzlerinden birini daha sergilemekten çekinmiyor: Doğrudan ve/veya aç ve susuz bırakma yoluyla öldürüyor, soykırım uyguluyor ve milyonlarca insanı kendi yurtlarından zorla sürgün ediyor.
Nitekim Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre 7 Ekim 2023 ile 8 Ağustos 2024 tarihleri arasında devam eden savaşta en az 39 bin 699 Filistinli hayatını kaybetti ve 91 bin 722 kişi yaralandı. 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun yüzde 90’ından fazlası birçok kez yerlerinden edildi BM İnsan Hakları Ofisi'nin 4 Temmuz'dan bu yana tuttuğu kayıtlara göre, sadece bu tarihten beri her biri sığınak olarak hizmet veren okullara yönelik en az 21 saldırı düzenlendi. Bu saldırılar sonucunda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu en az 274 kişi hayatını kaybetti. (3)
Belli ki Siyonizm, faşizm ve onu besleyen kapitalizm (emperyalizm) ortadan kaldırılana kadar mazlum halklara rahat ve huzur yok!
Dip notlar:
- https://www.theguardian.com/world/article/israel-finance-minister-bezalel-smotrich-gaza-starve-2m-people-comments (8 August 2024.)
- Monbiot, “No excuses”, https://www.monbiot.com (27 October 2023.)
- ‘Another day of horror’: UN rights office condemns Israeli strikes at Gazan school,https://news.un.org/en/story (10 August 2024.)
Beşiktaş yangınını soruşturan müfettişlerin raporundan çıkan skandal! -Tolga Şardan-
Olayla ilgili yaklaşık 60 sayfalık rapor hazırlayan müfettişlerin ifadesini aldığı ve Masquarade adlı gece kulübüne ait itfaiye raporunu hazırlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görevli İtfaiye Çavuşu Fazlı Yavuz’un anlatımları, skandalı gün yüzüne çıkardı.
Güzel ülkemden yeni bir ibretlik fotoğrafı aktaracağım maalesef Büyüteç’te.
Konu başlığı; 2 Nisan’da Beşiktaş’taki bir gece kulübünde çıkan yangın ve sonrasından yürütülen İçişleri Bakanlığı soruşturması.
Hatırlanacağı üzere; Gayrettepe’de faaliyet gösteren kentin en önemli gece kulüplerinden “Masquerade” ya da Türkçesiyle “Maskeli Balo”da, iş yerindeki yenilenme çalışmaları sırasında yangın çıktı.
Yangında tam 29 kişi yaşamını yitirdi. Yazıyla “yirmi dokuz” kişi.
Facia demenin yetersiz kaldığı, tam anlamıyla bir katliam yaşandı Masquerade’de o gün.
Akabinde savcılığın başlattığı adli soruşturmanın yanı sıra İçişleri Bakanlığı da kendi sorumluluk alanı çerçevesinde idari soruşturma yürüttü.
Adli soruşturma çerçevesinde hazırlanan savcılık iddianamesine göre, mahkemede yargılama başladı, geçen temmuzda. İhmalleri oldukları iddiasıyla 9 sanık yargı önüne çıktı. Adli tatil sonrası yargılama devam edecek.
Madalyonun diğer yüzü var elbette.
Diğer yüzdeki konu ise, İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin yürüttüğü idari soruşturmada ortaya çıkan skandallar zinciri.
Zincirin halkaları CHP’li Beşiktaş Belediyesi personelinden oluştu. Zira, katliamın yaşandığı gece kulübünün faaliyetine izin veren işletme ruhsatının verilmesi süreci tamamen Beşiktaş Belediyesi’nde.
İBB İtfaiye Çavuşu, gerçeği ortaya çıkardı
Müfettişler, soruşturma kapsamında ruhsatlandırma sürecinde sorumlulukları oldukları gerekçesiyle haklarında ön inceleme yapılan belediye personelinin ifadesini alıp kayda geçirdi.
Olayla ilgili yaklaşık 60 sayfalık rapor hazırlayan müfettişlerin ifadesini aldığı ve Masquarade adlı gece kulübüne ait itfaiye raporunu hazırlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görevli İtfaiye Çavuşu Fazlı Yavuz’un anlatımları, skandalı gün yüzüne çıkardı.
İtfaiye Çavuşu Yavuz, müfettişlerin önüne koyduğu ve “mevzuata uygun olmayan” 7 Kasım 2006 tarihli ve 24900 sayılı “yangın bakımından incelenen işe yerlerine ait muayene raporu”na yönelik şu bilgileri verdi:
“(…) Biz, söz konusu iş yerlerine yanımızda belediye veya başka bir kurum temsilcisi olmadan gitmekteydik. Bizi iş yerinde iş yeri sahibi veya temsilcisi karşılıyordu.
İş yerinin büyüklüğünü de bizi karşılayan ve yer gösteren kişinin beyanına göre rapora yazıyorduk.
Bana göstermiş olduğunuz raporunda bu şekilde olduğunu tahmin ediyorum.
İş yerinde hazır bulunan yangın önlemlerinin kontrolünü gittiğimiz zaman test etme imkânımız yoktur. Sadece hazır bulunup bulunmadığını gözlemleyerek rapor verilmektedir. Düzenlemiş olduğum raporda o dönemde yürürlükte olan Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Kanun Hakkındaki Yönetmelik esas alınmıştır. (…)”
Müfettişlerin tespiti
Yavuz’un söz konusu açıklamaları üzerine müfettişlerin değerlendirmesi dikkat çekici:
“Ancak iş yerinin büyüklüğünün kullanıcı yükü ve buna bağlı olarak çıkış kapılarının sayısı yangın güvenliği açısından önem arz ettiğinden, rapor düzenlenirken iş yeri büyüklüğünün iş yeri sahibinin beyanı ile değil, görevli memur tarafından faaliyet alanının bizzat ölçülerek raporun düzenlemesi gerekmekteydi.”
İtfaiye amiri: “Haftada 1000 – 1500 rapor düzenleniyordu”
İtfaiye çavuşu Yavuz’un müfettişlere verdiği ifade sonrasında hakkında ön inceleme yapılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Zabıta Amiri Numan Bulburu’nun verdiği ifade de skandalın boyutunu ortaya koydu:
“(…) Görev yaptığım dönemde usül olarak söz konusu iş yerinin özelliği ve yangından korunmak için alınan önlemlere bakarak şayet uygunsa raporu imzalıyordum. Ancak iş yerine gitmediğim için ayrıntılarına vakıf değilim. Sahaya giden arkadaşlara itibar etmek durumundayız. Zira haftada 1000-1500 arası rapor düzenlenmekteydi. (…)”
Benzer biçimde müfettişlerin ifadesine başvurduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Müdür Yardımcısı Tuncay Akdağ ise, özetle şu bilgileri verdi:
“Bahse konu iş yeri için Beşiktaş Belediyesi’nden gelen yazı üzerine itfaiye müdürlüğünde görevli personel Fazlı Yavuz tarafından bizzat iş yerine gidilerek düzenlenmiştir. Bunun düzenlediği rapor silsile amirler tarafından imzalanmak suretiyle ilgili kuruma gönderilmiştir.
İtfaiyenin iş yükü çok fazladır. 2006 yılında düzenlenen rapor yerine gidilerek düzenlenmiştir. (…)”
“Ben müdür adına imzaladım”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Teknik Müdür Yardımcısı Şükrü Öztürk, müfettişlerin sorularını şöyle yanıtladı:
“(…) Söz konusu raporun tanziminde ismi geçen iş yerini bizzat gidip incelemedim. İncelemem de gerekmiyordu. Sahada bizzat yerinde inceleme işini diğer görevliler yapıyordu.
Sahada inceleme işi tamamlanıp, rapor tanzim edildiğinde en son imza için İtfaiye Destek Hizmetleri Müdürü’ne geliyordu. Söz konusu evrakın imzalandığı tarihte Müdür Orhan Akyıldız görevinin başında olmadığı için evrakı adı geçen müdür adına imzaladım.
İmza atarken evrakın şekil ve muhteva açısından tamam olup olmadığını inceledim. Benden önce imza atması gereken görevlilerin imzalarını kontrol ettim. Bir noksanlık görmeyince de müdür adına evrakı imzaladım. (…)”
Masquerade’nin faaliyete geçmesini sağlayacak İBB İtfaiye Teşkilatı’nın imza koydukları yangın raporu için müfettişlerin değerlendirmesi rapora şöyle yansıdı:
“(…) Ancak her ne kadar itfaiye raporu, İtfaiye Çavuşu Fazlı Yavuz tarafından hazırlanmışsa da İtfaiye Zabıta Amiri Numan Bulburu, İtfaiye Müdür Yardımcısı Tuncay Akdağ, İtfaiye Teknik Müdür Yardımcısı Şükrü Öztürk tarafından imzalanmak suretiyle itfaiye raporu hukuken geçerlilik kazanmıştır. (…)”
Raporda ne yazıyordu?
İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin odaklandığı ve rapora koydukları, olayın en can alıcı kayıtlarından 2006 tarihli yangın bakımından incelenen işyerlerine ait muayene raporu şöyle:
“(…) İş Nevi: İçkili lokanta
Yapı Cinsi İşyerinin Özellikleri: Adı geçen yer, bodrumu ile 5 katlı Sinan Pasajı’nın bodrum ve asma katında olup kâgirdir. Girişi pasaj dahilinden olup 2 adet çıkış kapısı vardır. Dahili salon asma kat dahilinde elektrik ile ısınan firütöz, çay ve ızgara ocağı vardır. Kısman salon olarak kullanılmaktadır. Pasajın servis merdivenine açılan 2 çıkış kapısı vardır. Diğer katlar iş yeridir.
Yangından korunmak için alınan önlemler: 10 adet 6 kg’lık yangın söndürme cihazı, yangın dolabı, yangın ihbar alarm tesisatı, acil aydınlatma, ışıklı yangın çıkış levhaları, otomatik söndürme sistemi (yağmurlama) panele bağlı duman dedektörü, ocak üstü davlumbazlara otomatik söndürme sistemi vardır.
İşyerinin alanı: 750 m2
Yangından korunmak için alınması gereken önlemler ve sonuç: Yangına karşı alınan koruyucu önlemler bugünkü durumu ile yeterlidir. (…)”
Müfettiş ifadelerine yansıdığı şekliyle, İstanbul’da özellikle eğlence mekânı olarak adlandırılan gece kulübü ve diskotek gibi işyerlerine verilen iş yeri açma ruhsatlarının alt yapısını oluşturan yangın raporlarının ne şekilde verildiği, bugün yaşanan tablonun göstergesi.
Halk arasında böylesi durumlar için kullanılan “hak getire” ya da “işler, evlere şenlik” deyimlerinin tam karşılığı.
Masquarade’nin geçmişi
Bu arada 29 kişinin öldüğü Masquarade’nin geçmişi 2006’da başlamadığını aktarayım. 1987’ye kadar uzanıyor.
Buraya kadar okuduklarınızı 2006’da yapılan işlemler ve o dönemki tablonun görülmesi amacıyla kaleme aldım.
Gece kulübünün 1987’den bugüne geçmişini yarın anlatacağım.
T-24 - GÜNDEM
Eskişehir'de, Nazi amblemi ve hücum yeleğiyle 5 kişiyi bıçaklayan saldırgan yakalandı!
Altındağ'da bulunan köpek cesetlerine yönelik yürütülen soruşturmada ifadesi alınan Veteriner İşleri Müdürü, hayvan hakları savunucularını suçladı
İzmir Limanı'nın BAE şirketine satışı için görüşmeler sürüyor
Reuters, Türkiye Varlık Fonu bünyesindeki İzmir Alsancak Limanı'nın işletmesi için Abu Dhabi Port (ADP) ile ortaklık görüşmelerinin sürdüğünü aktardı. Türkiye Varlık Fonu bünyesinde bulunan İzmir Alsancak Limanı'nın işletmesi için Abu Dhabi Port (ADP) ile bir ortaklık kurma (joint venture) görüşmeleri sürerken, nihai anlaşmanın uzamasında bölgedeki rekabet ve kapasite şartlarının etkili olduğu belirtiliyor.(https://t24.com.tr/haber/izmir-limani-nin-bae-sirketine-satisi-icin-gorusmeler-suruyor,1178928)
(T24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder