25 Ağustos 2024 Pazar

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -25 Ağustos 2024-

 

Ne yapmalı? -Rıza Türmen-

Seçenekler çok açık: Ya susacağız, iktidarın baskıcı gücüne boyun eğip sessiz bir toplum olacağız, iktidarın gerçekleriyle yaşayacağız, ya da bir demokrasi mücadelesi vereceğiz. Gerçekleri söyleme cesaretini göstereceğiz. Bu iktidara gerçeklerin, özgürlüklerin silahıyla karşı çıkacağız. Bu demokrasi mücadelesi sırasında aynı zamanda yeni bir Türkiye'nin, yeni bir demokrasinin yol taşlarını döşeyeceğiz

Niv Bavarsky

Bizi kötü günler bekliyor. Sadece son günlerde olup bitenler bu yargıya varmak için yeterli. Instagram'a getirilen erişim yasağı, arkasından bir sokak söyleşisinde bu yasağı eleştirdiği için halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan tutuklanan Dilruba, arkasından TBMM'de iktidarı eleştiren bir konuşma yapan bir milletvekilinin uğradığı yumruklu saldırı, arkasından seçilmiş bir milletvekili olan Can Atalay'ın AYM'nin açık kararına karşın cezaevinde tutulmaya devam edilmesi.

Bütün bu işlemlerin ortak özelliği, hepsinin ağır hukuk ihlalleriyle sakat olması. Bir başka ortak yanları ise hepsinde birilerinin susturulmak istenmesi ve demokrasinin temel direği olan ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi. Anlaşılan o ki kamuoyu yoklamalarında CHP ile AKP arasındaki makas açıldıkça, siyasal iktidar hukuk ile bağlarını iyice kopararak güce dayanan baskıcı bir siyaset izleme yoluna girdi. Hiçbir hukuksal dayanağı olmayan keyfi önlemlerle ifade özgürlüğünü halkın bilgilendirilme hakkını ihlal etmekte bir sakınca görmüyor. Sadece neyi söylemenin yasak olduğunu değil, aynı zamanda ne düşünülmesi ve söylenilmesi gerektiğini de bu baskıcı önlemlerle topluma dikte ediyor. Bunun için sosyal medya, sokak, Parlamento susturulmak isteniyor.

İfade özgürlüğü yani insanların düşündüklerini serbestçe söyleyebilmeleri, söylemlere devlet karşısında bir özerklik kazandırır. Devletin demokratik olmak gibi bir iddiası varsa, söylem devlete yönelen bir eleştiri olsa bile, devlet bunun serbestçe ifade edilmesini güvence altına alır.

İfade özgürlüğünün demokrasilerde başka bir önemli görevi daha vardır. Siyasal yaşamda ve kamusal alanda gerçeğin ortaya çıkmasına yol açar. Gerçeği söylemek cesareti otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerde en önemli demokratik mücadele aracıdır. İktidara gerçekle karşı gelme hakkının kullanılması otoriter rejimleri çok rahatsız eder. Bu rejimlerde iktidar ne derse, gerçek odur. Halkın neyi bilmesi, neyi bilmemesi gerektiğine iktidar karar verir. Bu amaçla otoriter rejimlerde bir de propaganda bakanlığı kurulur. Bu bakanlığın işlevi, halka rejimin kendi gerçeğini iletmektir. Örneğin, Nazi Almanyası'nda propaganda bakanı Goebbels şöyle der: "Gerçeklik gerçekten olan şey değil, benim sana tekrar tekrar anlattığım şeydir. Halkı bir zeytin dalı satın almaya da, bir savaş satın almaya da aynı sürede ikna edebiliriz." Goebbels şunları da söyler: "İnsanların beyin tembelliğini gördükçe her istediğimizi yapabiliriz." Ya da "yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa, yalana devam edin."

Propaganda bakanlarının amaçlarını gerçekleştirmeleri için toplumda gerçeği söyleme cesaretine sahip insanların susturulması, sessiz bir toplum yaratılması gerekir.

Yazılı ve görsel medyayı büyük ölçüde kontrol eden AKP iktidarında sokak ve sosyal medya bu kontrolün dışında kalmakta. Dilruba'nın sokak söyleşisinde yaptığı son derece masum bir eleştiri nedeniyle tutuklanması, sokağın da kontrol altına alınması ve susturulması çabasının bir sonucu. Bu bakımdan Dilruba'nın hukuka aykırı bir biçimde tutuklanması, Türkiye'nin demokratiksizleştirilmesi sürecinde yeni bir aşama oluşturuyor. Öte yandan TBMM'de bir milletvekiline yapılan yumruklu saldırının iktidar cenahından genel bir onay görmesi, alkışlanması endişe verici. İktidarın gerektiğinde şiddete başvurarak muhalefeti susturma iradesini ortaya koyuyor.

Demokrasiyi başka siyasal rejimlerden ayıran en büyük özelliği, eleştiri hakkı. Anti-demokratik rejimlerden farklı olarak demokrasiler iktidara boyun eğmeyi güvence altına almaz. Tersine iktidarı eleştirmeyi, hatta gerektiğinde iktidara başkaldırmayı güvence altına alır.

Bütün bu olup bitenleri, baskının giderek artmasını, özgürlüklerin kullanılmasına getirilen yasakları sona ermekte olan bir iktidarın çırpınışları olarak görmek olanağı var. İktidar kendi yarattığı sorunlara çözüm getiremeyince, sorunları halktan saklamayı iktidarı sürdürmenin tek yolu olarak görüyor.

Bu durumda ülkenin demokratik güçleri ne yapmalı? Seçenekler çok açık: Ya susacağız, iktidarın baskıcı gücüne boyun eğip sessiz bir toplum olacağız, iktidarın gerçekleriyle yaşayacağız, ya da bir demokrasi mücadelesi vereceğiz. Gerçekleri söyleme cesaretini göstereceğiz. Bu iktidara gerçeklerin, özgürlüklerin silahıyla karşı çıkacağız. Bu demokrasi mücadelesi sırasında aynı zamanda yeni bir Türkiye'nin, yeni bir demokrasinin yol taşlarını döşeyeceğiz.

İktidarın baskıcı politikalarına itiraz eden bir grup insan, bir sivil toplum kuruluşunun çatısı altında toplanarak, ikinci seçeneği seçti. Demokrasi için Birlik Platformu "Zamanı Geldi" başlığı altında demokrasi güçlerinin birliği hakkında toplumda geniş kapsamlı yeni bir tartışma başlattı. Birçok kuruma ve kişiye gönderilen davet mektubunda belirtildiği gibi, amaç "Demokrasi güçlerinin birliğiyle ülkenin yakıcı sorunları etrafında geniş ve etkili bir halk muhalefeti yaratmak." Bunun için bu konuda öne çıkan kişi ve kuruluşlara bir davet mektubu gönderilerek, görüşlerini bildirmeleri istendi. Bu konuda açılan tartışma Kasım ayı içinde yüz yüze bir toplantıyla sonuçlandırılacak. Bu toplantıdan ortak bir demokrasi mücadelesi için bir yol haritası çıkması beklenir.

Bütün toplumu ayağa kaldıracak bir demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşması bazı sorunların çözümüne bağlı.

1. Demokrasi güçleri arasında ortak hareketin sağlanması

İktidarın değişmesi, demokratik, özgür, yeni bir Türkiye'nin kurulması, bu iktidara itiraz edenlerin elinde. İtiraz edenler, ezilenler, yoksullar, işsizler, emekliler, emekçiler, özgürlükleri elinden alınanlar, eşit hak talebinde bulunamayanlar. Bu kitlelerin çıkarlarını savunmayı amaçlayan Türkiye'deki demokratik sol gruplar birlikte hareket edebilirse, Türkiye'de çok şey değişebilir. Türkiye'de bu düzeni reddeden, değişim isteyen, bunun için eylem yapan pek çok grup var. Ancak bunlar birbirinden kopuk hareket ettiklerinden etkisiz kalıyorlar. Etkili bir toplumsal muhalefetin doğması için bu grupların birbirine eklenmesi gerekli. Bütün bu gruplar, STK'lar, platformlar kendilerini zincirin eşit halkası olarak görmeli. Birlikte hareket eden, ortak bir amaç üzerinde anlaşan bir sol cephe bütün bu çoban ateşlerinin birbirine eklenmesinde önemli bir rol oynayabilir.

Bütün sol grupların farklı bir kimliği, farklı bir ideolojisi olabilir. Amaç bu farklılıkları ortadan kaldırmak, tek bir görüş çevresinde birlik yaratmak değil, görüş farklılıklarını saklı tutarak ortak bir amaca yönelmek.

İçinde bulunduğumuz koşullarda Türkiye'deki sol harekete (sol derken geniş anlamda muhalif demokratik güçleri kastediyorum.) önemli bir görev düşmekte. Sol cephe bir yandan otokratik bir yönetime karşı etkili bir direnişi örgütlemeli, öbür yandan özgürlüğe, eşitliğe dayanan yeni bir devlet ve toplum modeliyle ortaya çıkmalıdır. Amaç, devleti ve toplumu yeniden tanımlamak, devletin işleyişini değiştirerek halktan yana, halkın yönetime katıldığı, halkın egemen olduğu bir devlete dönüştürmek olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirecek yeni kurumlar kurulmalı, mevcut kurumlar değiştirilmelidir.Sol cephenin bu girişimi Türkiye'deki sola yeni bir enerji, yeni bir canlanma getirecek, sol hareketi güçlendirecek, belki de yeni bir sol birliğe yol açacaktır.

Eskinin tükendiği, söyleyecek sözü kalmadığı bir dönemde, yeninin inşası büyük bir önem kazandı. Büyük halk kitleleri, kendilerini yoksullaştıran, değersizleştiren bu düzenin bir an önce sona ermesini, yeni bir düzeninin başlamasını beklemekte.  Özgür Özel CHP'nin "değişim" sloganı bu nedenle halk için umut ışığı oldu. Ancak bu değişim projesinin içeriği henüz açık değil. DİB'in başlattığı tartışma süreci sonunda ortaya çıkacak yol haritası "değişim"e somut bir içerik kazandırmaya katkıda bulunacaktır.

Böyle bir toplumsal hareket hiçbir siyasal partinin şemsiyesi altına girmemeli. Ancak siyasal partiler de zincirin eşit bir halkası olarak bu harekete katılmalılar. Demokrasi mücadelesi hem parlamento içinde, hem dışında birbirlerine paralel olarak sürdürülmeli.

2. Yeni toplumsal hareket katılımcılığa ve çoğulculuğa dayanmalı

Demokrasi mücadelesinin etkili olması, başarıya ulaşması için bir toplumsal tabanı bulunmalı. Bir halk hareketinin başarılı olması, aşağıdan yukarıya oluşmasına, yoksul, ezilen, dışlanan kitlelerin bunun içinde olmamasına, kağıt üzerinde kalmayarak gerçek yaşam sorunlarını ele almasına bağlı.

Bugün siyasal iktidarın baskıcı, otoriter tek adam rejimine karşı hak talebinde bulunan gruplara baktığımızda şunu görüyoruz:

Bir yanda birbirinden kopuk, kendi sorunlarıyla sınırlı, periferik itirazlar, çoban ateşleri. Bu çoban ateşleri örgütlenip birbirlerine eklenmedikleri sürece etkili olamıyorlar,

Öbür yandan giderek yoksullaşan, toplumun kenarına itilen, ezilen pasif bir kitle. Bu duruma düşmelerine devletin politikalarının neden olduğunu unutarak kurtuluşu hâlâ devlette gören, çaresiz, umutsuz insanlar. Bu pasif kitleyi talepleri olan, siyasetin öznesi, değişim motoru bir halka dönüştürmek için yerelde katılımcı bir demokrasi uygulamasına geçmek gerekir. Ancak halk kolektif olarak yeni bir toplum inşasının mimarı olabilir. Ancak o zaman gerçek bir demokrasiden söz edilebilir.

Bunu gerçekleştirecek olan muhaliflerin elindeki yerel yönetimler, özellikle büyük kent belediyeleridir. Demokrasi yukardan aşağı inşa edilemez. Aşağıdan yukarı inşası için ise bir kültürel dönüşüme ihtiyaç var. Yerel yönetimler aracılığıyla bu dönüşümün kanallarının kurulması bu kültürel dönüşümün gerçekleşmesinde etkili olabilir.

Türkiye'nin radikal bir dönüşüme ihtiyacı var. Bu dönüşüm sadece siyasal partilere bırakılamaz. Sivil toplum ve özellikle solun, içinde bulunduğumuz yol kavşağında baş aktör olması, "nasıl bir demokrasi", "nasıl bir Türkiye" sorularının doğru yanıtlanması bakımından önem taşımakta.

                                                                  /././

Jackson Hole'un ardından: Powell Eylül'de faiz indirimine yeşil ışık yaktı -Binhan Elif Yılmaz-

Powell, Fed'in son yıllarda attığı adımlarla para politikasını nihai sıkılaştırıcı konuma getirdiğini ifade etti. Enflasyonun yüzde 2'lik hedefe çok yaklaşmış olduğu açıklamasıyla da piyasaların beklediği sevindiren mesajı vermiş oldu

J. Powell

Dün Fed Başkanı J. Powell, Jackson Hole Ekonomi Politikaları Sempozyumunda yaptığı konuşmada para politikasında ayarlama yapılmasının  zamanı geldiğini söyledi. Ayrıca Powell, Fed'in son yıllarda attığı adımlarla para politikasını nihai sıkılaştırıcı konuma getirdiğini ifade etti. Enflasyonun yüzde 2'lik hedefe çok yaklaşmış olduğu açıklamasıyla da piyasaların beklediği sevindiren mesajı vermiş oldu: Eylül ayı itibariyle (18 Eylül toplantısında) faiz indirimleri başlayacak. Gelecek verilere göre de faiz indiriminin hızı ve miktarı belirlenecek.

Pandemi ilan edildiğinde artan riskler nedeniyle Fed acil bir kararla politika faizini 50 bps indirmiş ve 1-1,25 bandına çekmişti. Bu kararın belirsizliklerin arttığı ortamda, piyasalardaki panik üzerinde güven verici etkileri olmuştu, üstelik "kapanma"ya giderken. Merkez Bankaları böyle durumlarda "nihai kredi mercii" olarak tanımlanıyor. İzleyen iki yıl boyunca da faiz indirimlerine devam etmiş, faiz tabana inmişti ama enflasyon yükselişe geçmişti.

Fakat faiz sebep-enflasyon sonuç değil, malum. Para politikası gevşerken enflasyon yükseliyor. Türkiye'de bu ilişki acı bir şekilde test edilmişti. 2021 son çeyrekte başlayan faiz indirimleri yüksek enflasyona yol açmıştı ki hâlâ yüksek enflasyon ortamındayız. Eğer faiz sebep-enflasyon sonuç ise o zaman 2023 genel seçimlerinin ardından sıkılaşan para politikasının gerekçesi ne? Kısaca, enflasyonla mücadele.

Ancak piyasaları düşük faize alıştırmak kolay, yüksek faize geçişe hazırlamak ise oldukça sancılı. Powell'ın, Jackson Hole'daki konuşmasında Fed'in enflasyonla mücadelede geçirdiği zorlu süreci ve yumuşak iniş (soft landing) başarısını anlatması önemli bir ayrıntıydı. Bir anlamda piyasalara, neden politika faizini 5,25-5,50'ye kadar artırmak durumunda kaldığını gerekçelendiriyordu.

Konuşmasının bir yerinde de enflasyon yükselirken bu durumun "geçici" olduğunu düşündüklerini, ardından "geçici olmadığı" anlaşılınca faiz artırmaya başladıklarını da ifade etti. Fed bu nedenle uzunca süre enflasyonla mücadelede geç kaldığı için eleştirilerin odağı olmuştu.

Fed faiz indirimine hazırlanırken işsizlik sorunlu bir gösterge olarak orada duruyor ama. İstihdam piyasasında daha fazla yavaşlama beklenmiyor olsa da ilk kez işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı beklentilerin üstünde kalmaya devam ediyor. Ek olarak tarım dışı istihdam beklentilerin altında artıyor (son veri 114 bin, beklenti 176 bin). Üstelik tarım dışı istihdamda aylık yaklaşık 70 bin kişilik geriye dönük revize söz konusu. Ve ABD'de artık işsizlik oranı yüzde 4,3'e yükselmiş durumda.

New York, Fed'in hafta başında yayımladığı Temmuz ayı işgücü piyasası anketi, Amerikalıların iş beklentilerine ilişkin oldukça karamsar bir değerlendirme ortaya koydu. Önümüzdeki 4 ay içinde işini kaybedeceğine inanan Amerikalıların oranı, anketin başladığı 2014 yılından bu yana en yüksek seviye olan yüzde 4,4'e yükseldi. Bu oran, Mart ayında görülen yüzde 2,8'den önemli bir sıçramaya işaret ediyor. Enflasyonla mücadelenin en önemli neferi, yine emekçiler.

Öte yandan imalat sanayi PMI da beklentilerin altında geldi. Farklı kurumlardan önümüzdeki bir yıla ilişkin resesyon hesaplamaları da var. O nedenle Fed'in bu kez de sıkı para politikasını uzun süre devam ettirdiği, yani faizi yüksek tutmanın riski ile karşı karşıya kalıp kalmadığı yeni bir tartışma konusu olacak gibi duruyor.

                                                               /././

                                              T24 - GÜNDEM

The Economist: Türkiye’de zengin daha zengin, yoksul daha yoksul

The Economist: Türkiye’de zengin daha zengin, yoksul daha yoksul

The Economist, Türkiye’deki gelir eşitsizliğine yönelik yayınladığı analizde, lüks tüketimin doruk noktasına ulaştığına ve diğer yandan da enflasyon nedeniyle düşük ve orta gelirli sınıfın satın alma gücündeki erimeye dikkat çekti.  İsviçreli banka UBS’in yayınladığı Küresel Servet Raporu’nda Türkiye’nin 2022-2023 yılları arasında kişi başına düşen servetini yaklaşık yüzde 158’le en çok artıran ülke olduğu açıklanmıştı. Ardından İngiliz The Economist dergisi de son sayısında Türkiye’deki gelir eşitsizliğindeki uçurumun derinleştiğine dikkat çekti. (Dar ve orta gelirli kesimin gelirindeki artış “kağıt üzerinde”) Enflasyon ve yüksek faiz oranlarının neden olduğu zorlukların ele alındığı "Türkiye’de zengin daha zengin, yoksul daha yoksul" başlıklı yazıda, örnek lüks tüketim alanları “Hafta içi bir öğleden sonra, İstinye Park AVM’de mağazalar oldukça hareketli. Şehrin Michelin yıldızlı restoranları ve yat limanları sürekli dolu. Türkiye’nin en büyük şehrinde, lüks malların tüketimi artarken, şaşırtıcı bir servet patlamasının belirtileri her yerde görülüyor. Zenginler daha da zenginleşiyor: Türkiye’de ultra zenginlerinin (30 milyon dolar veya daha fazla servete sahip olanlar) sayısı 2022 ile 2023 arasında yüzde 10 artış gösterirken ortalama bir Türk’e daha zengin olduklarını hissedip hissetmediklerini sorduğunuz zaman, cevap kesinlikle hayır olacaktır" sözleriyle ifade edildi. Yazıda bir yandan lüks tüketimin patladığına dikkat çekilirken, diğer yandan da enflasyon nedeniyle düşük ve orta gelirli sınıfın satın alma gücündeki erimeye de değinildi.  TL’nin dolar karşısında yüzde 19 değer kaybettiğine dikkat çekilirken, bunun da gayrimenkul fiyatlarının dolar bazında hızla artmasına neden olduğu belirtildi. İstanbul ve Bodrum gibi popüler bölgelerde harcamaların artmasının ardında Türkiye’nin “yeni süper zenginleri” için hizmet veren bir varlık yönetimi sektörünün de ortaya çıktığı belirtilirken, bu sektörün Türk varlıklarının hacminin yıl sonunda 123 milyar dolara yaklaşması da bekleniyor.
                                                  ***

Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın eski hocası Christoph Daum, hayatını kaybetti

Ekim 1953 doğumlu Daum, akciğer rahatsızlığı sebebiyle bir süredir tedavi altındaydı

Christoph Daum

Fenerbahçe, Beşiktaş ve Bursaspor’da görev yapan Alman teknik direktör Christoph Daum, 70 yaşında hayatını kaybetti. Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinden yapılan açıklamada, “Eski teknik direktörümüz Christoph Daum’un vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Daum ailesine, sevenlerine ve camiamıza başsağlığı dileriz” ifadesi kullanıldı.(https://t24.com.tr/haber/fenerbahce-ve-besiktas-in-eski-hocasi-christoph-daum-hayatini-kaybetti,1180848)

                                                             ***

Ümraniye Belediyesi sokak köpeklerini bayıltıcı iğneyle vurarak toplamak istedi, vatandaşlar tepki gösterdi

Belediye ekipleri tarafından bayıltıcı iğne ile vurulan iki sokak köpeğinden biri kaçarken diğer köpek de iki kez iğne ile vuruldu. İddiaya göre bayıltılan köpek, belediyeye ait barınağa götürülmek istendi. Ancak bölgedeki hayvan hakları savunucularının tepkilerinin ardından ekipler geri adım atarak köpeği alamadı. Hayvan hakları savunucuları, söz konusu durumun yasal olmadığına dikkat çekti, toplatılmaya çalışılan köpeklere uzun yıllardır mahalleli tarafından bakıldığını ve köpeklerin oldukça yaşlı olduğunu belirtti.(https://t24.com.tr/haber/umraniye-belediyesi-sokak-kopeklerini-bayiltici-igneyle-vurarak-toplamak-istedi-vatandaslar-tepki-gosterdi,1180843)

                                    ***

Telegram kurucusu Pavel Durov, Fransa'da havalimanında gözaltına alındı

Durov'un bugün hakim karşısına çıkması bekleniyor

Telegram kurucusu Pavel Durov, Fransa'da havalimanında gözaltına alındı

TF1'e konuşan ismi paylaşılmayan bir kaynağa göre özel jetiyle seyahat eden Durov hakkında Fransa'da çıkarılmış bir yakalama kararı bulunuyordu.  39 yaşındaki Durov'un Fransa'ya Azerbaycan'dan geldiği belirtilirken, Telegram kurucusunun cumartesi akşamı yerel saatle 20.00 sularında gözaltına alındığı bildirildi.  Durov'un pazar günü hakim karşısına çıkması bekleniyor.  Telegram'ın da merkezi olan Dubai'de yaşayan Rusya doğumlu Durov'un Fransız ve Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşlıkları da bulunuyor.  Forbes'a göre yaklaşık 15.5 milyar dolar serveti olan Durov, kurduğu Rus sosyal medya platformu VK'daki muhalefet topluluklarını kapatmayı reddettikten sonra 2014'te Rusya'dan ayrılmıştı. Durov, daha sonra platformu sattı. Paris'teki Rusya Büyükelçiliği, durumu açıklığa kavuşturmak için adımlar attığını bildirdi. Rus devlet haber ajansı TASS'a konuşan bir büyükelçilik yetkilisi, Durov'un böyle bir talebi olmadığını ancak yine de kendilerinin hemen "devreye" girdiklerini belirtti.  Durov'un kardeşi Nikolay'la kurduğu Telegram'ın yaklaşık 900 milyon aktif kullanıcısı bulunuyor. 

(T24)                                                                



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder