31 Ağustos 2024 Cumartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" + Karbon denkleştirme kredileri, emisyonları azaltmada neden yetersiz? -31 Ağustos 2024-

 

Ferzan Özpetek'in Altın Portakal sınavı: 'Kanun Hükmü' sansürünü yok saymak ya da festivali 'özür'le onurlandırmak...-Candan Yıldız-

Özgür Özel'in "Bütün belediyelerimize bir yazı gönderdik. Herhangi bir sebepten dolayı konser iptali aklınızdan geçiyorsa önce Cumhuriyet Halk Partisi'ne bildireceksiniz, onu bileceğiz" tedbiriyle özgürlükler genişletilemez.

Muhalefetin oyun alanını kim belirliyor? İktidar mı çiziyor muhalefetin alanını? Pek çok emare bu soruları sorduruyor… Sanatçı Suavi'nin Beykoz'daki konserini bozkurt işaretleri yapan bir grubun engellemek istemesinin yarattığı korku ya da "hassas dengeler" Konya Seydişehir'e ulaşabildi… CHP'li Seydişehir Belediyesi Suavi'nin konserini iptal etti. Genel merkezden yöneticilere durumu aktardığını söyleyen Seydişehir Belediye Başkanı Hasan Ustaoğlu merkezden tepki almadığını ifade etti.

Konser iptalinde Seydişehir Ülkü Ocakları'nın etkili olduğu konuşuldu; her ne kadar Ustaoğlu söz konusu değil, emniyet tavsiye etti dese de… Gökçer Tahincioğlu'na konuşan Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın dediği gibi "Hükümet galiba kendini korumak için sokağa ait bir grup her zaman kendi yanında olsun istiyor." Son iki yılda 30 festivalin iptal edildiğini söyleyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Seydişehir Belediyesi'nin iptal kararı için "maalesef" dedi.

Özel, iktidarın sınırı belirlediği bir muhalefet görüntüsünün aksine Suavi'yi ziyaret etti, Aydın Çine Belediyesi'nin iptal etme niyetine el koydu ve "benzer odakların" tehditlerinden söz etti.  

Festivallere, konserlere, panellere sınır koyan, engelleyen "odaklar" malum… Bazen dini hassasiyetleri öne çıkaran parti, dernekler, bazen valilik ve kaymakamlıklar, bazen de milliyetçi adresler ve bakanlıklar…

Hatırlayacaksınız, tarihinde iki kez iptal edilen Antalya Altın Portakal Festivali geçen yıl yaşanan siyasi baskıların yüküyle başlıyor.

Kanun Hükmünde Kararname ile işten atılan bir hekim ve bir öğretmenin hayatını anlatan Kanun Hükmü belgeseli sansüre uğramıştı. Gerekçe hayatı konu edilen öğretmenin yargılandığı davanın sürmesiydi.

O dönem festivalin yönetmeni olan Ahmet Boyacıoğlu önce yargı sürecinin tamamlandığını duyurarak Kanun Hükmü'nün festivale geri aldığını açıklamıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu karara tepki olarak festivalden çekildiğini açıklamıştı. Boyacıoğlu geri adım atarak Kanun Hükmü belgeselini festivalden yeniden çıkardı. Sonrası malum, festival iptal edildi, Boyacıoğlu da görevden alındı. CHP'li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek "Festival siyaset üstüdür, hiç kimsenin siyasi emellerine malzeme ettirmeyeceğim" dese de bir sanat eserinin sansüre uğraması siyasetin bizzat konusudur. Siyasi baskının üretim özgürlüğünü nasıl ortadan kaldırdığını en yakından bilen, deneyimleyen çok sayıda yönetmen (kurmaca, kısa film ve belgesel film) filmini geri çekmişti. Jüri üyeleri de belgeselin geri alınmasını şart koşmuştu. Ama siyasi baskı galebe çaldı ve festival yapılamadı.

Bu yıl 61'incisi yapılacak Altın Portakal geçen yılın yüküyle başlıyor. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) bu yıl festivale jüri üyesi göndermeme kararı aldı. SİYAD, sansürün üzerinin örtüldüğü, özeleştiri verilmediği ve festivalin hazırlık aşamasında emek harcayan üyelerine ücretlerinin henüz ödenmediği gerekçesiyle festivale katılmayacak.

Zira SİYAD üyeleri ön jüri olarak film seçkilerinde görev alıyor ve bunun karşılığında da bir ücret ödeniyor.

Konuyu Altın Portakal'ın idari ev sahipliğini yapan ve Antalya Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan ANSET'in yöneticisi ve festivalin idari koordinatörü Cansel Çevikol Tuncer'e sordum.  

Tuncer, bir dönem SİYAD'ın genel sekreterliğini yapan ve festival yönetmeni olan Deniz Yavuz'un SİYAD'la görüştüğünü, geçen yıl nedeniyle ihtilaflı süreçten dolayı ödemelerin geciktiğini, ödenmesi için çalıştığını söyledi.

17 Eylül'de basının karşısına çıkacak ve festivalin içeriği ile ilgili açıklama yapacak Muhittin Böcek'in "sansür" yüküne değinip değinmeyeceğini göreceğiz. Zira bu "yük" unutulmuş değil.  

Aynı basın toplantısına katılması beklenen Altın Portakal'ın jüri başkanı yönetmen Ferzan Özpetek, prestijli bir festivalde üretimlerinin ilk gösteriminden vazgeçecek kadar sansüre, 'ama' ya da 'fakat' demeden ses çıkaran yönetmen arkadaşlarının duruşuna selam duracak mı? Sanata siyasi otoritelerin sınır çizemeyeceğini vurgulayacak mı? Kanun Hükmü'nün anlattığı zulmü görmezden gelecek mi? Yoksa festivali 'özürle' mi onurlandıracak? Ona da tanıklık edeceğiz... 

Belgesel Sinemacılar Birliği'nin kurucularından Nalan Sakızlı'nın Ferzan Özpetek'in "Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, sinemanın kültürel hafızasını saklayan çok önemli markadır" sözüne atfen yaptığı "sansür" hatırlatması işte tam da bu bagajdan kurtulma beklentisinin bir sonucu...

"2023 yılı Altın Portakal'da sansürle canı yanan belgesel sinemacılar, canı yananları yalnız bırakmayarak festivalden çekilen sinemacılar; insanın en doğal hakkı olan yaratıcı hakların, özgür düşünme, üretme ve paylaşma hakkının yasaklanması olarak meseleyi kamusal alanda görünür itiraza da dönüştürdüler.

Bu itiraz da festivalin ve toplumsal hafızanın kayıtlarına girdi. Belgesel Sinemacılar, film üretim süreçlerinde toplumsal hafızanın hayli yüklü olan bagajını hep önemsediler. Hakikati arama, anlamlandırma ve izleyicisiyle birlikte düşünme, uğraşlarının odağında oldu.

Bu nedenle, böylesi derdi olan filmlerini zor koşullarda ürettiler, izleyicileriyle paylaştılar, paylaşamadılar, yasaklar ve sansürlerle boğuştular, boğuşuyorlar. 

Özgür üretim ve paylaşım, istatiksel bir çokluk kavramı değil. Tek sansür bile kabul edilemez.

Demokrasi de çoğunluğun makul bulduğu esaslar manzumesi değil.

Kaldı ki, makul bildiklerinin kendisi de zaten değişken. Gücü elinde tutanların tekelinde. 

2024 Altın Portakal için şimdiden, toplumsal hafızaya 'farkındayız' notu düşmeli.

Ve olacaklara şimdiden ön almak için bu uyarıyı görünür kılmalı.

İtiraz hakkı da bir çokluk meselesi değil." 

Sakızlı'nın hatırlattığı film Reyan Tuvi'nin Gezi eylemlerini konu alan "Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek" adlı belgesel… Belgesel film 2014 yılında sansüre uğramış, o dönemde de çok sayıda yönetmen ve yapımcı festivalden çekilmişti.

Dönemin Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ise AKPli Menderes Türel'di… 

Geçen yıl belgeseli sansürlenen yönetmen Nejla Demirci'ye de duygularını sordum:

"Geçen yıl sadece sansür değil baskı ve yasak vardı. Bir film karalandı. Bir filme yapılabilecek bütün kötülükleri sinema sektörü yaşadı. SİYAD'ın açıklaması şifa gibi geldi. Festival yapılmasın demiyorum. Festivallerin önemini biliyorum ama Antalya Film Festivali sinema emekçilerini, onların üretimlerini korumalıydı. İzleyici ile sinema emekçilerinin üretimleri arasında köprü olmalıydı ama egemenlerin aparatı olmayı tercih etti. Festival başkanı "malum film" diyerek belgeselimin adını bile anmadı. Belediye Başkanı filmin arkasında durmayarak beni linç ortamına terk etti. Hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir özür dilemeden festivalin yapılıyor olması kültür sanat ortamının geldiği noktayı gösteriyor. Bu nedenle benim için yok hükmünde…"

Türkiye'de özeleştiri, yapılanlarla yüzleşme geleneği zayıf. Sansür siyaset üstü bir konu olmadı ve olmayacak da… Mesele özgürlüklerin nasıl çalındığını görebilmek ve buna karşı durabilmek…

Yoksa Özgür Özel'in "Bütün belediyelerimize bir yazı gönderdik. Herhangi bir sebepten dolayı konser iptali aklınızdan geçiyorsa önce Cumhuriyet Halk Partisi'ne bildireceksiniz, onu bileceğiz" tedbiriyle özgürlükler genişletilemez. Sansüre, baskılara, engellemelere karşı durmak idari tedbirin değil, siyasi  duruşun konusudur.

                                                             /././

Bir şairi “ıslah” etmek: Şiirin, boğaza dayanan bıçaktan tehlikeli bulunduğu düzen -Gökçer Tahincioğlu-

İşlemediği bir suçu kabul etmediği, üye olmadığını söylediği bir örgüte üye olmadığını kanıtlamak için türlü eylemlerde bulunması gerektiği için reddediliyor başvurusu. Çomak için Kasım ayında cezaevi kurulu yeni bir inceleme daha yapacak. Benzer bir rapor verilirse yine cezaevinde tutulacak. Cezaevi yönetimine göre “ıslah olana kadar…”

“Bir ömürdür cezaevindeyim… Mesela hiç cep telefonu, akıllı telefon kullanmadım. İnternet de hakeza dışarıdayken bildiğim bir şey değildi…”

İlhan Sami Çomak

Bingöl Karlıova’da doğup büyüdüğünüzü düşünün, bütün güçlüklere rağmen okumayı, sınavı kazanmayı başarıp İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ni kazandığınızı…

İlhan Sami Çolak, o günden sonrasının daha kolay olacağını düşünüyordu. Daha iyi, daha ferah… Bahar gelmiş de saçınızı, kalbinizi okşuyor gibi…

İlhan Sami Çomak böyle olacağını düşünmüştü.

Öyle geçmedi bahar…

O güzel günlerin hayalini kurarken, onlarca, yüzlerce kişinin ismini söyleyip tutuklanmasına neden olan iki itirafçı, hakkında ifade veriyordu.

Silahlı eylemlere katılmıştı o ifadelere göre, orman yakmıştı hatta… Örgütün etkili, önde gelen isimlerinden biriydi!

1994’te, 21 yaşında tutuklandı.

Kendi anlatımına göre, bu ifadeleri kabul etmesi için günlerce işkenceli sorgulardan geçti. Ve yine kendi anlatımına göre, kendini belki de o korkunun etkisiyle, hakkınca savunamadı. Orman yakmadığı açık seçik belliydi. Silahlı eyleme katılmadığı da belliydi de ortada itirafçı ifadesi vardı. Aynı yıl, müebbete mahkûm edildi. Bunun karşılığı 36 yıldı…

***

Cezaevinde Hayata Dönüş adı verilen, sonradan isminin “Tufan” olduğu ortaya çıkan, onlarca hükümlü ve tutuklunun can verdiği operasyona da maruz kaldı, kötü muameleye de…

Barışçıl protestolara katılarak bu uygulamalara karşı çıkmaya çalıştı. Kolay değil, bir ömür cezaevinde kalacaktı…

Derken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dosyası için “hak ihlali” kararı verdi. Yeniden yargılanacaktı.

O aşamada, hakkında ifade veren itirafçılardan birinin öldüğü, diğerinin ise başka bir vesileyle verdiği ifadede, işkence altında isimleri söylediğini anlattığı ortaya çıktı.

Ama yetmedi… AİHM kararı nedeniyle yapılan yeniden yargılama sonunda da aynı cezaya mahkûm edildi.

Belli ki ömrü burada geçecekti. Geçti de… Artık 51 yaşında Çomak… 21 yaşında girdiği cezaevinde tam 30 yıl geçirdi.

***

“İçeriye düşen genç insanların, başlangıçta yokluğunu hissettiği şey akıllı telefonları ve sosyal medyaya ulaşamamak oluyor. Ben bu neviden şeylerin yokluğunun yarattığı boşluğa aşina değilim.”

Yine haksız biçimde aylarca cezaevinde tutulan Celalettin Can’ın yaptığı söyleşide, yaşayamadığı hayatı böyle özetliyordu Çomak.

Gençliğini, orta yaşın ilk yıllarını cezaevinde geçirdi. Kimseye zarar vermedi bütün bu süreçte, kimsenin canını yakmadı. Ama kalpleri ağrıttı. Yazdığı kitaplar, yazdığı şiirlerle sesini duyurdu hücrelerden dünyaya…

***

Çomak’la benzer cezalardan yargılanan mafya babaları erkenden tahliye oldu. Sağ örgüt davalarından mahkûm edilenler, işkenceyle insan öldüren Hizbullahçılar tahliye oldu. Çeteler, katiller tahliye oldu. Tecavüzcüler, gaspçılar tahliye oldu.

Çomak, hepsinin cezaevinden çıkışını izledi. Ve şiirle anlattı içindekini…

***

Çomak’ın şartlı salıverme süresi dolmuş durumda.

Birkaç yıl önce dolmuş olsa, cezaevinden çıkıp gidecekti. Ancak yeni uygulamaya göre, koşullu salıvermeye cezaevindeki idare ve gözlem kurulları karar veriyor. Ancak o zaman tahliye olabiliyorsunuz.

Çomak için bu karar çıkmazsa, 6 yıl daha cezaevinde kalması gerekecek. Toplam 36 yıl.

***

20 Ağustos’ta Marmara 5 Nolu L Tipi Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu, Çomak’ın dosyasını görüştü. Koşullu salıverme talebini reddetti.

Çomak’ın talebinin reddedildiği kamuoyuna yansıdı. Ancak kararın detayları ilginç. Kurul, Çomak ile ilgili değerlendirmesinde şunların altını çiziyor:

- Cezaevinde yattığı süre boyunca 5 kez gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak.

- 4 kez kurumda gereksiz gürültü yapmak.

- 5 kez açlık grevin girmek.

- 2 kez gruplaşmaya yönelik olumsuz davranışa neden olmak.

- Yemeği topluca almama eylemine katılmak

***

Raporun devamında Çomak’ın eğitim öğretim programlarına katıldığı, tutum ve davranış değişikliğinin, gelişim motivasyonunun olumlu olduğu, ailesi ile kopan ilişkilerinin olmadığı, madde kullanmadığı da açıkça vurgulanıyor.

Terör örgütü üyesi olmadığını her seferinde vurgulayan Çomak’ın, “mensup olduğu terör örgütünden ayrıldığı konusunda samimiyet oluşmadığı” ifade ediliyor.

Gerekçesi enteresan.

“Suçu” nedeniyle pişman olup olmadığı sorulduğunda Çomak, iki itirafçının ifadesi nedeniyle ceza aldığının altını çiziyor. Bunlardan birinin öldüğünü, birinin de işkence altında ismini verdiğini itiraf ettiğini anımsatıyor. Daha ne desin? Zaten suçsuz olduğunu söylüyor.

Adı geçen örgütle ilgili fikri sorulduğunda samimi fikrini de söylüyor. Ancak üye olmadığını vurguluyor yeniden.

Zaten bununla ilgili bir kanıt bulunmadığı da ortada.

Dışarıda ne yapacağı sorulduğunda edebiyat ve şiirden başka bir konusu olmadığının altını çiziyor. İçeride de yaptığı gibi…

***

Sonuç bölümünde örgüte zaten üye olmadığını, iftira atıldığını söyleyen Çomak için, “örgütten ayrıldığına dair sözlü ya da yazılı ikrarının bulunmadığı” tespiti yapılıyor.

Düşünün, hayatınız suçlamaları reddetmekle geçmiş ama sizden “ikrarda bulunmanız” isteniyor.

Cezaevi kurulu, bu görüşünü desteklemek için, Çomak’ın, “kararlılar” olarak nitelenen, örgütlerden ayrılan, itirafçı olanların yanında kalmak istememesini kanıt gösteriyor.

Zaten böyle iki itirafçı nedeniyle 30 yılını cezaevinde geçiren Çomak, bu kişilerle kalmak istemediği için örgüt üyesi sayılıyor. İşlemediği suçların cezasını çoktan çekmiş olmasına rağmen…

Şöyle deniliyor değerlendirme raporunda:

“Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiginde hükümlünün ceza infaz kurumunda geçirdigi uzun sürenin suç ve suç algısına karşı tutum ve davranış değişikliği konusunda caydırıcı bir etki yaratmadığı, kişide suç algısının ve suça yönelik farkındalığın oluşmadığı, suç işleme yönelimi ve kendisini suça iten etkenlerin halen devam ettiği, yeniden suç işleme ve topluma zarar verme riskinin düşük olmadığı… Mükerrer suçluluğun önlenmesi, toplumun suça karşı korunması, farkındalık kazanması, iyileştirme programına alınarak bir süre daha gözlemlenmesine devam olunması gerektiği anlaşılmış olup, iyi halli olmadığı değerlendirilmiştir.”

***

İşlemediği bir suçu kabul etmediği, üye olmadığını söylediği bir örgüte üye olmadığını kanıtlamak için türlü eylemlerde bulunması gerektiği için reddediliyor başvurusu. Bir şairin, topluma faydalı olduğunu kanıtlaması isteniyor, istenileni söylemesi, istenileni konuşması…

***

Anımsayalım…

Hrant Dink’in katili Ogün Samast, cezaevinde bulunduğu sürede işlediği suçlardan dolayı 5 yıl 11 ay ceza almasına, bir gardiyanın boğazına bıçak dayamasına ve gardiyanı yaralamasına rağmen, cezaevinde fazladan 6 yıl daha tutulabilecekken, yine bir cezaevi kurulunun raporuyla tahliye edildi.

Bir tarafta şairin “ıslah” olmadığını söyleyen, diğer tarafta tetikçinin yeteri kadar yattığına kanaat getiren cezaevi kurulları.

Adalet nedir?

***

Çomak için Kasım ayında cezaevi kurulu yeni bir inceleme daha yapacak. Benzer bir rapor verilirse Çomak yine cezaevinde tutulacak. Cezaevi yönetimine göre “ıslah olana kadar…”

Ne istendiği ortada, 30 yıldır cezaevinde bulunan Çomak’ın kitapları, şiirleri, düşünceleri dışında bir silahının bulunmamasının ortada olduğu gibi…

Ama bir şairin dizelerini değiştirmekse niyet Çomak’ın bunu yapmayacağı da ortada…

Ve Türkiye’deki algıya göre, bir şiir, bir gardiyanın boğazına dayanan bıçaktan çok daha tehlikeli…

Bir itirafçı ifadesinin, herkesin gözü önünde Hrant Dink’i katleden silahtan daha tehlikeli bulunması gibi…               /././

İktidara yakın bir patron daha fazla vergi ödediğinde daha mı değerli oluyor? -Mustafa Durmuş-

Çok enteresan değil mi? İşin aslına bakılmaksızın ülkedeki iki sermaye grubu arasında, "iktidara yakınlık" veya "daha az yakınlıktan" yola çıkılarak vergi etiği açısından kıyaslamalar yapılıyor. Oysa durum "kimin daha çok ya da daha az vergi ödediği" hususundan çok daha önemli boyutlara sahip.

Gelir Vergisi rekortmenleri listesinin ilk iki ismi Saray'a çok yakın isimlerden oluşunca, özellikle de sosyal medyada bir tartışma başladı.

Öyle ki geçen yılın Gelir Vergisi rekortmenleri sırasıyla; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar ve kardeşi Haluk Bayraktar ve Türkiye'nin en büyük ve en eski sermaye gruplarından birisi olan Koç Holding'in patronu Mustafa Rahmi Koç oldu.

Selçuk Bayraktar 1,95 milyar TL, Haluk Bayraktar 1,68 milyar TL vergi ödeyerek ilk iki sırada yer alırken, Rahmi Koç 480 milyon TL vergi ödeyerek üçüncü oldu.

Saray'ın gurur tablosu mu?

Böyle olunca da Saray medyası ve Anadolu Ajansı gibi devlet medyası aşağıdaki tabloyu gururla yaymaya başladılar. Sarayın kadrolu danışmanı, "dolar 3 TL'yi geçerse yüzüme tükürün" vecizesi ile bilinen piyasa iktisatçısı Yiğit Bulut da her zamanki gibi AKP'li bu sermayedarlara övgüler yağdırdı.

Diğer yandan, daha ziyade ulusalcı, Atatürkçü, laik ya da sosyal demokrat olarak kendini tanımlayan bazı kesimlerse Koç Grubunun Bayraktarların yarattığı istihdamın 15 katından daha fazla istihdam yarattığına vurgu yaparak Koç'u savunmaya geçtiler.

Vergi etiği açısından bu kıyaslama ne kadar doğru?

Çok enteresan değil mi? İşin aslına bakılmaksızın ülkedeki iki sermaye grubu arasında, "iktidara yakınlık" veya "daha az yakınlıktan" yola çıkılarak vergi etiği açısından kıyaslamalar yapılıyor. Oysa durum "kimin daha çok ya da daha az vergi ödediği" hususundan çok daha önemli boyutlara sahip.

Öncelikle, hem Bayraktarlar hem de Koç Grubu ödedikleri vergilere temel teşkil eden kârlardan elde ettikleri gelirlerini, adına "güvenlik ve savunma sektörü" de denilen "askeri sanayi karması" bir sektörden sağlıyorlar. Bu sektör AKP iktidarlarının, özellikle de son yıllarda, en çok yatırım yaptığı, en çok desteklediği sektör oldu.

Bayraktarlar ağırlıklı olarak İHA ve SİHA gibi insansız-silahlı hava araçları üretimi ve satışlarından, Koç (Otokar) gelirlerinin önemli bir kısmını ise karada faaliyet gösteren hafif-ağır askeri araç ya da anti terör denilen zırhlı, robotik araç üretiminden sağlıyor.  

Bu durum, özünde sermaye grubu farkı gözetmeksizin ülkedeki müesses nizamın nasıl "askeri sanayi karması" sektöre doğru yöneldiğini ve devletin bu o konuda aktif rol alarak bu sektörü nasıl desteklediğini gösteriyor. Kısaca bu tür bir iktisadi faaliyetin toplum ve doğa açısından ne denli faydalı (!) olduğunu sorgulamak gerekiyor. 

Bu ürünlerin ülke içindeki temel alıcısı devlet

Yani bu kişiler ödedikleri gelir vergisinin önemli bir kısmını devlete ürün satmaktan elde ettikleri gelirlerle geri alıyorlar. Ülkede emek, demokrasi ve barışın inşası yönünde verilen mücadele açısından bu gerçeğin üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir.

İkincisi, her iki grup da acaba kendi yarattıkları değer üzerinden mi vergi ödüyorlar? Örnek olarak bir sanayi işçisi çalışarak ürettiği değerin bir kısmını gelir vergisi olarak devlete ödüyor (KDV ve ÖTV'nin yanı sıra).

Oysa ne Bayraktarlar ne de Koç'un kendi emekleriyle ürettikleri, yarattıkları bir değer var. Bu vergileri, işyerlerinde çalıştırdıkları işçilerine ödemedikleri ve adına kâr dedikleri artı değerin kendilerine dağıtılması sırasında Gelir Vergisi olarak (menkul sermaye iradı) ödüyorlar.

Kısaca, aslında bu vergilerin ödenmesine esas teşkil eden kârı (artı değeri) işçiler ürettiğinden ve kapitalist düzende üretim araçlarının sahibi patronlar olduğundan işçiler bu artı değere sahip çıkamadıkları için, bu artı değerden ödenen vergiyi de son tahlilde işçiler ödüyor.

Son olarak, "en çok vergiyi kimlerin ödediği" kadar, "bu vergilerin en çok kimler için kullanıldığı" çok daha önemli.

Kapitalizmde toplanan vergilerden elde edilen gelirlerin özellikle de iktidara daha yakın sermaye gruplarına; ballı ihaleler, sübvansiyonlar ve teşvikler olarak verildiğini, önemli bir kısmınınsa anapara ve faiz ödemelerinde kullanıldığını, daha da önemlisi bu vergilerin siyasal İslamcı otoriter bir rejimin ayakta kalması ve savaşların finansmanı için kullanıldığını biliyoruz.

Sonuç olarak

Her iki sermaye grubu da kendi kârlarını, sermayelerini ve ekonomik ve politik güçlerini büyütmek için bu vergileri veriyorlar. Bu vergi gelirlerinin, örneğin Bayraktar Grubunun İHA ve SİHA'larının Kuzey Afrika ülkelerinde dağıtılmasını sağlamak için bazı ülkelere karşılıksız bağış ya da çok ucuz faizli kredi biçiminde verildiği de ileri sürülüyor.

Özcesi, birbiriyle yarıştırılan bu iki sermaye grubunun ödediği vergiler halka daha iyi, nitelikli, ücretsiz ve kamusal eğitim, sağlık, barınma ve ulaştırma gibi temel hizmetleri fonlamak veya yoksullukla mücadele etmek amacıyla kullanılmıyor.

                                                             /././

Karbon denkleştirme kredileri, emisyonları azaltmada neden yetersiz? -Doç. Dr. İzzet Arı-

Bilim Temelli Hedefler İnisiyatifi'nin 2023 İzleme Raporu, net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirketlerin sayısında önemli artış yaşandığını gösteriyor. Ancak bu hedeflerin başarısı, şirketlerin satın aldığı karbon kredilerinin etkinliği ile doğrudan ilişkili. Ne var ki rapora göre karbon kredileri çoğunlukla etkili olmadığı gibi, gerçek karbonsuzlaşma çalışmalarını da yavaşlatma riski taşıyor. Gönüllü karbon piyasalarının geleceği ve iklim değişikliği ile mücadelede etkili bir çözüm haline gelebilmesi, şeffaflık ve yönetişim alanında kapsamlı iyileştirilmeler gerçekleştirilmesine bağlı.

Küresel ısınmayı, Paris Anlaşması ile uyumlu olacak şekilde, bir buçuk derece ile sınırlandırma mücadelesinin aciliyet kazanması, net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirketlerin sayısında da hızlı bir artışa sebep oldu. Bilim Temelli Hedefler İnisiyatifi'ne (Science Based Targets Initiative, SBTi) göre net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 102 artarak 4,205'e yükseldi. 

Ancak bu hedeflerin küresel emisyonların azaltımına olumlu etki sağlaması, şirketlerin sıkça başvurduğu bir karbon dengeleme yöntemi olan karbon kredilerinin etkinliği ile doğrudan ilgili. Ne var ki birçok araştırma, karbon kredilerinin emisyon azaltımında etkili olmadığı gibi, gerçek karbonsuzlaşma çalışmalarını olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulunuyor. 

Bugünkü koşullarda şirketler, sebep oldukları emisyonları azaltmak için kapsamlı bir yol haritası geliştirmeden de karbon kredisi satın alarak emisyonlarını dengeleyebiliyor. Bu durum, daha kapsamlı sürdürülebilirlik çalışmalarının ve iklim değişikliğiyle etkin mücadelenin önünü tıkıyor. 

Bunun yanı sıra gönüllü karbon piyasaları, ciddi bir şeffaflık sorunundan muzdarip ve projelerin etkinliğini güvenilir şekilde ölçebilecek, herkes tarafından kabul gören yöntemlerin eksikliği devam ediyor. Nitekim SBTi da raporunda, tüm bu riskler nedeniyle gönüllü karbon kredilerinin net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için kabul edilebilir bir yöntem olmaktan uzak olduğunu ifade ediyor.  

Giderek büyüyen bu güven sorunu, gönüllü karbon piyasalarının devamlılığını da tehdit ediyor. Net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirket ve kuruluşların sayısındaki artışa karşın gönüllü karbon piyasalarında son iki yıldır gözlenen daralma, mevcut durumun sürdürülebilir olmadığına işaret ediyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek ve iklim değişikliği ile mücadele potansiyelini değerlendirebilmek için, gönüllü karbon piyasalarında özellikle hesap verebilirlik ve yönetişimde ciddi iyileştirmeler sağlanması gerekiyor.

Bilim temelli hedef belirleyen şirket sayısı artıyor

Geçtiğimiz ay yayımlanan SBTi 2023 yılı İzleme Raporu, bilim temelli hedefler belirleyen şirketlerin sayısında önemli artış yaşandığını gösteriyor. Temmuz 2024 itibarıyla binin üzerinde şirketin SBTi onaylı, yani bilim temelli, net sıfır hedefleri bulunuyor. 

Özel sektör şirketlerine ve finansal kurumlara emisyonlarını azaltabilmeleri için rehberlik eden SBTi; küresel iklim değişikliği ile mücadele edebilecek, sürdürülebilir iş geliştirmeyi hedefliyor. Bu kapsamda şirketlerin hedeflerinin, Paris Anlaşması'nın küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefiyle uyumlu ve bilim temelli olması gerektiğinden yola çıkıyor. Emisyon azaltım girişimlerinin şeffaf ve nesnel olmasına duyulan ihtiyaç da SBTi gibi yapıların önemini giderek artırıyor çünkü SBTi, şirketlere, neyi nasıl yapacakları konusunda önemli bir rehberlik sunuyor.

İzleme Raporu'na göre bilim temelli hedefler belirleyen şirketlerin sayısı en fazla Avrupa'da artıyor (yüzde 53). Avrupa'yı Asya (yüzde 27) ve Kuzey Amerika (yüzde 14) merkezli şirketler takip ediyor. 

Net sıfır emisyon hedefi olan şirket sayısı yüzde 102 arttı

2023 yılında net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin sayısı ise 2022'ye kıyasla yüzde 102 artarak 4,205'ye yükseldi. Bu şirketlerin, küresel ekonominin piyasa kapitalizasyonunun yüzde 39'unu temsil etmesi, ilerleme için iyimser bir tablo çiziyor. Net sıfır emisyon hedefi bulunan 4,205 şirketin 583'ü, en geç 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyor. 

2023 yılında net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirketlerin sayısı incelendiğinde, Japonya merkezli şirketlerin başı çektiği görülüyor. Listede Hindistan, Meksika ve Endonezya gibi gelişmekte olan ülke merkezli şirketlerin de bulunması, dikkat çekici.

Türkiye'de ise 2022 yılında yalnızca altı şirketin net sıfır hedefi bulunuyordu. Bu sayı 2023'te 16'ya yükseldi. Küresel ortalamanın üzerinde olan bu artış oranı, gelişmekte olan ülkelerde şirketlerin, emisyon azaltımında ulusal hükümetlere kıyasla daha aktif rol üstlenebileceğine işaret ediyor.

Karbon yoğun sektörler, hedef belirlemekte gecikiyor

Öte yandan, emisyon yoğunluğu düşük olan ve müşteri hizmetleri gereği reklama önem veren sektörlerin, listede sayıca fazla olduğu da dikkat çekiyor. Enerji şirketlerinin listenin en sonunda yer alması, net sıfır hedeflerinin durumunu değerlendirirken nicelik kadar niteliğe de önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. 

Hizmet sektöründe faaliyet gösteren şirketler, net sıfır hedefi bulunan şirketlerin yüzde 32,3'üne denk geliyor. Enerji sektörü ise yalnızca yüzde 1,3 ile temsil ediliyor. Bu durum aslında, hedeflerin izlenmesinde emisyon yoğunluğu yüksek sektörler için ayrı bir kategori oluşturulması gerekliliğini de beraberinde getiriyor. 

Tablo 1: SBTi kapsamındaki şirketlerin sektörel dağılımı

 

Bilim temelli hedef belirlemede KOBİ'ler önde

Bu şirketler; kurumsal firmalar, KOBİ'ler (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) ve finansal kuruluşlar olarak ele alındığında ise KOBİ'lerin 2,253 ile en üst sırada yer aldığı görülüyor. Kurumsal firmaların sayısı 1,866 iken, finansal kuruluşlar ise 86 ile son sırada. KOBİ'lerin bilim temelli hedefler belirleme oranlarının yüksek olması, küçük işletmeler arasında sürdürülebilirlik ve iklim eylemine yönelik artan farkındalığın bir göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Önemli bir katılım göstermelerine rağmen kurumsal firmalar, KOBİ'lere göre geride kalıyor. En düşük katılımı finansal kuruluşların göstermesi ise, listede hizmet sektörünün başı çektiği düşünüldüğünde, kayda değer bir çelişki olarak öne çıkıyor. 

Peki net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin başvurduğu önde gelen yöntemlerden karbon kredileri, emisyonları azaltma konusunda gerçekten fayda sağlıyor mu?

Karbon dengeleme, emisyon azaltımında etkisiz

Emisyon azaltımı konusundaki gelişmeleri yakından takip eden Fosil Yakıtların Ötesinde'ye (Beyond Fossil Fuels) göre karbon dengeleme yöntemleri, şirketlerin emisyonlarını azaltmada genellikle etkisiz.

Ayrıca çalışmalar, karbon dengelemenin, gerçek karbonsuzlaşma çalışmalarını da engelleyebileceğine işaret ediyor. SBTi da Temmuz ayında yayınladığı raporda, kurumsal karbon dengeleme sertifikalarının yeterli olmadığına dikkat çekti. Ayrıca şirketleri, bu gibi karbon dengeleme programlarını iklim hedeflerine dahil etme planlarını gözden geçirmeye çağırdı. 

Nitekim gönüllü karbon piyasaları - her ne kadar piyasa temelli araçlar olarak potansiyel taşısalar da - kalite ve güvenilirlikleri konusunda uzun süredir eleştiriliyor.

Dengeleme projelerinin gerçek etkisi ölçülemiyor

Karbon dengeleme kredilerinin destekçileri, bu yöntemlerin maliyet etkin olduğunu savunuyorlar. Eleştirenler ise çevresel bütünlük, dağılımsal etkiler ve etik kaygılar gibi sorunlara dikkat çekiyor ve karbon dengeleme piyasasının ekonomik verimsizliğine işaret ediyor. 

Karbon dengeleme projelerinde çevresel bütünlük sorununa örnek olarak, yeniden ormanlaştırma ve ormansızlaştırmayla mücadele projelerindeki durum verilebilir. Bu projelerde ormansızlaşma riskini abartılıyor ve böylelikle önlenen karbon miktarı fazla tahmin ediliyor. Böylelikle, gerçekte önlenen emisyonlardan daha fazla karbon kredisi verilmiş oluyor. Emisyon mahsuplaşmada bu kredilerin kullanılması, küresel emisyonlarda net bir artışa neden olunuyor. 

Dağılımsal etkiler sorununa da yine aynı sektörden örnek verilebilir. Nitekim büyük ölçekli ağaçlandırma gibi projeler, yerel toplulukların arazi kullanımını sınırlandırarak geçim kaynaklarına zarar verebiliyor. Üstelik elde edilen karbon dengeleme sertifikaları, çoğunlukla daha zengin kuruluşların hanesine yazılıyor. Bu da  karbon denkleştirmede bir dağıtımsal etki sorunu ortaya çıkarıyor.

Etik kaygılar ise şirketlerin yeşil badana pratikleriyle ilgili. Birçok şirket, kendi emisyonlarını azaltmak yerine karbon dengeleme kredileri kullanarak, çevreye, gerçekte olduklarından daha duyarlı görünebiliyorlar.

Endişe yaratan önemli noktalardan bir diğeri, dengeleme projelerinin gerçek etkisini değerlendirmeye yarayacak, güvenilir bir yöntemin eksikliğiÜstelik karbon kredileri için sağlanan fonların önemli bir kısmı, doğrudan emisyon azaltım projelerine katkı sunmak için kullanılmak yerine finansal aracılık sektörü tarafından tüketiliyor. Kamusal şeffaflık eksikliğiyle birlikte bu durum, güven sorunları yaratıyor

Örneğin Kaliforniya'nın orman karbon dengeleme programları, sistematik olarak daha fazla kredi verdikleri gerekçesiyle eleştiriliyor. Bu programların hatalı tasarlandığı, ekolojik ve istatistiksel eksikleri olduğu ve dolayısıyla gerçek iklim faydası yaratmadığı iddia ediliyor

Karbon kredisi almak son çare olmalı

Mevcut karbon yönetim modelleriyle ilgili temel bir sorun, karbon kredileri satın alarak karbon dengeleme yoluna gitmeden önce yapılması gereken emisyon azaltımlarıyla ilgili net koşullar bulunmaması.

sacası bir şirket, kendi sebep olduğu emisyonları azaltmak için elinden geleni yapmak zorunda tutulmuyor; bilim temelli hedefler belirlemesi veya daha geniş sürdürülebilirlik girişimlerinde nasıl bir rol oynayabileceği hakkında plan yapması gerekmiyor; doğrudan karbon kredisi satın alarak emisyonlarını kağıt üstünde düşürebiliyor. 

Üstelik bazı çalışmalar, karbon dengelemenin güvenilirliğinin, genellikle gerçekçi olmayan vaatlerle desteklendiğine ve sürdürüldüğüne işaret ediyor. Buna göre, karbon dengeleme kredilerinin etkinliğine dair bilgi eksiklikleri, kendini konunun uzmanı olarak takdim eden kişilerin görüşleriyle dolduruluyor ve yöntemin güvenilirliğine dair genel kanı böylelikle sürdürülebiliyor. 

Karbon yönetimine dair yapılan reform önerileri de bu gibi sorunların ve eksikliklerin giderilmesi amacını taşıyor. Hem emisyon azaltımını hızlandırmak hem de karbon dengelemenin güvenilirliğini sağlamak için daha geniş sürdürülebilirlik girişimleri ve muhasebe çerçeveleri içeren, gelişmiş bir karbon yönetim hiyerarşisi öneriliyor.

Bu hiyerarşiye göre şirketlerin ilk yapması gereken, tüm iş planlarını gözden geçirerek karbon yoğun aktivitelerden olabildiğince kaçınmanın yollarını aramak. İkinci adım, verimliliği artırmak; üçüncü adım ise karbon-yoğun enerji kaynaklarını, düşük kaynaklı alternatifler ile değiştirmek. Karbon kredileri satın almak ise, ancak bu üç adım ile önlenemeyen emisyonları dengelemek için önerilen bir son çare. 

Bu hiyerarşi, hem aşırı kredi yaratılması nedeniyle arz fazlası oluşması riskini azaltmayı hem de kolayca suistimal edilebilecek kurallara sahip karbon dengeleme protokolleri oluşturulmasının önüne geçmeyi hedefliyor.

Güven eksikliği, piyasada daralmaya sebep oluyor

Geçtiğimiz mayıs ayında yayımlanan 2024 Gönüllü Karbon Piyasasının Durumu raporunun da ortaya koyduğu üzere küresel gönüllü karbon piyasası, 2021'de zirveye ulaştıktan sonra daralmaya başladı. İşlem hacminde yüzde 56'lık bir azalma, ortalama kredi fiyatında ise yüzde 11'lik düşüş yaşandı. 

Bu azalmaların tetikleyicisi olarak, karbon kredisi projelerinin daha sıkı denetimden geçmeye başlaması gösteriliyor. Özellikle REDD+ (Ormansızlaşma ve Orman Bozulmasından Kaynaklanan Emisyonların Azaltılması) programı altındaki projelere duyulan güven eksikliği öne çıkıyor. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, bu projelere dair incelemeler, olumlu etkilerinin oldukça abartılı hesaplandığını ortaya koyuyor.  Sebep olarak ise metodolojilerinin tam da bu sonucu doğuracak şekilde tasarlanması gösteriliyor. 

Benzer şekilde, doğa temelli projelerin karbon kredisi metodolojilerinin doğruluğuna ilişkin tartışmalar uzun süredir devam ediyor. Bu güvensizlik de fiyatların düşüşünde beklenmedik şekilde etkili oldu. Karbon kredisi projelerinin katkısallığı (yani bir proje kapsamında sağlanan emisyon azaltımının, ancak o proje faaliyetlerinin karbon kredisinin satışından sağlanan gelirle mümkün olabilecek olması) ve yönetişimi konusunda sorunlar var. Ayrıca potansiyel kurumsal alıcıların yeşil badana (greenwashing) yaptıklarına dair eleştiriler de alıcıların yatırımlarını geri çekmesine neden oluyor. 

Her ne kadar gönüllü karbon kredileri için yayınlanmış ‘temel karbon ilkeleribulunsa da, net sıfır hedefine ulaşmak için karbon denkleştirmenin nasıl kullanılabileceğine dair SBTi'ın sağladığı rehberliğin yetersiz olduğu görülüyor. Bu durum, kredilerin yeterli talep görmesini engelliyor. Ayrıca gönüllü karbon piyasası genişledikçe, piyasadaki aktör sayısı, nitelikleri ve beklentileri de farklılaşıyor. Bu durum da karbon kredilerinin fiyatını ve hacmini aşağı yönlü baskılayan bir diğer unsur.

Sistemde önemli iyileştirmelere ihtiyaç var

Gönüllü karbon piyasalarında sistematik olarak gözlenen fazla kredi verme veya arz fazlası oluşturma sorunu; net sıfır emisyon hedefi belirleyen bunca ülke, şirket ve kurumsal yapı varken ortaya çıkmaması gereken bir durumdu.

Paris Anlaşması'nın karbon kredilerine ilişkin 6. Maddesi ile uyumlu olmak, çevresel bütünlüğü korumak ve çifte sayımdan (bu, tek bir karbon kredisinin birden fazla kuruluş tarafından sahiplenilmesi sonucu ortaya çıkan muhasebe hatası ve eksikliği olarak özetlenebilir) kaçınmak, gönüllü karbon piyasalarının etkili ve güvenilir olması için büyük önem taşıyor. Bunu sağlayabilmek için ise daha sıkı ve herkes tarafından anlaşılabilir yönergeler oluşturulması gerekiyor. Sistemin etkin bir şekilde çalışabilmesi için hesap verebilirlik ve yönetişimde önemli iyileştirmelere ihtiyaç var.

m eleştirilere karşın gönüllü karbon piyasaları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, önemli iklim eylemlerini teşvik etme potansiyeli taşıyor. Tamamlayıcı proje türleri ve metodolojiler sunarak kritik bir rol oynayabilir ve net sıfır hedeflerine ulaşmak için herkesi sürece dahil edebilir. Böylelikle, devletlerin iklim eylemlerini tamamlayıcı bir rol üstlenebilir. Ancak bu zorlukların üstesinden gelmek ve potansiyelini değerlendirmek için küresel ölçekte sağlam politika desteğine ve yenilikçi çözümlere acil olarak ihtiyacı var.

Aksi halde, gönüllülük esasına dayanan gönüllü karbon piyasaları ve kurumsal karbon dengeleme sertifikaları, varoluşsal bir mücadeleyle karşı karşıya kalabilir. Bu durum, bu piyasaların geleceği ve etkisi konusunda ciddi sorgulamalara neden olabilir. 

                                                             /././

                                                 T24 - GÜNDEM 

Bahçelievler Devlet Hastanesi'ne silahlı saldırı; yaralılar var: Hastaneye çok sayıda özel harekât polisi sevk edildi

İstanbul Bahçelievler Devlet Hastanesi acil servisine kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda 5 kişinin yaralılandığı öğrenildi. Saldırıda hastane binası ve bir ambulans da zarar gördü. Olay yerine çok sayıda özel harekât polisi ve çevik kuvvet polisi ekipleri sevk edildi. Polisin incelemesi sürüyor. 

                                                         ***

Caddede yürüyen 3 kişiye silahlı saldırı: 1 ölü, 1 yaralı

Olaydan birkaç saat önce de yine yine Bahçelievler’de sokakta silahlı saldırıya uğrayan 3 kişiden biri yaşamını yitirdi, 1 kişi yaralandı. Kocasinan Merkez Mahallesi Mahmutbey Caddesi üzerinde yaya olarak ilerleyen 3 kişiye kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce ateş edildi. Saldırıya uğrayan bir kişi olay yerinden kaçarken, 1 kişi öldü, 1 kişi yaralandı.Yaralı, ilk müdahalenin ardından hastaneye kaldırılırken, diğer kişi olay yerinde hayatını kaybetti. Emniyet, saldırıyı gerçekleştiren zanlı ya da zanlıları yakalamak için çalışma başlattı.                          ***

Paralimpik Oyunları'nda 3. gün geride kaldı; Para Millilerden 4 madalya

Paris 2024 Paralimpik Oyunları'nda Çin, madalya tablosunun ilk sırasındaki yerini korudu. Paris'te 8 Eylül'e kadar sürecek oyunların üçüncü gününü Çin, 12 altın, 9 gümüş, 4 bronz madalya olmak toplam 25 madalyayla ilk sırada bitirdi.Türkiye, oyunların üçüncü gününde para tekvandoda 1 altın, 2 gümüş, para masa tenisinde de 1 bronz madalya aldı. Türkiye'nin oyunlardaki madalya sayısı ise 1 altın, 3 gümüş, 2 bronz olmak üzere 6'ya yükseldi ve ay-yıldızlılar üçüncü günü 14. sıraya yükselerek tamamladı. Güne damga vuran branş para tekvando oldu. Erkekler K44 64 kiloda Mahmut Bozteke altın, K44 70 kiloda Fatih Çelik ve kadınlar K44 57 kiloda Gamze Gürdal gümüş madalya kazandı. Türkiye, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın kutlandığı gün para masa tenisinde de bronz madalya aldı. Çiftlerde MD 8 sınıfında Abdullah Öztürk-Nesim Turan ikilisi bronz madalya kazanarak önemli bir başarıya imza attı.(Madalya sıralaması) Paris 2024 Paralimpik Oyunları'nda 30 Ağustos'ta madalya sıralamasında ilk 10 ve Türkiye'nin sırası şöyle:

(T24)

       


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder