AKP'nin yeni müfredatı ve yeni ders kitapları (V): Türkçe -TKP’li Eğitim Emekçileri Müfredat Komisyonu-
TKP'li Eğitim Emekçileri Müfredat Komisyonu, yeni müfredata göre basılan ders kitaplarını sırasıyla mercek altına alıyor. Dosyanın bu bölümünde Türkçe 5. sınıf ders kitabını inceliyoruz.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli öğretim programına uygun şekilde yazılan Türkçe ders kitabı, müfredattaki konuların bilimsel bir yöntemle değil zor olanın çıkarılıp geriye etkinliklerle dolu ama içi bilgi ve öğreticilik açısından boş “Maarif Modeli”nin aynası şeklinde kurgulanmıştır. Türkçe ders kitabı iki cilttir ve 1. Kitap, 2. Kitap olarak adlandırılmıştır.
Kitaba genel olarak baktığımızda önceki yıllarda var olan dilbilgisi konularını ve etkinliklerinin kitaptan çıkarıldığını ya da oldukça azaltıldığını görüyoruz. Bu etkinliklerin yerine konulan sezdirmeye dayalı etkinlikler ise birbirinin tekrarı ve verilen altı saatlik ders süresi için oldukça kalabalık. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu ders kitabının derslerde uygulanması için hazırladığı çerçeve planda ilk hafta “Oyun Durdu” metninin dinlenmesi, etkinliklerinin yapılması ile ilgili yönergeler yer alıyor. Metne yönelik etkinliklerden sonra “tahmin etme” stratejisinin uygulanacağı üç ayrı birbirini tekrar eden benzer etkinlik karşımıza çıkıyor. Tüm bu etkinlikler için verilen süre altı ders saati. Sınıf mevcutları, öğrencilerin hazır bulunuşlukları göz önüne alındığında bu etkinlikleri verilen sürede bitirmenin imkânsız olduğu görülüyor. Kitaptaki birbirine benzer, kalabalık etkinlikler dikkate alındığında “Maarif Modeli”nin sadeleşme hamlesinin kitaplardaki bilimsel bilgiyi yok etmeye yönelik olduğu anlaşılıyor.
Kitaptaki dini vurgular
1. Kitap, sayfa 37, 13. etkinlikte, “Bir yarışmayı kazanmak istediğinizde ne yaparsınız?” diye sorulmuş ve ardından kare kod okutularak şiirin dinlenmesi istenmiştir. Kare kod okutulduğunda Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden ödül alan ve Millet Partisi Bursa Nilüfer Belediye Bakanı adayı olan Selami Yıldırım’ın “Anne Bana Dua Et” şiiri ile karşılaşıyoruz. Şiirden sonra sorulan sorularda da günlük yaşamda başarılması gereken işlerde önemli olanın “dua” olduğuna vurgu yapılmış. Bu etkinlik laiklik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
2. Kitap sayfa 96’da “İnsanların tutum ve davranışlarının doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna karar verirken kişisel görüşlerimizi değil, toplumun kabul edip onayladığı kurallardan uygun olan birini esas almalıyız. Örneğin kanunlar, okul kuralları, evrensel kabuller, gelenek ve görenekler, toplumsal ahlak kuralları ve dini kurallar toplumun kabul ettiği, benimsediği kurallardan bazılarıdır” ifadesine yer verilmiştir. Bu ifadeye göre insanların tutum ve davranışlarını değerlendirirken dini kuralların önemli olması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
2. Kitap sayfa 53’te geleneklerin ve bayramların anlatıldığı bölümde, "Her bayramın bayram namazının kılınmasıyla başlaması bir gelenek değil, dini bir gerekliliktir" ifadesi yer almaktadır.
Kitaptaki AKP propagandası
2. Kitap sayfa 86’da yazar Bestami Yazgan’ın "Gülü İncitme Gönül" şiiri yer almaktadır. Söz konusu şiir 21 Mayıs 2017 tarihinde yapılan AKP 3. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından okunmuştu. Erdoğan 2019 yılında Ordu’da partisinin aday tanıtım toplantısında da yine Yazgan’ın başka şiirini okumuştu.
2. Ders Kitabı sayfa 72’de yer alan bir kroki çiziminde; sağlık sisteminde yarattığı büyük maliyet ile sık sık gündeme gelen ‘hasta garantili’ şehir hastanelerinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden önce "seçim vaadi" olarak gündeme getirdiği, çoğu hâlâ tamamlanamamış millet bahçeleri yer almıştır.Patronlara yeni pazarlar bulmak ve mevcut pazarlardaki ilişkileri derinleştirmek için çalışan DEİK Başkanı'nın gündeminde Çin'in "Kuşak ve Yol" projesi vardı.
Asya, Avrupa ve Afrika'yı lojistik ve yol projeleriyle birbirine bağlamayı amaçlayan girişim, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Haziran ayındaki Çin ziyareti sonrası gündemdeki ağırlığını artırdı. İktidar medyasının bir bölümü projeyi "fırsat" olarak değerlendirirken bir kısmı "Çin'in bir sessiz istila" peşinde olduğunu savunmuştu.
DEİK Başkanı Olpak'ın patronlar cephesinden yaptığı açıklamaysa dengeliydi. Ekonomik imkanlar kadar yitirilebilecek pazarlara işaret edildi, açıkça uyarıda bulunuldu.
'Lojistik avantajımız ortadan kalkacak'
Çin'in, Kuşak ve Yol projesi için şu ana kadar 50-60 milyar dolar harcadığını hatırlatan Olpak, "Çin'in zengin pazara çabuk ve hızlı ulaşmaya çalıştığını" söyledi.
Bugün bir gemi Şahghay'dan Amsterdam'a 40-45 günde gidiyor. Olpak'ın aktardığına göre, 2-3 yıl önce Türkiye'nin yer aldığı projenin Orta Koridor ayağında yapılan bir denemede Şanghay'dan Amsterdam'a 11 günde gidilebildi. Projenin hedefi bu süreyi 7-9 güne düşürmek.
Olpak, bu hedefe yaklaşıldığını kaydederek şöyle konuştu:
"İyi ihracatçı illerimizden Gaziantep'ten yola çıkan bir tır, 3-4 günde Amsterdam'a varıyor ama Çin, 8 güne indiğinde 'en büyük avantajım' dediğimiz lojistik avantajımız ortadan kalkacak. O zaman Çin'in Kuşak ve Yol'unu alkışlarken neyi alkışladığımızı iyi bilmemiz lazım. Oradan gelen tırlar geriye boş gitmeyecek, nasıl dolduracağımı bilmem lazım. En büyük pazarımız olan Avrupa pazarımızda ciddi bir kayıpla karşı karşıya kalacağız."
'Çin'le ortaklığımız 1'e 10 oranında aleyhimize'
DEİK'in konuya ilişkin iki rapor hazırladığını kaydeden Olpak, "Akıllı hareket edersek bu süreci fırsata da çevirebiliriz. Çin en büyük ortağımız haline geldi ama 1'e 10 gibi bir oranla aleyhimizde... Bunu kapatmamız lazım" dedi.
DEİK Başkanı Olpak, "Türkiye'nin BRICS üyeliğine nasıl bakıyorsunuz?" sorusu üzerine, Türkiye'nin BRICS ile ilişkisinin bugün başlamadığını, daha önce gözlemci üye olarak toplantılarda yer aldığını belirterek, "Ekonomik değerlendirmemden ziyade siyasetin bir oyun alanı olarak değerlendiriyorum. Bugünlerde biraz hareketlenmiş görünen, Avrupa ile ilişkiler konusunda yeni bir kart açması gibi..." dedi.
BRICS yorumu: 'Bu bir şeyler alabilme sürecidir'
Daha önce Avrupa Birliği ile yüksek düzeyli ekonomik diyalog toplantıları yapıldığını, Doğu Akdeniz krizinden sonra bu toplantıların iptal edildiğini hatırlatan Olpak, şöyle devam etti:
"Bu yılın başında İstanbul'da, bir ay önce de ismi değiştirilerek Brüksel'de yüksek düzeyli ticaret toplantıları başlatıldı. Bu aslında üstü kapalı bir şekilde 'biz hem dik duruyoruz hem de bir taraftan gelin ufak ufak karşılıklı ısınalım' demenin bir başlangıcıydı. Dışişleri Bakanımızı da gayriresmi dışişleri bakanları toplantısına uzun süre sonra ilk kez davet ettiler. Donan ilişkilerde böyle olumlu bir şeyler görülmeye başlandı. Onların olduğu yerde siyasetin karşılıklı bir kartlaşması şeklinde görüyorum. Bunun kopmaya doğru götüreceği kanaatinde değilim. Türkiye, o ilişkiyi bence dengeli götürebilir. Bunu ifade ederken kimseden herhangi bir sinyal almadığımı söylemek isterim. Bu bir pazarlık, bir şeyler alabilme sürecidir. İki dengeyi de birlikte götürebileceğimizi düşünenlerdenim."
Patronlar hâlâ 'kolaylık' istiyor
Hükümetin yeni Orta Vadeli Programı'nı değerlendiren Nail Olpak, kendisine gazeteciler tarafından sorulan "servet transferi" ifadesinin ekonomi yönetimiyle bir araya geldiği farklı toplantılarda da kullanıldığını söyledi.
İhracat patronlarına sağlanan döviz desteğinin artırılmasını isteyen Olpak, bunun "bütçe dengesini çok da bozmayacağını" söyledi.
Olpak'ın talepleri bununla sınırlı değildi. "Merkez Bankası rezervlerinin iyiye gittiğini her gün dinliyoruz" diyen DEİK Başkanı, ihracatçı patronlara getirilen yüzde 30'luk döviz bozma zorunluluğunda oranın düşürülmesini istedi. Ayrıca küçük ve orta ölçekli işletmeler için kredilerin büyütülmesi gerektiğini savundu.
/././
Yeni değil, uzunca bir süredir İngiltere, cesur adımlarla bir dünya savaşı doktrinini uyguluyor. Boris Johnson ve ekibi bu doktrinin adına: ‘Rekabetçi bir Çağda Küresel Britanya’ dedi. İngiltere, dikkatle izlenmesi gereken bir ülke ve sömürgeciliğin geçmişte kaldığı falan yok. Hızla irtifa kaybeden pozisyonlarını korumak için bir üçüncü dünya savaşı çıkarabilirler mi? Evet, buna niyetleri olduğunu zaten askeri kaynaklar dahil olmak üzere defalarca gösterdiler ve ifade ettiler. Bu köşedeki yazılar geriye doğru taranır ve hafızalar tazelenirse aslında nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz görülür. Tehlikenin tam göbeğinde, yani ateş hattında Türkiye duruyor. İngiltere’nin hedefinde Montrö boğazlar sözleşmesi var, bu artık kimse için bir sır değil. NATO üyeliği, Türkiye için tarihte belki de hiç olmadığı kadar büyük bir güvenlik sorunu. NATO üyeliği, Türkiye’yi bir anda küresel bir savaşın içine yuvarlayabilir. Erhan Nalçacı, kendi köşesinde bu konuyu ele alıyor ve haklı olarak şu soruya işaret ediyor: ‘NATO Türkiye’yi nasıl savaşa sürükleyebilir?’
Şimdi, İngiltere’ye yaklaşmadan İrlanda’dan ibretlik birkaç haber vermek istiyorum. Bu haberler kamu bütçesinin liberal yağmacılar tarafından nasıl acımasızca yok edildiğini gösteriyor. Avrupa Adalet Divanı, Apple’ın İrlanda’dan vergi kaçırdığına hükmetti. Alınan kararla Apple, İrlanda’ya toplamda 14 milyar Avro ödemek zorunda. Rakamın büyüklüğünü tahayyül edebiliyor musunuz? 14 MİLYAR AVRO! Bu şirketlerin ülkelerden sızdırdığı verginin bence görünen ve saklanamayan boyutu. Buzdağının altında kim bilir daha neler var? Peki, bu vergiler ödenmeyince ne oluyor? Sonuçta şirketler girdiği ülkede yatırım ve istihdam yaratıyor. Vergi ödemese ne olur ya! Histerileriyle kıvranan alıklara sert yanıtlar vermek gerekiyor. Şirketler vergi kaçırdığı için İrlanda’da evsizlerin sayısı rekor düzeyde artıyor ve 14 bin sınırını geçiyor. Şirketler vergi ödemediği için, yoksul İrlandalı çocuklar üniversiteyi rüyalarında görüyor. Çünkü, ihtiyaçları olan yurtlar ve barınma yerleri devlet tarafından inşa edilmiyor. Elbette sadece meselelere vergi odaklı bakmamak gerek, karşımızda bir sistem var; ancak örnek haber bu olması nedeniyle, odağı burada tutmaya çalışıyorum.1 Şirketlerin kamu bütçesini yağmalamasının yarattığı yıkım çok büyük. İşçi sınıfının çocukları, üniversiteye devam edebilmek için karavanlarda, arabalarda, çadırlarda ya da sokaklarda uyumaya zorlanıyor. Bu ekonomik şartlarda yaşamaya ve hatta okumaya zorlanan çocuklardan gelecekte iyi birer birey olmaları bekleniyor. Kapitalizmde iyiye dair hiçbir şey yok. Sık sık şu soruyla karşılaşıyorum: “Hiç mi iyi bir şey yok, hocam yaaa?” “Yok ulan! Hiç iyi bir şey yok!” Ukrayna savaşı başladı, savaştan kaçan kadınlar Avrupa’da fuhuşa sürüklendi ve yolda kaybolan çocukların akıbeti bilinmiyor. Buna savaşın vurduğu ve ırkçı bir yaklaşımla ‘diğer’ kategorisindeki halkların yaşadıkları dahil değil. Gelelim bir diğer meseleye, bisiklet kulübesi ya da bisiklet park alanı skandalına. Bisiklet mi? Evet, bisiklet. Çevreci ve doğa dostu, aynı zamanda hükümet ortağı Yeşillerin sponsorluğunda, meclis bahçesine bisikletlerin park edilebilmesi için bir alan inşa edildi. Aşağıdaki fotoğraf bu alanın büyüklüğünü ve çapını gösteriyor.
Dublin’de Leinster House'a (Meclis Binasına) yapılan bisiklet otoparkı sadece 18 bisiklet kapasiteli.Bu bisiklet otoparkının maliyeti ne olabilir? İnsanın aklına pek çok rakam gelebilir. Bu küçük alanın İrlanda devletine maliyeti tam tamına 336 bin avro.2 Elbette İrlanda kamuoyu ayağa kalktı, muhalefet hükümete sorular yöneltti; ancak gelin görün ki koalisyon hükümeti yetkilileri sorumluların telefonlara cevap vermediğini söyledi. Hükümet yetkilileri defalarca şu vurguyu yaptı: ‘Sorumluları bulmak sandığınız kadar kolay değil ve bu karmaşık bir iş’. Kamu bütçesinin böylesine arsızca yağmalandığı bir ülkede toplumsal barış falan olmaz. Bu yağma, neoliberalizmin hüküm sürdüğü tüm dünyada gerçekleşiyor. Yağmanın olduğu yerde, sosyal savaş olur.
Peki, Apple vergi kaçırıyor, meclis binasına kimin yaptığı belli olmayan bisiklet otoparkının maliyeti binlerce avro tutuyor, bunun suçlusu kim? Elbette mülteciler, elbette göçmenler. Yurt ateşiyle yanıp tutuşanların gerçek hırsızları (sermayedarları) gizlediklerini ne zaman fark edeceğiz? Küresel bir savaş çıkıp, kitlesel yok oluşu yaşadıktan sonra mı? Günün 24 saati sosyal medyayı yalan haber ve nefretle dolduran ülke sevdalılarını bir gün olsun vergi kaçıran şirketlerin önünde gören oldu mu? Dünyanın her yerinde savaşlar çıkaran emperyalist komşularına karşı tek söz ettiklerini duyan oldu mu? Mülteci kamplarını yakmaya çalışanlar, Apple binasının camlarına bir çakıl taşı dahi gelsin istemiyor. Şirketlere kesilen vergi cezaları, muhtemelen onları üzüyor. Ya sermaye ülkeyi terk eder ve istihdam yaratmaktan vazgeçerse diye sözde hayıflanıyorlar.
Gelelim zurnanın en büyük deliğine. İngiltere, artık büyük bir kara delik ve bu delik kapatılmazsa tüm dünyayı yutabilir. İşçi Partisi hükümetinin, bir kâbus hükümeti olabileceğini sevinç çığlıkları arasında söylemiş ve yine huzur kaçırmıştık. Keir Starmer kabinesi, bir savaş kabinesi olabilir ve bu yolda emin adımlarla ilerliyor. Barış görüşmelerini büyük bir marifetle baltalayan İngiltere, ABD’yi uzun menzilli füzeler konusunda cesaretlendiriyor. Ukrayna savaşında sona yaklaşan batı cephesi, Rusya’nın sınır çizgilerini zorlamaya devam ediyor. Peki, uzun menzilli füzeler ki bunlar Moskova’yı vuracak kapasiteye sahip, bu füzeler nasıl kullanılacak? NATO’nun bu işe karışması şart. Karışmadı mı ki? Karıştı ama şu vakte kadar karşılıklı bazı şeyler görmezden gelindi, ancak bu durum başka. İngiltere’nin kışkırttığı şey, büyük bir yıkıma neden olabilir. Füzeleri kullanabilme kapasitesi Ukrayna’da yok. Yıpratma savaşında, İngiltere cephesinden bakıldığında bir sonraki aşamaya geçilmek zorunda gibi. 2025 yılı tüm dünya için kritik bir yıl olabilir. Tıpkı, NATO ve İngiliz askeri kaynaklarının defalarca işaret ettiği gibi. Putin cephesinden yapılan açıklamalara baktığımızda ise değişen bir şey yok. Rusya, bu füzelerin kullanımının NATO olmadan mümkün olamayacağını biliyor ve böyle bir şeyin yanıtsız kalamayacağına işaret ediyor. Bununla da yetinmiyor ve BM’de resmi olarak bunu deklare ediyor. Rusya’ya düşecek bir füze, NATO ile resmi olarak bir savaş anlamına gelecek. Hep tekrar ettiğimiz şeyi bir kez daha tekrarlayalım, tüm bu dehşetengiz senaryoların gerçekleşip gerçekleşmemesi tartışma alanımızın dışında. Buradaki temel sorun, İngiltere’nin her fırsatta hem de nükleer bir güç savaşına dönüşebilecek bir şeyi sürekli kışkırtıyor olması.
Peki, tüm bu savaş kışkırtmalarının gölgesinde, İngiltere işçi sınıfını ne bekliyor? Tıpkı yukarıdaki vergi ve yağma tartışmalarında olduğu gibi, savaşa ayrılan kamu bütçesinin bedelini yoksullar ödüyor. 2025 yılı için hazırlanacak olan bütçenin, İngiltere’deki yoksullar için acı sonuçları olabileceğini İşçi Partisi Lideri Starmer birkaç kez söyledi. Sir, fedakârlık döneminde olduğumuzu söylüyor. Sanki hiç fedakârlık yapılmıyormuş gibi. Nükleer kapasitenin arttırılması, Ukrayna’da biten mühimmatın tahkim edilmesi, kısacası İşçi Partisi, işçilerin sırtına acımasızca binecek ve kırbacı şaklatacak gibi görünüyor.
Şimdilik bu fedakârlığın boyutları maddi ölçülerle sınırlı. Gelecekte İngiltere’deki yoksulları ve belki de göçmenleri savaşa gitmeye ikna edebilecekler mi, ya da bunu yapmaya zamanları olabilecek mi? Tüm bu soruların cevabını bize zaman gösterecek. Ancak yoksulların ve hâlâ varsa eğer örgütlerin yapması gereken bir şey var ki daha fazla vakit kaybetmeden dünya barışı için harekete geçmek. Irak savaşında ortaya çıkan barış çığlıklarının, hapsoldukları dehlizlerden çıkıp yükselmesi gerekiyor. Yoksa dünya hızla büyük bir savaşa doğru sürükleniyor gibi görünüyor.
- 1.‘Apple must pay Ireland €14.1bn in unpaid taxes, court rules’ https://www.rte.ie/news/business/2024/0910/1469236-apple-tax-case/ Erişim Tarihi: 14/09/2024
- 2.‘Why did the Leinster House bike shed cost so much and what happens next?’ https://www.irishtimes.com/life-style/2024/09/06/its-not-even-a-shed-a-… Erişim Tarihi: 14/09/2024
- (soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder