19 Eylül 2024 Perşembe

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -19 Eylül 2024-

AKP'nin yeni müfredatı ve yeni ders kitapları: 9. sınıf matematik(VII) -TKP’Lİ EĞİTİM EMEKÇİLERİ MÜFREDAT KOMİSYONU-

TKP'li Eğitim Emekçileri Müfredat Komisyonu, yeni müfredatın ders kitaplarını sırasıyla mercek altına alıyor. Dosyanın bu bölümünde liselerdeki Matematik ders kitaplarını inceliyoruz.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında sunulan yeni öğretim programı bu sene liselerde 9.sınıflar ile başlayacak.

2005’te “yapılandırmacı” felsefeyi temel alan eğitim sistemini getirdiklerinden beri AKP ve AKP’nin Milli Eğitim Bakanları, Ortaöğretim (Lise) Matematik ders sürelerinde ve müfredatında sürekli değişiklikler yaptılar. Önce Matematik (haftada 6 saat) ve Geometri (haftada 2 saat) olarak haftada toplam 8 saat okutulan bu iki ayrı dersi Matematik çatısı altında birleştirip haftada 6 saate indirdiler. Sonra da bazı liselerde haftada 5 saate... Amaçlanan, seçmeli dersler adı altında verilen dini eğitime ayrılan haftalık derslerin sayısını artırmaktı.

Bakanlar değiştikçe hazırlanan müfredatın içeriği de değişti. Birisinde 9.sınıfa “Sayılar” konusu ile başlandı, diğerinde “Fonksiyonlar” konusu ile, bir diğerinde de “Mantık” konusu ile… Bu seneki programda da 9.sınıf konularının “Üslü ve Köklü İfadeler” ile başlanmasına karar verilmiş. 9, 10, 11 ve 12.sınıf konularını kendi aralarında sürekli değiştirerek hem kafa karışıklığına sebep oldular hem de “değerler eğitimi” adı altında dini propagandalarını eklediler. 

Geçtiğimiz hafta okulların açılmasıyla yeni öğretim programına uygun Matematik ders kitapları 9.sınıf öğrencilerine dağıtıldı.

Kitabın bazı yerlerinde İslam alimlerinin hayatına yer verilmiş. Ayrıca Türk-İslam sentezi vurgusu kitabın belli yerlerinde kendisini gösteriyor. 

Günlük hayattan problemlere ayrılan bölümün azaldığını gözlemliyoruz. Yerli sermayenin ihtiyaçlarına uygun şekilde yazılım sektöründe öğrenci yetiştirme planının bir parçası olarak “Algoritma ve Bilişim” adında daha önce programda olmayan bir tema eklenmiş görünüyor. (9.sınıf 5.tema, 2.kitap)

Ayrıca devlet okullarında okutulan derslerin, devlet tarafından dağıtılan ders kitaplarında herhangi bir siyasi partinin propagandasının bulunmaması gerekir. 9.sınıf Matematik ders kitabında AKP’nin seçim dönemlerinde kullandığı bazı görsellerle karşılaşıyoruz.

9.sınıf ders kitabından bazı örnekleri inceleyelim:

9.sınıf 4.tema (2.kitap sf.30)Yukarıdaki görselde Türk-İslam sentezi vurgusu göze çarpıyor.
                                                             ---
9.sınıf 5.tema (2.kitap sf.127)“Ünlü İslam alimi Cezeri…” İslami propaganda cümlesi ile başlayan 5.tema

9.sınıf 7.tema (2.kitap sf.215)Yine 9.sınıf Matematik ders kitabında İslami propaganda yapmak adına, birtakım yanlış bilgilerle İslam bilim insanlarından Kindi’nin tanıtımı yapılıyor.

9.sınıf 6.tema (2.kitap sf.165)9.sınıf Matematik ders kitabında yer alan yukarıdaki alıntıda “Türkiye Yüzyılı” söz öbeğini bir dönem seçim sloganı haline getiren AKP, kendi hazırladığı ders kitaplarında da bu sözcüklere yer veriyor.

                                                          ---

9.sınıf 1.tema (1.kitap sf.37) Ders kitabından alınan yukarıdaki görselde konuya başlarken “iş ilanı” ile karşılaşıyoruz. Ayda 25 000 ile 30 000 TL arası kazanç imkanı sunan iş ilanı görseli, AKP’nin gençleri “gerçek hayata hazırlama”nın bir parçası olsa gerek.

                                                            ---

9.sınıf 2.tema (1.kitap sf.127) 2.temada internet bankacılığına ait hesap hareketlerinin olduğu bir görselle karşılaşıyoruz.

                                                                ---

9.sınıf 1.tema (1.kitap sf.50) AKP’nin Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından yaptırılan “1915 Çanakkale Köprüsü” Türkiye kamuoyunda gerek yapımı gerek köprüden geçiş maliyetinden kaynaklı olumsuz tepkilerle karşılanmıştı. Üzerinden seçim propagandası da yapılmıştı. 9.sınıf 1.temada görseline yer verilmiş.

                                                          ***

NATO'ya karşı İncirlik Üssü'ne yürüyüşte dördüncü gün: Eskişehir

İstanbul'dan yola çıkan Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi'nin NATO'ya karşı İncirlik Üssü'ne yürüyüşü sürüyor. “Filistin halkı yalnız değildir” sesi Eskişehir'de yankılandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/natoya-karsi-incirlik-ussune-yuruyuste-dorduncu-gun-eskisehir-395108)

                                                            ***

Yeni anayasa tartışmaları -Ali Rıza Aydın-

AKP’nin ilk dört maddenin korunacağını söylemesi hem acıklı hem de komik duruyor. Yeni anayasa dedikleri de bu durumun yansıması olacak.  

Gündemden düşürmedikleri yeni anayasa konusu gündemden düşürmek istediklerini perdeleyen bir yanılsama olarak önde tutuluyor. Anayasa konusunda bir emellerinin olmadığı söylenemez elbette ama buradaki söz dalaşı hem siyasal iktidarın hem de muhalefetin işine geliyor. 

Emelleri açık, kapitalizmin ekonomi politiğiyle anayasanın ve hukukun ekonomi politiğini çakıştırarak engelsiz sömürü düzeni kurmak. Aydınlanmacı cumhuriyet, yurtseverlik, laiklik, hukuk devleti ilkeleri, emekçi halkın bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükleri… Her ne engelse onu ortadan kaldırmak, her ne engel olarak ortaya çıkacaksa ona (yasamasından yargısına, güvenlik güçlerinden hukukuna) devlet gücüyle ters kelepçe, baskı, şiddet uygulamak. Sömürü ve yoksulluğu dinsellik ve kullukla, etnik karşıtlıkla meşru göstermek.

Yeni olanda değil, yeni Osmanlıda uzlaşma içindeler. Bu kapsamda ilk dört maddenin söz dalaşına dönüştürülmesi de “yok birbirimizden farkımız ama biz …” reklamına benziyor. 

Birkaç değinme yaparak geçelim. 

Bir kere, değiştirilemez madde konusu birçok devletin anayasasında var, olmayanlar da var. Konu “kurucu meclis” alanında. Yasak varsa “kurulu meclis” bu alana giremiyor. 

İkincisi, değiştirilemez madde konusu Türkiye’ye 1982 Anayasasıyla gelmedi. 1961 Anayasasında; “Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” deniliyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi (AYM), “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmünün Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen maddeyle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini karar altına aldı, nitelikler maddesi değiştirilemez hükümler arasına girdi.

Üçüncüsü, HÜDA-PAR başkanının alaycı tavırla, hileli uyanıklıkla söylediği mevcut Anayasanın 4. maddesini kaldırma tartışması da AYM tarafından çözümlendi.AYM, Anayasanın 4. maddesinin ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği bakımından doğal olarak değiştirilemezlik özelliğine sahip olduğuna karar verdi.

Dördüncüsü, ilk dört madde konusu, mevcut Anayasaya göre şekil bakımından anayasal denetime bağlı. AYM’nin bu konudaki gerekçesini, ilk dört maddeye doğrudan dokunulmasa da dolaylı biçimde dokunulmasının da Anayasaya aykırı olacağını, 2008 kararında (E.2008/16) okumak olanaklı.

Beşincisi, bu tür maddelerin hem anayasaları hem de devletin şeklini koruyan ve güvence altına alan hükümler olduğu konusunda AYM ve anayasacıların uzlaşması yaygın.

Altıncısı, genelde anayasa, özelde ilk dört madde konusuyla yalnızca düzen içi siyaset değil sermaye sınıfı ve ortak olarak tarikat ve cemaatler de ilgili. Büyük sermaye örgütü TÜSİAD anayasa konusunda toplantılar düzenleyip taslaklar hazırlarken değiştirilemez maddeler konusuna da girmiş, değiştirilebileceği görüşünü, aldığı tepkiler üzerine, “raporu yazan anayasacıların görüşü” olarak açıklayıp işin içinden sıyrılmayı denemişti. 

Yukarıdaki kısa anımsatmalar üzerine, anayasaların “değiştirme teknikleri”nden öte tarihsel, siyasal ve ideolojik içerikleriyle, yeniden ve yeniden vurgulayarak ekonomi politikleriyle anlam kazanacağını vurgulamak gerekir. Hukuk teknikleri ya da değiştirme teknikleri, ekonomi politikleri değiştirilmeyen anayasalar yönünden dar alanda kısa paslaşmalarla düzenden kurtulamamayı gösterir.

Kaldı ki mevcut dört maddenin, AYM’den dönen 2008, 10. ve 42. madde değişiklikleri dışında, -AYM’ye başvurulmadığı için- denetlenemeyen Anayasa değişiklikleriyle delinmesi ve de özellikle cumhuriyetin nitelikleri ve laiklik yönünden uygulanmaması söz konusu. Ne cumhuriyet kaldı ne de laiklik. AKP’nin ilk dört maddenin korunacağını söylemesi bu anlamda hem acıklı hem de komik duruyor. İlk dört maddeyi ve Anayasanın diğer birçok maddesini içeriksizleştirdiler; yalnızca sermaye sınıfı için, tarikat ve cemaatler için, laiklik karşıtlığı için, kendi siyasetleri ve yandaşları için uyguluyorlar. Cumhuriyeti yok edip etiket olarak kullanıyorlar. Yeni anayasa dedikleri de bu durumun yansıması olacak.  

Toplumsal yarar yönünden söz ve öz değiştirmeyen anayasalar ya da değişiklikleri düzenin kandırma aracı olur. Siyasal iktidar “Narin” katliamından sonra yeni Anayasada çocukları koruyucu maddelere yer verileceğini söylüyor. 2010 Anayasa değişikliklerine kılıf olarak çocukları kullanan, çocuklar için alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağını, çocuk haklarını Anayasaya yerleştiren kendileriydi. Ama Narinler ve birçok çocuk bugün yaşamıyor, kayıp, organı eksik ya da sakat.  

Türkiye Komünist Partisi baştan bu yana olduğu gibi 2024, 14. Kongre Siyasi Raporunda da yeni anayasa durumunu net vurguladı: AKP tarafından gündeme getirilen yeni anayasa hazırlıklarının hiçbir meşruluğu bulunmamaktadır. 2002’den bu yana gelen karşı devrimci adımların temel bir belgeyle taçlandırılması girişimlerine karşı etkili bir karşı koyuş örgütlenmelidir. Yeni anayasa hazırlıklarına “öneriler” ile katılmanın bu karşı devrim sürecine destekten başka anlam taşımayacağı ısrarla vurgulanmalı ve uyarma görevi yerine getirilmelidir. Yeni anayasa gündemine sosyalizmin Türkiye’de siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda ne anlama geleceğini, partinin en temel belgelerinden biri olan Toplumcu Anayasa’da da yer aldığı gibi, açık bir biçimde ortaya koyarak müdahale edilmeli, bu doğrultuda Türkiye Halk Temsilcileri Meclisinin yürüteceği çalışmalarla eşgüdüm sağlanmalıdır. 

Toplumcu Anayasanın oluşturulup uygulanması için gerekli siyasi koşullar devrimci görevlere derinleşilerek yaratılacaktır.                  /././

‘Münferit’ -Nevzat Evrim Önal-

Ne zaman ki zayıfları ezmeyen, katletmeyen, onları sömürerek beslenmeyen, kimsenin kimseden üstün olmadığı bir toplumsal düzen kurarız, Narin’ler de, biz de o zaman kurtuluruz.

Hukukta “suçun ve cezanın bireyselliği” diye bir ilke var. Türk ceza kanununun da 20. maddesinde yer alan bu ilkeye göre “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.”

Bu ilkenin, hukukun işleyişi açısından kuşkusuz bir mantığı bulunuyor. Ama hukukçu arkadaşlarımı kızdırmak pahasına bir şey söyleyerek başlamak istiyorum, bireysel suç diye bir şey yoktur. Bir suçun, işlendiği “an”da fail tek bir birey olabilir ama o ana gelinene dek faili, mağduru ve geri kalan herkesi kapsayan bir toplumsal süreç işlemiş; suçu o süreç doğurmuştur.

Ailesi aç olduğu için ekmek çalan Jean Valjean hukuk önünde bireysel bir hırsızlık suçu işlemiş ve bu yüzden kürek cezasına çarptırılmış olabilir; ama yaşanan, hiçbir biçimde bireysel değildir.

Bu, tüm suçlar için geçerlidir.

Türkiye günlerdir korkunç bir suçun nasıl işlendiğini, kim ya da kimlerin suçlu olduğunu konuşuyor. Bir yandan da tüm bu gürültüde, artık büyümeyecek olan Narin, öykülerdeki huzur bulamamış hayalet gibi, bize nasıl öldürüldüğünü anlatıyor. Eğer kendi infialimizle meşgul olmayı biraz kenara koyup onu dikkatle dinlersek, bize öğreteceği çok şey var.

Gelin, kulak kesilelim.

                                                        ***

Ahmet Hakan bu ülkenin alçaklık pusulalarındandır. İstisnasız biçimde egemen olanın, güçlü olanın çıkarlarını savunur; kariyeri bunun üzerine kuruludur. Bu yüzden onun son günlerdeki performansına sakince bakmak akıl açıcı olacaktır.

Ahmet Hakan’ın son günlerde Narin’in ölümüne dair yazdıklarının özeti sırayla şöyle:

* “Katiller cezalandırılsın!”1

* “Kamuoyunu iyi yönetemiyorsunuz.”2

* “Hüdapar masum.”3

* “Nedeni muhtemelen çözülemeyecek.”4

* “Konu Türkiye de değil aile kurumu da; Norveç’te de, nikahsız yaşayan çiftlerin evinde de ‘benzer şeyler’ oluyor.”5

* “Konu ne aşiret, ne tarikat, ne de feodal ilişkiler. Olay münferit.”6

Ahmet Hakan, internet jargonuyla konuşursak “sis atıyor” ve derdi son kelimede. Herkesi inandırmaya çalıştığı şu: “Çok karanlık, karmaşık, tam olarak aydınlatılması mümkün olmayan ama kesinlikle münferit bir olay yaşandı.” Egemenlere tavsiyesi ise şu: “Şimdi bir ya da birkaç fert cezalandırılmalı ve kamuoyu vicdanı soğutulmalı; zira çok ısındı.”

Narin’i bir kişi öldürmedi, Türkiye’ye egemen olmuş gerici karanlık öldürdü. Ahmet Hakan o karanlığın parçasıdır. Yazılarına bakın, hangi kişi, kurum ve olguları temize çekmeye çalışıyorsa, Narin’in hayaleti mutlaka onların olduğu tarafa işaret ediyordur.

Buradan devam edelim…

                                                       ***

Münferit ile fert aynı kelime köküne sahip: Tekil, bireysel.

Peki, vicdanımızı, insanlığımızı sorgulatan Narin cinayeti, gerçekten öyle mi? Mesela istatistikler ne diyor?

TÜİK’in derlediği “Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri” şunları diyor:

* 2023 yılında 3676 çocuk “öldürme” suçunun mağduru olmuş (2304 erkek, 1372 kız), bu sayı 2020’de 1009’muş (597 erkek 412 kız). Üç yılda artış oranı yüzde 264 (yani 3,5 katına çıkmış).

* 2023 yılında 25 bin 685 çocuk “cinsel suç” mağduru olmuş (3626 erkek, 22 bin 59 kız), bu sayı 2020’de 18 bin 450’ymiş (2681 erkek, 15 bin 769 kız). Üç yılda artış oranı yüzde 39.

* TÜİK ayrıca 2016 yılında kayıp çocuk istatistiğini yayınlamayı bırakmış. 2008-2016 yılları arasında toplam 104 bin 531 çocuk kaybolmuş. Aradan geçen sekiz yıl içinde kaç çocuğun kaybolduğunun yanı sıra bu kaybolmuş çocukların kaçının bulunup bulunmadığı da belirsiz.7

Verilerden artış oranı hesaplarken dahi insanın eli ayağı soğuyor, kanı çekiliyor. Ekranda topladığınız, böldüğünüz binlerin, on binlerin her biri bir Narin çünkü. Çocuklar öldürülüyor, taciz ediliyor, kayboluyor… Narin’in hayaleti bize, üzerine kiminin duvak, kiminin oyuncak ayı koyduğu mezarından tek başına fısıldamıyor; az ötedeki, içinde kimin yattığı belli olmayan isimsiz mezarlardan da benzer fısıltılar yükseliyor. TÜİK’in her nasılsa hala saklamadığı, yayından kaldırmadığı sayılar, yalnızca bildiklerimiz. Bir de bilmediklerimiz var. Bulunamayanlar, “merdivenden düşen”ler, çocuk yaşta “intihar eden”ler, “güvenlik birimine gelmeyen veya getirilmeyen”ler…

Ve tabii bunun yanında, cinayetten sayılmayan çocuk işçi ölümleri; “mesleki eğitim” sırasında, köhne bir inşaatta, fındık ya da karpuz toplamaya giderken devrilen bir traktörün kasasında… 

İçinde yaşadığımız düzen, öykülerdeki canavar gibi çocuk yiyor. Ahmet Hakan gibiler ise her lokmada “münferit!” diye bağırıyor.

                                                          ***

Kısaca da olsa değinmek gerekiyor, yaratılan sis bulutunun diğer tarafında “Narin Norveç’te doğsa güzel bir hayatı olabilirdi” diyen Zülfü Livaneli gibiler var.8 Livaneli bu tweet’i yazıyor, Ahmet Hakan mal bulmuş gibi üzerine atlıyor. Biri “coğrafya kaderdir” diye mızmızlanıyor ama o coğrafyanın nasıl kurtarılacağı konusunda hiçbir gerçek önerisi yok; diğeri ise “coğrafyamız hakkında doğru konuş, ya sev ya terk et” diye parmak sallıyor. Birlikte sis atıyor, birbirlerini tamamlıyorlar.

Çünkü “münferit”çi bakışın çarpıklığı sadece bireyle sınırlı değil. Türkiye’ye sanki dünyanın bir parçası değil de uzayda salınan münferit bir toprak parçasıymış gibi bakmak aynı derecede çarpık. Bu mantıkla, örneğin, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü ve çocukları özel olarak hedef alan soykırımın da o ülkenin kuruluş ve arkasındaki emperyalist egemenliğin işleyiş mantığının sonucu değil; en fazla Netenyahu hükümetinin münferit gaddarlığı olduğu söylenebilir. Ya da ABD’de her yıl birkaç tane yaşanan okul katliamında ölen çocukların da salt o ülkedeki münferit silah sevici kültürün kurbanı oldukları; bu kültür ile, yaşadıkları ülkenin dünyanın emperyalist egemeni olması, bu egemenliği sürekli silah zoruyla kendisinden zayıf ülkelere dayatması ve bunun politikacılardan milyarder patronlara pek çok rol model tarafından her gün övünç ve böbürlenme konusu yapılması arasında hiçbir ilişki olmadığı savunulabilir.

İçinde yaşadığımız düzen, dünyanın her yerinde çocuk yiyor. Livaneli’nin yazdıkları, bir yanda bu ölçekte bir sistemik dehşet karşısında bireysel vicdanın da körlemesine batı hayranlığının da ne denli kifayetsiz olduğunu gösteriyor; ama öte yanda “dış güçler” diye sayıklayanlara malzeme sağlıyor.

                                                          ***

Narin’in ölümü münferit bir olay değil. O zavallı kız, Türkiye’de ve dünyada her gün katledilen binlerce çocuktan biri.

İçinde yaşadığımız düzen, toplumsal değil bireysel mülkiyeti kutsamak ve büyütmek üzerine kurulu. Dolayısıyla onun anlatısında nasıl Narin’in katledilmesi münferit bir olaysa, yoksullar ve zenginler de yalnızca birer fert. Yoksulun yoksulluğu ile zenginin zenginliği arasında da bir bağ yok. Bir yoksul açlıktan hırsızlık yaptığında da, bir zengin çocukların seks kölesi olarak istismar edildiği karanlık ilişki ağlarına katıldığında da, münferit bir olay yaşanıyor. 

Ama bu anlatı saçmalık. Bir yanda maddi eşitsizlik benzersiz boyutlara vardıkça, diğer yanda toplum, kendisini sadece kendisinden mesul zanneden yalnız bireylere parçalanıp örgütsüzleştikçe, özel mülkiyet düzeninin tüm uygarlık yaldızları dökülüyor. Altından çirkin yüzünü gösteren gerçek dünyada tek güç maddi zenginlik ve güçlüler zayıfları yiyerek yaşıyor, semiriyor. Yazılı ve yazılı olmayan tüm kanun ve kurallar, bu orman kanununu ortadan kaldırmaya değil, kamufle etmeye ya da meşrulaştırmaya yarıyor.

Ve tabii ki bu gücü gücü yetene dünyasında, önce en zayıf ve en savunmasızlar yem oluyor. Çocuklar, kadınlar, yoksul ve yalnız işçiler. 

Hep beraber, sınırsız özel mülkiyetin ve onu savunan liberalizmin mantıki sonucu olan cehennemdeyiz.

***

Gelelim işin zor kısmına.

Bu korkunç gerçek karşısında, şair Nihat Behram’ın sorduğu gibi, “Bir insan nedir ki?” Ama Narin’in hayaleti kılığına girmiş vicdanımız mantık dinlemiyor ve hepimize ısrarla soruyor: “Bunun yaşanmaması için, üzerine düşeni gerçekten yaptın mı?”

Peki ne yapacağız? “Sonuçta ben de bir ferdim, elimden bir şey gelmez” deyip, vicdanımızın yüzüne sesi soluğu kesilene kadar soğuk bir mantık yastığı mı bastıracağız?

Ahmet Hakan kesin öyle yapmıştır. Hiçbir insan böyle karanlık ve kişiliksiz doğmaz. “Bu dünya böyle” diye diye, kabullene kabullene, sonra kabullendiklerinin gereğini yapa yapa insanlıktan sıdkını sıyırır. 

Ama konumuz o değil, her gece binlerce münferit Narin’in hayaletinin gelip göğsüne oturduğunu, ona aynı anda münferit hikayelerini anlatıp huzurlu uyutmadıklarını umalım ve geçelim. 

Konu şu: Biz ne yapacağız?

Bir şey kesin; yalnız başımıza hiç ama hiçbir şey yapamayız.

Narinleri içinde yaşadığımız düzen öldürüyor ve bu düzen, örgütlü olduğu için güçlü. Onu ancak daha örgütlü olursak yıkabiliriz. Ahmet Hakan’ın temize çekmeye çalıştığı tarikatlardan, aşiretlerden, zenginlerin devletinden, hepsinden önemlisi sermayenin kendisinden daha örgütlü, daha inançlı, daha mücadeleci olmalıyız. Devrimin olabileceğine, gericiliğin ve mala mülke dayalı gücün insanlık üzerindeki diktatörlüğünün yıkılıp, insanlığın tek ve mutlak iktidarının kurulabileceğine inanmalıyız.

Bunu yapmadığımız müddetçe, en şiddetli duygu patlamasını da yaşasak, çaresizliğimizden “idam!” diye de haykırsak, o köyün yakılıp yıkılmasını da dilesek faydası yok. “Nasıl susarlar?” diye ilendiğimiz insanların önemli bir kısmı, bilhassa da anneler, ses çıkartırlarsa sonları, dahası çocuklarının sonu Narin gibi olur diye susuyor. Çünkü gericiliğin devleti ele geçirdiği bu düzende, gericiliğin suçlarının cezasız kalması veya mağdurların suçluya dönüşmesi de münferit değil.

Bu yüzden, kolayı yok. Norveç’e de gitseniz, insan kaldığınız müddetçe Narin’lerin çığlıkları geceleri uykunuzu kaçıracak. Kurtuluş yolu ise zor, ama belli: Ne zaman ki zayıfları ezmeyen, katletmeyen, onları sömürerek beslenmeyen, kimsenin kimseden üstün olmadığı bir toplumsal düzen kurarız, Narin’ler de, biz de o zaman kurtuluruz. 

Ancak öyle bir aydınlık düzende, böyle bir olay, yaşansa da, münferit olur.

Ve öyle bir düzende yaşıyor olsak, böyle münferit bir suçun cezası, tarihe geçecek kadar korkunç olur.

Patlamanın sebebi hâlâ bilinmezken Adalet Bakanı Yılmaz Tunç Hendek Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma başlatıldığını duyurdu.

soL'a bilgi veren ve yakınları yaralanan fabrika işçileri, üretimin tamamen durdurulduğunu aktardı.

Fabrika yönetimiyse sessiz. Yetkililere yapılan teşekkür ve başsağlığı ile geçmiş olsun açıklamaları dışında bir bilgi paylaşılmış değil.

600 milyon liranın üzerinde teşvik aldılar

Patlamanın ardından alınmayan önlemlerle, sendika düşmanlığıyla ve fazla çalışmayla gündeme gelen Oba Makarna'ya biraz daha yakından bakalım.

1966 yılında Gaziantep’te kurulan Oba Makarna, 2005 yılında Özgüçlü Ailesi tarafından satın alındı. AKP döneminde hızla büyüyen şirketin Hendek'teki 50 bin metrekarelik fabrikasının 2 katı büyüklüğünde bir de Gaziantep'te tesisi var.

AKP'nin tarım politikaları bağlamında, 2000'li yıllarla birlikte makarnacıların ve un üreticilerinin ihracatını desteklemek üzere bir buğday üretim ve ithalat stratejisi geliştirilirken aynı zamanda büyüyen şirketler de Uzakdoğu'daki "noodle" pazarına göz dikti. Bunların başında da Oba Makarna geliyor.

100'den fazla ülkeye ihracat yapan Oba Makarna'nın Hendek’te yer alan "noodle" üretim tesisinde günlük 3 milyon "paket noodle" ve 300 bin adet "bardak noodle" kapasitesi var. Bu Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük noodle üretim tesisi anlamına geliyor.

Alınmayan iş güvenliği önlemleri de firmanın büyüklüğü düşünülünce daha çarpıcı hale geliyor.

Öte yandan Maliye Bakanlığı verilerine göre, şirketin yalnızca iki kentteki fabrikaları için toplam 600 milyon liranın üzerinde teşvik aldığı biliniyor.

Şirketin pazarının büyük bölümünü Afrika'ya yapılan ihracat oluşturuyor. (Fotoğraf: Yönetim Kurulu Başkanı Musa Özgüçlü ve oğlu Yönetim Kurulu Üyesi Alpaslan Özgüçlü.)

İç pazarın hakimi, ihracat şampiyonu: Şimşek'in elinden ödül aldılar

Şirketin CEO'su Alpaslan Özgüçlü'nün paylaştığı bilgilere göre, 2020 net satışları 6 milyar TL olan şirket, son 3 yılda sıçrama kaydetti. 2023'te net satışları yüzde 12'nin üzerinde artışla 23,4 milyar TL oldu. Oba Makarna'nın 2023 net kârıysa 1,3 milyar TL'ye ulaştı.

2023 yılında yüzde 29 artışla 394,6 milyon dolarlık ihracat geliri olan, küresel makarna ticaretinden aldıkları pay yüzde 7,4'e ulaşan Oba Makarna, bu yıl 11. kez ihracat şampiyonu oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) “Türkiye’nin İlk 1000 İhracatçısı 2023” araştırmasına göre, Hububat, Bakliyat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri sektörünün en çok ihracat gerçekleştiren şirketi seçildi.

Törende Türkiye’nin, dünyanın en büyük üçüncü makarna üreticisi ülke konumunda bulunduğunu söyleyen Alpaslan Özgüçlü, ülkedeki makarna üretiminin yüzde 25’ini gerçekleştirdiklerini ifade etti.

TİM’in 31. Olağan Genel Kurulu ve 2023 Yılı İhracat Şampiyonları Ödül Töreni, 8 Haziran’da AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Törende OBA Makarna adına CEO Alpaslan Özgüçlü, ödülü Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in elinden almıştı.

Şirketin ithal ettiği buğday hastalıklı çıkmıştı

AKP'nin tarımı bitiren politikalarının bir sonucu olarak ithal edilen başlıca ürünlerden buğday, 2022'de Hindistan'dan yapılan alımla gündem olmuştu.

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yapılan analizlere göre Oba Makarna'nın ithal ettiği buğdayda "Hint Sürmesi" hastalığı tespit edilmişti. Dünya gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım'ın haberine göre, buğdayda çıkan hastalık nedeniyle İskenderun'da bekleyen gemi geri gönderilmişti.

Alpaslan Özgüçlü o dönem yaptığı açıklamada, "Bu geminin geri gitmesiyle 30 milyon dolarlık bir ihracat yani 2 bin konteyner makarna ihracatını Türkiye kaybetmiş oldu. Başka ülkelere bunu kaptırmış olduk" demişti. Özgüçlü, "Hint Sürmesi" hastalığının insan sağlığı açısından bir sakıncası olmadığını iddia etmişti: 

"Bu buğday tohumluk olarak kullandığınızda yüzde 30 ile yüzde 50’ye varan oranda verim kaybına neden oluyor. Yani insan sağlığı açısından bir sıkıntısı yok. Kaldı ki biz zaten bunu tohumluk olarak da satmıyoruz. Biz bunu makarna imalatında kullanıyoruz."

(soL)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder