Hizbullah patlamalarına başka yönden bakış: Teknoloji üretenler ve üretmeyenler -Füsun Sarp Nebil-
ABD bir süredir "Çin malı almak güvenlik tehdidi" diyor. Bunu neden diyor? Çünkü kendisi de yıllarca, teknoloji üzerinden casusluk yaptı. Teknoloji böyle bir şey; barış zamanında bile size dost olmayabilir. Ama savaş zamanında, satın aldığınız teknolojinin sizin için çalışmasını beklemek tamamen hayal olur.
Dünya, İsrail'in bilim-kurgu türü saldırısından büyük şaşkınlığa uğradı. Hâlâ "Şöyle mi oldu, böyle mi oldu?" diye konuşuyoruz. Hizbullah'ın, İsrail'in gözetleme yeteneklerini engellemek için uyguladığı strateji, tam ters tepti ve kendisini vurdu. Üstelik bu hamle ile Hizbullah'ın yetersizliği ortaya çıktı. Ya da başka şekilde söylersek, teknolojiyi üretenlerle, (satın alacak paraları olsa bile) üretemeyenlerin arasındaki fark iyice ortaya konulmuş oldu.
İsrail hedefledikleri kişileri vuruyor
Geçen birkaç ayda İsrail tarafından gerçekleştirilen hedefli hava saldırılarında Hizbullah'ın ve Hamas'ın kilit komutanları öldürüldü. En yakın örnek, Fuad Şükür'ün öldürülmesi. Onun öncesinde Hamas'ın yöneticisi İsmail Haniye, İran'ın ortasında ve 7 ekimin planlamacısı olduğu kaydedilen, Kassam Tugayları’nın komutanı Muhammed Deif temmuz ayında Gazze'de öldürüldü.
Bu olayların hepsinde, İsrail'in gelişmiş elektronik gözetleme teknolojisi, Hizbullah hedeflerine yönelik saldırılarda başarı kazanmış gözüküyor. İsrail'in, cep telefonlarına ve bilgisayarlara girmeyi de içeren elektronik casusluğu, dünyadaki en gelişmiş casusluklardan biri olarak kabul ediliyor. Aşağıda bu olaylar ve çağrı cihazlarının patlamalarıyla ilgili tahmini bazı senaryolar aktarılmış. Görsel fikir yarattığı için ekledim.Cep telefonu yasağının gelmesi
Güneydeki operasyonlarından sorumlu komutanlar olan Wissam al-Tawil, Taleb Abdullah, Muhammed Nasır ve Hamas'ın yardımcı lideri Salih al-Aruri'nin öldürülmesinin ardından, Hizbullah, İsrail'in cep telefonlarını izlediğinden şüphelendi. Bu nedenle El-Nur radyosunda bir açıklama yaparak, cep telefonlarına ve yerel yetkililer olduklarını iddia eden arayanlardan gelen aramalara karşı dikkatli olunması için uyarıda bulundu.
Bu uyarının nedeni şu; Hizbullah ve Lübnan güvenlik yetkililerine göre, İsrail hedefleri yakalamak için yerel ajanlar kullanmaya başladı. Lübnan'daki ekonomik krizlerin ve siyasi kargaşanın, İsrailli işe alımcılar işine yaradığı kaydediliyor.
Örneğin; 22 Kasım 2023’te, Güney Lübnan'dan bir kadın, yerel bir yetkili olduğunu iddia eden biri tarafından arandı. Akıcı bir şekilde Arapça konuşan kişi, ailesinin evde olup olmadığını sordu. Kadın evde olmadıklarını söyledi. Kısa bir süre sonra, bu kadının Beit Yahoun köyündeki evine bir füze çarptı ve beş Hizbullah cihatçısını öldürdü. Bu olay için, İsrail'in ajanının, saldırıyı başlatmadan önce hedef bölgede sivillerin olup olmadığını teyit etmek için aradığı notu var.
Düşük teknoloji koruyacakken, silah haline geldi
Butün bu olaylar (Haniye, Deif, Şükür dahil tümü) sonucunda, Hizbullah, İsrail'in gelişmiş gözetleme sistemlerinden kaçınmak için 'düşük teknoloji' kullanmayı seçti. Cep telefonlarını yasakladı, çağrı cihazlarını ve kuryeleri değiştirdi. O zamandan beri, cep telefonu yasağı sıkı bir şekilde uygulandı ve cep telefonu kullananlar gruptan atıldı. Ayrıca Hizbullah özel bir sabit hat telekomünikasyon ağı da kullanıyor. Konuşmalar dinlenirse diye, silahlar ve toplantı yerleri için kod sözcüklere başvuruluyor. Bunlar neredeyse her gün güncelleniyor ve kuryeler aracılığıyla birliklere gönderiliyor.
Ancak, Hizbullah'ın kendi içindeki Mossad gözetlemesini (bağlantılarını) fark edemediği anlaşılıyor. Bu hatası da gözetlemeden kaçınmak için kullandığı düşük teknolojinin kendisine çevrilmiş bir silah haline gelmesine neden oldu.
Bu arada, Reuters'ın bir haberine göre, Hizbullah'ın faaliyet gösterdiği bölgelerde akıllı güvenlik kameralarına ve uzaktan algılama ekipmanlarına sahip olduğu ve düşmanı gözetlemek için sık sık sınırdan gözetleme dronları gönderdiği belirtiliyor. İnşallah çağrı cihazları ve telsizlerin arkasından bu dronlar da kendilerine silah olarak dönmez ya da güvenlik kameraları ve uzaktan algılama ekipmanları inşallah şimdiden hacklenmemiştir.
Hiç teknolojiyi üretenle, üretmeyen -satın alan- bir olabilir mi?
Bu gelişmeler çerçevesinde, bugün Hakan Fidan'ın kurulacağını duyurduğu "Siber Güvenlik Teşkilatı" acaba ne kadar işe yarar? Bakanlar Kurulu kararı ile zaten 2013 yılında bir Siber Güvenlik Kurulu kurulmuştu. Acaba aradan geçen 11 senede ona ne oldu? Neden çalışmadı? Sonra 2020 yılında Anadolu Ajansı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açacağı bir Siber Güvenlik Merkezini gezdiğinden bahsediyor. Ona ne oldu? Fidan'ın bahsettiği "teşkilat" bunlardan farklı mı olacak?
Özetle, bir tarafta, teknolojiyi üretenler var. Diğer tarafta ise satın alanlar. Sizce taşıma suyla değirmen döner mi? Yani para dökerek, teknoloji üretenin seviyesine çıkmanız mümkün olur mu?
Falkland savaşından örnekleyelim; denizde savaşmak için karşı karşıya gelen Arjantin gemisi ile İngiliz gemisi arasındaki savaş başlamadan bitti. Çünkü Arjantin gemisinin yazılımında, İngiliz gemisi ile karşılaştığında silah kullanamayacağı kodlaması vardı. Bir taraf teknolojiyi yaratandı, diğeri ise satın alandı. Tabii ki yaratan kazandı.
Bu olayda da Hizbullah elindeki şüphelendiği eski çağrı cihazlarından kurtulmak için parayı dökmüş ve yepyeni olanları almış. Ama tuzağa düşmüş. Çünkü teknoloji yaratmadığı için, satın aldığı teknolojinin düşman haline geldiğini de anlayamamış.
ABD bir süredir "Çin malı almak güvenlik tehdidi" diyor. Bunu neden diyor? Çünkü kendisi de yıllarca, teknoloji üzerinden casusluk yaptı. Örneğin, Snowden'in sunduğu belgelere bakın, başka ülkelerin Merkez Bankası gibi, önemli kurumlar ya da bakanlıklara satılan internet cihazlarına, teslimat öncesi "böcek" takılmış.
Teknoloji böyle bir şey; barış zamanında bile size dost olmayabilir. Ama savaş zamanında, satın aldığınız teknolojinin sizin için çalışmasını beklemek tamamen hayal olur. Dost olduğunu sandığınız ülkeden bile satın alsanız, teknolojinin başınıza ne iş açacağını tahmin edemeyebilirsiniz. Teknolojinin size dost olması için kendinizin üretmesi lazım.
Başka deyişle; teknolojisi olmadığı için karşılık veremeyen ve ikide bir "cevabımız korkunç olacak" demekten başka bir şey yapmayan Hizbullah'ın cevabı ne olabilir? Hep beraber bekleyelim.
/././
Vali kararnamesinde dikkat çeken ayrıntı: Vali tercihlerinde sıkıntı mı var? -Tolga Şardan-
Bakan Yerlikaya’nın 2023 Kararnamesindeki amacı, kendinden önceki bakan Süleyman Soylu’nun ekibine tırpan vurmaktı. Kısmen vurdu da. Yerlikaya, geçen yıl imzaladığı kararnameyle görev verdiği on valiyi bu kez kendisi görevden aldı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı valiler kararnamesi perşembe gününün henüz ilk saatlerinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan kararnameyle aktif görevdeki 12 vali merkeze çekildi. Dört kentin valisi yer değiştirdi. Dokuz isim ilk kez vali atanırken, daha önce vali olarak görev yapmış üç isim de yeniden vali olarak görevlendirildi.
T24’ün Ankara Bürosu, Resmi Gazete gece yarısı internete düştükten sonra özel haber kaleme aldı. Önemli bilgiler var, bu haberde.
Görevden alınanlar arasından son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı’nın elinden CHP’ye geçen Manisa, Amasya ve Kırşehir’in valileri merkeze çekildi.
Ayrıca, önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde vali koltuğuna oturan isimlerden Burdur, Bolu ve Sakarya valileri görevden alındı.
Büyüteç’in takipçileri, vali kararnameleri yayımlandıktan sonra “kararname şifreleri”ni okumaya alışıktır.
Linkini bıraktığım haberin tekrarına girmek istemiyorum, fakat dikkat çekici birkaç ayrıntı daha var.
Onları aktaracağım.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın hazırladığı valiler kararnamesinde merkeze alınan 12 valiye bakınca ilginç bir tablo çıktı ortaya.
Bu tablo, hükümetin vali tercihlerinde bir sorun olduğu intibaını uyandırıyor ister istemez.
Şöyle ki, görevden alınan 12 validen 10’nu merkeze çekilmeden önceki son görev yerlerine geçen yılki kararname ile atandı!
2023 Genel Seçimleri’nden sonra İçişleri Bakanlığı koltuğunu devralan Ali Yerlikaya, Ağustos 2023’te geniş kapsamlı valiler kararnamesinin çıkarılmasına öncülük etti.
Kararnamenin amacı aynı zamanda kendisinden önceki bakan Süleyman Soylu’nun ekibine tırpan vurmaktı.
Kısmen vurdu da.
Aynı kararnamede, merkeze alınanların yanı sıra ilk kez vali olanlar ile yer değiştiren valiler vardı.
İşte 2023 kararnamesinde yer alan isimlerden 10’nu dün sabaha karşı yayımlanan yeni kararnameyle görevden alındı!
Diğer iki vali ise, 2022’de Süleyman Soylu’nun kararnamesinde vali olmuştu.
Sonuç olarak söz konusu 12 valinin, bulundukları kentteki görevlerinden alınması dikkat çekici. Son yıllarda böylesi pek görülmedi.
Diğer bir deyişle, geçen yıl imzaladığı kararnameyle görev verdiği on valiyi Bakan Yerlikaya, yine kendisi görevden aldı!
2023’teki kararnameyle göreve getirilip 13 ay sonunda kendilerini merkezde bulan valiler şunlar:
Kars Valisi iken Burdur’a atanan Türker Öksüz, Düzce’den Şırnak’a atanan Cevdet Atay, Sinop’tan Bitlis’e atanan Erol Karaömeroğlu, Iğdır’dan Karaman’a atanan Hüseyin Engin Sarıibrahim, Samsun’dan Çorum’a verilen Zülkif Dağlı, Manisa’dan Sakarya’ya kaydırılan Yaşar Karadeniz, Elmadağ Kaymakamı iken ilk valilik görevi için Gümüşhane’ye atanan Alper Tanrısever, Sincan Kaymakamlığı’ndan Artvin Valisi olan Cengiz Ünsal, Giresun’dan Manisa’ya verilen Enver Ünlü ve Artvin Valisi iken Amasya Valisi olan Yılmaz Doruk.
Soylu’nun ekibinde yer aldığı bilinen ve İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürü iken 2018’de Bolu Valisi olan Erkan Kılıç ile Çankaya Kaymakamlığı’ndan Kırşehir Valisi atanan Hüdayar Mete Buhara.
Sakarya’ya atanan valiler merkeze alındı!
Bu kararnamenin dikkat çekici diğer yanı ise, Sakarya’nın durumu.
Kente atanan son altı valinin hepsi merkeze alındılar. Tesadüf müdür? Bilemiyorum.
Fakat kente 2010’da vali atanan Mustafa Büyük’ten itibaren 2014’te atanan Hüseyin Avni Coş, 2017’de atanan İrfan Balkanlıoğlu, 2018’de atanan Ahmet Hamdi Nayır, 2020’de atanan Çetin Oktay Kaldırım ve 2023’te atanan mevcut Vali Yaşar Karadeniz, görevden alındı!
Mülki idarede Sakarya’nın kâbusu devam ediyor. Bakalım, dün atanan Rahmi Doğan’ın sonraki adresi neresi olacak?
Şırnak’tan Ankara’ya gelenler
Bu arada Güneydoğu’nun önemli kentlerinden Şırnak’ta da benzer görüntü oluştu.
Yine önceki İçişleri Bakanı Soylu’nun yakın ekibinden olan Kırklareli Valisi Osman Bilgin, 2022’de Şırnak’a atandı. 2023’teki Ali Yerlikaya’nın kararnamesiyle merkeze alındı. Bilgin’le ilgili 2023 Eylül’de Kırklareli İğneada’da yaşanan sel felaketinde sular altında kalan ve 6 kişinin yaşamını yitirdiği bungalovlar konusunda soruşturma başlatıldı.
Bilgin’in yerine 2022’de Kırklareli’ne atanan Birol Ekici de kendi görev döneminde yaşanan sel felaketindeki ihmal iddialarının gündeme gelmesiyle son kararnamede önceki meslektaşı Bilgin gibi Şırnak’a gönderildi.
Şırnak’taki mevcut Vali Cevdet Atay, halen İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Aktaş’ın Elazığ’dan hemşehrisi ve yakın arkadaşı. Atay, daha önce Aktaş’ın tavsiyesiyle Şırnak’a atandı. Fakat Aktaş son dönemde Yerlikaya’nın gözünden düştü. Durum böyle olunca Aktaş’ın referansı bulunan Atay’ın son adresi merkez oldu.
Halefini Manisa’ya gönderdi
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Şırnak Valisi olduğu dönemde halef selef olduğu ve son olarak memleketi Konya’da dört yıldır görev yapan Vahdettin Özkan’ı Manisa’ya atadı.
Özkan’ın yerine, yine Soylu döneminde Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanı İbrahim Akın Konya Valisi oldu.
Ülke genelinde İçişleri Bakanlığı çatısı altında görev yapan tüm birimler ve yerel yönetimlerin denetlenmesi ve soruşturulması Mülkiye Teftiş Kurulu’nun sorumluluğunda. Dolayısıyla, Akın’dan boşalan Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı önemli bir makam.
Yerlikaya’nın tercihi sürecin nasıl yürütüleceğini gösterecek.
“CHP’lilerle temasta” iddiası
Manisa Valisi Enver Ünlü de merkeze alınanlar arasında.
Vali Ünlü ile ilgili kulislerde dolaşan bir bilgi var. Aslına bakarsanız çok dikkate alınması gereken bir durum olmamakla birlikte ülke siyasetindeki dengeler kimi zaman taşrada görev yapan bürokratların kâbusu oluyor.
Konu şu; bilindiği üzere, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in memleketi Manisa. Aynı zamanda Manisa Büyükşehir Belediye Başkanlığı, son yerel seçimlerde el değiştirdi. MHP’den CHP’ye geçti.
Hal böyleyken, Vali Ünlü hakkında konuşulan ise, son dönemde CHP’lilerle yakın görüştüğü.
Kentin birinci derecedeki mülki amiri olarak devleti temsil eden valinin, ilçelerde de kaymakamların; belediye başkanı kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun, seçilmiş siyasetçi ile temas kurmaktan kaçınması düşünülemez.
Artvin’in kaderi Mustafa Cengiz!
Son olarak Artvin’deki vali değişiminden de söz etmek gerek.
Geçen temmuzda yayımlanan kaymakamlar ve vali yardımcıları kararnamesiyle Ardanuç, Borçka, Murgul, Şavşat ve Yusufeli kaymakamları değişti.
Artvin’deki bir önceki vali değişikliği 2023’te yapılmışken, geçen yıl vali atanan Cengiz Ünsal da merkeze çekildi.
Türkiye’nin kuzeydoğudaki sınır kentinde yaşanan sık atamaların perde arkasında iktidara yakınlığıyla bilinen iş insanı Mehmet Cengiz’in bulunduğu iddiaları mevcut.
Arhavi’de ve Cerattepe’de Cengiz’e ait maden alanlarında yaşananlara karşı duran yöre halkının eylemlerinin yanında Hopa’da kısa süre önce Cankurtaran ormanının maden işletmeleri tarafından talan edilmesine karşı mücadele eden köylülere yönelik silahlı saldırı olayında Reşit Kibar’ın yaşamını yitirmesi kentte tartışma konusu oldu.
Artvin, küçük ölçekli olmakla birlikte çok farklı demografik yapısıyla dikkat çeken Karadeniz kenti.
Cengiz’in bölgedeki ticari faaliyetleri devam ettiği müddetçe valilerin ve kaymakamların işi fazlasıyla zor.
/././
Narin'in köyü, neden gazetecileri taşlıyor? -Tuğçe Tatari-
Bir köyde yaşayan onlarca çocuk ellerine taşları alıp gazetecileri taşlıyorsa, burada ben, o insanları ne kadar mağdur ettiğinizi öğrenme ihtiyacı da hissederim. O köy size olayı aydınlatmak istiyorsunuz diye mi öfkeli, yoksa uydurduğunuz iddialar yüzünden mi, buna bir bakma ihtiyacı hissederim…
Cinayet sumenaltı edilmeye çalışılıyor, en başından beri söylüyoruz.
Aile yerelde güçlü, amca güçlü, siyasi bağlantılar işin içinde diyoruz…
Ayrıca Molla Gürani soyundan geldikleri için İslami tarikatlar/cemaatler düzeyinde de 'saygı gören' düzeydeler bunu da gözardı etmiyoruz.
Artık köy Hizbullah'a mı yakın AKP'ye mi konusu da bu bilgiler ışığında yersiz kalıyor bir bakıma.
Ahırlarda bulunan mermiler konu dışına atıldı bile baksanıza!
Neyse ne…
20 haneli bir köyün tamamı aileyi korumaya çalışıyor.
Yan köylerden ses çıkartan kadınlara da yanlarındaki erkekler şiddet uygulayarak mâni oluyor.
Bunlar bizim gördüklerimiz, gözlerimizle tespit ettiklerimiz.
Geriye kalanların tamamı safsata, dedikodu ve uydurma düzeyinden öteye geçmiyor!
Narin'in boğazlanarak öldürüldüğü bilgisi dışında kalan tüm bilgiler bu aileyi korumak, kafaları karıştırmak, konuyu bulandırmak için gazetecilere sızdırıldı.
Ve gazetecilerimiz -istisnalar dışında- aşırı vasat oldukları için kendilerine servis edilen, uçurulan her bilginin üzerine -bir saniye sorgulamadan- atladı.
Hadi ilk günlerde kullanıldıklarını anlayamadılar diyelim, hadi uyanamadılar sayalım. Ama bu iş bugün hâlâ sürüyor! Koca koca adamlar, koca koca kadınlar yayınlara çıkıp çok acayip şeyler anlatıyor.
Hiç kusura bakmayın ama ben de o köyde bir çocuk olsam, bu gazetecileri derhal köyü terk etmeleri için taşlardım muhakkak!
O köyde olmadan taşlama noktasına geldiğimi de göz önünde bulunduruyorum bunu söylerken.
Yani köylüler de bu suça iştirak etmiştir, diyor gazeteciler, bizimle iş birliği yapmadılar, bizlere cevap vermediler.
İddiaları daha ileriye taşıyanlar da var; "köylüler organize bir şekilde suçu kapatmaya çalışıyor, bunun için toplantılar yapıldı, sim kartları değiştirilen telefonlardan ihbarlar yapıldı ve tüm köy yalan söyledi, söylemeye de devam ediyor" diyorlar.
Haklı olabilirler.
Sadece bir itirazım var, o da bu dosyayı adeta karartma görevini bazı gazeteciler öyle güzel üstlendi ki, köylülerin bu hususta bir çaba sürdürmeleri yersiz kaldı!
Ayrıca köyün bir yönlendirme altında olduğu bakınca ta İstanbul'dan görünüyor, görünmüyor mu?
Babanın gizli kamera süsü verilmiş sohbet anı görüntüleri bence hiç yabana atılmayacak bir organizasyondu!
Aile bir üst akıldan hem hukuki destek hem de atılacak adımlar konusunda yönlendirme aldı, bunu görmemek imkânsız.
Bu da ne demek, işin içinde karartma çabası var demek!
Bakınız 21 Ağustos'tan düne kadar, tanınmış tonla 'gazeteci' teyitli bilgi diyerek, haber kaynaklarımızdan edindiğimiz bilgilere göre denerek, sanki tutanakta varmış gibi, sorgularda sorulmuş gibi, elle tutulur bir bilgi gibi, bizlere ne senaryolar sundular bir bakalım…
|
Tüm bu iddiaları dile getirenler bizim meslektaşlarımız oldu. İlk günlerde ben de kendilerini takip ediyordum, hepimizin başını döndürdüler, hepimizi bulandırdılar, hepimizi yanılttılar!
Bu köy bu tip olaylara çok alışık dediler, daha önce de benzer şeyler yaşanmış dediler… Bunları dediler ama önümüze somut bir olay, somut bir kanıt koymadılar. Buna gerek bile duymadılar.
Bir aydır 5N 1K'sız haberleri, altına imzalarını koymaktan çekinmeden yayınladılar.
Sadece bununla da kalmadılar, şeytan ayinleri, çocuk kurban etmeler, kan içmelere varan iddialarını da 1944 yılında yazılmış (Tavşan Tepesi) bir kitaba bağlamalar gibi deli saçması şeyleri de yine bizim meslektaşlarımız dillendirdi.
Köyde çok önemli bir şey gördüm ama soruşturmanın selameti için söyleyemiyorum, diyen ve daha sonra gördüğü şeyin "Yasin okuyan köylüler" olduğunu, bunun da Narin'in ölüsü bulunmadan tüm köyün öldüğünü bilmesi anlamına geldiğini iddia eden de yine bir meslektaşımızdı.
Daha devam etmeli miyim bilmiyorum örnekleri sıralamaya. Çünkü elimizde sıralanabilecek bir bu kadar daha 'iddia' var.
Şimdi o köy sizi nasıl taşlamasın, diye sormak lazım.
Bakınız ülkemizde erkek çocuk kız çocuktan kıymetlidir, bu aile erkek çocuğu korumayı ailenin geleceği açısından daha makul bulmuş da olabilir. Bu ülkenin hayatındaki olağan akışa ters bir iddia değil, bunu kabul ediyorum ama gazetecilik bir dedektiflik, bir falcılık, bir tahmin işi değildir.
Gazetecilik sadece elle tutulur somut verileri vatandaşa ulaştırma, vatandaşı haberdar olamadığı konularda haberdar etme işidir.
Gazetecilik suyu bulandırma aracı değildir. Bu oluşan görüntü tüm mesleğimiz adına utançtır.
Narin olayı aslında ülkede gazeteciliğin bitirilmişliği ve entelektüel dünyanın çölleştirildiğinin de gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır.
Bir köyde yaşayan onlarca çocuk ellerine taşları alıp sizi taşlıyorsa, burada ben o insanları ne kadar mağdur ettiğinizi öğrenme ihtiyacı da hissederim.
O köy size olayı aydınlatmak istiyorsunuz diye mi öfkeli, yoksa uydurduğunuz iddialar yüzünden mi, buna bir bakma ihtiyacı hissederim.
Bir kız çocuğu öldürülmüş ve cinayet bir sis perdesiyle örtülmüş; seyirci bu konuya meraklı, okur her detayın peşinde, anlıyorum. Ama bu uğurda kulağınıza üfürülen her şeyi yazmış olmanızdan, konuşmuş olmanızdan, asla gazeteciliğin özünü bilmediğinizi, icra ettiğiniz şeyin gazetecilik sınırlarında yer almadığını dahi anlayamadığınızı görüyorum. Bu çok can acıtıcı bir görüntü.
Bu meslek onurlu bir meslektir. İtibar mesleğidir. Güven mesleğidir. Başka mesleklere benzemez. İcra eden kişiler gazeteciliğin itibarını korumak için gerekirse kendi kişisel kariyerinden vazgeçer, ama yine de haberinin arkasından çekilmez.
Sizin bu yaptıklarınız kabul edilemez.
Normalde işverenleriniz de bunu kabul etmezdi, okurunuz da bu kadar yanıltılmaya isyan ederdi…
Eskidendi tabii bunlar.
Artık yeni Türkiye garabetinde tüm vasatlıklar, tüm çürümüşlükler kabul edilir oldu!
/././
Fiş/fatura alınmadı diye 5 bin lira cezanın kesil(eme)mesi sorunsalı -Murat Batı-
Fiş/fatura almak kanunen zorunlu mu?
Özellikle fiş/fatura almama durumunda fiş/faturayı almayan biz tüketicilere 5 bin lira ceza kesilmesi (VUK m.353/3) hem basında hem de sosyal medyada fazlasıyla kendine yer buldu. Çok önemli bir husus çünkü.
2 Ağustos 2024 tarihinde yürürlüğe giren VUK m.353/3'teki fiş/fatura almama düzenlemesi ile bir lokantada/kafede yediğiniz/içtiğiniz bir şey için -örnekleri çoğaltmak mümkün- fiş/fatura almazsanız o zaman o fiş/faturayı düzenlemeyene/vermeyene ceza kesilecek ayrıca bu fiş/faturayı almayan nihai tüketiciye yani bize de 5 bin lira özel usulsüzlük cezası kesilecek.
Bu kesilecek ceza tutarı basında ziyadesiyle yer buldu ama şu iki unsur nedense görmezden gelindi.
Fiş/fatura almak kanunen zorunlu mu?
Vergi Usul Kanunu m.232 uyarınca kimlerin fatura alacağı ve vereceği net şekilde düzenlenmiştir. VUK m.233 de perakende satış vesikalarını düzenlemiştir. Ancak VUK m.232'de ya da başka bir maddede nihai tüketicilerin fiş/fatura alma zorunluluğunu düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır.
Daha basit bir ifadeyle kabahatin varlığı için olmazsa olmaz hususların başında kabahatin unsurları gelir. Buna göre bir fiilin, kabahat olarak değerlendirilmesi için unsurlarının tamamını barındırması gerekmektedir. Bu unsurlardan bir tanesi maddi unsurdur.
Maddi unsur, dış dünyada değişikliğe sebep olan ve kanunda tanımlanan suç/kabahat tarifi ile örtüşen insan eylemleridir. Maddi unsur, kendi içerisinde de hareket unsuru, sonuç unsuru ve illiyet bağı olmak üzere üç öğeden oluşmaktadır. Hareket unsuru, kanunun yapılmasını emrettiği davranışta bulunmamak ya da yapılmasını yasakladığı davranışları gerçekleştirmemektir.
Buna göre fiş/fatura almamaya yönelik kesilecek özel usulsüzlük cezasını düzenleyen VUK m.353/3'ün dayanağı yani bu maddede sayılan nihai tüketicinin fiş/fatura almasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. VUK m.353/3 ile kanunen zorunlu tutulmayan yani nihai tüketiciye fiş/fatura alma gibi bir görev/sorumluluk yükleyen bir hüküm yokken Gelir İdaresinin fiş/fatura almadı diye 5 bin lira ceza kesmeye kalkması tartışma yaratacak cinstendir. Bu tartışmayı da ben başlatmış olayım.
Nihai tüketicinin fiş/fatura/makbuz almasını zorunlu kılan tek hüküm VUK m.236'dır. Bu maddeye göre avukat, doktor gibi serbest meslek erbabı serbest meslek makbuzu düzenlemek zorunda ve müşterinin isteyip almasını da zorunlu tutmuştur. Yani bir avukattan serbest meslek makbuzunu istemek ve almak zorundasınız. Almazsanız o zaman idari para cezası kesilir. Çünkü kanunda açıkça bunu isteyip ve almak zorunda olduğunuz belirtilmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus ise bunun sadece serbest meslek makbuzu için geçerli olmasıdır. Bu uygulama fiş/fatura vs için geçerli değildir.
Bu nedenle olur da fiş/fatura almadı diye özel usulsüzlük cezası kesilen bir nihai tüketici bunu mahkemeye taşırsa hâkimin ne karar vereceğini büyük bir merakla beklemekteyim.
Bu nedenle tartışmalı olan bu uygulama için Gelir İdaresinin bu konu hakkında bir açıklama yapacağını beklemekteyim.
Diğer bir husus
Örneğin bir lokantada yemek yediniz ardından hesabı isteyip nakit olarak ödeyip fiş/fatura almadan çıktınız ve kapıda Maliye Denetim Elemanı size "pardon bir dakika, fişinizi görebilir miyim?" dedi.
Ne yaparsınız? Burada üç ihtimal var; varsa fişinizi gösterirsiniz yoksa fişiniz (almadıysanız) yok fişim dersiniz. Maliye Denetim Elemanı da sizden kimlik bilgilerinizi ister siz de sorumlu bir yurttaş gibi kimlik bilgilerinizi verir ceza kesilmesini beklersiniz. Sonra da gider ödersiniz.
Ancak Maliye Denetim Elemanı size "pardon bir dakika, fişinizi görebilir miyim?" dediğinde Siz duymazdan gelir çıkıp giderseniz ne olacak? İşte burada Maliye Denetim Elemanının zor kullanma ve cebren kimliğinizi göstermenizi zorlayacak yetkisi bulunmamaktadır. Lokantadan kimlik bilgilerinize de ulaşılamayacağından hatta güvenlik kameralarından yüz tanıma sistemiyle sizi de bulamayacağına göre ceza kesilemeyecek mi? muhtemelen hayır.
Peki ne olacak? işte burası önemli bir sorun ve cevabı bende maalesef bulunmamakta. Bu nedenle tartışmalı olan bu uygulama için Gelir İdaresinin bu konu hakkında da bir açıklama yapacağını umuyorum.
Genel değerlendirme
Vergi kanunlarımız gecekondu mahiyetindedir. Her gelen ya yeni bir şey ekledi ya değiştirdi ya da çıkardı. Vergi hukukuna ilişkin onlarca kanun, binlerce madde, binlerce tebliğ, Cumhurbaşkanı kararı, özelge vs bulunmaktadır. Bir vergi hukuku profesörü olarak bu kadar şeyi ve öncesindeki değişiklikleri takip etmekte, anlamakta ziyadesiyle zorlanmaktayım. İnsanüstü bir çaba gerekiyor.
Aynı şey Gelir İdaresi için de geçerlidir. Ancak Gelir İdaresinin herkesten çok daha fazla ihtimam göstermesi gerekiyor. Özellikle yapılan düzenlemelerin önünü, arkasını, sağını, solunu iyice hesap etmesi gerekiyor. Bu nedenle yapılan tüm düzenlemeleri önceden kamuoyuyla paylaşıp bunun için gelecek geri bildirimleri dikkatlice değerlendirmesi gerekmektedir. Ya da en azından muhtelif üniversitelerden destek alınması gerekmektedir. Ama maalesef etkin bir şekilde bu yapılmamakta.
Ezcümle Allah hepimizin yardımcısı olsun.
/././
Sınıflarda çöp, bulunamayan temizlik personeli: Devlet okullarında "temizlikten tasarruf" manzaraları -Candan Yıldız-
Ucuz ve güvencesiz işçi arayan devlet okulların temizlik yükünü müdürler, öğretmenler, veliler ve öğrencilere yüklemiş durumda
Bakalım daha neler göreceğiz… Kamuda tasarruf piyangosu(!) öğrencilere çıktı. İtibardan değil ama hijyenden tasarruf edilince ortaya bu görüntüler çıktı.
Bakın burası İstanbul'da bir devlet okulu… Fotoğraflar durumu anlatıyor. Fazla söze gerek yok…
9 Eylül'de okulların açılmasıyla birlikte böylesi bir tablonun ortaya çıkabileceğini Yeni öğretim yılında elinde bez, paspas olan öğretmenler mi göreceğiz başlıklı yazımda belirtmiştim. Okullardaki personel eksikliğinin bir sonucuydu Bahçelievler Prof. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi müdür yardımcısı Sibel Turan'ın okulun sahne perdesini düzeltmek için çıktığı 10 metre yükseklikten düşüp yaşamını yitirmesi…
Kamucu devletin nasıl tel tel çözüldüğünün delili olan bu fotoğraflar nasıl oluştu?
Personel açığı öğretmenlerin canına mâl olurken okulların temizlik görevlisi ihtiyacını karşılayan İŞKUR'un Toplum Yararına Program'ı (TYP) değişti. Yeni yönetmeliğe göre İşgücü Uyum Programı (İUP) ile okullarda temizlik görevlisi okullarda hafta üç gün çalışacak. Okulların 2024 - 2025 eğitim ve öğretim yılına başlamasının üzerinden üç hafta geçti. Sınıflarda çöpler birikmiş durumda. Bu konuda en çok sesi çıkan Eğitim-Sen. Eğitim-Sen'den aldığım bilgiye göre birçok okul ayda 7 bin liranın altında haftada 3 gün çalıştıracak personel bulamıyor. Belediyelerden destek talebi var. Özellikle kayıt esnasında bağış toplama imkanı olmayan sosyo ekonomik açıdan dezavantajlı okullar büyük sıkıntı yaşıyor.
Çünkü İşgücü Uyum Programı'na göre okullarda temizlik personeli üç gün çalışacak. 12 gün karşılığında ayda brüt 8447 TL ücret alacak. Konuştuğum Eğitim Sen İstanbul 7 No'lu şube, net ücretin 7 bin liranın altında kaldığını söyledi.
Çalışanlara genel sağlık sigortası yatırılacak. Emekliliğe yansımayacak. Bu durumda kim çalışmak ister ki? Değil haftanın beş günü için haftanın üç günü için bile personel zor bulunuyor. Bazı okulllar "Haftada üç gün saat 16.00-19.00 arası çalışacak personel aranıyor" ilanı vermeye başlamış. Yani günde sadece 3 saat! Yine bazı okullarda öğretmenler öğrencilerle birlikte derse başlamadan önce sınıfın genel temizliği için çöpleri topluyormuş. Öğretmen ve öğrencilere verilen değer! Bu büyük sorunun sendikalar için ne kadar sorun olduğuna bakalım. Eğitimde örgütlü olan en etkili sendikalar Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Eğitim Bir-Sen ve Türk Eğitim-Sen. Eğitim-Sen bu sorunu bir kampanyaya dönüştürdü ve basın açıklamaları ve eylemlerle "Temizlikte Tasarruf Olmaz" diyor. Eğitim-İş sesini basın yayın organlarıyla duyurmaya çalışıyor. İktidara yakın olan Eğitim Bir- Sen, konuyu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan'a ilettiğini açıkladı. İUP kapsamında ödenecek ücretin 12.000 TL'ye yükseltilmesi gündemde olsa bile üç gün sorunu çözülecek mi, belirsiz. Kaldı ki kamu eliyle asgari ücretin altında ücret ödemek anayasal hak gaspı.
Milliyetçi Türk Eğitim Sen'in sosyal medya hesaplarına baktığımda ise bu sorun çok gündemlerinde değil. Okulların temizlik sorununun hizmet alımı yöntemiyle çözülmeye çalışılması sorunun kendisi. Geçmiş yıllarda okulların kadrolu temizlik personeli vardı.
Eğitim-Sen'in dediği gibi bazı okullarda "Destekleme ve Yetiştirme Kursları" nedeniyle 7 gün eğitim-öğretim devam ederken haftada 3 gün çalışacak personel ile okulların temizliği nasıl yapılacak?
Öğrenci ve öğretmenlerin sağlığı riske atılmış olmuyor mu? Sağlıktan tasarruf mu olur? Temizlik sorununu çözemeyen bir okulda öğretmen ve öğrenciler derslere nasıl konsantre olacak? Bakalım öğretmenlerin, bazı sendikaların ve velilerin sesi duyulacak mı.
T24 - GÜNDEM
TFF Başkanı Hacıosmanoğlu'ndan Erdoğan'a "Dünya Lideri" yazılı forma hediyesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu ile beraberindekileri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde kabul etti. TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, Erdoğan'a A Milli Futbol Takımının imzalı EURO 2024 formasını hediye etti.(https://t24.com.tr/haber/tff-baskani-haciosmanoglu-ndan-erdogan-a-dunya-lideri-yazili-forma-hediyesi,1184958
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder