19 Eylül 2024 Perşembe

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -19 Eylül 2024-

 

Yakılan Afgan işçiyle ilgili bilimsel değerlendirmeyi okuyun ve sorun: Bu dosyadan adalet çıkar mı? -Candan Yıldız-

Bilimsel mütalaa, devletin adli tıp kurumunun dosyadaki eksikliklerini de tespit ediyor.
                                                
Vezir Muhammed Nourtan

Afgan bir göçmeni kaçak bir kömür ocağında kayıtsız, güvencesiz çalıştırmak kolay. O Afgan işçiyi yakmak da ucuz! Ama bu ucuz can düzeninde iyi avukatlar ve iyi kurumlar da yok değil. Zonguldak'ın merkez köyü Köroğlu'na yakın ormanlık alanda yakılmış halde bulunan Vezir Muhammed Nourtani'nin öyküsünü yazmıştım. 10 Kasım 2023 tarihinde yakıldığı için beden bütünlüğü bozulan Afgan işçinin ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker her nedense devletin adli tıp kurumunun raporuyla yetinmedi. Elindeki bütün belge, bulgu, rapor ve delilleri Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'na sundu.

Çünkü çok önemli bir rapor ortaya çıktı. Afgan işçi Vezir Muhammed'in nasıl öldüğü, yakıldığı sırada ölü olup olmadığı sorularına yanıt üretecek bilim adil tıp…

Bu sorulara verilecek bilimsel yanıt, ceza davasının seyrini, sonucunu değiştireceği için kritik. 17 sayfalık rapor hazırlayan heyete de teşekkür etmek gerekiyor. Çok titizlikle hazırlanmış. Öyle bir titizlik ki, sanık ifadelerindeki çelişkilere bile dikkat çekilmiş. Hatta skandal denilebilecek tespitlere yer vermiş.

Bilimsel mütalaadan anlıyoruz ki, eğer delil karartılmak istenirse yakmak buna uygun bir eylem.

"Yakılan cesetler üzerinde yapılan tıbbi incelemelerde travmaya bağlı bulguların yok edilme ihtimali cinayet vakalarının aydınlatılmasında kritik bir engel oluşturmaktadır. Yanmış cesetler cinayet delillerini yok amacıyla kasıtlı bir eylem olabileceği yönünden de değerlendirilmeli…"

Yine rapor ölen Afgan işçinin cesedini inceleyen devletin adli tıp kurumuna diyor ki, bizim tespit ettiğimiz şeyler sizin raporunuzda yok!

"Boyun ve göğüs kas bölgelerinde şüpheli renk değişikliği alanları görülmektedir. Bunların otopsi raporuna kaydedilmediği görülmektedir."

Bilimsel değerlendirme çok önemli bir eksikliği giderin diyor. Çünkü Afgan işçinin ölümüyle ilgili iş kazası bilirkişi heyetinin raporunun adli tıp kurumuna gönderilmediğini tespit ediyor. Ve iş kazası heyetinin raporu şu açıdan önemli. Rapor şüphelilerin iddia ettiği gibi Afgan işçinin kalp krizinden öldüğü iddiasına şüpheli yaklaşıyor.

"Ölü muayene tutanağında belirtilen kazalının ileri derecede yakılmasına rağmen hâlâ kırılmış kemiklerinin tespiti, kazalının ağız ve burnunda kan izlerinin bulunması bu kanaatimizi kuvvetlendirmektedir. (Kalp krizinden ölmedi kanaati - CY) Şüpheli Sercan Kayabaş'ın (vinç operatörü) ocak içindeki 125 metre uzunluğundaki desandre başında vinç operatörü, kazalı Vezir Muhammed Nourtani'nin de desandre dibinde çalıştığı esnada desandre içerisinde boş bir vagonun desandre dibinde ya da içerisinde çarparak ağır şekilde kazalandığı…"

Bilimsel değerlendirmede de benzer bir tespit var. Ölümün kuvvetle muhtemel zorlamalı ölüm (kaza/cinayet) sonucu meydana geldiği…

Rapor şüphelilerin çelişkili ifadelerinin de altını çiziyor.

"Her ne kadar Vezir Muhammed'in maden ocağı içinde fenalaşıp ölmesi üzerine korktukları ve yakmaya karar verdikleri yönünde ifade vermiş olsalar da kişinin ölmüş olduğundan emin değillerdir."

Afgan işçinin vücudunda travmatik değişimler var. "Neden bunlar raporda yok" diyor bilimsel değerlendirme. Şüpheli kırıklarla ilgili grafilerin Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'ne gönderilmediğini tespit ediyor. Oysa şüpheli kırıklar, ölüm nedeniyle ilgili fikir verecek bulgular.

Afgan işçinin dilinin alt kısmında kurtçuklar oluşmasının yine kanamaya neden olan bir travma olabileceğine vurgu yapılıyor.

Bir raporun gücü diyelim… Diğer yandan da soruşturma dosyalarına giren resmi raporların ne kadar eksik olabileceğine de dikkat kesilelim.

Vezir Muhammed Nourtani'yi hastaneye götürmek yerine arabanın bagajına atan "cesaretin" nereden beslendiğine bakalım Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi kararında vurgu yapacak mı?

Dosyada üçü tutuklu 6 kişi yargılanıyor.

Yerelde "çakal ini" olarak anılan kaçak ocağın sahibi Hakan Körnöş (tutuklu), ortağı görünen Enver Gideroğlu (tutuklu), Ahmet Aydın (tutuklu), Alaatin ÇayırlıEray Demiro ve ocakta vinç operatörü Sercan Kayabaş tutuksuz yargılanıyor.

Eski MHP Gelik Belde Başkanı ve aynı zamanda kaçak ocağın sahibi, sanık Hakan Körnöş, başka davalardan HAGB'si (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması) olan biri…

18 Eylül'de görülen duruşmadan Koç Adli Tıp'ın raporunun değerlendirilmesi kararı çıktı. Bir sonraki duruşma 20 Aralık'ta…

                                                                 /././

Türkiye'nin kadınları ve çocukları: Tecavüze uğradığını söyleyen zihinsel engelli kız nasıl sanık oldu? -Gökçer Tahincioğlu-

AYM, en baştan beri yapılması gereken basit, çok basit, konuyu kapatmak istemeyen herhangi bir birimin yapacağı bir eylemi anımsatarak hak ihlali kararı verdi.

Türkiye, günlerdir küçük Narin'in nasıl kaçırıldığını, nasıl öldürüldüğünü tartışıyor.

"Örgütlü" olan sadece ailesi değil, kolayca çözülebilecek bir cinayet dosyası örgütlü bir biçimde kapatılmaya çalışılıyor. İş sürekli mecrasından saptırılıyor, benzer yüzlerce olayda oralı olmayan bazı mecralar nedense gizliliği de ihlal ederek sürekli yayın ve haberlerle sürece dahil ediliyor.

Çocuklar zaten savunmasız.

Kurulan mekanizmalara, verilen eğitimlere, yapılan uyarılara rağmen zaten bu ülkede kötülükle tanışmış hiçbir çocuk, hiçbir kadın hakkınca korunamıyor. 

* * * 

Bugün yaşanılan süreci anlamak için başka çocukların, kadınların yaşadıklarına da bakmak lazım.

Anayasa Mahkemesi'nin birkaç ay önce aldığı çok yeni bir karar, aslında durumu anlamak için yeterli.

Önce karardan hareketle iddialara, yaşananlara bakalım.

Olay tarihinde çocuk yaşı kısa süre önce geçmiş olan, Ankara Güdül'de yaşayan ikiz kız kardeşlerin, korkmalarına, endişelerine rağmen savcılığa suç duyurusunda bulunmalarıyla süreç başladı.

İddialarına göre önceden tanıdıkları iki arkadaşla pikniğe gitmişler, sonradan yanlarına arkadaşlarının bir akrabası da katılmıştı.

İkiz kız kardeşlerden biri. B.D., yüzde 50 zihinsel engelliydi. Zihinsel engelli kardeş, piknikte tanıştığı R.A.'nın kendisine tecavüz ettiğini, daha sonra da olaydan bahsetmeleri halinde onları öldüresiye döveceğini söylediğini anlattı. Kardeşi de bu iddiayı doğruluyordu.

Suçlanan tarafın savunmaları tanıdıktı. Zihinsel engelli kızın rızasıyla kendisiyle ilişkiye girdiğini, bunu kardeşinin de gördüğünü hatta "sen iyice o… oldun" dediğini, zihinsel engelli kızın da "ne yaptıysam kendi isteğim ile yaptım. Zaten kız değilim bilmiyor musun?" dediğini söyledi. İftiraya uğradığını belirterek kızlar hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kızlar, önceden tanıdıkları arkadaşlarının da kendilerine tehditte bulunduğunu iddia etmişlerdi. Onlardan biri B.D.'nin kendi isteğiyle ilişkiye girdiğini dönüş yolunda arabada da söylediğini, olayın başlarına iş açacağını düşünerek, bu beyanlarını kameraya aldığını anlattı. Kaydı savcılığa verdi.

* * * 

B.D.'nin 2013'te Ankara Numune Hastanesi tarafından verilen, yüzde 50 zihinsel engelli olduğuna yönelik heyet raporu da savcılığa verildi.

Beypazarı Devlet Hastanesi de olaydan sonra kızda genital yırtık bulunduğuna yönelik rapor hazırladı. Ancak olay günü ile genital yırtık tarihi arasında uyumsuzluk olduğu belirtilerek genç kız Ankara'ya sevk edildi.

Ankara Etlik Hastanesi, B.D.'ye darp açısından hayati tehlikesi olmadığına dair rapor verdi. Ancak aynı raporda basit tıbbi müdahale ile giderilebilir durumda olduğu da belirtildi. Tartaklandığı görülüyordu.

Bir rapor da Etlik Zübeyde Hanım Hastanesi verdi. Orada da eski yırtığın yanında genital yeni bir yırtığın olduğu belirtildi. Ayrıca "…tecavüze uğradığını söylemekte. Olayı bir gün önce yaşamış. Uykusuzluk çektiğini söylüyor. Ağlamakta, korktuğunu, kötü bir şey olacakmış gibi hissettiğini ifade ediyor. Hastaya psikolojik destek olması önerildi" notu düşüldü.

* * * 

Savcılık dosyasına arabada çekilen video kaydının çözümü de konuldu. Kızların arabada aralarında konuştukları, B.D.'nin, "Ben isteyerek yaptım, anneme söyleme" dediği anlatıldı.

Aynı günlerde Ankara Adli Tıp'tan da rapor alındı. Tek bir doktor tarafından verilen raporda, hakkında heyet raporu bulunan B.D.'de zekâ geriliği bulunmadığı, olayın hukuki sonuçlarını anlayabileceği belirtildi.

* * * 

Elbette tecavüz ağır bir iddia. Elbette savcılık lehe ve aleyhe bütün kanıtları toplamak zorunda. Ancak bir anda dosyada öyle bir tablo oluştu ki söylenecek söz kalmadı.

Savcılık, üç şüpheli hakkında takipsizlik kararı verdi.

Kız kardeşler hakkında ise iftira suçundan dava açıldı. Dahası kız kardeşler suçlu da bulundu. Verilen ceza ertelendi. Hak ararken suçlu haline gelmişlerdi.

* * * 

2021'de kız kardeşlerden biri öldü. Ailesi de hukuki süreci takip etmedi. Böylece geriye sadece tecavüze uğradığını söyleyen B.D. kalmıştı.

Konu Anayasa Mahkemesi'ne taşındı.

AYM, en baştan beri yapılması gereken basit, çok basit, konuyu kapatmak istemeyen herhangi bir birimin yapacağı bir eylemi anımsatarak hak ihlali kararı verdi.

AYM, şunu anımsatıyordu.

B.D.'ye yüzde 50 engelli raporu bir sağlık heyeti tarafından verilmişti. Üstelik olaydan sonra hastanenin düzenlendiği rapora, psikolojik destek önerisi notu düşülmüştü.

Savcılık ise sadece tek bir hekimin verdiği Adli Tıp Raporu'nu esas alarak dosyayı kapatmıştı.

Bu tabloda, B.D.‘nin beden ve ruh bakımından kendini savunabilecek durumda olup olmadığının, birleşmeye rıza göstermesinin hukuki geçerliliği bulunup bulunmadığının aydınlatılması gerekirdi.

Bu çelişkilerin giderilmesi gerekirken savcılık dosyayı kapatmış, kızlar hakkında dava açmıştı.

Kötü muamele yasağının usul boyutu ihlal edilmişti. Hak ihlali söz konusuydu.

* * * 

AYM, hak ihlali kararı verirken, olayın yeniden soruşturulmasına da hükmetti. Ayrıca mağdur kıza tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

Buna göre savcılığın, elbette AYM kararına uymama alışkanlığı sürdürülmeyecekse, yeniden soruşturma açması gerekiyor.

Olayın üzerinden 6 yıl geçmiş, kız kardeşlerden biri hayatını kaybetmiş, iki genç kız hak ararken yargılanıp bir de suçlu bulunmuşken…

Suçlanan üç kişi bir gün olsun tutuklanmamış, bir gün olsun bedel ödememişken.

B.D., bütün bu yıpratıcı süreci yaşadıktan sonra artık 30'lu yaşlarına doğru ilerlerken…

Bu ülkede ailelerin bir kötülük etrafında örgütlenmeleri sürpriz değil.

Hiçbir şey durup dururken olmuyor.

Bir girdabın içerisinde yaşıyoruz ve o girdap hepimizi en dibe doğru çekiyor.

                                                              /././

Patlayıcılı çağrı cihazları nerede üretildi, cihazlara patlayıcı nasıl yerleştirildi? -Eray Özer-

Patlayan çağrı cihazlarını üreten Tayvanlı Gold Apollo, Avrupa'daki temsilci şirketi suçlamıştı. Budapeşte merkezli temsilci şirket ise "Biz üretim yapmıyoruz, sadece aracıyız" diye cevap verdi. Yeni patlamalar var, bu kez telsizler ve başka kablosuz cihazların patladığı söyleniyor. Tarihin en gizemli saldırısıyla karşı karşıyayız.

Lübnan'da çağrı cihazlarının patlamasıyla insanlığı şaşkınlığa uğratan saldırılar sürüyor. Ülkeden gelen haberler şimdi de telsizlerin ve başka kablosuz cihazların patladığı ve yüzlerce insanın daha yaralandığı yönünde.

Peki bunlar nasıl oldu? Saldırıların arkasında olduğu söylenen İsrail bu patlayıcıları bu cihazların içine nasıl yerleştirdi?

Bu cihazlar nasıl üretildi?

İkinci saldırı henüz çok yeni olsa da, Lübnan'da yaşanan ilk saldırının nasıl planlandığına dair bazı detaylar kamuoyuna yansımaya başladı.

T24'ün konuya ilişkin detaylı haberinde cihazların içine patlayıcı yerleştirildiğine dair uzman yorumları yer alıyor.

Yerleştirilen patlayıcı miktarı ABD kaynaklarına göre 2 ons, yani yaklaşık 55 gram kadar.

Peki bu iş nasıl oldu? O patlayıcılar o cihaza nasıl ve hangi aşamada kondu?

Şu ana kadar dünya basınına yansıyan haberler bu işin içinde bir tuhaflık olduğunu gözler önüne seriyor.

Şöyle ki; öncelikle patlayan çağrı cihazlarının Tayvanlı Gold Apollo şirketine ait olduğunu biliyoruz. Hizbullah tarafından ithal edilen model çoğunlukla AR924, başka üç model daha olsa da sevkiyatın büyük kısmı AR924 modeliyle yapılmış. T24'ün haberinde de tüm bu bilgiler yer alıyor.

Tayvanlı şirket: Üretim de Budapeşte'de yapıldı

Gold Apollo'nun sahibi ve kurucusu Hsu Ching-kuang isminde bir Tayvanlı.

Bir anda bütün gözler firmasının üzerine çevrilince basının karşısında çıktı Ching-kuang ve Avrupa'da bir temsilcilikleri olduğunu, üç yıldır bu temsilcilikle çalıştıklarını ve Hizbullah'a yapılan sevkiyatın üretimini ve teslimatını bu temsilciliğin yaptığını söyledi.

Dediğine göre Budapeşte merkezli BAC Consulting isimli firmaya markalarını kullanım haklarını vermişlerdi, tasarım ve üretim BAC Consulting'e aitti.

Bu kez herkes BAC Consulting'i merak etmeye başladı.

BAC Consulting pek üretici gibi değil

Şirketin web sitesi sabah saatlerinden itibaren erişime kapatılmıştı.

Sahibi Cristiana Arcidiacono-Barsony bir kadın.

Linkedin ve Instagram hesapları açık. Fakat oralara bakınca üretim yapıldığına dair bir izlenime kapılmıyor insan.

Cristiana Arcidiacono-Barsony kendi ilgi alanlarını, iklim ve çevre danışmanlığı, raporlama gibi konular olarak yazmış özgeçmişine.

İnternet "geek"leri şirketin altını üstüne getirmiş tabii. Onların buldukları da ilginç. 

Şöyle özetini geçeyim: 

* BAC Consulting 2022 yılında kurulmuş ve sadece iki yıl içinde bir milyon Euro ciroya ulaşmış.

* Şirketin alan adı, şirket kurulmadan iki yıl önce, 2020 yılında satın alınmış.

* Alan adı daha önce başka bir şirkete aitmiş.

* Şirketin web sitesinde de çevre, kalkınma ve uluslararası ilişkiler de dahil olmak üzere çeşitli danışmanlık alanlarında uzmanlaştıkları iddia ediliyor.

* Şirketin sahibi ve görünüşe göre tek çalışanı (web sitesine göre) Cristiana Arcidiacono-Barsony

*Cristiana'nın Linkedin profili 2019 yılında oluşturulmuş.

"Herhalde yanlış anladınız, biz aracıyız sadece"

Gazeteciler önce bir süre Cristiana Arcidiacono-Barsony'ye ulaşamamışlar.

NY Times şirket telefonlarının bir türlü açılmadığı bilgisini vermiş.

Fakat nihayet sonunca NBC ulaşmış bu hanımefendiye. 

Lakin Hizbullah'a satılan cihazların üretimini kendisinin yaptığına yönelik iddialara verdiği cevap çok ilginç. Gold Apollo'yla çalıştıklarını doğruluyor ama kendilerinin sadece aracı olduklarını, kesinlikle üretim yapmadıklarını söylüyor. Ve hatta gazetecilere "Herhalde siz yanlış anladınız" diyor. 

Bu bilgi Gold Apollo'nun Tayvanlı sahibinin söyledikleriyle birebir çelişiyor.

NBC bu cevap üzerine Gold Apollo'nun merkezini bir kez daha arıyor fakat bu defa da şirketin sözcüsü konu hakkında soruşturma devam ettiği için daha fazla bilgi veremeyeceklerini söylüyor.

Yani ortada bir tuhaflık var.

BAC Consulting sahiden de üretim yapan bir firma gibi durmuyor. En fazla mümessil gibi duruyorlar ama orada bile şüphe uyandırıcı bir profil var: Teknoloji işiyle uğraşan bir şirket değiller.

Öte yandan BAC Consulting'in CEO'su Cristiana Arcidiacono-Barsony, Gold Apollo'yla çalıştıklarını doğruluyor. Fakat üretim yapma iddialarını net bir şekilde reddediyor.

Arkasından da Gold Apollo sessizliğe bürünüyor. 

Saldırı gizemini korurken şimdi de başka cihazların patladığına dair haberler geliyor. Başka çağrı cihazları, telsizler ve belki de başka elektronik aygıtlar.

Bugüne kadar eşine rastlanmamış bir saldırı yöntemi ve biçimiyle karşı karşıya olduğumuz muhakkak.

                                                               /././

Cep telefonlarındaki piller ölümcül patlama yaratır mı? -Füsun Sarp Nebil-

Bu saldırı boyutu ile şaşırtıcı olsa da, yeni cins bir saldırı değil. Siber saldırı hiç değil. Özetle, bir cihazın içindeki patlayıcı uzaktan patlatılmış.

Dünkü saldırıyı yorumlayan yazımdan sonra, bugün konuyu araştıran gazeteci arkadaşlarımdan gelen tek bir soruyla karşılaştım.

"Cep telefonlarında da pil var. Acaba ölümcül bir tehlike yaratır mı?"

Önceki yazıda ne demiştik? Burada patlayan şey bir "pil" değildir. Bunu neden diyoruz? Çünkü pillerin patlatılması bu kadar kolay değil. Zaten New York Times da bugün bizi teyit eden bir makale yayınladı.

Aşağıdaki videoda, cep telefonundan laptopa çeşitli araçların pillerinin patlatılmasının denendiğini görebilirsiniz. 5.30'dan itibaren çok daha büyük bir pili patlatmaya uğraşıyorlar. Ama patlamıyor.

https://youtu.be/jGUkKi7cfK4  (Videonun yayıncısı iFixit birbirlerine onarım konusunda yardım eden insanların oluşturduğu global bir topluluk)

Zaten neredeyse 35 yıldır hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan cep telefonlarının pillerinin patladığını kaç kere gördünüz? Kaç kişinin yakınında böyle bir olay meydana geldi?

Evet, gazetelerde zaman zaman bazı pil yanma olayları gördük ama bunlar da aşırı koşullar altında, kullanım ya da üretim hataları nedeniyle pillerin aşırı ısınması ya da delinmesi gibi olaylar sonucunda meydana geldi. Örneğin 2017'de Samsung'un Galaxy Note 7 telefonlarında (geri toplatılmıştı) pil kaynaklı yanma ve patlama meydana gelmişti.

Çağrı cihazının ciddi hasar meydana getirmesi mümkün mü?

Çağrı cihazı dediğimiz aygıt bir hayli basit bir alet. Pilinin aşırı yükleme ile vs patlatılmasının ne kadar zor olduğunu -çeşitli pillerin denendiği- yukarıdaki videodan da görebilirsiniz.

Ama yine de mesela diyelim ki çağrı cihazının pilini patlatacaksınız; önce cihazın numarasını bileceksiniz, sonra içine sızacaksınız -ki internete bağlı olmadığı için sızma ancak fiziksel olarak mümkün- içine öyle bir kod ya da devre koyacaksınız ki pili ısındıracak kadar yüklü bir işlem yapacak. Üstelik bunu aynı anda binlerce cihazda yapacaksınız. Pek akla yakın gelmiyor.

Gerçek dünyada lityum-iyon piller patladığında, ufak tefek yaralanmalar (mobil telefonlarla ilgili) raporlansa da, ölüme yol açması zor gözüküyor. Dolayısıyla saldırıyı duyduğumuz andan itibaren dışarıdan cihaz içine konulmuş patlayıcı diyoruz.

BAC Consulting firması

Çağrı cihazlarının ana üreticisi Tayvanlı Gold Apollo'nun CEO'su Hsu Ching-kuang, bugün Taipei'de gazetecilerle yaptığı görüşmede, BAC ile 3 yıldır anlaşmalı çalıştıklarını söylemiş ama anlaşmaya dair bir belge sunmamış. Ancak ilgi çekici bir ayrıntı vermiş ve BAC ödemelerinin Orta Doğu üzerinden gönderildiğini belirtmiş.

Şirketin, 19 Mayıs 2022'de kurulduğu ve (şu anda yayında olmayan) web sitesinde, iş danışmanlığından mücevher satışına kadar uzanan çeşitli iş kollarının yer aldığı görülürken, faaliyetleri arasında yer alan telekomünikasyon konusunda çağrı cihazı teknolojisiyle ilgili olduğuna dair bir bilgiye ulaşılamamış. 

BAC'nin Macar ve İtalyan kökenli olduğunu iddia eden 49 yaşındaki Cristiana Arcidiacono-Barsony tarafından kurulduğu bilgisi var.

Bu siber saldırı mı?

Yapılan saldırı bir siber saldırı mı diye soranlara not edelim. Bu saldırı boyutu ile şaşırtıcı olsa da, yeni cins bir saldırı değil. Siber saldırı hiç değil. Özetle, bir cihazın içindeki patlayıcı uzaktan patlatılmış. Bunu cep telefonlarının içine yerleştirilen patlayıcılarla, uzaktan suikast yapıldığında gördük. Yeni olan şey şu; bu sefer 1 kişi değil, bir kitle hedeflenmiş.

Bir düşman görülen grubun yaptığı / yapacağı alım bilgisi değerlendirilmiş ve bu alım kitlesel saldırı amaçlı kullanılmış. Toplu cihaz alımı nedeniyle çok kişiye ulaşan bir saldırı olmuş. Bilinen ve daha önce defalarca yaşanan bir saldırı türü. Telefona konulan patlayıcılarla yapılan suikastlerden farksız. (Hamas üyesi Yahya Ayyaş'ın 1996'da öldürülmesi gibi...)

Bu saldırının 2 boyutu var. Birisi casusluk (cihazların satın alınacağını ve nereden alınacağını haber almışlar) ikincisi muhtemelen hainlik; B.A.C Consulting isimli Macar firma ya da oradan ithalat yapan Lübnan'daki bayi bu bombaları cihaza yerleştirmiş.

Saldırı İsrail'e sadece bir grup Hizbullah üyesinin sahadan çekilmesini (ölerek ya da yaralanarak, örneğin 500 kör kalan üyeden bahsediliyor) sağlamakla kalmamış. Yanı sıra kimlerin üye olduğu da ortaya çıkmış. Daha önemlisi İsrail "teknoloji açısından güçlü olduğu" imajına yeni bir katkı yapmış oldu.

Dünya açısından ise, buradaki önemli olay şu; İsrail Gazze'deki hastane ya da Birleşmiş Milletler binasında olduğu gibi sivil halka yönelik yaptığı saldırılara bir yenisini eklemiş. Hizbullah’ın kendisi sivil olmasa da, halkın içine karışmış olan, yani bir süpermarkette alışveriş yapan, motosiklet kullanan, araba kullanan Hizbullah üyelerinin çevresindeki sivil halka aldırılmadan bu saldırı gerçekleştirilmiş. Bu vahim bir durum. İsrail’in alışılmış etik kurallara aldırmadığını ortaya koyuyor. Umarız bu yeni bir trend haline dönüşmez.

Diğer yandan buradan çıkarılacak önemli bir ders, son yıllarda AKP’nin diline doladığı ve hepimizi kandırmaya çalıştığı sanal “yerli ve milli” değil, gerçekten kendi teknolojimizi üretmemiz gerekiyor.

                                                                /././

"Bu romanı neden yazdın?" -Mine Söğüt-

2014 yılında, yani "Açılım sürecinde" yazılan bu roman Kürt meselesine odaklıydı ve çok açıktı, romanı yazara "Bu romanı neden yazdın" diye soranlar yazdırmışlardı

Dün Yavuz Ekinci'ye romanı yüzünden açılan davayı izlemek üzere kalabalık bir grup yazar hep birlikte Çağlayan Adliyesi'ndeydik.

Herhangi bir mesleki ya da politik organizasyonla değil hepimiz kendiliğimizden, arkadaşımızın yanında olmak ve "Edebiyat yargılanamaz" cümlesini çoğaltmak için sabah 09.30'da yargılamanın yapılacağı Ağır Ceza Mahkemesi'nin kapısına dikilmiştik.

Yavuz, Ağır Ceza'da yargılanıyordu çünkü ona yöneltilen suçlama "Roman yazarak terör örgütü propagandası yapmak, terörü övmek"ti.

Söz konusu roman 2014 yılında yazılan "Rüyası bölünenler".

Roman ilk baskısının üzerinden 9 yıl geçtikten sonra Cimer'e yapılan bir ihbarla yazarının ifadesi bile alınmadan geçen yıl toplatılmıştı. Bu da yetmemiş bir yıl sonra da yazarı terör propagandası yapma suçlamasıyla yargılanıyordu.

Yavuz bu mahkemeyi duyurmak için yazdığı mesajında "Hukuk bana bu romanı neden yazdın diye soruyor" diyordu.

Bu soruyu bir yazara bir gazeteci, bir eleştirmen ya da bir okuru rahatça sorabilir. Ama soran bir savcı ya da hâkim olunca işin rengi orada değişiyor.

Yazdıklarının hesabını değil okura, eleştirmene, hatta bazen kendisine bile vermek zorunda olmayan yazar, defalarca mahkemeye çıkıp neyi neden yazdığını anlatmak zorunda kaldığında, bu bir hukuk değil mantık sorunu haline geliyor.

Edebiyatçılar hukukçulara roman yazmanın nasıl bir iş olduğunu anlatmak zorunda kalıyorlar.

Bu davada da durum değişmedi. Yavuz Ekinci'nin savunması hukuka verilen "Hayal gücüyle yeniden yaratılan gerçeklik ve edebi kurgunun incelikleri" temalı bir edebiyat atölyesine dönüştü.

Hukuksa, her zamanki gibi Türk sinemasının kötü adamı Erol Taş'ı sokakta görünce yuhalayıp taşlayan kaba seyirci misali duyduğunu, gördüğünü anlamayan, hatta yanlış anlayan bir cehalet abidesi gibi hayasızca sormaya meyyaldi:

"Sen bu romanı neden yazdın?"

Siz istediğiniz kadar, "Evet, roman meselesini bir gerçeklik üzerine kurdu ama orada yazılanlar gerçek değil kurgu, yani hayal ürünü" deyin, resmi tarihe hizmet eden hukuk, eğer niyeti yoksa, cevabı duymazdan geliyor. Kendi cevabını yaratmanın yollarını arıyor.

Romanlar, şiirler, hikâyeler, oyunlar, şarkılar da işte bu yüzden yazılıyor, filmler bu yüzden çekiliyor. Sanatın işi gücü bu.

Tek bir cevabı olmayan çetrefilli meseleler farklı açılardan ele alınsın diye…

Düşünülmeyen şeyler de düşünülsün, görülmeyenler de görülsün diye...

En önemlisi de sadece sistemin ya da siyasi niyetin değil bizzat insanın hikâyesi de kayda geçsin, geçebilsin diye…

Dünkü duruşmada mahkeme heyetine yazar ve avukatları tüm bunları tane tane anlattılar.

Yazarın hayal gücünden bahsettiler, yaratıcılığın ne demek olduğundan. Yazarla yazdığı metin arasında kurulması ve kurulmaması gereken bağlardan bahsettiler. Heyet anlatılanlarla ne kadar ilgilendi emin olamadık. Nihayetinde ilk celsede bir karar çıkmadı, ikinci duruşma tarihi Aralık ayına verildi.

Guernica, Pablo Picasso'nun en ünlü resimlerinden biridir. İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanya'sının İspanya'nın Guernica şehrini bombalamasını anlatır. Tabloda iç içe geçmiş birçok figür vardır. Acı çeken insanlar ve yaralı hayvanlar, parçalanmış cesetler... Savaşta yaşanan en korkunç görüntüler ve duygular bu resimde güçlü bir şekilde bir aradadır. Bu resim sanat tarihinin savaş karşıtı en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Bir gün katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso'ya yaklaşıp "Bu tabloyu siz mi yaptınız?" diye sorar.

Picasso cevap verir.

"Hayır, siz yaptınız."

2014 yılında, yani "Açılım sürecinde" yazılan bu roman Kürt meselesine odaklıydı ve çok açıktı, romanı yazara "Bu romanı neden yazdın" diye soranlar yazdırmışlardı.

Ve bir yazar, dili kullanmayı çok iyi bilen bir yazar, meramını incelikle anlattığı halde mahkeme uzadıkça uzayacaktı.

Nihayetinde biz, bu ülkenin edebiyatçıları bir kez daha, hayal gücümüzle yarattığımız dünyaların gücünden gurur, hukuk sisteminin gizli niyetlerinden endişe duyarak Adalet Sarayı'ndan ayrılırken elimizde bir iyi, bir de kötü sonuç vardı.

Tamamen hayal gücüyle kaleme alınan bir romanın, onu okuyanda yazılanlar birebir gerçekmiş gibi etki bırakması önemli bir başarıydı.

Ama hukukun da kendisini romana kaptırıp yazarla ilgili hayal kurması, işte bu çok tehlikeliydi.

                                                                  /././

                                                   T24 - GÜNDEM

Lübnan'da çağrı cihazlarının ardından telsizler de patlatıldı: En az 20 ölü, 450 yaralı; İsrail Savunma Bakanı'ndan "savaşta yeni aşama" açıklaması

Bir güvenlik kaynağı, el telsizlerinin Hizbullah tarafından beş ay önce, çağrı cihazlarıyla aynı zamanda satın alındığını söyledi.(https://t24.com.tr/haber/lubnan-da-cagri-cihazlarinin-ardindan-telsizler-de-patlatildi-en-az-20-olu-450-yarali-israil-savunma-bakanindan-aciklama,1184781)

                                                                ***

Valiler kararnamesi yayımlandı: AKP'nin yerel seçimlerde kaybedip CHP'nin kazandığı 3 ilin valisi ile Soylu'ya yakın 3 isim merkeze çekildi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan kararnameyle 12 vali görevden alındı, 4 valinin görev yeri değişti, 12 yeni vali atandı.(https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskani-erdogan-12-valiyi-gorevden-aldi-4-valinin-gorev-yerini-degistirdi-12-yeni-vali-atadi-,1184823)

                                                                  ***

Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Ödülleri belirlendi; 'Türkçe Haber Ödülü' T24 muhabiri Cengiz Anıl Bölükbaş'ın 'İliç'te göçüğe giden yol' haberine verildi.

31. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri belirlendi. Diyabarkır'da 20 Eylül 1992’de JİTEM tarafından katledilen Musa Anter ve görevi başında yaşamını yitiren Özgür Basın çalışanları anısına düzenlenen ve bu yıl 31.’cisi düzenlenen Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri'nin sahipleri belli oldu. T24 muhabiri Cengiz Anıl Bölükbaş, “İliç’te göçüğe giden yol: Siyanür sızdırdı, ruhsatı iptal edilmedi, vergi borcu silindi, kârlarını katladı” haberiyle Türkçe haber dalında ödülün sahibi oldu. Yeni Yaşam’ın düzenlediği 31. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Yarışması, Türkçe Haber”, “Video Haber”, “Kürtçe Haber”, “Fotoğraf (Haber Fotoğrafı)”, “Karikatür” ve Gurbetelli Ersöz anısına “Kadın Haberciliği” olmak üzere altı ayrı dalda düzenlendi. Ödüller, 22 Eylül Pazar günü Şişli Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde Saat: 18.30’da düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek. (https://t24.com.tr/haber/musa-anter-ve-ozgur-basin-sehitleri-odulleri-belirlendi-turkce-haber-odulu-t-24-muhabiri-cengiz-anil-bolukbas-in-ilic-te-gocuge-giden-yol-haberine-verildi,1184818)

(T24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder