18 Eylül 2024 Çarşamba

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -18 Eylül 2024-

Türkiye kömüre yatırımda 10. sırada -Eray Özer-

Türkiye kömür santrallerine yatırım planlayan ülkeler arasında (inşaat öncesi ve inşaat aşaması dahil) toplamda 4.75 GW'lık yatırım planıyla 10. sırada yer alıyor.

Dünya hızla kömürle üretilen enerjiden vazgeçiyor.

Hedef küresel ısınma ve ilklim değişikliğini biraz olsun yavaşlatabilmek için fosil yakıtı bir noktada sıfırlamak ve fosil yakıtla değil daha temiz yöntemlerle üretilen elektriği gündelik yaşamın tamamen içine sokmak.

Buna karşın iklim kriziyle ilgili haberlere yer veren CarbonBrief'te denk geldiğim bir habere göre bazı ülkeler bugün bile kömürle çalışan termik santrallere yatırım yapmaya devam ediyor.

Habere göre enerji kaynağı olarak kömürü kullanan santrallere yapan, yeni projeleri devreye sokan ülkelerin sayısı hızla düşüyor.

Örneğin dünya üzerinde 2014'te kömür kullanan santrallere yatırım yapmaya devam eden ülke sayısı 75 iken bugün bu sayı 40'a düşmüş durumda.

Hâlâ yeni projeleri devreye sokan bu 40 ülkeden de sadece ilk 15'i bu konuda çok faal. İlk 15 ülke kömüre yapılacak toplam yatırımın yüzde 98'ini hayata geçirmeyi planlarken geriye kalan yüzde 2'lik kısım 25 ülke arasında çok çok düşük oranlarda paylaşılıyor.                                  

Türkiye'nin 2030 planı: 1.7GW'lık kömür santrali

Lakin ilk 15 ülkenin arasında ne yazık ki Türkiye de var.

Türkiye kömür santrallerine yatırım planlayan ülkeler arasında (inşaat öncesi ve inşaat aşaması dahil) toplamda 4.75 GW'lık yatırım planıyla 10. sırada yer alıyor.

Haberin detaylarında Türkiye'nin 2024 itibarıyla açıklanan 1000 GW, izin öncesi aşamasında 688 GW, izinleri alınmış 2,920 GW ve inşaat aşamasında 145 GW kapasiteli kömüre dayalı santral projesini hayata geçirmeyi hedeflediğini görüyoruz.

Türkiye, Ulusal Enerji Planı çerçevesinde 2030'a kadar 1.7 GW kapasiteli kömür santralini devreye almayı hedefliyor.

Enerji yatırımlarına kömürle devam etme planlarında Çin ise uzak ara ilk sırada.

Dünya çapında kömüre yatırım büyüklüğü 2014'ten bugüne yüzde 62 düşmüş. (Toplam 1576 GW'tan 604 GW'a.)

Çin bugün toplamda 420.69 GW'lık yatırım planıyla dünyada kömüre yapılması planlanan yatırımın yüzde 70'ini tek başına planlıyor.

Onu yüzde 16'yla (97.32 GW) Hindistan takip ediyor.

Liste Endonezya, Bangladeş, Zimbabwe diye devam ediyor.

Bu sonuçlardan benim anladığım şu:

Uluslararası kamuoyu Çin ve Hindistan'ı kömüre yatırımdan vazgeçirir ve daha temiz kaynaklara yatırıma ikna ederse gerisi gelir.

                                                      /././

Narin'in öldürülmesinin nedeni güvenlik ve ahlak yetersizliği mi, yoksa demokrasi ve insan hakları yetersizliği mi? -Mustafa Durmuş-

Türkiye içinde yer aldığı coğrafyanın en sert yönetimlerinden birine sahip. Keza Merkezi Yönetim Bütçesinin çok önemli bir kısmı güvenlik ve kolluk hizmetleri ve görevi insanlara dini telkin vermek olan Diyanet gibi kurumlar için ayrılıyor.

Türkiye'de kadın, çocuk ve iş cinayetleri bir türlü önlenemiyor, hatta böyle cinayetler giderek artıyor. En son 8 yaşındaki Narin'in hunharca katledilmesi ve 2 yaşında cinsel istismara uğrayan Sıla bebeğin hastanede yaşam mücadelesi veriyor olması toplumda çok büyük bir infiale yol açtı.

İktidarınsa, başlangıçta Narin cinayetiyle ilgili olarak, "tüm sorumlulardan en ağır biçimde hesap sorulacağı" biçimindeki açıklamaları, yine aynı ağızlardan "aile kurumunun ve dini değerlerin yıpratıldığı" biçimindeki mesnetsiz ve daha ziyade dikkatleri başka yönlere çekmeye hedeflenmiş suçlamalarla giderek inandırıcılığını kaybediyor. Ne yazık ki toplumun büyük bir kesimi bu cinayetin de üstünün bir şekilde kapatılacağına inanıyor.

Ayrıca, daha önce ülkenin başka bölgelerinde, benzer biçimlerde katledilen Leyla bebek ve Rabia Naz'ın katillerinden ya da bazı sözde dini vakıflara ait mekânlarda istismara uğrayan çocuklara bunu yapanlardan hesap sorulabildi mi? Resmi ağızlardan, "bir kereden bir şey olmaz" ya da "küçüğün rızası vardı" gibi tüyler ürperten açıklamaları duymadık mı?

İktidarın sertliği cinayetleri önlemeye yetmiyor!

Oysa Türkiye içinde yer aldığı coğrafyanın en sert yönetimlerinden birine sahip. Keza Merkezi Yönetim Bütçesinin çok önemli bir kısmı güvenlik ve kolluk hizmetleri ve görevi insanlara dini telkin vermek olan Diyanet gibi kurumlar için ayrılıyor.

"Ülkede toplamda, yüz binlerce polis, bekçi, asker, yargı mensubu, cezaevi personeli, korucu ve özel güvenlik görevlisi, imam ve din görevlisi istihdam ediliyor. Buna rağmen böyle bir güvenlik ve ahlak açığı nasıl oluşabiliyor?" Sormamız gereken asıl soru bu olmalı.

Aslında, Türkiye'nin onda biri kadar bu işlere kaynak ayırıp da bu tür olayların en azda tutulduğu çok sayıda ülke var. Sadece Avrupa ülkeleri değil, Asya ülkelerinin birçoğunda da bu çapta çocuk, kadın ve iş cinayetleri yaşanmıyor.

Kültür ve demokrasi sorunu

O halde bu bir "güvenlik açığı sorunu" olmaktan ziyade bir ekonomik, sosyal ve siyasal gelişkinlik, kültür ve demokrasi sorunu olarak ele alınmalı. Yani bu cinayetler ülkede özellikle de son 10 yıldır yaşanmakta olan toplumsal çöküşün semptomları. Bunların "güvenlik açığıyla" ya da "ahlak bozukluğu" ile ilgisi yok denecek kadar az.

Bu yüzden de "idam cezası tekrar getirilsin" gibi korkunç tavsiyelere ya da "daha fazla imam hatip okulu açılmalı", "eğitimin amacı dindar ve ahlaklı insanlar yetiştirmektir" gibi dayatmalara kulak asmamak gerekiyor. Nitekim bu tür cinayetlerin hemen hepsinin bu konularda çok hassas olduğunu iddia edenlerce işlenmesi ve bazı iştirakçilerinin devletin içinden çıkabiliyor olması da bu savı destekliyor. Özetle, bu bir ahlaki değil, tam bir toplumsal çöküştür ve çöküş durdurulamazsa çok daha da kötü şeylerin olması kaçınılmazdır.

Bunlar, bizim bu ülkede yaşayan insanlar olarak görüp söyleyebildiklerimiz. Bir de bunların yurt dışında yapılan bilimsel araştırmalarla rapor haline getirilenleri var.

Berggruen Yönetişim Endeksi

Bu raporlardan biri bu Mayıs ayında yayımlanan Berggruen Enstitüsü'nün, UCLA Luskin School of Public Affairs ve Hertie School ile birlikte hazırladığı bir rapor[1]. (1) Bu raporda bölge ve ülke analizleri yapılıyor ve "Berggruen Yönetişim Endeksi" adlı bir de endekse yer veriliyor. Yukarıdakilere benzer sorunları bu rapor toplumda sağlıklı bir yönetişimin inşa edilememesine bağlıyor.

Rapora göre, aşağıda gösterilen "Yönetişim Üçgeni": "Devlet Kapasitesi", "Demokratik Hesap Verebilirlik" ve "Kamusal Hizmet Sunumu"ndan oluşuyor. Bu kavramlar sırasıyla; "kamu yönetiminin kalitesini", "demokrasi kalitesini" ve "yaşam kalitesini" anlatıyor.

Raporun ilginç bir genel bulgusu da, gerek Avrupa ülkeleri, gerekse de Çin ve Rusya gibi ülkelerde olsun, kamusal hizmet sunumunun (aşındırılmış olsa da) hâlâ oldukça önemli bir yer tutuyor olması.

Ancak genel olarak batı demokrasilerde bunu iyi kalitede kamu yönetimi ve iyi kalitede demokratik hesap verebilirlik izlerken, diğer ülkeler bunlar konusunda yetersiz kalıyor.

Bu tespit Türkiye açısından önemli zira ülkede başta güvenlik, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere kamusal hizmetler nitelik olarak yeterli olmasa da, nicelik olarak milli gelir içinde önemli bir yer oluşturuyor. Nitekim kamusal hizmet sunumu açısından ülkenin puanı 100 üzerinden 80. Gerçi diğer azgelişmiş ülkeler de 65-80 arasında puanlara sahipler. Gelişkin Avrupa ülkelerinin bu konudaki puanı ise ortalama 90'ın üzerinde.

Türkiye demokrasi açığının en fazla oluştuğu 6. ülke

Aşağıdaki tablo bize ülkedeki son cinayetlerin nedenleri konusunda önemli ipuçları veriyor. Zira üçgenin diğer iki ucu olan "devlet kapasitesi" ve "demokratik hesap verebilirlik" konularında Türkiye özellikle de 2010 yılından bu yana ciddi bir aşınma yaşıyor. "Devlet bitmiş ya da devlet çökmüş" gibi ifadelerin rapordaki karşılığı tam da bu kavramlar aslında.

Öyle ki kamu yönetiminin kalitesini gösteren "devlet kapasitesi" 2010 yılında 42 puan iken 2021'de 28 puana ve demokrasinin durumunu gösteren demokratik hesap verebilirlik 65 puandan 42 puana düşmüş. Muhtemelen parlamento gibi kurumların biçimsel de olsa hala açık olması demokrasi puanının kamu yönetimine göre biraz daha iyi durumda görünmesini sağlıyor.

Nitekim devlet kapasitesinde son bir yılda en fazla aşınma yaşayan 10 ülke arasında, İran, Suriye, Yemen ve Venezüella'nın yanı sıra Türkiye de (6. sırada) yer alıyor. Benzer bir biçimde demokratik hesap verebilirlik açısından en kötü durumda olan ülke ilk 5'te yer alıyor.

Aslında bu veriler işçi, çocuk ve kadın cinayetlerinin sosyolojisini aydınlatmak son derece yararlı veriler. Faili işaret ediyor:

Fail, son tahlilde, ülkedeki demokrasi ve insan hakları açığı ve iktidar blokunun hiçbir biçimde hesap vermeye yanaşmaması ve ayakta kalabilmek için her türden insani değeri ayaklar altına almaktan çekinmemesidir.

Bu tür cinayetleri önlemenin yolu ise ülkede, eşitlikçi, laik, emekten ve barıştan yana, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, ekolojik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyetin inşa edilmesidir.


[1] Berggruen Governance Index-Democracy Challenged (Mayıs 2024).

                                                         T24 - GÜNDEM

Lübnan'da Hizbullah militanlarının çağrı cihazları eş zamanlı olarak patlatıldı; 8 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 800 kişi yaralandı

Lübnan' iletişim için kullanılan çağrı cihazlarının eş zamanlı olarak patlaması sonucu yüzlerce Hizbullah militanı ağır yaralandı. İran basınında yer alan habere göre; İran'ın Lübnan Büyükelçisi Mojtaba Amani de yaralananlar arasında yer alıyor. ABD'li yayın organı The New York Times, “kablosuz cihaz”larda patlamalar yaşandığını yazdı. AA, Lübnan Sağlık Bakanlığı'nın patlama sonucu 8 kişinin hayatını kaybettiğini, 2 bin 800 kişinin yaralandığını açıkladığını aktardı. Yaralılardan 200'ünün durumunun ağır olduğu kaydedildi.(https://t24.com.tr/haber/lubnan-da-hizbullah-militanlarinin-cagri-cihazlari-es-zamanli-olarak-patlatildi-yuzlerce-yarali-var-,1184563)

                                                                 ***

İsrail, Hizbullah’a karşı strateji mi değiştirdi? İsrail medyası Lübnan’daki siber saldırıyı nasıl gördü? -Namık Durukan-
Hizbullah’a yönelik gerçekleştirilen saldırı İsrail medyasında “Yeni ve farklı bir saldırı beklentisinin gerçekleşmesi” olarak yorumlandı. Arap SKY Haber’in konuyla ilgili haberini kaynak gösteren Haaretz gazetesi, Mossad’ın, telsizlerin pillerine patlayıcı yerleştirdiği ve bunların ısısını artırarak patlamaya neden olduğunu yazdı. Haberde, “Arap medyası, Mossad'ın Lübnan'da patlayan radyoları Hizbullah görevlilerine ulaşmadan önce ele geçirdiğini bildiriyor. Arapça Sky News, Mossad'ın telsiz pillerinin arasına PETN patlayıcı yerleştirdiğini, patlamanın pillerin sıcaklığının artmasından kaynaklandığını bildirdi. Lübnan'daki bir güvenlik kaynağının El Cezire'ye aktardığı bilgiye göre, patlayıcının ağırlığı 20 gramı geçmedi” denildi.(https://t24.com.tr/foto-haber/dunya-basini-hizbullah-a-ait-cagri-cihazlarinin-patlatilmasi-saldirisini-nasil-gordu,36426)

(https://t24.com.tr/haber/israil-hizbullah-a-karsi-strateji-mi-degistirdi-israil-medyasi-lubnan-daki-siber-saldiriyi-nasil-gordu,1184702)

                                                           ***

Lübnan: Çağrı cihazlarının patlatılması İsrail'in suçu ve ulusal egemenliğin ihlali

"Saldırıya ilişkin bilgiler tamamlanır tamamlanmaz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) şikayette bulunmak üzere hazırlıkların" başlatıldığı aktarıldı. (https://t24.com.tr/haber/lubnan-cagri-cihazlarinin-patlatilmasi-israil-in-sucu-ve-ulusal-egemenligin-ihlali,1184630)

                                                            ***        

Lübnan'da Hizbullah'ın çağrı cihazları nasıl patlatıldı? -Füsun Sarp Nebil-

Cihazlara "üretim" ya da "teslimat" sırasında müdahale edilmiş ve içlerine patlayıcı ve kod  yerleştirilmiş olması daha akla yatkın

Akşam saatlerinde Lübnan'da bulunan Hizbullah mensuplarının çağrı cihazlarının "aynı anda" patladığı, ölü ve çok sayıda yaralıların olduğu haberi ulaştı. Olaydan İsrail sorumlu tutuluyor.

İlk etapta, çağrı cihazlarının hacklenerek, Lityum pillerinin bir yazılım ile patlatıldığı gibi bir yorum vardı. Ancak bu yorumu anlamsız hale koyan sorular şunlar;

  1. Patlamayı yaratanlar çağrı cihazlarının marka ve modellerini nasıl biliyorlardı?
  2. Pillerin patlaması için kod, çağrı cihazına nasıl eklendi?
  3. Piller patladıysa, neden ufak tefek yangınlar olmadı?
  4. Pillerden meydana gelecek bir patlamanın bu derece ölü ve yaralı yaratması mümkün mü?
  5. Çağrı cihazlarına bir kod göndererek, pil patlatılması ne kadar mümkün?
  6. Patlama yaratmak için sadece Hizbullah'ın çağrı cihazları nasıl seçildi?

Özetle, çağrı cihazlarının hacklenmesi ve bu yolla pillerin patlatılması, akla yatkın bir senaryo değil. Bunun yerine, cihazlara "üretim" ya da "teslimat" sırasında müdahale edilmiş ve içlerine patlayıcı ve kod  yerleştirilmiş olması daha akla yatkın.

El Cezire muhabiri Zeina Khodr, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın birkaç ay önce savaşçılarına, İsrail'in akıllı telefonlara sızma imkanı olduğunu ve bu nedenle akıllı telefonları bırakıp, haberleşmek için çağrı cihazları kullanmaya geçmelerini istediğini  aktarıyor. Anlaşılan İsrail bu gelişmeyi haber almış ve değerlendirmiş.

Yani bir yandan İsrail'in Hizbullah içinden haber alabildiği anlaşılıyor. Diğer yandan son model olduğu kaydedilen çağrı cihazlarının Hizbullah mensuplarına teslimi öncesindeki bir noktada (üretim ya da teslimatta) bu cihazlara, kod ve patlayıcılar yerleştirilmiş. Bu kod da çağrı cihazına gönderilen ve koda  hitap eden bir mesajla harekete geçirilmiş.

Bu olayla ilgili gerçekten önemli bir hususu Edward Snowden dile getirmiş. Şöyle diyor:

"İsrail'in az önce yaptığı şey -hangi yöntemle olursa olsun- pervasızlıktır. Araba kullanan (yani kontrolden çıkan arabalar) alışveriş yapan (çocuklarınız kasanın arkasında duran bebek arabasında) vb. sayısız insanı havaya uçurdular. Terörizmden ayırt edilemez."

Patlamalarda Hizbullah'ın üst düzey liderleri ve danışmanlarının da yaralandığını iddia edilirken Genel Sekreter Hasan Nasrallah’ın zarar görmediği belirtildi. Bu da ilginç değil mi?

Ama bir yandan da çağrı cihazının üreticisini ya da teslimatı yapan kanalı merak ettik. Acaba araştırılıyor mu?

Çağrı cihazı nedir?

Çağrı cihazı, internet bağlantısı olmadan kısa mesaj veya bildirim almak için kullanılan küçük bir elektronik cihazdır. Cep telefonları yaygın olarak piyasaya sürülmeden önce, 1990'larda ve 2000'lerin başında birincil iletişim aracı olarak yaygın olarak kullanılıyordu. Çağrı cihazlarının kullanımı akıllı telefonların ortaya çıkmasıyla önemli ölçüde azalmış olsa da, hastaneler ve sağlık tesisleri gibi bazı özel alanlarda hala kullanılıyor.

Çağrı cihazının çalışma sistemi basittir, kullanıcılar cihaza bir kod girer ve bu kod çağrı cihazına bir bildirim gönderen bir alıcı merkeze veya sisteme iletilir. Çağrı cihazı kısa mesajları veya kısa bildirimleri görüntüleyebilir ve bazı modellerde kullanıcılar mesajlara yanıt verebilir veya belirli bir numarayı arayabilir.

                                                             ***

Lübnan'daki saldırıdan sonra herkesin aklında aynı soru vardı: Bakan Uraloğlu'ndan "çağrı cihazı" açıklaması
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Lübnan'daki çağrı cihazı saldırısı sonrası, "Türkiye'de çağrı cihazları neredeyse hiç kullanılmıyor. Çağrı cihazları özelinde Türkiye'de bir risk olmadığını net olarak söyleyebilirim" açıklamasını yaptı.(https://t24.com.tr/haber/lubnan-daki-saldiridan-sonra-herkesin-aklinda-ayni-soru-vardi-bakan-uraloglu-ndan-cagri-cihazi-aciklamasi,1184671)                             

(T24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder