20 Eylül 2024 Cuma

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -20 Eylül 2024-

Anter’in Diyarbakır’a diktiği çam ağacı -Özkan Öztaş-

Musa Anter 32 yıl önce öldürüldü. Katledenler karanlıklarında boğulurken, her sabah gün doğumunda çam ağaçlarının kokusu yayılıyor dört bir yana.

İstiklal Caddesi’nde gezerken başında fötr şapka, kentli görünümü ve aklında bir nice hayal ile genç bir adam. Elinde gazete, son havadislere göz atıyor. Henüz “Kımıl” şiirini yazmamış, Dicle-Fırat dergisi yayınlanmamış, o büyük fırtınalar kopmamış. O zamanlar, İstanbul’a hukuk okumaya gelmiş bir gençtir Musa Anter. Recaizade Mahmut Ekrem’in oğlunun Boğaziçi’ndeki ihtişamlı bir yalıda süregiden hayatıyla kendisininkini mukayese ederken şunları söyler: “Tabii, O, Recaizade Ekrem’in oğlu idi. Şimdi bir de bana bakalım: Kürdistan, Türkiye’nin en geri bölgesidir; Mardin, Kürdistan’ın en geri ilidir; Nusaybin, Mardin’in en dertli ilçesidir; Stilîle (Akarsu), Nusaybin’in en fakir nahiyesidir; Zivinge (Eski mağara), Stilîle’nin en geri kalmış köyüdür ve işte ben, bu köyün, nüfus kütüğüne göre, 2 numaralı mağarasında doğmuşum” 

Anter’in, işte bu tarifinde geçen geri kalmışlıklardan ve yok sayılmışlıklardan bir kurtuluş çabasıdır ömrüne sığdırdığı zorluklar ve dertler. Kendi ifadesiyle Türkiye tarihinin canlı şahididir, hatta sanığı ve mahkumudur. 

Annesinin “Ermeni fermanının hemen ardına doğdun sen” dediği Anter, kendince doğum tarihi için “Ermeni fermanı 1915’te çıktıysa ben, ya 1917’de doğmuş olmalıyım ya da 1918’ yılında” der. Ancak yaşı uygun olmadığı için okula alınmayınca Anter’in yaşı değiştirilir ve kayıtlara 1920 olarak geçer. 

Muzip biridir Anter. Yargılandığı her duruşmayı bir tiyatro sahnesine dönüştürmeyi bir vesile becerir. İzleyenler, tanıklar hatta yer yer hakimler ve savcılar bile hak verir ama onay vermezler, veremezler düşüncelerine, ifadelerine. Kürtçe diye dil yok diyen savcıya “tavuğun bile on farklı ötüşü var” diyerek karşı çıkarken, ikna edemediği yerde ise “Tamam siz beni serbest bırakın ben de maydanozu Kürtçe söylemeyeceğime söz vereyim” der. 

Vaktiyle Demokrat Partili yöneticilerin haşereyle mücadelede kullanılmak üzere üretilen zehirli buğdayları Kürt halkına kasıtlı olarak dağıtmasından dolayı bölge halkı bin bir türlü çileyle boğuşur. Yıl, 1950’lilerin sonudur. Musa Anter görür, bilir, susmaz ve anlatır bulduğu her mecrada bu durumu. Zehirli buğdayları yiyen insanların yüzünde yaralar çıkar zaman içinde. "Şark çıbanı" diyoruz adına. Kürtçesi ise "Bırına Reş" yani kara yara. 

Bırına Reş aynı zamanda Anter’in bu konuyu işlediği piyesin de adıdır. 1959’da tarihe 49’lar davası olarak geçecek tutuklamalar sırasında yazar Anter bunu piyesi. Kara yara, dönemin yarasıdır. Karadır, karanlıktır. Kimse ses vermez Kürtlerin zehirli buğdaylarla göz göre göre aşına, ekmeğine ölüm katılmasına. Nâzım ses verdi diyor Anter. Taa Moskova’lardan. Eli kolu uzanamayınca ustanın, şiiri yetişmiş. 

“Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne 
                                     iki çıplak yavrucuk, 
birinci sayfada iki sütun üstüne 
                                     bir avuç kemik deri. 
Delinmiş patlamış etleri. 
Biri Diyarbakırlı, Erganili biri. 
Kolları bacakları kargacık burgacık, 
kafaları kocaman, 
ağızları korkunç bir haykırışla açık, 
birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık. 
İki kurbağacık 
kara yaralı iki yavrum benim. 
Yılda kim bilir kaç bininiz 
acı suya bile doymadan gelip gidiyor... 
Ve müsteşar bey : 
(Kara Yaraya tutulası) 
"Endişeye mahal yok," diyor.”

Kara yaraya tutulası sağlık bakanı diyor Nâzım. 1959’da yine. Bırına Reş diyoruz Kürtçesine.

Anter’in inadı vardır bir de. En yakın dostları, tanıkları ve akranları Musa Anter’i anlatırken cümlenin bir tarafına inadını da iliştiriyor. Kürt inadı diye bir şey varsa eğer Anter’de nicesi mevcuttur. 

1953 yılında Musa Anter, geçinmek için Diyarbakır’da bir otelin müdürlüğünü yapar. Bir yandan da yazılar yazmaya çalışır, Kürtçe metinler derler, gezdiği köylerden hikayeler toplar. Çalıştığı otelin önüne İstanbul’dan çam ağaçları getirtir. Ağaçları görenler pek tabii anlam veremez önce. Diyarbakır’da o güne değin çam ağacı dikilmemiştir çünkü. Kimisi “uğraşma boşuna” derken kimisi bıyık altından güler Musa Anter’in “türlü icatlarından bir yenisine”. 

Anter inatçıdır ve eker. Besler, büyütür…

1989 yılında aynı otele bu sefer misafir olarak geldiğinde kendisini selamlayan çam ağaçlarını görür ve duygulanır. “İşte ondan sonra Diyarbakır’da da çam ağacı ekilebileceği görüldü. Bugün Diyarbakır da batı illeri gibi çam ağaçlarıyla bürülüdür” diyor hatıralarında. 

Bir inadın öyküsüdür Musa Anter. Bu topraklarda boy vermez bu ağaçlar, fidan vermez, çiçek açmaz dedikleri ne varsa dört bir yana saçılmasının, serpilmesinin hikayesidir. 

Van’da, Ermeni kültürünün de mirasıyla, kavak ağaçlar meşhurdur dik çatılı evlerin önünde. İşte böyle bir evde dünyaya gelen Ruhi Su’nun ölüm yıldönümü de 20 Eylül’e rast gelir. Musa Anter ile aynı gün hayata veda ederler farklı zamanlarda. 

Ruhi Su’nun kurduğu Dostlar Korosu’nun derlediği türkülerden birinde Ağrı Dağı’ndan bir kuş uçar, çayır çimene konar. Kondukları yerde bir nice ağaç vardır artık ve çam ağaçlarının kokusu yayılır dört bucağa. Kar altında kış vakti pek bi’ nazlıdır her biri. 

Ağrı Dağı’ndan uçan kuşun ineceği çayırlardan birisidir Iğdır’ın allı yeşilli ovaları. Bugün, Iğdır’ın şehir merkezinde bir anıt ve anıtta Kürt tarihinin önemli isimleri yer alıyor. Faqiye Teyran, Ahmede Hani, Memed Uzun ve Musa Anter. 

Tarihin cilvesidir. Yetiştirenler bilerek mi dikti bilmiyorum, sanmıyorum ama anıttaki Musa Anter büstünün yanı başında bir çam ağacı selam duruyor bugün. Yıllar önce “olmaz bundan bir şey, boşuna yoruyorsun kendini” dedikleri onlarca şeylerden biri olarak duruyor yanı başında. Öğle sıcağında serinletiyor Anter’i ve dostlarını. Bir nice inat yeşeriyor bugün. Olmaz denilen yerlerde.

Anter, onun inadı, Kürtçe çaldığı ıslık ve anlatmaya fırsat bulamadığı anılarıyla umudu, ilk göz ağrısı hatırlarda hâlâ.

Katledenler karanlıklarında boğulurken, her sabah gün doğumunda çam ağaçlarının kokusu yayılıyor dört bir yana. 

                                                               /././

NATO'ya karşı İncirlik Üssü'ne yürüyüşte beşinci gün: Ankara

İstanbul'dan yola çıkan Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi'nin NATO'ya karşı İncirlik Üssü'ne yürüyüşü sürüyor. Yürüyüşün beşinci durağı Ankara oldu.(https://haber.sol.org.tr/haber/natoya-karsi-incirlik-ussune-yuruyuste-besinci-gun-ankara-395125)

                                                       ***

Yusuf Tekin niye boş konuşuyor: Kars'taki öğretmen atamaları, sözlerin beyhudeliğinin kanıtı -Özkan Öztaş-

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenler için ek yükümlülükler getirdi. Ama ücretli öğretmen alırken, eğitim fakültesi mezunlarında aranan şartları unuttu.

Kars'ta yapılan ücretli öğretmen alımlarında, Milli Eğitim Bakanlığı kendi koyduğu kuralları unuttu.

Öğretmenler tarafından "mesleksizleştirme kanunu" olarak nitelendirilen Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) geçtiğimiz aylarda meclisten geçmişti.

Kanun, herkesin farkında olduğu gerçeği Bakanlığın da kabul ettiğini gösteriyor: Öğretmenlerin niteliği düşüyor.

Bu nedenle kanunla birlikte atanmak için yeni şartlar getirildi. 2 yıl hazırlık eğitimini hedefleniyor, bakanlık bünyesinde bir akademi kurulup, eğitim fakültelerinin de yetersiz olduğu varsayılarak ayrıca eğitim verilmek isteniyor. Akademiye yalnızca yeni atananlar değil, müfettişlerin vereceği kararlarla mevcut öğretmenler de gönderilecek. Burada “başarılı” sayılmazlarsa öğretmenler meslekten alınıp geri hizmetlerde görevlendirilebilecek.

Böylece Bakanlık, "sevmediği" öğretmenlerin üzerinde bir Demokles kılıcı sallandıracak.

Ama Kars'ta yapılan ücretli öğretmen alımları, Bakanlığın derdinin mesleğin niteliğini yükseltmek olmadığını ortaya koyuyor. 

İlahiyat, turizm otelcilik, laborantlık mezunları alındı

Kadrolu öğretmen ataması yaparken mülakat, sözleşme süresi, aday öğretmenlik süresi, Öğretmen Akademisi gibi bir dizi yükümlülük getiren bakanlık, ücretli öğretmen görevlendirmesi yaparken kendi belirlediği ve öncelik kriterlere uymuyor.

Kars İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün 2 Eylül 2024 tarihli duyurusunda KPSS sonucu yerleştirilen öğretmenler ve ücretli öğretmenlerin hangi esaslara göre alınacağı ilan edilmişti.

Ancak kıstaslar, Özel Eğitim branşındaki ücretli öğretmenlerin alımlarında es geçildi. Formasyon ve psikoloji bilgisinin özellikle önem kazandığı bu branşta ilahiyat, turizm otelcilik, Azeri dili ve edebiyatı, laborant ve veteriner sağlık gibi ilgisiz alanlardan mezun kişiler işe alındı.

soL, diğer branşlardaki atama listelerini edinemedi. Özel Eğitim branşındaki durum, diğerlerinde de yaşanmış olabilir. Nitekim Kars'taki öğretmenler, bu olasılığın güçlü olduğunu belirtiyor.

soL'un ulaştığı listeye göre Özel Eğitim branşında alınan kişiler için Eğitim Fakültesi mezunlarında aranan kriterler es geçildi. 

'Denetleme mekanizması sınıfta kaldı'

Ortaya çıkan usulsüzlükler hakkında soL'a konuşan Kars Eğitim-İş Şube Başkanı Aslı Özcan "Eğer iddialar doğruysa denetleme mekanizmasının sınıfta kaldığını söylemek gerekir" dedi. 

Özcan açıklamasında, "Anlaşılan o ki bu durum sadece Özel Eğitim branşında değil Sınıf Öğretmenliği için de bu şekilde yapılmıştır. E-devlet üzerinden başvurular alınmasına rağmen tüm görevlendirmelerde denetleme mekanizmasının sınıfta kaldığını görmekteyiz. Hak yerini bulana kadar, mücadele eden, haksızlığa uğrayan herkesin yanında olduğumuz belirtmek isterim" dedi. 

Yaşanan örneğin bakanlığın eğitim politikalarının sınıfta kaldığının bir göstergesi olduğunu belirten Aslı Özcan, "Sınıflarımıza giren, çocuklarımıza eğitim veren kişilerin bu alanda yetişmiş insanlar olması esastır. Bakanlık ne yazık ki, öğretmen atama kriterlerinde eğitim fakültelerinin yetiştirdiği öğretmenlere, yetiştiren kıymetli eğitim fakültesi öğretim görevlisi ve üyesi hocalara güvenmeyip ‘Öğretmen Akademisi’ adı altında hem YÖK personellerini hem de MEB personellerini aşağılayan bu sistemin icat etti. Şimdi de bunu devre dışı bırakıp ücretli öğretmenler aldı. Liyakatın şart olduğunu ısrarla söylüyoruz. Umarım bunu anlamak için geç kalmayız."

                                                            /././

Hulusi Akar! -Rıfat Okçabol

Bu tür açıklamalar bir bakıma "Allah korkusu" ile yetişenlerin gerçekten Allah'tan korkmadıklarını gösteriyor.

  • Ensar Vakfı'nda yaşanan çocuklara istismar olayında türbanlı Aile Bakanı “Bir kerecikten bir şey olmaz” demişti!
  • Sıradan bir kişi ya da kurum değil Diyanet, “Boşsun demek boşanmak için yeterlidir; babanın kızına şehvet duyması haram değildir; Pahalılık Allah’tandır…” diyebiliyor!
  • Bir Menzil tarikatı üyesi, tarikat şeyhinin terini sildiği mendili öpüp alnına koyarak mezheplerde neler öğretildiğine bir örnek vermiş oluyor!
  • Narin kızımızın cinayetiyle ilgili bir sanık, “Çuvalın ağzını bağlarken Narin olduğunu anladım. Dere yatağına götürdükten sonra eve dönüp namaz kıldım, aramalara katıldım…” şeklinde ifade veriyor!
  • Cinsel taciz sanığı bir imam hatip lisesi müdürü, ilçe milli eğitim müdürlüğüne getiriliyor!

Bu tür açıklamalar bir bakıma "Allah korkusu" ile yetişenlerin gerçekten Allah'tan korkmadıklarını gösteriyor.

Böylesi olayların yaşandığı günlerde, mezheplerde neler olduğunu ve de "Allah korkusunu" öne çıkaranların (örneğin Gülencilerin) neler yaptığını en iyi bilenlerden biri olan Hulusi Akar’ın “Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu ve kuldan utanmaktır. Ondan sonra ateistle mi, deistle mi, LGBTİ ile mi uğraşacaksınız... Bilgi üniversitede oluyor, mezhepte oluyor...” demesi insanı şaşırtıyor. Çünkü H. Akar sıradan biri değil: Onun bakanlık yapmış olması ve şu anda milletvekili olmasındansa emekli Genelkurmay başkanı (GB) olması önemli. Çünkü GB olmak, milletvekili veya da bakan olmaktan çok farklı bir durum. Şu an ülkemizde görevde olan bir GB ile emekli olmuş birkaç GB var. Oysa her seçimde 650 kişi milletvekili oluyor. Şu an 649 milletvekilimiz ile milletvekilliği yapmış binlerce yurttaşımız var. Üstelik ve de ne yazık ki şu an ve geçmişte milletvekili olanlar içinde H. Akar gibi düşünenler de az değil. Bir siyasal parti ilk sıralarda aday gösterdiğinde, her 18 yaşını doldurmuş ilkokul mezununun, herhangi bir özelliği olmasa da, milletvekili ve de bakan olma şansı bulunuyor.

GB olmak ise kolay değil. Önce subay olmak için ilkokul, ortaokul ve liseden sonra Harp Okulunu bitirmeniz gerekiyor. Harp okulunda savaş sanatını öğrenirken, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin güvencesi olarak yetiştiriliyorsunuz (!). Sonra sırasıyla teğmen, üst teğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay ve albay olarak ilgili birimlerde görev yapıyorsunuz. Bu arada "kurmay" sıfatını kazanmak için Harp Akademisini kazanıp bitirirseniz generalliğe terfi etme şansız artıyor. Bu şansı yakalamışsanız, sırasıyla tuğgeneral, tümgeneral, korgeneral ve orgeneral olarak belirli sürelerde görev yapıyorsunuz. Bu görevler sonunda üç beş adaydan biri olup iktidarın tercihi doğrultusunda GB oluyorsunuz.

Yani GB olarak, değişik yörelerde ve değişik insanlarla ve hatta yurt dışında çalışma fırsatı bularak, bireysel olarak kendinizi çeşitli alanlarda yetiştirip geliştirebiliyorsunuz. Hem ülkenizi ve insanını hem de yurt dışını ortalama yurttaştan çok daha iyi tanıyorsunuz. Kendi ülkeniz ile gelişmiş ülkeler arasındaki farkı gözlemleyebiliyorsunuz. Bu farkın ortadan kalkması için neler yapılması gerektiğini, diğer zamanlarda düşünmeseniz bile, içki içiyorsanız, her içki sofrasında “Ne olacak bu memleketin hali?” diye soruyorsunuz.

Bir emekli GB, yukarıdaki açıklamayı yapmışsa, daha doğrusu yapabilmişse ve ruh sağlığında bir sorun yoksa bizim, “GB olmuş bir kişi nasıl böyle konuşur?” diye kara kara düşünmemiz gerekiyor.

Düşünmeye başlar başlamaz hemen akla bazı eski başkanlar geliyor. Örneğin

  • Cevdet Sunay, 68 üniversite gençliğine karşın “Memleketi bunlara emanet edemeyiz, imam hatiplere emanet edeceğiz” demişti!
  • Memduğ Tağmaç, “Sosyal uyanışın artmasından” yakınmıştı!
  • Kenan Evren, Atatürk ilke ve inkılaplarını özünden saptırıp eğitim ve kültür yaşamında Türk-İslam sentezi anlayışını yaygınlaştıran ve ülkenin günümüzdeki duruma gelmesine yol açan 12 Eylül 1980 darbesini yapmıştı. İmam hatip mezunlarına üniversite kapılarını açmıştı.
  • Doğan Güreş, Çiller ile ilgili olarak “Tak emrediyor, şak yapıyoruz” demişti!
  • Yaşar Büyükanıt, 2007 Cumhurbaşkanı seçimiyle ilişkili olarak, "TSK laikliğin savunucusudur. Gerektiğinde tavrını açık ve net ortaya koyacaktır" demiş olsa da, boyundan büyük laf ettiği anımsatılınca söylediğini unutmuştu!
  • İlker Başbuğ, "Kozmik Oda"ya girilmesi konusunda, sesini çıkaramamıştı!
  • Necdet Özer, GB Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanı iktidarın düzmece davalarla ilgili tutumunu protesto edip görevlerinden istifa ederken GB olmayı içine sindirebilmişti.
  • Hulusi Akar, “2003’te Irak-Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri’ne bağlı askerlerin başına çuval geçirilmesi emrini veren Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı’nı elinden "Liyakat Lejyonu Madalyası"nı almayı içine sindirebilmişti. GB olarak görev yaparken 15 Temmuz 2016 günü Gülenci kalkışmayı engelleyemeyip darbeciler tarafından tutuklanmış olsa da, darbe bastırıldıktan sonra görevinden istifa etmeyi düşünememişti. Görevinden istifa etmeyince, tüm askeri okullarla askeri hastanelerin kapatılmasını, tüm askeri öğrencilerin yargılanmadan tutuklanmasını, subay yetiştirme işinin savunma bakanlığına (siyasete) devredilmesini benimseyebilmişti. GB olarak, en hızlı Atatürk düşmanı olarak bilinen bir kişiyi evinde ziyaret etmişti. İkinci kez Cumhurbaşkanı adayı olmaması için Abdullah Gül’ü ikna görevini üstlenmişti. Emekli olunca da, savunma bakanı olmayı da içine sindirebilmişti. Sonra da AKP’den milletvekili olmuştu!
  • Günümüzün genelkurmayı, 30 Ağustos’ta harp okulları mezunlarının kılıçlarıyla Cumhuriyeti koruma yemini etmesi sonrasında, “Atatürk ilke ve inkılapları ile aklın ve bilimin rehberliğinde, sayın Cumhurbaşkanımızın direktifleri doğrultusunda” görev yaptıklarını açıklamıştı. Görüldüğü gibi genelkurmay, “Cumhurbaşkanımızın direktifleri doğrultusunda” derken, “Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda” diyemiyor!
  • Bazı kuvvet komutanları laik devlet karşıtı parti lideri ile fotoğraf çektirebiliyor!
  • Bir festivalde oturanlarla tokalaşan subaylar, Sinop belediye başkanının eşi ile tokalaşmıyor!

Yukarıdaki özet, bireysel olarak H. Akar’dansa, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin güvencesi olması gereken genelkurmay konusu üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Işık Koşaner ve ondan yıllar önce Necip Torumtay’ın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez Savaşına dahil olunması yönündeki isteği üzerine genelkurmay başkanlığından istifa etmiş olmaları, o makama duyulan güveni artırmaya yetmiyor.

                                                                /././

Meslek lisesi piyasa meselesi: Patronlar istedi, imamlar anlattı; çocuklar çalıştı, devlet ödedi

Devlet, meslek liseli çalıştırması için patronlara yeni bir teşvik verecek. Halka meslek liselerini anlatma görevini de müftüler üstlenecek.(https://haber.sol.org.tr/haber/meslek-lisesi-piyasa-meselesi-patronlar-istedi-imamlar-anlatti-cocuklar-calisti-devlet-odedi)

                                                               ***

İşçi düşmanı Polonez'i kimler koruyor, Çatalca'yı kim yönetiyor?

Kaymakam, İlçe Emniyet Müdürü ve en sonunda İlçe Müftüsü de direnen Polonez işçilerine öfkesini kustu. Çatalca'yı "yöneten" bu isimler patronun ilk sırada savunucuları. Ancak işçiler kararlı.(https://haber.sol.org.tr/haber/isci-dusmani-polonezi-kimler-koruyor-catalcayi-kim-yonetiyor-395117)

(soL)


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder