Bursa’da kadın öğretmenin kapısını kırdırtan müdür bir dönem İHH temsilciliği yapmış! -Candan Yıldız-
Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık, idari tedbir olarak görevden alındı. Okulun web sayfasındaki bilgilere göre hafızlık eğitimi güçlü olan bir öğretmen… Bir dönemde Bursa Kestel’de İnsani Yardım Vakfı (İHH)’nın yöneticiliğini yapmış
Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık, kadın müdür yardımcısının kapısının tekmelenerek kırılmasına neden oldu.
Bir okul müdürü cüretini nereden alıyor olabilir ki, okuluna müdür yardımcısı olarak atanan bir kadın öğretmenin odasının kapısını kırdırtabiliyor?
Bursa İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü konuyu bilmesine rağmen, öğretmenin görüntüleri göstermesine rağmen nasıl oluyor da harekete geçmek için bir hafta bekliyor?
Hangi güç bu öğretmeni koruyor?
Yer Bursa Mahmut Celalettin Öktem İmam Hatip Ortaokulu…
Sosyal bilgiler öğretmeni Doğa Kayacı, geçen yıl ekim ayında (25 Ekim 2023) Milli Eğitim Bakanlığı tarafından anaokulundan sorumlu müdür yardımcısı olarak Celalettin Öktem İmam Hatip Ortaokulu’na atanıyor.
Kabus atanmadan sonra başlıyor.
Bürokraside ilişkileri olduğu anlaşılan okul müdürü Ergin Kaya Kırbıyık, öğretmenin kendi okuluna atandığını öğrenince, telefonunu buluyor ve mesaj atıyor.
Mesajında “Biz burada uyumlu bir kadroyla çalışıyoruz. Neden bana sormadan bu okulu seçtin” deme cüretinde bulunuyor.
Öğretmen Doğa Kayacı’nın yanıtı ise “Beni tebrik edeceğinizi düşünürken böyle bir mesaj beklemiyordum. Atanmam için size aramam gerektiğini düşünmüyorum” oluyor.
Ve göreve başlıyor Doğa Kayacı…
Kendisine havasız, penceresiz bir oda gösteriyor okul müdürü Ergin Kaya Kırbıyık… Müdür yardımcısı öğretmenin sağlık sorunları baş gösterince sözlü olarak müdürden odasının değiştirilmesini talep ediyor.
Ama müdür ısrarla odasını değiştirmiyor. Bu yetmiyormuş gibi başı açık bir öğretmen olan Doğa Kayacı’ya sözlü olarak “Kılık kıyafetine dikkat et” cümlesini kurabiliyor.
Okula 10 dakika geç kalan Doğa Kayacı’yı odasına çağırıp, “Bugünden sonra danışmaya imza sirküsü bırakması gerektiğini” söylüyor. Amaç öğretmenin okuldaki itibarını zedelemek olsa gerek.
Doğa Kayacı, havasız oda meselesi çözülmeyince konuyu ilçe milli eğitime taşıyor.
Bundan sonraki süreci Bursa Eğitim Sen’in açıklamasından okuyalım:
“Okul öncesi öğrencilerinin bulunduğu katta daha uygun oda olmasına rağmen, içinde tuvaleti olan bir oda arkadaşımıza tahsis edilmiş, arkadaşımız oraya taşınmıştır. Ancak kindar müdürün asıl niyeti belli olmuş, yaklaşık 25 metrekare olan odanın içindeki küçük bir tuvaletin, kattaki öğretmenler tarafından kullanılması uygun görülmüştür. Bunun kabul edilebilir olmadığını, 25 metrekarelik odada kendisi otururken başkalarının tuvaleti kullanmasının doğru olmayacağını söyleyen arkadaşımıza; ben öyle uygun gördüm, arkadaşların kullanabileceği başka tuvalet yok, istemiyorsan önceki odaya dön, demiştir. Duruma itiraz eden arkadaşımız yeniden ilçe milli eğitim müdürlüğüne gidip durumu anlatmış, bunun üzerine yine giriş katta eski odasının yanında revir olarak kullanılan, içinde buzdolabından yatağa kadar birçok araç gerecin olduğu odaya geçmesi istenmiştir. Arkadaşımız odanın düzenlenmesi halinde oraya geçebileceğini söylemesine rağmen, sadece yatak çıkarılıp, diğer dolap, buzdolabı vs. birçok malzemenin orada kalacağı ifade edilerek oraya taşınması gerektiği bildirilmiştir. Kindar müdür, 11 Eylül Çarşamba günü arkadaşımıza saat 12.00’ye kadar odayı boşaltmasını ısrarla söylemiş, arkadaşımız da diğer oda uygun koşullara getirilmediği için halen bulunduğu odayı boşaltmayacağını, uygunsuz odaya geçmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine kindar müdür Ergin Kaya Kırbıyık, diğer iki müdür yardımcısı (Bunlar okul öncesi bölümünden öğretmen ve öğrenciler görmesin diye perdeleme görevi görmüştür), okulun teknik ve yardımcı personelinden gerekli anahtar, pense vs. araçlar getirip kapıyı açmalarını istemiştir. Orada yalnız kalan arkadaşımız kendisini sonradan ifade edemeyeceğini hatta inandırıcı olmayacağını, çünkü böyle bir duruma belki kimsenin inanmayacağını da düşünerek video çekmeye başlamıştır. İlgili videoda da görüleceği üzere; anahtar, İngiliz anahtarı, pense gibi araçlarla kapı açılamayınca kindar müdürün talimatı üzerine çekiç getirilip, çekiçle vura vura kamu malına zarar vererek kapının anahtar kısmında büyük bir delik açılmış, ancak hala kapı açılamamıştır. Bunu gören kindar müdür yeniden talimat verip kapıyı tekmeleterek açtırmıştır. Arkadaşımızın; “Bu şekilde odaya giremezsiniz, özel eşyalarım var.” demesine aldırmadan odaya girilmiş, özel ve resmi kullanıma ait tüm eşyalar dışarıya atılmıştır.
Müdür yardımcısının odasının kapısı kırılması olayı 11 Eylül’de oluyor. Yaklaşık bir hafta önce… Zira öğretmen diğer personelin zarar görmemesi için olayı sadece ilçe milli eğitime bildiriyor. Görüntüleri de izletiyor.
Nedense bir hafta boyunca konuyla ilgili hiçbir şey yapılmıyor. Bunun üzerine basın açıklamasıyla yaşananlar teşhir ediliyor.
Söz konusu okulun müdürü şimdi idari tedbir olarak görevden alındı.
Okulun web sayfasındaki bilgilere göre hafızlık eğitimi güçlü olan bir öğretmen…
Bir dönemde Bursa Kestel’de İnsani Yardım Vakfı (İHH)’nın yöneticiliğini yapmış.
2023 Ocak ayında Bursa Kestel’de İHH Temsilcisi olarak İsveç’te Kur’an-ı Kerim’in yakılması protesto eylemine katılmış.
Bursa'da İsveç'te Kur’an-ı Kerim’in yakılması eylemi- Ergin Kaya Kırbıyık basın açıklamasını okuyor
Daha önce de “Okulda başı açık öğrenci istemiyorum” sözleri nedeniyle görevden uzaklaştırılan ama kısa bir süre sonra yine aynı okulda görevine dönen Ergin Kaya Kırbıyık bakalım bu süreçten nasıl çıkacak?
Kendisini okulun efendisi gören, kadın öğretmenleri düşmanlaştıran bir anlayışın değil müdürlük öğretmenlik yapması bile eğitim ve öğretimin felsefesine aykırı…
/././
Sporsever Ahmet Çakır, bir başka dünyanın entelektüeliydi! -Tuğrul Akşar-
O kadar eser üretmesine ve toplumsal katkılarına karşın Ahmet Çakır, hastalığı nedeniyle henüz gerçekleştirmeyi düşündüklerini yapamayacak olmanın kaygısı içindeydi. Ahmet Çakır toplumsal sorumluluğunu, duyarlılığını, centilmenliğini, nezaket ve zarafetini ölüm yatağında bile bırakmadı.
Ahmet Çakır
Sevgili Ahmet Çakır’ı en verimli olduğu bir dönemde, 72 yaşında, ömrünün en üretken ve bilge çağında kaybettik.
Her entelektüelin ölümü, insanlığın ve kültürün büyük bir kaybıdır. Her ölüm erken ölümdür. Çok üzüntü verici ki, Ahmet Çakır da zamansız aramızdan ayrıldı.
Ahmet Çakır’ı sadece bir spor yazarı olarak görmek, onun sadece bir özelliğini kavramak olur. O çok yönlü, yaratıcı bir düşün insanıydı aynı zamanda. Türk Dili Kurumu ödülü almış bir öykücü, soluksuz okunan bir roman yazarı, sahneye konulmak üzere hikaye oyunlaştırıcı, spor tarihi araştırıcısı, televizyon programı yapımcısı, aylık spor dergisi yayımlayıcısı, EfendiLig kurucusu, Şirketler Ligi futbol yorumcusu, Spor Yazarları Derneği yöneticisi, iyi bir yüzücü ve futbol oyuncusu, çok değerli bir centilmen ve güzellikler peşinden koşan iyi bir insandı.
Tuğrul Akşar ve Ahmet Çakır (soldan sağa)
Ahmet Çakır’ı 1997’de Radikal’deki köşe yazılarından tanıdım. Her yazısını hayranlıkla okur, notlar alır, altına yorumlar yapardım.
Ahmet Çakır ile daha sonra tanıştık, dost olduk. Onu yakından tanıma fırsatım oldu. Bir ara gittiğim Levent’teki Spor Yazarları Derneği yüzme havuzunda birlikte çok zaman geçirme fırsatım oldu. Sürekli okur, notlar alır ve araştırırdı. Entelektüel kişiliğine olan hayranlığım, onu yakından tanıdıktan sonra daha da arttı.
Duru bir Türkçe kullanırdı. Kesinlikle sözcük tekrarına yer vermezdi. Akıcı ve kolay okunabilen bir yazım tarzı vardı. Yazısında geçen her kelime özenle seçilmiş ve konuyu en iyi anlatacak şekilde olurdu. Türkçe’nin yanlış kullanılmasına hiç tahammül edemezdi. Aynı anlama gelen sözcüklerin bir arada kullanılmasını eleştirir ve hemen gerekli düzeltmeleri yapardı. Hatta bir kitabımı yayın öncesi ona imzalarken, telaşla “Çok kıymetli ve değerli…” diye başlayan teşekkür yazımı yazdığımda, hata yaptığımı anladım ama “iş işten geçmişti”, düzeltme olanağım olmadı. Neyse ki, Ahmet Çakır, yayında “Sevgili Tuğrul kardeşim bana bu kitabını imzalayıp verdi. Teşekküründe de şöyle yazdı” diyerek, beni kırmadan yazım hatamı düzeltivermişti. Çok kibar ve zarif bir davranış sergileyerek, yayında da olsa Türkçenin doğru kullanımına ilişkin bana bir ders vermişti.
Bir kitap yazacağı zaman kitabında kullanacağı verilerin doğruluğunu teyit etmeden asla o bilgiyi kitabına almaz; onu doğrulatıncaya kadar araştırmasına devam ederdi. Buna çoğu kez yakından tanık oldum. Ondaki bu titizlik aydın sorumluluğunun bir gereğiydi. Yalan ve yanlış bilgilerin kullanılmasından, bunların makalelerde ve kitaplarda yer almasından nefret ederdi. Adeta bu davranış biçimini ortadan kaldırmak için mücadele eder; günlerce bir sözcüğün, bir verinin peşinden koşardı. Bunu yaparken de ortaya yeni bir araştırma konusu çıkartırdı.
Yazarın namuslu olması gerektiğini her haliyle ortaya koyar, bunu söylemleriyle de dile getirirdi.
İnanılmaz bir bilgi birikimine sahipti. Özellikle spor tarihi konusunda ansiklopedik bir hafızası ve arşivi vardı. Adeta yaşayan bir kütüphane gibiydi. Spor tarihimizle ilgili kuytuda kalmış çoğu olaya ve istatistiki bilgiye hakimdi. Spor tarihimizle ilgili doğru bilinen çoğu yanlışı da düzeltme fırsatı bulmuştu. Onunla her konuştuğumda, bildiğimi sandığım birçok tarihsel olayda yanıldığımı öğrenirdim.
Yazarken de araştırırken de titiz birisiydi.
Daha sonraları televizyonda spor ve spor kitapları programları yaptı. Beni birçok kere programlarına davet etti. Ben de onun yayınlarına severek katıldım.
Yayınlarında ufuk açıcı sorular sorar, konuşurken müdahale etmez, konuyu güzel özetler, ev sahibi olmanın tüm nezaketini sonuna kadar sergilerdi.
Ahmet Çakır spor dünyasının farklı bir entelektüeliydi. Onun yerini bu birikimde doldurmak gerçekten çok zor. Bu nitelikte, özgünlüğü olan, bir konunun her şeyini bilen ve bunu asla bir övünç konusu haline getirmeyen, üretken, çalışkan başka bir Ahmet Çakır’ın gelmesi çok zor.
Ahmet Çakır’ın rahatsızlığından ilk zamanlar haberim olmamıştı. Beni Birgün bir programına davet ederken, “Kardeş, belki haberin yoktur, paylaşayım. Başımda bir illet var. Onunla mücadele ediyorum. Beyin tümörü ile boğuşuyorum. Ama bu bizim program yapmamıza engel değil. Seni ‘Sporsever’e bekliyorum” demişti. O zaman hastalığı konusunda bilgi sahibi oldum. Her programına katıldığımda bana yeni kitabını imzalar, “Bu sende yoktur” diyerek, kitap konusuna ilişkin sohbet derdi. Ben de ona her kitabımı imzalayarak verirdim.
Ahmet Çakır okumayı sevdiği kadar, yazmayı da seven bir spor yazarıydı. El altında tutulması gereken, her biri çok değerli yirminin üzerinde esere imza attı.
Galatasaraylı olmasına karşın asla taraftar kimliğini ön plana çıkartmaz, olaylara bir sporsever gözüyle bakardı. Zaten programının adını da “Sporsever” koymuştu. Ona göre her şey, taraftarlıktan sporseverliğe ya da futbol severliğe geçmekle hallolacaktı. Hep böyle düşünür ve yazardı.
Sporsever’e en son Aralık 2023’te de konuk olmuştum. Bana o gün “Olimpiyat Kitabı”nı imzalayıp verdi.
Bu onu son görüşüm oldu. Ondan sonra birkaç kez telefonla görüşsem de bir araya gelme olanağımız olmadı. Daha sonra da maalesef onu kaybettik.
2006’da rahmetli Kutlu Merih ile yayımladığım Futbol Ekonomisi kitabımıza da nefis Türkçesiyle bir önsöz yazmıştı.
Çok saygın bir spor entelektüelinin apansız aramızdan ayrılması, Türk sporu ve yazını için çok büyük bir kayıptır. Yeri doldurulması mümkün olamayacak bir düşün insanından mahrum kalmak, bu işin içinde olanlar açısından büyük bir yoksunluktur.
Efsane The Beatles’ın kurucularından John Lennon’ın çok sevdiğim bir sözü vardır. “Yaşam, siz onunla ilgili planlar yaparken, başınıza gelenlerdir” diye. İşte tam da bu söz vücut buldu Ahmet Çakır’la… Ahmet Çakır yaşasaydı, daha gerçekleştirmeyi düşündüğü birçok projesi vardı. Ama hayat, ömür ve planladıklarını gerçekleştirme konusunda ona bonkör davranmadı ne yazık ki…
O kadar eser üretmesine ve toplumsal katkılarına karşın Ahmet Çakır, hastalığı nedeniyle henüz gerçekleştirmeyi düşündüklerini yapamayacak olmanın kaygısı içindeydi. Ahmet Çakır toplumsal sorumluluğunu, duyarlılığını, centilmenliğini, nezaket ve zarafetini ölüm yatağında bile bırakmadı.
Son günlerinin yaklaştığını bildiği için arka arkaya kitaplar yayınladı. Bir kitabı da Ekim’24’te çıkacak. O, bu kitabını göremedi ne yazık ki. Böylesi insanların kısa ömürlü olmaları toplumsal yaşam ve kültür açısından büyük bir eksiklik. Çok üzüntü verici.
Seni çok özleyeceğiz ve arayacağız sevgili Ahmet Çakır… Işıklar içinde uyu…
/././
İşkenceden fişlemeye, yol ayrımındaki Türkiye -Gökçer Tahincioğlu-
AİHM; Türkiye’de kamu personellerinin atamalarından önce yapılan güvenlik soruşturmalarıyla ilgili kararında, mahkemelere söz konusu soruşturmaların sonucunu değerlendirirken, hukuki zeminde kalması uyarısında bulundu
AKP-MHP ittifakının OHAL döneminden bu yana uyguladığı politikalar, Türkiye’yi kritik bir yol ayrımına getirdi.
Özellikle AKP’lilerden gelen “Yüzümüz batıya dönük” açıklamalarının ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler ile ilgili olmadığı kesin.
Ancak tel tel dökülen batılı ülkelerin kurduğu, Türkiye’nin de parçası olduğu mekanizmalar hala önemli. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararları hala uygulanmamış olsa bile Türkiye, AİHM kararlarını titizlikle uyguladığına yönelik iddiasını sürdürüyor. Bununla ilgili rakamlar veriyor, açıklamalar yapıyor.
Ancak soyut bu açıklamalar Türkiye’nin somut durumunu, uyguladığı politikaları gizlemiyor elbette.
Osman Kavala (solda) ve Selahattin Demirtaş (sağda)
* * *
OHAL dönemi ve sonrasında geçilen başkanlık sisteminin anlamını gösteren bazı politikalar var.
Sokak eylemlerinin terörize edilmesi, işkence ve kötü muamelenin normalleştirilmesi, sistemli biçimde yapılan sosyal medya denetimi, erişim engeli ve yayın yasakları ile zaten iyice köşeye sıkışmış medyanın bütünüyle kısıtlanması gibi…
Ve bir de 15 Temmuz’dan sonra “Gülen cemaati mensuplarının devletten temizlenmesi” gerekçesiyle meşruiyet kazandırılmaya çalışılan fişlemeler var.* * *
2010’da yapılan anayasa değişikliğiyle AKP iktidarı, Türkiye’de fişlemelerin tarih olacağını savunmuştu. Öyle olmadığı, en net biçimde OHAL dönemi ile başkanlık sistemi sırasında anlaşıldı.
Elbette devletlerin bünyesine alacağı personeli araştırması anlaşılır. Ancak hukuk zemininde kalınması şartıyla.
İşte AİHM, tam da bu konuda, birden fazla başvuruyu birleştirerek, Türkiye’yi yol ayrımına getirebilecek çok kritik bir karara imza attı.
SGK’ya memur atanmaya hak kazanan ancak kardeşinin örgüt bağı olduğu belirtilerek ataması yapılmayan bir kişi…
Hastaneye psikolog olarak atanmaya hak kazanan ancak yine ailesindeki bir başka kişinin durumu gerekçe gösterilerek ataması yapılmayan bir başka kişi…
Üniversiteye girmeye hak kazanan ancak herhangi bir gerekçe gösterilmeden ataması yapılmayan bir başkası…
Liste uzayıp gidiyor.
* * *
AİHM, bu başvuruların tamamını bir arada değerlendirdi.
Anayasa Mahkemesi, aynı başvuruları değerlendirirken, 2021 tarihli Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu uyarınca idarenin güvenlik soruşturması yapabileceği ve atama yapmayabileceği sonucuna varmıştı. AYM, daha sonra bu kanunu iptal etti ancak önceden başvuranların durumu değişmedi.
AİHM ise söz konusu kritik kararında Anayasa Mahkemesi’ni de uyarıcı nitelikte bir karara imza attı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
Kararda, şu tespitler yapıldı:
* İlgili idarenin değerlendirmesini dayandırdığı arşiv araştırmasının tam içeriğinin veya somut olgusal gerekçelerin, olumsuz bir özgeçmiş kontrolüne dayanarak kamu hizmetine atanmayacaklarını bildiren idare tarafından başvuranlara açıklanmaması…
* İdare mahkemesi yargılamaları sırasında, mahkemelerin arşiv kontrollerine ilişkin bilgileri edindikleri ancak bu bilgilerin başvuranlara iletilmediği…
* İdare mahkemeleri tarafından yargılamalarda böyle bir değerlendirme yapılmadığı göz önünde bulundurulduğunda, mahkemelerin başvuranlara delillerin açıklanmamasını telafi etmek için yeterli güvence sağlamaması…
* * *
AİHM, kararında, darbe girişiminin ardından, kamu hizmetine girmek için ek bir kriter olarak geçmiş kontrollerinin getirilmesinin gerekli olabileceğini kabul etti.
Ancak göreve atanması uygun bulunmayan memurun hakkını mahkemede arayabileceğine, mahkemelerin de güvenlik soruşturmasını değerlendirirken herhangi bir kuralla bağlı olmadığına dikkati çekti.
Aslında açıkça mahkemelere, güvenlik soruşturmalarının sonucunu değerlendirirken, hukuki zeminde kalması uyarısında bulundu.
Bu nedenle AİHS’nin ihlal edildiği sonucuna vardı.
* * *
Karar Türkiye açısından önemli.
Mahkemelerin, bu karar uyarınca daha önce reddettikleri başvuruları yeniden değerlendirmesi gerekecek.
Ayrıca güvenlik soruşturması engeline takılanlar yargıya başvurduklarında, mahkemelerin soruşturmanın içeriğini ve sonuçlarını etkili biçimde değerlendirmesi de gerekiyor.
Ancak burası Türkiye, bunların ne kadarının yapılacağını göreceğiz.
* * *
Tıpkı işkence soruşturmalarındaki gibi.
Kamuoyu, “hak edene işkence de yapılır” düşüncesine ikna edilmiş durumda.
Sosyal medyada örneklerini görüyoruz.
Kameralara takılan işkence ve kötü muamele uygulamalarını destekleyen yüzbinlerce insan, yapılanları alkışlıyor. Bunu polisi, askeri korumak sanıyor. İşkencenin caydırıcı olduğunu düşünüyor ve bir kez işkence alışkanlığı başladığında, bunun nerelere kadar uzanabileceğini düşünme zahmetine bile katlanmıyor.
* * *
15 Temmuz’dan sonra savcılıklara işkence ile ilgili binlerce şikâyet başvurusu yapıldı.
İçlerinde çok dramatik olanları da vardı. Klasik işkence yöntemlerinin yanında “bedene şişe sokulması, aralıksız hakaret ve darp” gibi uygulamalar savcılıklara aktarıldı.
Sürpriz değil, bu başvuruların büyük bölümü sonuçsuz kaldı.
Bazıları da TBMM’ye yansıdı.
DEM Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde işkence gördüğünü söyleyen ve diğer başvurulardan farklı olarak işkence yapan polisin ismini de veren bir kişinin iddialarını TBMM’ye taşıdı. Gergerlioğlu, işkence iddialarının sıkı takipçilerinden… Başvurularının “rahatsızlık” yarattığı da ortada.
DEM Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu
Gergerlioğlu’nun soru önergesine iki ayrı bakanlıktan verilen yanıtlar aslında anlayışı ortaya koymak için yeterli.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, önergeye verdiği yanıtta, savcılıkların görevlerini anımsattıktan sonra, Gergerlioğlu’nun sözünü ettiği kişinin başvurusunun takipsizlik kararıyla sonuçlandığını, ilgili polislerin suçsuz bulunduğunu bildirdi.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yanıtı ise dramatikti.
Yerlikaya, FETÖ soruşturmalarını sulandırmak, örgütle mücadelede görev yapan emniyet görevlilerini kurumları aşağılamak ve ifşa etmek, Türkiye’yi uluslararası platformlarda itibarsızlaştırmak amacıyla dezenformasyon çalışmaları ve karalama kampanyaları yürütüldüğünün bilindiğini belirtti.
Sözü edilen şahısların gözaltında darp edilmediğine yönelik doktor raporları olduğunu vurguladıktan sonra bu şahısların bir şikayetinin de bulunmadığını vurguladı.
Adalet Bakanı, iddiaların soruşturulup takipsizlik verildiğini söylüyor, İçişleri Bakanı şikâyet bile olmadığını…
Üstelik daha baştan şikâyette bulunanları da emniyeti aşağılamak, Türkiye’yi itibarsızlaştırmakla suçluyor.
Tam da bu nedenle, uzun, çok uzun yıllardır bütün bu yaşananların önüne geçilemiyor. /././
T24 - GÜNDEM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder