26 Eylül 2024 Perşembe

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -26 Eylül 2024-

Emperyalizme karşı toplumsal görev ve sorumluluk -Ali Rıza Aydın-

Türkiye’nin NATO üyeliğinin derhal sonlandırılması, hep vurguladığımız gibi, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasından öte NATO’nun emekçilerin yaşamından çıkması hareketidir.

Cumhurbaşkanı ve AKP ABD’de NATO güzellemesi yaparken, NATO’ya karşı olmayan TBMM’nin ikinci, yerel seçimlerin birinci partisi CHP ABD’de boy gösterirken Türkiye Halk Temsilciler Meclisi (THTM) emperyalizme ve onun militarist örgütüne karşı yürüyor. 

Yürüyüş dün Ulukışla’daydı. Ulukışla İç Anadolunun güneyinde Kuvayı Milliyenin önemli merkezlerinden biri. Ulukışla gibi birçok merkezde halk kenetlenerek emperyalizme ve saltanat düzenine karşı, hilafete ve gericiliğe karşı kurtuluş savaşı verilirken, halkın yerel merkezlerden kongrelere, kongrelerden merkeze toplanması 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla sağlandı. Ve kurtuluştan kuruluşa bu Meclisle geçildi. Kuruluş Meclis hükümetiyle gerçekleştirildi. 

Ne acıdır ki emperyalist örgütlerin, IMF’nin, DB’nin 1940’ların ikinci yarısında, NATO’nun 1952’de Türkiye’ye girişi de Türkiye’nin Büyük Millet Meclisinin uygun bulmasıyla gerçekleşti. 1924 Anayasasındaki, Türk milletini temsil eden ve millet adına egemenlik hakkını kullanan o Meclis tarafından kurtuluş ve kuruluşu gerçekleştiren halka karşı ülke emperyalizme teslim edildi.

Yakın tarihlerde 2023’de Finlandiya’nın, 2024’de İsveç’in NATO üyeliklerinin onaylanmasının uygun bulunmasına ilişkin yasalar TBMM’de kabul edildi. 

Meclisteki siyasi partiler NATO Parlamenterler Asamblesindeyken THTM NATO’ya karşı yürüyor. NATO işbirliği düzen siyaseti ve sömürücü sınıf tarafından tam gaz devam ederken, NATO kaynaklı ve destekli savaşlar devam edip çocuklarıyla, kadınlarıyla halklar ölüme ve yoksulluğa bırakılırken THTM geçtiği yollar ve yerleşimlerdeki halkın katılımıyla, büyüyerek NATO’ya karşı yürüyor. 

NATO Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye, Libya saldırılarını unutturmaya çalışarak Ukrayna’da… NATO dünyanın en büyük katliamlarından birini gerçekleştiren İsrail’de… “Günlük yașamlarımızda güvenlik sağlamak huzurumuz için kilit noktadır. NATO'nun amacı politik ve askeri vasıtalarla üye ülkelerin özgürlüǧünü ve güvenliǧini temin etmektir.” politikasını savunan NATO, üye olup olmadığına bakılmaksızın her yerde silahlı saldırgan, işgalci. 

Kendi anlatımlarıyla: “NATO, üye olmayan pek çok ülke ile çeşitli politik ve güvenlikle alakalı sorun hakkında işbirliği yapar. Bu ülkeler İttifak ile diyalog ve uygulamalı ișbirliǧi sürdürmektedir ve birçoǧu NATO liderliğinde düzenlenen operasyonlara ve görevlere katılmaktadır. NATO aynı zamanda çok çeşitli uluslararası kuruluş ile işbirliǧi halinde.”

Erdoğan NATO’nun ABD’de bir yandan Gazze savunması yaparken aynı anda Türkiye’nin “NATO’nun en güçlü müttefiklerinden biri” olduğunu söylüyor, NATO’yu övüyor.  

Türkiye’nin emperyalizmle barışık ve bağımlı olmasında düzen meclisleri hem siyasal hem de hukuksal eylem ve işlemleriyle ortak. “Genel ve eşit oy” diye diye halkın “oy”unu çalarken Türkiye’nin bağımsızlığının önünde engel teşkil eden emperyalist NATO’yu tartışmaya bile yanaşmıyor, tersine NATO’nun genişlemesine katkıda bulunuyorlar.

1949’da 12 üyeyle başlayan NATO bugün 32 üyeye ulaştı. 

NATO’nun, 1949’daki kuruluş anlaşmasından sonra sürekli ek gerekçe üretmesi, genişlemesini ve savaş suçlarıyla dolu saldırganlıklarını bu gerekçelere dayandırması, kapitalist/emperyalist dünyanın istek ve gereksinmeleriyle özdeş.   

İsrail üye mi değil mi diye sormanın anlamı yok. İsrail, emperyalizmin hemen tüm örgütleri içinde. Doğrudan NATO üyesi gözükmese de hem Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ülkelerinden biri hem de NATO Akdeniz Diyaloğu üyesi. AB'yle de “Avrupa-Akdeniz Ortaklığı” çerçevesinde Ortaklık Anlaşması var.

AGİT Avrupa Birliği (AB) üyelerini, AB ve/veya NATO üyeliği perspektifi bulunan Balkan ülkelerini, ABD, Kanada, Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini bünyesinde toplayan en büyük bölgesel güvenlik forumlarından. Siyasal, askersel, ekonomik, çevresel ve insansal boyutları içeren kapsamlı güvenlik anlayışı, erken uyarı, çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi ile çatışma sonrası rehabilitasyon alanlarındaki deneyimiyle bu örgüt aslında uluslararası tekellerin, sermaye sınıfının militarist örgütü NATO’nun dünyaya yayılmasının etkin ortaklarından biri. 

Türkiye’nin bağımsızlığı ve egemenliği doğrultusunda faaliyet yürüten Türkiye Halk Temsilciler Meclisinin, bağımlılığı ve emperyalist işbirliğini siyasal ve ekonomik olarak bütünsel görmesi, sömürünün olmadığı bağımsız bir düzeni hedeflemesine dayanıyor. 

NATO’ya karşı yürüyüş, emperyalizme ve kapitalizme karşı duruşun olmazsa olmazı. Emperyalizmin bölgemizde yürüttüğü politikaların örtülü ya da açıktan parçası olan, bu politikaların yürütülmesinde önemli roller üstlenen bir Türkiye’nin sömürenlerin yanında olması emekçi halkı yoksulluğa, yoksunluğa, güvencesizliğe esir ediyor. Dur demek de emekçi halkın görev ve sorumluluğu.     

NATO yürüyüşüne katılımın yaygınlığı ve canlılığı, ABD ve NATO’nun kirli yüzlerinin halkımız tarafından iyi tanınıyor ve onlardan gelecek herhangi bir faydaya inanç beslenmiyor olmasına dayanıyor. Halk, sermaye sınıfına, düzen içi siyasete, gericilere, onların kutsal saydıklarına kanmayacağını gösteriyor. 

Türkiye’nin NATO üyeliğinin derhal sonlandırılması, hep vurguladığımız gibi, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasından öte NATO’nun emekçilerin yaşamından çıkması hareketidir;  emperyalizmle işbirliği devam ederken sömürücü düzene karşı yurtseverliği, cumhuriyetçiliği, bağımsızlığı, laikliği, aydınlığı, eşitliği, refahı ve emek gücünü savunanların hareketidir. 

Yürüyüş aynı zamanda Türkiye’nin egemenliğini, bağımsızlığını, laikliği, emekçi halkı koruyamayan, Anayasanın rafa kaldırılmasına, Cumhuriyetin yıkılmasına sesini çıkaramayan TBMM’ye çağrı hareketidir. 

28 Eylül’de Adana/İncirlik’te, 3 Kasım’da İstanbul’da THTM ile yurtsever halkın buluşmaları devam edecek. Müziğin diliyle “bağımsız bir ülkeyi kuracak Halk Meclisi”.1

https://x.com/THalkMeclisi/status/1838937599727001849

Bu memleket ne NATO’ya ne de sömürücülere bırakılacak. Emekçilerin Cumhuriyetinde emperyalizmin ekonomik, siyasal ve militarist örgütlerinin üyesi olunmayacak, işbirliği yapılmayacak.

  • 1.“Yürüyor Halk Meclisi”, Manifesto Müzik Grubu, söz: Cansın Aktan Sertesen, müzik: İltan Bilge, vokal düzenleme: Haluk Polat, kamera-kurgu: Etkin Kolbaşı,
                                                                            /././
İşte iktidar: Hatay'da öğretmenlere ev yapmadılar, konteynerlere sayaç takıyorlar -Özkan Öztaş-
AFAD’ın genelgesine göre Hatay’da memurlar herkesten ayrı konteynerlere yerleştirilecek. Sebep elektrik faturası kesebilmek için tüm memurları tespit edebilmek.
AFAD'ın depremzedelere ilettiği bir genelge tartışmalara neden oldu. Genelgeye göre konteyner kentlerde kalan kamu personelleri 27 Eylül Cuma gününe kadar elektrik sayacı taktırmak için Toroslar EDAŞ'a başvurmalı. Aksi durumda konteyner kentlerde kalan memurların elektrikleri kesilecek.

Aylar önce konteyner kentlerde kalan esnafların işletmelerine ücretsiz elektrik sözü veren Valiliğin yine benzer bir gerekçeyle kararından vazgeçmesi ve dükkanlara sayaç takılması gündem olmuştu.

AFAD'ın yeni genelgesi, konteyner kentlerdeki sayaç uygulamasının zamanla genişletildiğini ve ilerleyen süreçlerde tüm depremzedelere de dayatılacağı izlenimini doğurdu. 

Aynı zamanda genelgede konteyner kentlerde yalnızca memurlara sayaç takılması zor olacağı için kamu personellerinin benzer konteyner kentlere yerleştirileceğine dair bir ibare de yer alıyor.

Bu durum "Farklı Geçici Konaklama Merkezlerinde barınan kamu personellerinin aynı Geçici Konaklama Merkezlerinde yerleşmelerinin sağlanması ve bu merkezlerin işletim giderlerinin (elektrik, su vb.) bağlı oldukları kurumlarca karşılanması" ifadesiyle yer alıyor.

Öğretmenler konteynerlere takılacak sayaçları ve fatura gündemini cep telefonlarına gelen bir mesajla öğrendi.

'Tek sorun elektrik sayacı olsa belki tamam ama...'

Konteyner kentler, diğer adıyla "Geçici Konaklama Merkezleri". Her ne kadar "geçici" denilse de depremden bu yana süren bir uygulama. 

İşte bu konteyner kentlerden birinde kalan Emir Öğretmen* durumu şöyle anlatıyor:

"Tek sorun bu olsa belki 'eyvallah' diyeceğiz ama onca sorunun içinde bir de bununla uğraşacak olmak canını sıkıyor insanın. Aslında elektrik konusu normalde büyük bir konu olmamalı. Gelen yazıdan anladığımız kadarıyla öğretmenler aynı konteyner kentlere yerleştirilecek. Elektrik ve su ödemeleri de bağlı olduğu kurumlar tarafından yani bakanlık tarafından ödenecek. Ancak abonelikleri bizim almamız ve ödemeleri bizim yapmamız gerektiği söylendi."

Öğretmenler için toplama kampı gibi fatura modeli

Konteyner kentlerde kalan öğretmenlere iletilen genelgeye göre kimin memur kimin işçi olduğunu tespit etmek zor. Bu yüzden de memurları ayrıştırmak için tüm öğretmenlerin ayrı bir konteyner kente yerleştirileceğinden bahsediliyor.

Sürecin nasıl ve ne zaman olacağına dair birçok belirsizlik mevcut. 

Ancak öğretmenlerin esas şikayeti, devletin masraftan kaçınması. 

Emir öğretmen bu durumu  "Devletin umurunda olmadığımızı düşünüyorum. Herkese ayrı bir konteyner verseler, elektrik-su mevzusunu kimse sorun etmez bence. Bizi rahatsız eden iktidarın masraftan kısmak için sürekli bizlere sorumluluk yüklenmesi" diye ifade ediyor.

Yönetmeliğe göre abonelikler öğretmenlerin adına olacak ve başlangıçta faturayı bakanlık ödeyecek. Ama bu durum aslında depremzedelerin yeniden faturalarla ilişkilenmesi için atılan ilk adım olarak görülüyor. Faturaları takip edebilmek için de tüm öğretmenler bir konteyner kentte toplanacak.

Bir konteynere iki bekar öğretmen

Her konteynere iki bekar öğretmenin yerleştirildiğini anlatan Emir, "Yeni atanan öğretmenlerin neredeyse tamamı bekar ve iki kişi kalıyoruz. Küçücük bir alanda iki kişi yaşamak çok zor. Alan çok dar. Hayatta kalmak dışında yapabildiğimiz bir şey yok konteynerde. Devletin sırf masrafları azaltmak, daha az konteyner sağlamak adına iki yetişkin insanı aynı küçücük konteynere yerleştirmesi bence çok büyük saygısızlık. Onuruna dokunuyor insanın" diyerek durumun yarattığı problemleri anlatıyor.

Tüm bu sorunların üzerine bir de elektrik sayacı takılacak olmasını, hatta bunun için belki de konteyner kent değiştirecek olmalarından dolayı yaşanacak problemlere dikkat çekiyor:

"Konu gerçekten tek başına fatura değil. Mesela ben internet altyapısı olmadığı için ayda zaten 1000 lira civarından telefon faturası ödüyorum. Çünkü sabit internet altyapısı yok ve gezgin internet aboneliklerine 1000 lira gibi uçuk ücretler ödemek zorundayız. Bir eğitimci olarak internet kullanmaya mecburum. Ama hiçbir sorun yok gibi, her şey yolundaymış gibi 'Sıra elektrik faturasına' geldi demeleri tuhaf gerçekten. Anlaşılan o ki normalleşmeden anladıkları şey faturaların depremzedelerin kaldığı 20 metrekarelik kutulara gelmesi. Başka bir şey değil."

Kamuda çalışan depremzedeler bu uygulamadan duydukları rahatsızlığa dikkat çekerken mevcut durumda devam eden sorunların da acilen çözülmesini talep ediyor. Bakanlık ise konteyner kentlere sayaç takma telaşı içinde. İlk fatura ise eğitimcilere kesilecek.

*Öğretmenin adı mesleki sorun yaşamaması adına değiştirilmiştir.

                                                                           /././

Küba’ya borcumuz -Nevzat Evrim Önal-

Küba sosyalizm değil abluka nedeniyle yoksul. Market raflarında olağan biçimde bulunan pek çok şey orada yok. Ama haberleri açtığımızda insanlığımızdan utandığımız şeyler de yok, onurlu bir yaşam var.

Geçtiğimiz hafta sonu, ABD emperyalizminin on yıllardır Küba’ya uyguluyor olduğu ablukanın, adanın insanlarına nasıl büyük bir zarar verdiğini gözler önüne seren bir sempozyum izledik. Küba’dan gelen kapsamlı bir delegasyon, hem genel anlamda, hem de ekonomi, hukuk, gençlik gibi başlıklarda ablukanın yıkıcı etkilerini anlattı.

ABD emperyalizmi, kurulduğu günden bu yana Küba devrimini boğmaya çalışıyor. Uyguladığı abluka ile Küba’nın sadece ABD’deki herhangi bir şirket ya da başka aktörle ekonomik ilişki kurmasını engellemiyor; aynı zamanda Küba’ya yanaşan gemileri ABD limanlarına yanaştırmayarak ve tüm uluslararası bankaların Küba ile işlem yapmasını engelleyerek adayı ekonomik anlamda neredeyse tamamen tecrit ediyor.

Bir iktisatçı olarak kolaylıkla ve yüzde yüz emin olarak söyleyebilirim ki, Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı günden bu yana bir ekonomi “mucizesi” varsa, bu Çin’in yükselişi falan değil Küba’nın yıkılmamış olmasıdır. Küba’da sosyalizmin büyük zorluklara rağmen halen yaşıyor olması, ekonomi bilimiyle açıklanamaz. 

Bu “mucize”nin açıklaması şu: Küba’da devrimin kurduğu toplumsal düzen sayesinde insanlık onuru bireysel bir mesele olmaktan çıkıp halkın ideolojisine dönüştü ve ortaya muazzam bir güç çıktı. Bu öyle bir güç ki, daha neredeyse çocuk yaşta, gencecik bir insan, evine döndüğünde haftanın bazı günleri elektriksiz olacağını bilse de, kendi çocuğuna daha güzel bir Küba bırakmaktan bahsediyor. Bir milletvekili, evinde diş macunu olmasa da, Küba ekonomisinin emperyalist ablukaya rağmen çocuklara ücretsiz süt sağlamaya devam edeceğini anlatıyor.

Ve bunları söylerken gülümsüyorlar. Çünkü, biraz yavaş çalışmaya başladığında hemen yenisiyle değiştirmeyi düşündükleri yüzlerce farklı model telefonları yok, ama onurları var. Toptan bir “arka bahçe” olarak anılan kıtada özgürce, boyun eğmeden yaşayan bir ağaç olmayı başarmışlar ve bunu kaybetmektense, geri kalan her şeylerini kaybetmeye hazırlar.

Bunu sadece kendileri için yapmıyorlar. Onların mücadelesi dünyanın her yerinde, onurundan vaz geçmeyen her insana umut oluyor. İnsanlar çocuklarının adını Fidel koyuyor. Gençler mazluma silah doğrultan şerefsiz çetecilere değil, egemenlerin en güçlüsüne silah çeken Castro ve yoldaşlarına özeniyor. Dünyanın her yerinde, özel mülkiyet düzeni tarafından kuşatılmış her yaştan insan, bu kuşatılmış adanın müzikleriyle, danslarıyla, Mojito’suyla bir an olsun nefes alıyor. 

Her birimiz, umudumuzun bir kısmını Küba’ya borçluyuz.

                                                                ***

Küba’nın böylesine özveriyle direniyor olmasının sırrı, aktif siyasetin halktan ayrı, kapalı kapılar ardında yapılan bir çıkar pazarlığı değil, herkesin katıldığı bir toplumsal faaliyet olması. Bunu sağlayan da, birden fazla nedenle, sosyalizm. Birincisi, kimse zengin olduğu için borusunu daha fazla öttüremiyor; herkes beklentilerini kendisiyle eşit olan yurttaşlarını ikna edecek biçimde savunmak zorunda. İkincisi, sosyalist demokrasi, pratik yerel meselelerden anayasa değişikliği dahil en merkezi yasama kararlarına kadar tüm politik süreçlere katılım kanalları sağlıyor; kimsenin siyasete katılımı oy vermekten, “basıp geçmekten” ibaret kalmıyor. Üçüncüsü, sosyalist düzende sömürücü bir sermaye sınıfı yok ve emekçileri haftada yetmiş seksen saat çalıştırıp tüm enerjilerini emmiyor, gündelik hayat da insanları evlerine kapatıp antisosyalleştirmiyor, izole etmiyor. Böylelikle insanların siyasete katılma isteği, enerjisi ve zamanı oluyor.

Parçası olduğunuz şeyi benimsersiniz. Kübalıların büyük çoğunluğu sosyalizmi benimsemiş çünkü sosyalizm altında yaşamıyor, sosyalizmi her gün bizzat gerçekleştiriyor, yaşatıyor ve ülkelerinin bağımsızlığının buna bağlı olduğunu biliyorlar. Bu yüzden, çok yoksul olsalar da, sosyalizmden ve ülkelerinden vazgeçmiyorlar.

Bizim yaşantımızdan ne kadar farklı, değil mi? Bizim ülkemizde sadece merkezi yasama süreçlerinde değil apartman genel kurullarında bile eşitsizlik var; üç dairesi olanın üç oy hakkı oluyor. Oturduğunuz ilçenin belediye başkanı sosyal demokrat olsa bile, “birlikte yöneteceğiz” iddiasıyla yaptığı mahalle toplantısında “belediyedeki işçilerin maaşları niye ödenmiyor?” diye sorduğunuzda “bu sizin sorununuz değil” cevabı alıyorsunuz.1

Siyasete katılım kanalları kapalı çünkü siyaset, zenginlerin zenginliklerini koruma ve büyütme faaliyeti. Bunu sadece yolsuzlukla yapmıyorlar, yollar da buraya doğru döşeniyor.

Hal böyle olduğunda, kimimiz düzenin sahtekârlarına bel bağlıyor, kimimiz küsüp kendi yalnızlığına kapanıyor, kimimiz çekip gitmeyi düşünüyor, hatta gidiyor. Ama içinde yaşadığımız düzende, sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde sıradan insan siyasetten el çekiyor, bilhassa gençler arasında seçimlere katılım oranları yerlerde sürünüyor. Çünkü sözümüzün bir değeri yok, bu düzende herkesin değeri serveti kadar ve büyük çoğunluğu oluşturan bizlerin serveti yok.

Yurt bir toprak parçası değil, siyasi bir varlıktır. Siyasette yoksak, gerçekten bir yurdumuz da yoktur.

Ama liberaller yalan söylüyor; insan yersiz, yurtsuz, köksüz olduğunda özgürleşmez, eksilir. 

Kübalılara baktığımızda içimizin ısınmasının sebebi bu. Sadece tutkuyla değil iyicil arzularla, özgürlük için, eşitlik için, adalet için, bağımsızlık için, horlanmamak, aşağılanmamak için sımsıkı tutundukları bir yurtları var. 

Bu yüzden çok zor şartlarda sadece kendilerine değil hepimize umut oluyorlar.

Onlara borçluyuz.

                                                           ***

Bu borcu ödemenin iki yolu var.

Birincisi, Küba’yı savunmalıyız. Küba devrimi, insanlığın emperyalizme ve sömürüye karşı verdiği mücadelede çok ileride, emperyalizmin kalesinin dibinde bir mevziye bayrak dikti ve 1959’dan bu yana o siperi savunuyor. Küba küçücük bir ada olabilir, ama ABD emperyalizmine bu denli yakın olması ve mücadelesini bu denli aydınlık, onurlu ve meşru biçimde veriyor olması, onu kana susamış aslanın pençesine batmış dikene dönüştürüyor. Aslan dikenle uğraşmaktan, başka hayvanları parçalamaya daha az güç bulabiliyor. Yani Küba devrimi, emperyalizme karşı hepimiz adına mücadele ediyor.

Bu mücadeleye destek vermeliyiz. ABD’nin Küba’ya attığı “teröre destek veren ülke” iftirasına karşı çıkmalı, Küba’nın egemenlik haklarını ihlal eden ablukanın kaldırılmasını savunmalıyız. Ama bu yetmez. Çünkü adaya yönelik kara propaganda bununla sınırlı değil. Sorsanız solcu olduğunu, bağımsızlıktan yana olduğunu söyleyecek, ama hayatlarında bir gün bile gerçekten mücadele etmemiş bir sürü çok bilmiş, Küba’ya destek olacaklarına, onun yoksulluğuna ve bu yoksulluğun fuhuş gibi, karaborsa gibi kimi sonuçlarına bakıp, bundan ABD’yi değil sosyalist Küba devletini sorumlu tutuyor. 

Bu yalanları mahkûm etmeli, Küba’daki yoksulluğun tek sorumlusunun abluka olduğunu her fırsatta söylemeliyiz.

Ama bu da yetmez, çünkü Küba en önde çatışıyor ve güzel sözlerden, iyi dileklerden ziyade ikmale, mühimmata, maddi olanaklara ihtiyacı var. Bu yüzden ayni ve nakdi bağışlarla Küba’ya destek olmalıyız. Bunları nasıl yapabileceğimiz konusunda, Küba ile dayanışma için kurulmuş ve Küba devletinin Türkiye’deki resmi muhatabı olan José Marti Küba Dostluk Derneği’nden bilgi almalıyız.

İkincisi, biz de mücadele etmeliyiz. Küba, ön cephede yalnız başına direniyor. Onu bu yalnızlıktan kurtarmalı, biz de ilerlemeli ve onun tuttuğu mevziinin yanında bir mevzi tutmalıyız. Biz de kendi devrimimizi yapmalı, ülkemizi emperyalizmle bağlarını kesmiş, sömürünün olmadığı, eşit, özgür, laik bir ülkeye dönüştürmeliyiz. 

Düzenin bütün yalancıları, sürekli Küba’nın yoksulluğundan, herkesin mutsuz olduğundan, halkın kaçıp gitmek istediğinden bahsediyor. 

Öncelikle, durum böyle olsaydı Küba bir gün bile direnemezdi. 

Ama daha önemlisi... Evet, Küba sosyalizm değil abluka nedeniyle yoksul. Bizde market raflarında olağan biçimde bulunan pek çok şey orada yok. Ama her gün haberleri açtığımızda insanlığımızdan utandığımız şeyler de yok, onurlu bir yaşam var.  

Soru şu: Küba yoksul da, biz zengin miyiz gerçekten?

Ve onlar gibi onurlu bir yaşam için, bazı konforlardan vaz geçmeye değmez mi?

                                                                                 /././
Polonez Direnişi'nde umudu filizlendiren kadın emekçiler: 'Birlikte mücadele edersek birlikte kazanacağız' -Filiz Acar*-
"Selam olsun, hiçbir baskıya ve şiddete boyun eğmeden hakları için, gelecek için en ön saflarda sınıfının yanında mücadele eden, mücadeleleriyle cesareti ve umudu filizlendiren tüm kadın emekçilere!"
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Komünist Partisi olarak direnişlerinde 60 günü geride bırakan ve kazanana kadar direnmeye devam edeceklerini cesaretle dile getirip boyun eğmeyen Polonez işçilerini ziyaret ettik.

Polonez işçileri insanca ücret ve çalışma koşulları için Tek Gıda-İş Sendikası'nda örgütlenmeye başlamış, işçilerin hak arayışı ve örgütlenme faaliyetlerini zararlı bulan patron, sendikal faaliyet içerisinde bulunan işçileri işten çıkarmıştı.

Ziyaretimiz sırasında hakları için direnen işçilerden biri olan Sevgi ile sohbet etme fırsatı yakaladık. Sevgi, babasını kaybettikten sonra, geçim derdini sırtlanıp 14 yaşında çalışma hayatına atılmış, o gün bugündür de çalışmaya devam ediyor. Tekstil ve gıda başta olmak üzere çeşitli sektörlerde 30 yılı aşkın süredir çalışan Sevgi, çalışma hayatından şöyle bahsediyor;

"Önceden sendikal faaliyet ve örgütlülük daha kuvvetliydi, o zaman koşullarımız da bugüne göre daha iyiydi. Örgütlülük ve mücadele zaman içinde zayıfladıkça, koşullarımız da kötüleşiyor, haklarımız elimizden alınıyor. Çocuklarımızın geleceğinden kaygılıyım, bugün burada olmamın bir nedeni de çocuklarımızdır, geleceğimizdir.”

'Çocuklarımız için, geleceğimiz için bugün mücadele etmek zorundayız'

Hakları için verdikleri mücadeleyi “açgözlülük” olarak nitelendirenler, haklı mücadelelerini karalamak isteyenler olduğundan bahsediyor ve bu eleştirilerin çoğunlukla kadın emekçilere yöneltilmiş olmasından da ayrıca şikayetçi. “İstiyorlar ki kadın evde otursun, çalışmasın, mücadele etmesin, kocasının eline baksın. Üretmeyen insana insan denir mi? Hem iş hayatından uzaklaşan kadın, hayattan da uzaklaşıyor, saçını bile tarayası gelmiyor evde oturan kadının” diyerek gülümsüyor. Emeğinin değerinin farkında bir emekçi olarak daha iyi koşullar için mücadele etmeye devam edeceğini fakat bunun bireysel bir mücadele olmadığını üstüne basa basa vurguluyor: “Bizim direnişimiz patronları korkuttu bölgedeki fabrikalarda ücretlerin artmaya başladığını duyuyoruz. Bu bir kazanımdır, birlikte mücadele edersek birlikte kazanacağız.”

“Sen de çocukların da fişlendin artık, hiçbir yerde iş bulamazsınız” diyenlere de gülüp geçiyor. “İşsizlik almış başını yürümüş, iş bulanlara da üç kuruş veriyorlar. Biz hırsızlık mı yaptık da fişlendik? Asıl bu koşullara ses çıkarmazsak ileride çocuklarımız hangi koşullarda yaşayacak? Çocuklarımız için, geleceğimiz için bugün mücadele etmek zorundayız, mücadelemiz yalnızca bugünün konusu değil” diyor.

Polis şiddetine olan tepkisini ise şu sözlerle dile getiriyor:

“Ülkede katiller, hırsızlar ellerini kollarını sallayarak dolaşırken, emekçiler anayasal haklarını kullanabilmek için polis şiddetine maruz kalıyor. Polis, patronun koruması mı ki bize, emekçi halka böyle düşmanca saldırıyor? Biz ne yaptık da ters kelepçe ile gözaltına alındık, gözaltında kötü muameleye maruz kaldık?”

Kelepçelerin bilinçli olarak sıkıldığını, birçok arkadaşının bileklerinin morardığını, ilaç içmek için dahi su verilmediğini öfkeyle anlatıyor. 

'Umut ancak mücadele ile var olabilir'

Sevgi son olarak, dayanışmaya ve direnişlerinin yaygınlaştırılmasına duydukları ihtiyaçtan bahsediyor. Kimi zaman direniş alanında yanlarına gelip kalpten desteklediklerini söyleyenlere şöyle sesleniyor: “Var olun fakat kalpten destek bir işe yaramıyor, hiçbir şey yapamıyorsanız bile sessizce oturmak yerine alkışlayın, ses çıkarın.”

Sevgi ve direnen diğer tüm emekçiler ışıl ışıl bakan gözleriyle, emeklerine verdikleri değerle, direnişleriyle, “Bu ülke insanından hiçbir şey olmaz, bu ülke artık düzelmez” diyenlere inat, umudun ancak mücadele ile var olabileceğinin kanlı canlı kanıtı gibiydiler. 

Selam olsun, hiçbir baskıya ve şiddete boyun eğmeden hakları için, gelecek için en ön saflarda sınıfının yanında mücadele eden, mücadeleleriyle cesareti ve umudu filizlendiren tüm kadın emekçilere! 

Yaşamak ve çalışmak

Yaşamak ve savaşmak

Yaşamak ve hayatı sevmek

Leylak dalındaki arılar gibi

Bahçe ağaçlarındaki kuşlar gibi

Çayırdaki cırcır böcekleri gibi1

*İstanbul Kurtuluş Kadın Dayanışma Komitesi Üyesi

                                                                                /././

                                              soL - GÜNDEM

İncirlik Üssü’ne yürüyüşte on birinci gün: Mersin Limanı

İstanbul'dan yola çıkan Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi bugün Mersin'deydi. NATO ve emperyalist savaşa karşı düzenlenen yürüyüşün hedefi Adana'daki İncirlik Üssü.(https://haber.sol.org.tr/haber/incirlik-ussune-yuruyuste-birinci-gun-mersin-limani-395214)                            ***

Putin, Kurtulmuş'u Kremlin'de kabul etti: BRICS'te Erdoğan'la ayrı görüşecek

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'u Kremlin Sarayı'nda kabul etti. Putin, Erdoğan ile ekimde Kazan'daki BRICS zirvesinde görüşeceklerini açıkladı.(https://haber.sol.org.tr/haber/putin-kurtulmusu-kremlinde-kabul-etti-bricste-erdoganla-ayri-gorusecek-395213)

                                                                            ***

Sosyalist aydın Candan Baysan yaşamını yitirdi

Türkiye'de sosyalist iktidar mücadelesinin önemli isimlerinden Candan Baysan bugün hayata veda etti. Mesut Odman, Yusuf Şaylan ve Hasip Akgül, Baysan'ı anlattı.

1975-78 yılları arasında TİP Ankara Yönetim Kurulu üyesi, Sosyalist İktidar dergisi kurucusu, Toplumsal Kurtuluş dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni, ODTÜ eski öğretim üyesi, ekonometri uzmanı Candan Baysan tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti. 

1945 doğumlu Baysan bir süredir sağlık sorunları nedeniyle tedavi görüyordu. Bugün hayata veda eden Baysan, Türkiye'de sosyalist iktidar mücadelesinin gizli kahramanlarından biri olarak tanınıyor. ODTÜ'de Yalçın Küçük'ün akademide asistanı olarak başlayan serüveni, Yalçın Küçük ile bir yol arkadaşlığına dönüşürken, birçok faaliyette de bir arada oldular. 

'Sosyalist İktidar adının mimarlarından'

Toplumsal Kurtuluş Dergisi'nin yayınlanma sürecinde birlikte yer alan Mesut Odman, Yusuf Şaylan ve Hasip Akgül, Candan Baysan'ı anlatırken onun daha çok emektar ve mücadeleci yanına vurgu yaptılar.

Yakın dostu olan Candan Baysan'ı kaybetmenin üzüntüsünü yaşadığı ifade eden Mesut Odman, "Candan Baysan ile uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz var. Bu cuma günkü yazımı yapabilirsem eğer ona ayırmak istiyorum. Yine böyle hastalandığı ve bizi korkuttuğu bir zamanda böyle bir yazı kaleme almıştım. 15 yıl oldu." dedi.

Odman "Candan Baysan ile ODTÜ Ekonomi'den arkadaşız. 1967 yılı mezunu kendisi. 1. TİP ve 2. TİP üyelerinden. Ayrıca birlikte yaptığımız çalışmalardan biri olan ikinci TİP'teki Karşı-Plan çalışmasının da yürütücülerinden. Candan, 1979 yılında TİP'te ihraç edilen grubun içinde yer almıştı. 1979 yılında Sosyalist İktidar dergisinin çıkaranlarından ve çalışanlarından. Hatta o süreçte dergiye bu ismi verenlerden. Sosyalist İktidar kavramını ortaya atan arkadaşlarımızdandı ve o isimden, o yoldan hiç ayrılmadı. Sonra 1987 çıkardığımız Toplumsal Kurtuluş dergisinde de yer aldı. Derginin yazarı ve çıkaranları arasında yer alıyordu. Daha sonra 2002 Eylül ayında başlayan soL Meclis'te de yer almıştı" cümleleriyle anlattı Candan Baysan'ı.

'Mücadelemizin gizli kahramanlarından'

Yusuf Şaylan 1987 yılında yayın hayatına başlayan Toplumsal Kurtuluş Dergisi'nde birlikte yer aldığı Candan Baysan için "Devrimci mücadelenin gizli kahramanlarından birisidir. Tolumsal Kurtuluş Dergisi'nin okurlarla buluştuğu yıllarda Yalçın Küçük'ün dostu, öğrencisi, kardeşi olmuştu. Mücadelenin devam edebilmesi için elinden geleni yapan ama çok bilinmeyen hep arka planda duran birisiydi" dedi. 

Hasip Akgül ise Yalçın Küçük'ün Candan Baysan için dile getirdiği "cömert, affediciherkeste beğenilecek yanlar bulma uzmanı" sözlerini aktardı. 

"1945 doğumlu, TİP Ankara Yönetim Kurulu üyesi, Sosyalist İktidar dergisi kurucusu, Toplumsal Kurtuluş dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni, ODTÜ eski öğretim üyesi, ekonometri uzmanı, 'cömert, affedici, herkeste beğenilecek yanlar bulma uzmanı' Candan Baysan’ı kaybettik" diyen Hasip Akgül, Baysan'ın eşitlik ve özgürlük mücadelesine kattıklarının değerinin unutulamayacağını ifade etti. 

Prof. Dr. Gül Baysan’la evli ve bir çocuk babası olan Candan Baysan uzun süredir tedavi görüyordu. 26 Eylül Perşembe günü öğlen Maltepe Camii’nden kaldırılacak olan naaşı Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilecek.

                                                         ***

AKP’den ABD’ye güvenceler: Ukrayna’nın NATO üyeliğine kapı kapanmadı, yatırımcıya ek vergi yok

AKP hükümeti BRICS üyeliği başvurusunu koz olarak elinde tutarken Erdoğan ve bakanlarının ABD’de yaptıkları açıklamalar NATO ve Batı cephesine verilen sözleri ortaya koyuyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpden-abdye-guvenceler-ukraynanin-nato-uyeligine-kapi-kapanmadi-yatirimciya-ek-vergi-yok)

                                                         ***

Tarikatta istismar davasında karar: Pedofili üzerinden şeriat savunusu yapılıyor

Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'e verilen ceza gericileri rahatsız etti. Kararın "Kuran'a aykırı olduğu" söylendi, pedofili alenen meşrulaştırıldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/tarikatta-istismar-davasinda-karar-pedofili-uzerinden-seriat-savunusu-yapiliyor-395207)

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder