16 Eylül 2024 Pazartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -16 Eylül 2024-

 

Nükleer silahların konuşmasına ramak kalmışken -Akdoğan Özkan-

Nükleer caydırıcılığın “dengesinin” kaçtığını savunan Batılı bilim adamları, “biz zararlı çıkarırız, taktik nükleer silahlarla aleyhimize stratejik bir dengesizlik yaratılmasına sebep oluruz, gerilimi tırmandıracak adımlardan kaçınalım” diyor

Nükleer silah sahiplerinin hegemonyası altında, aslında korkuyla şekillenmiş bir dünya sisteminin dengesinde yaşıyoruz. Aslında bu sistemin dengesinin (!) temelinde süper güçleri birbirlerine saldırmaktan meneden ve literatüre MAD (Mutual Assured Destruction) yani “Karşılıklı Garantili İmha” doktrini olarak geçen bir yaklaşım bulunuyor. Bu yaklaşım, konuyla uzaktan yakından ilgili pek çok kişinin bildiği üzere, bir nükleer saldırının her durumda nükleer bir kıyamete yol açacak bir misillemeyi tetikleyeceği fikrine dayanıyor. Dolayısıyla, MAD doktrini bize şunu anlatıyor; karşılıklı iki süper gücün tam kapasiteli nükleer silah kullanımı durumunda birbirlerini tamamen yok edeceği ve dünyayı bir nükleer kışa sokacakları için böyle bir savaşın kazananı olmayacaktır.

“Nükleer caydırıcılığın” merkezinde hasmın ilk vuruşu gerçekleştirme niyetini ortadan kaldıran bu doktrin yattığı için de Soğuk Savaş’tan bu yana herkeste MAD’in pompaladığı bir rahatlık (!) vardır. Ancak geçtiğimiz günlerde, en azından benim bu yöndeki kabullerimi yıkan önemli bir bilimsel makaleye denk geldim. “Strategical asymmetry in a game theoretical model of a tactical nuclear first strike” başlığıyla yayınlanan 9 Temmuz 2024 tarihli makale, Tuomas Malinen imzasını taşıyor. Helsinki Üniversitesi’nde iktisat doçenti olarak görev yapan Malinen, ayrı zamanda GnS Economics Ltd. şirketinin de baş ekonomisti ve CEO’su.

Denge ve rahatlık

Benim bu konudaki “denge” ve “rahatlık” kabullerim onun makalesiyle yıkıldı, zira Malinen, basit bir oyun teorisi modeli kullanarak, taktik (kısa ve orta menzilli) nükleer silahlarla yapılacak ilk saldırının, belirli koşullar altında, ilk saldırıyı gerçekleştiren taraf için bir kerelik kazanç sunan MAD-dışı bir Nash dengesine yol açacağını savunuyor. (Nash dengesi, malum, Amerikalı matematikçi John Nash tarafından Oyun Teorisi’ni geliştirmek üzere ortaya konulmuş ve onun adıyla anılan bir denge durumunu yansıtıyor ve bir oyuncunun başlangıçtaki stratejisinden sapmadan istenen sonuca ulaşabileceğini belirten bir durumu anlatıyor.)

Çok uzatmadan, önce Malinen’in ortaya koyduğu bulgularla makalesinde ulaştığı ana fikri aktarayım:

Nükleer güçler arasında küresel ölçekte yaşanmakta olan tırmanma döngüsünün kesinlikle sonlandırılması gerekiyor. Zira, bunun kontrolden çıkması ve/veya nükleer silahların çatışmalarda düzenli olarak kullanılacağı bir ortam yaratması, velhasıl dünyanın nükleer bir felakete sürüklenme eşiğini önemli ölçüde düşürmesi riski çok büyük.

Özetle, Malinen, taktik nükleer güçler bakımından süper güçler arasında Rusya lehine (ve NATO’nun aleyhine) asimetrik bir durumun söz konusu olduğunu belirterek, Rusların bir taktik nükleer saldırıya yönelmesi halinde ABD ve NATO'nun Ukrayna'da MAD'e girme olasılığının düşük olduğunu dile getiriyor. Yani, Malinen “ABD ve NATO bloğu olarak zararlı çıkarırız ve taktik silahlarla aleyhimize stratejik bir dengesizlik yaratılmasına sebep oluruz, dünya düzeninin kalıcı olarak değişme ihtimali bile olur” diyor.

Bu arada, yanlış anlamalara yol açmamak için hemen bir parantez açıp belirtelim, “taktik” karakter taşıyan nükleer silahlarla ilgili evrensel sayılabilecek tanım ve kabuller olmadığını, hatta bazılarının “taktik” ve “stratejik” silahlar arasındaki ayrımı dahi reddettiğini hatırlatan Malinen, makalesinde taktik nükleer silahı, “askeri tesislere hassas (cerrahi) saldırılar için kullanılan, nispeten düşük verime sahip, kısa ila orta menzilli nükleer silah olarak tanımlarken, “stratejik nükleer silahlardan” ise askeri ve sivil altyapıya yaygın hasar vermek için kullanılan, yüksek verime sahip, kıtalararası menzile sahip nükleer silahları anladığını belirtiyor. Modelini de taktik nükleer silahlar için geliştiriyor.

Eski ‘simetri’ yok artık

Malinen’e göre, taktik nükleer silahlar bahsinde güçler arasında daha önceleri bir asimetri (yani verdikleri hasarın boyutunda biri aleyhine dengesizlik) yoktu. Örneğin, 1980'lerin sonlarında ABD yaklaşık 9 bin taktik nükleer silaha sahipken, Sovyetler Birliği'nin (Rusya) 13 bin ila 22 bin arasında taktik nükleer silaha sahip olduğu tahmin ediliyordu (Kristensen ve Korda 2019). Ancak 2019'a geldiğimizde bu rakamlar ABD için yaklaşık 230 iken Rusya için 2 bin olarak şekillendi. Dahası, Fransa ve İngiltere taktik nükleer silah cephaneliklerinin neredeyse tamamını elimine ettiler. Rusya’nın kara, hava ve deniz kuvvetlerinin elinde şu anda dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla taktik nükleer silah bulunuyor (Arbatov 2020).

Bir diğer deyişle, Malinen, 1980'lerin sonlarında, NATO ve Rusya (Sovyetler Birliği) arasında taktik nükleer silahlarda bir simetri söz konusu iken, şimdi Rusya'nın lehine net bir asimetri var, diyor. Kristensen, Korda ve Arbatov gibi bilim insanlarının çalışmalarına da referans vererek. Rusya'nın Ukrayna’da kesin bir stratejik ve taktik üstünlüğe sahip olduğunu ifade eden Finli araştırmacı, nükleer güçler arasındaki gerilimin daha fazla tırmandırılmasının önüne geçmek gerektiği konusunda ciddi bir uyarı yapıyor.

Malinen uyarısını yaptıktan sonra da geçmişten bazı sağduyu örnekleri veriyor. Kore savaşında, Başkan Truman’ın dünyanın (taktik) nükleer savaşın kaygan zeminine girmesini engellediğini belirten Malinen, günümüz dünya liderlerinin de benzer şekilde davranması gerektiğini, şu ana kadar da öyle yaptıklarını, hatta (kıtalararası balistik füzelerin gelişini tespit eden) Rus erken uyarı sistemlerine yönelik olarak 23 ve 27 Mayıs tarihlerinde radarlara yakalanmadan uçan İHA’larla yapılan Ukrayna saldırılarına yürürlükteki Rus nükleer silah doktrininin prosedürlerine rağmen, Vladimir Putin’in nükleer bir silah saldırısıyla karşılık vermediğini, aklın galebe çaldığını savunuyor.

Dünya diken üstünde

Velhasıl, dünya, her zamankinden daha çok barışa ihtiyaç duyuyor bugün ve insanların çoğunun talebi de bu yönde.

Umalım ki, liderler bu sese ve bu makalede de sunulan uyarıya kulak verirler. Bu uyarı neden şimdi çok kritik? Çünkü ABD ve İngiltere yönetimleri Ukrayna’ya verdikleri ve verecekleri modern füze sistemlerinde savaş sahasının dışı olarak kabul edilen Rusya topraklarındaki hedefleri vurma konusundaki kısıtlarını kaldırmaktan yana. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in, bir açıklama yaparak ABD yönetiminin Ukrayna’ya Batı yapımı uzun menzilli Storm Shadow füzelerini kullanarak Rusya içlerini vurması konusunda yeşil ışık yaktığını duyurması dahi bekleniyor.

Bu, NATO ve ABD’nin Rusya ile savaşta olduğu anlamına gelecek. En azından Rusya lideri Vladimir Putin, bunu böyle okuyacağını uzun zamandır dile getiriyor ve NATO silahlarının Rusya topraklarındaki hedefleri vurması halinde taktik nükleer silah kullanacakları uyarısını yapıyor: “Nükleer silah kullanmayı düşünmeye bir adım kaldı” diyor.

Sadece, 31 milyar dolarlık silah ve mühimmat tedariği ile Ukrayna’nın ABD’den sonraki en büyük silah bağışçısı ülke konumunda olan Almanya biraz sağduyulu davranıyor. Başbakan Olaf Scholz, önceki gün bir açıklama yaparak, “diğer devletler bu tür kısıtlamaları kaldırsalar bile, Almanya uzun menzilli silahlarının Ukrayna tarafından Rusya içlerini vurmasına izin vermeyecek,” dedi. “İhtiyatlılık bir erdemdir,” diye düşünen Almanya, Ukrayna'yı uzun menzilli füzelerle donatma konusunda İngiltere ve Fransa'dan epeydir farklı bir tutum izliyor. Scholz, mayıs ayında da Ukrayna'ya 500 km (310 mil) menzilli Taurus füzeleri tedarik etmeyi reddetmiş ve “bunun Berlin'in çatışmalara doğrudan katılımı anlamına geleceğini,” açıklamıştı.

ABD ve müttefiklerinin Kiev yönetimine Batı silahlarını kullanarak Rus topraklarının derinliklerinde saldırılar düzenleme yetkisi vermeyi düşünmeleri, Fransa’da hükümet üyeleri cephesinde de tedirginlik yaratmış gibi görünüyor. Zira, Le Monde gazetesi de cumartesi günü diplomatik kaynaklara dayanarak hazırladığı bir haberinde, çatışmanın Moskova ile NATO bloğu arasında doğrudan bir çatışmaya dönüşmesi endişesinin arttığından bahsetti. Haberde, ismini vermeyen Fransız hükümet üyelerinin Ukrayna ihtilafının kontrolden çıkmasından endişe duyduklarını ve artık “büyük bir takdir yetkisi" kullandıklarını dile getirdiği bildirildi.

‘Bilgisiz ve pervasızlık’

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) Emeritus Profesörlük unvanına sahip hocalarından biri olan ve dünyanın nükleer silahlar konusunda önde gelen uzmanlarından biri kabul edilen Theodore Postol ise, Schiller Enstitüsü’nün kendisiyle yaptığı mülakatta, durumu, “Blinken'ın son açıklamaları, Beyaz Saray'daki insanların (...) ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri olmadığı yönündeki en derin korkularımın teyidi anlamına geliyor” şeklinde özetliyor. Eski bir ABD Savunma Bakanlığı danışmanı da olan Dr. Postol’a göre, Ukrayna’nın Kursk bölgesine yaptığı saldırı Ukrayna güçlerinin yaklaşan askeri felaketini hızlandırmış durumda: “Rus birliklerinin ilerleyişinin durdurulması pek olası değil. Biden yönetiminin utancını minimize etmeye, sahip oldukları politik sorunların üstünü örtmeye yönelik olarak bu konuda takındıkları tutumu anlayabilmem mümkün değil, Avrupa’yı nükleer bir çatışmanın sahasına haline getirmeyi bu kadar rahat kabullenmeleri bunların neye yol açacağı konusunda bu kadar bilgisiz ve pervasız olmalarını kabul edemiyorum. Ağır sözler söylüyorum. Ama durumun tarifi budur.”

                                                       /././

10 milyon liralık üst sınır, Vergi Usul Kanunu Madde 160/A'da da uygulanabilecek mi? -Murat Batı-

Karşılığında herhangi bir mal ya da hizmet alımı olmadan düzenlenen belgelere sahte belge adı verilir. Örneğin bir A şirketi, bir benzinlikten hiç almadığı benzin için aldığı fatura hem benzinlik için (düzenleyici) hem de A şirketi için (kullanıcı) sahte belge olarak değerlendirilir.

Neden sahte belgeye ihtiyaç duyulur sorusunun cevabı ise; sahte belgeyi alan şirket hem giderlerini artırıp daha az gelir/kurumlar vergisi vermekte hem de (indirilecek) KDV açısından avantaj sağlamaktadır.

Bu nedenle Vergi Usul Kanunu m. 359’da caydırıcılığı artırmak amacıyla sahte belge suçuna ilişkin 3 ila 8 yıl hapis cezası öngörülmektedir. Ayrıca idari para cezası da bulunmakta…

Sahte belgeyi kullanmak isteyenlere sahte belge düzenleyip/satmak amacıyla kurulan yerlere ilişkin bir kontrol ve önleme mekanizması olarak Vergi Usul Kanunu’nda 153/A ve 160/A maddeleri düzenlenmiştir.

VUK’un 153/A maddesi bir ticari, zirai ve mesleki faaliyeti olmadığı halde özellikle sahte belge düzenlemek amacıyla mükellefiyet tesis ettirenlerin daha sonra vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlara binaen mükellefiyet kayıtları silinenlerin yeniden işe başlamaları için belli oranlarda teminat vermelerini düzenlemiştir.

Buna göre vergi inceleme elemanlarınca düzenlenen raporlara binaen, özellikle sahte belge düzenlendiği ve ticari, zirai ve/veya serbest meslek faaliyetinin olmadığı tespit edilip mükellefiyet kayıtları silinen; serbest meslek erbabı, şahıs işletmelerinde işletme sahibi, adi ortaklıklarda ortaklardan her biri, ticaret şirketlerinde; şirketin, kanuni temsilcilerinin, yönetim kurulu üyelerinin, şirket sermayesinin asgari yüzde 10'una sahip olan gerçek veya tüzel kişilerin ya da bunların asgari yüzde 10 ortağı olduğu veya yönetiminde bulundukları teşebbüsler, tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde bunları idare edenler, düzenlenen raporda fiillerin işlenmesinde bilfiil bulundukları tespit edilenler, yeniden işe başlama bildiriminde bulunmaları durumunda işe başlayabilmeleri için, tüm vergi borçlarını ödemiş ve 6183 sayılı Yasa m.10 uyarınca teminat olarak sayılanlardan “para, bankalar tarafından verilen süresiz ve şartsız teminat mektupları ile sigorta şirketleri tarafından verilen süresiz ve şartsız kefalet senetleri ve devlet iç borçlanma senetlerinden” en az birinden düzenlenmiş olan sahte belgelerde yer alan toplam tutarın yüzde 10’u kadar teminat vermesi gerekmektedir. Bu yüzde 10’luk tutar 2024 yılı için 690 bin TL’den az 10 milyon TL’den fazla olmaması da gerekir[1]. VUK m.153/A uyarınca sahte belgelerde yer alan toplam tutarın yüzde 10’u 2024 yılı için 690 bin TL’den az ise yüzde 10’luk oran değil, 690 bin TL teminat alınacaktır.

Örneğin 600 bin TL’lik sahte fatura kullanmaktan kaynaklı mükellefiyeti silinen bir kişi 2024 yılında tekrar işe başlama bildiriminde bulunursa 600 bin TL’nin yüzde 10’u kadar yani 60 bin TL teminat yatırması gerekecektir. Ancak yüzde 10 yani 60 bin TL’lik tutar 2024 yılı için asgari 690 bin TL’nin altında kaldığı için verilecek teminat tutarı 690 bin TL olacaktır.

Başka bir örnek ise 7 milyon TL’lik sahte fatura kullanmaktan kaynaklı mükellefiyeti silinen bir kişi 2024 yılında tekrar işe başlama bildiriminde bulunursa 7 milyon TL’nin yüzde 10’u kadar yani 700 bin TL teminat yatırması gerekecektir. Yüzde 10 yani 700 bin TL’lik tutar 2024 yılı için asgari 690 bin TL’nin altında kalmadığı için verilecek teminat tutarı 700 bin TL olacaktır.

Özetle VUK m.153/A uyarınca inceleme sonucu mükellefin düzenlediği sahte belge tutarının 690 bin TL’den az olmamak üzere yüzde 10’u tutarında bir teminat vermesi halinde mükellefiyet tesisi gerçekleştiriliyordu.

Ancak bu maddeye 2 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7524 sayılı Kanunla 10 milyon TL’lik üst sınır getirilmiştir.

Lakin sorun şurada başlıyor; diğer müessese olan VUK m.160/A uyarınca ise Risk Analiz Merkezince yapılan değerlendirmeler sonucu vergi dairesine VUK m.160/A koduyla sisteme düşmekte vergi dairesince mükellefin ikametgahı ve iş yeri adreslerinde yoklama yapılmakta ve bunun sonucunda da mükellef VUK m.160/A kapsamında terk olarak sistemden kapatılmaktadır.

Bu işlemin sonucunda yine aynı şekilde 690 bin TL’den az olmamak üzere düzenlendiği tespit edilen sahte belge tutarının yüzde 10’u oranında teminat vermesi durumunda ancak mükellefiyet açılmaktadır.

Daha da önemlisi VUK m.160/A teminatla ilgili olarak alt sınır ve teminat çeşitleri için VUK m.153/A maddesine atıfta bulunarak belirlenmiştir. Ancak 2 Ağustos 2024 tarihli 7524 sayılı Kanun VUK m.153/A’ya teminata 10 milyon liralık üst sınır getirildi lakin VUK m.160/A’da ise herhangi bir üst sınır belirlenmemiştir.

 Ayrıca VUK m. 160/A’da ise sadece risk merkezinin tespiti ve vergi dairesinin yoklaması sonucu mükellefiyet kapatılmaktadır kaldı ki yoklama, mükellefin ikametgahı ve iş yeri nezdinde olumlu tutulsa dahi mükellef kapatılmaktadır ve düzenlendiği tespit edilen sahte belge tutarının yüzde 10’u oranında teminat alınmadan mükellefiyet açılamamaktadır.

Bu noktada VUK m. 160/A “…153/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan asgari teminat tutarından az olmamak üzere, sahte belge düzenleme riskinin yüksek olduğu dönemlerde düzenlenen belgelerde yer alan toplam tutarın yüzde 10'u tutarında aynı maddede belirtilen türde teminat verilmesi…” fıkrası ile VUK m. 153/A’nın asgari teminat tutarına atıf yapmakta üst sınırına atıf yapmayarak bir ikilik doğurmaktadır.

Gelir İdaresinin bu konuya ilişkin makul bir açıklamasının olacağını düşünmekteyim. Zira bu ikilik, sorun doğuracak gibi.


[1]        28.07.2024 tarih ve 7524 sayılı Vergi Kanunları ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.5 ile yapılan değişiklik.

                                                               /././

"Fakirin cuğarasına dokunma!" -Mustafa Durmuş-

Daha yüksek fiyatlı sigaranın vergisinde düşüş sağlanırken, daha düşük fiyatlı sigaranın vergisi yükseltildi. Böylece vergi yükü sigara tüketicileri arasında yeniden dağıtılmış oldu. Öyle ki bundan böyle, göreli olarak daha düşük gelirliler sigara vergisinin yükünü daha fazla taşıyacaklar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla dün Resmi Gazetede yayımlanan 8958 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca tütün ve tütün ürünlerine uygulanan Özel Tüketim Vergisi'nde (ÖTV) oranlar ve maktu tutarlar değiştirildi.

Buna paralel olarak sigaradaki vergi yükleri de sigaranın fiyatına göre değişti. Vergideki bu değişiklikler sigara fiyatlarına yansıtılacaktır.

Bu düzenleme konusunda vergi uzmanı Dr. Ozan Bingöl aşağıdaki tweeti paylaştı:

"Bu değişiklikle 60 liralık bir paket sigarada vergi yükü yüzde 82,99'dan yüzde 86,42'ye yükselirken, 80 liralık bir paket sigaradaki vergi yükü yüzde 80,84'ten yüzde 79,92'ye düştü".(1)

Söz konusu düzenlemeler sonrası sosyal medya hesabından paylaşım yapan Tekel Bayileri Yardımlaşma Derneği Başkanı (TBYD) Erol Dündar: "Sigarada yeni fiyat geçişlerine hazır mıyız? 8958 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Tütün içeren Sigaralar, Purolar, sigarillolar, Enfiye ve çiğnemeye mahsus tütünlerin ÖTV 'si yüzde 45'den yüzde 53,5'a yükseltildi. Maktu (sabit) vergi tutarı da 4,8058 liradan 7,8 TL'ye çıkarıldı" paylaşımında bulundu. (2)

Düşük fiyatlı sigara satmayın!

Yani daha yüksek fiyatlı sigaranın vergisinde düşüş sağlanırken, daha düşük fiyatlı sigaranın vergisi yükseltildi. Böylece vergi yükü sigara tüketicileri arasında yeniden dağıtılmış oldu. Öyle ki bundan böyle, göreli olarak daha düşük gelirliler sigara vergisinin yükünü daha fazla taşıyacaklar.

Puronun vergisinin de artırılması vergi yükünün dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmaya yetmez zira puro satışları ve puro tüketicileri normal sigara ile kıyaslandığında son derece sınırlı.

Bingöl'e göre bunun anlamı, "düşük fiyatlı sigara satmayın demek".

Her 100 liralık verginin 12 lirası sigara ve alkollü içkiden

İlk 7 ayda Merkezi Yönetim Bütçesinin 844 milyar lira açık vermesi, iktidar açısından bu ve benzeri zamları kaçınılmaz kılıyor.

Tütün ve tütün ürünlerinden (ve alkollü içkilerden) alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının yüzde 12'yi aştığı, yani devletin topladığı her 100 liralık verginin 12 lirasından fazlasını "ötekileştirilmiş" tütün ve alkollü içki içicilerinin ödediği dikkate alındığında, iktidarın ekonomik krizin faturasını (alkollü içkiye yapacağı yeni vergi zamlarıyla birlikte) halka ödettirmeye devam edeceği anlaşılıyor.

Diğer taraftan bu kadar ağır vergiler tabiri caizse sürekli yolunan kümesteki kazları yani vergi mükelleflerini daha da zor duruma düşürürken, vergi tahsilatlarını da orta vadede azaltacaktır. Çünkü bu tür zamlar, alternatif kullanımların çoğalmasına, bu da kaçakçılığın ve kayıt dışılığın artmasına sebep olacaktır.

Adaletiniz bu mudur?

Bu zammın bir de adalet boyutu var. Dünyanın birçok yerinde de kanıtlandığı gibi, Türkiye'de de dar-düşük gelirli emekçilerin sigara tüketimi, üst gelirli gruplardan oransal olarak daha yüksek. Yani yoksullar (oransal olarak) zenginlerden daha çok sigara tüketiyorlar.

Bunu belki yoksullar açısından, "kederlendikçe yak bir sigara" sözüyle açıklamak mümkün. Ne de olsa yoksulların zenginlere göre, hayat pahalılığı, işsizlik, yalnızlık gibi kederlenecek ya da kaygılanacak çok daha fazla sebepleri var. Ama sigara fiyatları öyle arttı ki, artık "kederden içebilmek" giderek bir hayal olmaya başladı. Bu da sigara tiryakisi bu insanlara karşı yapılan bir haksızlık.

Ayrıca bu zamların "insan sağlığını korumak" gerekçesiyle yapıldığını savunabilmek çok zor. Öyle bir amaç olsaydı, günümüzde insan sağlığını bozan o kadar fazla şey var ki sigara (ve alkollü içeceklerin) bunların yanında esamisi okunmaz. Başta doğayı kirletenler olmak üzere, bu faaliyetler ya davranışlar bırakın cezalandırmayı adeta cesaretlendiriliyorlar.

"Fakirin cuğarasına dokunma!"

Dünkü yazımızda "işçinin kıdem tazminatına dokunma" demiştik. Şimdi Bozkırın Tezenesi rahmetli Neşet Ertaş'ın ağzından: "Fakirin cuğarasına dokunma!" diyoruz.


Dipnotlar:

  1. https://x.com/ozanbingoll/status/1834845485523227068 (14 Eylül 2024).
  2. https://www.gazeteduvar.com.tr/resmi-gazetede-yayimlandi-sigaraya-dev-zam-yolda-haber (14 Eylül 2024).
                                                                       T24 - GÜNDEM

Sakarya'da makarna fabrikasında patlama: 1 işçi öldü, 30 kişi yaralı

Vali Karadeniz: Silonun içinde devam eden bir ısı var. Isı enerjisinin bir risk oluşturmasından dolayı tedbir alındı. Soğutma çalışmaları devam ediyor. Isı düşürülünceye kadar orada devam eden bir risk var. Soğutma çalışmasıyla ısı düşürüldükten sonra risk bitmiş diyebileceğiz (https://t24.com.tr/haber/sakarya-da-bir-fabrikada-patlama,1184201)

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder