2 Ekim 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -2 Ekim 2024-

 Daron Acemoğlu’ndan Nasrallah suikastına insanlık durumumuz -Fatih Yaşlı-

Kendi bekalarını ve geleceklerini kapitalist dünya düzeninde görüp, siyasi yatırımlarını oraya yapanlar olabilir; biz insanlığın bekasını ve geleceğini kapitalizmin ilga edilip aşılmasında görüyoruz.

Daron Acemoğlu

Uzunca bir süredir küresel ölçekte bir üne sahip olan iktisatçı Daron Acemoğlu, geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılan bir röportajda “Çin, teknoloji ve yapay zekada insanları denetleyen uygulamalar geliştiriyor. Sansürle muhalefeti susturmak istiyor” diyordu. 

“Çin ya da Rusya böyle bir şey yapmıyor, yapmaz” diyebilir miyiz? Hayır elbette ama mesele bu değil zaten; mesele Acemoğlu ve onun gibilerin Çin’e, Rusya’ya ya da İran’a baktıklarında gördükleri şeyi ABD’ye ve Batı’ya baktıklarında çoğu zaman görmüyor, görmezden geliyor oluşları.

Ne demek istiyoruz? Basitçe diyoruz ki bugün ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin güvenlik/istihbarat birimlerinin elindeki teknoloji Çin ya da Rusya’nınkinden kat be kat fazla. Tüm o demokrasi, insan hakları, bireyin özgürlüğü söylemlerine rağmen, bu ülkelerin hem kendi yurttaşlarını hem diğer ülkeleri izlemek, dinlemek, gözetlemek için ayırdıkları bütçe devasa boyutlarda. 

Retina taramasından tutun arama motorlarında neyin arandığını takip etmeye, mail yazışmalarını okumaktan tutun telefon dinlemelerine, milyonlarca kamerayla, onlarca uyduyla gözetlenen sokaklardan, şehirlerden tutun internet algoritması ve veri teknolojisi üzerinden insan biçimlendirmeye, son derece rafine yöntemlerle ama bütünüyle kuşatıcı bir şekilde işleyen, distopik bir iktidar mekanizması var karşımızda. 

Yaratılan o muazzam “özgürlük yanılsaması”nın ötesinde, hiçbir iktidar yönettiği insan topluluğunun bilgisine böylesine ayrıntılı, böylesine bütünüyle sahip olmamıştır tarih boyunca. Kapitalizm bugün geldiği yer itibariyle, bireyin doğumundan ölümüne en ufak bir kaçış şansının olmadığı, mikro mekanlardan makro mekanlara her türlü kontrolün tesis edildiği, insanı mutlak bir kuşatma altında tutan, tarihin gördüğü görebileceği en totaliter sistem çok net bir biçimde.

                                                               ***

Peki kendisini alternatifsiz gibi gösterme yeteneğine sahip olan ve ABD/Batı güdümlü bu kapitalist distopyanın insanlığa vaat edebileceği, sunabileceği bir gelecek, eşitlik, özgürlük, refah dolu bir dünya var mı? 

İçinde bulunduğumuz ve müsebbibinin kapitalizm olduğu insanlık durumuna bakarak bu soruya kolaylıkla “hayır” yanıtını verebiliyoruz. Bugün kapitalizmin küresel ölçekte insanlığın önüne koyduğu ve kapitalizm varlığını devam ettirdikçe hiçbir şekilde çözülemeyecek beş büyük mesele var.

Bunlardan ilki küresel ölçekte derinleşen gelir dağılımı uçurumu. Özellikle son kırk beş yıldır izlenen neoliberal politikaların bir sonucu olarak hem Batı ülkelerinin kendi içerisinde hem de Batı ile dünyanın geri kalan ülkelerinde yaşayan halklar arasındaki gelir uçurumu giderek büyüyor. Dünyada yaratılan zenginlik giderek daha az kişinin elinde toplanırken, açlık ve yoksulluk artıyor, yaygınlaşıyor, derinleşiyor.

İkinci mesele aslında doğrudan bununla ilgili; gelir adaletsizliği derinleştikçe dünyanın yoksul coğrafyalarından milyonlarca kişi Batı’ya göçme planları yapıyor, yüz binlerce kişi bunun için yollara düşüyor. Yani bugün yaşadığımız küresel göç olgusunun arkasında kapitalizmin yarattığı küresel adaletsizlik bulunuyor. Batı ise bu olguyu bertaraf etmek yerine, sınırlarını güçlendiriyor, güvenlik önlemlerini artırıyor, Türkiye gibi ülkeleri göçe karşı tampon haline getirmeye çalışıyor, bir yandan beyin göçünden faydalandığı gibi diğer yandan da en pis işleri göçmenlere yaptıracak bir istihdam stratejisi uyguluyor. 

Üçüncü mesele faşizmin yeni biçimlerinin yükselişiyle ilgili. ABD ve Batı bugün neo-faşizmin merkez üssü durumunda. Bunun gerisinde ise küresel gelir dağılımı adaletsizliğinden kaynaklı göç olgusu var. Sığınmacılar ve göçmenler daha iyi bir yaşam umuduyla ABD ve Batı’nın kapılarına dayandıkça, radikal sağ kendisini sığınmacı ve göçmen düşmanı bir ırkçılık üzerinden kuruyor ve faşizmin kitle tabanı bunun üzerinden şekilleniyor. Yani kapitalizmin krizi bir kez daha faşizmi ete kemiğe büründürüyor.  

Dördüncü mesele iklim ve çevre etrafında şekilleniyor. İstenildiği kadar “yeşil dönüşüm”den “yeşil kapitalizm”den söz edilsin, kâr hırsı ve özel çıkarlar üzerine kurulu kapitalizm bir ekolojik felaketi adım adım getiriyor. Kapitalizmin sadece son iki yüz yılda yarattığı doğa ve çevre tahribatı yüz binlerce yılda yaşanan tahribattan çok daha fazla ve kapitalizm yoluna devam ettiği sürece buradan geriye herhangi bir dönüş mümkün görünmüyor.

Son olarak kapitalizm insanlığı açık seçik bir şekilde yeni bir dünya savaşına götürüyor. NATO’nun genişleme politikaları, renkli devrim girişimleri, Ukrayna-Rusya savaşının tetiklenmesi, Çin’e karşı Tayvan meselesinin kaşınması, Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın silahlandırılması ve işte bir kez daha İsrail’in önce Gazze’ye sonra da Lübnan’a yönelik işgal politikalarına verilen sınırsız destek… “Demokrasinin beşiği” Batı medeniyeti en çok nükleer silahı elinde tutuyor ve bunları azaltmıyor, dünyanın en büyük silah tedarikçisi rolünü kimseye kaptırmıyor ve emin olabiliriz ki kapitalizmin krizini normal yöntemlerle çözemeyeceği aşamaya geldiğinde de dünyayı savaşa sürüklemekten çekinmeyecek.

                                                            ***

İnsanlığı kendisinin asla çözemeyeceği, çözmek istemeyeceği sorunlarla karşı karşıya bırakan kapitalizm, her şeye rağmen ayakta durmayı başarıyor ve bunun da gerisinde ideoloji bulunuyor. Kapitalizm sahip olduğu ideolojik aygıtlar sayesinde kendisini refah ve özgürlükler sistemi olarak sunabiliyor, dünyanın ve insanlığın içinde bulunduğu duruma dair sorumluluğunu gizleyebiliyor, insanlık için başka bir alternatifin asla söz konusu olmayacağı yönündeki bir algıyı yaratıp besleyebiliyor. 

İşte Acemoğlu gibiler tam da bunlar için varlar; savaştan göçe, yükselen faşizmden iklim krizine yaşadığımız bütün kötülükleri kendi varoluşunun koşulu olarak gören bu sistemi meşrulaştırmak, kapitalizmin uluslararası ölçekteki işleyiş biçimi olan emperyalizmi görünmez kılmak, sistemi insanların zihninde yeniden ve yeniden üretmek, itaatkâr kitleler yaratmak… 

Güncel bir örnek üzerinden somutlayalım. Bugün ABD ve Batı İsrail’in soykırım politikalarını “kendini savunma” olarak görüyor ve destekliyor, İsrail’in çoğu çocuk ve kadın on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan devlet terörünün ve yayılmacı politikalarının arkasında duruyor, Haniye ve Nasrallah suikastları örneğinde olduğu gibi uluslararası hukukun böylesine aleni bir şekilde ihlal edilmesini destekleyip “kurallara dayalı uluslararası sistem”den söz edebiliyor. 

Tüm bunları yaparken de karşısındaki herkesi terör çuvalına dolduruyor, şeytanlaştırıyor. Yetmiyor, mücadelenin demokratik rejimlerle otoriter rejimler arasında olduğu, savaşın medeniyetle barbarlar arasında yaşandığı yönünde masallar anlatıyor, insanların zihnine bunu işlemeye çalışıyor, bunun üzerinden kendisine her ülkede işbirlikçiler, destekçiler yaratmak istiyor ve başarılı da oluyor. 

Yoksulluk, eşitsizlik, ekolojik kriz ve savaş üreten bir sistem, tüm bunlar sayesinde ayakta kalmaya devam edebiliyor.

                                                          ***

Nasrallah suikastı üzerinden Türkiye’ye dönelim bir de. İsrail’in bölgesel savaşı daha da tırmandıracak ve akabinde yayılmacılığını daha da derinleştirecek ABD/Batı destekli bu cinayetin Türkiye’deki siyasi aktörler tarafından karşılanışına bakalım. Bu bize kapitalizmin ve emperyalizmin nasıl çalıştığını çok net bir şekilde gösterecek.

Nasrallah’ın öldürülmesine güya İsrail düşmanı iktidarın ve Türkiye İslamcılığının gerçek bir itirazı var mı, yok? Yok, çünkü hem mezhepçiler hem de bunun ötesinde tarihsel olarak emperyalizmin işbirlikçisi, taşeronu sıfatını haizler. Özellikle Suriye’de destekledikleri cihatçılar yenildiyse bunda Nasrallah’ın yönettiği Hizbullah’ın büyük payı var ve bunu en iyi onlar biliyorlar. Ve işte tam da bu nedenle kendileri İsrail’e karşı tek kurşun sıkmamış Türkiye İslamcıları Gazze için canını ortaya koyan Nasrallah’ın ölümüne seviniyor, kendilerinden geçiyorlar. 

İktidarın ve İslamcıların pozisyonu belli; peki ya Özgür Özel’in ve CHP’nin konuya dair sessizliğine ne demeli? Emperyalizm söz konusu olduğunda aylardır devam ettirilen “Filistin bizim meselemiz” edebiyatının sınırlarına gelinmiş olmalı ki Özel’den de CHP’den de suikasta dair tek bir açıklama duymuş değiliz. Hafta sonu Alman Sosyal Demokrat Partisi eş başkanını Türkiye’de ağırlayıp böyle bir hadise yaşanmamış gibi yapmak da zaten neyin ne olduğunu açıkça gösteriyor.  

Daha Lübnan Hizbullah’ıyla Türkiye’deki Hizbullah adlı kontrgerilla yapılanması arasındaki farkı bilmeyen cahilleri bir kenara koyalım, kendisine laik diyenlerin önemlice bir bölümü de kapitalizmin ve emperyalizmin ne olduğundan bihaber oldukları için meseleyi “seküler” İsrail’le radikal dinci örgütler ve İran arasındaki bir savaş gibi görüyor ve aslında kendisi bir din devleti olan İsrail’in yanında hizalanıyorlar. ABD ve İsrail’in bölgedeki seküler-sol güçleri nasıl ortadan kaldırdığına ve radikal İslam’ın/cihatçılığın bizzat bunlar tarafından palazlandırıldığına dair ise en ufak bir fikirleri dahi yok. 

Bir de nevzuhur faşistlerimiz var; tıpkı İsrail devleti gibi onlar da Araplardan nefret ediyorlar, kendilerini Arap düşmanlığı üzerinden var ediyorlar. İsrail’i medeni-seküler bir devlet, bütün Arapları da şeriatçı sanıyorlar. Emperyalizm işbirlikçisi petrol şeyhlikleriyle emperyalizme direnenleri aynı kefeye koyarak kendi ucube ideolojilerini var etmeye çalışıyorlar, istedikleri kadar “ulusal çıkarlar”dan, “milli çıkarlar”dan bahsetsinler, kafası kopuk tavuk gibi emperyalizmin ekseninde dönmeye devam ediyorlar.

Eksik bırakırsak olmaz, geçen seneki 7 Ekim saldırısından beri daha da alenileştiği bir şekilde Kürt siyasetinin içerisindeki bir damarın Kürtlerin kurtuluşunu emperyalizmle işbirliğinde gördüğünü, ABD-İsrail eksenine yaslanarak bir Kürdistan kurabileceklerine inandıklarını söylememiz gerekiyor. Dost bildikleri, aydın diye etraflarında gezdirdikleri liberal kalem erbabı da tam olarak buraya oynuyor, katıksız bir Amerikancılık/Batıcılık Kürt siyaseti içerisindeki nüfuzunu daha da artırıyor.

Anlaşılıyor olmalı; kapitalizm ve emperyalizm birbirine düşman gibi görünen özne ve aktörlerden kolaylıkla işbirlikçiler çıkartabiliyor, kendisini bunlar üzerinden meşrulaştırıyor, yeniden ve yeniden böyle üretiyor.

                                                             ***

Biz mi? Biz, insanlığın içinde bulunduğu bugünkü durumun baş sorumlusunun kapitalist/emperyalist dünya düzeni olduğunu biliyor, onunla mücadeleyi en başa yazıyoruz. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları illüzyonunun ötesine geçtiğimizde ve “gerçeğin çölü”ne ayağımızı bastığımızda gördüğümüz şey, kapitalizmin bugün bizzat insan türüne, insanın dünyadaki varoluşuna yönelik bir tehdide dönüşmüş olmasıdır ve tam da bu nedenle kapitalizmle mücadele artık tüm insanlık adına verilen bir mücadeledir.  

Kendi bekalarını ve geleceklerini kapitalist/emperyalist dünya düzeninde görüp, siyasi yatırımlarını oraya yapanlar olabilir; biz ise insanlığın bekasını ve geleceğini kapitalizmin ilga edilip aşılmasında görüyoruz, bunun için mücadele ediyoruz. Onları “onlar”, bizi “biz” yapan şey de zaten tam olarak bu.

                                                                  /././  

İsrail propagandası yalansız yapılamıyor, Emin Çölaşan da istisna olmadı -Ege Galip-

Eli kanlı “İsrail de haklı aslında” lobisine bugün Emin Çölaşan da katıldı.

Aralarında çocukların da olduğu, 42 kişinin yaşamını yitirdiği bombalı çağrı cihazları saldırısının ardından seslerini tekrar yükselttiler. İsrail’e desteklerini daha çok teknik becerilerine hayranlık olarak sunuyorlardı.

Orada durmadılar.

Sünni mezhepçi fanatikler ve siyonist lobinin açık unsurları dışında kalanların büyük tutamağı “İsrail de haklı bir yerde” argümanı oldu.

Emin Çölaşan kendi üslubunca buna dayalı bir yazı kaleme aldı ve Sözcü bugün bu yazıyı yayımladı.(01/10/2024)

“Duayen gazetecinin” yazdıkları lobinin nasıl çürük bir zeminde yürüdüğünü resmediyor.

Çölaşan açılışı şöyle yapıyor (yazım hataları yayınlayana ait):

“Peki bu kanlı savaşı kim başlattı? Bizdeki Hizbullah ve Hamas yardakçıları kusuru bakmasın ama onların savunduğu örgütler başlattı.”

Tekrar okumanıza gerek yok. Paragraf ilk okuduğunuz gibi.

‘Filistin sorununu Filistin halkı başlattı’ ya da ‘Lübnan halkı işgal edilmeme terbiyesizliğini yaptı’ demeyi uygun görmemiş olmalı.

Fakat sorun büyük. Hamas 1987’de kuruldu. Gerilere doğru gidip kökenine ulaşmaya çalıştığınızda da en erken 1973’e ulaşıyorsunuz.

Ama söz konusu savaş daha önce başlamadı mı? Deniz Gezmişler, bizim devrimciler, 1973’ten önce turistik geziye mi gitmişlerdi Filistin’e?

İsrail’in Filistin’e saldırılarına hiç ara vermemiş olması, son on yılda kimi batılı dostlarının bile kınamalarına neden olan yeni yerleşimlerle saldırması gibi olguları bile kurcalamadan “kitabın ortasından” yazmış Çölaşan.

Hizbullah için de durum farklı değil.

1982’de kuruldu Hizbullah. 

6 Haziran 1982’de İsrail orduları Lübnan’a girmişti. Lübnan işgalini başlatmışlardı yani! Haksızlık (!) etmeyelim, hedef Filistin Kurtuluş Örgütü gerillalarını temizlemekti! “Bir bakıp çıkmak” üzere girmişlerdi. Siyonizm zaten böyle bir şey, hem ziyaret, hem ticaret.

Hizbullah İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi üzerine kuruldu. Nokta. Yani Hizbullah’ın yola çıkışı İsrail saldırısıyla oldu. Neyin “kanlı savaşı başlatması?”

Yani Çölaşan bir siyonist çarpıtma yöntemi olarak “tarihsizleştirmeye” başvurarak yazısına başlıyor ve ikinci cümlede devam ediyor:

“Durup dururken saldırdılar, eğlenmekte olan masum insanları kadın ve çocuk demeden öldürdüler, esir aldılar.”

Pisliğin bu kadarına pes. Biz de temizleyelim.

Birincisi, durup dururken saldırmadılar. Bir işgal devleti olan İsrail “sivil yerleşimcilerini” (hepsi de tırnağına kadar silahlı!) Filistinlilerin yaşadığı yerlere, Arap mahallelerine doğru sürmekteydi. Batılı dostlarının zaman zaman yükselen protestolarını da hiç takmıyordu ve zaten bu çatlak sesler de bir süredir geri çekilmişti.

Hamas, evi yıkılan, kurşunlanan, yurdundan edilen Filistinlilerin sesi olarak harekete geçti. Diğer Filistinli örgütlerin de dahil olduğu bir planlamayla yeni işgal bölgesine girdikleri bir harekat düzenlediler.

Eğlenmekte olan masum insanlar kısmı da muhteşem.

Örnekle açıklayalım. Hayal edin: Yıl 1919, İngiliz zırhlıları İstanbul’a demirlemiş, sokaklarda askerler geziyor. Ve boğazda bir yolcu gemisinde gürültülü bir eğlence, havai fişekler, cazbant gırla gidiyor.

Masum bir eğlence!

Çölaşan’a inanırsanız kara çarşaflı kadınlar Woodstock festivalini basıp çiçek çocuklarını rehin almış!

Çölaşan’ın siyonist yancısı yalan dünyası böylece kuruluyor ve dans!

Çölaşan halay çekmeye başlıyor:

“İsrail bu gibi Arap örgütlerine o güne kadar defalarca ders vermişti.”

Kafanız karışmasın, yani durup dururken oldu olaylar. Çölaşan kendini yalanlıyor diyeceksiniz. Demeyin. O duayen gazeteci.

Duayen Çölaşan burda da durmuyor:

“Her savaştan İsrail zaferle, Araplar ise ağır yenilgiyle ayrıldı.”

Yok daha neler!

Çölaşan bu cümleye “Ey okur sen cahil bir salaksın, dün yediğin yemeği hatırlamazsın” diye başlasa uygun olurdu. 

İyi de 2006’da İsrail Lübnan’a yeni bir işgal operasyonu düzenlediğinde, Hizbullah’ın siyonistleri 34 günde tepeleyip kışlalarına geri yollaması unutulur bir şey mi?

Çölaşan için unutulur bir şey. Zira bu işgal girişimi sırasında kendisi Hürriyet’te yazıyordu ve işgalci İsrail’in ufak tefek başarılarına “Ufacık tefecik bir İsrail”1 yazısıyla sevinmiş, İsrail daha sonra tıpış tıpış sınırın kendi tarafına dönünce gıkını çıkarmamış, tek kelime yazmamıştı.

Habersiz duayen haberci bu sözlerin ardından “Bu kez de öyle olacağı anlaşılıyor” diyerek siyonist pompalamanın zirvesine tırmanıyor.

Hevesini dile getirmiş Emin Bey. Arzularını öngörü diye paketleyip okuruna yediriyor.

Biz de kendi arzumuzu söyleyelim: Lübnan halkının bileğine, yüreğine kuvvet. İşgalcileri bir kez daha def etsinler de Çölaşan utansın.

Pardon! Bu sefer de biz unuttuk: O utanmaz.

                                                                /././

Atanması tepki çekmişti: Ensarcı dekan üç öğrenci hakkında suç duyurusunda bulundu -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’ne dekan olarak atanan eski Ensar Vakfı yöneticisi, kendisini protesto eden öğrenciler hakkında aylar sonra suç duyurusunda bulundu.

Daha önce çocuk istismarı skandalıyla gündeme gelen ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Ensar Vakfı’nın eski Muğla Şube Başkanı Osman Raşit Işık, Nisan 2024'te Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı’na atandı.

Atamanın ardından Işık’ın hem lisans, tezli yüksek lisans ve doktora öğrenimlerini Fen Edebiyat Fakültesi Matematik bölümünde yapması hem de skandallarla anılan Ensar Vakfı çıkışlı olması tepki çekti.

Atama sonrası Türkiye Komünist Gençliği (TKG), Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi içinde bir eylem düzenledi, eylemde “Üniversitelerimizi tarikatlara cemaatlere teslim etmeyeceğiz” denildi. Işık’ın atamasının liyakatsiz olduğu söylendi, Ensar Vakfı’nın gerici kimliği vurgulandı.

Dekanın odasına “Tarikatçı dekan istemiyoruz,” “Bilimsel eğitimden vazgeçmeyeceğiz,” “Ensarcılar dışarı üniversiteler bizimdir” yazılı kağıtlar asan öğrenciler, yaptıkları açıklamada “Osman Raşit Işık’ın eğitimci yetiştirecek ehliyeti yoktur. Bu alanda bir liyakati bulunmadığı doğru olmakla birlikte, sorun tek başına bir liyakat sorunu değildir. Aksine bu atamayı yapanlar açısından son derece tutarlıdır. Osman Raşit Işık ülkenin karanlığa mahkûm olmasında kendisine görev biçilen bir gericiden ibarettir” dedi.

Ensarcı dekandan aylar sonra suç duyurusu

Osman Raşit Işık eylemden aylar sonra eyleme katılan Murat Balcı, Derya Çürük ve Turgut Barış isimli öğrenciler hakkında, kendisine yönelik söylene “yobaz” ve “gerici” sözleri nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

Öğrenciler, 13 Eylül’de ifade vermek için polis tarafından aranarak Emniyet’e çağırıldı.

‘Kendisini hâlâ gerici olarak nitelendiriyoruz, atamanın da liyakatsiz olduğunu düşünüyoruz’

Hakkında soruşturma açılan öğrencilerden Murat Balcı, konuyla ilgili soL’a konuştu.

Balcı, “Yaklaşık otuz kişiyle bir eylem yapmıştık ve ‘liyakatsizlik’ tepkilerine ek olarak Ensar Vakfı’nın gerici karakterini de vurgulamıştık” dedi.

Açılan soruşturmanın çok uzamayacağını düşündüklerini söyleyen Balcı, yaptıkları eylemde herhangi bir suç unsuru olmadığını vurguladı.

Işık’ı hâlâ yobaz ve gerici olarak nitelendirdiklerini belirten Balcı, Ensar Vakfı’nın tarikat ve cemaatlerle olan bağlantısının aşikâr olduğunu, bu gerçeğe gözlerini kapatmayacaklarını söyledi.

Balcı, “Kendisini hâlâ gerici olarak nitelendiriyoruz, atamanın da liyakatsiz olduğunu düşünüyoruz” sözleriyle geri adım atmayacaklarını ifade etti.

                                                                     /././

Kamala Harris'in yolu nereye çıkar? -Nida Yaren Yılmaz-

ABD’de, Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir yerinde kaderimizi Kamala Harris veya bir başkasının insafına teslim etmemiz beklenemez. Kamala Harris bu düzenin ta kendisidir.

ABD başkanlık seçimlerine yaklaşık bir ay kalmışken, geçtiğimiz haftalarda başkan adayları Kamala Harris ve Donald Trump arasında yapılan münazara konuşulmaya devam ediyor.

Emperyalist piramidin tepesinde bulunan ABD’nin yeni rotası kuşkusuz tüm dünyada merak ediliyor.

Türkiye’den akademisyenler, gazeteciler gibi birçok kesimin yanında sermaye çevreleri de ABD seçimlerindeki gelişmeleri ilgiyle takip ediyor. Harris’in münazaradan galip çıktığı düşünülürken tartışmanın seçim sonuçlarına etkisi konusunda kimse net konuşamıyor.

2024 seçimlerinin sıkça konuşulan bir diğer özelliği, Demokratların başkan adayı Kamala Harris’in ABD tarihinde Asya kökenli ilk siyahi başkan adayı olması. 2020 yılında Harris başkan yardımcısı seçildiğinde de benzer bir heyecan dalgası yaşanmıştı. Şimdi radikal sağcı Trump’ın temsil ettiklerine karşı, Harris’in tüm renklerine dokunarak yazılan “fırsatlar ülkesi” anlatısı bir kez daha toplumun önüne konuyor. Düzen muhalefetinin uç noktası kimlik siyaseti olduğu müddetçe bu anlatının her zaman alıcısı çıkar.

Örneğin T24’te Evren Balta imzasıyla yayınlanan bir yazı “Harris’in bir kadın lider olarak iyi hazırlanmış, güçlü, güler yüzlü ve samimi bir imaj çizdiğini” olduğunu söylüyor.1 Ancak Harris’in ırkı, cinsiyeti, ne kadar güler yüzlü veya samimi olduğu önümüzdeki dört yılda emekçi sınıfların yaşamlarını ne kadar etkileyebilecek biraz inceleyelim.  

Eski yolun devamı

Harris’in yeni sloganı Türkçe'ye “İleriye Doğru Yeni Bir Yol” olarak çevirebileceğimiz “A New Way Forward” oldu.2 Harris, ABD siyasetinde yeni ortaya çıkan ve yıldızı parlayan bir isim değil. Geçtiğimiz 4 yıl içinde yürüttüğü başkan yardımcılığı göreviyle ülkedeki en yetkili ikinci kişiydi. Bu görevinden önce de sırasıyla San Francisco bölge savcısı, Kaliforniya Başsavcısı ve Kaliforniya Senatörlüğü olmak üzere birçok kritik görev üstlendi. 

2020’de "Black Lives Matter" protestoları sonrası başkan yardımcısı adayı olan Harris’in adı, savcılık döneminden mahkumiyet oranlarını artırmak için şüphelilerin haklarını ihlal eden yöntemlerle ve ırk temelli ayrımcı hapishane türünden ceza sistemi reformlarıyla gündeme gelmişti. Özel hapishaneleri destekleyen Harris basit suçlar işleyen kişileri, özgürlüğü kısıtlamayan başka cezaları değerlendirmeksizin hapse gönderdi. Çünkü hapishanedeki insanları ucuz iş gücü olarak görüyordu. Yine düşük riskli mahkumların serbest bırakılmasına da karşı çıktı. Aksi bir tutumun, Kaliforniya'nın ucuz iş gücünü kaybetmesine sebep olacağını söyledi. Yine 2013'te yaptığı bir konuşmada, hapishanelerin okullardan daha fazla inşa edilmesi gerektiğini dile getirdi.3 Hatta Harris’in bu tartışmalı geçmişi Demokrat Partili eski senatör Barbara Boxer tarafından eleştirilmiş, ancak Harris’ten konuya dair bir açıklama gelmemişti.4

Harris’in seçtiği başkan yardımcısı adayı ise Minnesota valisi, eski öğretmen ve sendikacı Tim Walz oldu. Liberal medya tarafından solcu bir yıldız olarak parlatılan Walz, Black Lives Matter protestoları sırasında Minnesota valisi olarak protestoların şiddetle bastırılmasından sorumlu olan isimdi. Hatta o günlerde müdahalede gecikmesi nedeniyle Cumhuriyetçiler tarafından yapılan eleştirileri kabul edip Ulusal Muhafızların daha erken müdahale etmesi gerektiğini söyleyecekti.5 Yani, bu ırkçılık ve eşitsizlikler üzerine kurulmuş sistemden başka bir yol arayanlar için, Harris-Walz ikilisinin önerebileceği yeni bir yol değil, düzenin devamından başka bir şey olamaz.

Düzenin en büyük öcüsü: Komünizm 

Peki, Kamala Harris, Trump’ın sık sık onu “suçladığı” gibi komünist mi?

Harris’in babası Donald J. Harris, Stanford Üniversitesi’nde kalkınma ekonomisi üzerine çalışan ve sola yakın olarak tanınan bir akademisyen. Ancak Trump’ın iddialarının kaynağı yalnızca buraya dayanmıyor ve bunda yalnız değil. Harris’in açıkladığı ekonomi paketinde orta sınıfa yönelik ekonomik destek ve vergi indirimi gibi planlar, Türk liberaller tarafından da Harris’in solcu olduğu şeklinde yorumlandı.6 Oysa adaylığı açıklanır açıklanmaz Harris’in ilk çalışmalarından biri de, bir sonraki başlıkta detaylandıracağımız, büyük sermayeye güven verme çabaları oldu. 

Derinleşen ekonomik kriz ABD halkını da etkiliyor. Nitekim münazara esnasında da Trump “İnsanlar ekonomik olarak 4 yıl önce olduğundan daha iyi durumda mı?” diye sorduğunda, Harris yalnızca “Trump’tan çok kötü bir ekonomi ve yüksek işsizlik devraldıklarını” söyleyebiliyor. Ancak ekonomik krizden her sınıfın aynı şekilde etkilenmediğini biliyoruz. 2022-2023 aralığında ABD halkı son yılların en yüksek enflasyonuyla boğuşurken ülke ekonomisi büyüdü.7 İşçi sınıfı kendisinin altında kaldığı bu ekonomik krize yanıtı bir grev dalgasıyla verdi. 2023 yılı, ABD’de 2000’li yıllar arasında en çok greve çıkılan yıl oldu. Daha yüksek ücret talebiyle 33 büyük işkolunda 1000’den fazla işçinin katıldığı grev ve gösteriler düzenlendi.8

İşte Harris’in programı, emek yoğun sektörlerden yükselen bu grev dalgasına karşı orta sınıfa bir çeşit sus payı niteliğinde: “Siz de greve çıkmayın, programımda size de yer var”. Peki programda orta sınıflara yönelik diye sunulanlar neler sahiden? Vergi indirimleri, ilk kez konut alacaklar için peşinat desteği, konut inşaatını teşvik etmek için (sermayeye) vergi indirimleri, bir de fahiş market fiyatlarına denetim ve fırsatçı işletmelere cezalar. Bir kısmı doğrudan sermayeye teşvik niteliğinde olan, bir kısmı ise AKP’nin uygulamalarını hatırlatan bu programın sol ile ilgisi olduğunu söylemek akılla alay etmek gibi.

Trump da tam olarak bunu yapıyor ve işte buradan kalkıp Harris’in komünist olduğunu iddia ediyor, kendisine dair şüpheleri “komünizm öcüsü”nü gösterip bastırmaya çalışıyor.9 Oysa Harris’in de, programının da komünizmle bir alakası olmadığı ortada. 

Silikon Vadisi’nden Hollywood’a uzanan dostluklar

Harris’in çeşitli sermaye gruplarıyla iyi ilişkiler içinde olduğu yıllardır biliniyor. Harris’in kampanyasının bağışçıları arasında LinkedIn’in kurucusu milyarder Reid Hoffman, yatırım bankası Evercore’un kurucusu Roger Altman, ve Hollywood grevleri sırasında büyük tepki toplayan eski Disney yöneticisi Jeffrey Katzenberg bulunuyor.10

Harris’in dostluk mesajı verdiği bir diğer sermaye grubu da yapay zeka ve kripto para alanında faaliyet gösteren Silikon Vadisi patronları. Harris’in bağışçılarından biri olan Ripple isimli teknoloji şirketi, Fairshare isimli bir Siyasi Eylem Komitesi’nin (PAC)11] en büyük bağışçısı durumunda bulunuyor. Bu komitenin kadın ve ilerici yöneticileri görevden aldırmak veya yeniden seçilmelerini engellemek için İsrail destekçisi ve sağcı gruplarla birlikte çalıştığı biliniyor.12

Kamala Harris kendisini bir aktivist olarak anlatmasına ve yeşil politikalarla ilgili vaatleri bulunmasına rağmen destekçileri arasında petrol tekelleri ve doğa için ciddi riskler barındıran hidrolik kırma patronları da bulunuyor.13 Münazaranın hemen sonrasında Harris’e desteğini açıklayan pop yıldızı Taylor Swift ise özel jetiyle kısa mesafe uçuşları nedeniyle karbon salınımı en yüksek olan ve bu yüzden sürekli eleştirilere maruz kalan ünlülerden bir tanesi.

Düzen siyasetinin kadim kanunu bu tarz dostlukların pek de ucuz olmadığıdır. Harris’in dostları da emekçi düşmanı, ırkçı, çevre düşmanı patronlardan oluşuyor. Bu arkadaşlıklar kendisinin kim olduğunu ve seçimleri kazanırsa hangi sınıfın çıkarlarını gözeteceğini açıkça ortaya koyuyor. 

Filistin ikilemi

Münazarada Harris’in samimiyet testinde en açıkça sınıfta kaldığı alan Filistin politikası oldu.

Harris’in yıllarca pro-militarist ve İsrail destekçisi bir tavır aldığını, İsrail’e yapılan desteklerin arttırılması gerektiğini savunduğunu biliyoruz. ABD’de üniversitelerden yükselip toplumun geniş kısımlarına yayılan savaş karşıtı protestolar nedeniyle Harris, bu tutumundan geri adım atmak zorunda kaldı. Söylemini acil ateşkes ve iki devletli çözüm politikası üzerinden kurdu. Ancak ortaya attığı iki devletli çözüm politikasının muğlaklığı bir yana, İsrail’in kendisini savunma hakkının yanında olduklarını ve silah ticaretinde hiçbir aksama olmayacağını söylemeyi de ihmal etmedi.14 

Birçok yorumcu tarafından Harris’in başkan yardımcısı adayı olarak Walz’i belirlemesinin önemli sebeplerinden birinin Walz’in Filistin konusunda iki devletli çözümü savunarak diğer alternatiflere göre daha ılımlı bir pozisyonda olması.14 Ancak Kamala Harris’in seçildiği takdirde birlikte çalışacağı bir başka isim ise Ulusal Güvenlik Danışmanlığı'na getirileceği belirtilen Philip Gordon. Gordon, Clinton ve Obama yönetimlerinde önemli roller üstlenmiş ve Trump döneminde CFR’de “Senior Fellow” olarak görev yapmış bir isim. Demokrat Parti’nin dış siyaset stratejisinin inşacılarından biri olan Gordon, ABD'nin şiddet kullanarak dünya liderliğini koruması gerektiğini savunuyor. Güncel olarak, tıpkı Trump gibi, İsrail’e tam destek veriyor ve en büyük tehdit olarak Çin’i görüyor.15 Yani başrolde “solcu” yıldızlar tiyatro oynarken arka planda savaş makinesi çalışmaya devam edecek.

Siyahi-Asya kökenli bir kadının ABD başkanı olmasının bir dönüm noktası olacağını düşünenlerin önünde cevaplaması gereken bir soru var: Sizce Filistinli kadınlar üzerlerine düşen bombaların bir erkek tarafından mı yoksa güler yüzlü bir kadın tarafından mı atılmasını tercih eder?  

Köprüden önce son çıkış

Dünyanın “en güçlü” ülkesini yönetecek başkan adaylarından biri, yargılanmakta olan radikal sağcı deli bir adamdır. Diğeri ise eğer çekilmek zorunda kalmasaydı, iki kelimeyi yan yana getiremeyen, toplantılarda uyuyakalan, kendi oğlunun pedofili olduğunu iddia ettiği -yani henüz yargılanmayan- bir olağan şüpheli olacaktı. 

Kapitalizmin şimdiye kadarki sınıflı toplumlardan en önemli farkı emekçi sınıfların sisteme sadece kaba zorla değil, ideolojik rıza üretim mekanizmalarıyla dahil edilmesidir. Harris'in görevi, hâlâ aklını ve vicdanını bu düzene tamamen teslim etmemiş insanların bu akıl dışı sisteme olan inançlarının tazelenmesini sağlamaktır. Geçinebilmek için iki işte çalışmak zorunda kalan, çocuğunun ihtiyaçlarını zar zor karşılamaya çalışan, sürekli polis şiddeti, taciz korkusuyla hayatta kalmaya çalışan milyonlarca siyahi kadına “Bakın, burası fırsatlar ülkesi!” diyebilmek için Harris o kürsüdedir. 

Oysaki emperyalizm bugün yalnızca patronlar için fırsatlar yaratıyor. Emekçilerin payına ise savaşlar, yıkım, eşitsizlikler ve sefalet düşüyor. Kapitalizmin kalbi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde düzen ekonomik ve ideolojik olarak çatırdıyor. Emekçi sınıfların ise göstermelik figürlerin göstermelik başarılarına alkış tutmakla yetinmesi isteniyor. Filistin’de yaşanan katliam devam ederken, nükleer savaş tehditleri havada uçuşurken, eşitsizlikler her geçen gün derinleşmeye devam ederken, ABD’de, Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir yerinde kaderimizi Kamala Harris veya bir başkasının insafına teslim etmemiz beklenemez. Kamala Harris bu düzenin ta kendisidir. Madalyonun bir tarafında Trump varsa diğerinde Harris vardır. Başkanlık mücadelesini kazansa da kazanamazsa da düzen açısından çok önemli bir misyon üstlenmektedir. 

Bu zorbalık düzenine topyekün “Dur!” demenin vakti geldi de geçiyor… Barış, eşitlik ve özgürlük isteyen herkesin ise köprüden önce son çıkıştan direksiyonu sosyalizme kırması gerekiyor. 

Büyük usta Nâzım’ın dediği gibi:

"Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm."

                                                                   /././

Rusya’nın nükleer savaş doktrini değişikliği ne anlama geliyor? -Ogün Eratalay-

Ukrayna’da devam eden savaş, NATO ve emperyalizm tarafından körüklenmeye devam ediliyor. Rusya'nın açıkladığı nükleer doktrin değişikliği ise emperyalizme üstü kapalı bir tehdit olarak görülüyor.

Ukrayna’da savaş iki yılı aşkın bir süredir devam ediyor.

Emperyalizmin ve NATO’nun müdahaleleri olmasa sürecin daha ilk başlarda ateşkesle sonuçlanabileceği artık bilinen bir gerçek. Ancak emperyalizm küresel anlamda sorun başlığı olarak gördüğü Rusya’nın çevrelenmesi için elde ettiği fırsatı bırakmamakta kararlı. Tırmandırılan kriz sayesinde Ukrayna’da kendilerine sıkı sıkıya bağlı bir neo-faşist rejim inşa ettiler. Finlandiya ve İsveç gibi önceden NATO’ya girmeleri düşünülemeyen ülkeleri kapsadılar. Bunun da ötesinde emperyalist ülkelerdeki silah tacirleri korkunç kâr elde eden devlet ihaleleri alırken, Avrupa’nın en önemli enerji tedarikçisi olan Rusya’nın doğal gaz tedarik süreçleri baltalanmış oldu.

Ukrayna’nın doğrudan Rusya topraklarına saldırması dengeleri değiştirdi

Ukrayna birlikleri, geçtiğimiz yaz aylarında daha önce görülmemiş şekilde Kursk bölgesindeki Rusya topraklarına saldırdı. Burada önemli olan husus, savaşın Ukrayna’nın doğu bölgelerinden çıkıp doğrudan Rus topraklarına girmiş olması. Benzer şekilde Rusya içlerine yönelik düzenlenen uzun menzilli füze ve İHA saldırıları da emperyalizmin Rusya’ya saldırı konusunda başka bir aşamayı zorladığı yönünde okunuyor.

-------------------------------------------------------------------------------

25 Eylül 2024 Rusya Güvenlik Konseyi karar özeti

1) Rusya devletine karşı nükleer silah kabiliyeti olmasa da nükleer silahı olan ülkeler tarafından desteklenen ülkelerin gerçekleştireceği saldırılara nükleer silahlarla karşılık verilebilir.

2) Belirli yoğunluğun üzerinde saldırının gerçekleştiği ve Rusya sınırlarının işgal edildiği durumlarda nükleer silahlara başvurulabilir. Bu kapsamda stratejik, taktik, seyir füzesi, İHA, hipersonik füze vb. kullanılabilecektir.

3) Bu saldırıların Belarus’a yönelik gerçekleştirilmesi de Rusya’nın egemenliğini doğrudan ilgilendirdiği için benzer nükleer yanıtı alacaktır.

------------------------------------------------------------------------------------

Rusya’nın adımı: Nükleer savaş doktrin değişikliği

Rusya’nın nükleer savaş doktrin değişikliğine dair açıklamaları da bu gelişmeler üzerine geldi. Putin dahil olmak üzere çok çeşitli yetkili ağızdan çeşitli açıklamalar yapıldı. Açıklamalarda vurgulanan nokta eski doktrinin yeni güncel siyasi durumu karşılamadığı yönündeydi. Eski doktrin Rusya’nın nükleer olmayan bir savaşta nükleer güç kullanabilmesine ancak Rusya’nın doğrudan varlığını tehdit eden olağanüstü bir tehdit olması halinde olanak tanıyordu.

Artık Rusya nükleer silah kullanması için gereken tehdit eşiğini azaltarak “egemenliğine yönelik önemli tehdit” durumlarında da nükleer silah kullanabileceğini belirtiyor.

Rusya, emperyalizmin Ukrayna üzerinden yürütmekte kararlı olduğu vekalet savaşında Rus topraklarının işgal edilmesi ve çatışma bölgesiyle ilgisi olmayan Rusya içlerine yönelik uzun menzilli füze saldırılarının gündeme gelmesiyle beraber uzun süredir dile getirdiği nükleer caydırıcılık kozunu küçük ölçekli ve taktik seviyede kullanabileceğini belirtiyor.

Nükleer doktrin değişikliğine tepkiler

Bu açıklamalara dair farklı analizler, tepkiler ve yanıtlar gecikmedi. Kendisi de nükleer bir güç olan Çin nükleer silahların kullanılmasına karşı. Ancak Çinli yetkililer Rusya’nın içinde bulunduğu durumu anladıklarını belirtiyorlar. Uluslararası arenada Çin, nükleer silahlara ilk başvuran taraf olmayacağını ilan etmiş durumda. 

ABD’li yetkililer ise Rusya’nın elindeki kozu almak üzere nükleer silahsızlanma konusunda görüşmelerin başlayabileceğini belirtiyor. Savaş yanlısı tavırlarıyla bilinen eski ABD Güvenlik Danışmanı John Bolton, Ukrayna’daki savaşta ABD’nin nükleer caydırıcılığını hiç kullanamadığını, bu kozu Rusya’ya kaptırdığını savunuyor.

Yapılan bazı yorumlara göre Putin, açıkladığı bu güncellemeyle yeni seçilecek ABD Başkanına da gözdağı veriyor. Ukrayna’da çatışma seviyesini yükseltecek adımlar atılması halinde nükleer seçeneğin masada olacağı belirtiliyor.

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Belarus lideri Lukaşenko ise Zelenskiy’nin ABD baskısıyla savaşı devam ettirdiğini, kendi başlarına bırakıldıklarında Ukrayna ile Rusya’nın sorunlarını çözebileceğine inandığını belirtti. Krizden tek kârlı çıkan tarafın ABD olduğunu vurgulayan devlet başkanı, Avrupa’nın da çatışma dolayısıyla ucuz Rus enerji kaynaklarından istifade edemediğini vurguladı. Açıklanan yeni doktrin Rusya’nın dışında Belarus’un da nükleer olmayan ancak nükleer bir devlet tarafından desteklenen ülkenin saldırısına uğraması senaryosunu içeriyor. Bu durum akıllara özellikle Belarus ile ortak sınıra sahip Polonya’yı getiriyor. Son dönemde Polonya’nın ABD eliyle silahlandırıldığı düşünüldüğünde üstü örtülü şekilde tarif edilen ülkeler arasında Polonya’nın da olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Eski NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise Rusya’nın nükleer silahlar konusunda duruşunun değiştiğine dair bir gözlemi olmadığını söylerken, ittifak üyelerinin Kiev’e desteğinin sürmesi gerektiğini belirtiyor. Kiev’e her türlü yeni yardım gündemi olduğunda Rusya’nın nükleer tehdit savurduğunu söyleyen Stoltenberg, Ukrayna’ya uzun menzilli füze sistemlerinin verilmesinin cephedeki duruma etki etmeyeceğini düşündüğünü ekliyor.

Eski Rusya Devlet Başkanı ve Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, Estonya’yı kastederek yaptığı açıklamada müttefiklerine güvenerek Rusya’yı tehdit eden küçük ülkelerin, taktik nükleer saldırıların ardından izinin bile kalmayacağını belirtti. Bu demece konu olan Estonya Genelkurmay Başkanı Vahur Karus, geçen hafta yaptığı açıklamada NATO planları kapsamında gerektiğinde Rus saldırısını beklemeden bu ülkeye yönelik uzun menzilli saldırılar gerçekleştirebileceklerini açıklamıştı.

----------------------------------------

Ukrayna’da ne olmuştu?

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsız olan Ukrayna, Rusya Federasyonuyla genellikle dostane ilişkiler içinde oldu. Bu dönem her iki ülkede de burjuvazinin karşı-devrim kazançlarını konsolide ettiği dönem olarak da tanımlanabilir. ABD ve Batı emperyalizmi yeni dönemde Rusya gibi büyük bir kapitalist devleti nasıl kapsayacaklarına karar veremedi. Putin’in inşa ettiği yeni rejim belirli bir iç konsolidasyon sağlamasıyla beraber güç kaybeden emperyalizm Ukrayna’yı Rus etki alanının sınırlandırılması için uygun bir alan olarak tarifledi. Küresel olarak finanse edilen renkli devrimlerden payına 2014 yılında Maidan Darbesi çıkan Ukrayna, bu tarihten itibaren özellikle Batılı emperyalist merkezler tarafından özel bir rejim olarak inşa edilmeye başlandı. Bu kapsamda II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapan, Yahudileri, Polonyalıları katleden Ukrayna milliyetçileri yüceltildi. Zelenskiy rejimi doğrudan emperyalist merkezlerden aldığı mali ve askeri yardımlarla Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı sanayileşmiş doğu bölgelerine karşı topyekün saldırılar başlattı. Bu dönemi Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı takip etti. Sonrasında 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya, Ukrayna topraklarına girerek çatışmayı yeni bir boyuta taşıdı. NATO’nun savaşa dolaylı olarak Ukrayna tarafında dahil olmasıyla beraber Ukrayna’nın doğusunda tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş olan Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri 30 Eylül 2022 tarihinde Rusya Federasyonu’nun birer parçası haline geldi.

------------------------------------------------ 

                                                                   /././

                                                soL - GÜNDEM

İş güvenliği önemsenmedi, denetim sayısı azaltıldı: 2010-2023 arasında 19 bin 942 işçi öldü

İyi bir planlamayla 2010 -2023 yılı arasında 19 bin 942 işçinin hayatı sona ermez, toplam 4 milyon 428 bin 591 işçi, iş kazası geçirmeyebilirdi.

SGK İstatistiklerinden 2023 yılında iş kazalarının en fazla olduğu işler: *İnşaat işleri, *Gıda ürünlerinin imalatı, *Yiyecek içecek hizmet faaliyetleri, *Metal ürünlerin imalatı, şekillendirilmesi, *Makine imalatı, *Tekstil ürünlerinin imalatı, *Konaklama, *Yiyecek içecek hizmetleri, *Plastik ürünlerinin imalatı,(https://haber.sol.org.tr/haber/guvenligi-onemsenmedi-denetim-sayisi-azaltildi-2010-2023-arasinda-19-bin-942-isci-oldu-395309)

                                                              ***

CHP'li Beykoz Belediyesi cemaatlere değil, işçisine destek versin: TİS süreci çıkmaza girdi

Geçtiğimiz günlerde Süleymancılara desteğini ilan eden CHP'li Beykoz Beldiye Başkanı Köseler, başkanlığını yaptığı belediyede çalışan emekçilere karşı kulağını kapattı. TİS görüşmeleri çıkmaza girdi.(https://haber.sol.org.tr/haber/chpli-beykoz-belediyesi-cemaatlere-degil-iscisine-destek-versin-tis-sureci-cikmaza-girdi)

                                                            ***

Çiğli Belediye Meclisi gözünü kamusal alanlara dikti: Taşınmaz satışına karşı belediye önünde eylem

Konu rant olunca uzlaşı sağlayan düzen partileri, Çiğli'nin kamusal alanlarının satılmasını oybirliğiyle onayladı. Belediye Meclisi kararına tepki gösteren Çiğli HTM, eylem gerçekleştirdirdi.(https://haber.sol.org.tr/haber/cigli-belediye-meclisi-gozunu-kamusal-alanlara-dikti-tasinmaz-satisina-karsi-belediye-onunde)

(soL)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder