Sayın Arat hesabı kim ödeyecek Polonya Cumhurbaşkanı mı?-Müslüm Gülhan-
Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Hasan Arat’ın Beşiktaş Futbol AŞ başkanlığı ve üyeliğinden istifa etmesi gelişecek olaylara karşı bir ön hamle mi? Değil mi? Göreceğiz. 9 aylık periyotta 100 milyon avro üzerinde transfer harcaması ve 8,4 milyar TL’den 12,4 milyar TL’ye gelen borç üzerinden süreci değerlendirirsek her şey daha yerli yerine oturur. Çünkü bu 9 aylık süreçteki borç stoğu, 24 yıllık yönetimlerin toplam borç yapısının yüzde 50’sine denk gelmektedir. “Beşiktaşlılar bizi sarsıntılara karşı dimdik durabilmek için seçti. Sarsıntılar sonrası geldik” derken, Sayın Arat 9 aylık süredeki yapmış olduğunuz bu borç birikimi bir sarsıntıya neden olmuyor mu?
***
Sayın Arat’ın açıklamalarında devam edelim ki nereye varacağımızı kestirebilelim. "Beşiktaşlı bugün müsterih olsun” diyorsunuz ama, benim gibi çoğu Beşiktaşlı müsterih değil ve olamazda…Beşiktaş’ın geleceği ipotek altında. "Beşiktaş, futbol branşında 1 ayda dramatik sıkıntılar yaşamıştır. Taraftarımız fevkalade üzgündür, bizler üzgünüz. Buradan daha iyi nasıl çıkarımız formüllerini aradık”, aramasına aramadınız da bu kurgu içinde zaten bulamazsınız-çünkü başlangıç noktanız yanlıştı. Uyarıları da dikkate almadınız. Futbol camiası için yetersiz-donanımsız çocuk zihniyetinde ve düşük profilli bir grup ile çalışarak ve sadece algı manipülasyonu üzerinden gündem yaratarak, gerçeklerin tartışılmasına engel olma stratejiniz; ta ki o topun gol çizgisini geçmemeye başlayana kadar devam etti. Ama, bu süreçten sonra gerçeklerin tartışılması kaçınılmaz olur ki oluyor… “Bu tür kararlar, çeşitli türbülanslara neden olabilir”, türbülansı siz yarattınız… Sizin yönetim tarzınız nedeniyle oldu, yoksa durup dururken olmadı!
“Profesyonel hayatta gün gelir yollarınızı ayırırsınız”, ayıramazsınız… Aldığınız tüm sorumluğun hesabını vermeden gidemezsiniz. Beşiktaş Jimnastik Kulübü öyle hiçbir şey olmamış gibi zarar verip çekip gidilecek yer değildir. O zaman eski yönetimlerle aynı kulvarda olursunuz ki bu 9 aylık süreçte onların önüne bile geçtiniz. Yaptığınız transferlerin yetersizliği-Al Musrati, Muçi, Worrall, Svensson, Uduokhai, Paulista, Joao Mario, Ndour, Emirhan- harcadığınız paralar ve başarısızlıklar size aittir. Bunların bir açıklaması olmadan ayrılamazsınız. “Daha iyi yönetebilmek için daha iyi yere gidebilmek için sahici sarsıntılar, yalancı dengelerden daha iyidir" demenizin bir karşılığı yok. Zaten başladığınız nokta yalancı denge üzerine kurgulanmıştı ki hala sorunun nedeninin bu olduğunu doğru açıklayamıyorsunuz. Geldiğiniz noktada; ibra edilmeyen ve matruşka dediğiniz grupta görev almış kişiyi başkan yaptınız. "Biz bu sarsıntıları, kulübümüzün daha kuvvetli bir şekilde yoluna devam etmesi için uyarı niteliğinde görüyoruz. Kulübümüzün profesyonel ekiplerinden uyarılar aldık ve izledik”, maalesef öyle olmadı! Hiçbir uyarıyı dinlemediğiniz gibi, geçmişte kulübe büyük zarar veren Mendes ile ticarete devam ettiniz. Eğer geçmiş yönetimlerle ilgili bir tavrınız olsaydı zaten Mendes ile çalışmazdınız. O ticaret kulübe 4 milyar TL’ye mal oldu. Bilerek ve isteyerek yaptınız. “Beni yollamak için mücadele ettiler” demenize rağmen, inanın kimse sizi yollamak istemiyor ki ortada ödenmesi gereken bir fatura var. Ama sizin gitmeyle ilgili bir tasarrufunuz olabilir buna da izin verilmemesi lazım. "Bizim meselemiz Beşiktaş'tır” diyebilirsiniz de öğle değil. Çünkü bizim meselemiz Beşiktaş ve sizinle aramızdaki fark o kadar büyük ki bunun ayrıntılı bir şekilde açıklamasının olması gerek.
“Whatsapp'ta, sosyal medyada Beşiktaş'ı rencide edecek, idarecilerimi rencide edecek, 2015 öncesi eski taktiklere başvurmasınlar” doğru da; bu 9 ayda kurulan trol ordusu nedir? Neden insanlar linç edilmeye maruz kaldı? "Sportif olarak başarılı olmadığımızın farkındayız”, olamadınız-olamazsınız da… Portekizli Mendes ve Galatasaraylı Friedel ile kurduğunuz yapının bir karşılığı olması mümkün değil. Münih modelinden geldiğiniz bu arabesk model, sizin ve kurduğunuz yapının gerçek bir futbol işletme modelinden ve futbol iktisadından ne kadar uzak olduğunu bu yapılan transferle ve harcanan paralarla ortaya koydunuz. Bilmediğiniz bir iş için biliyormuş gibi yapmanız en büyük yanlışınızdı. “Yöneticiler hata yapabilir. Önemli olan ahlaksızlık yapmamalarıdır”, bence en can alıcı yorumuz budur. Ahlak ve etik değerler… “Ben sosyal medyayı kapattım” demeniz, şu an için çok normal bir davranış! Troller saldırmasına rağmen biz kapatmadık ve direndik.
***
Sayın Arat, Rıza Çalımbay görevdeyken 8-9 oyuncu sakatken, üzerine 5 oyuncuyu kadro dışı bırakıp onun elindeki tüm kozları alarak çaresiz bırakmaya çalıştınız. Ve onun yollanması için aynı kültürden gelmiş e aynı değerlere sahip takım arkadaşları Samet Aybaba ile Feyyaz Uçar’ı görevlendirdiniz. Bu mu Münih modeli? Fırsat transferi yapacağız diyerek, 500 bin avroluk Muçi ile, Braga’ya bedelsiz transfer olan Al Musrati’ye 3,5 sene için toplam 41 milyon avro verdiniz. Takım için önemli olan Muleka, Aboubakar, Ghezzal, Colley ve Bailly’i gönderip, üstüne Cenk ile anlaşmayıp takımın içini boşaltırken ve gitmek istemeyen oyuncuları itibarsızlaştırıp, tehdit videoları çekilecek kadar insanlara prim veren bir tutum takındınız. Sayın Arat haklısınız, sakın bırakmayın… Ortada bir fatura var. Haberi olmamasına rağmen, Polonya Cumhurbaşkanı’na kadar giden bir sürecin içeriklerinin açıklanması gerek.
/././
Halep düşerse Suriye alev alır -İbrahim Varlı-
Oyun sahasına dönen Suriye-Irak coğrafyasında sular yeniden ısındı. Ankara, Kuzey Irak’ta kilidin kapandığını açıklarken kuzeybatı Suriye ateş aldı. Lübnan’da ateşkesin devreye girdiği gün cihatçılar Halep’e taarruza başladı. Güç merkezleri arasındaki gerilim Suriye’de çatışma dinamiklerini harekete geçiriyor.
Moskova ve Washington’dan “yeşil ışık” alamayan Türkiye'nin operasyon iştahı sürerken Suriye coğrafyasında sular yeniden ısındı. İdlib'deki cihatçılar Lübnan’daki ateşkesin hemen ardından Halep’e "Saldırganlığı Önleme" adı altında geniş çaplı bir taarruza girişti. İdlib-Halep arasında pek çok yerleşim birimini ele geçiren Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplarla Suriye ordusu arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
İdlib merkezli grupların Halep'e büyük bir askeri saldırı düzenleyebileceğine dair spekülasyonlar uzunca bir süredir dillendiriliyordu. HTŞ’nin Halep’e yönelmesine Türkiye destekli cihatçı grupların da destek verdiği iddialar arasında. ÖSO, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekât bölgesinde “kırmızı alarm’’ ilan ederken Şam Cephesi batı Halep kırsalındaki Suriye ordu mevzilerini bombaladı.
Cihatların oluşturduğu Fethul Mübin Operasyon Odası’nın açıklamasında, “Operasyon, düşmanın planlarını bozmayı amaçlamaktadır’’ denildi. Reuters'a aktardığına göre, Türk güvenlik kaynakları da Suriye ordusunun İdlib’e yönelmesinin ardından cihatçıların sınırlı bir operasyon başlattığını belirtti. Güvenlik kaynakları, çatışmaların Rusya, İran ve Türkiye tarafından mutabık kalınan İdlib çatışmasızlık bölgesinin sınırları içinde kaldığını aktardı.
NİYE HALEP’E YÖNELDİLER?
Çatışmalara ilişkin Suriye’den ve Lübnan’dan konuştuğumuz kaynaklar birkaç senaryo üzerinde duruyor.
Cihatçıların fırsatçılığı: İsrail savaş uçakları hemen her gün Suriye’yi bombalıyor. İsrail'in saldırıları Şam’ın askeri kapasitesini zorluyor. Rusya, uzun menzilli füzelerin kullanılmaya başlanmasıyla tüm dikkatini Ukrayna’ya verdi. Şam’ın ve en büyük destekçisi Moskova’nın kendi gündemlerine odaklanmasını fırsat bilen cihatçılar krizi fırsata çevirme peşinde.
Hizbullah’ın gerilemesi: Suriye’nin ana müttefiklerinden Hizbullah’ın İsrail saldırıları nedeniyle zayıflaması ve bölgeden önemli ölçüde çekilmesi HTŞ ve diğer radikal İslamcı köktendincileri cesaretlendirdi.
İsrail’in kışkırtması: Lübnan’da ateşkese giden İsrail, Suriye’deki istikrarsızlığın devamı için cihatçıları cesaretlendirdi. İki gün önce Netanyahu “Esad ateşle oynuyor” dedi, hemen ardından mevzular patladı. Lübnan cephesini kapatan İsrail, artık Suriye’ye daha fazla odaklanabilecek, güçlerini buraya yönlendirebilecek. İsrail Lübnan’a saldırdığında cihatçı gruplar, bunu sevinçle karşılamıştı.
Türkiye-Rusya gerilimi: Rusya ile Türkiye arasında bir süredir kontrol altında tutulmaya çalışılan bir gerginlik var. Asıl mesele Ukrayna ancak bu gerginlik Suriye’ye de sirayet ediyor. Ankara’nın Kiev’e sağladığı silah desteği ciddi rahatsızlık nedeni. Moskova ilk kez geçen günlerde Türkiye’nin Suriye’deki varlığını “işgal” olarak telaffuz etti. Bu önemli bir kırılmaydı zira Moskova daha önce de askerlerin çekilmesi istese de “işgal” terimini kullanmıyordu. Türkiye “garantör” olarak gerilimi dindirmesi gerekirken göz yumuyor. Ankara’nın üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmemesi de Rusya’yı zora sokuyor.
NASIL “İHYA” EDİLECEK?
Ankara’nın uzun süredir devam eden Şam ile normalleşme girişimleri karşılık bulmuş değil. Son olarak Erdoğan önceki gün Esad'a "Aramızdaki hukuku yeniden ihya etmemiz, bölgeyi çok daha fazlasıyla rahatlatır" mesajı gönderdi. Erdoğan’ın bahsettiği “Şam ile birlikte bölgenin ihyası” planının ayakları havada.
Türkiye, İsrail merkezli Ortadoğu’daki gelişmelerin kendisini de etkileyeceği düşüncesiyle Şam ile temas kurmanın peşinde. ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) varlığı ve İsrail’in Şam’a karşı bu yapıyla temas kurması “iç cephe” söylemini türetti. Ankara ön alma niyetinde. Cihatçıların varlığı üzerinden, Suriye sahasında alan tutan Türkiye, bu şekilde SDG/YPG’nin kazanımlarının da önüne geçmek istiyor. ABD’ye bu alanların kontrolünü kendisine devredilmesi yönünde mesajlar gönderilse de istenilen elde edilebilmiş değil. Trump yönetiminin kararları belirleyici olacak.
ZAP'TA KİLİT KAPANDI MI?
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler Çarşamba günü, 2019'dan bu yana operasyonların sürdüğü Kuzey Irak'taki kilidin kapandığını açıkladı. 2019'da Hakurk ile başlayan Sinat-Haftanin ile devam eden, Metina ve Avaşin-Basyan ile genişleyen, Zap bölgesiyle süren "Pençe" serisi operasyonların kesintisiz devam edeceğini de açıkladı.
Saray rejiminin niyeti İran’dan başlayarak Irak ve Suriye’ye kadar uzanan 1200-1300 kilometrelik sınır hattı boyunca “koridor” oluşturmak. Suriye sınırının 3’te 2’sinde bu tampon bölge kurulmuş halde. İdlib-Halep hattındaki mevcut çatışmalar fırsat bilinerek Fırat’ın doğusunda Kürt güçlerinin elinde kalan tek bölge olan Tel Rıfat da kontrol altına alınmak isteniyor.
SURİYE PATLAMAYA HAZIR
Çok aktörlü, çok parçalı Suriye sahasında enerji birikiyor. ABD, Rusya, İran, Türkiye, HTŞ, ÖSO, Hizbullah, SDG gibi aktörlerin boy gösterdiği topraklarda herhangi bir müdahale biriken bu enerjinin patlamasına vesile olabilir.
İslamcı köktendincilerin Halep taarruzu üzerinden küresel ve bölgesel aktörlerin tuttuğu hesaplar, Suriye’yi çok boyutlu yeni bir savaşın içine sürükleyebilir. Bu ateş de tüm Ortadoğu’yu etkiler.
/././
Çocuklar 4-6 yaş Kuran kursları ile Diyanet ve tarikatlara teslim -Feray Aytekin Aydoğan-
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) son gündemi belediyelere bağlı okulöncesi eğitim kurumlarını kapatmak oldu. Tepkiler sonucunda geri adım attılar.
Okulöncesi eğitim ülkemizde hâlâ zorunlu ve ücretsiz eğitim kapsamında değil. 14 Ekim 2023’te yayımlanan yönetmelikle resmi okulöncesi eğitim kurumlarının katkı payı alması kararı ile MEB, okulöncesi eğitimin kamu okullarında parayla satılacağını açıkça düzenledi. Okulöncesi eğitimin paralı olması ve yoksulluğun artışı ile 2023-2024’te kamu okullarında okulöncesi eğitimdeki öğrenci sayısı 100 binin üzerinde (101.148) azaldı.
3-5 yaş okulöncesi net okullaşma oranlarına bakıldığında iller arası da ciddi farklılıklar görülüyor. Urfa başta olmak üzere 3-5 yaş net okullaşma oranının en düşük olduğu Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerindeki iller aynı zamanda çocuk nüfusunun en yoğun olduğu yerler.
∗∗∗
“Türkiye’de Erken Çocukluk Bakımı ve Okulöncesi Eğitime Katılım” araştırması ile ortaya çıkan tablo okulöncesi eğitime ulaşımın sınıfsallığının açık kanıtı. Ülkede okulöncesi eğitime katılım çocuğun yaşı büyüdükçe ve hane halkının ekonomik seviyesi yükseldikçe artıyor. Ebeveynlerin, eğitim düzeyi ve istihdam durumu okulöncesi eğitime katılımı belirliyor.
Annenin bir yıl daha fazla eğitim almış olması çocuğun okulöncesine katılma ihtimalini yüzde 3 artırıyor. Dolayısıyla, 8 yıl daha fazla eğitim almış bir annenin 4 yaşındaki çocuğunun okulöncesine katılma ihtimali yüzde 24 artıyor. 54’üncü ayda en varlıklı yüzde 20’lik dilimden gelen ailelerle en yoksul yüzde 20’lik dilimden gelen aileler arasında okulöncesi eğitim hizmetlerinden yararlanma farkı yüzde 54’e çıkıyor. En varlıklı yüzde 20’lik dilimden gelen çocuklar çoğunlukla okulöncesi eğitim programlarına devam ederken, daha alt varlık dilimlerinden gelen, daha az eğitimli annelerin çocukları ve çok sayıda kardeşi olanlar doğrudan ilköğretime kaydoluyorlar.
Parasız eğitimin olmadığı koşullarda çocuklar ya eğitime ulaşamıyor ya özel okullara ya da yoksulluktan kaynaklı çaresizlikten tarikat yapılarına mecbur bırakılıyor. Okulöncesi eğitimde de durum farklı değil.
Resmi anaokulları ve ana sınıflarından sonra okulöncesindeki en büyük paya sahip olan yerler yüzde 10,9 ile özel anaokulları ve yüzde 6,3 ile toplum temelli kurumlar adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 4-6 yaş kursları, derneklerce ve belediyelerce açılan kreşler oluşturuyor. Dernek kelimesinin geçtiği her yerde olduğu gibi okulöncesinde de karşımıza çıkan tarikat yapıları oluyor. Şirketleşmiş tarikatlar, okulöncesinden yükseköğretime dek eğitimin her alanını kuşatmış durumda.
∗∗∗
Okulöncesi eğitimin MEB’in işi olduğunu söyleyen Milli Eğitim Bakanı işini, sorumluluğunu adım adım Diyanet’e ve tarikat yapılarına devrediyor. 4+4+4 yasası sonrası başlatılan 4-6 yaş Kuran kursları için kritik tarih Aralık 2021’de gerçekleşen 20. Milli Eğitim Şurası oldu. Şura’nın temel hedefi Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun çıkarılması, MESEM’lerin, mesleki eğitim kurumlarının, çocuk işçiliğinin ve 4-6 yaş Kuran kurslarının yaygınlaştırılmasıydı. Tüm hedefler hayata geçirildi.
4-6 yaşta çocukların soyut bilgiye hazır bulunurluğunun olmaması bilimsel bir gerçek iken bu kurslar ile çocukların eğitim hakkı, çocuk hakları ihlal ediliyor.
Diyanet İşleri 2023-2024’te bu kurslara 1,5 milyona yakın çocuğun katıldığını açıkladı.
Yarım gün veya tam gün sürüyor. Kamu okullarının önemli bir bölümü ikili eğitim olmasından kaynaklı Kuran kursları anne-babanın çalışması durumunda tek seçenek haline getiriliyor.
Kurslarda, Kuran Kursları Uygulama Esasları’na göre program uygulanıyor.
4-6 yaş Kuran kurslarında çocuk gelişimi ve eğitimi alanında sertifika alanlar veya dört yıllık dini öğrenim görenler öğretici olarak çalışıyor. Eğitim fakültelerini bitiren binlerce öğretmen mesleğini yapamazken sertifika almak veya herhangi bir dini bölümde öğrenim görmek bu kurslarda çalışmak için yeterli oluyor.
Okulöncesi eğitim kamu okullarında paralı iken Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Diyanet İşleri ile imzalanan protokolle 4-6 yaş Kuran kursları için ihtiyaç belirtildiğinde ücret alınmıyor. Her çocuk için maddi destek sağlanıyor.
Şimdi de Diyanet eliyle ilkokulda 7-10 yaş Kuran kursları hayata geçiriliyor. Kulüp adı altında faaliyetler ücretli iken 7-10 yaş Kuran kursları ücretsiz.
Aladağlar’da köy okulları kapatılan en yakın ilçede de kamu yurdu olmayan çocuklar nasıl tarikat yapılarına mecbur bırakıldıysa, yoksulluktan kaynaklı çaresizlikten ve anne-babaların çalışabilmesi için 4-6 yaş Kuran kursları da çocuklar için seçeneği olmayan bir zorunluluk oluyor.
/././
İktidar, muhalefet ve Kürt meselesi -İlhan Cihaner-
Sanırım herkes hemfikirdir; dünyanın ve bulunduğumuz coğrafyanın yeniden şekilleneceği günlerin arifesindeyiz. Bu değişimi kaos ile savaştan, iyiye ve barışa evriltecek uluslararası dayanışma ve güç odaklarından ise yoksunuz. BM işlevsizleşmiş, 3-5 emperyalist devletin oyun alanına dönmüş durumda. NATO, ABD’nin güdümünde savaş aparatı görevini yürütmekte. Sadece Ukrayna ile Gazze ve Lübnan’da olup bitenlere bakmak yeterli. AB’de ise yükselen faşizmler birliği zorlamakta. Sosyalizmin gerilemesi ile zincirlerinden boşalan kapitalist sistemin sürdürülemezliği her alanda kendini gösteriyor.
Ülkemizde tüm bu olup bitenlerden payını alıyor, alacaktır. Bu uluslararası konjonktüre devasa sorunlarla yakalandık. Rekor enflasyon, çözülmemiş uluslararası sorunlar, sığınmacı sorunu, uluslararasılaşan Kürt sorunu, hukuk devletinden uzaklaşma, yoksulluk, geleceksizlik, vs.
Bölgemizde gelişecek olası gelişmeler iç sorunlarımızı da arttıracaktır. Ancak tüm sorunların üzerine mevcut “iktidar sorununu” koymalıyız. Akılcı, cesaretli ve doğru yönetimle çözülebilecek tüm bu sorunlar çözülmek bir yana, daha da derinleşiyor bu iktidarın devamı sürecinde. Tam burada muhalefetin birinci önceliğinin bu iktidarda kurtulmak olması gerektiğini, bunun içinde koşulsuz ve zamana bırakılmadan erken seçimin zorlanması gerektiğini vurgulamak isterim. Demokratik bir ülkede erken seçimi zorlayacak mekanizmaların işlemediği bir gerçek. Yalnızca yerel seçim sonuçları bile iktidarın erken seçim kararı almasını gerektirirdi. O zaman yapılması gereken, zorlayıcı diğer mekanizmaları işletmek ya da yeni yollar bulmak olmalı.
Özetle tüm temel meselelerimizin özünde, bir iktidar/iktidarın değişmesi meselesi var. Peki niye böyle? Öncelikle iktidar tüm sorunların üzerine iktidarının devamını koymuş durumda. Bir ganimet ve çete ekonomisi kurulmuş durumda. Yargı, bürokrasi ve en önemlisi iktidardan beslenen sermaye de buna göre konum almış durumda. İktidarı oluşturan bu ağ basitçe tek adam rejimine indirgenemez. Tüm bu bileşenler olası bir iktidar değişikliğini varlık/yokluk meselesi olarak okuyor. Dolayısı ile temel meselelerin çözümünü de iktidarlarının devamına hizmet ettiği ölçüde önemsiyorlar. En azından öncelikleri bu.
Tüm bu tabloda son günlerde gündemde olan Kürt meselesi tartışmalarına bakacak olursak; bu iktidar Kürt meselesini çözemez. Ya da biraz iyimserlikle ancak iktidarını sürdürmek için bir kaldıraç olduğu ölçüde çözmeye çalışabilir. Bahçeli’nin şaşırtan Öcalan’ı meclise çağıran açıklamalarında açıkça bu formül dillendirildi. Bu durumda da siyasi önceliği “Erdoğan’dan kurtulmak” olan geniş bir kesimin çözüme ikna olması, çözümü içselleştirmesi sorun olacaktır. Ayrıca güncel ve pratik iç koşulların çözümü en az dayattığı bir dönemde geldi Bahçeli’nin çağrısı. O zaman akıllara ek olarak bir dış dinamik geliyor. Dışişleri Bakanı’nın “Suriye’deki Kürtlerin PKK’laştırılma çalışması son derece karşı olduğumuz bir konu. Oradaki insanların iyi niyeti varsa Türkiye’ye karşı ev ödevlerini biliyorlar. Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan giden bütün PKK’lı kadroların gönderilip oradaki Suriyelilerin kalması gerekiyor ama bunlar ayrı konular, onlar da olmayacağını biliyorlar, başka bir konu olduğunu biliyorlar yani o başka bir mevzu ama dediğim gibi, bizim sınır ötesindeki Kürtlerle ilgili hassasiyetimiz her zaman var.” Nedir bu? ÖSO ile Esat’ın devrilmesinde iş birliği mi? Aynı şekilde SDG’den yapılan temas ve arabuluculuk olduğu açıklamaları da sürecin bir dış dinamik nedeniyle başlatılma ihtimalini gösteriyor. Dikkat ettiyseniz ben yalnızca birkaç belirsizlik ve spekülasyona değindim. İran ve İsrail’in, ABD ile ÇİN’in dahil olduğu nice spekülasyon uçuşuyor havada.
Haliyle bu kadar belirsizliğin olduğu iklim partileri ve aktörleri temkinli olmaya itiyor. Ancak çokça söylendiği üzere “macun tüpten çıkmış” gibi görünüyor. İktidarın gizli saklı ajandaları, olası kirli hesapları, şaşkınlığı bu gerçeği değiştirmiyor. Ayrıca iktidarın sınırsız oportünizminin getirdiği konforla tüm söylenenleri unutup/unutturup “Beyaz Kitap” konseptine dönmesi de olası.
Peki muhalefet ne yapmalı? Benim görüşüm tartışmayı iktidar başlatmış olsa da bu, başta CHP olmak üzere muhalefete atılmış “gollük bir pasa” dönüşebilir, kadim bir sorunumuz çözülebilir. TUSAŞ saldırısı sonrası ara verilmiş görünen ve iktidara terk edilmiş görünen alana yeniden dönmeleri gerekir. İyi düşünülmüş, güncellenmiş bir devlet ve Kürt meselesi analizi şart. Bu sorun birkaç kişiye bırakılacak boyutta bir sorun değil. Ayrıca iktidardan ısrarla süreçte şeffaf olmasını talep etmek spekülasyonlara son verdirmek gerekli. Bu tutum en azından yurttaş nezdinde karşılık bulacaktır. İktidarın dayattığı ve çözümle ilgili olduğu anlaşılan “Kürtlerin Türkiye’ye karşı ev ödevleri” nedir? “Öcalan şunu istedi, devlet şunu kabul etmedi” gibi bazıları beyin yakan spekülasyonlara son verilmeli. Her ne kadar AKP ve MHP kadroları ve tabanı, en üst düzeyde yapılan açıklama ile kucaklarında buldukları bir tartışmanın şaşkınlığını yaşıyorlarsa da önceki süreçteki esneklikleri unutulmamalı. Ayrıca tüm topluma faturası ağır olan bir sorundan bahsediyoruz. Kalıcı olacak ve toplumun benimsediği bir çözüm seti ile ortaya çıkacak muhalefet, iktidarı çözüme de zorlayabilir. Bunun için tüm aktörleri “somutlaşmış çözüm önerilerini” kamuoyu ile paylaşmaya çağırmak yerinde olacaktır. Son olarak sürekli çalışacak bir “temas grubu” kurularak ilgili tüm aktörlerle görüşmeleri sağlanıp kamuoyu bilgilendirilmelidir.
/././
Ankara’nın Kıbrıs ayarı, Ali Kişmir davası -Gözde Bedeloğlu-
Basın Emekçileri Sendikası (BASIN-SEN) Başkanı Kıbrıslı gazeteci Ali Kişmir’in, yaklaşık dört yıl önce sosyal medyada yayımladığı yazı nedeniyle hakkında açılan davanın son duruşması 26 Kasım’da Lefkoşa Kaza Mahkemesi’nde görüldü. 10 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Kişmir’e, “KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın (GKK) manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği” yani aşağıladığı ve değersiz gösterdiği suçlaması yöneltiliyor. Davanın Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmesi durumunda Ali Kişmir’in tutuklu yargılanma ihtimali var. Gerçekleşirse, Kıbrıs basın tarihinde bir ilk olarak kayda geçecek. Ve maalesef Kıbrıs’ın kuzeyi öyle bir yer ki, Türkiye’de pişip de oraya düşmeyen dert neredeyse yok gibi. Kişmir’in savunmasını gönüllü olarak üstlenen Kıbrıs Türk Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı, düşünce, fikir, söz ve yazılardan dolayı insanların ceza davalarıyla soruşturulmasının, çağdışı ve baskıcı rejimlerin uygulaması olduğunu söyledi. Esendağlı, 6 Şubat’taki depremde Adıyaman İsias Otel’de hayatını kaybeden Mağusalı çocukların ailelerinin de avukatlığını yapıyor.
DAVAYA KONU OLAN YAZI
Gazeteci Ali Kişmir, davaya konu olan yazısında Türkiye’nin 2020 yılındaki KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimine açıktan müdahale ettiğini yazdı. Seçimden önce, dönemin T.C. Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri, Kolordu Komutanı ve MİT yetkilileri ile bir grup Ulusal Birlik Partisi (UBP) milletvekili, adı ‘Beyaz Ev’ olarak geçen askeri gazinoda bir araya gelerek yemek yemişti. Ali Kişmir yazısında bu görüşmeyi eleştirmiş ve şöyle yazmıştı: “Ankara’nın, son olarak siyasetimize ayar vermek için bazı UBP’li vekilleri çağırdığı yerin adı ‘Beyaz Ev’ olabilir ancak siyasetimizi getirdiği konum açıkçası ‘Genel Ev’dir. Ankara adanın kuzeyindeki hakimiyetini kaybetmeyi, varlığının sorgulanmasını ve Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durmasını istemiyor!” 14 Ağustos 2020 tarihinde gerçekleştirilen bu buluşma milletvekilleri tarafından da doğrulanmıştı. Yemeğe katılan UBP Milletvekilleri Faiz Sucuoğlu, Hasan Taçoy, Ünal Üstel, Sunat Atun, İzlem Gürçağ ve Resmiye Canaltay’dı. İddiaya göre UBP’li bu isimler Tatar’ın liderliğine karşı muhalif saftaydı ve ikna edilmeleri amaçlanmıştı. Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Mustafa Akıncı, vekillere “Karşınızda Türkiye devleti var. Türkiye, cumhurbaşkanı olarak kesinlikle Ersin Tatar’ı istiyor, Akıncı’yı istemiyor. Türkiye için bu bir beka sorunudur. Siz de Tatar’ın seçilmesi için uğraşacaksınız” denildiğini aktardı. Tatar lehine yapılan müdehaleyi eleştiren ve Kıbrıslı Türklerin iradesinin yok sayıldığını söyleyen Ali Kişmir, yazısında geçen ‘genel ev’ benzetmesi yüzünden yargılanıyor, zira seçime müdahaleyi reddeden biri yok. Dönemin gazino müdürü Yarbay Cengiz Doğan’ın şikâyetiyle başlayan süreçte Kişmir’e yapılan suçlama GKK’nin güvenirliğini sarstığı ve aşağıladığı iddiasından ibaret.
HİÇBİR ŞEY OLMASA BİLE BİR ŞEYLER OLDU
Avrupa Gazetesi yazarı Aziz Şah, gazeteci Ali Kişmir’e açılan dava ile Ankara’nın müdahalesinin mahkeme kayıtlarına girdiğini ancak eleştirinin asıl muhataplarının yazılanlara itiraz etmediğine dikkat çekti. Sahi, Türkiye’nin dünyaya egemen devlet olarak tanıttığı KKTC’de, seçim öncesi, kimsenin reddetmediği ve ‘katılımcı çeşitliliği’ ile dikkat çeken bu yemek nasıl mesele olmuyor, iştirak edenlere tek bir soru sorulmuyor da, bir eleştiri yazısındaki teşbihe 10 yıl hapislik isteniyor? Sonucu hoşa gitmediği için tekrarlanan İstanbul seçiminde ne demişti AKP’li Ali İhsan Yavuz? “Hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu. O gün gerçekten İstanbul’da bir şeyler oldu.” Kıbrıs’ta da bir şeyler olduğu açıktı. Toplantı sonrası dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, T.C Büyükelçisi Ali Murat Başçeri ile görüşerek Beyaz Ev’deki komutan ve MİT görevlilerinin de katıldığı yemekten haberi olduğunu ve bu konudaki rahatsızlığını dile getirdi. Elçiden aldığı yanıt şu oldu: “Siz federasyon istiyorsunuz, Türklükle ilgili olarak da siz ayrı bir kimlik peşindesiniz, Kıbrıslı Türk kimliğinin peşindesiniz. Türkiye bütün kurumlarıyla burada değişim olmasını ister.” Akıncı’nın durumu Ankara’ya iletmek için yazdığı mektup, müdahale suçlamalarını reddeden elçilik tarafından kendisine iade edilmiş.
SEÇİLMİŞ SON BAŞKAN MUSTAFA AKINCI
Türkiye’nin, 2020 seçimlerine kadar KKTC siyasetine hiç müdahale etmediğini düşünmek, hele ki nüfus bilinmiyorken, çok zor ama Kişmir’in de yazısında belirttiği gibi ilk kez bu kadar aleni yapılıyordu. Aynı şekilde, AKP-MHP iktidarı tarafından yapılan açıklamalar da Mustafa Akıncı’ya karşı duyulan memnuniyetsizliği ortaya koyuyordu. AKP’li Bakan Mevlüt Çavuşoğlu, Akıncı’yla ilgili “Ben böylesine dürüst olmayan bir siyasetçiyle hiç çalışmadım” demişti. AKP’li Mehmet Metiner, katıldığı bir televizyon programında Akıncı’yı Rum ağzıyla konuşmakla itmam etti, “Kıbrıs’ta, Türkiye'nin egemenliğinden kurtulmak istiyoruz diyenlerin başını Akıncı çekiyor” ifadelerini kullandı. MHP lideri Devlet Bahçeli “Kıbrıs Türklüğü’nü Rum planlarına zincirleyip tutsak etmek maksadıyla elinden geleni ardına koymayan Mustafa Akıncı Türkiye’ye ve Türk milletine şükran duyması gerekirken sırtını dönmüş, yüzünü de zalimlere çevirmiştir. Bu ayıp ve ahlaksızlığın hiçbir vicdanda, hiçbir siyasi anlayışta yeri olamayacaktır. Mustafa Akıncı’nın işgal ettiği koltuğa layık olmadığı açıktır” diye konuşmuştu. Kamuoyu yoklamalarında ibre Akıncı’dan yana görünse de ikinci turda seçimin kazananı UBP adayı Ersin Tatar oldu. T.C. hükümetinin tüm desteğini arkasına alan Tatar ile adeta ‘lanetlenen’ Akıncı arasındaki oy farkı sadece 3 puandı. Mustafa Akıncı için bugün pek çok Kıbrıslı ‘seçilmiş son başkan’ ifadesini kullanıyor. Seçimden yaklaşık bir ay önce Euronews’e verdiği röportajda Akıncı, seçimlere dışarıdan müdahaleye dair ipuçları olduğunu söyledi: “15 Temmuz'da askeri kalkışma olduğunda Türkiye’de sivil yönetime desteğimizi ortaya koyduk; Türkiye'nin demokrasisine, sivil yönetimine, halkın kararına duyduğumuz saygı gereği bunu yaptık. Şimdi biz de Kıbrıs Türk demokrasisine, halkımızın kararına aynı saygıyı bekliyoruz” dedi. Ancak iş saygı boyutunu aşmıştı. Akıncı, sandığa günler kala aday olmaması için Türkiye makamlarınca tehdit edildiğini açıkladı.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE MÜDAHALE RAPORU
Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ilgili dış basında yer alan haberlere ortak bir görüş hakimdi: “Erdoğan’ın desteklediği aday kazandı.” Ankara’nın gizli ve açık müdahalesi seçimden sonra da Kıbrıs’ın gündeminde kalmayı sürdürdü. 10 Haziran 2021’de bir grup akademisyen ve hukukçu tarafından hazırlanan; siyasetçi ve gazetecilerin belge ve tanıklıklarına dayanan Seçime Müdahale Raporu’ndaki dikkat çeken isimlerden biri Serdar Denktaş’tı. Seçime bağımsız aday olarak katılan Denktaş, adaylıktan çekilmesi için kendisine MİT tarafından baskı kurulduğunu, telefonlarının dinlendiğini ve resmi araçlarla takip edildiğini söyledi. Denktaş ayrıca pusula basımı ve sayımı konusunda ciddi kuşkuları olduğunu, Ankara tarafından adaya gönderilen ekibin 27 kişiden oluştuğunu ve sahada 400 kadar kişinin Tatar lehine çalıştığını iddia etti. Öyle görünüyor ki, KKTC’nin birinci Cumhurbaşkanı ve taksim fikrinin yılmaz savunucusu Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş bile milliyetçi muhafazakar Türkiye hükümetinin gözünde yeteri kadar vatanperver sayılmamış. Raporda tanıklığına başvurulan bir diğer isim Mustafa Akıncı’nın Özel Kalem Müdürü Cenk Gürçağ’dı. Ankara’dan gelen bir MİT ekibi tarafından görüşmeye çağrıldığını iddia eden Gürçağ, kendisine açıkça en yukardan gönderildiklerini, Türkiye’nin bekası için Akıncı’nın kazanmamasının sağlanacağını; adaylıktan çekilmesinin başta kendisi, ailesi ve yakın çalışanları için en hayırlısı olacağını söylediklerini aktardı. Bunların yanında, ‘sosyal destek yardımı’ adı altından, yaklaşık 10 bin kişiye 2 bin lira dağıtıldığı tespit edildi. Yakın Doğu Üniversitesi rektörü ve sahibi Suat Günsel’in çalışanlarını, Ersin Tatar lehine propaganda yapma ve oy verme yönünde zorladığı da rapora giren bilgiler arasındaydı.
KIBRIS’A DÜŞEN KAYYIM PAYI
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Müdahale Raporu’nu hazırlayanların yalancı, iftiracı, Fetöcü ve dış güçlere hizmet eden marjinaller olduğunu söylemişti. Şimdi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘kendisi’ için Lefkoşa’da yaptırdığı kaynak kurutan ‘yavru’ sarayın bitmesini bekliyor. Türkiye’de tek adam rejiminin ülkeyi yıkıma doğru sürüklediğini söylediği için AKP’li Fuat Oktay’ın hadsizlikle ve çapını aşan konuşmalar yapmakla suçladığı Mustafa Akıncı’ya göre ise ekonomik ve siyasal yozlaşmadan çıkış ancak evrensel hukuk, insan hakları ve demokratik ilkere saygılı bir politika izlenmesiyle mümkün olabilir. Kimin kimin yerine ve hangi nedenle tercih edildiği, gazetecilere baskının neden arttığı ortada. Kayyımcılıktan Kıbrıs da kendine düşen payı aldı.
2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi Hakkında Müdahale Raporu:
https://www.docdroid.net/IOY5qcA/2020-cumhurbaskanligi-secimlerine-mudahale-raporu-pdf
Raporu hazırlayanlar: Mine Yücel, Abdullah Korkmazhan, Orhan Erönen, Mine Atlı, Derya Beyatlı
/././
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder