İyimser yazı-İlhan Cihaner-
Anneleri hurdacılık yapmak zorunda kaldığı için bebeklerin yanarak can verdiği, devletin “çuvallamış devlet” niteliğine büründüğü, belediyelerin gasp edildiği, her alanda çöküşün yaşandığı bir iklimde “iyimserlik” gibi sözcüğünü kullanmak çoğumuza küfür gibi gelebilir. Ancak durumu kabullenmeyen, umudu ve mücadeleyi besleyen bakış açılarına koşulların en kötü olduğu durumlarda ihtiyacımız olur. Koşulların en çok yılgınlığı, umutsuzluğu beslediği bugünlere farklı bir yerden bakmaya çalışacağım.
Çok partili dönemin başlayışı ile birlikte kısa süreli kesintiler hariç ülkeyi hep genel olarak sağ diyebileceğimiz milliyetçi, muhafazakâr iktidarlar yönetti. Üstelik bunun son 22 yılı her türlü denge ve denetlemeden azade, mutlak iktidar dönemiydi. Ülkemiz bugün, beraber yarışa başladığı ülkelerin her alanda çok gerisine düşmüş durumda bir çöküşü yaşıyor. Ne halde olduğumuza dair her gün onlarca olay yaşıyoruz, yazı okuyoruz. Çok detaylandırmaya gerek yok ama sadece enflasyon oranımızın tüm AB ülkelerinin toplamından fazla olduğunu söylemek yeter.
Peki bu karanlık tablodan nasıl bir umut ya da iyimserlik çıkarabiliriz?
Öncelikle tüm avantajlarına rağmen iktidar, toplumun önemli bir kısmını içeremedi ve kendi “gelecek” anlayışına ikna edemedi. Hala tüm baskılara rağmen direnen, eşitlik, özgürlük, adalet ve barış mücadelesi veren büyük bir toplam var.
Yıllardır uydurma tarih anlatılarıyla inançsal kutuplaştırma ile rıza elde ettikleri kesimler üzerindeki ikna kabiliyetleri temelsiz hale geldi. Sağ’ın temel argümanlarından birisi “hükümet olduk ama iktidar olamadık” şeklinde özetlenebilecek, sorumluluğu orduya, yargıya ve bürokrasiye atan yaklaşımdı. Şimdi tüm bu mekanizmalar -üstelik utanç verici şekilde göreli özerkliklerini yok sayarak- iktidarın parçası ve “kadrosu” olmuş durumda. Artık faturayı çıkarabilecekleri bir vesayet söylemi komik kaçmaktadır. Vesayet dedikleri yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve bürokratik özerklik geriledikçe çöküş arttı.
“Siyasal İslam” fikri dünyada ve ülkemizde çökmüş durumda. Dış politikada “Neo Osmanlıcılıktan” sonra lümpen pazarlıkçılık diyebileceğimiz Rusya ile ABD, BRİCS ile AB arasında gidip gelen “oyun kurucu ülke” iddiası da iflas etti.
Sağ iktidarların “İcraatçı” yaklaşım diye pazarlanan, özünde emek düşmanı, sermayeyi önceleyen kapitalist ekonomik tercihleri derin bir yoksulluk yarattı.
Varlığını önemli ölçüde borçlu olduğu sembiyotik ilişki kurdukları cemaat/tarikat ağının maskesi düştü. Nasıl bir sömürü mekanizması işlettikleri, dinle imanla ilişkilerini para üzerinden kurdukları her gün yeni bir skandalla ortaya dökülüyor. Fetullahçı çete ile başlayıp Adnan Hocacılar’la devam eden kavga diğer yapılara da sıçrayacaktır.
Sağı ayakta tutan Kürt karşıtlığı da iflas etti. En üst seviyeden sadece iktidarları devam etsin diye “iddialı” hamleler yapıyorlar.
Sağın ortak “fikir” adamlarının ideali diyebileceğimiz “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” (ki buna ‘Başyücelik’ de diyebiliriz) her tarafından dökülüyor. En sıkı savunucuları bile artık sürdürülemez olduğunun farkında.
Demokratiklik ve sandığa saygı iddiaları çöktü. Artık yerel seçimlerde sandıktan çıkmanın, milletvekili seçilmenin önemi yok. Önemli olan majestelerinin gazabına maruz kalıp kalmamak. Seçim ve sandık artık bir oyun!
Sağın vatanseverliğinin iktidarda olmak, kadrolar elde etmek, cebi doldurmaktan ibaret olduğu anlaşıldı. Vahşi sömürge madenciliğin ve enerji tekellerinin pençesinde can çekişen ormanları, dereleri savunan halkın karşısına polisi jandarmayı çıkarmaya başladılar. “Akışına ölünen” ırmak, ancak enerji tekellerinin cebine doluyorsa değerliymiş.
Gözü kara bir şekilde bazan açıktan bazan fısıltı olarak sürdürülen Atatürk düşmanlığı, Atatürk’e saygıya, hakkını teslim etmeye dönüştü.
Örnekleri arttırabiliriz. Özetle, mevcut iktidar ile genel olarak sağın tüm iddiaları çökmüş ve halkı iddia edebilmekten uzaklaşmış durumda. Hiçbir siyasi akıma nasip olmayacak bir maceracılıkla adeta bir laboratuvar gibi davrandılar ve sadece her alanda çöküş yarattılar. Bu tablonun yarattığı sonucun maliyeti kuşkusuz çok büyük oldu. Ancak umudu yitirmeden bu tablonun mücadeleyi ve dayanışmayı çağıran niteliği ve omuzlarımıza yüklediği sorumluluk unutulmamalı.
/././
İklim için değil, savaş için çalışıyorlar -Özgür Gürbüz-
Bakü’deki iklim konferansı iklim kriziyle mücadele için gereken paraya odaklandı. 2023 yılında askeri harcamalara 2,4 trilyon dolar harcayan ülkeler iklim için gerekli finansman ihtiyacına ise sırtını çeviriyor.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü 2024 yılının İklim Konferansı’na ev sahipliği yapıyor. Bu yılki müzakerelerin odağı para, kibarca söylersek ‘iklim finansmanı’. Gelişen ve az gelişmiş ülkeler gerekli adımları atabilmek, oluşan hasarın bedelini ödeyebilmek için paraya ihtiyacımız var diyor ve zengin ülkelerden ellerini ceplerine atmasını istiyor. Yapılan hesaplar gerekli miktarın yılda 5 trilyon doları hatta 7 trilyonu bulacağını söylüyor. Zengin ülkeler ise hem miktar hem de bu parayı kimin, nasıl karşılayacağı konusunda bir karara varmış değil.
EN SICAK YILA DOĞRU
Kısa adıyla COP29, uzun adıyla Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 29’uncu Taraflar Toplantısı’nın iki hafta sürecek görüşmeleri ağırlıklı olarak bu eksende devam edecek. Para tartışması büyük ve karmaşık. 40-50 bin kişinin katılması beklenen iki haftalık maratonun gündeminde elbette başka meseleler de var. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün toplantının ilk günü açıkladığı veriler bize dünyanın 1,5 derece hedefini ıskalamak üzere olduğunu gösteriyor. Halbuki Paris Anlaşması’nın ilk hedefi buydu. Küresel sıcaklık ortalaması bu yılın ilk dokuz ayında sanayi öncesi dönemin 1,54 derece üzerinde gerçekleşti. Gezegenin gördüğü en sıcak 10 yılın hepsi son 10 yılda gerçekleşti. Tesadüf değil uyarı! 2024 yılı da en sıcak yıl olma yolunda ilerliyor.
Bütün bunlar olurken müzakerelere katılan resmi heyetlerin ilk işi uluslararası emisyon ticaretinin önünü açmak oldu. Bizi karbon ticareti mi kurtaracak? Elbette hayır ama şirketler emisyonlarını azaltmak yerine küresel güneyde daha az maliyetle toplayabilecekleri karbon kredileriyle günah çıkartmayı tercih ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da burada yaptığı konuşmada İklim Kanunu ile Türkiye’de karbon ticaretini başlatacaklarını duyurmuştu.
FİNANSMAN GÖRÜŞMELERİ NEREDE TIKANIYOR?
Karbon ticaretine gösterilen iyi niyetli yaklaşım, Yeni Toplu Sayısal Hedef (NCQG) ile ilgili metne gelince ortadan kayboldu ve taslak metin reddedildi ve yeni bir metin üzerinde çalışmalar başladı. Tartışma detaylı ama özeti şu. Gelişen ülkelere yılda 100 milyar doları bulan finansmanla bir yere varılmaz. G 77 ve Çin bu rakamın yılda en az 1,3 trilyon dolar olmasını istiyor. Yapılan hesaplar ise gerekenin 5-7 trilyon dolar olduğunu söylüyor. Öncelikle rakam üzerinde anlaşılması gerekecek. Trilyon dolarları gözünüzde büyütmeyin. Sözleşme’nin gözlemci gruplarından Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Bileşenleri sözcülerinden Gina Cortes ise dün sabah basın toplantısında yaptığı konuşmada bize dünyada geçen yıl silahlanmaya harcanan paranın 2,4 trilyon dolar olduğunu hatırlattı. Cortes, geçen yılki COP toplantısında kayıp ve zarar için taahhüt edilen fon miktarının 2,5 saatlik bir savaşta harcanan paraya, Yeşil İklim Fonu’na ayrılan paranın da iki günlük bir savaş masrafına eşit olduğunu söyledi. İsrail’in Gazze saldırısının iki aylık emisyonunun 75 kömür santralına eşit olduğunu da sözlerine ekledi. Cortes: “Küresel kuzey para yok diyor ama para orada ama iklim eylemine aktarılmıyor, öldürmek, vücutlarımızı yok etmek için kullanılıyor”.
İkinci mesele bu parayı kimin sağlayacağı kimin alacağı meselesi. Çerçeve Sözleşme’sinin imzalandığı 1994 yılında ülkeler gruplara ayrılmış, OECD ülkelerinin ağırlıklı olduğu grup finansman ve teknoloji konusunda sorumlu kılınmıştı. Başta ABD olmak üzere zenginler kulübündeki bazı ülkeler bu gruba yeni ülkelerin (Çin gibi) eklenmesini istiyorlar. Para verme işini hep beraber üstlenelim diyenler de var. Gelişen ülkeler ve Çin tahmin edebileceğiniz gibi itiraz ediyor. Avrupa Birliği tamam verelim ama hedefimiz az gelişmiş ülkelerle ada devletleri olsun diyerek paranın gideceği adresi tartışmaya açıyor. COP29 sonunda anlaşma sağlanacaksa burada da bir orta yol bulunması gerekecek.
Üçüncü tartışma da bu finansmanın kredi mi yoksa hibe mi olacağı. Gelişen ülkeler hibe derken, Dünya Bankası gibi kuruluşların kredilerle bu ülkeleri bir başka soruna sürükleme ihtimali de hâlâ masada. Konferansın açılışında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in söylediği gibi, iklim finansmanı yardım değil yatırım, seçenek değil zorunluluk. Halihazırda seller, orman yangınları ve kuraklıkla yakından tanıdığımız iklim krizinin faturası çok daha büyük.
∗∗∗
TÜRKİYE NE YAPIYOR?
Türkiye müzakerelere hızlı başladı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum Türkiye’nin “2053 Uzun Dönemli İklim Değişikliği Stratejisi”ni açıklayan bir toplantı düzenledi. Strateji belgesinden kömürlü termik santralların kapatılmasına dair bir taahhüt çıkmadı. Böyle olunca da dillerden düşmeyen 2053 net sıfır hedefinin bir rapor süsü olduğu ortaya çıktı. Enerjide yenilenebilir enerjiden bahsediliyor ancak sorunun büyük parçası olan kömür ve gaz ne zaman bırakılacak bahsedilmiyor. Ulaşımda demiryolu örneği var ancak karayolu ve havayolu gibi emisyon kaynağı seçeneklere dair sorunların çözümüne dair somut, ölçülebilir hedefler yok.
Strateji belgesi 2053’e geldiğimizde Türkiye’nin birincil enerji arzının (elektrik değil) yüzde 50’sinin yenilenebilir enerjiyle karşılanacağını söylüyor. Belgede yok ama nükleerin birincil enerjideki payının da yüzde 30 olacağını Murat Kurum’dan öğrendik. Belgede olmayan ancak telaffuz edilen 20 bin megavatlık nükleer ile yüzde 30 birincil enerjinin sağlanması da teknik açıdan mümkün görünmüyor. Geriye kalan yüzde 20 fosil yakıtlardan mı gelecek, hidrojen mi devreye girecek o da belli değil. Strateji planının yaz saati raporuna benzerliği ‘gizemli’ olmaları. İnsan merak ediyor ama yanıtı yok. Ortada hesap var mı bilmiyorum ama bir hesap hatası olduğu kesin.
FOSİL YAKITLARDAN ÇIKMIŞ OLACAĞIZ
Murat Kurum çok sayıda gazetecinin olduğu toplantıdan soru almadan ayrıldı. Gazetecilerin ısrarlı takibiyle koridorda Murat Kurum’a iki soru sorulabildi. Murat Kurum, bu sorulardan birini yanıtlarken, “zaman içerisinde fosil yakıtlardan çıkmış olacağız” cümlesini sarf etti. Hükümetin ısrarla telaffuz etmekten kaçındığı bu cümlenin Bakan Kurum’un ağzından çıkması önemli ama bir düzeltme gelme ihtimali yüksek. Bu çıkış işi ne zaman olacak o ise belli değil. Herhalde üç vakte kadar…
/././
Yaşanamaz hale dönen ülke: Kalabalıklar nasıl yalnızlaşıyor?-Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ-
Kişilerin birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürmeleri, sorunların kalıcılık kazanıp sürekli daha fazla ağırlaşmasına mahal verir. Oysa, dayanışmacı bir ortaklıkla düşlenen daha özgür ve adil bir toplumu yaratmak mümkün.
Bugün işçiler ve emekçi halk kesimleri nezdinde geçinmek belki de hiç olmadığı kadar zor. Üstelik ülkedeki tek sorun geçim sıkıntısı da değil. Bir yanda emekçilere dönük saldırılar, bir yanda çetelerin sokaklardaki hakimiyeti, bir yanda iş cinayetleri, bir yanda kadın cinayetleri ve bir yanda giderek sayıları çoğalan nice başka toplumsal sorun. Kısacası, ülke artık yaşanamaz bir halde.
Bu negatif ortamda insanların çoğunun kendi kabuğuna çekildiği söylenebilir. Kişiler önce sosyal etkinliklerden, sonra birebir insan ilişkilerinden ve en sonu yakın çevrelerinden kopmaya başlıyorlar. Böylece yalnızlaşarak, adım adım bir yalıtılmışlığa kapılıyorlar. Bunun bir tercih olmadığı, sorunları karşısında zayıf düşen bireylere koşulların ve bu koşulların oluşmasında hakim kurucu öznelerin bir dayatması olduğu aşikar.
YALNIZLAŞMADAN YALITILMIŞLIĞA
Gadamer yalıtılmışlığı bir yitim olarak niteler.1 Yitirilen, insanlar arası ilişkideki yakınlık, eşdeyişle birbirini karşılıklı destekleme ve ortaklaşmadır. Bu ortaklaşa destek halktan bireyler arasında nasıl yitirilir?
Sürekli toplumsal sorunlar altında ezilen bireyin yaşamı her geçen gün daha da ağırlaşır. Yaşamdan keyif almaz ve hep bir tükenmişlik hisseder. Çalışmak dışında kalan zamanının büyük kısmı, maddi imkansızlıklar, baskı ve kısıtlamalar, gündelik zoraki yükümlülükler gibi etkenlerin meşguliyetiyle işgal edilir. Bu işgale karşı koyamadığında, sorunların koşulladığı yalın bir rutinin içine hapsolur. Başka insanlarla kurduğu ilişkilere de yansır bu durum. Başkalarına ayıracak bir zamanı kalmaz. Başa çıkmaya çalıştığı sorunlarla yüzleşirken de çoğunlukla tek başınadır. Dolayısıyla ne o bir başkasının yanındadır ne de bir başkası onun. Böylece yakın olduğu kişilerle paylaştığı ortaklaşa destek önce aşınır ve sonra da yiter. Nihayetinde çoğu insan gibi o da bir başkasından yalıtılmış bir yaşam sürmeye başlar.
Bireyin hep daha fazla içinde duyduğu bir acı eşliğinde, yalıtılmışlık kişiyi inzivaya iter. Gadamer’in de işaret ettiği gibi, böylesi tüketici bir inziva, aranan inzivanın aksine, hiç de arzulanır değildir.2 Sözgelimi bireyin sorunlarını aşmak üzere bilendiği bir soluklanma aralığı olmadığı gibi, bilgeleşme yolunda bilincin yeniden inşa edildiği bir süreç de değildir. Kişinin içe kapanıp salt kendine yöneldiği bir savunma refleksidir.
Gadamer, böylesi bir inziva koşulunda bireyin, yakınlık kurma konusunda insanlara karşı giderek daha fazla yabancılık hissettiğini anlatır.3 Sadece kendiyle haşır neşir olma eğilimi bir noktadan sonra kişinin başkalarıyla tekrar yakınlık kuramamasına ama bir yandan da yalıtılmışlığın neden olduğu acıyla kıvranmasına neden olur. Bu durumun tüketici bir yönü olduğu da belirtilebilir. Birey, farklı gerekçelendirmeler eşliğinde, yalıtılmışlığın sorumlusunun salt başkaları olduğu yanılsamasına kapılarak, gıyabında tüm insanları karşısına alır ve yalıtılmışlığını mutlaklaştırır.
YALITILMIŞLIĞIN REDDİ
Bireylerin yalıtılmışlıkla ilgili başkalarını sorumlu tuttuklarına sıkça rastlanır. Bu noktada tek tek kişilere özgü tikelliklerin belirleyici olduğu vakalar bir kenara bırakılır ve sadece toplumsal sorunların dolayımladığı yalıtılmışlık koşulunun irdelenmesine devam edilirse, tek başına kimsenin yalıtılmışlıktan sorumlu olmadığı açıkça savunulabilir. Aslında ortada çevresi ve yakınlarınca yalnız bırakılan bireylerden ziyade, herkesin herkesi yalnız bıraktığı bir durum söz konusudur. Bunun temel nedeni de bireylerin toplumsal sorunlar karşısında zayıf düşerken yaşama enerjilerini ve sosyalleşmeye ilgilerini ve bu sorunlarla meşguliyetleri sırasında çalışma dışı zamanlarının büyük bölümünü yitirmeleri, böylece bir başkasıyla ortaklaşa destek ilişkisi kurabilmenin zemininden uzaklaşmalarıdır. Bütün olumsuzluklara rağmen, birey yaşananların sorumluluğundan bütünüyle muaf da değildir elbette.
Gadamer, yalıtılmışlık ve beraberindeki tüketici inzivanın karşısına, topluluğun ortak alanında durmayı ve ortaklaşmacı bir destek görmeyi yerleştirir.4 Lakin insanlar arası ortaklaşma zemini sürekli deforme olurken, birey topluluğun ortak alanındaki yerini bulmayı nasıl başarabilir?
Bunun, Gadamer’in bakış açısından farklı olarak, ancak sınıf temelli bir ortaklaşmayla mümkün olduğu savunulabilir. Başka bir deyişle, ortaklaşa desteğin yaşatılması aynı toplumsal sorunlarla yüzleşen, aynı toplumsal sorunların yalıtılmışlığa ittiği bireylerden beklenmelidir. Öyleyse bünyesinde halkın çekirdeğini oluşturan işçilerin başı çektiği ve halkın diğer kesimleriyle ittifak kurduğu yapılar burada birer adres olarak işaretlenebilir. Bu yapılar herkesin herkesle ortaklaştığı çok yönlü bir ilişki ağı ortaya koyarak, bir yandan bireyin karşılaştığı sorunların nispi ve köklü çözümünde birlikte mücadele etme imkanını, bir yandan da yalıtılmışlığa karşı bireyler arası ekonomik, kültürel ve sosyal yakınlığın kurulduğu dayanışma ortamını yaratırlar. Birey bu yapı içinde yalıtılmışlığı reddeder ve topluluğun ortak alanının inşasına katılır.
Anlatılanlar üzerinden halkın yüzleştiği toplumsal sorunların yalnızlaşma ve yalıtılmışlığın hem nedeni hem sonucu olduğu söylenebilir. Nedenidirler çünkü tek başına bu sorunlarla başa çıkmakta zorlanan bireylerin enerjisini ve zamanını emerek, onları kendi kabuğuna çekilmek zorunda bırakırlar. Diğer yandan sonucudurlar çünkü bireylerin birlikte mücadele ederek bu sorunları aşabilme olanağı vardır. Kişilerin birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürmeleri, sorunların kalıcılık kazanıp sürekli daha fazla ağırlaşmasına mahal verir. Oysa, dayanışmacı bir ortaklıkla düşlenen daha özgür ve adil bir toplumu yaratmak mümkündür.
1. Hans-Georg Gadamer, Hegel'in Diyalektiği, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, 2021, s.147
2. A.g.e.,ss.148-149
3. A.g.e.,s.150.
4. A.g.e.,s.148.
/././
Belediyelere operasyon Erdoğan’a başkanlık, yandaşa rant -Nurcan Bilge Gökdemir-
AKP-MHP ortaklığı yerel seçimlerde sarsılan iktidarını korumak tüm tuşlara birden basıyor. Ankara’da sahnelenen siyasi manevralar bir tarafa, yerelde de muhalefete kaptırılan belediyeler üzerinde büyük bir oyun sergilenme hazırlığı var.
Merkezi iktidarın yolunun, yerel yönetimlerde varlık gösterilerek açıldığını 2002’de deneyimleyen AKP, 2024 yerel seçimlerinde yaşadığı hezimetin işaret ettiği sonu tersine çevirecek arayışlarını sürdürüyor. 31 Mart yerel seçimlerinde halkın genel hoşnutsuzluğunu gören Cumhur İttifakı, bunda bir önceki dönemde göreve gelen belediye başkanlarının hizmetlerinin etkili olduğunu da tespit etti. Bir önceki dönemdeki kayyum uygulamalarının oy kaybı olarak sonuçlandığı tespiti ve seçim öncesi sınırlı da olsa kayyum atamama sözü ile sağlanan işbirlikleri dolayısıyla bir süre frene basan iktidar bilindiği gibi kısa süre önce kayyım kartını yeniden açtı. DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti’ye ardından da CHP’li Ahmet Özer’in yönettiği Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı.
HESAPLAR DİDİK DİDİK
Kayyum kabusunun geri dönmesi ile “Halk iradesine darbe” olarak nitelendirilen bu uygulamanın sürüp sürmeyeceği merak edilmeye başlandı. Bu arada İçişleri Bakanlığı’nda CHP’li İstanbul ve Ankara belediyelerinin de aralarında bulunduğu CHP’li belediyelerin tamamının tüm hesaplarının didik didik incelendiği duyuldu. DEM Partili 40’a yakın belediyeye kayyum atanabileceği sızdırıldı(!) Belediyelerden de bakanlık müfettişlerinin tam mesai yaparak bizzat yerinde inceleme yaptıkları haberleri geldi.
ÜZERİNE GİDECEKLER
Bunların nasıl sonuçlanacağı ise Erdoğan’ın Kırgızistan dönüşü uçakta yaptığı açıklamada görüldü:
“CHP’nin seçim mantalitesi, mantığı her zaman böyle çalışmıştır. Bu süreci en hayırlı şekilde yargı işletiyor. Üzerine üzerine gidecekler. Çünkü eğer biz bu pislikleri temizleyemezsek, şunu bilelim ki ülkemizin geleceği de pek hayra alamet olmaz. Şu anda ben yargının çok sağlam yere bastığını görüyorum. Açıklanan rakamlar basit rakamlar, ufak rakamlar değil. Bu rakamlarla ilgili belgeler ortaya çıktığında bunlar ne diyecekler? Bunun hesabını vermeleri lazım. CHP’li belediyeler, kamunun kaynaklarını hoyratça harcarken, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa bunların hesabının sorulması gerekir. Bu hesabı milletimiz adına sormaktan çekinmeyiz. CHP’de her zaman olduğu gibi bugün de siyasi sorumluluk ve mali disiplin konusunda ciddi bir eksiklik söz konusu.”
“Üzerine üzerine gidileceği” tehdidi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, ihbar gerekçesi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği konserlerle ilgili inceleme başlatması ile hayata geçirildi.
Hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi için bazı etkinliklerde usulsüz harcama yapılarak kamu zararına yol açıldığı iddialarına ilişkin resen soruşturma başlattı. Başkanlar soruşturmaya konu olan iddiaların yersizliği, haksızlığı ile ilgili birbiri ardına açıklama yaparken bu kez savcılık, Beykoz Belediyesi tarafından düzenlenen konserler ile Beykoz Anadolu Spor AŞ'nin TFF 2. Lig'de mücadele etme sürecine ilişkin düğmeye bastı.
KAYYUM HAZIRLIĞI
Savcılık soruşturmaları ile başkanlar dolayısıyla da CHP’li belediyeler yolsuzluk suçlamasının muhatabı haline getirilip itibarsızlaştırılmaya çalışılırken iktidar adli soruşturmalara konu edemediği belediyelerin elini kolunu bağlayacak bazı adımlar atmaya da hazırlanıyor. Yeni yılla birlikte belediyelerde personel istihdamının yakından izleneceği konuşuluyor. Belediyelerdeki işe alımların Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı’nın kuracağı merkezi kamu personeli sistemi içine alınması planlanıyor. Belediyelerin sözleşmeli personel istihdamını zorlaştıracak düzenlemelerin de hayata geçirilmesi ile başkanların en yakın çalışma arkadaşlarını bile belirlemesinin engellenmesi gündemde.
Bir başka önemli yaptırımı da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan duyurdu. Işıkhan, 150 milyar liraya ulaşan borçların tahsili için haciz dahil her türlü yönteme başvuracaklarını da açıkladı. Bakan Işıkhan’ın “Eşit davranacağız” sözlerine karşın haciz memurlarının öncelikle ve daha çok muhalefet partili başkanların yönettiği belediyelerin kapısını çalacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek. Üstelik en borçlu belediyelerin AKP’li belediyeler olduğu da biliniyor.
SANDIKSIZ BAŞARI ARAYIŞI
İktidarını koruma konusunda mevzuat ya da yerleşik kuralları hiçe sayma konusundaki sabıkası malum AKP-MHP ortaklığı bu kez de sandıktan çıkartamadığı yerel iktidarı 2015’ten bu yana yapılan tüm seçimlerde sergilenen hukuk dışı uygulamalarla ele geçirme peşinde.
Bu döneme özgü bir başka neden de Erdoğan’a yeniden başkanlık yolunu açacak siyasi sonuçları elde etme arayışı. Yerel seçimlerde birinci parti konumuna yükselen ve ilk seçimde Erdoğan’ın yerine oturacak yeni başkanı bünyesinden çıkartması olası CHP’yi yıpratmak. Özelde de kamuoyu araştırmalarında Erdoğan’ın önünde destek aldığı ortaya çıkan iki belediye başkanı Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu itibarsızlaştırarak yarış dışı bırakmak.
RANTI ELE GEÇİRMEK
Sadece bunlar değil elbette, AKP ve ortağı MHP, belediyeleri kaybederek iktidarını tahkim etmesini sağlayan rant paylaşımından mahrum kaldı. İktidara yakın isimler, örgütler, gerici yapılanmalara belediyelerden kaynak aktarılamaz oldu.
AKP’nin ve son yıllarda ortaklaştığı MHP’nin attığı her adımın arkasındaki temel motivasyon belediyelerle ilgili sahnelenen yeni oyunda da aynı: Her yolu meşru sayarak siyasi fayda sağlamak, seçmen iradesini yok saymak, rakipleri hukuk dışı yöntemlerle bertaraf etmek ve rantı paylaşmak…
SARAY’DAKİ BULUŞMA
Her buluşmalarından tehlikeli manevraların çıktığı Erdoğan ile Bahçeli, dün bir kez daha bir araya geldi. 1 Ekim’de Bahçeli tarafından başlatılan yeni sürecin ikinci döneminin masaya yatırılması beklenilen bu buluşmadan sonra belediyelere yönelik operasyonların hızlandırılması da bekleniyor.
Tüm bunlar kısa sürede yaşanarak görülecek. Ancak kesin olan bir şey var, iktidarı korumak için elinde seçmen desteği kalmadığına göre, önümüzde iktidarın devam olanağı yaratabilmek için daha tehlikeli oyunların oynandığı günler olacaktır…
/././
İsrafın sonu yok -Havva Gümüşkaya-
İsraf harcamaları bütçedeki kara deliklerin daha da büyümesine neden oldu. Harcamalar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 79 arttı. Uçak kiralarına 5,2 milyar TL, baskı ve ciltleme giderlerine 13,6 milyar TL aktarıldı.(https://www.birgun.net/haber/israfin-sonu-yok-576295)
Ziraat Bankası’nın logosunda değişikliğe gidildi. Logoda a harfi değişikliğinin yaklaşık bir milyar liralık maliyeti oldu. CHP’li Akay, “Tasarruf tedbirleri garibana sınırsız, milyar milyar harcamalar Ziraat Bankası’na mı” diye sordu.(https://www.birgun.net/haber/ziraatin-asina-milyonlarca-lira-akti-576322)
Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) bir bölümünün Beştepe Millet Ormanı’na çevrilmesine yönelik ilk adım 2022 yılında atıldı. Mimarlar Odası’nın teknik gerekçelerin yanı sıra, “Atatürk’ün mirasına ve Cumhuriyet değerlerine saldırı yapıldığı” gerekçeleriyle de yargıya taşıdığı Beştepe Millet Ormanı için Orman Genel Müdürlüğü, 14 milyon TL harcadı. 9 Ağustos’ta yapılan 14 milyon TL’lik harcama kapsamında, “Beştepe Millet Ormanı” adı altında AOÇ arazisine çeşme, tuvalet, 15 kameriye, 55 bank, yürüyüş ve bisiklet yolu ve ahşap köprü kurulacağı belirtildi.(https://www.birgun.net/haber/ataturk-orman-ciftligi-arazisine-bestepe-millet-ormani-israri-576315)
***
2025 yılı bütçe görüşmeleri, dün Hazine ve Maliye Bakanlığı ile bağlı kurumların bütçelerinin görüşüldüğü komisyonda devam etti. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeler, Bakan Şimşek’e yönelik protestolarla başladı. Komisyonda CHP’li vekiller, ‘Türkiye enflasyonda Avrupa birincisi’, ‘Türkiye faizde dünya birincisi’, ‘Türkiye gıda enflasyonunda Avrupa birincisi’ yazılı dövizler tuttu. Komisyonun CHP’li vekilleri Tahsin Ocaklı ve Cevdet Akay, TÜİK’in güvenilir olmayan hesaplamalarını eleştirerek Şimşek’e abaküs vermeyi teklif etti.
Protestoların ardından sunum yapan Şimşek, eğitim harcamalarındaki yüksek fiyatlar ve kira artış oranında yüzde 25 sınırının kaldırılmasının enflasyonu hızlandırma etkisi gösterdiğini itiraf etti.
Şimşek, konuşmasında “Türkiye'deki vergi yükünün yüksek olduğu algısının gerçeği yansıtmadığını” iddia etti. Bakan Şimşek, ayrıca bir kez daha “hedef enflasyonla uyumluluk” mesajı vererek asgari ücret zammında bu formulü işaret etti. Şimşek "Bütçe imkanlarının elverdiği ölçüde yönetilen ve yönlendirilen fiyatları enflasyon hedefiyle uyumlu olarak belirleyeceğiz" diye konuştu.
DAKİKADA 15 MİLYON VERGİ ÖDENİYOR
Şimşek’in iddia ettiğinin aksine yurttaşlar verginin yükünü her geçen gün daha fazla sırtladı. Yurttaşlar, hem yüksek enflasyona hem de “yanlış algı” denilen vergi yüküne ezdirildi.
Şimşek, vergi yükünün yüksek olmadığını iddia etse de ülkede her bir dakikada 15 milyonu aşkın vergi ödendiği ortaya çıktı. Yılın ilk on ayında yurttaştan toplam 6 trilyon 853 milyar lira vergi toplandı. Vergi uzmanı Ozan Bingöl, bu tutarın ayda 685,3 milyar lira ödendiği anlamına geldiğini yazdı.
Yurttaşlar, yılın ilk on ayında
• Dakikada 15,6 milyon lira,
• Saatte 939,3 milyon lira,
• Günde 22,5 milyar lira,
• Ayda 685,3 milyar lira,
• Toplamda 6 trilyon 853 milyar lira vergi ödedi.
Ülkede toplanan vergilerin büyük kısmı dolaylı vergilerden oluşurken vergi ödeyen kesimlerin yükü de değişkenlik gösteriyor. Şimşek’in, “yük oluşturmadığını” iddia ettiği KDV, ÖTV gibi vergiler, çoğunlukla yurttaşın günlük harcamalarından toplanıyor.
OVP’ye göre vergilerin bütçedeki payı 2024’te yüzde 83,90’a ulaşacak. 2025’te bu oranın yüzde 87,02 olması bekleniyor. Bütçe gelirleri büyük oranda vergilerden elde edilirken vergiler de halkın sırtına yükleniyor. Dolaylı vergiler yurttaşı ezmeye devam ederken doğrudan vergilerde de adalet sağlanmış değil. Gelir vergisi, adaletsiz vergi dilimi düzenlemesi nedeniyle emekçinin yıl içinde ciddi kayıplar yaşamasına yol açıyor. Yüzde 35’e kadar çıkan vergi dilimleri için emekçilerin talebi ise yüzde 15’lik sabit kesinti.
∗∗∗
TOPLANANLAR NEREYE GİDİYOR?
Komisyonun CHP Grup Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli, Şimşek’in vergi yüküne ilişkin “yanlış algı” dediği sözlerini eleştirdi. Türeli, komisyonda söz alarak “Vergi yükü yüksek” denilen ülkelerin kamu harcamalarına ayırdığı paya dikkat çekti.
Türeli, “OECD'yle bir kıyaslama yaparken şunu yapmak lazım: Orada vergi yükünün en yüksek olduğu ülkeler İskandinav ülkeleri ama bunlar aynı zamanda kamu harcamalarının da en yüksek olduğu ülkeler, yani o ülkelerin kendi yapısı içinde vergi ve kamu harcamaları birbiriyle bağlantılı. Bizde kamu harcamaları düşük. Kıyaslamaları yaparken ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ve ülkelerin kaynakları nerelere, nasıl kullandığı ile bağlantılı bakmak lazım” dedi. Toplanmayan vergileri de eleştiren Türeli, “Geçen sene, 'Etkin olmayan istisna, muafiyet ve indirimlerin kaldırılması hususunda kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz' dediniz. Bir sene geçti üzerinden Sayın Bakan ne yaptınız? Bir şey yapmadığınız anlaşılıyor. 2025 yılında vergi harcaması, vazgeçilen vergi 3 trilyon. 2 trilyon bütçe açığı var. 3 trilyon vergiden vazgeçiyoruz. Böyle bir şey olabilir mi?” diye konuştu.
***
Elektrik faturasında yeni dönem 1 Ocak'ta başlıyor: Kimler etkilenecek?
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun elektrik tüketimine ilişkin düzenlemesi Resmi Gazete’de yayımlandı. 1 Ocak 2025’ten itibaren site, konut ve ticarethane aboneleri için yıllık 5 bin kWh’yi aşan tüketimlerde sübvansiyon uygulanmayacak. Camiler, cemevleri ve AFAD barınma merkezleri gibi yerler düzenlemenin dışında bırakıldı.(https://www.birgun.net/haber/elektrik-faturasinda-yeni-donem-1-ocak-ta-basliyor-kimler-etkilenecek-576330)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder