Dünyada son günüm -Kaan Sezyum-
İnsanoğlu kuş misali diyeceğim, kuşlarla alakamız yok kuzum. Kuşlar dinozorların uzak akrabası, biz ise denizlerden sürüne sürüne gelmişiz, hala da sürünmeye devam ediyoruz, artık ne kadar daha sürünürüz, daha iyi bir insana evrilir miyiz, hiç sanmıyorum, zaten evrin dediğin şey de öyle iki üç nesille olmuyor. Yani bizim güzel günler görme ihtimalimiz çok da yok gibi. En azından hayattayken birilerinin cenazelerine katıldım. Çevremdeki herkesten önce ölmemeyi başardım, bu da bir başarıdır, daha da görmek istediğim cenazeler var haliyle. İnsan hayatta kalmak için yaşıyor, yoksa niye yaşayalım değil mi?
∗∗∗
Ama işte her şey böyle güllük gülistanlık değil. Dün gece rüyamda aksakallı bir dede gördüm. Dede dediysem, lafım gelişi, 46,47 yaşlarında bir genç. Saçlar gitmiş, kafa ful kel, kirpikler, sakallar bembeyaz. “Bu ne hal?” dedim. “Abi ülkenin durumu belli işte, her hafta başı birileri kendilerini fakirlikten, fukaralıktan raylara atıyor, köprüden atıyor, vallahi bala g*te yaşıyoruz şu hayatı.” dedi… Şimdi böyle denince insan hak vermeden edemiyor. Çocuğuna yemek bulamadığı için intihar eden anneleri filan düşününce içim ürperdi gece gece. Rüyamda, evin içinden göreceli sıcak yatağımda olmama rağmen bir titreme, bir serinlik geldi. Arada da doğalgaza %300 zam gelmiş zaten. Neyse ki kalın giyiniyorum, çoluğum çocuğum da yok, soğuktan bir şey gelir mi başlarına diye düşünmüyorum. Nasıl olsa vergilerimiz başımızdaki parazitlere gidiyor, konvoy oluyor gazlıyor, uçak oluyor uçuyor. Bize gelince de ikinci el kazak altına içlik, üzerine kalın fitilli kadife pantolon. Bütün memleket neredeyse evsiz gibi giyiniyoruz kışları. Sokaklarda renk yok, herkes gri, siyah, koyu kahverengi giymiş. Ayaklardaki potinler delik deşik, az bir yağmur yağdı mı, parmaklar kıvrıla kıvrıla, üşüye üşüye bir hal oluyor. Neyse 20 küsur yılda üşümeye, adaletsizliğe, hırsızlığa, haksızlığa açgözlülüğe alıştık… Yani aklım almıyor. Kendilerinden sonra gelecek 20 nesli besleyecek paraları, servetleri var, hala kene gibi kanımızı emmek, daha çok kazanmak, daha da güçlü olmak istiyorlar. İnsan arkadaşını seçiyor ama işte yöneticisini seçemiyor bizimki gibi diyarlarda… Neyse lafı uzattım, rüyamdaki ak sakallı yıpranmış orta yaşlı bireyden bahsedecektim. Buyrun bahsediyorum… “Abi dedi” bana, “Abi, yarın senin dünyadaki son günün” dedi… “Hayırdır ya başka bir öte gezegene filan mı tayinim çıktı?” diye şakaya vurdum. Karşımdakinin ölüm olduğunu anlamıştım. Bergman’ın filminde ölüm can almaya geldiğinde “Gel bir satranç atalım, sonra alırsın canımı” diyordu karakter. Ben satrançta pek iyi olmadığım için şakaya vurayım dedim mevzuyu… “Abi öyle olmuyor, yeni bir karar çıktı” dedi, “Göklerden gelen bir karar?” diye şaka yapayım dedim, komikti ama gülünmedi nedense… “Göklerden de o şekilde gelmiyor da, şimdi yeni bir karar demiştim ya. Artık insanlara hayattaki son günlerinin geldiğini iletme kararı aldık, böylelikle hayatlarını daha anlamlı kılmayı ve daha iyi bir müşteri memnuniyeti hedefliyoruz” dedi… “Müşteri memnuniyeti mi?”, “Eh işte yani onca yıldır hayat var, pek bi faydamız olduğu yok gibi algılanılıyor. Depremler, savaşlar, salgın hastalıklar neden engellenmiyor, diye soruyor ateistler, o yüzden biz de artık yeni bir uygulama ile insanlara hayatlarının son gününün geldiğini tebliğ etmeye başladık”... “Hah çok iyi… Çok iyi yapmışsınız, şimdi yarından sonra ölüyor muyum yani?” diye sitem ettim, sitem sevgiden doğar, zaten bir günüm kalmış ölmeye, ne olacaksa olsun. “Kesinlikle” diye cevapladı kel ve ak sakallı birey. “Şimdi bi iki saate uyanırsınız, sonra hayatınızın son gününü doyasıya yaşarsınız” dedi ve lüks bir araba binip uzadı…
∗∗∗
Gerçekten de dediği gibi iki saat sonra uyandım. Hava leş gibi, İstanbul’da yine yağmur şov var, bir yerleri yine su basmış, büyük ihtimalle bir önceki gece bu boğulanlara da tebligat yapılmıştır. Cepte iki kuruş para var, bari, Taksim’e gideyim insanlara, hayata, son bir kez daha bakarım, sonra da sabaha kadar yürüyüş yapar, sonra da ölümüne uyurum, diye düşündüm. Atladım Taksim’e doğru, e iki durak yaklaşınca metro iptal oldu. Kadınlar yürüyüş yapmasın diye Taksim’i kapatmışlar. Polise derdimi anlatmak istiyorum bana “E-devletten adresini göster anca öyle İstiklal Caddesi’ne girebilirsin” diyor… Tadım kaçtı, gerisin geri Karaköy’e indim, en azından bir vapurla Kadıköy’e geçer, yolda da boğaza son bir kez bakarım diye düşündüm. Vapur geldi, gelmez olaydı. O şekilsiz, zevksiz bir tasarımcı tarafından hazırlanmış aşırı pahalı tuvalet terliğine ya da çaydanlığa benzeyen o vapurlardan. Hava zaten leş, vapurun içi rutubetli, dışında durulmuyor. Söylene söylene Kadıköy’e geldim, sahilden Moda’ya yürüdüm, çok üşüdüm. Dedim zaten son günüm, bari Moda Burnu’nun tam burnundaki tuhaf güneş saatinin solundaki banka oturdum. Uyumuşum. İşte dünyadaki son günüm de diğer günlerim gibi böyle güme gitti. /././
Dayanışma etkinliklerinin sosyolojisi -Şükrü Aslan-
1970’li ve 80’li yılların Türkiye’sinde ve Avrupa kentlerinde ‘Dayanışma Geceleri’, daha çok politik işlevleriyle iz bırakan etkinliklerdi. Bu geceler sadece odaklandıkları temalar itibarıyla değil, katılımcıların hali, dili ve söylemiyle de birer muhalif politik gösteri gibiydi. O kadar ki sanatçıların sahnede yer alma biçimleri bile büyük ölçüde muhalif politik sembollerin bir tür fotoğrafına benziyordu. Elindeki sazı, türlü mücadelelerin nesnesi gibi tutan bazı sanatçıların, dakikalarca alkışlandıklarını hatırlarım. Dönemin hâkim siyasetinin yarattığı politik atmosfer, toplumsal kesimlerin bulunduğu yerden bir muhalif ses verme çabalarını tetikliyordu.
Geçtiğimiz Pazar günü Almanya’da Stuttgart Arena’da, Tunceli Eğitim Sağlık Vakfı yararına yapılan dayanışma etkinliğini izlerken, hemen her adımda bu deneyimleri ve sosyolojinin hem değişen, hem de genellikle görünmez kalan yüzlerini düşündüm. Elbette o salonda yerlerini alanlar da aynı şekilde toplumsal coğrafyalarına duyarlılardı. Hatta bu duyarlılığın çok daha gelişmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Atalarının yaşadığı topraklara yapılan ziyaretler, geleneğin türlü ritüellerine gösterilen saygı, geçmiş hakkında kullanılan özenli dil, kendi kültüründe, dilinde, coğrafyasında güven ortamında yaşama hayalleri vb. ortak duygu, tutum ve arzulardı. Bu durumu hemen her şekilde gözlemlemek mümkündü.
∗∗∗
Eğitim gerçekten de geleneksel Dersim coğrafyasının geleneğinde vardı. Daha resmi okullar yokken bu coğrafyanın çoğu köylerinde, maliyeti köyün ileri gelen ailelerden biri tarafından karşılanan enformel okullar vardı. ‘Kuş içmez kervan geçmez’ diye tarif edilen bu coğrafyada ‘eski yazı’ olarak bilinen Osmanlıcayı da, Latin alfabesini de okuyan-yazan kuşaklar vardı. Bilhassa genç neslin okuma; Türkiye ya da dünyanın iyi üniversitelerinde yer bulma arzusu ve arayışı dikkat çekiciydi.
Bu öylesine güçlü bir eğilimdi ki, coğrafyanın çocukları oldukça zor koşullarda okumuş, lise ve üniversite giriş sınavlarında çok kez başarı listelerinin üstünde yer almışlardı. Bu başarılı deneyimler giderek bir geleneğe dönüşecekti. Bugün çalışma alanlarında etkili izler bırakan akademisyenlerden Fransa’da Prof. Dr. Mehmet Ali Oturan, Prof. Dr. Hüseyin Fırat, Almanya’da Prof. Dr. Şahin Albayrak, Prof. Dr. Süleyman Ergun, Türkiye’de Prof. Dr. Müslüm Bozyiğit, Prof. Dr. Ahmet Saltık, Prof. Dr. Kamer Kılınç ve daha niceleri bu kahırlı coğrafyanın çocuklarıydı ve zor koşullarda okumuşlardı. Şimdi de çoğunluğu üniversitelerde aktif olarak çalışan, aynı coğrafyadan yüzlerce bilim insanı onların izini sürüyor.
∗∗∗
Bugünün öğrencilerine bakınca da hep aynı eğilimi düşünürüm. Bütünüyle bağışlarla sağlanan desteklerle Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı’nın burs verdiği 509 öğrencinin içinde başarılı bir gelecek vaat eden çok sayıda aday bulunuyor. Üstelik bu öğrenciler de tıpkı daha önceki kuşaklarda olduğu gibi toplumsal coğrafyalarının haline, diline, geleneğine ve dertlerine aşina ve yine aynı şekilde bu durumdan kaygı duyan bir kuşağı oluşturuyorlar. Yani gelenek devam ediyor ve geleceğe dair büyük umut veriyor.
İşte bu öğrencilerin desteklenmesini amaç edinen ve tümüyle gönüllü bir grubun düzenlediği ‘Stuttgart Dayanışma Etkinliği’ coğrafyanın eğitim geleneğine işaret eden pek çok onur verici yeni uygulamaya da sahne oldu. Etkinliğin gerçekleştiği mekan sahibinden başlamak üzere katılan sanatçılara, ses düzenini sağlayanlara, satış ve salon görevlilerine kadar hemen herkes gönüllüydü. Dahası çok sayıda iş insanı bu etkinliğe ve Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı’nın burs çalışmasına sponsor olmuşlardı. Etkinliğin adı da yine bu gönüllü ekip tarafından belirlenmişti: ‘Karanlığa ışık, genç yüreklere umut’...
Dayanışma etkinliğinin bu türü sanki geleneğin yeni bir sesi ve türüydü. Etkinlikte konuşmacı olarak seçilenler de, alanlarında tanınan ve genç nesiller için model olan akademisyenlerdi. Öyle sanıyorum ki Stuttgart Arena’da pek çok şehrin sivil toplum ve akademi ilişkisine dair model olacak özgün bir dayanışma deneyimi gerçekleşti. Eğitimin ve geleneğin kesişiminde bu deneyimin takip edilmesini özellikle öneririm.
/././
Bu süreçten barış çıkar mı?-Berkant Gültekin-
Türkiye siyaseti sürprizlerle dolu. 12 Eylül 2010 referandumunda AKP-Cemaat ittifakına karşı “Hayır” diyen sol kesimleri “MHP ile aynı saftasınız” diye hedef alanlar, şimdi MHP liderini Öcalan’ı Meclis’e çağırmasından dolayı yere göğe sığdıramıyor.
Bu süreçte MHP’nin bir anda Kürt meselesi için ne kadar önemli bir parti olduğu keşfedildi. Oysa eski çözüm süreci zamanı MHP’nin bu işe muhalif olmasını kimse sorun etmiyor, “MHP olmadan süreç başarıya ulaşamaz” gibi bir görüşü savunmuyordu. Ne var ki Bahçeli malum çağrıyı yaptıktan sonra bir anda aydınlanma yaşandı, yeni yeni teoriler üretildi.
Meğer zaten kavgalı tarafların el sıkışması gerekirmiş, önemli olan zaten çağrının Bahçeli’den gelmesiymiş, bu mesele anca en uçtaki aktörün gönüllü olmasıyla çözülürmüş… Ama her nedense bu kadar “bariz bir gerçeği” 1 Ekim’den önce kavrayabilen yoktu. Kimse MHP’yi ve Bahçeli’yi çözüm meselesinde bu kadar merkezi bir pozisyona koymuyordu. Hatta “Bahçeli engel olmasa Erdoğan ne açılımlar yapar ne açılımlar” diye görüşler ortaya saçılıyordu.
Kabul edelim ki memlekette nabza göre şerbet siyaseti profesyonel bir meslek haline gelmiş. Oysa sormak lazım; ülkenin tarihsel bir sorununun demokratik çözümü neden milliyetçi bir partinin yol haritasına bağlı olsun? Sağ ne zaman ülkenin bir meselesine sahiden özgürlükçü bir akılla yaklaşmış, demokratik bir çözümü savunmuş ki? Sağ bunu yapmadığı için sağdır zaten.
Deniyorsa ki “Sağın ne olduğu belli ama yaşadıkları sıkışma iktidarı bazı olumlu sayılabilecek adımları atmaya zorlayabilir”, bunun da sürecin nasıl geliştirilmek istendiğine bakıldığında çok uzak bir ihtimal olduğu görülebilir. Bir kere dünyada böylesi bir meseleyi çözecek ilk ülke Türkiye değil. Modern siyasi tarih, çatışma süreçlerini çözüme kavuşturma konusunda hiç küçümsenmeyecek bir literatür biriktirdi.
İster FARC ister IRA örneğine bakalım, fark edilecektir ki böylesi kapsamlı sorunların üzerine, sosyoekonomik gerçekliğin ve toplumsal psikolojinin de dahil olduğu bir dizi parametre hesaba katılarak gidilmiştir. Silahsızlanma ve entegrasyon aşamaları detaylı şekilde planlanıp kağıda dökülmüştür. Elbette Türkiye özgün koşulları olan bir ülke ve başka bir ülkenin şablonu buraya direkt uymaz. Ancak bu, hiçbir modele uymayan mevcut süreçten demokrasi ve çözüm beklenmesini de haklı çıkarmaz.
Peki her şeye rağmen huzur ve barış gelmesin mi? Akan kan son bulmasın, insanların gözyaşı dinmesin mi? Herhalde bu soruya aklı başında hiçbir yurttaş “hayır” cevabı vermez. Bununla birlikte iktidarın savaş tamtamları çaldığı dönemler de dahil olmak üzere her zaman demokrasi ve barıştan yana olan kesimlerin bu sürece mesafe koymaları, bir kenara atılıp önemsizleştirilmemeli. “Sürece tuzu kurular karşı çıkıyor” türü sözlerle, eleştirel duruş itibarsızlaştırılmaya çalışılmamalı. Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesinin iktidar karşıtı cepheyi taşlayarak büyümeyeceği artık idrak edilmeli.
“Çözüm” diye konuşulan sürecin neyi içerdiği hâlâ resmi olarak ilan edilmedi. Kürt sorununun varlığını kabul etmeyen ama “Öcalan Meclis’e gelip konuşsun” diyen Bahçeli, çağrısını dün “Öcalan ile DEM Parti yöneticileri yüz yüze konuşsun” önerisiyle pekiştirdi. DEM Parti Eş Genel Başkanları da Öcalan’la görüşmek için başvuru yaptı. Ek olarak Bahçeli, gazetecilere yaptığı açıklamada Ahmet Türk’le bir araya gelebileceğini belirtti ve İmamoğlu’nu ağırlaması üzerinden onun misafirperverliğine göndermede bulundu. Bu sözler, şartlar olgunlaşırsa Bahçeli’nin Mardin’de Ahmet Türk’ün misafiri olabileceğinin sinyali gibiydi.
Cumhur İttifakı’nın bir kanadı, Öcalan’la pazarlık üzerinden Kürt hareketini farklı bir siyasi koordinata çekecek bir kurgu üzerine çalışırken, diğer kanat kayyum hukuksuzluğuna devam ederek Kürtlerin en temel demokratik haklarını gasp ediyor. Bu belki gerçek bir çelişki belki de “havuç-sopa” siyasetini esas alan danışıklı bir ayrım. Ancak özünde her ne olursa olsun rejim blokunun bileşenlerinin ortak hedefi, Erdoğan’ın ömür boyu başkan olacağı bir yolun taşlarını döşemek. Süreç dahilinde açık açık dillendirilen tek konu bu.
Rejim her açıdan çok kollu bir siyaset izliyor. Kucağında taşıdığı dev sorunların yıkıcı bir siyasi bir maliyete dönüşmemesi için hesaplı adımlar atıyor. Bir yandan geniş kesimlerinin geçim krizini politik açıdan etkisiz elemana dönüştürmek amacıyla korku iklimini yoğunlaştırırken diğer yandan muhalefetin tüm hatlarını dağıtarak olası rakiplerini zirve seçmen desteği seviyesinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Aynı anda, muhalefetin, piyasacılığın karşısına koyduğu kamucu uygulamalarla (bkz. kreşler) kazandığı halk teveccühünü de devlet gücüyle yok etmek istiyor.
AKP iktidarı 22 yıllık bir geçmişe sahip. Cumhuriyet’in neredeyse dörtte biri siyasal İslamcılarla geçti. Ülke bu sürede sayısız suça tanıklık etti. Ölümler, katliamlar, şiddet, darbe girişimi, seçim ihlalleri, yasaklar, baskılar, ayrımcılık, mezhepçilik, dış politikada çöküş, kontrolsüz göç ve türlü türlü hukuksuzluklar gördü. Laikliğin altı oyuldu, çürüme her yanı sardı, çeteleşme sıradanlaştı. İnsanları yıllardır haksız yere hapiste tutan bu düzen, daha önceki gün sırf kadınlar yürüyecek diye Taksim’i kapattı.
Artık bu iktidarın, demokrasi ve özgürlük gibi kavramlara hangi mantıkla yaklaştığının herkes farkında. Muhalif siyasetin tüm aktörleri de önlerine konulan kutunun ambalajı ne kadar parlak olursa olsun, içinden memleket adına olumlu bir şey çıkmayacağını anlamalı.
/././
İklim finansmanı bir başka bahara kaldı -Özgür Gürbüz-
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki Birleşmiş Milletler İklim Konferansı (COP 29), ‘güzel haber’ bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Pazar gününe kadar uzayan ve iklim krizini durdurmak için gereken finansmana odaklanan bu yılki müzakereler, gereksinimi karşılamayan bir finansman paketiyle noktalandı.
Toplantının odak noktası, iklim krizinin bir numaralı sorumlusu zengin ülkelerin, yol açtıkları hasarı karşılamak ve gelişen ülkelerin iklim krizini durdurmak, etkileriyle mücadele etmek için gereksinim duydukları teknik ve mali yardımı yapma sözünü verip vermeyecekleriydi.
∗∗∗
Yapılan hesapların ışığında gelişen ülkeler masaya, 2035 yılına kadar yılda en az 1,3 trilyon dolarlık bir mali destek talebiyle oturdu. Bu finansmanın büyük bölümünün de kredilerden çok hibe şeklinde verilmesini istiyorlardı. Gelişmiş ya da zengin ülkeler ise iki haftayı aşan müzakerelerden sonra yılda 300 milyar dolar vermeyi taahhüt eden bir sözle masadan kalktılar. Hibe vurgusu da yoktu. 1,3 trilyon dolara ise Yeni Toplu Sayısallaştırılmış Hedef metninde sadece işaret ettiler. Gerekenin dört katından az bir miktarla, bir anlamda küresel güneye “başınızın çaresine bakın” dediler.
Deniz seviyesindeki yükselmeyle her geçen gün yaşadıkları toprakları kaybetme tehlikesi artan ada devletleri toplantıdan kızgın ve üzgün ayrıldı. Seller ve fırtınalarla yurttaşlarını yitiren az gelişmiş ülkeler, iklim krizini durdurma umudunu bir başka toplantıya erteleyerek evlerine döndü. Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerjiye, enerji verimliliğine yatırım yapmak isteyen gelişen ülkeler, gereken parayı bulamadan ülkelerinin yolunu tuttu.
2024 gezegenin gördüğü en sıcak yıl ilan edilirken, seller, orman yangınları, sıcak hava dalgaları ve fırtınalar ülkeleri kasıp kavururken dünya liderleri bir kez daha insanlığa sırtını döndü ve kendilerini kukla gibi oynatan dev şirketlerin, fosil ve nükleer enerji lobilerinin emirlerini yerine getirdi.
∗∗∗
Gelişen ülkeler para dilenmiyordu, atmosfere tarih boyunca kim daha çok seragazı bıraktıysa onlar bedelini ödesin istiyordu. İklim mücadelesi artık gözle görülür bir adalet, gezegenin eşitlik mücadelesinin bir parçası oluyor. Küresel güneyin kuzeye isyanı.
1,3 trilyon dolar da çokmuş demeyin. Para var. IMF bile 2022 yılında fosil yakıtlara verilen sübvansiyonların 7 trilyon doları aştığını söylemişti. Kömürü, petrolü sübvansiyonlarla destekleyenler, bunu enerji tasarrufu ya da yenilenebilir enerji için yapmıyor. Bütün mesele bu. Geçen yıl silahlanmaya harcanan para 2,4 trilyon dolar. Öldürmeye para harcamakta sorun görmeyenler, yaşamı kurtarmaya gelince yok diyor. Bütün mesele bu…
300 milyar doların yetersizliği ortada. Brezilya İklim Gözlemevi, Rio Grande do Sul eyaletinde bu yıl meydana gelen tarihi sel felaketinin maliyetinin 17 milyar doları bulabileceğini söylüyor. 300 milyar dolarla hangi selin, hangi kasırganın hasarını durduracaksınız? Hangi Afrika ülkesinde deniz seviyesinin yükselmesine karşı setler yapacaksınız? Asya ülkelerini kömürden güneşe geçirecek, enerji tasarrufu yaptıracak altyapıyı nasıl kuracaksınız?
Mesele sadece para da değil. Zengin ülkeler, 1994’te hayata geçen Çerçeve Sözleşmesi kapsamında tanımlanan sorumlu ülkelerin kapsamını da genişletmek, Çin, Güney Afrika gibi gelişen ülkelerin de finansmana katkıda bulunmasını istiyorlar. Bakü’de ilk adımı da attılar. Buna, gecikmelerinin bedelini de gelişen ülkelere ödetme çabası desek yeridir. Hesaplar değişiyor, sadece Çin değil Türkiye de güncel ve kişi başına düşen emisyonlarla başka bir klasmana doğru ilerliyor ancak önce ilk yemeğin hesabının kapatılması sonra ikincinin konuşulması daha doğru olur.
Bakü’de seragazı emisyonlarının azaltımı için kesin çizgiler çizen bir karar çıkmadı. Fosil yakıtları kullanmayı bırakmak için küresel bir hedef hâlâ ortada yok. Başını Avrupa Birliği’nin çektiği yeni kömür santralı yapmayacağım taahhüdüne Birleşik Krallık, Yeni Zelanda ve Kolombiya gibi birkaç ülke daha katıldı ama bu konuda da daha geniş bir koalisyona henüz ulaşılamadı. Türkiye’nin 2026 yılındaki konferansa ev sahipliği yapma isteği de Haziran ayında karara bağlanacak gibi gözüküyor. Rakip Avustralya
∗∗∗
Şimdi gözler bir yıl sonra Brezilya’da yapılacak toplantıya çevrildi. Amazon bölgesindeki Belem kentinde hem ev sahibi ülkenin hem de sivil toplumun baskısı daha güçlü olacak. Bakalım iklim krizini körükleyen dev şirketler, oradan da arkalarına saklandıkları hükümetlerin marifetleriyle kurtulabilecek mi?
/././
Kırşehir'de işsiz kalan öğretmen intihar etti.
Kırşehir'de ataması yapılmayan 37 yaşındaki resim öğretmeni Ömer Şahin intihar etti. Halk Eğitim Müdürlüğü'nde resim kursiyeri olarak çalışan Şahin'in, tasarruf tedbirleri sebebiyle kursların kapatılması üzerine kısa süre önce işsiz kaldığı öğrenildi.
(https://www.birgun.net/haber/kirsehir-de-issiz-kalan-ogretmen-intihar-etti-579564)***
MTV, ehliyet, pasaport, IMEI kayıt ve yurt dışı çıkış harcına dev zam!
Resmi Gazete'de yayımlanan tebliğe göre yeniden değerleme oranı 2024 yılı için yüzde 43,93 oldu. Yeni 'yeniden değerleme oranı' ile ehliyet harcı, araç muayene ücreti, pasaport harcı, IMEI kayıt ücreti ve yurt dışı çıkış harcına büyük zamlar geldi. IMEI kayıt ücreti 45 bin 614 TL'ye yükseldi. 10 yıllık pasaport harcı 11 bin 274 TL oldu. MTV ve Trafik cezaları da zamlandı. Yeni fiyatlar 1 Ocak 2025'ten itibaren geçerli olacak.
Türkiye'de halkın geniş kesimleri büyük bir geçim krizi yaşarken zamlar da art arda gelmeye devam ediyor.
Bugünkü Resmi Gazete'de Hazine ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'nın "Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği" yayımlandı.
Yayınlanan tebliğde, yeniden değerleme oranı 2024 yılı için % 43,93 olarak tespit edildi.
2025 yılında trafik cezaları, MTV, ehliyet, pasaport ve yurt dışı çıkış harçları, araç muayene ücreti, bu orandan zamlanacak.
Gelen zamların ardından yurttaşın ödeyeceği bedeller şöyle şekillendi:
IMEI kayıt ücreti
Yurt dışından getirilen cep telefonlarının IMEI kaydını yaptırmak için ödenecek harç, 31.692 TL'den 45.614 TL'ye yükseldi.
Pasaport harçları
Pasaport harç ücretleri şu şekilde belirlendi:
6 aya kadar: 2.359 TL (eski tutar: 1.639 TL)
1 yıl: 3.448 TL (eski tutar: 2.396 TL)
2 yıl: 5.631 TL (eski tutar: 3.912 TL)
3 yıl: 8.000 TL (eski tutar: 5.558 TL)
3 yıldan fazla: 11.274 TL (eski tutar: 7.833 TL)
Ehliyet harcı
Otomobil, minibüs ve kamyonet sürücüleri için geçerli olan B sınıfı ehliyet harcı, 3.945 TL'den 5.678 TL'ye yükseldi. A sınıfı sürücü belgesi için ise harç tutarı, 1.308 TL'den 1.883 TL'ye çıktı.
Ayrıca ehliyet alınırken vakıf hizmet bedeli ile değerli kağıt bedeli de ödeniyor.
Vakıf Hizmet Bedeli 230 TL'den 331 TL'ye yükselirken; Değerli Kağıt Bedeli 990 TL'den 1.425 TL'ye yükseldi.
Araç muayene ücreti
Araç muayene ücreti, 1.821 TL'den 2.621 TL'ye yükseldi.
Yurt dışı çıkış harcı
Yurt dışı çıkış harcı, 500 TL'den 719,7 TL'ye yükseldi.
MTV FİYATLARI
Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) de Yeniden Değerleme Oranı üzerinden zamlanacak.
Motor silindir hacmi 1300 ve altı olan yeni araçlarda en düşük MTV 3 bin 359 TL’den 4 bin 835 TL’ye yükseldi.
Türkiye'de en yaygın kullanılan silindir hacmi 1301-1600 arası yeni otomobillerde en düşük MTV de 5 bin 851 liradan 8 bin 421 liraya çıktı.
Otomobillerde uygulanan araç muayene ücreti 1821 liradan 2 bin 621 liraya yükseldi.
TRAFİK CEZALARI DA ARTTI
Yeniden değerleme oranı ile trafik cezaları da önümüzdeki yıldan itibaren zamlanacak. Buna göre, 2025 yılında bazı trafik cezaları şöyle olacak:
Seyir halinde cep telefonu kullanmak, kırmızı ışık ihlali, muayene yaptırmamak: 2.168 TL (1.506 TL)
Ruhsatsız araç kullanma: 9.267 TL (6.439 TL)
Emniyet kemeri takmamak, park yasağını ihlal: 993 TL ( 690 TL)
Engelli otoparkını işgal: 1.986 TL (1.380 TL)
Kış lastiği taktırmamak: 5.856 TL (4.069TL)
Alkollü araç kullanmak (ilk defa): 9.267 TL (6.439 TL)
***
Alaattin Çakıcı, Hrant'ın katili Ogün Samast ile görüştü
Suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı, Trabzon ve Rize’ye giderek bir dizi görüşme yaptı. Bu görüşmeler çerçevesinde Çakıcı, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve BirGün yazarı Hrant Dink'in katili Ogün Samast’la bir araya geldi. Trabzon’da, Rize yolu üzerindeki bir otelde bir araya gelen Çakıcı ile Samast’ın daha sonra birlikte Rize’ye gittiği öğrenildi. Görüşme öncesinde Samast’ın Çakıcı’nın elini öptüğü ve “amca” diyerek hitap ettiği ifade edildi.(https://www.birgun.net/haber/alaattin-cakici-hrant-in-katili-ogun-samast-ile-gorustu-579530)
***
RTÜK yine ceza yağdırdı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yine çok sayıda kanala ceza kesti. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dizileri hedef almasının ardından RTÜK, 4 diziye ceza verdi. Bu dizilerden biri, tarikat sahnesiyle gündem yaratan Arka Sokaklar oldu. Halk TV, TELE 1, Sözcü TV ve Flash Haber de RTÜK'ün cezalarından payını aldı.
Kanallara verdiği kararlarla büyük tepki çeken RTÜK yine birçok kanala ceza yağdırdı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) bugün yapılan toplantısında; Halk TV, Flash Haber, Tele 1, Sözcü TV, NOW TV, Star TV, Show TV, Kanal D, S Sport, Exxen ve TV8'e 13 ayrı yaptırım uygulandı.
ARKA SOKAKLAR'A TARİKAT CEZASI
CHP kontenjanından seçilen RTÜK üyesi Tuncay Keser, "Tarikatlara dokunan yanıyor. Arka Sokaklar'da, tarikatta küçük yaşta evlilik ve cinayet konusunun işlendiği bölüm, milli manevi değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle ceza alırken, Halis Bayancuk’un Akit TV’deki laiklik karşıtı söylemleri, başvurularımıza rağmen gündeme alınmadı" dedi.
ERDOĞAN DİZİLERİ HEDEF ALMIŞTI
AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada "dizi sektörü kendine çeki düzen vermeli" dedi. Erdoğan'ın dizileri hedef almasının ardından bugün RTÜK, 'Arka Sokaklar', 'Sahipsizler', 'Yabani' ve 'Deha' isimli dizilere ceza verdi.
RTÜK’ün verdiği cezalar ve gerekçeleri şöyle:
• MHP’den üç milletvekilinin istifasının değerlendirildiği ROTA programında kullanılan “Bahçeli’ye dosyayı Erdoğan vermiş” ve “Erdoğan görüntüleri izletmiş” alt yazıları “tarafsızlık-doğruluk” ilkeleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle Halk TV’ye yüzde 3 idari para cezası verildi.
• “Yenidoğan Çetesi”nin konuşulduğu Arena programında İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez’in Sağlık Bakanı’nın İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü dönemi ile ilgili gündeme getirdiği iddialar, tarafsızlık-doğruluk ilkelerine aykırı bulunarak SZC TV’ye yüzde 3 idari para cezası verildi.
• Flash Haber TV’ye, Sunucu Fatih Ertürk’ün Başkentte Gündem programında “Neden aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekliyoruz?” sorusuyla toplumun bir kesiminin kötü olaylara müstahak olduğunu ima ettiği ve ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle yüzde 3 idari para cezası, Can Ataklı’nın “bazen de böyle tersten çakarlar işte”, “bu kadar kafasızlık olur mu ya” ifadeleri, kaba ve argo olduğu gerekçesiyle yüzde 3 idari para cezası verildi.
• Tele1’e, program sunucusu Musa Özuğurlu’nun Gazeteci Yavuz Donat ile ilgili ifadeleri insan onuruna aykırı olduğu gerekçesiyle yüzde 3 idari para cezası verildi.
• Hiranur Vakfı’nda yaşanan sürecin drama hali yaptırıma uğradı. Arka Sokaklar dizisinin, tarikatta küçük yaşta evlilik ve cinayet konusunun işlendiği bölümü, milli ve manevi değerlere aykırı bulunarak Kanal D’ye 2 kez program durdurma ve yüzde 3 para cezası verildi.
• Şiddet sahneleri nedeniyle; “Sahipsizler” dizisi için Star TV’ye, “Yabani” dizisi için NOW TV’ye ve “Deha” dizisi için Show TV’ye 2 kez program durdurma ve yüzde 3 idari para cezası verildi.
• S Sport+, EXXEN TV ve TV8’e spor karşılaşması yayınlarında yasa dışı bahis reklamlarına yer verdikleri gerekçesiyle yüzde 3 idari para cezası, TV8’e ayrıca reklam süresini aştığı gerekçesiyle yüzde 3 idari para cezası verildi.
RTÜK'TEN AÇIKLAMA
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, "Sorunlara müeyyidelerle neşter atmaktan yana olmamakla birlikte yayıncılık ilkelerini harfiyen uygulatmak görevimizdir" ifadelerini kullandı. Şahin, şunları kaydetti:
"Millî ve manevi değerlerimize aykırı dizi filmlerle ilgili sıkı tedbirler almaya devam ediyoruz. Daha önce de ifade ettiğim gibi hiçbir yayıncı reyting şehvetine kapılarak inanç, toplumsal ve kültürel değerlerimizi aşağılayamaz. Kadına yönelik olanı başta olmak üzere şiddetin yayınlar aracılığıyla toplumda olağanlaştırılmasına göz yumamayız.
Haber programlarındaki basın meslek ilkelerini çiğneyen yayınlara da tahammülümüz yoktur. Haftalık olağan toplantımızda yasa dışı bahis reklamı yayınlayan televizyonlar dahil geniş bir yelpazede ağır yaptırım kararları verdik. Sorunlara müeyyidelerle neşter atmaktan yana olmamakla birlikte yayıncılık ilkelerini harfiyen uygulatmak görevimizdir. Sorumlu yayıncılara teşekkür ediyorum."
***
Hasan Arat, Beşiktaş Futbol AŞ’den istifa etti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder