Welcome sayın Trump ve go home sevgili demokrasi -Mine Söğüt-
Seçimleri yine Trump kazanmış. Türk milliyetçileriyle Kürt milliyetçileri bir anda herkesi şaşırtıp karşılıklı masalara oturmuş. Ana muhalefet devamlı oyuna gelip durmuş.
Bizden çok ama çok uzak bir kıtada, kocaman bir ülke, demokratik yolla yapılan bir seçime gitti, herkes kendi iradesiyle sandığa oyunu attı ve sonuçta;
Irkçılık kazandı. Açgözlülük kazandı. Hırs kazandı. Yalancılık kazandı. Kurnazlık kazandı.
Kin kazandı. Nefret kazandı. Savaş kazandı. Öfke kazandı. Adaletsizlik kazandı. Çıkarcılık kazandı. Yolsuzluk kazandı. Kötülük kazandı.
Demokrasi kendini kaybetti.
Bundan 42 yıl önce tam bugün bu ülkede de bir seçime gidilmişti ve o seçimi Kenan Evren ve 1982 Anayasası kazanmıştı.
Yani işkenceciler, darbeciler, adaletsizler, soyguncular, günü gelince ülkeyi tarikatlara peşkeş çekecekler, tüm sol değerleri alaşağı edecekler, cumhuriyetin kazanımlarına göz dikecekler, suyu yavaş yavaş kaynatıp kurbağayı öldüğüne değil içinin ısındığına ikna edecekler, terörü köpürtecekler, dini inançları istismar edecekler, bağımsızlığa sırt çevirecekler, ülkenin Ortadoğu cehennemine kaymasının yoluna taşlar döşeyecekler kazanmıştı.
Biz halkın iradesinden ve demokratik yollarla yapılan seçimlerin sonuçlarının dünyayı felakete sürükleyebileceği gerçeğinden korkmayı, bundan 40 yıl önce çoktan öğrenmiş olmalıydık. Olamadık.
Hâlâ seçimlerden medet umuyoruz. Halkların birgün akıllanıp gerçekten kendileri için, dünya için iyi şeyler yapacak liderleri seçebileceklerini düşünürken, aslında hiç bel bağlamamamız gereken ne varsa inatla onlara bel bağlıyoruz.
Tercihini, büyük paralar akıtılan reklam ajanslarının destekleriyle bir mal gibi pazarlanan politikalara kanarak yapacak olan seçmen kalabalıklarının tamamen tüketici refleksiyle oy kullandığı şu dünya düzeninde, bir gün her şeyin güzel olacağına inanırken acaba neye güveniyoruz?
Kalabalıklar, kendilerini en iyi kandırana oy vermeyi marifet zannediyorlar. Bu gaflet temelinin üzerine inşa edilmiş bir sistemin demokratikliğiyle övünmek ciddi bir aymazlık.
Halkın gücünün gerçekten kendisine ait bir güç olduğu ve kalabalıkların tercihlerini belirlerken gerçekten toplum çıkarlarını ve huzurunu öncelikli tuttuğu bir dünya hayal edebilmek için öncelikle;
Dağdaki çobanla şehirdeki bankacının oyunun bir olabilmesi gerekiyor. Bunun için de her ikisinin eğitim hakkının, sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının, barınma hakkının, seyahat hakkının, kültürel değerlerine sahip çıkma hakkının ve gelir güvencesinin, “eşit” olmayı geçelim önce “var” olması gerekiyor.
Cahilliği pohpohlayan, uyanıklığı yücelten ve kalabalıkları mahrum kaldıkları şeylere ulaşabilmek için illegal yolları izlemeye yüreklendiren iktidarlara “güçlü” gözüyle bakan bir seçmen kitlesi yaratmakla işe başlayanların ele geçirdiği bu dünya düzenini tamamen yakmak sonra her şeyi bambaşka yerden yeni baştan kurmak gerekiyor.
Demokrasinin nimetlerinden külliyen kötülerin faydalandığı bu düzende koşa koşa oy vermeye giden ve tercihleriyle dünyayı cehenneme çevirecek insanları iktidara getiren kalabalıkların savunduğu tüm dini ve ahlaki değerlerin önce yerle bir edilip yerlerine öncekilere hiç benzemeyen yeni değerlerin koyulması gerekiyor.
Seçimlerini, kendi gerçek tercihlerinin bir önemi olmadığını, kendilerine işaret edilen şeyleri tüketmeye kandırıldıklarını fark etmeden hevesle yapan kalabalıkların elinden seçme ve seçilme hakkını almak ve onun yerine sırtlarına seçme ve seçilme sorumluluğu yüklemek gerekiyor.
Demokrasilerde çare tükenmez ama bazen demokrasinin kendisi tükenir.
Dünyayı yönetenlerin satranç oyuncuları gibi uzun vadeli hamlelerini hesapladığı;
Onlar tarafından yönetilenlerinse tavla oyuncuları gibi devamlı zar atıp, kazanmayı da kaybetmeyi de şansa bağladığı bu hayatta bir bakmışsınız, demokratik bir seçim yapılmış ve…
Seçimleri yine Trump kazanmış.
Türk milliyetçileriyle Kürt milliyetçileri bir anda herkesi şaşırtıp karşılıklı masalara oturmuş.
Ana muhalefet devamlı oyuna gelip durmuş.
Siz “Sevr'di, Lozan'dı” derken;
Anayasa muktedirin hayrına istenildiği gibi yontulmuş.
/././
Ankara’da neler oluyor, neler konuşuluyor: “Uzlaşmasız” çözüm ve “bir dönem daha” hamleleri -Gökçer Tahincioğlu-
Erdoğan’ın, Bahçeli’nin açıklamalarından haberi yok muydu? AKP kulisleri, “Öcalan’ın Meclis’te açıklama yapması… Bu konuları Bahçeli’nin dillendirmesi… Bu kadar detaylı bir bilgi alışverişi olmadı…” derken; MHP kulisleri, Bahçeli’nin yakınındaki birkaç kişi dışında açıklamaların önceden bilinmediğini söylüyor.
Ankara’da olanı biteni anlamak güç. İdeolojik kamplara göre yürütülen tahminler, aşırı yorumlar, akıl yürütme çabaları…
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan, Abdullah Öcalan için “umut hakkının” uygulanması teklifiyle devam eden, Öcalan’ın Meclis kürsüsünden PKK’nın silah bıraktığını açıklaması çağrısını sürdürmesiyle yeniden boyutlanan tartışmalar bitmiş değil.
Ancak önce CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne, ardından DEM Parti’nin aldığı Mardin ve Batman ile Halfeti belediyelerine kayyım atanmasıyla, “Erdoğan’ın bir dönem daha aday olması amaçlanıyor, başka bir önemi yok” diyenlerin zafer naraları eşliğinde tansiyonun biraz olsun düştüğünü söylemek lazım.
Devasa tartışmaların birkaç gün içerisinde sönümlendiği, ne yaşanırsa yaşansın birkaç günde olayların birkaç günde normal karşılandığı bir ülke açısından buna da şaşırmamak lazım elbette.
* * *
Ancak arada olup bitenlerin de ayrıca önemi var…
TUSAŞ’a yönelik terör saldırısının, Bahçeli’nin çağrısının hemen ardından yapılması, “Devlet bu işi istemiyor?” gibi ileri yorumlara yol açtı.
Tam da o günlerde, AKP eski Milletvekili Şamil Tayyar, Bahçeli’nin açıklamalarından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haberdar olmadığını söyledi.
Erdoğan, açıktan süreci sahiplenmemiş, süreci “Bahçeli’nin sözlerinin” başlattığına işaret ederek, uzatılan elin havada bırakılmaması çağrısı yapmıştı.
Peşinden kayyım atamalarının gelmesi ise önce Kandil’in anlaşmaya yanaşmaması nedeniyle DEM Parti’ye yönelik politikaların sertleşmesi yorumlarına yol açtı önce… Ardından sürecin başlamadan bittiği, Erdoğan’ın, Bahçeli’nin çağrısına karşılık, kendi tutumunu aldığı yorumlarına…
Şamil Tayyar* * *
Yine Şamil Tayyar’dan, MHP liderinin girişimleriyle cezaevinden çıkabilen yazar Mümtazer Türköne’ye işaret edilerek, “Erdoğan, Bahçeli’nin açıklamalarını bilmiyordu, bu görüş ayrılığı derinleşirse erken seçim gelebilir” diye özetlenebilecek bir yorum geldi.
Türköne de yazısında yine bu görüş ayrılığına işaret ediyordu. Bahçeli’nin devleti, Erdoğan’ın iktidarı temsil ettiğini, iktidar için devlet projesinden vazgeçilmemesi gerektiği uyarısında bulunarak…
* * *
Gerçekten roller karışmış durumda. Bahçeli’nin, Öcalan’ın “umut hakkından” yararlandırılması, Meclis’e gelmesi ısrarında bulunduğu, Erdoğan’ın tam da bu dönemde kayyım politikalarının devreye sokulmasına onay verdiği bir ortamdan söz ediyoruz.
Gerçekten Erdoğan’ın, Bahçeli’nin açıklamalarından haberi yok muydu?
AKP kulisleri de bu yönde konuşuyor. Ancak şu şerhi düşenlerin sayısı fazla:
“Elbette bölgedeki gelişmeler, yeni anayasa masası bağlamında bu konular iki lider arasında konuşuldu. Ancak umut hakkı, Öcalan’ın Meclis’te açıklama yapması… Bu konuları Bahçeli’nin dillendirmesi… Bu kadar detaylı bir bilgi alışverişi olmadı…”
MHP kulislerinde de yorumlar paralel. Bahçeli’nin en yakınındaki birkaç kişi dışında açıklamaların önceden bilinmediği söyleniyor. Ancak Bahçeli’nin tarzı da bu zaten.
7 Haziran seçiminden sonra koalisyona kapı kapatırken de kurmaylarının büyük bölümünün bilgisi yoktu.
* * *
Ancak yerine oturmayan taşlar var.
PKK kadrolarının daha Bahçeli, DEM Partililerin elini bile sıkmadan önce yaptıkları, “Ankara’dan ahlaksız teklifler geliyor” yönündeki açıklamaları misal…
Bu açıklamaların tarihi, Öcalan’la devlet yetkilileriyle görüşmeler yaptığı, ardından bu görüşmelerin sonuçlarının Kandil’e iletildiği bilgisi ile örtüşüyor.
Bir diğeri, DEM Milletvekili, Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’ın İmralı ziyareti…
Bahçeli’nin açıklamalarından iktidarın haberi yoksa, yıllardır kimseyle görüştürülmeyen Abdullah Öcalan’la görüşme kapısının, hemen açıklamanın ardından nasıl açılabildiğini anlamak güç.
* * *
Ankara’da, güvenlik bürokrasisini de yakından tanıyan bir kaynağın yorumunu aktarayım:
“Bütün bunlara ‘taşların yerine oturmadığı’ diye yaklaşmak yanlış olur. İktidarı oluşturan AKP ve MHP’nin, Cumhurbaşkanı ile Bahçeli’nin birbirinden bu oranda habersiz olduklarını, birinin çözümü birinin seçimi düşündüğünü söylemek de öyle… Mesele, kamuoyunun önceki çözüm süreçlerine benzer süreçleri beklemesi. Böyle bir süreç işletilmiyor, işletilmesi de düşünülmüyor…”
* * *
7 Haziran seçimlerinden bu yana muhalefeti “terörizmle” suçlayan, bütün politikalarını buna göre oluşturan Erdoğan’ın, ekonomik krizin de olduğu bir ortamda böyle bir süreci yürütmesi çok da mümkün görünmüyor zaten.
AKP’nin, ekonominin belirleyici olduğu son genel seçim ve yerel seçim dışında en büyük oy kayıplarını birinci ve ikinci çözüm sürecinde yaşadığını anımsayalım.
Üstelik CHP’nin elinde bu kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu gibi hedefe odaklanmış bir aday var.
Bu nedenle iktidar bloğu, süreci bir yandan CHP’yi “terörle” yan yana getirmek, diğer yandan CHP içindeki ulusalcı cephe ile diyalog yanlıları olarak görülebilecek kesimler arasındaki mesafeyi açmak, mümkünse seçime İmamoğlu’nun karşısında Mansur Yavaş’ın da aday olacağı bir tablo ile girilmesini sağlamak hedeflerine odaklanmış durumda.
CHP’li Esenyurt Belediyesi ile DEM Partili belediyelere aynı günlerde kayyım atanması, böyle bir eşitlemeye gidilmesi, bunun göstergelerinden biri.
Bahçeli, her ne kadar üçüncü kez belediye başkanlığından uzaklaştırılan Ahmet Türk üzerinden kayyım politikalarına karşıymış gibi bir mesaj verse de bu adımların bilgisinin dışında atıldığını düşünmek için bir neden yok.
İmamoğlu’nun da “terör” söylemi ile kuşatılacağını, bu çemberin içine alınmaya çalışılacağı ortada. “Ahmak” davası ile toplumu ikna edemeyen iktidarın, bu yönde çalıştığı görülüyor.
* * *
Bu gelişmeler içerisinde bir “çözümden” bahsetmek mümkün mü?
“Kürt sorunu yoktur” diyerek önceki çözüm sürecini bitiren iktidarın, bu sorunun var olduğunu kabul etmesi için bir neden yok.
Bu nedenle Ankara’da “çatışmalı” bir çözüm sürecinin her koşulda yürüyeceği ağırlıklı görüş.
Kuzey Irak’taki operasyonların sürdüğü, belediyeler üzerindeki kayyım baskısının sürdürüldüğü, DEM Parti üzerinden CHP’nin bölünmeye çalışıldığı ve bilmediğimiz başka gelişmelerin bunlara eklendiği gelişmeleri görmeye devam edeceğiz anlaşılan.
Çözüm adına iktidarın kullanacağı tek koz, yeni anayasa masası…
Bu masadan alınacak sonuç, yol haritasının da netleşmesini sağlayacak.
Bahçeli’nin, çağrısının yanına Erdoğan’ın yeniden aday olması gerektiğini eklemesinin sebebi de bu.
Mevcut Anayasa’ya göre destek almadan adaylığı mümkün bulunmayan Erdoğan için kapıların açılması, yeni bir adımın atılmasını sağlayabilir. Ancak o zamana kadar sadece müzakerelerin sürdürülmesine yönelik küçük adımların atılacağı belirgin.
* * *
Bu gelişmeler yaşanırken, Bahçeli, Erdoğan’ın adaylığına olanak tanınmasını tek çözüm olarak gösterirken iktidar ortaklarının ayrılması mümkün mü?
Erken seçim, “çözüm odaklı” görüş ayrılıkları nedeniyle söz konusu olur mu?
AKP ile MHP, ilk kez ayrı noktalara düşmüyor. Yakın dönemdeki soruşturmalar, bürokrasideki yer kapma mücadeleleri iktidar ortaklarını pek çok kez karşı karşıya getirdi. Bahçeli’nin önceki yazılı açıklamaları uyarılarla dolu.
Bir yol ayrımı olacaksa, sadece bu konudan kaynaklı, devlet aklına karşı iktidar aklının mücadelesi nedeniyle yolların ayrıldığını söylemek ülke gerçeklerinden uzak bir yorum.
Bu yorumu yaptığınızda Bahçeli’nin 7 Haziran seçiminden sonra koalisyona kapı aralamasını, o güne kadar muhalefet ettiği Erdoğan ile ortaklık kurmasını, başkanlık sistemine geçiş için kapıyı açmasını anlamlandırmak da çok kolay olmuyor. Erdoğan’ın devletten bu kadar uzak olduğunu düşünmek için de bir neden yok. Ancak yolların ayrılması ihtimali de elbette bütünüyle kenara atılacak bir ihtimal değil.
Bu nedenle başlayan ve biten bir süreçten değil, çatışmayı bir yana bırakmayan, ortadan kaldırma hedefli politikalardan bahsetmek gerekiyor. Bu politikaların nereye evirileceğini ise atılacak adımlar belirleyecek?
/././
Alman Başbakan Scholz, koalisyon ortağı FDP'nin lideri Maliye Bakanı Lindner'i görevden aldı
Almanya'da Başbakan Olaf Scholz'un, Hür Demokrat Parti (FDP) Genel Başkanı ve Maliye Bakanı Christian Lindner'i görevden aldığı duyurdu. Alman Haber Ajansı DPA'nın hükümet sözcüsü Steffen Hebestreit'a dayandırdığı haberinde, bir süredir hükümet içinde yaşanan anlaşmazlıkların ardından Başbakan Scholz'un FDP liderini bakanlıktan aldığı ifade edildi.(https://t24.com.tr/haber/alman-basbakan-scholz-koalisyon-ortagi-fdp-nin-lideri-maliye-bakani-lindner-i-gorevden-aldi,1194868)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder