Erdoğan’a kapıyı açacak arayış: Cumhurbaşkanlığı yarışı için İmamoğlu-Yavaş formülleri -Gökçer Tahincioğlu-
Henüz olgunlaşmış düşünceler yok ama formüllerden biri, İmamoğlu ve Yavaş’ın CHP’nin seçimde aynı anda sahaya süreceği iki isim olması. İktidarı en mutsuz edecek formül de bu olarak gösteriliyor. Ancak burada anahtar, Yavaş’ın böyle bir görevi kabul etmesi, adaylıktan bunun karşılığında vazgeçebilmesi…
Artık sır değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’liler bir yandan Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesinin önündeki engelleri kaldırmak isterken, diğer yandan seçimin kazanılabilmesi için belirlenen formülleri yaşama geçirmeye çalışıyor.
Belirleyenlerden biri elbette İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ceza aldığı “ahmak davası.”
Cezanın kesinleşmesi durumunda siyasi yasaklı duruma gelecek olan İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturması dahil pek çok ihtimal tartışılıyor.
AKP’nin de mutlak sonuç vereceğine inanması durumunda İmamoğlu’nun siyasi yasaklı duruma gelmesi için harekete geçeceği biliniyor.
Ancak AKP Genel Merkezi ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki hesaplar biraz farklı.
Zira İmamoğlu’nun yasaklı hale gelmesi durumunda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın adaylığının gündeme gelecek olması da AKP’yi düşündürüyor.
İki adaylı formül
Üzerinde en çok durulan formüllerden biri İmamoğlu ile Yavaş’ın aynı anda Cumhurbaşkanı adayı olmaları.
Bu formül mümkün mü, İmamoğlu ya da Yavaş bunu hesap ediyor mu, iktidar cephesinde tüm bunlar değerlendiriliyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin konser harcamalarının İmamoğlu’na yakın bir ekip tarafından sızdırıldığına yönelik AKP’den gelen açıklamaların odağında da bu formül var.
İmamoğlu ile Yavaş arasındaki makasın açılması, Yavaş’ın CHP’den uzaklaşması ve aday olarak ortaya çıkması…
Mansur Yavaş ne yaptı ne yapacak?
Yavaş, ülkücü gelenekten gelen bir isim. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde de CHP’li kimliği ile tanınan isimlerden çok Yavaş’ın dava arkadaşlarının üst düzey görevlerde yer aldığı biliniyor. Yavaş’ın bazı ilçelere önerdiği ve seçimi kazanan CHP’li adaylar da ülkücü gelenekten geliyor.
Yavaş, MHP’den kopmuş, İYİ Parti başta olmak üzere farklı partilere dağılmış ülkücülerle bağlantısını hiç kesmedi.
Ankara’da sadece ülkücü kadrolarda yetişmiş isimlerle yapılan buluşmalar, fikir alışverişinin yapıldığı toplantılar da biliniyor. Bu toplantılarda edinilen görüşler Yavaş’ın tavrında belirleyici.
Kulislerdeki bilgilere bakılırsa artık aday olma isteğini çok da gizlemeyen Yavaş’ın öncelikli tercihi CHP’nin adayı olarak seçime katılmak.
Bu nedenle İmamoğlu’na siyasi yasak gelip gelmeyeceğini en yakından izleyen isimlerden biri de Yavaş.
İmamoğlu’na siyasi yasak gelmemesi durumunda da Yavaş’ın son ana kadar kendisine CHP’den gelecek önerileri bekleyeceği konuşuluyor.
Ancak yine kulislerde konuşulanlara göre Yavaş, bu durumda mevcut CHP Genel Merkezi’nin tercihi olmayacağından neredeyse emin.
Bu nedenle CHP’deki liderlik mücadelesi, ulusalcı ve genel merkez yönetimine muhalif kanadın kurultay önerilerini yakından takip ediyor. Genel Başkan ve genel merkez yönetiminin değişmesi, Yavaş’ın adaylık ihtimalini de gündeme getirebilir.
Ancak İmamoğlu’nun mutlak etkili olduğu partide bu gelişmelerin yaşanması da çok kolay değil.
Cepteki formül
Bu durumda Yavaş ne yapacak, adaylıkta ısrarcı olursa nasıl hareket edecek?
Ankara’da, MHP dışındaki sağ partilerin Yavaş’ın olası çatı adaylığına destek vermeye hazır oldukları konuşuluyor. Buna İYİ Parti de dahil.
Bu ihtimalin söz konusu olması, her koşulda aday olmak istemesi durumunda Yavaş’ın İmamoğlu’nun karşısına aday olarak çıkması da ihtimallerden biri.
AKP’nin en çok istediği ihtimal de bu…
İmamoğlu’na siyasi yasak konulmasından da fazla arzulanan bu ihtimalin gerçekleşmesi için de elinden geleni yapacağına kuşku yok…
Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı olur mu?
Erdoğan için adaylık kapısının açılabilmesi bir sorun başlığı… Ancak bu sorun aşılırsa Erdoğan’ın karşısına İmamoğlu ve Yavaş’ın birlikte çıkmasının, seçimin ikinci tura kalmadan bitmesini sağlayabileceği iktidar koridorlarında konuşuluyor.
Bu noktada CHP Genel Merkezi’nin ve İmamoğlu’nun tutumu belirleyici olacak…
İmamoğlu’nun siyasi yasak almaması ve CHP yönetiminin değişmemesi durumunda CHP’nin adayı olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Hedef, Yavaş’ın da içerisinde yer alabileceği bir formül üretmek.
CHP, parlamenter sisteme dönmeyi hedefliyor ancak bir restorasyon dönemi geçilmeden bu adımın atılmayacağı da ortada.
Bu noktada Yavaş’ın başbakanlığa benzer icracı bir "cumhurbaşkanı yardımcısı" formülüne sıcak bakabileceği umuluyor. Henüz olgunlaşmış düşünceler yok ama formüllerden biri, İmamoğlu ve Yavaş’ın CHP’nin seçimde aynı anda sahaya süreceği iki isim olması. İktidarı en mutsuz edecek formül de bu olarak gösteriliyor.
Ancak burada anahtar, Yavaş’ın böyle bir görevi kabul etmesi, adaylıktan bunun karşılığında vazgeçebilmesi…
Ankara’da hesaplar yapılmaya başlandı, kimse seçimin zamanında yapılacağını da düşünmüyor.
* * *
Furkan Karabay ve gazeteciler
Son dönemin genç ve başarılı gazetecilerinden Furkan Karabay, Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanmasıyla sonuçlanan soruşturmada ismi geçen savcıları kaleme aldığı için yeniden tutuklandı.
Furkan Karabay
Karabay, geçen yıl da benzer bir biçimde tutuklanmış, bir haftalık tutukluluktan sonra serbest kalmıştı. Yargılandığı davadan da beraat etmişti.
Karabay’ın “hedef gösterdiği” öne sürülen savcılar, kimse için sır değil. Sır olarak kalabilecek isimler de değil. Atanmaları binlerce kez haber yapılan, açıklamaları ile haber olan, arama motorlarında isimleri milyon kez yer alan yargı mensupları.
Karabay, neden tutuklandı?
Kısa süre önce çok sayıda gazeteci, yargı kararnamesinde yer alan iki ismin haberleştirilmesi ve bu haberi sosyal medyada paylaşmaları nedeniyle gözaltına alınmışlardı. O gazetecilerden biri aylarca tutuklu kaldı.
Sonuçta bu dava da beraatle sonuçlandı.
Diğer gazeteci yargılamaları gibi.
Yargı, gazetecileri caydırmak için “tutuklamayı”, peşinen cezalandırmayı bir yöntem olarak belirlemiş durumda.
Muhalefetten buna karşı cılız tepkiler geliyor, iktidar ise bu duruma alışmış, artık kimse yadırgamıyor bile.
“Normalleşmeden” söz ediliyorsa siyasilerin önce “gazetecileri sürekli cezalandıran ülke” görüntüsünden Türkiye’yi kurtarmaları gerekiyor.
Gazetecilerin bu yöntemlerde susmadıkları da ortada.
Keyfi tutuklama ve gözaltı kararlarına artık son verilmesi, Karabay’ın bir an önce serbest bırakılması bir zorunluluk.
Haftanın kitabı: “Kolombiya’da Barış İçin Özel Yargı”
Haftanın kitabı bu kez edebiyat alanından değil, Türkiye’nin son dönemde çok konuştuğu, “çatışma-çözüm” konusunda hukuki bir akademik çalışma…
Avukat Gizem Koç tarafından kaleme alınan, Adalet Yayınevi tarafından 2024’te basılan “Kolombiya’da Barış İçin Özel Yargı – Geçiş Dönemi Adaleti Kapsamında Bir Analiz” adlı kitap, Türkiye’de nelerin yapılmadığını göstermesi açısından önemli.
Kolombiya’da çatışmalı süreçlerin nasıl sonlandığı, kaç kez başarısız müzakere dönemlerinin yaşandığı, sonunda çözüm noktasına nasıl gelindiği kitapta ayrıntılı biçimde yer alıyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrılarıyla yeniden konuşulan ihtimallerin hiçbirinin uygulanmayacağı, gelişmelerle ortaya çıktı. Devletin, iktidarın çatışmaya dayalı bir çözüme odaklandığı da anlaşılıyor. Ancak dünyadaki örnekleri görmek, benzer senaryoların sonuçlarını anlamak, Türkiye açısından da meselenin konuşulmasını ve anlaşılmasını sağlayabilir. Gizem Koç’un akademik çalışması, bu nedenle özel bir önem taşıyor. /././
Mansur Yavaş'tan tüm organizasyon ve etkinliklere ilişkin harcama raporuAnkara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, 2019-2024 yılları arasında gerçekleştirilen tüm organizasyon ve etkinliklere ilişkin harcama raporunu yayımladı. Yavaş, 426 etkinlik için toplam 30 milyon 130 bin dolar harcandığını bildirdi.(https://t24.com.tr/haber/mansur-yavas-tan-tum-organizasyon-ve-etkinliklere-iliskin-harcama-raporu,1196607)
***
***
Özgür Özel kürsüde göstermişti: AKP'li belediyelerin borç listesi paylaşıldı
Özel de partisinin genel merkezinde konuya ilişkin basın açıklaması yaptı. Özel, "EKAP'ta kayıtlı organizasyon hizmeti alımı ihaleleri" başlıklı listeyi göstererek belediye harcamalarına yönelik denetimlerde çifte standart uygulandığı eleştirisini vurgulayan Özel'in kürsüde gösterdiği listede yer alan belediyelerin ihale tarihi, ihale kayıt numarası ve Türk lirası üzerinden ihale bedeli şöyle:
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1594350) - 198.713.540
Ümraniye Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1426360) - 85.005.350
Konya Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/626647) - 79.909.099
Zeytinburnu Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1307531) - 69.509.724
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2022/1472418) - 64.412.250
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/439141) - 54.844.500
Başakşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1334299)- 45.825.000
Bursa Büyükşehir Organizasyon Hizmeti (2022/29383)- 43.893.750
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/128839) - 42.803.600
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/427985)- 41.801.000
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/253563)- 41.278,785
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/584325)- 39.972,500
Sultangazi Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/59033) - 39.803.050
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/857606)- 38.495.350
Malatya Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2022/1199683)- 33.556.000
Zeytinburnu Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2022/1285668)- 31.880.539
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2019/389781) - 30.392.000
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/110924) - 28.100.000
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/714101) - 27.236.000
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/432192) - 25.930.000
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1499589) - 25.604.450
Fatih Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/1137413) - 21.280.086
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/1400110) - 18.950.300
Erzurum Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/1227157) - 18.941.000
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/433083) - 18.851.750
Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2022/811392) - 18.281.650
Batman Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/110449) - 17.995.490
Bursa Büyükşehir Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/115807) - 16.845.530
Kütahya Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/87347) - 14.517.500
Zeytinburnu Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2024/479277) - 14.273.600
Zeytinburnu Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/763808) - 9.699.900
Zeytinburnu Belediyesi Organizasyon Hizmeti (2023/899039)- 5.564.249 (Anka)
(https://t24.com.tr/haber/ozgur-ozel-kursude-gostermisti-akp-li-belediyelerin-borc-listesi-paylasildi,1196611)
***
Bizim korkunç hayat tarzımız -Mine Söğüt-
Sadece yirmi iki yaşından itibaren hiç ara vermeden art arda beş çocuk doğuran… Ve çocuklarının ölüsünü alevlerin arasından toplayan yoksul bir kadının hayat tarzına laf uzatan densiz bir politikacıya laf yetiştirmekle yetineceğiz
İzmir'in Selçuk ilçesinde, barakadan bozma bir evde çıkan yangında en küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşında olan Fadime Nefes, Funda Peri, Aslan Miraç, Masal Işık ve Aras Bulut adlı 5 kardeş hayatını kaybetti.
Sorun, yirmi iki yaşıyla yirmi yedi yaşı arasında hiç ara vermeden art arda beş bebek doğuran, kocası hapiste olduğu için çocuklarına bir başına bakan, içinde yaşadığı ev denilen bir harabeden dışarı çıkmak zorunda kaldığında kilidi olmayan kapının kolunu çıkarıp yanına alan ve bir gün geri döndüğünde çocuklarının cesetlerini alevlerin içinden toplayan annenin hayat tarzı mı?
Yoksa bizim hayat tarzımız mı?
Mesela her gün sokaklarda dilendirilen çocukların yanından hızlı adımlarla geçip gitmek bir hayat tarzı sayılabilir mi?
Elinde bir paket kâğıt mendille paçamıza yapışan bir miniği nazikçe ve hüzünle de olsa elimizle itivermek?
Otoban kenarlarına çömelmiş küçücük kadınların kucaklarındaki bebeği bize göstere göstere mırıldandıkları seslere kulak tıkamak?
Islak taşların üzerine kuş gibi tünemiş çocukların gecenin o saatinde ayak altında ne işi olduğunu düşünmek yerine onlar için bir an üzülüp yolumuza devam etmek?
Tekerlekli hurda çuvallarının içindeki yığınların arasında uyuya kalmış bebekleri hiç yokmuş gibi arkalarına bakmadan başlarını çöp bidonlarına daldıran ve çıplak elleriyle o bulamacın içinden çıkardıkları atıkları çuvala, bebeklerin yanına fırlatan kadınların aslında kim olduklarını hiç umursamamak?
Çocuklarla ilgili katı yasaların uygulanmamasını hoş görmek?
Polisinden valisine tüm resmi yetkililerin sokak çocuklarının yanından yürüyüp geçtiği bir hayatı kanıksamak?
Onların bu tavrından kendimize bahaneler üretip, yoksulluk ve cahillik çukurunda başına bin türlü şey gelen çocukları korumak için elimizden hiçbir şey gelemeyeceğine ikna olmak?
Bunlar bir hayat tarzı olarak iliştirilebilir mi yakamıza?
Bizim ülkeyi yönetenleri seçme kriterlerimiz, hukuksuzluklara karşı çıkarmadığımız seslerimiz, yolsuzluklara katlanma derecemiz ve kadercilik geleneğimiz yüzünden beş küçük çocuk daha feci bir şekilde veda etti hayata.
Bugün istediğimiz kadar sosyal devletin yokluğundan bahsedelim, politikacıların densizliklerine sövüp sayalım, ülkeyi soyup duranlara lanetler yağdıralım, yoksulluğun trajedisine ağıtlar yakalım, hiçbirinin anlamı yok.
İster solcu ister sağcı olalım ister bir inançlı gibi ister inançsız gibi yaşayalım, gerçek değişmiyor, birbirimizin gözünün içine baka baka yalan söylüyoruz, çocuklar asla bizim önceliğimiz değil.
O yüzden üzerinde itişe kakışa yükselmeye çalıştığımız şu kirli ve lekeli zemine her gün yeni çocuk cesetleri gömüyoruz ve bu rezil düzeni değil kendimiz için, onlar için bile zerre kadar değiştirmiyoruz.
Ancak savaşlarda öldürüldüklerinde ya da cinsel tacize uğradıklarında bir an korumaya yüreklendiğimiz -ama o zaman da laftan öteye gidemediğimiz- çocukların hayatlarını gerçekten önemsiyor olsaydık, gözümüzün önünde tek bir çocuğun kılına zarar geldiğinde bu düzeni kötülerin başına yıkardık.
İktidarların sınırları korumak, paraları korumak, güvenliği korumak, inançları korumak, gelenekleri korumak, devletleri korumak ve gücü korumak için verdiği çabanın zerresini çocukları korumak için vermiyor olması aslen umurumuzda değil.
Soyut kavramların üzerine inşa edilen bir değerler silsilesinin altında kalan ahlakımız, bizi somut sorunlar karşısında çaresiz olduğumuza ikna ederken, gücünü bu umursamazlığımızdan alıyor.
Bir çocuk daha yoksulluk yüzünden ölmesin, bir çocuk daha aile denilen o kutsal karanlığın içinde zarar görmesin diye densiz beyanlara söylenmekten öte hiçbir şey yapmayacağız yine.
Mesela ilkokuldan itibaren müfredata zorunlu cinsel bilgiler dersi koyulması için Milli Eğitim’i hedef alıp sokaklara çıkmayacağız.
Camilerde kadınlara ve erkeklere istenmeyen gebelikten korunmanın yollarından bahseden vaazlar verilmesi için Diyanet’in kapısına dayanmayacağız.
Yasal olduğu halde asla kürtaj yapmadığını bildiğimiz devlet hastanelerinin görevlerini doğru yapmaları için Sağlık Bakanlığı’na baskı yapmayacağız.
Sokağa düşmüş, düşürülmüş bir çocuk gördüğümüzde kıyameti koparacak kadar zıvanadan çıkmayacağız.
Sadece yirmi iki yaşından itibaren hiç ara vermeden art arda beş çocuk doğuran…
O çocuklara Bulut, Masal, Aslan, Peri ve Nefes gibi muhteşem adlar koyan…
Ve çocuklarının ölüsünü alevlerin arasından toplayan yoksul bir kadının hayat tarzına laf uzatan densiz bir politikacıya laf yetiştirmekle yetineceğiz.
Yine.
Ve bir sonraki seçimde onun yerine bir benzerine oy vereceğiz.
Yine.
İşte bu da bizim korkunç hayat tarzımız.
/././
Yangında ölen 5 kardeş yeniden Meclis gündeminde: 110 bin lira yardım yapıldı dediniz, yapılmamış!
Tartışmalara dahil olan DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli de "Şimdi, tabii ki ekonomik sorun diye bakmıyoruz. Ekonomi dediğinizde altın fiyatlarındaki düşüşe bakarsınız. Bu, bir sosyal sorun, burada yoksulluk var. 18 defa o eve gidenin gözüne bu yoksulluk batmamışsa, bunu rapor etmemişlerse ya da ettikleri raporun gereğini idare, çeşitli yapılar yerine getirmemişse işte bu katmanlı sorunudur. Katmanlı sorunu yaratan da aslında sizin iktidarınızın hayata geçirdiği sosyal programdır, daha doğrusu programsızlıktır; sürekli sermayeyi besleyen, sosyal hayatı görmeyen bir mesele bu katmanlı sorunu yaratmıştır. Yoksulluk bir sosyal meseledir, bu meseleyle mücadele etmediğiniz sürece burada 'Her şey paradır.' 'Para değildir' polemiğine girmemize gerek yok. Kaldı ki dün de '110 bin lira yardım yapıldı.' dediniz, yapılmamış" dedi.(https://t24.com.tr/haber/tbmm-de-yanginda-olen-5-kardes-tartismasi-yeniden-gundemde-110-bin-lira-yardim-yapildi-dediniz-yapilmamis,1196586)
*** Sahi bu iktisatçıların derdi ne?-Mustafa Durmuş-
Emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor.
Merkez Bankası Başkanı Yardımcısı Cevdet Akçay, IMF ve iktidarın sözcüsü gibi davranıyor ve asgari ücretin, “ileriye dönük endeksleme devreye sokularak” (1) yani “hedeflenen” enflasyon oranında (yüzde 21) artırılmasını istiyor.
Oysa bu konuda açıklama yapması hem görev tanımının içinde yer almaması yüzünden yasal değil hem de etik olarak kabul edilebilir değil. Çünkü bu tür açıklamalar Asgari Ücret Komisyonu tarafları üzerinde baskı yaratır.
Akçay iktidarın sesi
Böylece Akçay, bu yılı yüzde 45- 50 civarında bir oranda kapatması beklenen enflasyonun şu ana kadar ücret gelirlerinde yol açtığı kaybın üstüne sünger çekilmesine yardımcı olurken, dolaylı olarak da önümüzdeki yıl da tutması mümkün görünmeyen, yani hedeflenenden çok daha yüksek çıkacak bir enflasyon gerçeği ortada iken, asgari ücret zammının yüzde 21’de kalması gerektiğini savunuyor.
Acemoğlu kimin iç sesi?
2022 yılındaki genel seçimlerin arifesinde, online yaptığı bir sunumla (İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması, 4 Aralık 2022) ana muhalefet partisi CHP için Türkiye ekonomisine ait iktisadi çözümlemelerde ve öngörülerde bulunan ve sürekli olarak verimlilik vurgusu yapan Nobel ödüllü Prof. Dr. Daron Acemoğlu ise Türkiye’deki asgari ücretin düşüklüğünün, dolayısıyla da fakirliğin nedenini işgücü verimliliğinin düşüklüğüne bağlıyor. Acemoğlu açıkça söyleyemese de işgücü verimlilikleri artmadan ücret artışları yapmanın doğru olmadığını ima ediyor. (2)
Oysa Türkiye’de yavaş da olsa işgücü verimliliğinin arttığını, reel ücret artışlarınınsa bunun gerisinde kaldığını ortaya koyan çok sayıda çalışma mevcut. Kaldı ki İstanbul Sanayi Odası’nın son anketi İSO 500 (2023) işçilerin yarattığı değeri gözler önüne seriyor.
İSO araştırması gerçeği ortaya koydu!
Buna göre, kendi sözleriyle, “2023 yılında çalışan işçi başına düşen üretimden satışlar cinsinden hesaplanan işgücü verimliliği”, İSO 500 ortalaması olarak 7,9 milyon TL olarak gerçekleşti. Bu rakam kok kömürü ve rafine petrol imalatında 93,5 milyon TL, mücevherat ve bijuteri sektöründe 83,2 milyon TL, ana metal sanayiinde 14,3 milyon TL ve motorlu taşıtlar üretiminde 8,1 milyon TL oldu. (3)
Somut bir örnek olarak, İSO 500’ün (Tüpraş’ın ardından) ikinci en büyük şirketi olarak sıraladığı ve Ford Motor Company ve Koç Holding'in eşit oranda hisse sahibi oldukları Ford Otosan şirketi 12,26 milyar dolarlık gelir ve çalışan işçi başına 580 bin dolar gelir (20 milyon TL) elde etti. Geçen yıl 32 milyar TL kâr elde eden, ancak yüzde yüz kurumlar vergisi indiriminden faydalanan şirket toplamda sadece 133, 6 milyon TL vergi ödedi (binde 4). Şirkette toplamda 21.000 işçi çalışıyor. (4)
Kısacası, eşitlikçi bir bölüşümün karşısında olan Neo Klasik İktisada iman etmiş piyasa iktisatçıları, bilerek ya da bilmeden, ekonomik krizin faturasını (olana bitene kayıtsız kalmanın dışında bu krizde hiçbir sorumluluğu bulunmayan) işçi sınıfına ve yoksul halka ödettirmenin bilimsel (!) gerekçelerini oluşturmaya çalışıyorlar.
“Marjinal Verimlilikler” safsatası
Bu iktisatçılar, üretim faktörlerinin milli gelirden aldığı payların (kâr ve ücret gibi) bu üretim faktörlerinin verimliliklerinin bir sonucu olduğunu ve gelir bölüşümünün bu kritere göre gerçekleştirilmesi halinde etkin ve adil olacağını ileri süren bir kuram olan Marjinal Verimlilikler Kuramını esas alıyorlar. Bu yolla da sermayenin emek ve doğa sömürüsü yoluyla elde ettiği kâr ve rantları meşrulaştırıyorlar.
Kısaca, sermaye sahipleri milyarlarca liralık gelir (kâr, faiz, rant biçiminde) elde ederken, kendilerini çok “verimli ve çalışkan”, diğer yandan net 17 bin TL asgari ücrete çalışan milyonlarca emekçiyi ise “verimsiz ve tembel” ilan ediyorlar.
Oysa kapitalist toplumda ücret düzeyini belirleyen faktör marjinal verimliliklerin düzeyi değil, emek ve sermaye sınıfları arasındaki mücadelede kimin daha güçlü ve belirleyici olduğudur.
İçinde yaşadığımız toplumda bu sosyal sınıflar eşit güce sahip olmadıkları gibi, devlet de tarafsız kalmadığı için, eşit koşullarda bir ücret müzakeresi de yapılamaz. İşçiler kazanımlarını büyük ölçüde bedeller ödeyerek, örgütlü mücadele ile elde ederler.
Bu duruma akademi ne diyor?
Ne yazık ki ülkemizdeki akademi çevresi tarihinin en suskun, en zavallı dönemini yaşıyor. Öyle ki, birkaç yüz akı hoca dışında;
* Anayasa ihlal ediliyor ama anayasa hukukçularının ve hukuk fakültelerinin sesi çıkmıyor.
* Eğitim düzeyi yerlerde sürünüyor, okullar temizlenemiyor, öğrencilere günde bir öğün bedava yemek verilemiyor, on binlerce öğretmen atama bekliyor, on binlercesi de sözleşmeli öğretmen statüsünde en düşük ücretlere mahkûm bir biçimde acımasızca sömürülüyor ve eğitim fakültelerinin gıkı çıkmıyor.
* Halkın iradesi yok sayılarak, seçilmiş belediye başkanları derdest edilip yerlerine kayyum atamaları yapılıyor, belediye meclisleri çalıştırılmıyor ve siyaset bilimcilerin buna sesi çıkmıyor.
* Ülkenin doğal varlıkları ve zenginlikleri, vergi gelirleri birilerine peşkeş çekiliyor ya da lüks ve şatafat içinde israf ediliyor ve ne maliyecilerin ne de iktisatçıların sesi çıkıyor.
* Ülkede emek karşıtı düzenlemeler Meclis’ten peş peşe geçiriliyor, iş cinayetleri zirve yapıyor ve çalışma ekonomisi hocalarının, iş hukukçularının ve işçi sendikalarının sesi çıkmıyor.
* Ülkede mafyatik yapılar cirit atıyor, güpegündüz insanlar öldürülüyor, ülke açık bir kumarhaneye dönüştürülmüş durumda. Bebekler kâr için özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde ya da izbe gecekondularda ölüme terk ediliyorlar ama sosyologlardan ya da ceza hukukçularından ses çıkmıyor.
Şimdi ses çıkarmayacaksak ne zaman çıkaracağız?
Oysa, şimdi işçi sınıfının ve emekçi halkın yanında yer aldığını ileri süren bilim insanlarının, akademisyenlerin daha fazla görünür olmaları, adaletsiz bu sistemi teşhir etmeleri, “ekonomik krizin varlığı” ve “verimlilik düşüklüğü” gibi gerekçelerle emek sömürüsünün artırılmasına karşı çıkmaları ve eşitlikçi bir sosyo-ekonomik düzenin inşası için yol gösterici olmaları gerekiyor mu?
Özcesi, emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor.
Bunun için de yüzlerini sermayeye, zengine, iktidara değil; emeğe ve ezilen halka, doğaya çevirmeleri ve hakiki toplumsal ve sistemik sorunlara çözüm üretmek için çaba göstermeleri yeterlidir.
Dip notlar:
/././
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder