İşverene yük getirmeden ücretler nasıl artırılır?-Murat Batı-
Dekot sistemi (vergiden indirim) yerine matrahtan indirim dediğimiz yönteme geçilmelidir. Bu sayede ücretlinin matrahından önce asgari ücret düşülüp kalan tutar vergi dilimine sokulmalıdır ki hem daha geç vergi dilimine girebilsin hem de daha az vergi ödeyebilsin.
Her sene olduğu gibi bu yıl da birçok mecrada vergide adalet başlığıyla tepkiler ortaya konuluyor. Bunun vergide adalet mi yoksa vergilendirmede adalet mi olması gerektiği hususunu geçen gün yazmıştım. Özetle doğrusu vergilendirmede adalettir.
Ülkemizde ücretli çalışanların çok büyük bir kısmı enflasyon nedeniyle geçinmekte zorlanmaktadır. Sendikaların, çalışma koşullarını düzeltme ve mevzuatın çalışan lehine değiştirilmesi hususlarında çeşitli talepleri/çalışmaları bulunmaktadır. Bu konuda birçok rapor da yayımlamaktalar.
Ancak çalışma koşul0ları hususundan ayrı olarak bir de ücretlerin artırılması hususu haklı olarak tüm tartışmaların öbeğinde yer almaktadır. Olası ücret artışları işverene maliyet ve sonrasında da fiyatlara artış olarak yansıması nedeniyle hem işverenler hem de azımsanmayacak ölçüde bir kesim yüksek ücret artışlarını pek doğru bulmamaktadır.
Bu tartışmalara bağlı olarak işverene maddi bir yük getirmeden vergileme yoluyla çalışanın eline geçecek ücreti artırmanın birkaç formülü bulunmaktadır. Bu yöntemleri izah etmeye çalışayım ki özellikle sendikalar ve siyasi partiler bu yolla bir mevzuat değişikliği talep edebilsinler.
Ücretli sayısı ne kadar?
Temmuz 2024 itibarıyla memur kadrosunda ücretli çalışanların toplam sayısı 3 milyon 643 bin 428 kişi, bunun dışında kalan ücretlilerin sayısı ise 16 milyon 790 bin 201 kişidir.
Buna göre ülkemizde Temmuz 2024 itibarıyla ücretli sayısı toplamda 20 milyon 433 bin 629 kişidir. Aktif çalışanlardan kaçının asgari ücretli olduğu konusunda herhangi bir veri bulunmamaktadır. Aileleri ile değerlendirildiğinde ücret ve ücrete bağlı ödemelerin çok daha fazla kişiye tesir edeceği aşikârdır.
Ayrıca Temmuz 2024 itibarıyla 16 milyon 437 bin 571 emekli bulunmakla birlikte (11 milyon 826 bin 453 kişi yaşlılık aylığı almaktadır) Sosyal Güvenlik Destek Primi ödenerek çalışan kişi sayısı da Temmuz 2024 itibariyle 2 milyon 32 bin 94 kişidir.
Bu kapsamda Sosyal Güvenlik Destek Primi ödenerek çalışanların da eklenmesi sonucunda toplam çalışan sayısı Temmuz 2024 itibarıyla 22.465.723 kişidir.
Ülkemizde 2024 yılı itibariyle toplam nüfus 85 milyon 372 bin 377 kişi olmuştur. Buna göre toplam nüfusun yüzde 25’ten fazlası ücretli olarak çalışmaktadır. Diğer taraftan Ekim 2024 itibariyle işgücü sayısı 35 milyon 831 bin kişidir.
Ücretlerle alakalı ne(ler) yapılmalı?
Sendikalar ile siyasi partiler özellikle ücretlerle alakalı derli toplu ve doğru talepte bulunmalılar. Aksi takdirde mevcut taleplerin yerine getirilmesi sonucunda ele geçen ücret üzerinde olumlu etkisi pek olmayacaktır.
Bu çerçevede talepleri aşağıda başlıklar halinde izah edeyim;
1- GVK m.23/18’deki istisna uygulama yöntemi değişmeli
Asgari ücrete kadar olan ücretler 1 Ocak 2022’den itibaren gelir vergisi ve damga vergisinden istisna edildi.
GVK m.23/18’de yer alan “Şu kadar ki, istisnayı aşan ücret gelirinin vergilendirilmesinde verginin hesaplanacağı gelir dilim tutarları ve oranları, istisna kapsamındaki tutarlar da dikkate alınarak belirlenir.” şeklindeki fıkra uyarınca literatürde dekot namı diğer vergiden indirim denilen bir sistem uygulanarak asgari ücrete kadar olan kısım için istisna uygulanmaktadır.
Şöyle ki asgari ücretten fazla olan ücretler GVK m.23/18 uyarınca önce GVK m.103’teki vergi dilimine tabi tutulup sonra asgari ücret istisnası uygulanmaktadır. Diğer bir ifadeyle GVK m.23/18’de yer alan asgari ücrete kadar olan ücret istisnasına asgari ücret de toplanarak yani kümülatif olarak vergi dilimine girmekte ve dolayısıyla da istisna edilen vergi tutarı da azalmaktadır.
Bu nedenle değişmesi gereken GVK m.23/18’deki “istisnayı aşan ücret gelirinin vergilendirilmesinde verginin hesaplanacağı gelir dilim tutarları ve oranları, istisna kapsamındaki tutarlar da dikkate alınarak belirlenir” fıkradır.
Yani dekot sistemi (vergiden indirim) yerine matrahtan indirim dediğimiz yönteme geçilmelidir. Bu sayede ücretlinin matrahından önce asgari ücret düşülüp kalan tutar vergi dilimine sokulmalıdır ki hem daha geç vergi dilimine girebilsin hem de daha az vergi ödeyebilsin.
2- Vergi dilimleri gerçeğe uygun düzeltilmeli
Ücret geliri elde edenler için GVK m.103’te yer alan artan oranlı tarifenin ilk dilimi olan yüzde 15 oran ile sabitlenmesi hakkaniyet gereğidir. Zira ücretliler, her yıl yeniden değerleme oranıyla artırılan GVK m.103’te yer alan tarife basamaklarına enflasyon dönemlerinde takılmakta ve daha fazla vergi verebilmektedirler. Ülkemizde stopaj (tevkifat-kaynakta kesme) uygulaması tüm gelir unsurları için düz oranlı iken sadece ücretliler için artan oranlı bir yapıya sahiptir.
Ücretli/maaşlı kişiler, brüt maaşlarından yüzde 14 SGK kesintisi ile yüzde 1 işsizlik fonu işçi payı kesildikten sonra kalan tutar üzerinden GVK m.103’te yer alan tarife üzerinden gelir vergisi öderler.
GVK m.103’teki ücretliler için mevcut tarife yüzde 43,93 olan yeniden değerleme oranı kadar artırılırsa 2025 yılında uygulanacak vergi oranı tarifesi muhtemelen aşağıdaki gibi olacaktır;
Cumhurbaşkanı, yukarıdaki tarifeyi yüzde 50’ye kadar artırabilir. Yıl sonuna doğru ne olacağını göreceğiz ancak Cumhurbaşkanı, yetkisini kullanmazsa 1 Ocak 2025 itibariyle ücretliler için gelir vergisi tarifesi yukarıdaki gibi olacak.
Ancak yukarıda bahsettiğim GVK m.23/18’deki istisna uygulamasının işleyişi değişmezse Cumhurbaşkanının yetkisinin tamamını kullanması da işe yaramayacaktır.
Şöyle ki; sadece ilk dilim artışının işe yaraması için 2025’te uygulanacak yıllık net asgari ücret tutarından fazla olması gerekmektedir. Örneğin 2025’te aylık net asgari ücret 23 bin TL olursa ilk dilimin 276 bin TL’yi aşması gerekmektedir; net asgari ücret 25 bin TL olursa ilk dilimin 300 bin lirayı aşması rasyonel bir netice doğuracaktır. Net asgari ücretin 23 bin lira olması durumunda ilk dilim 276 bin TL ya da altında bir sayı olursa GVK m.23/18’deki istisna uygulamasından dolayı pek işe yaramayacaktır.
3-Tüm ücretliler, toplam ücretini ayrıca yıllık beyanname ile de beyan etmeli
Ücret gelirlerine işverenler tarafından artan oranlı bir tarifeyle stopaj uygulanmakta ve kesilen bu tutar vergi idaresine yine işverenler tarafından ödenmektedir. Ücretliler ise bazı durumlarda stopaj yapılmış bu ücret gelirlerini ayrıca kendileri de yıllık beyanname ile beyan etmektedirler.
Yıllık beyanname ile beyan edilmesi durumunda GVK m.89 uyarınca bazı giderler indirim konusu yapılabilmektedir. Ücretlinin, bunu beyan etmemesi durumunda bu indirimlerden yararlanamayacak ve böylece ücrete ilişkin vergi yükü yıllık beyanname veren ücretliye göre daha fazla olabilecektir. Yani yüksek ücretli, düşük ücretliye nazaran -daha az vergi yükü nedeniyle- ödüllendirilmiş olmaktadır.
Bu minvalde özellikle tek işverenden alınan ücretler için GVK’nin ilgili hükümlerinin ücretli lehine ele alınarak yeniden düzenlenmesi gerekmekte ve her koşulda stopaj yapılmış tüm ücretler yıllık beyanname ile beyan edilmelidir.
4- Asgari geçim indirimine alternatif bir yöntem oluşturulmalı
GVK m.32’de düzenlenmiş olan asgarî geçim indirimi (AGİ), 1 Ocak 2022’den itibaren kaldırıldı.
Asgari geçim indirimi, ücretlilerin ücretlerinden hesaplanan gelir vergisinden yıllık brüt asgari ücret üzerinden belli oranlarda hesaplanan tutarın mahsup edilip ücretliye ek olarak verilen bir tutardı. Ancak 1 Ocak 2022’de uygulanmaya başlanan GVK m.23/18 uyarınca asgari ücrete kadar olan ücretler istisna edildiğinden dolayısıyla da asgari ücrete kadar gelir vergisi de hesaplanmayacağından asgari geçim indiriminin uygulama alanı zaten kalmamıştı.
Ancak bu yönde gelir kaybına uğrayan ücretliler için AGİ’nin yürürlüğe girmesiyle kaldırılan vergi iade sistemi yeni bir formülasyonla tekrardan uygulamaya konulmalıdır. Çünkü gelir vergisine tabi ve yıllık beyanname veren mükellefler kanunun izin verdiği gider ve indirimleri yıllık beyanda indirim konusu yapabilmektedir. Ancak yıllık beyanname vermeyen ücretlilere ilişkin bu tür gider ve indirim uygulaması bulunmamaktadır. Bu nedenle özellikle indirimlerden yararlanamayan ücretliler lehine asgari geçim indirimine alternatif bir yöntem geliştirilmesi bir tercih değil, zorunluluktur.
5-Ücretlerin yıllık beyanında mahsup edilecek tutarlara Yi-ÜFE oranında endeksleme yapılmalı
Ücretlilerden yıl içinde kesilen vergiler sonraki yıl beyan edilen yıllık beyannamede hesaplanan gelir vergisinden mahsup edilirken bu tutarlara Yi-ÜFE’deki artış oranı kadar artırılarak mahsup edilmesi gerekmektedir. Çünkü enflasyonun bu kadar yüksek seyrettiği bir dönemde ulusal paranın değeri her an düşmektedir.
Bu nedenle yıllık beyanda hesaplanan gelir vergisinden stopaj suretiyle yıl içinde ödenmiş vergilerin Yİ-ÜFE baz alınarak endekslenip mahsup edilmesi vergilemede adalet gereğidir.
Ezcümle
Yukarıda bahsi geçenlerin tam ve doğru yapılması durumunda hem işçinin eline geçecek ücret tutarı artacak hem de kayıt dışılığın bir nebze de olsa azalması sağlanacaktır. Ve bunların hiçbiri işverene maddi bir yük olarak dönmeyecektir.
/././
Adaletin merhem ol(a)madığı yine bir evlat acısı dosyası mı?-Tolga Şardan-
Baba Levent Özkan’ın ihmal iddiaları var; olaydan hemen sonra, soruşturmanın ilk günlerinde dosyaya konulması gereken, oğlu Onur Özkan’ın hastaneye götürülmesini sağlamak amacıyla irtibat kurulan 112 Acil Hattı’nın telefon görüşme kayıtlarına 8 ay sonra ulaşabildiklerini söyledi.
Gün geçmesin ki adaletin yerini bulamadığı yeni bir olayla karşılaşmayalım.
Adaleti sağlamakla yükümlü olanların, iki sözünden birisi “adaletin sağlanması” olmasına karşılık aksi örnekler hep karşımıza çıkıyor maalesef.
Birbirinden güzel cümlelerle yargı mekanizmasını övmeleri bir yana, üzülüp kırılmasınlar diye yargı mensuplarının performans puanları da yüksek…
Acılara merhem olmak, yürekleri soğutmak şurada dursun; yürütülen soruşturmalar ve yargılamalar sonucunda acılara acı katılıyor çoğu zaman ülkede.
2016’da yaşanan acı olay
Büyüteç’in takipçileri, zaman zaman gündemden ayrı kalıp böylesi dosyalara ya da olaylara yer verildiğini bilirler.
İşte yine böyle bir dosya daha Büyüteç’in konusu oldu haftanın ilk yazısında.
Olayın merkezinde, 16 yaşında Onur Özkan adlı Ankara’da özel okulda eğitim gören ve bir arkadaş evindeki buluşma sonrasında “balkondan düşerek yaşamını yitirdiği iddia edilen” lise 2. sınıf öğrencisi var.
“İddia edilen” dememin sebebi, yaşanan uzun soluklu süreç.
Şimdi, 16 Nisan 2016’ya dönüyoruz.
Ankara’da yaşayan Özkan ailesinin üyesi Onur Özkan, 16 Nisan 2016 günü okul arkadaşları K.D., B.İ. ile arkadaşları A.S.’nin Bilkent Çamlık Sitesi’nde evinde buluştu.
Dört genç, arkadaşlarının ebeveynlerinin olmadığı sırada kendi aralarında eğlenmeye başladı. Onur Özkan, saat 19.29’da babası Levent Özkan’ı telefonla arayıp, arkadaşlarının yanından kendisini saat kaçta alabileceğini sordu.
Baba ile oğlunun son görüşmesi
Bu telefon görüşmesi Onur Özkan’ın ailesiyle son iletişimi oldu.
İlerleyen saatlerde Levent Özkan’ın cep telefonu çaldı. Ekranda görünen numara Onur Özkan’ın birlikte olduğu arkadaşlarından K.D.’ye aitti. Telefonu açan baba, telefonda oğlunun arkadaşının yerine kendisini ambulans şoförü olarak tanıtan tanımadığı kişinin sesini duydu.
Telefondaki ses, Levent Özkan’a, oğlunun yüksekten düşerek yaralandığını ve hastaneye kaldırıldığını anlattı!
Özkan ailesi, telaşla olayı öğrenmek için hastaneye koştu. Lise 2. sınıf öğrencisi Onur Özkan, yapılan müdahaleye rağmen, hastaneye getirilmesinden beş saat sonra hayata gözlerini yumdu.
Özkan ailesi, perişan oldu. Umut bağladıkları evlatları Onur Özkan’ın acısını yaşamak bir yana, o günden bugünlere gelen soruşturma ve yargılama sürecinde sürekli sorunlarla karşılaştı.
Olayın ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, adli soruşturma başlattı. Dosya birkaç kez el değiştirdi, ardından dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk, Onur Özkan’ın ölüm olayını araştırma görevini aldı.
Üç genç gözaltına alındı
Savcılık soruşturması devam ederken, birbiri ardında ilginç olaylar yaşandı. Resmî belgelere yansıyanlara göre, Onur Özkan’ın yüksekten ölüm olayı sonrasında olay anında evde bulunan arkadaşları K.D. ve B.İ. ile ev sahibi A.S. polisçe gözaltına alındı.
Yaşları küçük olması sebebiyle suça sürüklenen çocuk konumuyla adli işlem gören üç genç, akabinde serbest bırakıldı. Savcılık, bu aşamada olayı “şüpheli ölüm” olarak değerlendirmedi.
Ancak, bu arada aynı zamanda makine mühendisi olan baba Levent Özkan, Büyüteç okurlarının yakından takip ettiği, 2018’de İzmir Narlıdere’de inşaat arazisinde 26 yaşındaki oğlu Dorukhan Büyükışık’ın cansız bedeninin bulunması sonrasında adalet arayışına girişen Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık misali oğlu Onur Özkan’ın ölüm olayının aydınlatılması için harekete geçti.
Acılı babanın çabaları
Süreci adım adım takip eden ve evladının cinayete kurban gittiğini öne süren baba Levent Özkan’la birden fazla kez bizzat görüştüm.
İtiraf edeyim; bu görüşmelerin hepsinde -meslekte pek çok farklı olaya tanık olmama rağmen- tıpkı Ethem Büyükışık’ın sürecinde olduğu gibi kendimi kötü hissettim.
Bu görüşmelerimizde Levent Özkan, mesleğinden edindiği bilimsel yaklaşımlardan hareketle, oğlunun soruşturma dosyasına farklı bağımsız bilirkişi raporları ve tespit raporları hazırlatıp eklettiğini aktardı.
Baba Levent Özkan’ın ihmal iddiaları var. Baba Levent Özkan, soruşturma savcısı Bülent Yücetürk’le olayın üzerinden tam on gün geçtikten sonra 26 Nisan 2016’da görüşebildiklerini aktardı. Olaydan hemen sonra, soruşturmanın ilk günlerinde dosyaya konulması gereken, oğlu Onur Özkan’ın hastaneye götürülmesini sağlamak amacıyla irtibat kurulan 112 Acil Hattı’nın telefon görüşme kayıtlarına 8 ay sonra ulaşabildiklerini söyledi.
Baba Levent Özkan’ın, “bu kayıtları alabilmek için resmî kurumların kapısını aşındırdık” sözleri dikkat çekici kuşkusuz.
Savcı ile şüpheli avukatının yol kesişmesi
Bu arada Levent Özkan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen adli soruşturmayla ilgili önemli bir bilgi de aktardı.
Özkan, oğlunun dosyasının Savcı Bülent Yücetürk tarafından yürütüldüğü günlerde, dosyada adı geçen öğrencilerden B.İ.’nin avukatının Pınar Akgül Doğusoy olduğunu vurguladı.
Şöyle devam etti sözlerine Özkan:
“Dosyanın ilk savcısı Bülent Yücetürk, darbe girişimi sonrasında kapatılan YARSAV’ın başkan yardımcılığı görevini yaptı. Yücetürk’ün dosyaya baktığı sırada B.İ.’nin avukatı Pınar Akgül Doğusoy, Savcı Yücetürk YARSAV’da iken derneğin avukatı. Savcılık görevinden istifa eden Yücetürk avukat oldu, sonrasında da Ankara Barosu Ceza Hukuku Enstitüsü Başkanı’ydı. Baronun bu enstitüsünün başkan yardımcısı ise ceza soruşturmasında şüpheli vekili olan Avukat Pınar Akgül Doğusoy’du.”
Burada küçük bilgi vereyim; Yücetürk, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Ankara Barosu seçimlerinde başkan adayı oldu. Yücetürk’ün listesindeki avukatlardan birisi de Doğusoy’du.
63 ay süren soruşturma
Devam edeyim.
Lise öğrencisi Onur Özkan’ın ölümüyle ilgili ön hazırlık soruşturması tam 63 ay sürdü!
Savcı Yücetürk’ten sonra iki savcı daha dosyayı aldı. Ancak bir ilerleme olmadı. Ta ki Ankara Cumhuriyet Savcısı Adem Akıncı’nın dosyayı ele almasına kadar.
Bu süreçte baba Levent Özkan, adeta dedektif gibi çalıştı.
Gerek bizzat kendisinin gerekse bağımsız bilirkişilere yaptığı başvurular sonrasında önemli ipuçlarına ulaştı.
Örneğin; Onur Özkan’ın düşerken bina kamerası tarafından kaydedilen düşme görüntüsünde sırt üstü, yüzü yukarı dönük, kolları omuz hizasında, binaya paralel olduğu, düşme sonrası yerde çekilen fotoğrafta da balkon alt kısmının gerisine düştüğü ve kollarının havadaki konumu ile aynı olduğu tespit edildi.
Onur Özkan’ın düşme sırasında kendini korumaya yönelik herhangi bir tepki veya refleks olmadığının görülmesi üzerine hem Ulusal Kriminal Büro’dan, hem de fizik mühendisi bilirkişiden görüş alındı. Her iki raporda, “düşmenin aktif bir atlama olamayacağı, ilk hızsız serbest düşme olduğu” belirtildi.
Adli Tıp’tan gelen rapor
Baba Levent Özkan, süreci anlatmaya şöyle devam etti:
“Resmi olarak da düşme analizi yapılması taleplerimiz için aylarca bekletildik. Yaklaşık bir yıl dosyayı Adli Tıp’a göndereceğini belirten Savcı Bülent Yücetürk, içinde “atlama” vurguları olan bir yazı ile dosyayı Adli Tıp’a gönderdi.
Ancak, düşmenin ifadelerde geçtiği gibi olamayacağını gösterecek olan fizik mühendisliği analizini istememiştir. Adli Tıp Kurumu’na gönderilen savcılık talep yazısında birkaç kez ‘atlama’ vurgusu yapılmasına rağmen, Adli Tıp Kurumu olayı ‘kontrolsüz bir şekilde düşme’ şeklinde niteleyerek “aktif bir atlama olmadığını belirtti ve sonuca adli tahkikat ile ulaşılması gerektiği” vurgusunu yaptı. Dava böyle açılabildi.
Eşyalar evden çıkarıldı
Olay yeri fotoğrafları ve filmi evin darmadağın olduğunu, portmanto ve bilgisayar masası gibi birçok eşyanın kırıldığını göstermekte. Ev sahibi, evimize geldiğinde kırık eşya olmadığını şahitler yanında söyledi. Olay yerinde delil güvenliği sağlanmadığı Olay Yeri Raporu’nda açıkça belirtilmiştir.
Delil güvenliği sağlanmaması nedeniyle, evdeki kavganın delili olan kırık dökük eşyaların ev sahibi tarafından, sabaha karşı eve gelmesinden 10 dakika sonra, şoförüne ve şoförünün eşine yok ettirildiği bina kamera kayıtlarında görüldü.
Bunun yanı sıra dosyada mevcut olay yeri fotoğrafları ev sahibini şoförünün herhangi bir koruyucu kıyafet olmadan olay yeri ekibine yardım ettiği, hatta toplanan delillere ait torbaları onlar ile birlikte bina dışına taşıdığı kamera kayıtlarında mevcuttu.”
* * *
Yücetürk: Aile şikayet etti, soruşturulmaya gerek görülmedi
Elbette, yaşananlarla ilgili dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk’le de görüştüm.
Kendisine, Onur Özkan’ın ölümüyle ilgili yürüttüğü hazırlık soruşturması çerçevesinde Özkan’ın babası Levent Özkan’ın iddialarını, yaptığı açıklamaları sordum.
Yücetürk, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Dosyada yeterli incelemeyi yapmadığım doğru değil. Ben çocuk savcısıydım. Olaya ilk bakan nöbetçi savcıydı. Olay yerini inceleme, delil toplama ve ölü muayene inceleme işlemini nöbetçi savcı yaptı. Olaya karışanların yaşı küçük olduğunun tespit edilmesi sonrasında dosya çocuk suçları bürosuna geldi.
Ne zaman ki aile, üç çocuktan şikayetçi oldu, dosya o zaman bana geldi. Benim, olay yeri inceleme ve otopsi ile ilgili bir şey yapma şansım öncesinde zaten yoktu. Soruşturma bana geldi, çocukların ifadesini aldım. Delil araştırması, 112 kayıtlarının alınması gibi işlemleri yaptım, bayağı çalıştım.
Ancak şunu söyleyeyim; ben öyle bir dosyaya dava açmazdım. Gelen avukata, “aile rahat etsin diye hangi delili istiyorsanız alırım” dedim. Aile tatmin olmadı. HSK’ye şikayet edildim, soruşturmaya gerek olmadığı kararı çıktı. Sonunda dava açıldı, çocuklar beraat ettiler. Ben vicdanen rahatım.
Avukat Pınar Hanım konusunda ise doğrudur, benim YARSAV’daki görevimden önce derneğin avukatıydı. Kendisini tanımazdım. Eski bürokrat olduğu için babasını tanırım. Baro seçimi için listeye ben almadım, TBB Başkanı Erinç Sağkan talep etti. Savcı olduğum zaman Pınar Hanım’ın çocuklardan birisinin avukatı olması tamamen tesadüftür.”
Yarın devam edeceğim.
/././
Musk, Trump ve sınırsız/kontrolsüz piyasa hayali -Evren Balta-
Musk, Trump’ın kulağına muhtemelen şöyle fısıldıyor: Amerika, Çin’in ucuz iş gücü ve “devlet kapitalizmi” modeline ancak otomasyon yoluyla yükselen işçi maliyetleri sorununu çözerek ve dünyaya öncülük edecek teknolojik devrimler gerçekleştirerek karşı koyabilir.
Musk, Pensilvanya’nın Folsom kentinde tek başına düzenlediği bir mitingde seçmenlere “Dört gözle beklediğiniz ve neler olacağı konusunda heyecan duyduğunuz bir gelecek istiyorum, yeni şeyler öğreneceğimiz, geçmişten daha iyi bir gelecek” diyecekti. “Yıldızların arasında olduğumuz, Star Trek’in gerçek olduğu bir gelecek.”
İşte bu gelecek vizyonunu gerçekleştirmek için Musk, Trump tarafından 12 Kasım 2024 tarihinde duyurulan Verimlilik Bakanlığına (DOGE) atandı. Trump, Bakanlığın bürokraside “büyük ölçekli yapısal reformu ve daha önce hiç görülmemiş düzeyde girişimci bir yaklaşımı teşvik etmek” için kurulduğunu söyledi. DOGE, Beyaz Saray ve federal kurumlara stratejik rehberlik sağlayan üst düzey bir danışma organı olarak faaliyet gösterecek ve çalışmalarını 4 Temmuz 2026’ya kadar tamamlayacaktı.
DOGE’un en çok vurgulanan hedeflerinden biri, gereksiz harcamaları tespit ederek federal bütçede ciddi tasarruflar sağlayacak olmasıydı. En basit (ama hayati) bürokratik işinizin bile yıllar alabildiği, sistemin içindekilerin bile sistemin nasıl işlediğini ve kuralları çoğu zaman bilmediği, başvurularınızın sonuçlanmadan kaybolduğu bir ülkede verimli ve hızlı bir bürokratik işleyiş yaratma hedefi de oldukça kabul gördü.
Ancak bu Bakanlığın çok da tartışılmayan asıl odak noktası ne tasarruf ne de sıradan insanların hayatını kolaylaştıracak bürokratik verimlilik; esas hedef piyasanın deregülasyonu. Deregülasyon, Musk’ın 2024 seçimlerinde Trump’ı desteklemesinin de ana nedeni. Musk Ekim 2023’te attığı bir tweette şöyle diyecekti: “Çok kapsayıcı ve geniş bir deregülasyon sürecine ihtiyacımız var. Nokta.”
Bidenomics’ten Trumponomics’e iki farklı kapitalist model
Biden/Harris ile Trump arasındaki siyasi gerilim, sıklıkla demokrasi ve otoriterlik arasındaki bir çatışma olarak anlatıldı ve bu söylem Demokrat Parti (elitleri) tarafından da benimsenip desteklendi. Ancak Elon Musk’ın 2016’da Hillary Clinton’ı, 2020’de Joe Biden’ı desteklerken, 2024’te Donald Trump’a yönelmesi, bu anlatının ötesinde derin bir çatışmaya işaret ediyor: Sınır tanımayan bir piyasa kapitalizmi ile Biden yönetiminin ağır aksak da olsa hayata geçirmeye çalıştığı (daha) düzenleyici bir kapitalizm arasındaki çatışma.
Zira Biden yönetimi iktidarda olduğu dönemde ekonomide çok boyutlu düzenleyici bir çerçeve uyguladı. Anti-Tekel ve Rekabet Politikası çerçevesinde, çok sayıda federal kurum, adil rekabeti teşvik etmek ve takip etmekle görevlendirildi. Federal Ticaret Komisyonu (FTC), iş gücü piyasasının hareketliliğini artırmak ve maaş artışlarını teşvik etmek amacıyla rekabet sınırlayıcı sözleşmelerin yasaklanması yönünde adımlar attı. Çevre Koruma Ajansı, petrol ve gaz şirketlerinin 2024 yılından itibaren belirli eşikleri aşan metan gazı emisyonları için ton başına ücretler ödemesini gerektiren bir kural getirdi. Elektrikli Araçlar düzenlemesi kapsamında 2032 yılına kadar gerçekleştirilmesi gereken düzenleyici hedefler belirlendi. İşletmelerin mülkiyet bilgilerini Mali Suçlar Uygulama Ağı’na (FinCEN) açıklaması zorunlu kılındı. Çalışanlar için saatlik 15 dolarlık bir asgari ücret uygulanmasını teşvik eden bir yürütme emri imzalandı, toplu pazarlık hakları genişletildi.
Bunlar, Biden döneminde devletin ekonomideki “düzenleyici” rolünü artırmaya yönelik politikalardan yalnızca bazıları. Ancak bu politikaların ne kadar kapsamlı bir şekilde uygulandığı ya da ne ölçüde başarılı olduğu ayrı bir tartışma konusu. Seçim sonuçları ve seçmenlerin ekonomi hakkındaki düşüncelerine baktığımızda, bu politikaların kısa vadede refah yaratma ve bunu adil bir şekilde dağıtma konusunda yeterince radikal ve etkili olamadığı açık. Buna rağmen, henüz faydaları seçmenlere tam anlamıyla ulaşmadan, bu modelin Biden yönetimi ile sermaye çevreleri arasındaki ilişkiyi gerdiği de açık. Elon Musk, bu gerilimin en güçlü örneği.
Musk savaş açıyor
Elon Musk’ın “iş modeli,” Biden dönemi ekonomisinin düzenleyici ve temel hakları (minimum düzeyde bile olsa) koruyan anlayışı ile taban tabana zıt. Örneğin Biden, Enflasyonu Düşürme Yasası kapsamında sendikalı otomobil üreticilerine sübvansiyon önceliği tanıdı ve Tesla’da sendikalaşmayı destekledi. Bu adım Biden yönetimi ile Musk’ın arasını ciddi bir biçimde açacaktı.
Musk’a göre sendikalar, işletmeler için yavaşlatıcı etkisi olan, gereksiz maliyetler yaratan ve modern iş dünyasında yeri olmayan çağdışı kurumlardı. Tesla’nın başarısı üretimin her saniyesini optimize etmek için tasarlanmış katı bir performans standardı öngörmesi, bu performansları takip etmesi ve bu standartlara ayak uyduramayan çalışanların hızla işten çıkarılması ile ilgiliydi. Musk sendikalar için şöyle diyecekti: “Sendika fikrine katılmıyorum... Lordlar ve köylüler gibi bir şey yaratan hiçbir şeyi sevmiyorum.”
Musk’ın uzay keşif şirketi SpaceX de fırlatma onayları, çevresel etki değerlendirmeleri, hava sahası yönetim kuralları gibi pek çok düzenleme ve ceza ile karşı karşıya kaldı. Musk, başarılı olabilmesi için SpaceX’in uzun çevresel etki değerlendirmeleri veya devlet denetim süreçleri olmaksızın, kendi programı doğrultusunda roketlerini test edip fırlatabileceği bir model benimsemesi gerektiğini savundu. Ancak bu şekilde gezegenler arası kolonizasyon (evet yanlış okumadınız kolonizasyon!) gibi uzun vadeli hedeflerin mümkün olabileceğini açıkça söyledi.
Yeraltı tünelleri ve yüksek hızlı transit sistemleriyle ulaşımda devrim yaratmayı (ve Mars’a gidildiğinde şehirler kurmayı) hedefleyen Boring Company ve Hyperloop projeleri, imar yasaları, inşaat izinleri ve çevresel incelemeler gibi önemli engellerle karşılaştı. Boring Company, şoförsüz araçların da kullanacağı hızlı, yeraltı transit sistemleri tasarlamayı amaçlıyordu. Ancak, yüksek maliyetler, planlama hataları, kentsel altyapı ve ekosistemler üzerindeki potansiyel etkileri gibi nedenlerle projeler hemen pek çok yerde yarım kaldı. Bunun yanı sıra şirket, çevre ihlalleri nedeniyle ciddi para cezaları aldı.
Musk’ın ileri teknolojiye dayalı beyin-makine arayüzü girişimi Neuralink, çeşitli engellerle karşılaşan şirketlerinden biri oldu. Neuralink, insan beyni ile bilgisayarlar arasında doğrudan iletişim sağlamak amacıyla, binlerce ultra ince elektrotla donatılmış bozuk para büyüklüğünde bir implant olan “Link” cihazını geliştirdi. Hayvan deneyleri, etik uygulamalar ve insan deneyleri gibi şikâyetler nedeniyle şirket sayısız soruşturma geçirdi. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), güvenlik gerekçesi ile şirketin cihazla insan deneylerine başlama talebini uzun süre reddetti. Musk ABD bürokrasisinin pek çok insan hayatını kurtaracak bu “devrimci” teknolojinin ilerlemesini durdurduğunu iddia edecekti.
Musk’ın Twitter’ı satın alması, vatandaş gazeteciliğini desteklemek amacıyla değil, kendi kurumsal gündemini savunabilecek ve pek çok farklı veriyi bir araya getirecek bir platforma duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Yannis Varoufakis’in dediği gibi “Twitter’ı alana kadar iş dünyasının yaramaz çocuğu, bulut sermayesinin sağlayabileceği devasa ödüllere açılan bir kapıdan yoksundu.” Musk Twitter’ı alır almaz platformu bir “her şey uygulaması”na dönüştürme tutkusunu itiraf etti. Twitter, kendi bulut altyapısını geliştirirken, bu ağı mevcut Büyük Veri ekosistemine entegre edecek ve Tesla araçlarının yollarda topladığı veriler ile gökyüzündeki sayısız uydunun sağladığı bilgileri sürekli olarak bu ağın bir parçası haline getirerek zenginleştirecekti.
Jeopolitik gerilimi deregülasyonla aşmak
Musk, Trump seçildiğinden beri onun yanından adeta hiç ayrılmıyor. Bir tür ikinci kişi, aileden biri ya da başkan yardımcısı gibi. Dünya liderleri ile yaptığı neredeyse tüm telefon görüşmelerinde o da yer alıyor. Birlikte konserlere gidiyor, maç izliyor, halkı selamlıyorlar.
Musk’un çok kârlı bir siyasi tercih yaptığı ve Trump’ın seçim kampanyasına yatırdığı 130 milyon dolarlık yatırımı fersah fersah geri alacağı açık. Trump, Musk’a görülmemiş bir güç ve zenginlik vaat ediyor.
Ancak Musk da Trump’a en büyük arzusu olan “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA)” hedefini gerçekleştirecek bir yol ve en büyük endişelerinden biri olan Çin’in yükselişini durduracak bir çözüm öneriyor: Otomasyon ve teknoloji.
Musk, Trump’ın kulağına muhtemelen şöyle fısıldıyor: Amerika, Çin’in ucuz iş gücü ve “devlet kapitalizmi” modeline ancak otomasyon yoluyla yükselen işçi maliyetleri sorununu çözerek ve dünyaya öncülük edecek teknolojik devrimler gerçekleştirerek karşı koyabilir.
Musk’a göre, “Amerika’yı yeniden büyük yapmanın” yolu düzenlemeleri sürekli artırarak “komünist” Çin’e benzemek değil; Amerika’yı Amerika yapan özelliği, yani serbest piyasa dinamiklerini tamamen özgür bırakmaktan geçiyor. Trump’ın piyasayı sınırlayan tüm kuralları ortadan kaldırma konusundaki kararlılığı ve Musk’ın teknolojiyi sınırsız bir piyasa vizyonuyla birleştiren yaklaşımı Trump ile Musk’ı sadece bürokrasiyi ya da endüstrileri değil toplumun dokusunu da yeniden şekillendirecek olağanüstü güçlü (ve bir o kadar da ürkütücü) bir ikili haline getiriyor.
Artık ayrılmaz bir ikili haline gelen (bir gün kişisel olarak bozulsa bile ajandası devam edecek) bu ittifak, yalnızca dünyayı ele geçirmeyi değil, Dünya’nın ötesine ve uzaya uzanmayı hedefleyen, sınırlarından tamamen arınmış bir piyasa modelini öngörüyor. Amerika’da olan demokrasi ve otoriterlik tartışmasının çok ötesine giden -maalesef Demokratların oraya gitmekten korktukları için seçimi kaybettikleri- gezegenin geleceğini belirleyen bir yarılma…
Buradan nasıl çıkacağımız, nasıl bir dünyada yaşamaya devam edeceğimizi de şekillendirecek…
Okuma önerileri
Dijital tekellerin ve platform kapitalizminin küresel ekonomiyi nasıl dönüştürdüğünü anlamak için Yanis Varoufakis’in yeni kitabı Technofeudalism: What Killed Capitalism;
Teknolojinin egemen olduğu bir distopik roman arıyorsanız (ve Cesur Yeni Dünya’yı zaten okuduysanız) Dave Eggers’ın Çember’ini okumanızı öneririm.
/././
Jennifer Lopez’in konser verdiği Suudi Arabistan’da rejim yumuşama sinyalleri verilirken, Türkiye’de kadın eli sıkmayan diplomat dönemi mi başlıyor?-Barçın Yinanç-
Dışişleri Bakanlığı’na giden kadınlar, el uzattıklarında karşılarında uzatılan eli sıkmayan genç bir diplomatla karşılaşıp, elleri havada kalabilir.
Jennifer Lopez Suudi Arabistan'daki konserinden bir kare
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan en son bu ay ortasında yaptığı açıklamada “Biz Suriye tarafına normalleşme konusunda elimizi uzattık” dedi.
“El uzatma” diplomaside sıkça kullanılan bir metafordur.
Bu aralar Dışişleri Bakanlığı’na giden kadınlar, el uzattıklarında karşılarında uzatılan eli sıkmayan genç bir diplomatla karşılaşıp, elleri havada kalabilir.
Malum, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan göreve gelir gelmez, Cumhurbaşkanından Dışişleri’nin zihin kodlarını değiştirme talimatı almıştı. Anlaşılan bu talimat, bakanlığı Menzil tarikatı üyeleri ile TÜGVA’cılarla doldurmak olarak algılanmış.
Bakanın ilk icraatlarından biri Dışişleri’ne giriş sınav yönetmeliğinin bir kez daha değiştirilmesi oldu. Yapılan değişiklikler, Bakanlıkta, “Menzil’cilerin, TÜGVA’cıların girişi mi kolaylaştırılıyor” şüphesiyle karşılanmıştı. Bu şüpheler yersiz değil gibi duruyor. Bir süredir, Menzil’den TÜGVA’dan gelen listeler konuşuluyordu.
Şimdi “Ak troller”, bu süreci Dışişleri’ni “Cumhuriyet’in elit ekollerinden kurtarma, bakanlığı Anadolu’ya açıp demokratikleşmesini sağlamak olarak” tanıtacaktır.
Ak trollerin bilmediği, ya da aslında bilmek istemediği, Dışişleri Bakanlığı’nın dünyanın hemen yer yerinde elit bir kurum olması ve elit bir kurum olarak görev yapması gereğidir. Ancak bakanlığa giren herkes anasından babasından elit doğmamıştır.
Ankara’nın herhangi bir mahalle lisesinden ya da Anadolu’da herhangi bir şehrin iyi bir lisesinden mezun olup büyükelçi olan çok isim biliyorum. Ama onlar da kendi okullarının en iyileriydi.
Tabii bu durum geçmişte böyleydi. Normal mahalle okullarını da AK Parti iktidarı mahvettiği için aynı şeyi bugün için söylemek tabii mümkün değil.
Doğrudur, yurt dışında yaşadıklarından dil ve eğitim avantajlarına sahip olan büyükelçilerin çocuklarının bir kısmı ebeveynlerinin izinden gitmiştir. Ama, bir çalışma yapılsa, AK Parti iktidara gelene kadar düzenlenen sınav sonuçlarına bakılsa, elçi çocuklarının hiç de öyle sanıldığı gibi büyük sayılarla bakanlığa girmediği ortaya çıkar. Böyle bir çalışmanın yapılacağını hiç sanmam.
Biz bu filmi görmüştük
Bakanlık personel politikası ile ilgili olarak günümüzde yaşananlar, “ben bu filmi görmüştüm” duygusu yaşatıyor.
2010’lu yılların sonuna doğru, bakanlığı Anadolu’ya açmak gerekçesiyle sınav yönetmeliği değiştirildi ve FETÖ’cüler bakanlığa akın etti. “Çok sayıda büyükelçilik açıyoruz, açacağız; yeni personele ihtiyaç var” denildi. Benim bildiğim bakanlık her zaman personel azlığından yakınırdı. Ama standartları indirmeye de AK Parti gelene kadar razı olmadı.
Sonrasını biliyoruz. Bakanlık FETÖ istilasına dirense de çok başarılı olamadı.
Hakan Fidan’ın bugün güven duymadığı, birilerine açık verirler diye what’s uplarından e- postalarına takip ettirdiği diplomatların bir bölümü FETÖ’cülerle mücadele ederken, kariyerleri darbe aldı; aileleri hedef gösterildi.
2016 darbe teşebbüsünden sonra da Bakanlık personelinin neredeyse yüzde 20’si FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle atıldı.
Sınav yönetmeliği Menzilciler için mi değişti?
Şimdi yine personel açığını kapamak ve diğer başka gerekçelerle sınav şartları mart ayında yeniden değiştirildi; bakanlığa giriş kolaylaştırıldı.
Sınavı kazanma notu 60 puana indirildi. Özellikle mühendislerin girmesi için sınav notunun düşürüldüğü savunusu var.
“Özellikle Afrika’da Asya’daki büyükelçiliklerimizin fiziki güvenliği, siber güvenlik için mühendislere ihtiyaç var. Sözel alanından sınavda kalırlarsa, iyi mühendisleri kaçırırız” denmiş.
“O zaman niye ayrı teknik statüde kadro açılmıyor” sorusunun cevabı yok. Öyle olunca da “spesifik kadrolara alan açma” şüphesi güç kazanıyor.
Adım gibi eminim. Bu mühendis kökenliler, Afrika’da görev yaptıktan sonra, Washington’dan Londra’ya, Paris’ten, Tahran’a ayrı bir diplomasi birikimi isteyen yerlere atanma talebinde bulunmakta hiç tereddüt etmeyeceklerdir. “Ama biz sizi tehlikeli yerlerde elçilik güvenliği için almıştık” diye de itiraz edilemeyecektir.
Hariciye’ye hariçte gerek var
Çünkü bu iktidarın bugün bir şey deyip, yarın tam tersini yapma lüksü var.
Misal, Hakan Fidan, yaptığı ilk konuşmalarından birinde, müstehzi bir edayla şöyle demiş: “Sizde bir laf var ‘Hariciye’ye hariçte gerek var’ diye. Ama bu bakış nedeniyle merkezi ihmal etmişsiniz.”
Ve bu yüzden personel dairesinin, destek hizmetleri dairesinin başına atananların dış tayine gitmemesi gerektiğini söylemiş. Lakin destek hizmetlerinin başına getirilen siyasi atama, ki bu dairenin en önemli misyonlarından biri çok büyük bir ihtiyacı yerine getirip, bakanlığa yeni bir bina kazandırmak idi- bu göreve getirilmesinin üzerinden iki yıl geçmeden Pakistan’a atandı. Demek ki Hariciye’ye hariçte mi gerek varmış?
Aile birliği bozuluyor
Daha önce bakanın, diplomatların kendi aralarında evlenmelerine karşı çıktığını yazmıştım. Evli çiftler personel dairesinin hedefine girmiş durumda. O kadar aile birliğinden bahseden bir zihniyet, aileleri parçalıyor. Aynı yere tayin olan eşlerden biri, birdenbire kendisini bambaşka bir yere tayin olmuş bulabiliyor. Kararnameye yeni giren çiftler de ayrı kıtalara tayin oldular.
Tamam belki aynı şehirde ya da aynı binada, ast üst olarak görev yapmasınlar. Ama en azından komşu ülkelerde görev yapabilirler. Birbirinden kilometrelerce uzağa atanan eşlere hayatın dar edilmesi, gençlerin gözünü korkutma amaçlı. “Siz siz olun, birbirinize sakın ha aşık olmayın, birbirinizle evlenmeyin; evlenirseniz de birinizden biri işi bırakacak” mesajı veriliyor.
Sanki kadın düşmanı bir zihniyet var.
Diyebilirler ki; bugün genel müdürlerin yüzde 43’ü kadın diplomat. Normal; çünkü 20 yıl önce personel dairesinin önüne bir genel müdürlük için gerekli kriterleri dolduran 10 kişilik liste geldiğinde; bunun 2’si kadın 8’i erkek iken, şimdilerde bu oran altıya, dört, yediye üç olmuş durumda. Kadınları tümden görmezden gelemezler. Ancak bu gidişle gelecekte kadın diplomat sayısı azalacak gibi duruyor.
Suud’larda Lopez konseri: Herkes gider Mersin’e…
Başa dönecek olursak...
Günümüzde Jennifer Lopez’in konser verdiği bir Suudi Arabistan var. Bu ülkeyi yakından izleyen bir yetkili, “İddialı gelebilir ama; Suudi Arabistan çok uzak olmayan bir gelecekte kutsal şehirler Mekke Medine dışında, şeriatı terk ederse, hiç şaşırmayın” demişti.
Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine.
Bu yıl iki sınavla Dışişleri’ne yaklaşık 300 kişi alındı. Kimileri aralarından sadece 15-20’sinin gerekli kriterleri doldurduğu görüşünde. Bakanlığı bir tarikattan kurtarıp başka bir tarikatın sızmasına izin vermek, geçmişten hiç ders alınmadığını gösteriyor.
/././
Erdoğan, G20'de "Sosyal Kapsayıcılık" oturumunda konuştu: Yoksul kesimi koruma altına aldık
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya'daki G20 Liderler Zirvesi kapsamında "Sosyal Kapsayıcılık ile Açlık ve Yoksullukla Mücadele" oturumunda konuştu. Her 10 kişiden birinin açlıkla mücadele ettiği dünyada Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 9 yıl önce kabul edilen "2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine" ulaşma yolundaki gayretlerin henüz beklenen neticeleri veremediğini belirten Erdoğan, Türkiye'nin, dünyanın neresinde bir ihtiyaç sahibi varsa imkanları dahilinde yardıma koşmayı görev bilen bir geleneğin temsilcisi olduğunu söyledi. Türkiye'nin 2015'ten bu yana milli gelirinin yaklaşık yüzde 1'ini insani yardımlara ayırdığını söyleyen Erdoğan, Brezilya Dönem Başkanlığı'nın "Açlık ve Yoksulluğa Karşı Küresel İttifak" kurma seferberliğini, sadece stratejik bir girişim değil, ahlaki bir sorumluluk olarak da gördüklerini dile getirdi. Erdoğan, bugün bir yandan bu küresel ittifakı kurarken, diğer yandan da Gazze başta olmak üzere Ortadoğu, Afrika ve Asya'daki çatışmalarda hayatları altüst olan sivillerin kaderleriyle baş başa bırakılmaması gerektiğini söyledi. Sosyal devlet vasfının bir gereği olarak yoksullukla mücadelede ve sosyal güvenlik ağını geliştirmede önemli adımlar attıklarını iddia eden Erdoğan, "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" anlayışıyla sosyal güvenlik sistemini baştan sona yeniden dönüştürüp, yoksul kesimi büyük ölçüde koruma altına aldıklarını savundu. Erdoğan, Türkiye'nin dünyanın en kuşatıcı ve kapsayıcı sosyal güvenlik sistemlerinden birine sahip olduğunu iddia etti ve "Farklı sosyal destek programlarımızla ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza sahip çıkıyoruz. Hedefimiz, tek bir yoksul insanımızın kalmamasıdır. Bunu sağlayana kadar çalışmalarımızı devam ettireceğiz" dedi.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder