*
Sovyetler Birliği’nin etki alanını kırmak isteyen ABD’nin Afganistan’da cihatçılara yönelik desteğini bugün gayet iyi biliyoruz. ABD sadece Sovyet destekli yönetime karşı savaşan cihatçıları özgürlük savaşçıları olarak sunarak desteğini manevi boyutta sınırlamamış, aynı zamanda stinger füzeleriyle özdeşleşen askeri ve lojistik olanakları cihatçılar için seferber etmişti.
Doğrusunu isterseniz tüm bu sürecin ardından ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü siyasetin, ülkedeki toplumsal hayatı nasıl bir bütün olarak çürüttüğünü belgelemek için eski röportajlara dönmeye ihtiyacımız yok. Ülkenin son 30-40 yıl içerisinde geri dönüş yokmuşçasına yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği yıkım, hepimizin rahatlıkla takip edebildiği bir dönem dahilinde yaşandı.
Suriye’de yaşanan yıkımın arkasında ise yine benzer stratejilere ve aktörlere rastlıyoruz. Geldiğimiz noktada Şam’ın yönetimi artık Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin elinde. Eskiden ‘IŞİD’in Suriye Emiri’ ya da ‘El Kaide lideri’ olarak bildiğimiz bu isim, ABD, Türkiye ve İsrail’in son derece açık desteği ile Esad yönetimini devirdi.
*
Sadece bu sebeple bile, ABD’nin gerisinde daha fazla sorundan başka bir şey bırakmadığı Afganistan, Irak, Libya ya da Yemen örneklerini tekrar okumak faydalı olacaktır. Benzerlikleri ve farklılıklarına karşın yıkıcı etkileri olan umursamaz müdahaleler olmaları noktasında ortaklaşan deneyimlerden söz ediyoruz ne de olsa.
Ancak bu deneyimler kadar, meselenin ‘parlatma’ boyutuna odaklanmak gerekebilir. Suriye’de ülkenin anahtarı teslim edilen kişi IŞİD ya da El Kaide ile anılıyor. Yine de kimileri çetelerden çok çetecilik yaparak ‘Suriye’yi bekleyen güzel yarınlardan’ söz edebiliyor. Hem de henüz bu doğrultuda birkaç röportaj ve beyanat hariç hiçbir adım atılmamışken. Elimizdeki tek somut veri, bu örgütlerin ve liderlerinin geçmişleriyken.
Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmelerin hızı çarpıcı. Sözünü ettiğimiz aktörlerin arka planı ise net bir şekilde tüyler ürpertici. Buna karşın burjuva-liberal kalemler, her zamanki gibi heybelerinde taşıdıkları beyaz boyalarla, geçmişi tek taraflı vaftiz etmeye başladılar. Henüz Şam’da dumanlar tüterken iktidardaki cihatçı çeteleri öven, zalimden aman dileyen bir koroyu dinler olduk.
Bugün başta Batı merkezli medya olmak üzere, içeride ve dışarıda pek çok isim, Colani’nin IŞİD geçmişini ya da El Kaide’nin Suriye ayağını örgütlemiş oluşunu bir ‘gençlik hatası’ olarak pazarlıyor (Hoş çok bir önemi yok ama ‘gençlik’ diye bahsedilen dönem öyle fi tarihi falan da değil, bundan beş-on yıl öncesinden bahsediyorlar). Korkunç bir belirsizliğin ve endişenin hakim olduğu Suriye, bu isimlere göre ‘umut verici yarınlara doğru emin ellerde’.
Neredeyse her gün böyle bir havayı teneffüs ediyoruz. Sözde muhalifinden, ılımlı-ılımsız muhafazakarına… herkes zihnimizde üç aşağı beş yukarı benzer ‘umutları’ inşa etme telaşında. Nereye baksak karşımıza çıkan bu orkestrayı uzun uzun tanıtmaya gerek yok. Ama yine de yakından tanık olduğumuz bir örnek verelim. Son olarak ‘muhalif gazeteci’ görünümlü bir burjuva-liberal YouTuber, Türkiye’nin sağladığı imkanlar çevresinde Halep’e gitti ve kendine sunulan güvenlik çemberinin içerisinde bize HTŞ’nin kurduğu düzeni övmeye başladı. Sadece üç beş bayat lafı ezbere tekrar edip geri dönse yine iyi… Kendisine sunulan ‘turun’ sınırları dar olsa gerek ki ne yapacağını şaşıran bu YouTuber, bize Halep duvarlarındaki bir çıkartmayı göstererek ‘HTŞ’nin kararlarına QR kodu ile ulaşılabildiğini’ aktarıyor! Daha önce kendisinin alenen Siyonizm savunuculuğu yaptığını da hatırlayacak olursak, bugün kendisine yakışan tavrı alarak cihatçı çetelerin dümen suyuna girdiğini söyleyebiliriz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Batı basınının hemen hemen her ‘hikmetinden sual olunmaz’ medya kuruluşunda buna benzer sözler eden kalemler var. Kimisi daha açık, kimisi daha örtülü olarak Colani gibi IŞİD ve El Kaide’nin şekil verdiği birinin örgütünde mavi boncuklar buluyor.
*
Burada yazının başından dolayı şöyle bir sonuca varacağımızı öngörenler olabilir: “Dün Bin Ladin’i pazarlayanlar şimdi aynısını Colani ile yapıyor.” Fakat maalesef bu fazla kaba bir çıkarım olacaktır.
Fisk’in röportajını daha farklı bir açıdan şöyle düşünelim: Bin Ladin’in o tarihlerde sicili, Colani kadar açık bir şekilde dolu değildir, bu sebeple daha sonra yaşayacağı ‘radikal dönüşümden’ de sorumlu tutulamayabilir. Doğru, Afganistan’daki cihatçıların ülkenin başına açabileceği işlerin kokusu çok uzaklardan dahi duyulabilir vaziyettedir. Hatta sadece Afganistan da değil; ABD’nin daha önce Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da hangi paramiliter gruplarla ne tür işler çevirdiği, o günlerde de gayet iyi biliniyordu. Yine de en ‘iyimser’ tahminle çarpık da olsa böyle bir böyle bir değerlendirmeye ulaşabiliriz.
Oysa Colani ve onun örgütü HTŞ için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Meseleye istediğimiz kadar iyimser, hatta safça bakalım, her şey çok daha açık ve çok daha ortada değil mi?
Güncel gelişmeleri şimdiki zamandan soyutlayarak değerlendirmek imkansızdır. İster istemez anın hızı gerçeği bulanıklaştırır. Hikayenin bütünü su durulaştıkça ortaya çıkar. Fakat biraz da olsa şu son haftalarda yaşananlara üçüncü bir gözle bakmaya çalışalım. Bahsettiğimiz kişi amasız, fakatsız, resmi olarak IŞİD’in eski Suriye emiri mi? Evet. El Kaide’nin Suriye ayağını örgütleyip, El Nusra’dan HTŞ’ye biçim değiştirdi mi? Evet. Tüm bu savaş yılları içinde ortaya herhangi bir ‘çoğulcu’ toplumsal pratik koydu mu? Hayır. O halde nasıl oluyor da 1-2 hafta içerisinde etrafımızda bu adamın sözleri geçer akçe sayılabiliyor?
O zaman kendimize şu soruları sorarak bitirelim: Herkesin sözde vakıf olduğu bir geçmiş, hiçbir kuşkuya yer vermeden gözümüzün önünde duruyorken nasıl oluyor da kimileri aynı manşetleri atmaya devam edebiliyor? Nasıl oluyor da burjuva-liberaller, bize utanmadan ve usanmadan Colani’yi ‘ılımlı’ olarak pazarlayabiliyorlar? Daha kaç Libya, kaç Irak, kaç Afganistan gerek bu insanların zihnindeki çarklarda az da olsa bir şeylerin değişmesi için?
Şu deneyimlenmiş bir gerçek ki ABD elinden elli tane daha Afganistan felaketi de yaşansa, aynı kanallar, aynı gazeteler, aynı isimler çıkıp bize elli birinciyi pazarlayacaklar. Ellinci bir anda ‘çalınmış deneyime’ dönüşecek. Ne de olsa ‘artık zaman değişti’ denecek.
Bunu öyle ‘gizli bir güç oldukları için’ ya da ‘şeytani odaklardan para aldıkları için’ falan da yapmayacaklar; tarihin nehri gürül gürül akarken, onlar Burjuva-liberal balçığın kokuşmuş suyunda tekrar tekrar yıkandıkları için canı gönülden yapacaklar.
Zaman değişiyor değişmesine. Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Su, giderek daha hızlı akıyor, bulanıklaşan sularda gerçeklerin ayırdına varmak giderek daha da zorlaşıyor. Peki bize derenin akışını anlatacak olanlar kimler? Kendilerine dere kenarında bir bent kurup, balçık içinden ‘zamanın değiştiğini’ duyuranlar mı dersiniz? Onların buldukları boncuklar ancak kendilerine yeter.
Aslolan nehrin akıntılı kısmında kalmak, taşkınlarla dolu da olsa gerçeğin değişen sularında yıkanmak.
/././
El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ…(I) -Ümit Kıvanç-
Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.
Değerli okurlar, elime kızılcık sopamı aldım, haritamı açtım, sizi azıcık geçmişe götürüp getirmeye hazırlanıyorum. Suriye’de olan biten belki sizi şimdiye kadar o kadar da ilgilendirmemiştir. Lâkin bundan sonra mecburen ilgilendirecek. Bu yüzden, herkesin başka yöne çekiştirip ille de kendi güncel çıkarlarına göre tarif ve tasvir ettiği bir yakın tarih anlatısını yaldızından da çamurundan da arındıralım, komşu devletin üç-beş günde yıkılıp yeniden kurulması sürecine öncülük edenler kimlerdir, nereden nereye gelmişler, ne olmuş, ne olabilir, anlayalım. Ki, kendimizi eli çubuklu yalancılar aracılığıyla tek merkezden pompalanan yalan yanlıştan koruyabilelim.
Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.
IRAK EL KAİDE’Sİ
Bol kanlı mezhepçi cihatçı mücadelenin simgeleşmiş ismi Ebu Musab el-Zerkavi, uzun çekişmeler sonucunda El Kaide merkezine biat etmiş, Irak El Kaide’si (aslında “İki Nehir -Dicle, Fırat- Topraklarındaki El Kaide”) böylece oluşmuştu. Bu örgüt önce başka örgütlerle birleşip Mücahitler Şura Meclisi halini aldı, Zerkavi’nin 2006 Haziran’ında öldürülmesinden sonra başa geçen Ebu Eyüp el-Masri (Ebu Hamza el-Muhacir) döneminde Irak İslam Devleti’ne (IİD) dönüştü. Başına Ömer el-Bağdadi (“IŞİD/DAİŞ Halifesi olarak 2014’te, Musul’da karşımıza çıkacak olan Ebubekir el-Bağdadi değil) geçti. Örgütün Musul kolunun başındaki adam (Ebu Kesvere el-Mağribi) 2008’de ölünce, “Ninova Vilayeti Operasyonlar Şefi” makamına Irak’ta cihata katılmak için Suriye’den gelmiş yetenekli bir genç geçti: Ebu Muhammed el-Colani (Cevlani).
İddiaya göre, Amerikalıların Irak-Kuveyt sınırı yakınındaki meşhur Kamp Buka Hapishanesi’ne Avs el-Musulî adıyla girip, Iraklı olarak kaydedilip, gerçek kimliğini hiç açığa vurmadan çıkan bu genç adam, 2010 sonlarından itibaren Suriye’ye de el atan Irak İslâm Devleti adına orada El Kaide’ye bir kol örgütlemek üzere sınırı geçmişti. Beşi Suriyeli, biri Suudi, biri Ürdünlü, hepsi silahlı, bombalı yedi kişiyle beraber. Her ikisi de Iraklı eski istihbaratçı subaylar olan Ebu Eymen el-Irakî ve “Hacı Bekir” kod adıyla -ve “Gölgelerin Prensi” lakabıyla- cihatçı âleminde efsaneleşmiş Samir abd Muhammed el-Halifevî’nin yaptığı hazırlıklara dayanarak Suriye’de örgütlenme faaliyetine giriştiler. İşe Haseke’den başladılar, uyuyan hücreleri uyandırıyorlar, hapiste yatıp çıkmış El Kaide’cileri, Suriye, Lübnan ve Filistin mülteci kamplarından, Irak’ta Selefî örgütlerin saflarında Amerikalılara karşı savaşmış eski muharipleri buluyorlar, adım adım, Suriye’nin on dört vilayetine yayılacak bir cihatçı ağ kuruyorlardı. Ancak esas hedef Irak’a yönelik harekâttı. Suriye'de devletin denetimi dışında kalan geniş alanları IİD ilk planda cephe gerisi gibi görüyordu.
Irak El Kaide’si başından beri merkezle sorunlu, başına buyruk, özel bir oluşumdu. Gaddar liderleri Zerkavi öldüğünde yerine “emir” seçerken de, yerel El Kaide örgütünü “Irak İslâm Devleti” içinde eritirken de, yine liderleri öldürüldüğünde, daha sonra “İslâm Devleti” halifesi olacak Ebubekir el-Bağdadi’yi başa geçirirken de merkeze danışmamışlardı. Siyasî ve stratejik konularda hiç anlaşamadılar. El Kaide merkezi, Zerkavi ve Iraklı cihatçıların temel mücadele ekseni olarak mezhep ayrılığını benimsemesini, Şiilere acımasız saldırılarla toplumu kutuplaştırarak taraftar toplamaya, başarı elde etmeye çalışmasını hiç onaylamadı. Zerkavi çizgisiyle kıyaslandığında El Kaide merkezi ılımlı, demokrat bir kitle partisinin taşra örgütü sanılabilirdi!
2011 içerisinde El Kaide’nin Amerikalı üyesi Adam Gadahn, IİD’in eylemlerinin El Kaide’nin saygınlığına leke sürdüğünden yakınmıştı: “Bağdat’taki, Musul’daki Hıristiyanlara saldırmak bizim mesajımızı yaymamıza yardımcı olmuyor…” demiş, “sözde Irak İslâm Devleti”nin ‘ya bendensin ya düşman’ tavrını “[Georg W.] Bush’un politikası”na benzetmişti. Gadahn, El Kaide’yi “IİD’in yaptıklarıyla hiçbir ilişkisinin olmadığını olabildiğince çabuk açıklamaya… bu örgütle ilişkisini kesmeye” davet etmişti.
Irak İslâm Devleti örgütüyle El Kaide merkezinin ilişkisi böyle netameliyken, Colani önderliğinde Suriye’de Şam Halkına Destek Cephesi adı altında örgütlenen ve kısaca El-Nusra olarak tanınan grup, kısa sürede yayılmaya, etkinliğini artırmaya başlamıştı.
Nusra’nın sahneye çıkışı bol kanlı ve gürültülü olmuştu. 2011’in son, 2012’nin ilk günlerinde Şam’da ardarda düzenledikleri bombalı araçlı eylemlerle onlarca kişiyi öldürdüler.
AFP, 29 Şubat 2012’de, “Şimdiye kadar bilinmeyen bir cihatçı grup, Suriye’nin başkentinde ve ikinci büyük şehri Halep’te onlarca kişinin ölümüne yolaçan intihar bombacısı eylemlerinin sorumluluğunu üstlendi,” diye bildirdi. “Kendine ‘Levant’ı Korumak için El-Nusra Cephesi’ diyen grup…”
Suriye El Kaidesi Nusra Cephesi bir ay kadar önce sekiz dakikalık ses kaydıyla resmen ilan edilmiş, ancak aylar boyunca bu örgütün El Kaide bağlantısına dair tek kelime edilmemişti. Zevahiri’nin de emri vardı. İlk lider Usame Bin Ladin’in vaktiyle Somali’deki el-Şebab’a dediklerine benzer birşeyler demiş olmalıydı: “Bizimle bağlantınızı açık ederseniz daha büyük şiddetle üstünüze gelirler.”
Şubat sonunda cihatçı sitelerinde yeralan 45 dakikalık videoda, Şam’da intihar saldırısı gerçekleştiren Ebu el-Bara el-Şami olarak sunulan bir militan, Suriye halkını cihada çağırıyordu: “Kardeşler, bir an önce harekete geçin, beklemeyin,” diyordu intihar eylemcisi, “Şimdi sizin ülkenizde de cihad başladı. Fetvaya ihtiyacınız yok.” Videoda örgüt lideri El-Colani de konuşuyor, Esad rejimine “ancak Allah’ın gücü ve silahların gücü son verebilir”, diyordu.
2012-13 boyunca Nusra eylemlerle militan topladı, iki bin kişiyi buldu. 2012 Aralık’ında ABD Nusra’yı terörist örgüt listesine alınca “Hepimiz Nusra’yız” diye yürüyüş yapacak kadar taraftarı biraraya gelmişti.
Örgüt, ele geçirdiği yerlerde fırınları çalıştırıp insanlara düzenli ekmek sağlamayı garantileyerek, çöpleri toplatarak, hizmetlerini videolarla duyurarak epeyce sempati ve destek toplamıştı. Deyrizor ve Mayadin gibi bazı yerlerde örgütün otoritesine karşı protesto gösterileri yapıldıysa da, Nusra’nın hemen karşı gösteriler düzenleyebilecek destekçi kitlesi vardı. Yerli savaşçısı çoktu. Afganistan’dan, Çeçenya’dan tecrübeli cihatçılar bunlara ekleniyordu. Silahları, donanımları modern, yiyeceği, parası boldu; Körfez emirliklerinden sponsorlar bulmuştu. Hernekadar bağlantısını açığa vurmasa da El Kaide’yle ilişkisi üzerinden dünya çapında cihatçılar âleminde itibar kazanıyordu.
Nusra önceleri avantajlı konumunu çoğunlukla öbür örgütleri ezmekten çok yanına çekmek için kullandı. Hakimiyet kurmaya çalıştığı yerlerde halkın desteğini kazanmaya çalışıyordu.
Colani 2012 Temmuz’una kadar Şam’daydı, sonra İdlib ve Halep’in kuzey kısımlarına geçti. Ebu Abdullah adını kullanıyordu ve karşılaştığı yerel Nusra komutanlarına, grubun liderinin özel temsilcisi olduğunu söylüyordu. Ortalıkta gözükerek konumunu saklıyordu. Otobüsle seyahat ediyordu, Halep kırsalında rejimin denetimindeki yerde daire kiralamıştı.
2012 Aralık’ında, dünya, El Kaide’nin Suriye koluyla resmen tanıştırıldı, Eymen el-Zevahiri Nusra Cephesi için “yetkili şubemizdir” açıklaması yaptı, Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan’daki “haysiyetli insanları” Suriyeli kardeşlerinin yanında savaşmaya çağırdı.
Ancak Nusra, Ankara’nın gözdesi Ahrar el-Şam ve öbür silahlı örgütlerin karşısına, esas düşmanları Beşar Esad rejimi dışında, başka bir eli kanlı hasım çıkıyordu. DAİŞ/IŞİD Nusra’nın Rakka’daki temsilcisini öldürecek, hepsini şehirden süpürecekti. (Nusra, Ahrar, DAİŞ triumvirası şehrin üzerine çökmeden önce Rakka’da seküler muhalifler bile vardı.)
Birçok insan DAİŞ’i Nusra’nın devamı sayıyordu. Birinin bayrağını taşıyıp öbürünün mitingine katılan, foto paylaşanlar boldu. Dolayısıyla Nusra da DAİŞ’e duyulan tepkilerden nasibini alıyordu, “El-Nusra beni temsil etmiyor” diye Facebook grubu bile kurulmuştu.
Devam edecek...
/././
duvaR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder