Lisans başvurusunda haksız kazanç iddiaları: Enerjide geçici madde oyunu -Özgür Gürbüz-
Elektrik depolamalı rüzgâr ve güneş santrallarının lisans başvuru sürecinde EPDK’nin yaptığı değişiklikler haksız kazanç iddialarını da gündeme getirdi. Bu süreç sonunda ön lisans almış depolamalı enerji santrallarının yatırım bedeli ise yaklaşık 35 milyar dolar.
Enerji sektörüyle ilgili yolsuzluk iddiaları gündemde. Biz de 2022 yılında bir yönetmelik değişikliğiyle gündeme giren elektrik depolama tesislerinin, ön lisans başvurularında haksız kazanç sağlayacak değişiklikler yapıldığı yönündeki iddiaları mercek altına aldık. Dev bataryalardan oluşan elektrik depolama tesisleri rüzgâr ve güneş gibi kesintili elektrik üreten kaynakları desteklemek amacıyla kuruluyor. Fazla elektrik üretimi olduğunda bu tesislerde depolanıyor, güneş battığında veya rüzgâr azaldığında şebekeye bu bataryalardan elektrik veriliyor.
MÜSTAKİL DEPOLAMA SÜRPRİZİ
Türkiye, batarya teknolojisinin gelişmesiyle, sayıları giderek artan güneş ve rüzgâr santrallarını destekleyecek bu tesisleri kurmaya karar verdi. 9 Mayıs 2021 tarihinde, 31749 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Elektrik Piyasasında Depolama Faaliyetleri Yönetmeliği ile ilk adım atıldı. Bu işe hevesli yatırımcılar da depolamalı güneş (GES) ve rüzgâr (RES) santralları kurmak için ön lisans başvurularının açılmasını beklemeye başladı. Ancak bu sırada dikkatlerden kaçan bir başka düzenleme daha yapıldı. Aynı yönetmelikle müstakil elektrik depolama tesislerinin kurulmasına da izin verildi. Elektrik üretme hakkına sahip olmayan tedarik şirketlerine, isterlerse batarya kullanarak elektrik depolama ve satma olanağı sağlandı.
Müstakil depolama tesisleri, sektörün genelinde pek ilgi görmedi çünkü ucuzken elektriği alıp pahalıyken satsanız bile, batarya maliyetleri nedeniyle çok kârlı bir iş gibi görünmüyordu. Müstakil depolama yapacak şirketlerin elektrik üretimi gibi bir faaliyette bulunamayacağı da açıkça belirtilmişti. Buna rağmen, müstakil depolama kurmak için ciddi kapasitelere varan başvurular oldu. Ekonomik açıdan mantıklı bir hamle gibi görünmüyordu. Ta ki, 19 Kasım 2022’de duyurulan düzenlemeye kadar.
19 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan bu düzenlemeyle depolamalı GES ve RES için çevrimiçi başvuruların alınacağı duyuruldu. Gece yarısı haberin duyulmasıyla başvuru yapmak için tüm şirketler seferber oldu. EPDK çevrimiçi başvuru hep alıyordu ama bu defa belli bir tarih aralığı verilmedi, 'hızlı ve başvuru için gerekli belgeleri hazır olanlar' sahaları kapatıp avantaj sağladı. Daha ilginç olan ise Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’ne eklenen geçici 37 ve 38’inci maddelerle yapılan değişiklikler oldu.
SERMAYE VE TEMİNAT ŞARTI KALDIRILDI
38’inci madde, başvuru sürecinden önce şirketlerden talep edilen asgari sermaye ve teminat şartlarını 90 günlük süreye yaydı. “…asgari sermaye ve teminat sunulmasına ilişkin yükümlülükler başvuru aşamasında aranmaz” dendi. Böyle olunca, başvurduğu yatırımdan daha düşük öz sermayeye sahip şirketler bile, teminat mektubuna gerek duymadan depolamalı GES/RES santralları için başvuruda bulunabildi. EPDK daha önceleri ‘çantacı’ denen, yatırım yapmaktan çok lisans gibi hakları elde edip, üstüne kâr koyarak başkasına satan kişi ve kurumları engellemek için kullandıkları bu tedbirleri bu defa bürokrasiyi kolaylaştırdığını söyleyerek kaldırdı. Bu ‘kolaylık’ da bir fırsat doğurdu. Enerji sektörüyle ilgisi olan olmayan birçok firma ön lisans almak için başvurdu. EPDK neden depolamalı santrallar için bu ön koşulları kaldırdı? Bu sorunun tatmin edici yanıtı yok. İlk haksız kazanç iddiası bu. Belli firmalara ya da çantacılara kolaylık sağlandığı iddia ediliyor.
İKİNCİ İDDİA İSE MÜSTAKİL DEPOLAMA HAKKI KAZANANLARLA İLGİLİ
Geçici 37’nci maddeyle, müstakil depolama tesisi kurması uygun bulunanlara özel bir hak tanınarak, üç ay içinde ön lisans başvurusunda bulunmaları halinde, bağlantı görüşlerinin geçerli kabul edilmesine ve GES/RES destekli üretim ve depolama tesisi kurmalarına izin verildi. Çok kârlı olmaması nedeniyle kimsenin ilgisini çekmeyen müstakil depolama tesisleri sahipleri, 19 Kasım sonrasındaki yarışa girmeden ön lisans alabilme şansı elde ettiği gibi, bağlantı görüşleri de olduğu için şirketlerini devrederek para kazanma fırsatını da yakaladılar. İmarsız bir araziye imar izni verilmesi gibi bir ‘piyango’dan bahsediyoruz. İşte ikinci haksız kazanç iddiası da bu.
10 MİLYAR DOLARLIK YATIRIMA ÖN LİSANS VERİLDİ
Kazanılan hakların talep fazlalığı nedeniyle lisans alamayan şirketlere megavat (MW) başına 20-50 bin USD doları arasında bir fiyatla satıldığı söyleniyor. Rakamların daha yüksek olduğunu söyleyenler de var. EPDK, 260 bin MW’lık 5968 başvuru alındığında yeni başvuru almayı da durdurdu. Dünyanın 2023 yılındaki kurulu batarya kapasitesinin 87 bin MW olduğunu hatırlatalım. Türkiye’de bunun üç katı başvuru oldu. Hâlihazırda değerlendirmesi bitip, ön lisans alan depolamalı tesislerin kurulu güç toplamı 32 bin 594 MW. Enerji Depolama Endüstrileri Derneği ön lisans alış bu kapasite için gereken batarya yatırımının 10 milyar doların üstünde olduğunu belirtiyor. Yanlarına kurulacak güneş ve rüzgâr tesislerini de hesaba katarsak, toplam yatırım miktarı yaklaşık 35 milyar dolarları bulabilir. Bu da bize pazarın büyüklüğü ve olası kârlar hakkında bir fikir veriyor.
EPDK bu iddiaların doğru olmadığını düşünüyorsa, çok basit birkaç açıklama yapıp, kamuoyunu rahatlatabilir.
1- EPDK, 19 Kasım 2022 öncesi müstakil depolama tesisi kurmak için başvuran ve hak kazanan şirketlerin tam listesini açıklasın. Belli bir şirket öne çıkıyor mu, bu şirketler bir duyumla mı kârlı olmayan bu işe girmişler, haksız rekabet yaratılmış mı anlamamıza yardımcı olsun.
2- EPDK, 19 Kasım sonrasındaki süreçte kaç şirketin el değiştirdiğini ve bu ticaretin kaç MW güce denk geldiğini de açıklasın. Şirket devri olduğunda yeni bilgilerin EPDK’ye verilmiş olması lazım. Böylece şartların kolaylaştırılmasıyla santral yapmaya hak kazananların ne kadarının bu işin ticaretini yaptığı belli olur.
İddia ve dedikoduların yerini gerçekler alır. Fena mı olur?
/././
ABD'li yetkiliden SDG mesajı: "Türkiye'nin saldırılarına müsamaha göstermeyeceğiz"
SMO'nun SGD'ye karşı saldırıları ABD'de endişeye yol açtı. Al Arabiya'ya konuşan ABD'li üst düzey bir yetkili, Türkiye destekli güçlerin SDG'ye saldırmalarına daha fazla müsamaha göstermeyeceklerini söyledi.(https://www.birgun.net/haber/abd-li-yetkiliden-sdg-mesaji-turkiye-nin-saldirilarina-musamaha-gostermeyecegiz-583230)
Türkiye’deki İslamcılarla, onların eteklerinden bir türlü ayrılamayan liberallerin zafer çığlıkları İsrail’in Suriye’deki ilerleyişiyle bir nebze durdu. Nispi sessizlik ortamında yaşananları bir de Türkiye cephesinden değerlendirmekte fayda var.
Yandaş medyaya göre tüm oyunu Ankara kurdu ve Erdoğan da cihatçı zaferin gerçek mimarı durumunda. Ama HTŞ’nin açıklamalarının birinde bile Türkiye adı net şekilde geçmiyor. Dünya basınında HTŞ’ye destek veren ve üzerinde etkisi olan ülkeler sıralandığında Türkiye’nin ismi ABD, İngiltere, Fransa hatta Katar’dan bile sonra telaffuz ediliyor.
Öyleyse tüm bu toz bulutunun altında net bir soru soralım: Türkiye’nin en çok istediği senaryo mu gerçekleşti? Buna net şekilde evet demek çok zor. Çünkü tersini söyleyen çok fazla gelişme yaşandı
TÜRKİYE KAZANDI MI?
Bölgede IŞİD sonrası ana siyaset ABD, İsrail ekseni ile Rusya, İran ve Suriye hattı arasında oluşan denge üzerine kuruldu. Türkiye’de bu çatlaklarda kendine yaşam alanları buldu yer açtı. Bu denge siyasetini sadece Orta Doğu’da değil Ukrayna’dan Ermenistan’a kadar uzanan hatta hayata geçirmeye çalıştı.
İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlayan süreç artık Orta Doğu’da durumun değişmeye başladığını göstermişti. Nitekim geçen hafta Esad’ın rejimin düşmesiyle sürecin başka bir evresine geçilmiş oldu.
Her şeyden önce Ankara’nın kendine alan açtığı denge durumu Orta Doğu’da son buldu. Kazanan aslında HTŞ’yle sınırlı değil. ABD ve İsrail (Batı hattı) bölgenin asıl kazananı durumunda.
Ankara bu yeni duruma adapte olmak durumda. Dengeden çok tarafını seçme tercihiyle baş başa kaldı.
Bu bağlamda Erdoğan’ın yaz ortası ortaya attığı “Esad’a çağrı, İsrail tehdidi ve iç cephe çağrısı” bugün yaşananlar ışığında bir daha değerlendirilmeye muhtaç. Erdoğan’ın çağrısından, HTŞ zaferinden çok (ABD-İsrail) var olan dengenin devamını tercih ettiğini söyleyebiliriz. Ama artık sahada başka bir durum var ve Ankara tarafını seçmek zorunda.
Hakan Fidan’ın itidalli açıklamalarına ve Bahçeli’nin çağrılarına bakınca Ankara’nın tarafını belli ettiğini söylememiz gerekiyor. Kaba çizgilerle tarif edilirse Türkiye’nin safı ABD ve İsrail’in yanında şekillenmeye başladı bile.
Tam burada Erdoğan’ın salı günü yaptığı konuşmada altını çizdiği “önümüzdeki 2-3 ay kritik” cümlesine dikkat çekmek gerekiyor. İşte bu iki ay Orta Doğu’da oluşan yeni duruma dair Türkiye’nin içinde bulunduğu bazı aktörlerin pozisyonunun netleşeceği aylar olacak.
İÇERİDE NE OLACAK?
Cumhur İttifakı’nın bölgede yaşanan gelişmelere Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarları üzerinden ya da Orta Doğu halklarının huzurunu esas alan bir bakışla yaklaştığını söylemek fazla saflık olur. Esas Orta Doğu’da yaşanan gelişmeleri bir tür iktidarını tahkim etmenin yolu yordamı olarak gördüğü çok açık. Sahada zafer kazanamazsa bile ülke içinde ittifak dengesini kendi lehine değiştirerek, muhalefeti dış politika üzerinden etkisiz kılma hesabı yapıyor.
Bahçeli’nin Öcalan çağrıları da hiç kuşkusuz bu durumdan bağımsız okunamaz. Türkiye içinde Kürt sorununun demokratik çözümüne dair hiçbir şey önermeden Orta Doğu’da yaşanan yeni duruma uygun iç diziliş hedefinde. İktidar cenahı DEM-Öcalan görüşmesinden sonra Kürt siyasetinin en azından Saray rejiminin karşısında bir pozisyon almayacağı varsayımıyla hareket ediyor. Minimum beklenti 2010 referandumu pozisyonuna çekilmesi.
Buna bir de sağ muhafazakar partilerin Suriye politikasına verdiği destek düşünülürse muhalefet cephesinde arzulanan gedik açılmış olacak.
BİR DÜŞMAN LAZIM
Cumhur İttifakı’nın en belirgin karakteri mutlaka bir düşmanla kavgaya tutuşma gerekliliğidir. Düşmanı yoksa bu ittifakın ayakta durma şansı yok. Orta Doğu’da yaşanacak olası makas değişikliklerin içeriye de yansıması kaçınılmaz olacak. Bu da düşman tanımı da farklılaşma ihtimalini yükseltiyor.
Bugün için en uygun aday -tüm normalleşme çabalarına rağmen- CHP gözüküyor. Kafası karışık olsa da Suriye politikası konusunda karşılarına aktif bir tutum almamışsa da CHP mutlaka hedef tahtasına konulacaktır. Suriye’deki yaşananlara “emperyalist müdahale” bile diyememiş olmasına rağmen bu durum değişmez. Nitekim kayyumlarla başlayan, iktidar cenahından gelen uyarılarla devam eden süreç bu durumu doğruluyor.
Diğer bir düşman da başta solcular olmak üzere bu rejimden hakkını isteyen herkes olacak. İktidara göre “Orta Doğu’da kartlar yeniden dizilirken, Türkiye önemli bir inisiyatif alma aşamasındayken” ses çıkaran herkes bölücü ve bozguncu tanımlanacaktır.
Son altı ayda yaşananlara bakıldığında Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki döneme ilişkin kısa vadede (uzun vadeli program yapma şansları yok) yapmak istedikleri Orta Doğu’da ABD yanında kalmakla birlikte mümkün olduğu kadar karlı bir pozisyon elde etmek, bu gelişmelere bağlı olarak da içeride muhalefeti yeniden dizayn ederek kendi tarafını güçlendirmek.
ÇOK ENGEL VAR
Bu her şeyden önce Saray hesabı. Son bir hafta gösterdi ki Türkiye’nin Orta Doğu’da diğer büyük aktörler sahaya inince çok fazla ince hesap yapacak gücü yok. ABD-İsrail çizgisine uygun kendi durumunu güncellerken bu işten mümkün olduğunca zararsız çıkmanın yolunu bulma derdinde.
Muhalefetin içinde bulunduğu ruh hali düşünüldüğünde Saray rejiminin bu işten karlı çıkabileceği düşünülebilir. Ama Türkiye’de tüm geleceği partilere bağlamak büyük yanılgı olur. Bugün etkisi kalan muhalefet partilerinin tabanları dahil toplumsal kesimlerin çok önemli bölümü tüm yaşananlar baz alındığında Erdoğan’ın karşısında durmaya devam ediyor. Tüm bu tantanaya rağmen ikna edici bir noktaya gelmiş durumda değiller.
Yaklaşık 10 yıldır partiler değil toplumsal muhalefetin dizilişi siyasete yön tayin ediyor. Bugün de durum çok farklı değil.
Toplum içerisinde ABD-İsrail çizgisinin Orta Doğu’daki egemenliğine ve Türkiye’ye biçtiği rolü reddeden bir çizginin karşılığı hala çok yüksek.
Emperyalizme, BOP’a, içeride otoriterleşmeye, yoksulluk ve sefalet düzenine yüksek sesle gerçekleşecek itiraz, ortalığı kaplayan boş gürültüyü çok çabuk bastıracak güce sahip.
∗∗∗
YENİ ANAYASA MASAYA GELİR
İçeride yeni dizilişin olağan bir sonucu da Erdoğan'ın uzun süredir gündeme getirdiği yani bir anayasa tartışması. Bütçe görüşmeleri sırasında söz alan genel başkanların konuşmaları üzerinden yapılacak bir değerlendirmede DEM ve muhafazakar sağ partilerin bu fikre çok uzak olmadı söylenebilir. Anayasa tartışmasının yeni siyasal dizilişe etki yapmaması da mümkün değil.
/././
TIMMS Raporu ile yaratılan algı ve gerçek -Feray Aytekin Aydoğan-
Eğitimde yaratılan yıkım öylesine büyük bir boyuta ulaşmış durumdaki TIMMS Raporu, iktidar tarafından algı kampanyasının aracı haline getiriliyor. Ancak bu ‘başarı’ öyküsünün ardında, eğitimdeki çöküş yatıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) günlerdir Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMMS) 2023 sonuçlarını eğitimde büyük başarı diye paylaşıyor.
Kabine toplantısı sonrası Erdoğan’ın “TIMMS sonuçlarında 4’üncü ve 8’inci sınıflarda ülkemizin başarı grafiği sürekli yükseliyor. 2023 yılı oranları bunu bir kez daha ortaya koymuştur. Eğitim modelimiz sürekli gelişiyor. Ve bu iyileşme inşallah hızlanacaktır” cümleleri önümüzdeki dönemde TIMMS sonuçlarının bir başarı hikâyesi olarak sürekli karşımıza çıkarılacağını gösteriyor.
Eğitimde yaratılan yıkım öylesine büyük bir boyuta ulaşmış durumda ki TIMMS bir algı kampanyasının aracı haline getiriliyor. Algı, siyasi iktidar için 22 yıldır kesintisiz sürdürülen bir yönetim biçimi. Hakikatin üzerini örtmek için en kullanışlı araç.
Peki, TIMMS 2023 raporundaki gerçek ne?
TIMSS, dünya genelinde 4 ve 8’inci sınıf düzeyindeki öğrencilerin matematik ve fen bilimleri alanlarında kazandıkları bilgi ve becerileri dört yıllık periyotlarla uluslararası düzeyde değerlendirmeyi amaçlıyor. Türkiye ise 2019‘dan itibaren 4’üncü sınıf uygulamasına 5’inci sınıf düzeyinde katılıyor. 5’inci sınıftaki öğrencilerimiz diğer ülkelerin 4’üncü sınıf öğrencileri ile yarıştırılıyor.
GERÇEĞİN ÜZERİ ÖRTÜLDÜ
TIMSS 2023 uygulamasının 68 ilde yapılması planlanmasına rağmen salgın ve depremle birlikte yıkımı, yoksulluğu, eşitsizliği en ağır boyutu ile yaşayan öğrencilerin bulunduğu Maraş merkezli depremin yaşandığı 9 ilde (Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Maraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Urfa) örnekleme seçilen okullarda TIMSS 2023 uygulaması yapılmamıştır. Akademik başarının düşmemesi için deprem bölgesindeki öğrencilerin yaşadığı gerçeğin üzeri örtülmüş, deprem bölgesindeki çocuklar bir kez daha yok sayılmıştır. Rutin yönetim biçimi devam ettirilmiştir. Gerçek, şeffaf bilgi yoksa sorun da yok.
Rapordaki diğer bir gerçek te ülkemizde sınava katılan öğrencilerin sosyoekonomik düzeylerinin TIMMS’e katılan diğer ülkelerdeki çocuklardan daha yüksek olması. Tayvan ve Singapur’dan sonra Türkiye sosyoekonomik düzeyi en yüksek olan öğrencilerin seçildiği ülkeler sıralamasında 59 ülke arasında 3’üncü sırada.
TIMSS 2023 araştırmasında 5’inci sınıf düzeyinde sosyoekonomik durum göstergesi indeksi; velilere yöneltilen “evdeki kitap sayısı”, “evdeki çocuk kitaplarının sayısı”, “ailenin eğitim düzeyi” ve “ailenin mesleği” sorularına verilen cevaplardan oluşturulmuştur.
TIMMS 2023 raporunda çocukların akademik başarılarında temel belirleyicinin ailelerin sosyoekonomik düzeyi olduğu karşımıza çıkıyor. Ülkemizde TIMSS 2023 araştırmasına katılan 5’inci sınıf öğrencilerinin yüzde 73’ünün aileleri orta ve yüksek sosyoekonomik düzeye sahip. Matematikte düşük ekonomik düzeyde olan ebeveynlerin çocuklarının akademik başarı puanı 501 iken yüksek ekonomik düzeyde olan ebeveynlerin çocuklarının akademik başarı puanı 616’dır. Fende ise sırasıyla 529 ve 621.
SOSYO-EKONOMİK ETKİ
TIMSS 2023 uygulamasına katılan 8’inci sınıf öğrencilerinin “evdeki eğitim kaynakları” ölçeğinde üç kaynakla (evdeki kitap sayısı, ebeveynlerden herhangi birinin en yüksek eğitim seviyesi ve evdeki çalışma desteği sayısı, internet veya ayrı bir odaya sahip olma) ilgili sundukları verilere göre ailelerin sosyoekonomik düzeyinin akademik başarıya etkisi ölçülüyor. Ailelerin sosyoekonomik durumu ile öğrencilerin matematik, fen başarısı arasında güçlü bir ilişki var. TIMMS 2023’e katılan 8’inci sınıf öğrencilerinin velileri için sosyoekonomik düzeyin yüksekliği oranı yüzde 69. TIMSS 2019 Türkiye sonuçlarına kıyasla, evdeki eğitim kaynaklarını “çok” olarak belirten öğrenci oranı ise yüzde 18 oranında artırılmış.
TIMMS 2023’te okul öncesi eğitim alan 5’inci sınıf öğrencilerinin oranı ise yüzde 82. 2019’a kıyasla okul öncesi eğitim alan çocukların oranı yüzde 10 artırılmış.
Bir diğer gerçek ise TIMMS’e ülkemizden katılan öğrencilerin okulları ile ilgili. Eğitimin paralılaştırılması ile özel okullarla kamu okulları arasında, kamu okullarının kendi arasında eşitsizlik, uçurum her geçen yıl daha da artıyor. TIMSS 2023’te 5’inci sınıf öğrencilerinin okullarının yüzde 55’i, 8’inci sınıf öğrencilerin yüzde 59’u yüksek ve çok yüksek düzeyde akademik başarıya sahip okullar. 2019’a göre 8’inci sınıflarda akademik başarısı yüksek ve çok yüksek olan okulların oranı sırasıyla yüzde 8 ve yüzde 7 artırılmış.
PISA 2022 raporu ise gerçek tablonun en açık kanıtı idi. Fen liseleri ile mesleki eğitim kurumları arasındaki akademik yıl farkı 10, imam hatip liseleri ile arasındaki fark ise 8. Kamusal, laik eğitimin tahribatı sonucu öyle bir eğitim sistemi yaratıldı ki eşitsizlik devasa bir boyuta ulaştı.
Biz öğretmenler ise hakikati yaşayanlarız. Yaratılmaya çalışılan hiçbir algı senaryosu yaşanılan gerçeğin üzerini örtemez.
/././
Asgari yaşamak -Gözde Bedeloğlu-
DİSK/Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) tarafından hazırlanan Kasım 2024 dönemine ait “Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması” 10 Aralık 2024 tarihinde yayımlandı. Rapor, ekonomik sorunların bugün daha da derinleştiğini gösteriyor. Buna göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için aylık yapması gereken gıda harcama tutarı 20 bin 967 lira. Eğitim, sağlık, barınma, ısınma, ulaşım gibi diğer temel giderler ile birlikte bir ailenin yapması gereken minimum harcama tutarı da 72 bin 524 liraya ulaşıyor. Tek başına yaşayan bir kişi için yoksulluk sınırı 33.807 lira olarak tespit edilmiş. Asgari ücret 2024 sonu itibarıyla 17 bin 2 lira ve yıl boyu ara zam yapılmadı. Dolayısıyla, enflasyon karşısında hızla eriyen asgari ücretin 2025 yılı artışıyla ilgili beklenti de yüksek. Bugün, iktidarın ekonomiyi yönetemeyişiyle ortalama ücret haline gelen asgari ücret ile ilgili tartışmalar, ülkede milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen en önemli konulardan biri. “Her işçi, her emekçi, alın teri döken her insan kutsaldır” demişti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan. Bu nasıl bir ‘kutsaldır’ ki, emekçi yoksullukta birleşip açlık sınırında dolanıyor; sendikal hakları engellenip her an işsiz kalma endişesi taşıyor.
***
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gaziantep’te düzenlenen bir programda gençlerle buluştu. Üniversite öğrencilerine verilecek burs miktarının 2025 yılı itibarıyla 2 bin liradan 3 bin liraya yükseltileceğini ‘müjdeledi. Gençlere, “Nasıl, 3 bin lira iyi mi?” diye sordu. İstanbul Planlama Ajansı’nın 2024/25 Öğrenci Yaşam Maliyeti Araştırması’na göre özel yurtta kalan bir üniversite öğrencisinin yaşam maliyeti bir sene içerisinde %57,17 oranında artış göstererek aylık 22 bin 920 liraya yükselmiş. Üç kişilik bir evde kalan bir öğrencinin aylık maliyeti bir yıl içerisinde %49,59’luk artışla 12 bin 535 liradan asgari ücretin de üstüne çıkarak 18 bin 750 liraya yükselmiş. En yüksek artış kültür sanat ve kırtasiyede gözlenirken en düşük artış ulaşım ve teknoloji harcamalarında gözlenmiş. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin büyük bir bölümü yoksulluk sınırında yaşayan ailelerinden maddi destek almak zorunda. Kısıtlı bütçe nedeniyle devletten burs ve kredi almakta zorlanan öğrenciler yarı ya da tam zamanlı işlerde çalışmak zorunda kalıyor ki bu da derslerde başarısızlığa neden oluyor. Anayasal hakları gereği gösteri yürüyüşüne katılan gençlerin bursları da çarçabuk kesiliyor. Öğrenciler aylık gelirlerini en çok barınma, yiyecek ve okul masrafları için harcıyor. YÖK verilerine göre son beş yılda, ekonomik yükü kaldıramayan iki milyon öğrenci okuduğu üniversiteyi bırakmış. “Nasıl, 3 bin lira iyi mi?
***
Aralık, para ayı. 2025 yılı bütçe kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlandı. Altı bakanlığı, (İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji ile Ticaret Bakanlıkları) geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı bu yıl da bütçesiyle göz dolduruyor. 2024’te 91 milyar 824 milyon lira olan bütçe, 2025’te 130 milyar 119 milyona yükseldi. Başkanlık tarafından düzenlenen yemekte Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile konuşan Nagehan Alçı’nın aktardığına göre bütçenin yüzde 95’i personel gideri, yüzde 5-6’lık bir pay da hizmet için kullanılacakmış. Erbaş’ın dediğine göre personel de fazla değil aksine eksikmiş, çünkü Türkiye’de 16 bin civarında imamsız cami varmış. Cami sayısının nüfusa olan oranını merak edip de soran olmamıştır diye tahmin ediyorum. Öğrencilere kaynak olmadığı gerekçesiyle bir öğün okul yemeği vermeyen hükümet, dev bütçeli Diyanet’i tasarruf tedbirlerinin dışında tutmuş. Üstelik, zırhlı makam aracı tartışma yaratan eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den kalan Mercedes’i kullanan Ali Erbaş’ın gönlü kırgın, söylediklerinden öyle anlıyoruz. “Bir Audi’yi Diyanet İşleri Başkanı’na çok gördüler” demiş, incinmiş.
***
Hakkının kendine çok görüldüğünü söyleyen sadece Erbaş değil; “Bize haklarımızı çok gördüler” diyen bir de Polonez işçileri var. Aylardır grevdeler. Fabrikadaki ağır çalışma koşulları ve düşük ücrete karşı Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenen 146 işçi işten çıkarıldı. Türkiye’nin sabit maaşı, yani asgari ücret karşılığında çalışan işçiler ağır koşullarının yanında insan onuruna yakışmayan ceza ve hakaretlere de maruz kaldıklarını söylüyor. Hırsızlık suçlamasını içeren kod 46 ile işten çıkarılan emekçiler bu yüz kızartan suç isnadını elbette şiddetle reddediyor. Sendikal haklarının kabul edilmesini isteyen işçiler, “bize bunu çok gördüler” diyerek isyan ediyor. Seslerini duyurmak için Ankara’ya yürümek istiyor ama engelleniyorlar. Çatalca Adliyesi önünde kefen giyip açlık grevine başladılar. Soğuğun ve açlığın etkisiyle aralarından rahatsızlanıp hastaneye kaldırılanlar oldu. Bir yanda, ülkede bunca sefalet ve haksızlık varken “bir Audi’yi bana çok gördüler” diye sızlanan dev bütçeli Diyanet’in başkanı Ali Erbaş; diğer tarafta insanca ve onurlu bir yaşam için “bize haklarımızı çok gördüler” diye isyan eden Polonez işçileri… Çatalca Müftüsünün “Böyle hak aranmaz” diyerek akıl vermeye kalktığı, ilçe emniyet müdürünün “Ben size gözaltı yapıp adli işlem yaparsam çocuğunuz zekiyse bile bir işe giremez” diyerek tehdit ettiği işçiler artık üzerlerinde kefenle oturuyor. Emekçiye yaşamak çok görülüyor.
/././
Diyanet’ten bir taşla iki kuş -Mustafa Bildircin-
Diyanet, “Benim Güzel Kelimelerim” ve “Peygamber Hikâyeleri” isimli çocuk kitaplarının basım ihalesini, ihalede rakipsiz olan İhlas’a 2 milyon TL’ye verdi.
Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik krizin gölgesinde yoksulluk ile boğuşan yurttaşın vergileri ile oluşturulan dev bütçesiyle tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı, fahiş matbaa harcamalarına yenisini ekledi. Okulöncesi eğitimde ağırlığını artıran ve çocuklara yönelik faaliyetlerini yoğunlaştıran başkanlık, milyonlarca lira harcayarak iki yeni çocuk kitabı bastırdı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, “Benim Güzel Kelimelerim” ve “Peygamber Hikâyeleri” isimli kitapların basımı için 13 Kasım 2024 tarihinde ihale düzenledi. Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye Daire Başkanlığı koordinesinde düzenlenen ihaleye iki şirket teklif sundu. Tekliflerden birini geçersiz sayan ihale komisyonu, geçerli teklif sayısını bire düşürdü.
SÖZLEŞME 2 MİLYON TL’LİK
Teklifleri değerlendiren ihale komisyonu, ihaledeki tek geçerli teklifin sahibi İhlas Gazetecilik Anonim Şirketi ile anlaşılması yönünde karar açıkladı. Komisyonun kararının ardından Diyanet İşleri Başkanlığı ile İhlas Gazetecilik Anonim Şirket arasında 2 milyon 20 bin TL’lik sözleşme imzalandı.
İHLAS’A 167,2 MİLYON TL
Çocuklar için yazılan Benim Güzel Kelimelerim ve Peygamber Hikâyeleri isimli kitapların basımı için Diyanet ile 2 milyon 20 bin TL’lik anlaşma yapan İhlas’ın başkanlıktan aldığı ihalelerin toplam tutarı ise 167 milyon 271 bin TL’ye ulaştı. Şirketin Diyanet’ten toplam 13 ihale aldığı belirtildi.
∗∗∗
REKOR MATBAA HARCAMASI
2025 yılında satışa çıkaracağı dergilerin basımı için on milyonlarca lira harcama yapan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024 yılındaki matbaa harcaması da dudak uçuklatıyor. Başkanlığın 2024 yılında yaptığı matbaa harcamaları 243 milyon TL ile ifade ediliyor. ***
Kamu vakfı naylon faturalarla soyulmuş -İsmail Arı-
Vergi müfettişlerinin, kamu vakfı olarak kurulan ve 66 ülkede faaliyet gösteren Yunus Emre Vakfı hakkında soruşturma yürüttüğü ortaya çıktı. Tabela şirketlerden alınan sahte faturalarla vakfın kasasının boşaltıldığı öğrenildi.
Yunus Emre Vakfı’nın Mütevelli Heyeti Bakan Ersoy başkanlığında toplanıyor. (Fotoğraf: AA)Türkiye'nin tarihini, dilini, kültürünü ve medeniyet anlayışını uluslararası alana aktarılmasını sağlamak amacıyla kamu vakfı olarak kurulan Yunus Emre Vakfı ile alakalı bir vergi kaçakçılığı soruşturmasının yürütüldüğü ortaya çıktı.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı vergi müfettişleri, Yunus Emre Vakfı’nı incelemeye aldı. Müfettişler, sahte fatura kesen, ticari faaliyeti bulunmayan tabela şirketler ile Yunus Emre Vakfı’nın bağlantısı olduğunu belirledi. 26 Temmuz 2024 tarihinde Yunus Emre Vakfı’na yazı gönderen vergi müfettişi, vakıftan faturalarla ilgili belge ve açıklama talep etti.
ÇOK SAYIDA FATURA KESİLDİ
Vergi müfettişlerinin vakıftan açıklama istediği faturalarla ilgili tespitleri şöyle:
• FATURALAR SAHTE: Rematek İnşaat Şirketi’nin 2022 ve 2023 yıllarında gerçek anlamda ticari bir faaliyetinin bulunmadığı, düzenlediği tüm faturaların sahte belge niteliğinde olduğu belirlendi. Bu şirket 2022 ve 2023 yıllarında Yunus Emre Vakfı’na çok sayıda fatura kesti. Kurumunuz adına düzenlenen fatura asıllarının, bu faturalara ilişkin ödeme belgelerinin (dekont, çek, senet vb.) ve ilgili yıllar yevmiye defterlerinin ibraz edilmesi gerekmektedir. Yine bahsi geçen firmadan yapılan fatura içeriği alışların ne şekilde alındığı, kiminle muhatap olunduğu, nerde kullanıldığı gibi hususlar hakkında bilgi verilmesini talep ediyoruz.
• MAL YA DA HİZMET YOK: Çelikkaya Organizasyon İnşaat isimli şirketin kuruluş tarihinden itibaren düzenlediği faturaların tamamının herhangi bir mal teslimi ve/veya hizmet ifasına dayanmayan, komisyon karşılığı düzenlenmiş sahte faturalar olduğu tespit edildi. Şirketin 2021 ve 2022 yıllarında kurumunuz adına düzenlenen fatura asıllarının, bu faturalara ilişkin ödeme belgelerini ibraz edip bilgi veriniz.
• TİCARİ FAALİYETİ YOK: Vergi mükellefi Ali Fide’nin 05 Ocak 2021 ile 31 Aralık 2021 tarihleri arasında herhangi bir ticari faaliyetinin olmadığı, 2021 yılında sahte belge düzenleme faaliyeti ile iştigal ettiği herhangi bir gerçek faaliyetinin olmadığı bu nedenle bu tarihlerde ya da sonrasında düzenlediği tespit edilen tüm faturaların gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasına dayanmayan sahte belgeler mahiyetinde olduğu belirlendi. Ali Fide tarafından 2021 yılında kurumunuz adına düzenlenen fatura asıllarını, bu faturalara ilişkin ödeme belgelerini gönderin.
• KOMİSYON KARŞILIĞI: Peçenekler Demir şirketinin 2021 hesap döneminde gerçek bir faaliyetinin olmadığı, işe başlama tarihinden itibaren düzenlediği belgelerin tamamının gerçek bir mal teslimi ve hizmet ifasına dayanmayan, komisyon karşılığı düzenlenen sahte belgeler olduğu ve bu belgelere rastlanılması halinde sahte belge olarak dikkate alınması gerektiği tespit edildi.2021 yılında kurumunuz adına düzenlenen fatura asıllarının, bu faturalara ilişkin ödeme belgeleri tarafımıza iletin.
• SAHTE BELGELER: Evrim Cnc Makina şirketi tarafından 24 Eylül 2021 tarihinden itibaren düzenlenen belgelerin sahte belgeler olduğu belirlendi. Şirketi tarafından 2021 yılında kurumunuz adına düzenlenen fatura asıllarının, bu faturalara ilişkin ödeme belgeleri ile detayları bildirin.”
TURİZM BAKANI YÖNETİYOR
66 ülkede ve 88 noktada faaliyet gösteren Yunus Emre Vakfı’nın Mütevelli Heyeti Başkanlığını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy yapıyor. Heyetin üyeleri arasında Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Serdar Çam, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz, Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci, Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı İsmail İlhan Hatipoğlu, Türkiye Maarif Vakfı Başkanı Birol Akgün ile birçok rektör ve bürokrat yer alıyor.
***
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder