El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ…(II) + Çanakkale son 20 yılda orman varlığını kaybetti: Yüzde 20'lik düşüş / duvaR

 El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ…(II) -Ümit Kıvanç-

2016 Temmuz’unda Nusra Cephesi, başka örgütlerle biraraya gelerek Şam’ın Fethi Cephesi’ni (ŞFC) oluşturduklarını ilan etti. Açıktı ki, bu, ŞFC’nin odağındaki esas büyük güç Nusra’nın uzun zamandır başka herkesçe sorun sayılan El Kaide bağlantısının kesildiğinin ilanıydı.

Nusra Cephesi’nin Suriye’de hızla büyümesi Irak İslâm Devleti merkezinde tedirginlik yarattı. İpleri elinden kaçırdığını hisseden IİD Emiri Ebubekir el-Bağdadi harekete geçti. IİD’in yayın organı El-Furkan’da yayınlanan ses kaydında el-Bağdadi, Colani’den “askerlerimizden biri” diye sözediyor, Colani’nin örgütündekileri de “oğullarımız” diye niteliyordu: “Askerlerimizden biri olan El-Colani’yi ve onunla birlikte oğullarımızdan bir grubu vekilimiz olarak tayin ettik ve Levant’taki hücrelerimizle buluşsunlar diye onları Iraktan Levant’a gönderdik… Onlar için planlar yaptık, nasıl çalışacaklarını tayin ettik ve onlara elimizden geldiğince her ay malî destek verdik ve onları, hem mültecilerden hem yerlilerden, cihadın savaş alanlarını tanıyan bilen elemanlarla takviye ettik.”

Bağdadî, “Levant ve dünya halkı önünde ilan etmenin zamanı gelmiştir ki,” dedi, “El Nusra Cephesi, Irak İslam Devleti’nin bir uzantısıdır ve onun parçasıdır.” Bundan böyle her iki isim de kullanılmayacaktı, çünkü ortada tek bir örgüt vardı, o da Irak ve Şam (Levant) İslâm Devleti (IŞİD) adıyla anılacaktı.

Bundan sadece iki gün önce El Kaide’nin resmî propaganda mecrası As Sahab  Zevahiri’nin “Allah’ın izniyle bir cihadî İslâm devleti kurun,” çağrısını yayınlamıştı.

İki gün sonraysa Nusra’nın resmî yayın organı Beyaz Minare’de (El-Manara el-Bayda) Colani’nin cevabı geldi. Colani, saygıda kusur etmedi, IİD liderinden, “Allah onu esirgesin, Şeyh Bağdadî” diye sözetti, ama “iki örgüt-tek devlet” kararından haberlerinin olmadığını, Nusra’nın Irak’taki Bağdadî’nin değil, Pakistan’daki Eymen el-Zevahiri’nin (El Kaide merkezinin) otoritesini tanıdığını duyurdu. Böylece Nusra’nın El Kaide ile organik ilişkisi de ele güne açık edilmiş oluyordu.

2013 yazına kadar Nusra-DAİŞ/IŞİD ilişkisi belirsiz kaldı. Mayıs sonunda Zevahiri bir mektup yayımladı, iki tarafı da eleştirdi, “tamam, ayrı durun ama beraber çalışın” dedi.

El Kaide lideri, DAİŞ’in başındaki Bağdadi için, “…bize danışmadan, en azından bize haber vermeden Irak ve Şam İslâm Devleti’ni ilan etmekle yanlış yapmıştır,” diyordu. Colani’nin de, “…bize danışmadan, en azından bize haber vermeden, Irak ve Şam İslâm Devleti’ni reddetmek ve El Kaide ile bağlantısını açıkça ilan etmekle yanlış yaptığını” söylüyordu. IŞİD adı iptal edilmişti, kullanılmayacaktı.

Müstakbel halife Bağdadi, Zevahiri’yi fena tersledi. Haziran 2013’te, “Irak ve Bilad-ı Şam’da Kararlı Duruş” başlığıyla yayımlanan sesli mesajında şöyle haykırdı: “Kanın dolaştığı damarımız ve gören gözümüz olduğu sürece Irak ve Şam İslam Devleti var kalacaktır… bundan vazgeçmeyeceğiz ve taviz vermeyeceğiz; ölene kadar!” DAİŞ lideri, çıtayı da epey yüksekte tutuyordu: Zevahiri’nin mektubuna “pek çok hukukî ve metodolojik şerhi” vardı; meydan okuyordu: “Allah’a karşı gelen mektuptaki emirleri değil Allah’ın emrini yerine getirmeyi seçtim.”

DAİŞ böylece, yalnız Suriye’deki şubesi Nusra’yı değil, doğrudan El Kaide merkezini karşısına alıyordu. Zevahiri’nin yolladığı arabulucuların gideremediği çatlak, bundan böyle DAİŞ Sözcüsü sıfatıyla tanınacak olan Ebu Muhammed el-Adnanî el-Şamî’nin El Furkan Medya’da yayınlanan konuşmasıyla daha da büyüdü. El-Adnanî, artık doğrudan “İslâm Devleti” diye bahsettiği DAİŞ’in “hiçbir zaman El Kaide’ye biat etmediğini” bildirdi, Zevahiri’ye itirazlarını sıraladı. Esad, Suriye Aleviliği, Lübnan Hizbulahı, Irak ve İran Şiiliği’ni topluca karşılarına alabilecek kapasitede olduklarını göstermek için, “Diyala’dan Beyrut’a kadar bütün Rafızîleri (Şiiler)  bombalayacaklarını” söyledi. Doğrudan Nusra ve Colani’ye hitabı da en az bu kadar sertti, onları Suriye’de mücahitlerin saflarını bozmakla itham etti, “inşikak”tan (bu bağlamda: bölücülük) sözetti.

Ankara’nın Suriye’ye yönelik faaliyetini hızla artırdığı günlerdi. Fehim Taştekin’in kitabında (Suriye. Yıkıl Git, Diren Kal, İletişim Yayınları, 2016) anlattığına göre, Cilvegözü ve Öncüpınar sınır kapılarından ağır silahlar savaş bölgesine aktarılıyordu. Antakya’da gece ikiden sonra elektrik kesiliyor, camları karartılmış otobüsler savaşçıları sınıra taşıyor, yörede herkes bunları biliyor, korku içinde izliyordu.

2014’ün 10 Temmuz’unda DAİŞ Musul’u zaptetti ve asıl bomba 29 Temmuz’da patladı: Ebubekir el-Bağdadi, Musul’da, El Nuri El Kebir Camisi’nde halifeliğini ilan etti. Ve bundan böyle DAİŞ, Suriye’nin öbür silahlı cihatçı örgütlerinin müttefiki değil hasmı olarak varlık gösterdi. Başta Nusra, herhangi bir yerde karşı karşıya geldiği bütün ötekilerle çatıştı.

O, tanımadığı Irak-Suriye sınırını kaldırıp iki yanda da kendi başına hunharca mücadelesini sürdürürken, Suriye’nin kuzeybatısında, İdlib vilayetinin tamamını, Halep ve Hama’dan da parçaları içine alan cihatçı bölgesi oluşuyordu.

2016 Temmuz’unda Nusra Cephesi, başka örgütlerle biraraya gelerek Şam’ın Fethi Cephesi’ni (ŞFC) oluşturduklarını ilan etti. Kimsenin tam anlam veremediği ve inandırıcılık sorunuyla mâlûl bu girişimin ilk bakışta hemen dikkat çeken unsuru, bu yeni bileşik örgütün “hiçbir dış güçle bağlantısının bulunmadığının”  vurgulanmasıydı. Açıktı ki, bu, ŞFC’nin odağındaki esas büyük güç Nusra’nın uzun zamandır başka herkesçe sorun sayılan El Kaide bağlantısının kesildiğinin ilanıydı. Nusra’ya bu zamana kadar epey para ve silah yardımı yapmış olan, rehine kurtarma operasyonlarında örgüte fidyeler ödemiş bulunan Katar’ın bu bağlantı kesilsin diye yaptığı baskı mı sonuç vermişti? Şüphesiz tek sebep bu değildi. Nusra, daha geniş cephe haline gelmek istiyor, başka örgütleri otoritesi altında toplamayı planlıyordu. Sindirecek, zorlayacaktı, ama rıza da üretmesi gerekiyordu ve sözkonusu bağlantı önündeki en belirgin handikaptı.

İdlib’de ŞFC’nin öbür cihatçı örgütleri ezip yok ettiği veya bünyesine kattığı süreç, AKP’nin herhangi bir ilçe başkanından Afganistan’ın ücra köyündeki Taliban’cıya kadar bütün İslâmcıların aynı şey olduğunu düşünmekte ısrarlı Türkiye okuryazarı için de azıcık anlaşılır olsun diye, ŞFC’nin o süreçte karşılaştığı eleştirilere cevaben yayınladığı bildiriden bazı parçaları aktaracağım. Üzerine konuşulan olayları açıklamam gereksiz, her şey kolayca anlaşılıyor:

* Medyadaki abartmalara karşılık, biz Ceyş el-Mücahidin, Şam Cephesi ve Raşidin Operasyon Odası’nın Batı Halep ve Kuzey İdlib örgütlerini tesirsiz hale getirir ve dağıtırken tek insan ölmemiştir. Can kaybı sadece Sukur el-Şam’la çatışmamızda meydana geldi, çünkü bize saldırdılar ve birçok mensubumuzu öldürdüler. Ve Ceyş el-İslâm, bize ağır silahlarla ateş açtı. (…) tanklarıyla gelip köyü bastı, oysa onlarla meselemiz olmamıştı…

* 23 Ocak günü Sukur el-Şam lideri Ebu İsa el-Şeyh’in bizi ‘Haricî’ diye nitelemesi ve ortadan kaldırılmamız için insafsızca çağrı yapması, konvoylarını harekete geçirmesi ve bazı üslerimize saldırması, altı elemanımızı öldürmesi karşısında şaşkınlığa kapıldık. Biz onlara ilişmemiştik, onlarla meselemiz yoktu.

* Bazı örgütlerin liderleri, dış güçlerin maşaları. Bazı örgütler Suriye Devrimi’ni yolundan saptırmaya çalışıyorlar.

* El Kaide ile ilişkimizi, Suriye Devrimi’nin hayrı için kesmedik mi?

* Daha birkaç hafta öncesine kadar biz bütün öbür örgütlere, “gelin birleşelim” demiyor muyduk?

* Liderimiz Ebu Muhammed el-Colani, birleşince oluşacak yapının liderliğini Ahrar el-Şam lideri el-Ömer’e bırakmayı teklif etmedi mi?

* Birleşme doğrultusunda öbür gruplarda güven yaratmak için liderimiz el-Colani ilk defa yüzünü açıkça gösterip kendisini insansız hava araçlarının, suikast girişimlerinin hedefi haline getirmedi mi? (…)

* Birleşmeye yanaşmayan biz değiliz. Öbür gruplar birleşmek istemedi. Bugün doğan bölünmenin sorumlusu onlardır. Bizimle birleşmediler ve buna gerekçe olarak bazı ülkelerden gelen yardımların kesileceğini gösterdiler. Örgütümüzü lağvetmemizi, üslerimizi terk etmemizi ve elemanlarımızı dağıtmamızı dahi isteyenler oldu.

* Bize karşı genel seferberlik çağrısı yapan din âlimleri, çatışmanın büyümesinden sorumludur. (…) Bize karşı seferberlik çağrısı yaparken, öbür yanda Esad’la oturmuş, ateşkes için anlaşıyor, pazarlık yürütüyorlar.

* ŞFC’yi eleştirmek için din âlimlerinin fetva ve hüküm hazırlama ve yayımlama hızı muazzam. En az altı fetva verildi. (…) Neredeyse hepsi aynı gün ortaya çıkan toplam altı fetva! Bu durum gayet meşru sorular yaratır. (…) bize karşı fetvalar veren din adamları, destek aldıkları devletlerin baskısı yüzünden bu konuda susmak zorunda kalıyorlar. (…) Daha önce başka gruplar arasında çıkan çatışmalarda böylesine süratle bu tür fetvalar verildiğine, seferberlik çağrıları yapıldığına şahit olmadık. Ceyş el-İslâm’ın Guta’da tamamen güç ve iktidar uğruna giriştiği saldırıda 350 mücahit öldü, böyle hükümler verilmedi; nerede kaldı birilerini Haricî diye damgalamak! ÖSO Kuzey Suriye’de Levant Cephesi ile çatıştı, birçok genç öldü, yine şu yapılanın benzeri görülmedi. Ahrar el-Şam’ın Cünd el-Aksa’yı ortadan kaldırma amacıyla giriştiği harekât (…) büyük kayıplara mal oldu. Ama kimse Ahrar’ı, şimdi onunkiyle kıyaslanır bir hasar vermeden davranan bizi suçladığı gibi suçlamadı (…)

* Elbette bazı din adamları bizim son kampanyamızı yanlış bulabilir, günahtır, cehheneme gideceksiniz, diyebilir. Böyle bir görüş ayrılığı meşrudur. Ancak bizim yolsuzluk yapan Ceyş el-Mücahidin’e yönelik tavrımızı DAİŞ’in tutumuyla kıyaslamak, bizi onun yerine koymak nasıl mümkün olabiliyor? Kimse, ŞFC mensuplarının birilerine turuncu mahkum elbiseleri giydirip onları koyun gibi kurban ettiğini, videolarını çekip yayımladığını görmüş mü? Kimse, ŞFC’den ayrılanların hapsedildiğini, öldürüldüğünü görmüş mü?

* Türkiye Rusya ile ortak hareket ettiğini açıklamışken El-Babda Fırat Kalkanı Harekâtı’na katılmanın caiz olup olmadığı konusunda din âlimlerinden haftalardır görüş beklerken, onlar gelişen olaylarda ŞFC’nin haksız olduğuna çabucak karar veriverdiler. Oysa âlimler daha önce bu harekâta katılmanın ancak Türkiye’nin, ‘işgalci katil Ruslar’ bir yana, ABD ile birlikte hareket etmemesi koşuluyla caiz olacağını açık ve net belirtmişlerdi. (…)

* Halepin düşüşü, muhalefette birleşmenin becerilemeyişi, Astana görüşmeleri, ABD hava saldırılarının artışı ve Türk-Rus ittifakı, durumu değiştirdi. Muhalif gruplar aşağılayıcı konuma razı geldi, görüşmelere katılıyor. Rejimi devirme hedefinin yerini görüşmeler, ateşkes, giderek insanî yardım konusu aldı. (…)

* Suriye’deki temel sorunlardan biri, örgütlerin adaletsizlikler yapıp, suçlar işleyip, bunların hesabını vermeden dönüp gidebilmeleridir. Levant Cephesi, Halep’te 150 savunma noktasını terk etti, savaşçıları Halepin düşüşünü seyrettiler, hesabı sorulmadı. Bu sona ermeli. ŞFC işte bu yüzden bazı grupları hedef aldı. (…) Başkalarının yıllar boyu beceremediği işleri birkaç saat içinde başardı.”

Bildiri şöyle bitiyordu:

“Cihadı ve siperleri paylaştığımız kardeşlerimize diyoruz ki: Bizi tecrit etmek ve bizimle savaşmak amacıyla Astanada üzerinde tartışılan kararlar ve benzerleri boş laftır. Dikkat edin, farkında olmaksızın, devrim ve cihat düşmanlarının kullandığı araçlar haline gelmeyin. Örgüt liderlerine diyoruz ki: Biliyoruz, onların (devrim ve Cihat düşmanları) sapkın fetvaları ve ideolojik terörizmi tarafından yönlendirilerek -belki iyi niyetle- sonunda pişman olacağınız kararlar alıyorsunuz, ama son pişmanlık fayda etmeyecek. Dininize bağlı kalın, cihada ve savaşa dönün, siyasetin şeytanlarını ve onların suflörlerini kendinizden uzaklaştırın… Bütün örgütler… siyasî ve askerî olarak birleşmiş, (…) Şeriat’a dayalı bir Sünnî yönetim biriminin statü kazanması üzerinde anlaşmalılar. Bu amaca ulaşmak için işbirliği yapmanın aciliyeti ve önemi konusunda ısrarcıyız…”

Devam edecek...

                                                                          /././

Çanakkale son 20 yılda orman varlığını kaybetti: Yüzde 20'lik düşüş -Seçkin Sağlam-

Çanakkale Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksel Özdilek, Çanakkale’nin orman varlığının yüzde 54'ten yüzde 35'lere düştüğünü söyledi.

ÇANAKKALE - Çanakkale'de termik, rüzgar ve hidro enerji yatırımları, maden çalışmaları, otoyol ile yerleşim yerleri bağlantı yolları ve yangınlar sebepler kentin orman varlığında ciddi kayba neden oldu.

Holistense Publications (uluslararası süreli ve süresiz yayınlar üreten bir yayınevi) tarafından yayınlanan bilimsel makalelerin yer aldığı “Ekonomik, Çevresel ve Sosyal Boyutlarıyla Sürdürülebilirlik” isimli kitap yayınlandı. Bu çalışmaya makalesi ile katılan Çanakkale Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksel Özdilek, Çanakkale’nin orman varlığının değişimini yazdı. 

Çanakkale Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksel Özdilek

'EN ÖNEMLİ NEDENLERDEN BİRİ, ORMAN YANGINLARI'

Çanakkale’deki orman varlığının 20 sene önceki tespitlerde, yüzde 54 olduğunu ifade eden Özdilek, 2024 yılı itibariyle orman varlığının yüzde 35 civarında olduğunu söyledi. Orman varlığındaki düşüşte en önemli nedenlerinden birinin yangınlar olduğunu dile getiren Özdilek, 2023 yılında, iki ayda iki ayrı yangında, 8 bin hektar civarında alan yandığını hatırlattı.

Kesilerek ya da yanarak yok olan orman varlığının tekrar eski haline dönmesinin zor olduğunu vurgulayan Özdilek, orman alanının yeniden rehabilitasyonu konusunda değişen koşullara dikkat çekti. Özdilek, “Peki değişen şartlar nedeniyle acaba kolay mı olacak? Geçmiş yüzyıla göre bu yüzyıldaki hidrolojik döngüde düzensizlikler, yağış koşullarının değişimi gibi değişimler, o alanın eski haline dönmesine izin verecek mi?” diye sordu. 

'ORMAN ÖRTÜSÜNÜN AZALMASI İÇİNDEKİ TÜRLERE DE ZARAR VERİYOR'

Çanakkale'nin çevresindeki orman varlığındaki azalmanın ekolojik ve ekonomik sonuçları olduğunu dile getiren Özdilek, Çanakkale merkezde, 39,8 derece ile 2024’ün temmuz ayında, son yüzyılın en sıcak gününün yaşandığını söyledi. Orman varlığının azalmasındaki ana sebebin sadece yangınlar olmadığını, termik santraller, madenler, RES ve HES ile otoyollar gibi ekonomik aktivitelerin de orman varlığında azalmaya neden olduğunu dile getirdi.

“Çanakkale'de bir taraftan tabi orman örtüsünün azalması, ne yazık ki içinde barındırdığı türlere zarar veriyor” diyen Özdilek şöyle devam etti: “Yani biyolojik çeşitlerimize zarar veriyor, ekonomik olarak gelirimize de etki ediyor. TÜİK verilerine göre, 2021-2022 döneminde, Çanakkale'nin GSYİH toplam ekonomik büyüklüğü yüzde 5 küçülmüş. Yani biz bir tarafta madencilik projeleri, bir taraftan termik santraller, enerji tesisleri ve benzeri tesisleri kuruyoruz ama bu bize ekonomik olarak bir gelişme sağlıyor mu? Hayır.”

'BAL ÜRETİMİNDE ÜÇÜNCÜ SIRAYA GERİLEDİ'

Özdilek, arıcılar için oldukça iyi bir ekosistem barından Çanakkale için de şunları söyledi: “2023 yılından önce Çanakkale, bir kovan başına ürettiği bal miktarında Türkiye ikincisiydi, birincisi Adana'ydı. Ortalama bir kovan başına 24,2 kiloluk bal üretiyordu. 2023'ten sonra Çanakkale üçüncülüğe geriledi. Ordu, Çanakkale'nin üstüne geçti. Ormanları korusaydık, miktarını artırabilseydik, çok daha iyi bir duruma gelebilecekti. Türkiye'nin doğal orman varlığının son 20 senede yaklaşık yüzde 7 düştüğünü görüyoruz. Çanakkale’deki orman kaybı, Türkiye ortalamasının üzerinde, hem de yaklaşık üç kat fazla."

'ÇANAKKALE'DE 310 FARKLI KUŞ TÜRÜ GÖZLEMLENDİ'

Yapılan bir çalışmada, İstanbul, Aydın, Muğla, İzmir ve Çanakkale bölgelerinin kıyaslandığını dile getiren Özdilek, bölgelerindeki türlere bakıldığında, en zengin ilin Çanakkale olduğunu dile getirdi. Özdilek, “Kuş çeşitliliğine bakıldığı zaman Çanakkale’de, 310 farklı kuş türü gözlemlenmiş. Bütün Türkiye'de 530 civarında kuş gözlenmiş, yani bu kadar küçük bir alanda bu kadar kuş türünün olması Çanakkale'nin biyolojik çeşitliliğinin zenginliğini gösteriyor. Bir başka konu ise Muğla'dan sonra Çanakkale ikinci büyük Amfibi, yani iki yaşamlı, hem karada hem suda yaşayabilen türlere sahip. Orman varlığının kaybı ve değişen ekolojik koşullar bu türlere, biyolojik çeşitliliğe zarar veriyor” dedi.

'20 SENE ÖNCE YARISINDAN FAZLASI ORMANLIKTI'

Özdilek, Amerikalıların yaptığı uluslararası bir çalışmada 1 hektarlık orman alanının 15 bin 570 dolar fayda sağladığını, bunun yanı sıra; erozyon önleme, hava kalitesini düzeltme, kuşlara, canlılara, arılara besin verme, yuva oluşturma gibi 10-15 farklı başlıkta yararı olduğunu dile getirdi.

Özdilek, “Çanakkale’nin 20 sene önce yaklaşık yüzde 54’ü ormanlıktı. Yani yarısından fazlası ormanlıktı. Aynı değerlerle, dolara herhangi bir zam ya da enflasyon faktörü uygulamadan o dönemde 8,4 milyar dolarlık fayda sağlayabilecekken, 2024'te Çanakkale'nin orman varlığı yüzde 35’lere gerilediği için sadece 5,27 milyar dolar değerinde fayda sağlayabiliyoruz” dedi.

 'NÜFUS ARTMIYOR AMA ORMANLAR AZALIYOR'

Çanakkale'de nüfusunun ciddi derecede artmadığını söyleyen Özdilek, 10 sene önce 500 bin civarında olan il nüfusunun, günümüzde 600 bini bulmadığını dile getirdi. Nüfusun artmamasına rağmen orman varlığının giderek azaldığını söyleyen Özdilek, “Orman varlığı, birçok canlının evi, yuvası. Orman varlığı kayboldukça, canlılar yiyecek bulmakta zorlanıyor. Örneğin; bazı ayılar uykuya yatmadı, yiyecek aramaya gidiyorlar, arıcıların kovanlarına saldırıyorlar. Bu da ekonomik olarak zarar veriyor, yine kayba neden oluyor?” ifadelerini kullandı.

Kazdağları’nda devam eden madencilik faaliyetlerinin mevcut çalışmada yer almadığını dile getiren Özdilek, “Son çıkan haberlerde, 1 milyon ağacın kesildiği belirtiliyordu. Bu istatistikler, 2025 yılı başında görülebilir. Ancak, elbette ki orman kaybının yaşandığı her aktivite bu istatistiklerin içinde yer alacaktır” dedi.

                                                           /././

(duvaR)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T24 "KÖŞEBAŞI" -19 Aralık 2024 -

  “İnsan insan derler idi…”-Gökçer Tahincioğlu- İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan o...