Ekonominin dış dengeleri -Hayri Kozanoğlu-
“Rasyonel ekonomi politikaları” etiketiyle dolaşıma sokulan uygulamalar döviz dengelerini sağladı mı, yoksa ekonomiyi yeni çalkantılara açık hale mi getirdi? Ekonominin yumuşak karnı, reel sektör şirketlerinin yurtiçi bankalardan döviz cinsi borçlanmaları ve tüm kesimlerin kısa süreli dış borçlar miktarının artması diyebiliriz.
2023 seçimleri sonrası “rasyonel ekonomi politikaları” etiketiyle dolaşıma sokulan, uzun süre %50’de seyreden politika faizi sayesinde sıcak parayı cezbeden, TL’nin bu şekilde reel olarak değerlemesinin de yardımıyla enflasyonu bir nebze indiren uygulamalar döviz dengelerini sağladı mı, yoksa ekonomiyi yeni çalkantılara açık hale getiren risklere mi yol açtı? Bu yazıda güncel veriler üzerinden bu soruya cevap arayacağız.
DIŞ BORÇLAR ARTIŞTA
Türkiye’nin dış borçları 2024 3.Çeyrek itibarıyla tarihin en yüksek düzeyi 528.8 milyar dolara yükselmiş durumda. Bu nokta 2019 yılı sonuna göre tam 111 milyar dolarlık bir artışa işaret ediyor. Brüt dış borçların GSYH’ye oranı ise %41,7’ye indi. Ancak TL’nin dalgalı seyrini hatırlarsak, reel olarak değer kazandığı bir süreçte bu oranın düşüşü fazla bir anlam taşımıyor. Olası bir kur oynamasında dış borçların TL karşılığı otomatik olarak artacağı için bu göstergenin fırlaması da örneğin 2020’de olduğu gibi kaçınılmaz hale gelecek.
Dış borçların kompozisyonuna göz attığımızda, 2016’dan başlayarak özel sektörün dış borçlarını azalttığını, buna karşın dövizde açık pozisyonun kamuya geçtiğini gözlemliyorduk. Nitekim 2016’dan sonra kamu sektörünün dış borçları 97 milyar dolar artarken, Merkez Bankası’nın (TCMB) da 1.1 milyar dolar gibi ihmal edilecek düzeydeki borçları 2023 sonunda 46.4 milyar dolara kadar çıktı. Bazı swap anlaşmalarının dolması nedeniyle 2024 3.Çeyrekte ise 38.4 milyar dolara geriledi. Özel sektörün 2017 sonunda 312.3 milyar dolarla tavan yapmış dış borçları 2021 sonunda 81.6 milyar dolar keskin bir düşüşle 230.7 milyar dolara inmişken, tekrar kıpırdanmaya başladı, 36 milyar dolarlık bir artışla en son 266.6 milyar dolara çıktı.
233 MİLYAR DIŞ BORÇ 1 YILDA ÇEVRİLECEK
Bir yıl içerisinde çevrilmesi gereken kısa süreli borçların bakiyesi 232.7 milyar dolar. TCMB’nin borçlarının 36.1 milyar dolara inmesine rağmen bu yüksek düzeyin korunması endişe verici. Bu paranın 18.7 milyar doları yabancıların döviz tevdiat hesaplarından, 20.3 milyar doları yüksek faiz ortamından yararlanmak isteyen TL hesaplarından, 18.8 milyar doları da yurtdışı bankaların yurtiçi bankalarındaki döviz mevduatlarından oluşuyor. 57 milyar dolarlık ticari kredileri, dış ticaretin gereği ve daha az riskli kabul edebiliriz. Bankaların 55 milyar dolarlık, reel sektörün 21 milyar dolarlık, toplam 76 milyar dolarlık kredi borcundan oluşan kısım ise riskli bölümü oluşturuyor. Risk algısının yükselmesi durumunda, bu borçların yenilenmemesi ve yabancıların toplam 57.8 milyar dolarlık mevduatının kaçması tehlikesi her zaman var.
(*) Orijinal vadesine bakılmaksızın vadesine bir yıl ve daha kısa kalan dış borçları göstermektedir.(**) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yurt dışında ihraç edilen borçlanma senetlerinden (eurobond) itfasına bir yıl ve daha kısa vade kalanlar için yapılacak ödemeleri kapsamaktadır (yurt içi yerleşik kişilere satın alınanlar hariç).
REEL SEKTÖR DÖVİZ BORÇLANIYOR
Reel kesim şirketlerinin de, TL’nin reel olarak değerlendiği, bu eğilimin bir süre daha devam etmesinin beklendiği bir ortamda döviz açığını yukarı çekmeye yöneldiği görülüyor. Böylelikle bu firmaların yüksek faizli TL kredi kullanmak yerine, döviz varlıklarını eksilterek ve/veya dövizle borçlanarak fon ihtiyaçlarını karşıladıkları seziliyor. 2023 sonunda net döviz pozisyonları -81.3 milyar dolarken, 2024 Ekim itibarıyla -132.3 milyar dolara kadar açılmış bulunuyor. Bu 51.2 milyar dolarlık farkın, 13.1 milyar doları varlıkların eritilmesinden, 38.1 milyar doları da yükümlülüklerin artmasından kaynaklanıyor. Yurtdışı krediler fazla değişmezken, yurtiçi bankalardan sağlanan kredilerin 35.3 milyar dolar artması dikkat çekiyor. TCMB ile döviz swapı olanakları daralan bankaların da reel sektöre döviz kredisi açmakta istekli oldukları anlaşılıyor.
YABANCI ŞİRKETLERİN DEĞERİ DÜŞÜYOR
Bilindiği gibi uluslararası yatırım pozisyonu (UYP) bir ülkenin yurtdışı aleme olan tüm varlıklarını ve yükümlülüklerini gösterir. Bir bakıma ekonomilerin dışa bağımlılığının en önemli ölçütüdür. En son açıklanan veri 2024 Kasım ayına ait ve 363 milyar dolar varlığa karşılık 659.8 milyar dolar yükümlülük bulunduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla net UYP -296.7 milyar dolar. Son 5 ayda net döviz pozisyonunun 66.3 milyar dolar kadar kapandığı gözlemleniyor. Varlıklarda göreceli sınırlı 15.2 milyar dolarlık bir artış söz konusu. Buna karşın yükümlülükler 49.1 milyar dolar azalmış. Çünkü doğrudan yatırımların, yani mal ve hizmet üretimi yapan yabancı şirketlerin değeri 47.3 milyar dolar düşmüş.
Sektörel bazda son veriler 2023 sonuna ilişkin. 2022’ye göre inşaat şirketlerini değeri 36.8 milyar dolar, imalat sanayisi firmalarının değeri ise kimya, ulaşım, elektronik ve elektrik-gaz-iklimlendirme iş kolları kaynaklı 29.2 milyar dolar düşmüş.
Türkiye’nin döviz açığının ana kaynağını oluşturan cari açığın uygulanan programla üretimin yavaşlaması sonucu daraldığını, Kasım itibarıyla 2024 ilk 11 aylık cari açığın denge verilerinden 5.6 milyar dolara gerilediğini biliyoruz. Cari denge hesaplarında aynı dönemde doğrudan yatırımlarda 5.8 milyar dolar, portföy yatırımlarında 23.4 milyar dolar, yerlilerin efektif hesaplarındaki artışla 8.8 milyar dolar, kredi kanalıyla 2.1 milyar dolar ve ticari kredilerle 6.7 milyar dolarlık kayda değer bir sermaye çıkışı olduğu görülüyor.
Burada çarpıcı veri, portföy yatırımlarındaki kabarış. Ancak ayrıntıları inceleyince, bunun ana kaynağının TCMB’nin rezervlerindeki menkul kıymet artışı olduğunu, 2023 sonunda 3.6 milyar dolarda seyreden bakiyenin 2024 Kasım’da 24.1 milyar dolara yükseldiğini anlıyoruz. Bu kalem 2013 sonunda 98.9 milyar dolara kadar yükselmişti. ABD ile yaşanan gerilimlerle birlikte, özellikle Rahip Brunson krizi sonrası ABD hazine kağıtları tutmaktan kademeli biçimde vazgeçildi. 2023’e gelindiğinde bu kalem adeta sıfırlanmıştı. Döviz rezervlerinin altın ve mevduat bileşimiyle dengelenmesi yolu seçilmişti. Bugüne gelindiğinde, belki de ABD ile ilişkilerde göreceli yumuşama sonucu ABD hazine bonoları alımı tekrar hızlandı ve menkul kıymet portföyü yine yükselişe geçti.
SICAK PARA VE DIŞ RİSKLER
Sıcak parayı yabancıların hisse senedi portföyleri, elde tuttukları yurtiçi borçlanma senetleri ve mevduatlarının toplamı olarak tanımlayabiliriz. Bu hesaba göre, ülkeyi terk ettiğinde döviz kurlarını ve piyasa faizlerini sarsabilecek sıcak para tutarı 17 Ocak 2025 itibarıyla 33.4 milyar hisse senedi, 19.9 milyar DİBS olmak üzere, sınırlı ölçüde özel sektör ihraçları da hesaba katılırsa 53.7 milyar dolar. Yabancıların döviz mevduatları ise yurtdışında yerleşik kişiler 15.5 milyar dolar ve yurtdışında yerleşik bankalar 6.4 milyar dolar olmak üzere 21.9 milyar dolar. Yabancıların TL mevduatları da 12.6 milyar doları buluyor. Bu şekilde sıcak para miktarı 88.2 milyar dolara kadar çıkıyor. Bu rakama yurtdışı piyasalarda işlem gören 72.6 milyar dolar kamu ve özel tahvillerini katınca ise toplam 160.8 milyar dolara yükseliyor.
Buradan Türkiye ekonomisinin yumuşak karnının, daha çok reel sektör şirketlerinin yurtiçi bankalardan döviz cinsi borçlanmaları ve tüm kesimlerin kısa süreli dış borçlar miktarının artması olduğunu söyleyebiliriz. Dövize olası bir yönelme halinde bu borçların TL karşılığının artması, anapara ve faizlerin geri ödenmesinin zorlaşmasına yol açacak, bu durum hem CDS primlerinin sıçramasını, hem de borçların yenilenmesinde sıkıntılar yaşanmasını getirecektir.
/././
Üçte iki istemiyor ama birinci parti -Yaşar Aydın-
Halkın üçte ikisinin istemediği bir iktidar işgal ettiği koltuklarda çok uzun süre oturamaz. AKP iktidarı da değişecek. Yeter ki halkın ısrarla durduğu ve geri adım atmadığı noktaya ilerleyebilecek bir muhalefet olsun.
Kamuoyu araştırmaları AKP’deki erimenin durduğunu hatta yukarıya doğru belli belirsiz bir ivmenin olduğunu söylüyor. Birçok araştırma şirketi AKP’yi yeniden birinci olarak göstermeye başladı.
Oysa çok değil bugünden geriye doğru yaklaşık 300 gün önce AKP’yi kuruluşundan bu yana ilk kez ikinci parti haline getiren yerel seçim yaşanmıştı. Yine hatırlanacağı gibi bu sonuç Cumhur İttifakı’nda işlerin karışmasına yol açmış, AKP’liler artık birbirlerine MHP’yi sırtından atmaları gerektiğini anlatıyorlardı. Van’daki mazbata tartışmasında olduğu gibi gerilim ve çatallaşma Saray’ın içine kadar ilerlemişti. İBB Başkanı İmamoğlu AKP’lilerin de desteğini alarak Belediyeler Birliği’nin başkanı seçiliyor, bürokraside ise “adam satmalar” başlıyordu.
Erdoğan yaptığı seçim değerlendirmesinde özeleştiriden bahsediyor, değişim istiyordu. Deyim yerindeyse Cumhur İttifakı “gün sayılacak” duruma gelmişti.
‘BİRLİKTE BAŞARIRIZ’ DUYGUSU ZAYIFLADI
Başta gençler olmak üzere toplumun her kesiminden ülkeye dair, umudun tazelendiğine dair mesajlar gelmeye başlamıştı. Avrupa’dan “dönüş biletlerini sosyal medyada paylaşanlara tanık olduk. Ne yazık ki bu kadar umut bu ülkeye yine fazla geldi. Cumhur İttifak’ına muhalefet cenahından bir kez daha can simidi atıldı. Hem de suda kalmaları garanti olsun diye birden fazla can simidi attılar. Durumu fark edip muhalefet partilerini uyarmak isteyenler oldu. Ama başta CHP olmak üzere meclis muhalefetinin kimseyi dinlemeye niyeti yoktu ve nitekim dinlemediler.
Oysa, Kobani davasında yüzlerce yıl hapis, Gezi Davası kararları, Can Atalay meselesi, emekli ve köylü eylemleri hep bu döneme rast geldi. Cumhur’un bildiğini okuyacağı o kadar çok belliydi ki. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve tabi ki Erdoğan ve Bahçeli yaz ayını boş geçirmedi. Muhalefete sürekli oylanacak konu başlıkları sunarken, kendi yollarını da tahkim ettiler.
Bugün gelinen noktada sanki rüzgâr yeniden Cumhur İttifakı için esiyor görüntüsü var. Erdoğan ve Bahçeli büyük bir özgüvenle kürsü kullanıyor, ağızlarına geleni söylüyorlar. Muhalefet bütünüyle savunmaya geçmiş durumda. Eğer sadece televizyon izliyorsanız göreceğiniz manzara bundan başkası değil. Ama hayat, toplumsal kesimler hâlâ çok başka noktada durmaya devam ediyor.
ANKETLERDE NEREYE BAKMAK GEREKİYOR
Son günlerde yapılan kamuoyu yoklamalarının en çok merak edilen soruları “hangi parti önde” ve “muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı” sorusu. Buradaki tabloya bakılınca 10 ay öncesine göre toparlanmış bir Erdoğan ve AKP görmek mümkün. Ama bu ne kadar doğru işin o tarafı çok tartışmalı. Area Araştırma’nın son yaptığı anket aslında birçokları gibi çok başka bir noktaya işaret etmeye devam ediyor. Aday ve parti isimlerine verilen yanıtlardan çok memlekete dair sorulan sorulara verilen yanıtlar halkın siyasal tutumunu göstermesi açısından daha kıymetli. Bu sorulara yanıtlardan ortaya çıkan en not tablo memleketin üçte ikisinin rejime karşı duruşunun devam ediyor olması.
İktidar başarısız: Başta ekonomi olmak üzere ülkenin tüm majör problemleri karşısında hükümetin aldığı kararlar ve uygulamalar halkın yoğun tepkisiyle karşılaşıyor. Ekonomi, adalet hatta Kürt sorunu konunda destek yüzde 30’leri asala aşamıyor. Ekonomide iktidarı başarısız bulanlar yüzde 75’lere ulaşmış durumda.
Cumhurbaşkanlığı sistemi desteklenmiyor: Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi iki seçimde aşındı ve destekçisi azaldı. Yaşadığı sıkıntıların kaynağını Saray rejiminde görenlerin sayısı azalmak şöyle dursun, sürekli artışta.
Erdoğan’ın bir kez daha adaylığı onay görmedi: Suriye’de yaşanan rejim değişikliğine, buranın yarattığı rüzgâra rağmen Erdoğan’a güven oyu her geçen gün daha da azalmış durumda. Erdoğan’ın aday olması için anayasa değişikliği yapılabilir diyenlerin oranı yüzde 30’a bile ulaşamadı.
Her şeye rağmen parlamenter sistem: Bir başka ilginç sonuç ise halkın nasıl bir rejim istediğine dair. Muhalefetin bile ağzına almaktan çekindiği parlamenter sistemi destekleyen hâlâ yüzde 55’ler düzeyinde.
KİM DAHA GÜÇLÜ?
Tablo böyleyse nasıl oluyor da iktidar bir kez daha her şeyi kazanmış gibi hareket edebiliyor? Kuşkusuz bu değerlendirmeye verilecek tek yanıt muhalefetin durumuna ilişkin olacaktır. Rejimle mücadeleyi kenara bırakan, cumhurbaşkanlığı adaylığı ile uğraşan, ekonomik kriz dahil aktüel sorunlara karşısında propagandayı aşan bir ağrılık koymayan muhalefetin rüzgar yaratması beklenemezdi ve de öyle oldu. Hatta bu tutum hakta umutsuzluk ve geri çekilmeyi besleyen bir iklim yaratmaktan başka sonuç üretemiyor.
Halkın üçte ikisinin istemediği bir iktidar çok uzun süre işgal ettiği koltuklarda oturamaz. İktidar da değişecektir. Yeter ki halkın ısrarla durduğu ve geri adım atmadığı noktaya kadar ileleyebilecek mecali olan bir muhalefet olsun.
∗∗∗
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder