Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -6 Ocak 2025-

Milyonlarca yurttaşın ekmeğiyle oynadılar!-Aziz Çelik-

Hükümet TÜİK’in şaibeli enflasyon verisine bile uymadı. Asgari ücret, memur maaşları, emekli aylıkları ve kıdem tazminatı resmi enflasyon oranının altında kaldı. Pahalılık çalışanların üzerinden silindir gibi geçti. TÜİK, yargıyı hiçe sayarak şaibeli veriler açıklamaya devam ediyor.

TÜİK 3 Ocak 2025’te 2024 yılı enflasyon verilerini açıkladı. Bu veriler hayati öneme sahip. Bir yandan yıl sonu enflasyonu göstermesi nedeniyle önemli. 2025 yılında ücretlere yapılacak zamlarda yıl sonu veya son 6 aylık enflasyon oranı dikkate alınıyor. Dahası bu veriler, emekli aylıkları ve memur maaşlarının hesaplanmasında son altı aylık enflasyon oranı dikkate alınacağı için önemli. Diğer bir ifadeyle TÜİK’in enflasyon oranları ücret, maaş, yevmiye ve aylık gibi emek gelirlerinin artışları açısından hayati öneme sahip. TÜİK adeta en büyük patron gibi emek gelirlerinin artışında asıl belirleyici durumunda.

‘HAYAT MEMAT’ MESELESİ

TÜİK enflasyon verileri doğrudan halkın cebini, sofrasını, ekmeğini etkilediği için haliyle çok tartışılıyor. Halkın günlük yaşamını, geçim şartlarını herhangi bir istatistikten çok daha fazla etkiliyor. TÜİK’in enflasyon verileri “hayat memat” meselesi. İşsizlik verilerindeki hata veya eksik de önemli ancak bunun halkın ekmeğine etkisi daha dolaylı ve uzun vadeli. Aynı şey büyüme ve gelir bölüşümü verileri için de geçerli. Bu verilerin halkın sofrasına etkisi daha dolaylı. Ancak enflasyon verileri öyle değil. Derhal ve doğrudan sonuç yaratıyor. O nedenle üzerinde büyük tartışma var.

TÜİK’in enflasyon verilerinde hata veya yanlış yapması bir başka kişinin veya kurumun hata yapmasına benzemez. TÜİK’in enflasyon verilerindeki hata başka bir verideki hataya benzemez. Çünkü TÜİK verileri mevzuat gereği pek çok emek geliri artışında nispi emredici nitelikte. Peki TÜİK enflasyonu doğru ölçüyor mu?

Enflasyon verilerinin doğrudan gelirler politikasını ve hükümetin ekonomi politikasını etkilemesi nedeniyle kurumun siyasal etki ve baskı altında olduğu yönünde geniş bir kanaat var. Nitekim TÜİK yönetimin özerk olmaması ve doğrudan idareye bağlı olması nedeniyle bu eleştiriler daha da yoğunlaşıyor.

TÜİK’in pek çok verisi üzerinde yıllardır tartışmalar var. Bunlardan biri işsizlik istatistikleriydi. Aralarında benim de olduğum çeşitli kişi ve kurumlar TÜİK’in işsizlik verilerini yıllarca eleştirdik. TÜİK’in sadece dar tanımlı (açık) işsizlik açıklamasının yetersizliğini vurguladık. TÜİK uzun bir görmezden gelme döneminden sonra doğru yolu buldu! Eleştirileri dikkate alarak 2021 Mart ayından itibaren diğer işsizlik türlerini de açıklamaya başladı. Bu son derece olumlu bir adımdı.

TÜİK 2021 yılı başlarında birkaç danışma kurulu oluşturarak verilerini iyileştirmeyi kararlaştırdı. Ancak kısa sürede bundan vazgeçti. TÜİK şeffaf ve denetlenebilir değil. Dahası TÜİK enflasyon verileri konusunda karartma ve veri saklama yoluna gidiyor. Haksızlık etmeyeyim. Evet TÜİK veri açıklayan pek çok özel veya kamusal kuruma göre daha detaylı metaverilere sahip. TÜİK pek çok araştırmanın mikroveri setini açıklıyor. Ancak iş enflasyon verisine gelince işler değişiyor. TÜİK bunca tartışma konusu olan ve hayati öneme sahip enflasyon verileri konusunda giderek daha kapalı hale geliyor. Veri saklıyor.

TÜİK DOKUNULMAZ MI?

TÜİK enflasyon hesabına esas aldığı ortalama madde fiyat listesini Haziran 2022’den itibaren açıklamaktan vazgeçti. Oysa madde fiyat listesi 2003 yılında bu yana düzenli açıklanan bir veriydi. TÜİK enflasyonun yükselişe geçtiği 2022 yılında adeta dalga geçercesine madde fiyat listesini gizlemeye başladı. Bu durum kuşkusuz TÜİK verileri üzerindeki şaibeyi daha da artırdı.

TÜİK’in madde fiyat listesini açıklamaktan vazgeçmesi üzerine DİSK idari yargıda dava açtı. Ankara 6. İdare Mahkemesi 31 Mart 2023 tarihli 2022/2383 Esas ve 2023/700 sayılı Kararı’yla bu verilerin açıklanmasının TÜİK’in görevi olduğuna karar verdi ve mahkemenin kararı istinaf aşamasından geçerek kesinleşti. Bir hukuk devletin beklenen ilgili idari kurumunun kesinleşmiş yargı kararına derhal uymasıdır. Ancak TÜİK bu kararın gereğini yapmayarak yargıya meydan okumaya devam etti. TÜİK kesinleşmiş yargı kararına rağmen hukukun arkasından dolanarak başka davalarla sorunu sürüncemede bırakmak istedi. Ancak TÜİK’in yargı nezdinde yaptığı tüm girişimler reddedildi. TÜİK, DİSK’in yaptığını bütün başvurulara rağmen madde fiyat listesini açıklamadı. TÜİK yönetimi Anayasaya ve Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine meydan okudu ve okumaya devam ediyor.

Peki TÜİK öneticileri bu gücü nereden alıyor? Hukuka karşı nasıl böyle pervasız davranabiliyor? Yargı kararlarının uygulanmasının geciktirilmesi suç olmasına rağmen nasıl böyle davranabiliyorlar.  TÜİK yöneticileri dokunulamaz mı? TÜİK yöneticileri kendilerini Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin üstümde görme cüretini nereden alıyor? Başka bir ifadeyle TÜİK yöneticileri layüs’el mi?

Maalesef öyle! Adeta “görünmez bir elin” TÜİK yöneticilerini koruduğu ve onlara hukuku göz göre çiğnemeleri konusunda cesaret verdiği anlaşılıyor.  TÜİK yönetiminin kesinleşmiş yargı kararlarını uygulamaması üzerine DİSK tarafından savcılığa yapılan suç duyurusu jet hızıyla “dayanaksız ve soyut” bulunarak reddedildi. Güler misin ağlar mısın? Yargı organları tarafından verilmiş ve kesinleşmiş bir kararı savcılık yok sayıyor. Görülmüş şey değil. Savcılık da kendisini mahkemelerden üstün görüyor ve TÜİK’e kol kanat geriyor.  DİSK bu kez konuya ilişki bir tavsiye kararı vermesi için Kamu Denetçiliği Kurumuna (Ombudsman) başvuruyor. Kamu Denetçiliği Kurumu da açık ve kesinleşmiş yargı kararına rağmen kurumunun yargı kararına uymamasında bir beis görmeyerek kendini yargının üstünde gören bir karar veriyor.

Yargı kararlarının uygulanması için bütün yolları deneyen DİSK son bir yol olarak bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvuruyor. Ancak AYM de usuli gerekçelerle (yargı kararlarının uygulanmaması konusunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında adil yargılanma kapsamında olmadığı gerekçesiyle) başvuruyu kabul etmiyor. Velev ki kabul etse ve yargı kararlarının uygulanmasını istese ne olurdu? TÜİK yönetimi idare mahkemesi ve istinaf kararına uymazken AYM kararına uyar mıydı? Orası da şüpheli.

Bir yandan kesinleşmiş ve somut bir içeriği olan bir yargı kararı var. Bu karar TÜİK’ten elindeki veriyi açıklamasını istiyor. Öte yandan bu karara direnen ve suç işleyen bir TÜİK yönetimi var. Savcılık hukukun üstünlüğü ve anayasanın gereği yargı kararını uygulamayan TÜİK yönetimi hakkında işlem yapacak yerde hukuksuzluğa kol kanat geriyor.

Normal şartlar altında iptal edilen bir idari işlemin gereğini yerine getirilmesi idare için sıradan bir işlemdir. İdareciler idari yargı kararlarını yerine getirmediklerinde kişisel olarak sorumlu olacaklarını bildikleri için genellikle yargı kararını geciktirmekler ancak TÜİK yöneticileri nereye güveniyorsa kesinleşmiş yargı kararlarını hiçe sayabiliyor.

TÜİK yargı kararlarına rağmen veri saklıyor ve enflasyon verilerinin detaylarını açıklamıyor. Hodri meydan! Eğer verilerinize güveniyorsanız yargı kararlarının gereğini yerine getirirsiniz ve enflasyon araştırmasının mikro veri setini açıklarsınız. Yargı kararlarını çiğnemeye devam etmeniz ve detay açıklamamınız verilerinize güvenmediğinizin kanıtıdır!

ENFLASYON EZDİ GEÇTİ

Yargı kararlarını uygulamayan ve verilerinin detaylarını açıklamayan TÜİK 2024 yılı enflasyon oranlarını açıkladı. Aralık 2024’te fiyatlar sadece yüzde 1,03 oranında artmış. 2024 yıl sonu enflasyonu yüzde 44,38 ile Merkez Bankasının revize hedefine çok yakın çıktı. 12 aylık ortalamalara göre enflasyon ise 58,51 oranında gerçekleşti. Son altı aylık tüketici enflasyonu ise 15,75 olarak açıklandı.

Resmi enflasyon verileri ilan edildiğine göre şimdi emek gelirlerinin enflasyonun altında nasıl ezildiğini daha net görebiliriz. Asgari ücrete yüzde 30 zam yapıldı. Asgari ücret yıl sonu enflasyonunun 14,4 puan, yeniden değerleme oranının 14 puan ve yıllık ortalama enflasyonun 28,5 puan altında kaldı. Hükümet TÜİK’in şaibeli oranlarını bile uygulamadı. Fatura asgari ücretliye kesilmiş oldu.

Asgari ücret genel ücret düzeyi üzerinde çok etkili olduğu için asgari ücretin ortalama enflasyonun çok altında kalması bütün emek gelirlerini olumsuz etkileyecek. TÜİK’in remi enflasyon oranları emekliler ve memurlar için de hayati öneme sahip. Dahası işçileri de doğrudan ilgilendiren sonuçları var.

TÜİK verileri gereği işçi ve Bağ-Kur emeklilerine yapılacak zam yüzde 15,75’te kalacak. Ortalama emekli aylığı 15 bin TL civarında olduğu için. Emeklilere yapılacak ortalama zam 2 bin 360 TL civarında olacak. Ortalama emekli aylığı 17 bin 300 TL civarına yükselecek. 12 bin 500 TL olan en düşük emekli aylığının ne kadar artacağı ise belli değil. Çünkü zam kök aylıklara yapılacak. En düşük emekli aylığının artması için yasal düzenleme yapılması gerekir.  En düşük emekli aylığı enflasyon oranında artarsa yaklaşın 14.500 TL civarına yükselecek. En düşük aylıktaki artış sadece 2 bin lira civarında olabilir.

Öte yandan memurlar ve memur emeklileri 15,75’lik resmi enflasyonu dahi alamayacaklar. Memurlar ve memur emeklileri yürürlükteki 7. Dönem toplu sözleşmesi gereği sadece yüzde 11,54 zam alacaklar. Memurlar ve memur emeklileri Temmuz 2024’te de enflasyon altında zam almıştı. Bu nedenle memurların ve memur emeklilerinin maaş ve aylıkları Ocak 2025’e göre, son bir yılda sadece yüzde 33 artmış oldu.

Sadece asgari ücret, memur maaşları ve emekli aylıkları değil kıdem tazminatı da enflasyon altında ezildi. Temmuz 2024'te 41 bin 828 TL olan kıdem tazminatı tavanı 6 aylık enflasyon oranında (15,75) artsaydı 48 bin 414 TL olacaktı. Ancak memur maaş artışı yüzde 11,54 oranında olacağı ve kıdem tazminatı tavanı da bu artışa bağlı olduğu için yaklaşık 46 bin 660 TL'de kalacak. Bir işçinin 25 yıllık kıdem tazminatında toplam kaybı 44 bin lirayı bulacak!

Resmi enflasyon oranları yürürlükteki toplu iş sözleşmeleri ve yeni bağıtlanacak toplu iş sözleşmeleri için de geçerli olacağından TÜİK verileri onları da olumsuz etkileyecek.

Kısaca TÜİK kuvvetle muhtemel enflasyon oranlarını bastırdı ve Merkez Bankasının hedefine yakınlaştırdı. Merkez Bankası Kasım 2024’te enflasyon hedefini yüzde 44 olarak revize etmişti. Ne büyük tesadüf ki TÜİK de bu oranı tutturdu. Hükümet ise bu tartışmalı enflasyon oranlarının gereğini bile yapmadı. Asgari ücretliyi memurları ve emeklileri enflasyona ezdirdi.

SENDİKA MI GONGO MU?

Hükümetin ve onun emrindeki Hakem Kurulunun kararıyla bağıtlanan toplu sözleşme nedeniyle memurlar ve memur emeklileri enflasyonun altında ezildi. Hakkını teslim edelim! Memur-Sen yüzde 11,5’lik zam karşısında hemen tepkisini gösterdi ve bir basın toplantısıyla refah payı istedi! Ancak bu işin basın toplantısıyla olmayacağını çok iyi bilmeleri gerekir. Geçtiğimiz günlerde hükümet yetkilileri ile yaptıkları görüşmelerde iyileştirme yönünde bir işaret alamadıkları biliniyor. Sade suya tirit bir basın toplantısıyla hükümetin ekonomi politikasını değiştirmeyeceği açık.

Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK ve Birleşik Kamu-İş geçtiğimiz aylarda üst üste mitingler ve eylemler yaparak “geçinemiyoruz” dediler ve hükümetin ekonomi politikasını eleştirdiler. Üyelerinin hakları için eylem ve miting yapmayan bir tek Memur-Sen kaldı!

Gerçi haklarını teslim edelim. Anayasa Mahkemesinin toplu sözleşme ikramiyesini ayrımcılık nedeniyle iptal etmesi sonucunda memurların bir bölümü için bir kaç ay sürecek 300 TL'lik kayıp yüzünden derhal tepki gösterdiler ve CHP önünde bir miting taptılar. Daha 1 Ocak 2025 sabahı Galata Köprüsünde hükümet destekli bir mitinge çağrı yaptılar ve katıldılar.

Fakat çalışanların ve üyelerinin hakları için basın toplantısı dışında bir şey yapmadılar. Hükümete karşı miting yapamadılar. Yüzde 11,5’luk zammı protesto edemediler. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi ile CHP Genel Merkezi birbirine çok yakın. AKP Genel Merkezi önünde şöyle büyük bir miting yapın! Yoksa iktidar partisi önünde miting yapma cesaretiniz yok mu? Sendika dediğin eylem yapar. Hak arar. Hesap sorar! Nasıl CHP önüne gittiyseniz icra makamında olan AKP önüne de gidin!

1 milyon üyeli yetkili sendikasınız! Muhatabınız hükümet. Hükümete karşı eylem yapmaktan niye korkuyorsunuz? Neden Meclisin önüne binlerce üyenizi yığmıyorsunuz? Merak etmeyin size gaz sıkmazlar, sizi coplamazlar!

Memurlar ve memur emeklileri büyük adaletsizlikler yüz yüze. Ve bunu düzeltmek için sayılı günler var! Ya sendika gibi davranacaksınız ya da hükümetin arka bahçesi gibi ya sendika olacaksınız ya GONGO (Government Organized non-Governmental Organization, Hükümet güdümlü STK)! Memurların devasa kayıpları için gıkını çıkaramayan ama hükümet destekli eylemlere koşa koşa giden bir kuruluşa sendika değil olsa olsa GONGO denir. Artık karar verin sendika mısınız yoksa GONGO mu?

                                                                  /././

Godot'yu Beklerken: Dizayn, açılım, paradigma -İbrahim Varlı-

“Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen “bir kimse” veya "şeyi" beklemelerini konu alan en önemli absürt tiyatro eserlerinden biridir Samuel Beckett'ın “Godot'yu Beklerken” oyunu.

Bugünlerde İmralı-Ankara arasında sürdürülen, kimsenin “bir şey” bilmediği süreci en iyi anlatacak metafor bu olsa gerek. 86 milyonluk ülke Godot’yu bekler gibi bir bekleme içerisinde. Kapalı kapılar ardında, dar bir kadro etrafında dönen sürecin -belki de oyunun- nereye varacağını kestirmek güç.  Adı konmamış olsa da süreç resmen başladı ancak bizzat sürecin aktörleri dahi bir tarif yapmaktan kaçınıyor. “Bahçeli-Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigma”nın ne olduğuna dair kafalarda bin bir soru ve büyük bir belirsizlik var.

Buldan ve Önder’in İmralı’dan getirdiği mesajın şifrelerini kırmak, yol haritasının ne olduğunu çözmek namümkün.

BAHÇELİ NE YAPMAK, NEREYE VARMAK İSTEMEKTEDİR!

“Ortada yeni bir çözüm veya açılım diye bir süreç yok” diyen Bahçeli buna rağmen Öcalan ile görüşmeyi “hayırlı bir başlangıç” olarak değerlendirmekten de geri durmuyor.

“Yeni şartlarda, dönüşen konjonktürde, değişen güç dengelerinde, oyun kurucu Türkiye’nin karşısında PKK/YPG’nin Irak’ın kuzeyi ile birlikte Fırat’ın batısı veya doğusunda tutunması hayaldir ve tasfiyesi kaçınılmazdır. Silahlar ya gömülecek ya da silah tutanlar gömülecektir” sözleriyle de tasavvur ettikleri çözüme dair niyetlerini açıkça deklare ediyor.

Bahçeli Meclis’te de şu açıklamayı yapacaktı: “Ortadoğu zorlu sınamalarla bezeli tarihi bir kavşakta. Yoğunlaşan dış basınca karşı iç barış ve kardeşlik kümesini bütünlük içinde tutma gayesi ve gayreti ancak büyük medeniyet ve milletlere has bir meziyet olarak değerlendirilmelidir. Suriye’de provası yapılan etnik ve mezhep temelli kamplaşmanın ülkemiz adına devasa tehditler vaat ettiği de açıktır.”

‘DIŞ KÜRT SORUNU’ VE EMPERYALİST DİZAYN

Esasında Öcalan’ın “Bahçeli-Erdoğan paradigması”nın izlerini Saray’ın has danışmanlarından Mehmet Uçum’un 24 Kasım tarihli “Pazar yazısı”nda görüyoruz. Uçum sosyal medya hesabından yayımladığı uzun yazıda şöyle diyecekti: “1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif ‘Milli Birlik ve Kardeşliği Güçlendirme ve Terörsüz Türkiye’ hedefidir.”

Uçum’a göre "Türkiye'nin ‘iç Kürt sorunu kalmadı. Amaç sadece ‘emperyalizmin dayattığı ve Türkiye'yi bölmeyi hedefleyen dış Kürt sorunu’nu çözmek.” Kendi meşrebince kavram türeten Uçum, “dış Kürt sorunu”nun son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli üretildiğini vaaz ederken “Türkiye’nin Kürtlerinin statüye dayalı tarif edilecek bir hak yoktur” diyecekti. Artı Gerçek’ten akademisyen Arzu Yılmaz’ın vurguladığı gibi Uçum bununla da yetinmeyecek ve Kürtlere düşeni de şöyle tarifleyecekti: “Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahiplenmeleri hem hakları hem yükümlülükleridir.”

‘KADİFE EL’İN İÇİNDEKİ ‘DEMİR YUMRUK’

Saray’ın tepesindeki Erdoğan da yeni yıl mesajında; "Gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz" sözleriyle açık tehditler savuracak, mesajlar verecekti.

Aynı Erdoğan dünkü Rize İl Kongresi’nde de, "Hedefimiz terörsüz bir Türkiye. Hep birlikte tarihe not düşmek için önümüzde bulunmaz bir fırsat var. Attığımız adımların sonucu milletin hayrına olacak" diyecekti. Rejim sathında bir söz birliği söz konusu iken, muhalefet cephesinde bir “bekle-gör” durumu hakim.

TARİHSEL KIRILMA ANI, NEGATİF KIRILMA, SİLAH BIRAKMA

Bizzat sürecin muhataplarından DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, gelişmelere ilişkin olarak dün şöyle diyecekti: "Bu süreç önemli, hepimiz büyük bir heyecanla takip ediyoruz. Ama rehavete kapılmayalım."

“Devlet aklına” seslenen Hatimoğlulları, "Bu tarihsel kırılmada ya pozitif bir şekilde kırılma gerçekleşecek barışı inşa edeceğiz ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek ve her yer Gazze olacak. İmralı'da gerçekleşen bu görüşme yetmez, İmralı kapıları açılmalıdır” ifadelerini kullanacaktı.

Aktörler tozu dumana katarak yol almaya çalışırken siyasi partilerle görüşme sonrası tekrar İmralı’ya gidileceğini belirten Ahmet Türk, iki veya üçüncü İmralı ziyaretinde silah bırakma çağrısı gelebileceğini ifade etti. Benzer bir bekleme hali toplumsal muhalefet cephesinde de söz konusu.

FETİH RÜYALARININ GÖLGESİNDE ‘‘AÇILIM’’

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail saldırısıyla fitili ateşlenen 8 Aralık itibarıyla Suriye’nin cihatçıların eline geçmesiyle bir başka boyuta evirilen Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler yeni bir dönemin miladı oldu. Bu gelişmelerin Suriye ile sınırlı kalmayacağı aşikar. Tüm taşlar yerinden oynarken dalga dalga gelişen olayların hangi kıyıları vuracağı meçhul.

Örneğin, Irak’taki Sünniler değişim rüzgarlarının ‘bir şekilde’ Irak'a da ulaşacağını deklare ederek Irak’ta yeni bir güç paylaşımı talebini yeniledi. Dürziler Şam'dan özerklik peşinde. Fransa ve Almanya HTŞ’den "Kürtler için siyasi çözüm bulunmasını" talep etti.

ABD-İsrail öncülüğünde şekil verilmeye çalışılan Suriye’de düğüm noktası kuşkusuz ki Kürtler. YPG/SDG’nin yeni dönemdeki pozisyonu belirleyici önemde. İçerideki “İmralı açılımı”nın ana katalizörü de YPG/SDG.

Ortadoğu’da tarihsel bir kırılma anından geçilirken gerek rejimin sahipleri gerekse de Öcalan, “yeni paradigma” ışığında içerideki anlaşma halinde Türkiye’nin Ortadoğu dehlizlerinde büyümesine işaret ediyor. Yeni Osmanlıcı rejim bir taraftan fetih rüyaları kurarken diğer taraftan da yaşananları içeriye tahvil etmenin peşinde. Ortadoğu'nun kaygan zemininde sancılı bir süreç hepimizi bekliyor.

                                                              /././

2025’e doğru: Umut ve korku açmazı -Selçuk Candansayar-

İnsan, başlangıçtan bu yana ancak bağ/lar kurarak hayatını sürdürebildi. 8-10 kişilik topluluklar oluşturabilenler hayatta kalabildi. Milyon yıllık evrimin insana kattığı en önemli kalıt, bağ kurmaya eğilim oldu. Fiziksel bir aradalığı kalıcılaştıran ruhsal bağlar da böyle evrimleşti.

İnsan kendisini/kimliğini/benliğini kurduğu bu bağlar aracılığıyla inşa eder. Benliğimizi kuran ruhsal bağlar bizi içinde yaşadığımız “şimdinin ve geleceğin belirsizliğinden” koruyan semboller üretir. Bu sembollerin en önemlileri de hayat ve ölümün “ne" olduklarıdır. Geleceğin nasıl geleceğine dair beklentilerimiz “bilinebilir” olduğu sürece içinde yaşadığımız anın koşullarına odaklanabiliriz. O gelecek için yapabileceklerimizi ve yapamayabileceklerimizi değerlendirip, koşullarımızı zorlayabiliriz.

“Elhamdülillah müslümanım” benliği, bu dünyada yaşadığı koşulların yaratıcının takdiri olduğunu, eylemlerini sadece yaratıcının talimatlarına göre eylediği sürece bireysel sorumluluk hissetmesine gerek olmadığını, yaratıcısının kurallarına uyduğunda ölümden sonra onu sonsuz bir doyum ve mutluluk içinde bitimsiz bir gerçek hayatın beklediğini hissettirir. Böylesi bir benlik için belirsizlik yoktur, tersine her şey yaratıcının kontrolü altındadır.

∗∗

1980 yılında bir liseye tarih öğretmeni olarak atanan 23 yaşında Ankaralı bir erkeği düşünelim. Eğer etliye sütlüye (siyasete) bulaşmazsa 25 yıl sonra 48 yaşında emekli olabilecekti. Kendisi gibi bir öğretmenle evlenirse, eşi de 43 yaşında emekli olacaktı. Yaklaşık on yıl kadar Anadoluda çeşitli yerlerde öğretmenlik yapacaklar, sonra Ankara’ya tayinleri çıkacaktı. Meslek hayatları boyunca tutumlu olurlarsa, Erdek-Ayvalık hattında temelden girdikleri kooperatiften bir yazlıkları, Ankara’da da bir evleri olacaktı. Emekli ikramiyeleri ile bir ev daha alabileceklerdi. Böylece mütevazı hayatlarında ayda bir tiyatroya, sinemaya gidebilecekler, pazarları Gençlik Parkı’nda eğlenebileceklerdi. Olasılıkla iki çocukları olacak ve onlar da doktor, mühendis ya da öğretmen vb. eğitimli insanlar olacaklardı. Her iki çocuklarına birer ev bırakabilmiş olarak emekliliklerinde yazlıklarında huzur içinde yaşayabileceklerdi. Bu öğretmen için 12 Eylül Darbesi, faşizm vs. çok da gelecek belirsizliği yaratmayacaktı.

2025 yılında bir eğitim fakültesinin tarih bölümünden mezun olacak olan öğretmen adayını düşünelim şimdi. Son iki yazıda anlatmaya çalıştığım “radikal belirsizlik” bu yıl mezun olacak öğretmenle, 1980 yılında mezun olan öğretmenin hayat ve gelecek tahayyülleri arasındaki farkı gösteriyor. Bugünkü yeni mezunun herhangi bir gelecek tahayyülünün bile olamadığını söylemek yanlış olur mu? Bırakın geçinebileceği bir iş bulmayı, şimdi yaşadığı ülke sınırları ve siyasal rejimin sürüp sürmeyeceğinden dahi emin olamadığı bir belirsizlik hissettiğinin fakındayız değil mi?

Bugün Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan, farkında olsalar da olmasalar da, o mezun olacak gençle aynı duyguları paylaşıyor. Radikal belirsizlik aynı anda korku ve umudu harekete geçirir. Korku insanın aklını eriten ve koşullarını aklın süzgecinden geçirerek değerlendirmesini engelleyen, sadece korku hissinin tetiklediği korunma, hayatta kalma davranışına neden olan temel tehlike hissidir. Radikal belirsizlik karşısında hayatta kalmak için umuda tutunmaya çalışmak da insanı akıldan uzaklaştırır. Akıldan uzaklaşmak, eylem ile sonuç arasındaki ilişkinin akılla değerlendirilmesini engelleyerek mucizevi beklentilere girilmesine yol açar. Üç kuruş maaşıyla internette sanal kumar oynayanların, çiftlikbank vb. ponzi sistemlerine varlarını yoklarını yatıranların, çok yüksek faiz beklentisine kanarak elden para verenlerin akılsızlıklarının nedeni işte bu umut duygusudur.

∗∗

Şimdi yukarıdaki “müslüman benliğine” geri dönelim. Bu benlik hissinin radikal belirsizliğin neden olduğu korkudan koruyan, umuda tutunduran gücü açık değil mi? Akıldan uzaklaşmış bir benliğin sorumluluk duygusunu “yeryüzünde en güçlü görünene” neredeyse yaratıcıya biat eder gibi yıkması da anlaşılabilir.

Bireysel ya da kollektif benliğimizi içinde yaşadığımız tarihsel toplumsal koşullar inşa ediyor.

Milliyetçi ya da dinci (çoğu zaman ikisi bir arada) liderlerin sadece Türkiye’de değil, dünyada da son yirmi yıldaki büyük yükselişlerinin ardında yatan süreç biraz da bu ruh hali.

Eğer bu ruh hali kaçınılmaz olsaydı insan türü yeryüzünde hala 8-10 kişilik avcı toplayıcılar olarak yaşıyor olurdu. Hadi bilemedin, Zeus hala Olimposun zirvesindeydi, Türük Tengri gökyüzünün hakimiydi! Kadim zamanlardan bu yana, korku ve umudun aynı anda ittiği büyük güçlerden beklenen mucizelerden insan(lığ)ı özgürleştiren akılla iş görenler oldu. Ne denli radikal olsa da bugün insanlığın yaşadığı belirsizlik hissi tarihin en kötü dönemi değil. İnsan korku ve umudu aklıyla değerlendirebildiğinde hayatta kalabildi. Yine öyle olacak, eğer özgürlükten yana olanlar akıllarını kullanabilirlerse.

                                                               /././

Işıksız tünel -Berkant Gültekin-

Artık herkesin malumu olduğu üzere “terörist” olmak, yasalarda belirtilen terör faaliyetlerini yapıp yapmamakla sınırlı değil. İktidarın karşısında, hele hele onu alaşağı edebilecek bir siyasi aksiyonun içinde yer alıyorsanız bu sizin “terörist” ilan edilmeniz için oldukça yeterli bir sebep. Hükmü siyaset kuruyor, yargı uyum sağlıyor. Normalde tersi olmasını beklersiniz ama burada işler öyle yürümüyor.

Bugünün Türkiye’sinde “terör” konusundaki ölçü rejimin politik tercihleri. Eğer rejimle uzlaşmaz çelişkiler içindeyseniz, geçmiş olsun. Fakat hemen enseyi karartmayın. “Terörist” yaftası yemeniz bir son değil. Hâlâ “makbul” olmak için bir şansınız var. Bunun için de rejimin uzattığı eli tutmanız şart. Rejim bunun için de size her türlü çağrıyı yapabilecek kuvvette. Başka bir siyasi aktör size çağrı yapsa başına gelmeyen kalmaz ama düzenin süper yetkili politikacıları istedikleri kişilere istedikleri çağrılarda bulunup özgürce siyaset kurgulayabiliyorlar.

Çağrı geldiği anda fırsatı değerlendirirseniz müjde; artık “terörist havuzu”nun dışına bir bacağınızı attınız demektir. Üstelik süper yetkili politika yapıcılar yargı kararlarından muaf oldukları için, icra ettiğiniz kamu görevinden “terör örgütü üyesi” olduğunuz iddiasıyla alınmış olsanız bile belirtilen rotaya girebileceğinize ilişkin sinyaller verirseniz hakkınızdaki kanaat de belirli bir süreliğine geçersizleşiyor. Bu kolaylık ortamında gelecekte neler olabileceğini kestirmek ise kolay değil. Bir şekilde süreci noktalar ya da işler iktidarın istediği gibi gitmezse, her şeyin fabrika ayarlarına dönmesi an meselesi.

Bugünlerde tam da böylesi bir sürece şahitlik ediyoruz. Siyasette yerçekimi ortadan kalktı, aktörler havalanmaya ve birbiri etrafında dönmeye başladı. İktidara yakın kalemler, mevcut “süreci” başlatan Bahçeli’yi nasıl öveceklerini şaşırdı. Bahçeli’nin her şeyi göze alarak yola çıktığını, ezberleri bozduğunu, büyük cesaret gösterdiğini, daha fazla kan dökülmesin diye tarihi bir sorumluluk üstlendiğini yazıyorlar. Gören de Bahçeli siyaset sahnesine yeni çıktı, bugüne kadar “barış” diyenlere hiddetle parmak sallamadı sanır.

40 yıldır Kürt sorununu salt “terör” sorunu olarak tanımlayan, sorunun askeri yöntemlerle çözülebileceğini savunan, ilk çözüm sürecine yekten karşı çıkan ve düne kadar Kürt partisinin varlığına bile tahammül edemeyen biri ne oldu da 2 ayda fikir değiştirdi diye soran yok. Bu cenah, Bahçeli gibi siyasetçilerin, sorunun bu boyuta gelmesindeki payını da sorgulamıyor. Çünkü onların görevi sorgulamak değil, sorgulanması gerekenlerin kusurlarını örtmek. Medya fondötenleri rahat koltuklarını tam olarak buna borçlu.

Bahçeli’yi eleştirmek bugünlerde “barış karşıtlığı” gibi algılanıyor. Ne günlere kaldık. Oysa ortada hâlâ Kürt sorununun varlığını bile kabul etmeyen bir siyasi akıl var. Buna rağmen bir kesim, Kürt sorununun çözümünün Türkiye demokrasisi açısından hayati önemde olduğu gerçeğinden yola çıkarak, Bahçeli’nin hamleleriyle ilerleyen sürecin koşulsuz şartsız desteklenmesi gerektiğine inanıyor. Bu sürecin içinde ne türden bir demokratik yaklaşım olduğunu ise ne onlar ne de başkaları biliyor. Siyaset ışıksız bir tünelin içinde ilerlerken, toplum da bu tünelin içine çekilmeye çalışılıyor.

Ahmet Türk, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan DEM Parti heyetinin 2 Ocak’ta Meclis’te MHP lideri Devlet Bahçeli’yle görüşmesi, sürece dair beklentileri daha da yükseltti. Ancak yine kamuoyuna sürecin içeriğiyle ilgili bir bilgilendirme yapılmadı. Sürecin net, tanımlı ve son şekli verilmiş bir içeriği de yok zaten. Ortaya atılan senaryolarla toplum birtakım gelişmelere hazır hale getirilmeye çalışılıyor ancak mesele hâlâ mayalanma evresinde.

Sadece şurası kesin, rejimin kendi ömrünü uzatmak için yeni bir siyasi dizilime ihtiyacı var ve Bahçeli eliyle bunu sağlamak adına “Devletin âli menfaatleri”, “Türk-Kürt kardeşliği”, “Terörsüz Türkiye” gibi farklı kesimlerde karşılık bulabilecek söylemler üzerinden Kürt hareketiyle bir “kazan-kazan” anlaşması yapmanın, DEM Parti seçmenini en azından tarafsızlaştırıp muhalefet blokundan koparmanın koşulları aranıyor. Bahçeli’nin siyasi paketi, ABD’nin bölge politikalarıyla uyumlu. Ancak hayata geçirilmesi, birçok farklı nedenle cümleye dökülmesi kadar kolay değil.

Bu süreçten keşke barış çıksa… Şiddet ve etnik kutuplaşma bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Zihni ve vicdanı temiz olan herkes Türkiye’de hakkıyla yürütülen bir çözüm sürecinin destekçisi olur. İtiraz barışa değil, onun meşruiyetinin suiistimal edilmesine, anti-demokratik siyasi hedefler için araçsallaştırılmasına… Barış nereden geliyor diye bakılmaz ama gelen barış mı değil mi diye bakılır. Barış, onu inşa edenlere siyaseten puan kazandırır ama siyasi pragmatizmle barış inşa edilmez. Kimileri de buna dikkat çekmeye çalışıyor.

                                                               /././

Başkentte T-Rex usulsüzlüğü: Para yutan dinozorlar -Mustafa Bildircin-

Gökçek döneminde 801 milyon dolara inşa ettirilen Ankapark’taki dinozorlara fahiş ödeme yapıldığı açığa çıktı. Gökçek’in 2013’te 98,4 milyon TL ödediği dinozorların satın alındığı firmanın bugün aynı dinozorları 31,8 milyon TL’ye sattığı tespit edildi.(https://www.birgun.net/haber/baskentte-t-rex-usulsuzlugu-para-yutan-dinozorlar-588762)

                                                                 ***

80 barodan Tahir Elçi davası açıklaması: "Cezasızlık politikası sistematik bir şekilde devam etmektedir"

Diyarbakır'da, öldürülen Baro Başkanı Tahir Elçi'nin dava dosyasında verilen beraat kararına yönelik İstinaf talepleri reddedildi. Karara ilişkin barolardan ortak açıklama geldi, açıklamaya 80 ilin barosu destek verdi. Açıklamada, "Tahir Elçi dosyasındaki cezasızlık tutumunu kabul etmediğimizi ve hukuki sürecin takipçisi olmaya devam edeceğimizi duyururuz" ifadelerine yer verildi.(https://www.birgun.net/haber/80-barodan-tahir-elci-davasi-aciklamasi-cezasizlik-politikasi-sistematik-bir-sekilde-devam-etmektedir-588742)

                                                              ***

(Birgün)

                              


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNCEL" -8 Ocak 2025-

  Arabesk mutabakatı -Fatih Yaşlı- "Halkın sanatçıları olmadan politik mücadele verilemez, bunların olmadığı yerde halka gidilemez, hal...