Evrensel " Köşebaşı + Gündem" -21 Ocak 2025-

 Bana plakanı söyle…-Alper Kaya-

20 Kasım 2024’te çok ilginç bir trafik cezası kesildi. Rapora göre, 20 Kasım’da saat 17.57’de polis ekipleri bir aracı durdurarak, plakasından dolayı idari işleme tabi tuttu. Araç, Afyonspor Başkanı Mevlüt Akkuş’a aitti ve plakasında “Afyonspor Kulübü Başkanlığı” ibaresi yazılıydı. Bu ibare, tıpkı cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, Anayasa Mahkemesi başkanı, Genelkurmay başkanı, vali ve bakanların makam araçlarındaki gibi kırmızı zemine sarı yazılı olacak şekilde işlenmişti. Aracın normal plakası taktırılıp yola devam ettirildi ancak bir sonraki gün polisleri bir sürpriz bekliyordu.

Mevlüt Akkuş, ‘makam plakasını’ takarak yeniden trafiğe çıkmıştı. Bunun üzerine Afyonspor Kulübü Başkanına sahtecilikten adli işlem yaptırıldı ve 21 bin 834 TL’lik ceza yazıldı.

Üstelik bu olaylar, Mevlüt Akkuş’un başkanlığa seçilmesinden bir hafta sonra gerçekleşmişti! Yerel basının ifadesiyle, Mevlüt Bey başkan olur olmaz ilk icraatı plakasını çıkartmak olmuştu. Mevlüt Bey kendisine plaka taktırırken, takımının ligdeki durumu 1 puanla lig sonunculuğuydu. Plaka mevzusu kendisine sorulduğunda “Kırmızı plaka takarak Afyonsporumuzun değerini artırmak istedik ama emniyetimiz iki kez ceza kesti, kendilerine kırıldım” açıklamasını yapmıştı.

Aradan aylar geçti.

Bugün geldiğimiz noktada Afyonspor’un -2 puanı var ve artık (muhtemelen) ligde de değil.

Çünkü Mevlüt Akkuş, takımı ligden çektiklerini duyurdu. Üstelik bu süreçte, TFF’nin talep ettiği sportif, mali, hukuki, altyapı ve diğer kriterlerdeki eksikleri gidermediği için üç puan tenzil cezasına da çarptırıldığı için bir puanla aldığı takımı -2 puana ulaştırdı. Bu süreçte tahmin edeceğiniz gibi takım hiç puan kazanamadı, üstelik 10-0 ve 6-0 gibi kulüp tarihinin en büyük hezimetlerini peş peşe yaşadı.

Bu takım çok değil, 2018- 2019 sezonunda 1. Lig’de oynamıştı ve 2016- 2017 sezonunda şampiyon olarak yükseldiği 3. Lig’e tekrar hiç düşmemişti. 1. Lig’den düşerken dahi, sadece dört puanlık farkla küme düştüğünü not olarak belirtelim. Hatta bir de istatistik sevenlere gurme bilgi verelim: Afyonspor o sezon kümede kalan iki takımdan (Giresunspor & Balıkesirspor) daha fazla gol atmıştı.

Mevlüt Akkuş ligden çekileceklerini açıklarken de bir klasiği ihmal etmedi; belediyenin ve valiliğin takımı sahipsiz bıraktığını ve bu sahipsizliğin kabul edilemeyeceğini açıkladı. Neredeyse bütün başkanların görevi bırakırken yaptıkları gibi… Hatta sanırım Trump henüz görevi devralmadığı için “Amerikan başkanı dahil herkesi bağlayın!” repliğini söyleyememiş olsa gerek…

Sözün özü bir puanla ve kırmızı plakayla geldi, rekor mağlubiyetler ve -2 puanla gitti. Eminim ki Afyonspor’un değerini artırmıştır.

                                                             /././

Solkskjaer’e sprint testi -Senem Gülkar-

İbreler tersine döndü ve neredeyse kesin gözüyle bakılan Sergen Yalçın liderliği ailevi sağlık sorunları gerekçesiyle gerçekleşmedi. Teknik direktör arayışı sürecindeki tartışmalardan biri; kulüp, neredeyse her köşe başında -maddi, manevi, teknik, beceri ve insan kalitesi şeklinde uzayıp gidecek bir listeyle- yetersizliklerle boğuşurken bunlarla başa çıkabilecek bir isim gerekliliğiydi. Bu doğrultuda elbette yerli, ülkeyi ve Beşiktaş’ın yapısını bilen isimler ön plana çıktı. Fakat tercih, Norveç’ten yana oldu…

Futbolculuğu döneminde Premier League’in büyük takımlarından Manchester United’da 11 sene forma giyen ve futbolu bıraktıktan sonra kariyerine hoca olarak devam eden Ole Gunnar Solskjaer, Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü oldu. Bu alandaki kariyeri şimdilik büyük başarılarla dolu olmasa da UEFA’da yürüttüğü maç analistliği görevi nedeniyle Beşiktaş’a çok da yabancı olmadığı düşünülebilir. Fakat bahsi geçen tartışmada, hocanın kulübün mevcut durumunu, yapısını ve hedeflerini net şekilde anlayabilmesi büyük önem taşıyor. Nitekim Giovanni van Bronckhorst’a bunun anlatılması gereken bir süreç yaşanmıştı ve o zamana kadar Bor’un pazarı çoktan geçmişti!

Sanıyorum BJK Medya ve İletişim Bölümünün Solskjaer ile ilgili hazırladığı ikinci video bu soru işaretine cevaben yayımlandı. “Ne İstediğinizi Biliyorum” başlığıyla taraftarlara sunulan görüntülerde hoca, gerçekten “nereye” geldiğini biliyor gibi… Umuyorum ki bu doğrudur ve sırtına geçirdiği ateşten gömleğin onu yaktığı anlarda bu videoyu bir daha izlemeyi tercih eder. (https://x.com/i/status/1880950876543889501)

İşin beceri ve sonuç kısmı ise süreç içinde belli olacak. Ve Solskjaer çok kısa süre içinde çok sıkı bir teste tabi tutulacak. Parçalanmış futbolcu motivasyonu ilk sınavı olacak. Her değişiklik muhakkak pozitif bir esintiye sebep olur fakat bunun fırtınaya dönüşmesi hocanın ellerinde. Takımın son iki maçına baktığımızda, sezon başı kampındaki rezillikler yaşanmayıp yönetsel olarak daha profesyonel şekilde ilerlenseydi, gayet kaliteli ayaklara sahip olduğu görülüyor. Kadroya ne kadar takviye yapılacağı şimdilik belirsiz ama mevcut yapıyla bile bazı şeyler başarılabilir. Bu süreçte Norveçli teknik adamın yaratıcı potansiyelini de görme fırsatımız olacak. 

Videonun sonunda sözünü verdiklerini gerçekleştirebilmek için her Beşiktaş’a hizmet edende olduğu gibi taraftarların desteğini rica ediyor hoca. Bu etki olmadan kimsenin başarılı olamayacağı gerçek ve siyah-beyazlı kalpler elbette buna karşılık verecektir. Ama Solskjaer unutmamalı ki arkasında istediği güç, koskoca bir hayal kırıklığını ve arkadan hançerlenmenin getirdiği öfkeyi göğsünün tam ortasında taşıyor. Bu hissiyata sahip bir topluluktan, hiç umut vadetmeden uzun süreler tepkisizlik beklemek hayalcilik olacaktır. Bu noktada da hocanın baskı altındaki dayanıklılığı test edilecek.

Hançer demişken! Eski Başkan Hasan Arat’ın Avrupa Olimpiyat Komitesi İcra Kurulu üye adaylığını canıgönülden tebrik ediyorum! Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanlığını öylesi bir hızda terk etmesine sebep olan sağlık sorununun iyileşmesinden ötürü duyduğum sevinci de saklamak istemem. Nitekim kendisine sorulacak bunca soru birikmişken sağlığının iyiye gittiğini öğrenmek beni epey sabırsızlandırdı. Söz verdiği gibi ekranlara çıkıp her şeyi tüm açıklığıyla anlatacağından zerre şüphem yok. Bekliyoruz!..

                                                             /././

'Savaş ilanı'... Kim, kime?-Mustafa Yalçıner-

Beşiktaş Belediye Başkanının tutuklanmasının ardından Ö. Özel “AKP’nin bugün yaptığı iş, CHP’ye düpedüz savaş ilanıdır... Bu savaş ilanını görüyoruz ve kabul ediyoruz.” açıklaması yaptı.

CHP’ye “savaş” ilan edildiğini söylemek yanlış sayılmaz. Ne denli “topyekûn bir saldırı” başlatıldığını göreceğiz, ama bu partiye karşı saldırı başlatıldığı bir gerçek.

Ancak açıklama alelacele yapılmış görünüyor.

Savaşı” ilan eden AKP ile sınırlı sayılamaz. AKP, tabii ki işin içinde. “Savaş ilanı”nda Erdoğan’ın rolü hatta kararlaştırıcı. Ancak “devletin kurucu partisi” CHP’ye bizzat devlet tarafından savaş ilan edildiği de ortada. “Kuruculuk” başka devletin güncelliği başka!

Adını anmanın bile gözaltına alınmak için yeterli olduğu İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek’i atayan HSK. Ancak başkalarında olduğu gibi bu atamada da Erdoğan’ın rolü elbette kararlaştırıcı. Atamaları ya doğrudan kendisi yapıyor ya da yapılmasını sağlıyor.

Erdoğan’ın rolü olmaması düşünülemez, ancak düğmesine basarak “savaş ilanı”nı fiilen gerçekleştiren başsavcı Gürlek. İstanbul Başsavcılığı devletin “üç kuvvetinden biri” olan yargının önemli bir pozisyonu. Ve ilan edilen “savaş” ise, yargının işlevi görmezden gelinemez. Ele geçirildiği ve siyasete bağlandığı söylenebilir, ancak yargının, dolayısıyla “kuvveti” olduğu devletin bu ilanla ilgisi olmadığı ileri sürülemez. Ve zaten “savaş”ın AKP tarafından ilan edildiğinin söylenmesi de, yine devletin bir diğer “kuvveti” olan “yürütme” dolayısıyla da devletçe ilan edildiği anlamına gelir.

Üçüncü kuvvet” yasama söz konusu edilecekse, Anayasa’da kanun gerektiği yazan konularda bile artık yürütmenin Erdoğan eliyle yürürlüğe koyduğu “KHK”lerle yasama işlevi yerine getiriliyor. Emekli maaşlarına yapılan son zam, bunun örneği.

Üç kuvvet”ten burjuva ideologlar devleti anladıkları için söz ettik. Yoksa devletin iki temel kurumu ordu ve bürokrasidir ki, eski genelkurmay başkanlarının savunma bakanları olarak Erdoğan kabinelerinde görev almasının olağanlaştığı son yılların ordusunun doğrudan Beşiktaş Belediye Başkanının tutuklanmasında bir rolü olmadı. Alanı değildi. Ama “savaş”ın bürokrasi eliyle ilan edildiği ortada. O emir verdi, bu talimatlandırdı- bunlar teferruattır, yapılan her işin ardındaki somut imzalar bellidir.

Ve bu “savaş” üstelik CHP’ye yönelik olmakla sınırlı sayılamaz.

Sadece CHP muhalefet edemez hale getirilmeye çalışılıyor değil. Evet, CHP ana muhalefet ve diğer muhaliflerden daha büyük önem taşıyor. Ancak bu, hem “bugün için”dir ve “savaş” sadece CHP’ye ilan edilmiş değildir.

Bu ay örneğin BTP Lideri Hüseyin Baş “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla gözaltına alındı ve yurt dışına çıkış yasağı konarak tutuklanmaktan kurtuldu. Ve aynı başsavcı, anketlerde AKP’yle MHP’den aldığı yüzde 4-5 oyu görülen ve Erdoğan’a sert eleştirileriyle bilinen Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ hakkında dün aynı türden hakarette bulunma suçlamasıyla soruşturma başlattı.

Ve DEM Parti çok önceden başlatılmış bir “savaş”a muhatap. CHP’nin iki belediye başkanı tutuklanmışken bu partinin çok daha fazla belediye başkanı tutuklu. Üstelik son “açılım” süreciyle hedefte olan da bu parti.

Sadece partiler mi? TTB ve en son İstanbul Barosu “savaş ilanı”na muhatap değil mi?

Ve CHP’ye niçin şimdi savaş ilan edildi? Yurt dışı gelişmeler bir yana, asıl birkaç yıldır işsizleri ve emeklileriyle birlikte açlıkla sınanmakta olan işçi ve emekçilere açılan savaş yoğunlaştırıldığı ve CHP de bunu dile getirmeye başladığı için değil mi?

Şüphesiz ilgili, ancak sorun, cumhurbaşkanı adaylarının önünü kesmekten ibaret sayılamaz. Tabii ki cumhurbaşkanı seçimi önemli. Ama her şey seçim ve sandık değil. Her kademede toplantılar da önemli ve düzenlenmeli. Ancak adaylık çekişmelerine yer olmadığı kadar toplumsal muhalefetin birliği perspektifine sahip olmak şart.

Partilerle, sendikalar, barolar vb. ile birliğin amaç değil, işçi ve emekçilerin birliğine hizmet edecek türden bir araç olabileceğini görmeden ilerlenemez. Sadece toplantılar, parlamento konuşmaları, paneller vb. “Savaşın kazanılmasına” yetmez. Asıl olan, işçi ve emekçilerle onların grev, direniş, boykotlar vb. türünden yaptırım gücü olan eylemliliğidir.

                                                            /././

Trump’ın kabinesindeki ‘dostlar’ ve ABD’nin Ortadoğu politikası -Yusuf Karadaş-

Trump’ın başkanlık görevini yeniden devralmasının ardından en çok tartışılan konulardan birini yeni dönemde ABD’nin Ortadoğu politikasının nasıl şekilleneceği oluşturuyor. Trump’ın kazanmasına en çok sevinenler arasında yer alan Türkiye’deki iktidar, Trump ile Erdoğan arasındaki kişisel “dostluğa” güveniyor. Gerçekten de Trump, Erdoğan’dan söz ederken sıkça “dostum” sözünü kullanıyor. Öte yandan Trump’ın yeni kabinesine bakıldığında Erdoğan iktidarının genel olarak bölge (Ortadoğu) ve özel olarak Suriye Kürtlerine yönelik politikasına karşı olan (Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz gibi) isimler dikkat çekiyor. O yüzden bu isimler de “Kürt dostu” olarak tanımlanıyor. Trump daha baştan çatışacağı isimleri kabineye seçmeyeceğine göre, onun ya da kabinedeki isimlerin kurduğu/kuracağı “dostluğun” sınırlarının ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları tarafından belirleneceğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu durum kabinedeki isimlerin ABD’nin bölge politikasındaki yönelim ve önceliklerini anlamak bakımından önemsiz olduğu anlamına da gelmiyor.

Trump’a dair yapılan analizler onun ani kararlar veren ve kişisel ilişkilere önem veren bir siyasetçi olduğu konusunda birleşiyor ve sıklıkla bu özelliklerinin uygulayacağı politikaları ‘öngörülemez’ hale getirdiği yorumları yapılıyor. Ancak bu ‘öngörülemezliğin’ dünya bir ‘belirsizlikler’ döneminden geçerken ABD emperyalizminin elini güçlendirici bir rol oynadığı gerçeği görmezden geliniyor. Zaten Trump’ın kişisel diyaloga önem vermesi de bu belirsizlikler karşısında daha kolay sonuç almaya ve ABD’nin emperyalist tekellerinin çıkarlarını korumaya hizmet ediyor. Bu nedenle Trump’ın mesela Putin’le kurduğu kişisel ilişki ve uzlaşma yönündeki mesajları “deliliğinden” değil, ABD’nin emperyalist tekelleri için daha yakın bir tehdit olan Çin’i durdurma ve bunun için yalnızlaştırma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Bu durum Trump’ın Erdoğan ile “dostluğu” ve kişisel ilişkileri bakımından da açıklayıcıdır. Türkiye’deki iktidarın temsilcileri Trump’ın başa geçmesiyle birlikte Rusya’dan satın alınan S-400 hava savunma sistemi nedeniyle uygulanan CAATSA (düşmanlara yaptırımla karşı koyma yasası) yaptırımlarının kaldırılması ve Türkiye’nin yeniden F-35 programına dahil edilmesi beklentisi içinde bulunuyor. Dahası Trump’ın geçmişte olduğu gibi (2019) Suriye Kürtlerine karşı yeni bir operasyon için yeşil ışık yakabileceği umudunu taşıyor.

Trump’ın Türkiye gibi NATO müttefiki önemli bir bölgesel güçle ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları temelinde ilişki ve iş birliği geliştirmek ve bunun için Erdoğan’la kişisel dostluğunu kullanmak isteyeceği konusunda bir soru işareti bulunmuyor. Ancak bu durum Trump’ın siyaset yapma tarzıyla birlikte düşünüldüğünde yaptırımları kaldırma beklentisinin aksine bunların önümüzdeki dönem Suriye ve Doğu Akdeniz’den Karadeniz ve Kafkasya’ya kadar Türkiye’yi ABD’nin bölgesel çıkarları ekseninde daha açık tutum almaya zorlamak için kullanacağının işaretlerini veriyor.

Trump’ın kabinesinde “Kürt dostu” olarak tanımlanan isimlerin üstlendikleri görevler, önümüzdeki dönemde ABD’nin bölge politikasının nasıl şekilleneceği bakımından önemli veriler sunuyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz “Kürt dostu” olarak tanımlansalar da asıl olarak İsrail’e açıktan destek vermeleri ve İran’a karşı sertlik yanlısı olmalarıyla biliniyorlar. Dolayısıyla bölgede İsrail üzerinden yürütülen yeniden dizayn politikası, Erdoğan iktidarının bir tehdit olarak gördüğü Suriye’deki Kürt özerk yönetimi ve askeri gücü Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) ortadan kaldırma beklentisinin aksine ABD için önümüzdeki dönemde de Kürtlerle iş birliğini bir ihtiyaç haline getiriyor. Çünkü bu iş birliği ABD ve İsrail için Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ’nin (Heyet Tahrir eş Şam) kontrol edilmesinden İran’ın Kürt sorunu üzerinden daha fazla sıkıştırılmasına ve Erdoğan iktidarının hareket alanının sınırlanmasına kadar birçok bakımdan oldukça işlevsel bir rol oynuyor. Dışişleri Bakanı Saar başta İsrail’in Kürtlere verdiği destek ve iş birliği mesajları da bu politika içinde anlam kazanıyor.

Bu noktada Yeni Dışişleri Bakanı Rubio’nun ABD Kongresinde adaylığının onay süreci kapsamında senatörlerin sorularını yanıtlarken SDG’yle iş birliğinin devam edeceğini söylemesine ve Erdoğan iktidarını ABD’deki iktidar değişimini Kürtlere saldırı için bir fırsata dönüştürmemesi konusunda uyarmasına da dikkat çekmek gerekiyor. Elbette bu politika, iktidar ortağı Bahçeli’nin sözcülüğüne soyunduğu yeni süreçle de bağlantılı olarak, ABD ve Türkiye arasında Kürt sorunu konusunda Kürtlerin gücünün belli düzeyde sınırlanması üzerinden bir uzlaşmayı da dışlamıyor. Aksine ABD, Erdoğan iktidarını böylesi bir uzlaşmaya zorlayarak hem Kürtlerle ve hem de Erdoğan iktidarı ile kendi bölgesel çıkarları temelinde iş birliğini sürdürmek istiyor. Bugün bu uzlaşı arayışıyla ilgili en kritik noktayı Suriye’deki HTŞ yönetimi ile SDG arasında orduya katılım koşulları ve Kürtlerin statüsü konusunda sürdürülen pazarlıklar oluşturuyor.

Burada Suriye’deki HTŞ yönetimiyle de ilgili bir parantez açmak gerekiyor. HTŞ, İdlib’de olduğu ve iktidarı ele geçirmek için harekete geçtiği süreçte önemli oranda Türkiye’ye bağımlı bir pozisyondaydı. Ancak bugün tablo giderek değişiyor ve BAE ile S. Arabistan başta olmak üzere körfez ülkelerinin yeni Suriye yönetimi üzerinde etkisi artıyor. Çünkü Suriye’nin imarı ve bölgede kendini kabul ettirebilmesi Türkiye’den çok bu ülkelerle kuracağı ilişkilere bağlı bulunuyor. BAE ve S. Arabistan gibi körfez ülkelerinin yeni Suriye üzerinde oynadığı rolün aynı zamanda ABD’nin bölgede İran’ı Türkiye’den çok (İsrail’in hassasiyetleri nedeniyle) bu ülkeler üzerinden dengeleme politikasıyla da önemli bir ilişkisi bulunuyor.

Öte yandan Trump’ın yeni dönem politikasındaki öncelikleri belirlemek üzere hazırlanan ‘Projekt 2025’te Çin’in “ABD’nin ulusal güvenliği için en büyük tehdit” olarak tanımlanması da önümüzdeki dönemde Ortadoğu’nun önemini azaltmıyor. Aksine ticaret yolları/koridorları (Çin’in Yol-Kuşak Projesi ve ABD’nin başını çektiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru) rekabeti ve Çin’in enerji ihtiyacı başta olmak üzere, Ortadoğu bu güçler arasındaki mücadelenin en önemli kavşaklarından birini oluşturuyor.

Sonuç olarak, ABD emperyalizminin önümüzdeki dönemde ‘direniş eksenine’ vurulan darbelerin bir devamı biçiminde bölgede İran’ın gücünü kırma ve bağlı olarak Rusya ve Çin’in bölgede hareket alanını sınırlama politikası bağlamında İsrail merkezli dizayn politikasını sürdüreceği anlaşılıyor. Trump’ın ve kabinesindeki isimlerin bölgedeki aktörlerle “dostluğunun” sınırlarını da buradaki politik çıkarlarının ve İsrail’in “güvenliği”nin belirleyeceğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Türkiye ve bölge halkları, emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin bu hesaplarını boşa çıkarabilecek bir mücadele hattını kuramadıkları sürece geleceklerinin bu güçlerin çizeceği sınırlar içinde belirlenmesini değiştirmeleri de olanaklı görünmüyor.

                                                            /././

6 gazeteci tutuklandı

İstanbul merkezli operasyonda gözaltına alınan 6 gazeteci mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklandı.

İstanbul merkezli soruşturma kapsamında 17 Ocak'ta yapılan ev baskınlarında gözaltına alınan gazeteciler Necla Demir, Rahime Karvar, Ahmet Güneş, Welat Ekin, Vedat Örüç ve Reyhan Hacıoğlu, "örgüt üyeliği" iddiasıyla tutuklandı. 

İstanbul'da gözaltına alınan Necla Demir, Rahime Karvar, Ahmet Güneş ve Welat Ekin, Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’ne getirildi. Van’da gözaltına alınan Reyhan Hacıoğlu ve Mersin’de gözaltına alınan Vedat Örüç’ün ise bulundukları kentlerden Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla ifadeleri alındı. 

Savcı, gazetecilerin ifadelerini almayarak tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk etti. Hakimlik, 6 gazetecinin de "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklanmasına karar verdi. 

Gazetecilerin tutuklanmasına yaptıkları haber ve tartışma programları gerekçe gösterildi.   

GAZETECİLER: ÖZGÜR BASIN SUSTURULAMAZ

Gazeteciler, tutuklama kararını zafer işareti ve "Özgür Basın susturulamaz" sloganıyla protesto etti. Adliyedeki gazeteci ve yurttaşlar da tutuklanan gazetecilere destek verdi. 

Haklarında tutuklama kararı verilmesinin ardından gazeteciler gönderdikleri mesajda, "Gerçekleri yazmaya, gerçekleri konuşmaya ve kadınların sesi ve sözü olmaya devam edeceğiz. Hero'nun, Gülistan'ın, Nazım'ın ve Cihan'ın kalemini biz yere bırakmadık. Gözümüz arkada değil, arkadaşlarımız kalemimizi devralacak. Umutsuz değiliz, tüm arkadaşlarımıza selamlarımızı iletiyoruz. Hakikat nasıl susturulamazsa özgür basın da susturulamaz" ifadelerini kullandı.

https://www.evrensel.net/haber/540520/tutuklanan-gazetecilerin-avukati-anlatti-karar-onceden-verilmisti

https://www.evrensel.net/haber/540512/ayni-hakim-bir-ayda-13-gazeteci-tutukladi-tek-fark-tutuklandiniz-demesi-oldu

                                                                 ***

(Evrensel)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -6 Mart 2025-

  Kaybettiniz -Arif Nacaroğlu- Etmediğinizi bırakmadınız. Akbelen’de ormanını, yaşamını korumaya, yüzlerce yıldır yaşadığı köyünü üç, beş do...