Fiyatta Norveç, kalitede Hindistan -Sibel Bahçetepe
Gıdalardaki taklit ve tağşiş ürünler tüketicinin sağlığını tehdit ediyor, ölümlere varan ciddi durumlar yaşanıyor. Yurttaşlar ‘‘Yediğimiz kumpirde ölme riskimiz var. Süt alıyoruz içinden su çıkıyor. Avrupa’nın en pahalı hayatını Hindistan, Pakistan kadar vasat yaşıyoruz’’ dedi.
Fıstık ezmesinden boya, sütten su çıkması, bazı kebap firmalarında, etli ekmek, köfte, adana kebap gibi satılan ürünlerde sakatat olması, kuru üzümlerde alerjen madde sülfür dioksit tespit edilmesi, hatta kumpir yedikten sonra rahatsızlanan ve salmonella bakterisi nedeniyle bir kişinin ölmesi yediğimiz, içtiğimiz gıdalardaki güvensizliği bir kez daha gözler önüne serdi. Yurttaşlar, ‘‘Avrupa'nın, Rusya’nın kabul etmediği gıda bizim soframıza giriyor. Üstelik İsveç, Norveç kadar pahalı bir hayatı Hindistan, Pakistan kadar vasat yaşıyoruz. Pahalı gıdalara ucuz ölümler yaşıyoruz’’ derken, gıda mühendisleri ‘‘Ülkemizde gıda enflasyonu çok yüksek. Enflasyon her şeyi çürütüyor Gıda enflasyonu düşürülmeli’’ dedi.
Halk sağlığını tehlikeye atan gıdaları üretip satan firmaların yaptığı usulsüzlükler ortaya çıktıkça gıda güvenliği tehdidinin boyutları da büyüyor.
ENFLASYON ÇÜRÜME NEDENİ
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Yaşar Üzümcü, gıdalardaki taklit ve tağşişe yönelik ‘‘Bu durum maalesef gıda güvenilğinin tam olarak yerine getirilemediğini gösteriyor’’ dedi. Gıdalardaki taklit ve tağşiş ürünlerin asıl nedeninin ekonomik kaynaklı olduğuna dikkat çeken Üzümcü ‘‘Ülkemiz yüksek bir enflasyon ile karşı karşıya. Bunun da üzerinde bir gıda enflasyonu var. Dünyada genel olarak gıda fiyatları ya sabit kalıyor ya düşme eğilimindeyken, ülkemizde ise ortalama enflasyonun da üzerinde bir artış gösteriyor. Bu da özellikle kısa sürede büyük kârlar hedefleyen, birtakım kötü niyetli kişilerin önüne bir fırsat kapısı açıyor. Enflasyon sadece fiyatların artışı anlamında değil o ülkenin bütün değerlerini çürüten büyük bir sorundur. Ülkede bir an evvel enflasyon tek haneli rakamlara düşürülmeli, gıda enflasyonunu da bunun altına çekilmeli’’ diye konuştu. Cezalara da değinen Üzümcü ‘‘Aslında yasal mevzuatımız yeterli ancak uygulamada eksiklikler olduğunu görüyoruz. Yani cezalar caydırıcı ama uygulanabilse’’ değerlendirmesini yaptı.
BİLMEK YETERLİ DEĞİL
Üzümcü, şöyle devam etti: ‘‘Birtakım sahtekarlıklar yaparak halkın sağlığıyla oynuyorlar. Tarım ve Orman Bakanlığı ekim ayında taklit ve tağşiş yapan gıda üreten ve satanları anlık duyuracağını söyledi. Bu olması gerekiyordu. Ancak burada bir eksik daha var. O da, halk sağlığını riske atan gıdaları üreten ve satan firmalarla kuruluşları bildirmiyor. Bunu da bildirmesi lazım. Yani mikrobiyolojik yönden bozulmuş veya zararlı kimyasal maddeler bulaşan gıdaları üreten - satan firmaları da duyurması gerekiyor. Bunların halk tarafından bilinmesi gerekiyor. Sadece bilinmesi de yeterli değil. Tarım ve Orman Bakanlığı bunların üretim yapmasına da izin vermemeli, hükümet de alacağı tedbirlerle engellemeli. Sadece satış veya üretim noktalarından numune almak yetmiyor. Yılda bir, iki kere kez denetim ile istenen amaca ulaşılamıyor. Bir numaralı sorumluluk Tarım Orman Bakanlığı'nda. Bakanlık çiftlikten çatala kadar olan süreci daha etkin şekilde gözetim altına almalı. Yetkilendirilmiş gıda danışmanlığı sistemi bir an önce hayata geçirilmeli. Biz tüketicilere de büyük görev düşüyor. Eğer bir gıda kendini oluşturan hammaddeden daha ucuzsa orada şüphelenmemiz ve o gıdadan uzak durmamız gerekiyor. Tadından, görüntüsünden, renginden, kokusundan en ufak şüphelendiğimiz bir gıdayı tüketmeyelim. Hemen onu satan kişiye iade ve şikayette bulunalım ayrıca, o gıdayı üreten firmayı ise Tarım Orman Bakanlığı'nın Alo 174 hattına şikâyet edelim.’’
KAŞARDAN PLASTİK, SÜTTEN SU ÇIKTI
• İzmir’de kumpir yedikten sonra fenalaşan Servet Polat’ın yemek yediği işletmede yapılan incelemelerde salmonella bakterisine rastlandı. Soruşturma kapsamında iş yeri sahibi tutuklandı.
• Bu yılın başında "Birşah" markalı sütlerde tamamen su bulunduğunu tespit edildi ve toplatma kararı alındı.
• En çok tüketilen besinlerden biri olan kaşar peynirde plastik eldiven parçaları bulundu.
• Ankara’da sucukta gıda boyası tespit edildi.
• Antep’te bir baharat markasının kekiğinde yabancı madde bulundu.
• Karaman merkezli bir pide fırınında etli ekmek harcında sakatat (kalp) olduğu görüldü.
• Giresun’da hizmet veren bir ocakbaşının ızgara köftelerinde ise kanatlı et tespit edildi.
TÜRKİYE BİLDİRİMDE ZİRVEDE
Gıda ve Yemler İçin Hızlı Alarm Sistemi Raporu’na göre, Türkiye meyve ve sebzede pestisit kaynaklı bildirimlerde dört yıldır zirvede. * Türkiye: 168 * Hindistan: 84 * Pakistan: 51 * Mısır: 34
PESTİSİT LİSTESİ AÇIKLANSIN
Artan pestisit (kimyasal zehir) kullanımına karşı Tarım Bakanlığı’na çağrı yapan TMMOB Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ulaş Kırım, bakanlığın tıpkı taklit-tağşiş listesi gibi pestisit listesi açıklamasını istedi. Etkin bir denetim mekanizması kurulması için ziraat mühendisi ve gıda mühendisi istihdamının artırılması gerektiğini belirten Kırım “Taklit tağşiş listeleri açıklanmaya başlandı. Her gün farklı şehirlerimizde ciddi problemlerle karşılaşılıyor. Aynı mekanizmanın biz pestisit içinde işletilmesini istiyoruz" dedi. Yeşil ve kapya biber, marul ve maydanozda pestisitin tutunma oranının yüksek olduğunu kaydeden Kırım, temiz olana kadar yıkama, sirke ve karbonatlı suyla yıkamanın pestisiti azaltabileceğini söyledi.
HALK SAĞLIĞI SORUNU
Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Yavuz Işık da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda "Tarım Orman Bakanlığı’nın ifşa ettiği sağlığa zararlı ürün sayısı 185’i buldu, ürün grupları incelendiğinde yüzde 20 ile et ürünleri ilk sırada ikinci sırada baharatlar/çeşniler/soslar ve bitkisel macunlar yer alıyor. Gıda güvensizliği ve gıda güvencesizliği bir halk sağlığı sorunudur" dedi.
***
Trump’ın açık emperyalizmi -Hayri Kozanoğlu-
ABD’de ikinci başkanlık dönemine başlayan Trump, Grönland’ın yanı sıra Kanada ve Panama Kanalı’na dair toprak taleplerini içeren kaba bir emperyalizmi gözümüze sokuyor. Bu hamleleri, hayal kırıklığına uğratmadan önce seçmene sunduğu bir ‘zafer.’ Çin, Ukrayna ve Ortadoğu’nun zorluğu nedeniyle kamuoyu dikkatini ‘daha küçük’ meselelere çekiyor.
Donald Trump 20 Ocak’ta ikinci kez ABD başkanlığı koltuğuna oturdu. Ancak yemin törenini beklemeden Kanada’dan Grönland’a, Panama’ya hatta Meksika’ya uzanan emperyal emellerini ilan etti. Elbet planları ülkeye göre farklılık gösteriyor. Kanada’ya ABD’nin 51. eyaleti olarak katılma çağrısı yapıyor. Grönland’ı Danimarka’dan satın almak için fiyat verebileceğini açıklıyor. Panama Kanalı üzerinde de hak iddia ediyor. Meksika Körfezi’nin isminin Amerika Körfezi olarak değişmesi gerektiğini söylüyor. Buna karşılık Meksika Başkanı Claudia Sheinbaum ise, Kuzey Amerika’nın aslında Meksikalı Amerika olarak adlandırılması gerektiğini vurgulayarak, ABD’nin güney eyaletlerini zor yoluyla Meksika’dan kopardığını hatırlattı.
Trump son demeçleriyle, ABD emperyalizminin uluslararası güç ilişkilerindeki rolünü vurgulamaya özen gösteren, jeopolitik ekonomik sömürü ve birikim mekanizmaları arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmaya çalışan, bazen “özgürlük, demokrasi, insan hakları” kisvesi altındaki saldırganlığı teşhir etmekte zorlanan bizlerin işini kolaylaştırıyor. Çünkü toprak taleplerini içeren kaba bir emperyalizmi göstere göstere gözümüze sokuyor.
ABD’nin hep reddettiği emperyalist sıfatını, küresel kapitalizmin, uluslararası liberal düzenin ateşli savunucularından CNN yorumcusu Ferit Zekeriya bile, Trump’ın 19. yüzyıl emperyalizmini hortlattığını dile getirerek dünyanın en büyük gücüne yakıştırıyor. Özellikle, Trump’ın Kanada ile sınırın suni bir şekilde çekildiği fikrinin, Putin’in Rusya ile Ukrayna arasındaki tarihsel anlamda organik bir bütünlük bulunduğu tezini meşrulaştırmaya hizmet edeceğini, bunun da “Rusya’yı tekrar büyük yapma” emeline ulaşmaya yarayacağını öne sürüyor.
21. YÜZYILDA MONROE DOKTRİNİ
Trump’ın bu hamlesi, ilk olarak Monroe Doktrini olarak bilinen ABD Başkanı James Monroe’nun yaklaşımını akla getiriyor. 1823 yılında açıklanan bu ilke, ABD’nin Avrupa siyasetine karışmaması karşılığı Avrupalı sömürgecilerin Amerika kıtasından eline eteğini çekmesini öngörüyordu. “Amerika Amerikalılarındır” sloganıyla duyurulan bu anlayış fiili olarak, tüm Latin Amerika’nın Yankee emperyalizminin arka bahçesi haline getirme anlamını taşıyordu.
Trump 2.0’ın son saldırgan imajında kendine ABD’nin 25. Başkanı William McKinley’i rol modeli olarak seçmesi dikkat çekiyor. Her fırsatta Mc Kinley’in ismini yaşatmaya söz verdiğini dile getiriyor. 1898 İspanya-Amerika Savaşı’ndan muzaffer çıkan 25. Başkan’ın Guam ve Puerto Rico’yu alıp Hawaii ve Filipinler’i ilhak etmesi, Britanya ile Panama Kanalı’nın inşası için anlaşmasını kendi yayılmacı emelleri için payanda yapıyor.
İsterseniz genel bir değerlendirmeye geçmeden Trump’ın radarına giren coğrafyalara tek tek bir göz atalım.
KÜRESEL ISINMA VE GRÖNLAND
Dünyanın en büyük adası kabul edilen Grönland’ın önemi küresel ısınmanın Kuzey Kutbu’nda etkilerini göstermesiyle artmaya başladı. Buzulların erimesi sonucu Avrupa ve Kuzey Amerika arasında yeni bir ulaşım hattının devreye girmesi söz konusu. Isınma kaynaklı olarak Grönland’ın devasa doğal kaynaklarından da yararlanılması olanaklı hale gelecek. Buranın kömür, demir, grafit, uranyum, bakır, altın, titanyum, çinko rezervleri yanında dünyanın nadir toprak elementlerinin %25’ini de barındırdığı düşünülüyor.
Grönland’da %80’i İnuit yerlileri olmak üzere 57 bin kişi ikamet ediyor. Danimarka’nın bir sömürgesi olmasına karşın tek meclisli özerk bir konumu var. Zaten 1951’den beri ABD’nin Thule Hava Üssü’nde bir askeri varlığı bulunuyor. Rusya’yı tam karşıdan gören füze uyarı sistemleri, uzay kontrol sensörlerinin yerleştirildiği stratejik bir üs konumunda. Çin’in buralara nüfuz etme çabaları NATO üyesi olan Danimarka tarafından boşa çıkarılmış durumda. Her ne kadar Grönland Başbakanı Mute Egede “Satılık değiliz” demeci verse de Danimarka Dışişleri Bakanının “Diyaloga açığız” açıklaması Trump’ın sindirme politikasının karşılık bulduğunu gösteriyor.

PANAMAGA NEDİR?
“Amerika’yı tekrar büyük yap” (MAGA) sloganına atfen Trump yanlısı bazı medya organlarında bu stratejik geçiş yolu Panamaga Kanalı diye adlandırılıyor. Kanalın aslında Çin tarafından kontrol edildiği iddiası gerçeği yansıtmıyor. Çin kanal yakınında iki liman yönetiyor, ancak Kanal’ın işletiminde söz sahibi değil. Atlantik Okyanusu’ndan Pasifik’e pratik geçiş sağlayan kanalın yönetimi 1977 anlaşmalarıyla 1999’da Panama Kanal Yönetimi’ne devredildi. Trump’ın derdi, geçmişte Kanal’ı ticari ve askeri amaçları için egemenliğinde bulunduran ABD’nin bu hakkı Panama Devleti’ne devretmiş olması. Yoksa halihazırda ABD’nin çok yönlü çıkarları açısından kanal somut bir risk oluşturmuyor.
CÜRETİN SON NOKTASI: KANADA
Kanada ABD’ye komşu, zaten sınır geçişinin çok pratik olduğu, ticaretini büyük ölçüde güneyle yapan bir devlet. Ancak kendine has bir kültürü bulunan, ABD’ye göre daha yumuşak sınıfsal ve etnik gerilimler yaşayan, tüm dünyada olduğu gibi neoliberal politikalara yelken açsa da daha eşitlikçi bir yapıda, Avrupa’nın refah devleti uygulamalarını andıran bir ülke. Trump gümrük vergileri tehdidini savurarak, “ABD’nin 51. eyaleti olmayı kabul etmesi halinde çoğu kişinin bu durumdan hoşnut kalacağını, çünkü gümrüklerin sıfırlanacağını” söylüyor.
Bu sözlerin Kanada’da bir karşılık bulamayacağı açık. Böyle olmayacak bir duaya amin demenin beyhudeliğini doğaldır ki Trump da biliyor. Ancak büyük olasılıkla, Kanada açılımıyla cüretinin sınır taşınamayacağını kanıtlamaya çalışıyor.
BU EMPERYAL AÇILIMIN NEDENİ NE?
Trump’ın sürekli çarpıcı iddialar ve vaatlerle beslediği bir kitle taban var. Bunların hayat pahalılığından ve düşen yaşam şartlarından şikayetçi önemli bir bölümü, ilk dönemdekine benzer zenginlerin vergilerini düşüren, buna karşın sosyal harcamaları kısma yönünde daha da agresif uygulamalar öngören ekonomi politikalarından çok geçmeden hayal kırıklığına uğrayacaklar. 11 milyon göçmeni postalama planı da hızla uygulanamayacak, ayrıca ileri gidildiği takdirde emek arzını kısıtlama nedeniyle ekonomik büyümeyi yavaşlatacak. Gümrük vergileri, Çin’e yönelik ambargolar da hem enflasyonu yükseltmesi hem de Çin’de Tesla elektrikli araba üreten Elon Musk gibilerin işine gelmemesi nedeniyle kolayca hayata geçirilemeyecek. Açık toprak talepleri, kolay lokma görülen küçük ülkeleri diz çöktürme çabaları geçici bir süre de olsa, Trump’ın fazlaca eğitimli olmayan kitle tabanının gururunu okşayabilir, egolarını şişirebilir.
Bu konuda ikinci bir yaklaşıma göre de, Ukrayna Savaşı’nın, başta Filistin gelmek üzere Ortadoğu sorununun, Çin ile Tayvan üzerinde somutlaşan gerilimlerin çözümünün zorluğunun Trump da farkında. Kamuoyunun beklentilerini “küçük meseleler” üzerinde yoğunlaştırarak soğurmaya çalışıyor.
Financial Times’ta bir makale kaleme alan; bir zamanlar insan hakları, barış, hoşgörü üzerinde saygın bir aydın kabul edilirken NATO’nun Balkanlar’a askeri müdahalesini ve ABD’nin Irak işgalini onaylayarak gözden düşen, Kanada siyasetinde de aradığını bulamayan Michael Ignatieff, Trump’ın 19. yüzyılda takılıp kaldığı yorumuna katılmıyor. Son salvolarının aslında ABD’nin uluslararası liberal düzenin liderliğinden geri adım attığının, Rusya ve Çin’in etki alanlarını kabul ettiğinin ilanı anlamına geldiğini düşünüyor. Dünyanın üç etki bölgesine ayrıldığından hareketle; Çin’in Doğu Asya, Rusya’nın Avrasya, ABD’nin de batı yarımküresinde Kuzey Kutbu’ndan Latin Amerika’nın güney ucu Şili’ye uzanan bir egemenlik alanı oluşturduğu şeklinde bir gelecek tasavvuru olduğunu öne sürüyor.
SOSYALİSTLER NASIL BAKMALI?
Son gelişmelere sosyalistler, anti-emperyalistler açısından baktığımızda bir olumlu, bir olumsuz etkiden söz edebiliriz. En büyük emperyal gücün açık toprak taleplerinde bulunması, askeri güç kullanmayı kategorik anlamda devre dışı bırakmaması emperyalizmin teşhiri anti-emperyalist bir mücadelenin örgütlenmesi açısından elverişli bir ortam sunuyor. Öte yandan AKP’nin Osmanlıcılık hayalleri dahil, tüm coğrafyalarda tarihsel referansları payanda yaparak ülkelerin egemenlik haklarını ihlal eden, güç ve şiddet kullanımını özendiren bir iklim yaratması tehlikesi bulunuyor. Ama deneyimlerimiz sınırsız, sömürüsüz bir dünya yaratılana kadar zaten bu gerilimlerin süreceğini gösteriyor.
/././
Hayal ürünü -Ayça Söylemez-
Albay Ali Osman Akın, çoban Nezir Tekçi’nin öldürülmesiyle ilgili davada, hakkındaki iddiaları böyle tanımlamıştı.
Anayasa Mahkemesi’nin dahi önemine dikkat çektiği tanık ifadeleri için “hayal ürünü” diyen Akın, aleyhindeki birçok başka ifadeyi de “garip garip şeyler” diye nitelemişti. Savunmasında, “Bana göre dilin kemiği yok. Herkes her şey söylüyor” dedi ve aynı davada iki kez beraat etti.
Albay dediysem, o dönem albaydı, şimdi emekli. O dönem dediğim de bir çobanın gözaltında kaybedildiği 1995 yılı. Geçen hafta mahkeme, 14 ayrı tanığın ifadesine rağmen 20 yıllık dosyayı cezasızlıkla kapattı.
TANIK
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çoban Nezir Tekçi’nin ailesinin başvurusuyla ilgili 10 Aralık 2013’te verdiği kararında Türkiye’yi, hem yaşam hakkını ihlal etmekten hem de bu ihlalle ilgili etkin soruşturma yapmamaktan suçlu bulmuştu. Olayın görgü tanıklarından birinin şu ifadesi de AİHM kararında yer aldı: “Askerler çoban Nezir Tekçi’yi araziye götürdükten sonra önce komutan bir el ateş etti sonra da askerlere vur emri verdi. Çoban infaz edildikten sonra cesedi mayınla patlatıldı.”
Bu karar verildiğinde, gözaltında kayıp olayıyla ilgili dava Eskişehir’de görülüyordu. Neden Eskişehir, ne alakası var, derseniz, haklısınız. Güvenlik gerekçesiyle dosya, olayın gerçekleştiği Yüksekova, Hakkari’den buraya taşınmıştı.
Aynı güvenlik kaygısı çoban Nezir’in hayatı için güdülmemişti.
Hafıza Merkezi’nin “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu: Kovuşturma Süreci” raporunda bulunan, o dönem Ortaköy Gelibolu Piyade Taburu’nda askerliğini yapan Yunus Şahin ifadesinde olayın nasıl gerçekleştiğini anlatmıştı.
Yunus Şahin’in taburu, Nisan 1995’te Hakkâri, Yüksekova’ya operasyona gönderildi. Taburun birinci bölüğü, Yüksekova ilçesine bağlı Aşağı Ölçek köyünde çobanlık yapan Nezir Tekçi’yi 28 Nisan 1995’te gözaltına aldı, 50 er ile birlikte operasyona götürdü.
Gerisini Yunus Şahin şöyle anlattı: “Dönüş yolunda, komutan Ali Osman Akın, Nezir Tekçi’yi, örgüt üyelerinin ve silahlarının nerede bulunduğunu söylemezse öldürmekle tehdit etti. Çoban Nezir hiçbir şey bilmediğini söyledi. Bunun üzerine Ali Osman Akın, Kürtçe konuşan erlerin ellerini kaldırmalarını söyledi, 20 kadar er elini kaldırdı. O erlerden Nezir Tekçi’ye ateş etmelerini istedi. Erler ateş etmedi. Komutanın isteğini, ikinci birlikten Teğmen Kemal Alkan yerine getirdi, çobanı vurdu. Daha sonra erler de Ali Osman Akın’ın tekrar emretmesi üzerine Nezir Tekçi’ye ateş etti. Bu sırada Kemal Alkan, birliğin mayın sorumlusundan mayını birleştirmesini istedi. Nezir Tekçi defalarca vurulduktan sonra bir patlama sesi duyuldu.”
Yunus Şahin, önce Nezir Tekçi’nin kıyafetlerinin havada uçuştuğunu, ardından da Kemal Alkan’ın, erlere, çobanın gövdesinden ayrılmış başını saçlarından tutarak gösterdiğine şahit olduğunu anlattı.
Sonrası diğer gözaltında kayıp öyküleriyle aynı: Ailesi, çoban Nezir’i uzun yıllar aradı, resmi makamlara defalarca başvurdu. Ne çobanın cenazesine ulaşabildiler ne de akıbetine dair bilgi edindiler.
Yunus Şahin’in bu ifadesi, olaydan 15 yıl sonra alındı, soruşturma başlatıldı, emekli Albay Ali Osman Akın ile Yarbay Kemal Alkan hakkında “canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme” suçlamalarıyla 2011 yılında iddianame düzenlendi. Dava kapsamında, olay yerinde keşif ve kazı da yapıldı, mermi kovanları ve kıyafet parçaları bulundu.
Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davada sanıklar, “suçun sabit görülmemesi” gerekçesiyle beraat etti. Dava, AYM’nin kararının ardından yeniden görüldü. Kararda, “yargılama için önemli olan M.E.Y isimli kişinin tanıklık beyanına başvurulmadığının ve bölgedeki diğer askerlerin beyanlarının alınmadığının” altı çiziliyordu.
Ailenin avukatlarından Hüseyin Boğatekin de 17 Ocak 2025’teki karar duruşmasında, “Sanıklar devletin silahı ve bombasıyla Nezir’i katletti” dedi.
Sonuç değişmedi: Mahkeme yine beraata hükmetti.
Bir cinayet daha, yargıda “hayal ürünü” olarak sonuçlanmış oldu.
/././
Otel yangınından sağ kurtulan bir kadın konuştu: İhmallere dikkat çekti!
Otel yangınından sağ kurtulan Eylem Şentürk, "Yangın alarmının ve yangın merdiveninin olmaması insanları orada mahsur bıraktı. Bu kadar can kaybının olmasının nedeni yangın alarmının olmamasıdır" dedi.(https://www.birgun.net/haber/otel-yanginindan-sag-kurtulan-bir-kadin-konustu-ihmallere-dikkat-cekti-592662)
***
Yangın felaketi yaşanan Grand Kartal Otel'e teşvik verilmiş
Bolu'da gece saatlerinde Grand Kral Otel'de çıkan yangında en az 10 kişi hayatını kaybetti. Grand Kartal Otel'e 2023'te yeni otel yatırım projesi kapsamında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından teşvik verildiği ortaya çıktı (https://www.birgun.net/haber/yangin-felaketi-yasanan-grand-kartal-otel-e-tesvik-verilmis-592549)
***
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder