“O tuğlayı çekin, duvar yıkılsın”: Uğur Mumcu’nun katili için komedi gibi 'araştırma'-Gökçer Tahincioğlu-
Devletimiz 1991’den bu yana yakalayamadığı Oğuz Demir’in nerede olduğunu sınır kapılarına yazı göndererek araştırıyor, açık bir dosya burada yıllardır bekliyor. Sonra “Uğur Mumcu cinayeti faili meçhul kalmıştır” denildiğinde, “Hayır, katilleri bulduk” diye itiraz ediyorlar. Hayır, bulunmadı; cinayete azmettirenleri, bu kararı verenleri, soruşturmayı engelleyenleri bilmiyoruz.
Kaç yıl geçmiş?
Uğur Mumcu’nun Ankara’da, şimdi adını taşıyan sokakta öldürülmesinin üzerinden 32 yıl geçti.
24 Ocak’ta Mumcu’yu, her zamanki gibi evinin önünde yeniden anacak ve faillerinin gerçekte neden bulunamadığını yeniden soracağız.
Düşünün, bir gazeteci, evinin önündeki aracına bomba yerleştirilmesi sonucu öldürülüyor.
Neden?
Sorunun yanıtı bugüne kadar verilemedi.
Devlet için böyle değil.
Cinayetten 7 yıl sonra, aniden Tevhid-Selam adlı bir örgütün varlığı tespit edildi. Bu örgüt, devlete göre, sadece Mumcu cinayetini değil, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı suikastları gibi çok sayıda aydının öldürülmesi eylemlerine imza atmıştı.
Ne büyük güç!
Örgüt ortaya çıkartıldığında iki ismin bizzat Mumcu’nun aracına bomba koyma eylemini gerçekleştirdikleri iddia edildi.
Yer gösterme yapıldı, iki isim de kusursuz biçimde eylemi nasıl yaptıklarını anlattı.
Sonrası…
İki isme işkence yapıldığı, eylemi bu nedenle kabullendikleri anlaşıldı. Zira sonradan yakalanan başka isimlerin eylemi yaptıkları belirlenmişti. Türkiye tipi soruşturma…
* * *
Örgütün cephaneliği Sincan’da boş bir arazide bulundu. Ve cephaneliğin, silahların bulunduğu gün, örgütün bir numaralı ismi Oğuz Demir, polislerin elinden kaçmayı başardı. Nasılsa bütün ülkede aranırken elini kolunu sallayarak yurtdışına kaçtı. İddiaya göre ailesini de yanına aldırdı. O gün, bugündür Oğuz Demir’den haber yok.
* * *
Mumcu davası, Oğuz Demir dosyası yönünden sürüyor.
Yarın Ankara’da önemli bir duruşma görülecek.
Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde o dönemki bilgilerini yeniden anlatacak.
* * *
Bundan tam 1 yıl önce Mumcu ailesinin avukatı Yalçın Akbal, mahkemeden iki kritik talepte bulundu.
İlk talebi, yerine getirilmesi basit ama Türkiye’de nedense yerine getirilmesi çok güç sayılan bir talepti.
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın mahkemeye çağrılarak ifadesine başvurulması isteniyordu.
Bu talep, bugüne kadar karara bağlanmadı. Bu kadar basit bir talep konusunda mahkeme karar vermedi.
Güldal Mumcu, şimdi mahkemeye gelip, bu konuyu yeniden gündeme getirecek. Kaleme aldığı kitapta da yer verdiği, cinayetten hemen sonra Ağar’la arasında geçen o diyaloğu anımsatacak. Neydi o diyalog:
Güldal Mumcu: “Karşımıza sürekli engeller çıkarılıyor. Bir duvar örülüyor sanki.”
Mehmet Ağar: “Evet Güldal bir duvar örülüyor.”
Güldal Mumcu: “O zaman bir tuğla çekin duvar yıkılsın.”
Mehmet Ağar: “Çekemem.”
Güldal Mumcu: “Tuğlayı çekin kenara çekilin.”
Mehmet Ağar: “Yapamam, onu da yapamam."
Güldal Mumcu: “Soruşturma için yeni bir ekip kurulmasını sağlayabilirsiniz belki.”
Mehmet Ağar: “Kusura bakma Güldal yapamam.”
* * *
Ağar, daha sonra Güldal Mumcu’ya böyle bir cümle sarf etmediğini belirterek, iddiayı yalanladı. Ancak Güldal Mumcu kendisinden emin. Zaten bir insan bunu nasıl uydurabilir?
Ancak mahkemeye yeterli gelmemiş olacak ki Ağar hâlâ çağrılmadı…
* * *
Oğuz Demir nerede?
Avukat Akbal’ın mahkemeye daha önce verdiği dilekçede bununla ilgili kritik bilgiler var. Aylar önce verilen dilekçedeki beyanları anımsayalım:
“1991-1999 tarihleri arası Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayeti dahil 11 olaya doğrudan katılan Oğuz Demir'in bu kadar rahat cinayetler işlemesine rağmen hakkında bilgi sahibi olunamaması tam anlamıyla bir akıl tutulmasıdır. Hele ki, Oğuz Demir'in, 2000 yılı mayıs ayında Sincan'da kolluk güçlerinin arasından sıyrılıp kaçması ve izini kaybettirmesi daha da vahim olanıdır.
Ve her ne kadar Oğuz Demir hâlâ İçişleri Bakanlığının ‘arananlar’ listesinde “Tevhid Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü” üyesi olarak aranmakta ise de bugüne kadar bu şahsın yakalanması konusunda en ufak bir yol alınmamıştır.
Oğuz Demir'in yakalanması konusunda hassasiyet gösterilmemesi, durumun içinden çıkılamaz ve sonuç alınamaz bir hale dönüşmesi üzerine, müvekkilimiz Şükran Güldal Mumcu ile birlikte yetkili merci nezdinde girişimlerde bulunulmuş ve İçişleri Bakan Yardımcısı Sayın Mehmet Aktaş'tan randevu talep edilmiştir. Yapılan görüşmede Oğuz Demir'le ilgili arama kaydı da hatırlatılarak bilgi istenmiştir. Sayın Mehmet Aktaş yaklaşık bir hafta sonra dönüş yapmış ve Oğuz Demir'in İran'da olduğu konusunda istihbari bilgi bulunduğu, bir ara Çeçenistan'da görüldüğü, bu süreçte çocukları ve eşini de yurt dışına çıkardığı yönünde bilgi vermiştir.
Şimdi sormak isteriz;
- Oğuz Demir'in İran'da olduğu konusundaki istihbari bilgiyi doğrulayacak veriler bugüne kadar neden mahkemenize ibraz edilmemiştir? Ve bu istihbari bilgi hakkında Adalet Bakanlığı'na bilgi verilmiş midir?
- Verilmiş ise çeşitli suçlardan hapis cezasına çarptırılan İran uyruklu kişileri İran'a iade eden Türkiye'nin, bir dönemin karanlık cinayetlerini işleyen Oğuz Demir'in İran'dan iadesine ilişkin herhangi bir girişimi olmuş mudur?
- Oğuz Demir'in eşi ve çocukları yurt dışında mıdır? Yurt dışında iseler, İçişleri Bakanlığı’nın ‘arananlar’ listesinde kırmızı listede yer alan ve hakkında interpol kaydı bulunan Oğuz Demir'in eşi ve çocuklarını rahat bir şekilde yurt dışına çıkarması nasıl mümkün olabilir? Ve Oğuz Demir'in eşi ve çocukları ne şekilde yurt dışına çıkabilmiştir?
Kaçak Oğuz Demir'le ilgili yukarıda açıklanan bilgiler dahilinde Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’na müzekkere yazılmasına, ayrıca tevsi-i tahkikat talebimizin kabulüyle Uğur Mumcu cinayeti ve arkasındaki karanlık güç odakları hakkında bilgi sahibi olan dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın mahkemeniz huzurunda dinlenmesine karar verilmesini vekaleten talep ederiz.”
* * *
Bu dilekçeye nasıl yanıt verildi?
Bunun yanıtını da Akbal’ın geçtiğimiz eylül ayında mahkemeye verdiği dilekçede görebiliyoruz:
“Ancak gelen müzekkere cevaplarından da anlaşıldığı üzere ilgililer hakkında yapılan araştırma sadece hudut kapıları ve HKS sistemi üzerinden yapılan sorgulama ile sınırlı tutulmuş; sorgulama sonucunda ise Oğuz Demir'in ailesinin giriş-çıkış kaydına rastlanmadığı bildirilmiştir.
Demir'in, ailesini yasal yollardan yurt dışına çıkarmasının beklenmesi ve araştırmanın sadece hudut kapıları giriş çıkış kayıtları üzerinden yapılması kabul edilebilir değildir. Zira İçişleri Bakan Yardımcısı Sayın Mehmet Aktaş'ın bu konuda verdiği bilgide, sanık Oğuz Demir'in yasal yollardan ailesini yurt dışına çıkardığı yönünde bir ifade yer almamaktadır. Aksine Oğuz Demir'in ailesini yasa dışı yollarla çıkarttığı yönünde bilgi tarafımızla paylaşılmıştır.
Dolayısıyla bu bilginin teyit edilmesi adına ilgililer hakkında yapılacak araştırmada, ilgililerin halen Türkiye sınırları içinde ikamet edip etmediği, bu süreçte Oğuz Demir'in çocuklarının Türkiye'de eğitimlerine devam edip etmediği, aile bireylerinin sigortalı bir işte çalışıp çalışmadıkları, seçimlerde oy kullanıp kullanmadıkları, evlenip evlenmedikleri, çocuk sahibi olup olmadıkları, herhangi bir hastaneye başvurularının bulunup bulunmadığı gibi Türkiye sınırları içinde yaşadıklarını gösterir belirtiler dahilinde yapılması; gerektiğinde yakınlarının bilgisine başvurulması gereklidir. Zira bu yönde bir araştırma yapılmadan yasa dışı yollardan çıkışın belirlenmesi mümkün değildir.”
* * *
Düşünün, devletimiz 1991’den bu yana yakalayamadığı Oğuz Demir’in nerede olduğunu sınır kapılarına yazı göndererek araştırıyor. Yasal yollardan çıkmış, bütün eylemleri yasalmış gibi.
Açık bir dosya burada yıllardır bekliyor.
Sonra “Uğur Mumcu cinayeti faili meçhul kalmıştır” denildiğinde, “Hayır, katilleri bulduk” diye itiraz ediyorlar.
Hayır, bulunmadı. Cinayete azmettirenleri, bu kararı verenleri, soruşturmayı engelleyenleri bilmiyoruz.
Oğuz Demir’in kim olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmediğimiz gibi…
Ve bu yüzden Uğur Mumcu cinayeti, faili meçhul kalmış, öyle bırakılmış bir cinayettir. /././
2024 yılı vergi karnesi -Murat Batı-
2024 yılı Ocak-Aralık döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 10 trilyon 777 milyar TL, bütçe gelirleri 8 trilyon 670,9 milyar TL ve bütçe açığı 2 trilyon 106,1 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 9 trilyon 506,6 milyar TL ve faiz dışı açık ise 835,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.
Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2024 yılı Ocak-Aralık ayı yani 2024 yılının bütçe gerçekleşmelerini 15 Ocak günü yayımladı. Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılında 2 trilyon 106,1 milyar TL açık verdi.
Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 51,71’i KDV ve ÖTV’nin toplam tahsilatından oluşmaktadır.
Dolaylı vergilerin payı Ocak-Aralık döneminde yani 2024 yılında yüzde 65,90; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 34,10 gerçekleşti. Ayrıca KDV’den elde edilen 2 trilyon 326 milyar 572 milyon lira, toplam vergi gelirlerinin yüzde 31,85’ini oluşturmaktadır.
İlaveten gelir vergisi tahsilat tutarının yüzde 93’ü stopaj yoluyla alınmış ki bunun büyük bir kısmı ücretlilerinden alınmaktadır.
Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.
2024 yılı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri
2024 yılı Ocak-Aralık döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 10 trilyon 777 milyar TL, bütçe gelirleri 8 trilyon 670,9 milyar TL ve bütçe açığı 2 trilyon 106,1 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 9 trilyon 506,6 milyar TL ve faiz dışı açık ise 835,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.
Aşağıdaki tabloda 2024 yılı merkezi yönetim bütçe kalemleri bulunmaktadır.
2024 yılı bütçe GELİR gerçekleşmeleri
Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak-Aralık dönemi itibarıyla 8 trilyon 670 milyar 863 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 7 trilyon 304 milyar 863 milyon TLS, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 1 trilyon 134 milyar 182 milyon TL olmuştur.
2024 yılı bütçe GİDER gerçekleşmeleri
Merkezi yönetim bütçe giderleri Ocak-Aralık dönemi itibarıyla 10 trilyon 777 milyar 9 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz harcamaları 1 trilyon 270 milyar 455 milyon TL, faiz hariç harcamalar ise 9 trilyon 506 milyar 553 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.
2024 yılı vergi tahsilat tutarları
Aşağıdaki tabloda 2024 yılı (Ocak-Aralık) vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2024 yılında KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 51,71; dolaylı vergilerin payı yüzde 65,90 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 34,10 olarak gerçekleşti.
2024 ile 2023 yılı vergi tahsilat tutarlarının karşılaştırılması
2023 yılı Ocak-Aralık döneminde bütçe gelirleri 5 trilyon 207 milyar 566 milyon TL iken 2024 yılının aynı döneminde yüzde 66,5 oranında artarak 8 trilyon 670 milyar 863 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2024 yılı Ocak-Aralık dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 62,3 oranında artarak 7 trilyon 304 milyar 863 milyon TL olmuştur.
Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında 2024 yılı tahsilat tutarları ile 2023 yılı tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.
Yukarıdaki tabloya göre 2023 yılına nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi beyana dayanan BSMV’dir. Yüzde 158,8 oranında artmış.
ÖTV ise geçen yıla göre yüzde 56,4 oranında artmış. 2023 yılında 928 milyar 197 milyon TL tahsilatı olan özel tüketim vergisi, 2024 yılında geçen yıla nazaran yüzde 56,4 oranında artarak 1 trilyon 451 milyar 259 milyon TL’ye yükselmiştir.
Petrolden yani benzin, motorinden alınan ÖTV yüzde 130, tütünden alınan ÖTV yüzde 75 ve alkolden alınan ÖTV ise geçen yıla nazaran yüzde 52 oranında artmış.
Diğer taraftan gümrük vergisi tahsilatı da geçen yıla göre yüzde 59,6; dâhilde alınan KDV yüzde 96,4; damga vergisi ise yüzde 78,9 oranında artış göstermiş.
/././
Gümüş yaş kuşağı ve gümüş ekonomisi -Ercan Uygur-
Türkiye’deki gümüş kuşak, özellikle düşük gelirle emekli olanlar, harcamalarını daha kısıtlı bir gelirle yapabiliyor. Sağlık harcamalarında ise devlete daha çok bağımlıdırlar. Ancak, geçen hafta vefat eden annemden biliyorum ki, devlet kesiminden sağlanan sağlık katkısı da oldukça sınırlıdır
Önce kısaca başlıktaki iki kavramı açıklayayım. Gümüş yaş kuşağı veya kısaca gümüş kuşağı, saçı ağarmış, gümüş rengini almış belli bir yaşın üzerindeki kuşak anlamına geliyor.
Yaşlı kuşak, kıdemli kuşak gibi kavramlar da kullanılsa da gümüş yaş kuşağı kavramı giderek daha çok kullanılıyor ve örneğin AB ve OECD yayınlarında yer alıyor. Gümüş yaş kuşağı denildiğinde tüm ülkelerde ve elbette Türkiye’de ilk akla gelen grup emeklilerdir.
Emekliler deyince de onların ve ailelerinin yaşam standartları, emekli aylıkları ve bu aylıkların satınalma gücü önde gelen konulardır.
Gümüş ekonomisi ise, gümüş yaş kuşağının geliri, tüketimi ve yaşam standartları yanında bu grubun mal ve hizmet üretimine ve dağıtımına katkılarını, etkilerini içerir. Gümüş kuşağı toplam nüfus içinde, gümüş ekonomisi de toplam ekonomi içinde giderek hızla yükseliyor.
Gümüş yaş grubunun özellikle tüketim harcamasının bileşimi ve miktarı, toplam tüketim harcaması içinde önemli yer tutuyor ve araştırmalara konu oluyor. Bu yazıda amacım, dünyadaki ve Türkiye’deki gümüş yaş kuşağının ve gümüş ekonomisinin kısa bir değerlendirmesini yapmaktır.
Vurgulamak gerekir ki, gümüş kuşak ve gümüş ekonomi giderek çok önemli hale geldikleri için birçok ülke bu konularda planlar, programlar geliştiriyor. Bunlara da kısaca değiniyorum.
Gümüş yaş kuşağı
Bu terim ilk kez 1970’lerde nüfusu azalmaya başlayan Japonya’da kullanıldı. Bu kuşağın alt sınırı bazı yayınlarda 50+ yaş, bazılarında 60+ yaş, başka bazı yayınlarda 65+ yaş olarak görülüyor. Yaş için bir üst sınır belirtilmiyor ama 100+ yaş grubunda yer alanların sayıları da verilebiliyor.
Gümüş yaş kuşağının toplam nüfus içindeki payı, Afrika dışında tüm dünyada giderek hızla yükseliyor. Çünkü ortalama yaşam süresi artıyor. Buna karşılık çocuk ve genç nüfusun payı giderek düşüyor, çünkü doğurganlık oranları azalıyor. Afrika’da ise hâlâ tersine eğilim var.
Tablo 1’de dünyadaki genel eğilim açıkça görülüyor. Sonraki yıllarda bu eğilimin süreceği biliniyor.
2024 Kasım ayında yapılan ABD başkanlık seçiminde 82 yaşındaki Biden ve 78 yaşındaki Trump’ın gümüş yaş kuşağının iki temsilcisi olarak seçime gireceği, iktidarın bu kuşakta kalacağı tartışılmıştı. Başkanlık, Trump ile bu kuşakta kaldı evet, ama Biden yarışı sürdüremedi.
Kimilerine göre Biden’ın çekilmesi ile gümüş yaş kuşağı önemli bir darbe aldı. Yaşla birlikte bazı fiziki sınırlamalar olduğunu Biden kabul etmiş oldu.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan 2000’lerin başında kendisinden yaşlı siyasetçilere siyaseti sürdürdükleri için ve çekilmeleri gerektiğini söyleyerek birçok alaycı söz etti. Şimdi kendisi “yaşlı” grubun içinde, 70 yaşını devirmek üzere.
Ancak Erdoğan hâlâ cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmak istiyor. Bu amacına ulaşmak için Türkiye’nin yapısını ve anayasasını her ne pahasına olursa olsun değiştirmek istiyor. Diğer bir gümüş kuşak temsilcisi MHP lideri Bahçeli de 70’li yaşların sonuna geliyor, ancak koltuğunu daha gençlere bırakmak istemiyor. Kendi partisinden çok sayıda parti ve lider çıkmış olmasına rağmen.
Bu iki gümüş kuşak politikacının Türkiye’de kendi kuşaklarından olan emeklilere adil bir gelir sağlamak için çaba göstermeleri beklenir. Ancak tam tersi oluyor; iktidar koltuğunda oturanlar oldukça yüksek aylıklar alırken, emekliler gerçekten düşük aylık alıyorlar.
Belirtmem gerekir ki, TÜİK’in nüfus verileri de benzer bir yaş bileşimi gösteriyor, buna karşılık nüfus değerleri tablodaki BM değerlerine göre daha düşüktür. Acaba fark, vatandaş olan mültecilerden mi geliyor?
Örneğin, 2023 yılında TÜİK’in yayımladığı nüfus 85,37 milyon kişi iken, BM’nin yayımladığı tablodaki değer 87,27 milyon kişidir. Aradaki fark yıl sonu-yıl ortası farkı da olamaz çünkü her ikisi de yıl sonu değerleridir.
Tablo 1 ve Tablo 2 karşılaştırıldığında Türkiye’de çocuk ve genç nüfus artışının dünya ortalamasına göre daha hızlı düştüğü, yaşlı nüfusun payının da daha hızlı yükseldiği görülüyor. Bu eğilim özellikle 2020 ve sonrasında dikkat çekicidir.
Bu eğilimde doğurganlık düşüşünün ve başta enflasyon olmak üzere ekonomik sorunların etkisi var. Ancak bunlara ek olarak yurt dışına sığınmacı ve göçmen olarak giden önemli bir genç nüfus da var. Bu kişiler ülkemizdeki yönetim biçiminden ve geleceğin belirsizliğinden bunalmışlar. Bu durum OECD raporlarına yansıyor.
Bu köşede 24 Aralık tarihli yazımda yer alan verilerin gösterdiği gibi, yalnızca sığınmacı olarak OECD ülkelerine giden genç nüfus yüzbinlerle ifade ediliyor. Nüfus artışını sağlayacak bu genç nüfus üstelik iyi eğitimlidir ve önemli bir beşerî sermaye kaybına neden oluyor.
AB’ye göre gümüş yaş kuşağı 50+ yaşı (50 yaş ve yukarısını) kapsıyor. Bu yaş kuşağını ve bu kuşağın içinde olduğu gümüş ekonomiyi daha iyi yürütmek için AB önemli çalışmalar yapıyor. European Commission (2018) bu konudaki yayınlardan birisidir. Bu yayınlarda hem var olan nüfus ve ekonımi yapısı, hem de uygulanabilecek politikalar ele alınıyor.
Gümüş ekonomi ve emekliler
Bu çalışmalar önemlidir, çünkü AB ülkelerinde nüfus hızla yaşlanıyor ve üstelik azalıyor. Bu nedenle bir yandan sığınmacılara ve göçlere karşı çıkar görünseler de bu insan hareketlerini kabul ediyorlar.
Bütün mesele, istedikleri, seçtikleri daha doğrusu ekonominin gereksinimi olduğu nitelikli kişileri sığınmacı ve göçmen olarak kabul etmektir. Diğer kişilerin AB’ye girişine kesin izin verilmiyor, giderek daha sıkı önlemler alınıyor.
Gümüş ekonominin önemli bir sorunu, gümüş yaştakilerin olabildiğince işgücü içinde tutulabilmesidir. Bu bakımdan şu andaki OECD’de ortalama 64 olan emeklilik yaşının yakın gelecekte 66 üzerine çıkarma planları yapılıyor.
OECD ülkeleri içinde şu anda emeklilik yaşı en düşük ülke 52 yaş ile Türkiye’dir. Danimarka, İzlanda, Norveç gibi İskandinav ülkelerinde emeklilik yaşı 67’dir. Danimarka, emeklilik yaşını yakın gelecekte 74 yapacağını açıklamış durumda. İtalya ve Estonya emeklilik yaşını 71’e çıkarma hazırlıkları yapıyor. (OECD, 13 Aralık 2024.)
AB Komisyonunun yaptırdığı çalışmaya göre, gümüş ekonominin toplam ekonomideki ağırlığı şöyle özetlenebilir: (European Commission, 2018)
1) 2015 yılında 50+ yaş nüfus (199 milyon kişi), toplam AB nüfusunun yüzde 39,1’ini oluşturuyor. Aynı yıl Türkiye’de 50+ yaş nüfus (17,9 milyon kişi) toplam Türkiye nüfusunun 22,8’idir. Türkiye nüfusu AB nüfusuna göre oldukça gençtir. 2023 yılında ise Türkiye’de 50+ yaş nüfus (22,5 milyon kişi) toplam Türkiye nüfusunun 26,4’üdür.
2) Rapordaki tahmine göre, 50+ yaş gümüş yaş kuşağı toplam özel tüketim harcamasının yüzde 50,5’ini yapıyor. Yani bu kuşağın kişi başına tüketim harcaması daha genç kuşaklara göre daha yüksektir.
Türkiye’de TÜİK bu tür bilgilere sahip olmalıdır, ancak yayınlanmış veriler ben bilmiyorum. Beklentim, Türkiye’de de 50+ yaş gümüş kuşağında kişi başına tüketim harcamasının diğer yaş gruplarına göre daha yüksek olduğudur.
3) Daha genç kuşaklara göre gümüş yaş kuşağının sağlık harcamaları çok daha yüksektir. Bu elbette beklenen bir sonuçtur. Bu kuşak kültür, tatil, dinlenme gibi faaliyetlere de diğer kuşaklardan daha fazla harcama yapıyor. Bu sonuç Türkiye’de de geçerli olmalıdır. Ancak Türkiye’deki emeklilerin gelirlerinin ortalama gelire göre bile düşük kaldığını da belirtmek gerek.
4) AB’deki gümüş kuşağın harcamalarının çok önemli bölümü çalışma karşılığı elde edilen ücretlerden, faiz ve kâr paylarından, geçmiş tasarruflardan sağlanıyor. Daha az bir bölümü devletten/hükümetten alınan transfer gelirlerinden sağlanıyor. Sağlık harcamalarının önemli bölümü devlet tarafından karşılanıyor.
Türkiye’deki gümüş kuşak, özellikle düşük gelirle emekli olanlar, harcamalarını daha kısıtlı bir gelirle yapabiliyor. Sağlık harcamalarında ise devlete daha çok bağımlıdırlar. Ancak, geçen hafta vefat eden annemden biliyorum ki, devlet kesiminden sağlanan sağlık katkısı da oldukça sınırlıdır.
Son olarak belirteyim; Çin, Vietnam, Hindistan, ABD gibi ülkeler gümüş kuşağın istihdam faaliyeti içinde kalması için programlar yapıyorlar. Çünkü bu kuşağın önemli bir bölümü eğitimlidir. Ayrıca, bu kuşağın yeni teknolojilerle eğitimi için de çaba harcanıyor.
Kaynaklar:
European Commission (2018) The Silver Economy.
OECD (13 Aralık 2024) Ageing
/././
2025’te gazetecilik nereye gidecek; Reuters ve Oxford raporundan çıkan çarpıcı sonuçlar…-Eray Özer-
Reuters ve Oxford Üniversitesi’nin 2025 gazetecilik trendleri raporu çok çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor: Sosyal medyalardan trafik almak giderek güçleşiyor, yapay zekânın gazeteciliğe etkisi artıyor. Çok yakında haber içeriklerine soru sorarak cevap alacağımız bir noktaya geleceğiz
Önümde yeni yayımlanan, dumanı üstünde bir gazetecilik raporu var. İsmi: “Gazetecilik ve Teknoloji Trendleri ve Tahminleri 2025”
Reuters Institute ve Oxford Üniversitesi tarafından hazırlanan bu rapor, isminden de anlaşılacağı üzere 2025’te gazeteciliğin nereye gideceğini, dijital trendlerin gazetecilik faaliyetlerini hangi açılardan ve ne derece etkileyeceğini öngörmek amacıyla hazırlanmış.
Gazetecilik ve Teknoloji Trendleri ve Tahminleri 2025
Araştırma için 51 ülkeden 326 haber medyası yöneticisiyle görüşülmüş. Ülkeler arasında ne yazık ki Türkiye yok ama İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Brezilya gibi haber geleneğinin gelişmiş olduğu ülkelerden gazete yöneticileri çalışmaya katkı sağlamış.
Görüşülenlerin 65’i yayın yönetmeni, 63’ü CEO veya üst yönetim, 53’ü ise dijital inovasyon birimi yöneticisi olarak çalışan isimler. Geri kalanlar arasında editörler, iş geliştirme ve reklam departmanlarının yöneticileri yer alıyor.
Ayrıca çalışmada veri analitik şirketi Chartbeat’in 2000’i aşkın haber sitesinden topladığı veriler kullanılmış.
Araştırmanın sonuçlarını madde madde aktarayım istiyorum. Bana en ilginç gelenlerden başlayarak sıralayacağım sonuçları. Başlayalım.
- Araştırmanın bana kalırsa en çarpıcı iki sonucundan biri haber mecraları için sosyal medyadan trafik yaratmanın giderek imkânsız hale gelmesi. Özellikle Facebook ve X/Twitter bu açıdan “çökmüş” görünüyor.
Facebook’tan sağlanan trafikte son iki yılda yüzde 67 düşüş yaşanmış. Onu yüzde 50 düşüşle X takip ediyor. İşin ilginç kısmı Instagram’da da yüzde 26 düşüş var.
Öyle görünüyor ki sosyal medya mecraları kullanıcıların link’lerle “dışarı kaçmasını” engellemek için ellerinden geleni yapmaya devam edecek. Dijital medyanın artık link olmadan bu mecralara özel içerikler ürettikleri ve yine markalarla bu mecralara ait “advertorial” çalışmaları yaparak gelir elde ettikleri bir sisteme geçmesi gerekecek.
- Haber trafik kaynakları açısından ilginç bir sonuç: Arama motorları, özellikle Google’ın rakamları algoritma değişikliğine bağlı şikâyetlerin aksine bir düşüş göstermiyor.
Dünya basınında da bu konuda şikâyetler olduğu raporda dile getirilmiş fakat sonuçlar -belki de henüz- bunu yansıtmıyor. Fakat gazete yöneticilerinin yüzde 74’ünün bu konuda endişelendiğini görüyoruz.
Bu arada Google App ve Chrome Mobil’de kullanılan ve size özel içerikleri arama ekranının altında size sunan Google Discover (keşfet) yeni bir trafik mecrası olarak öne çıkıyor. Dikkatle takip etmekte fayda var.
- Bence raporun en çarpıcı kısmı yapay zekâ meselesinin gazeteciliğe yansımalarıyla ilgili. Burada yürünecek çok yol olduğu anlaşılıyor.
Öncelikle güncel haberleri sunan yapay zekâ modelleri yavaş yavaş haber kaynaklarıyla içerik anlaşmaları yapmaya başladı. Mesela OpenAI, ChatGPT Search için News Corp’la (WSJ, New York Post, The Sun, The Times…) 250 milyon dolarlık bir anlaşma yaptı.
Raporda Reuters, Le Monde, AP, Financial Times’ın da benzer anlaşmalar imzaladığı bilgisi de yer alıyor.
Yani daha anlaşılır ifade edecek olursak, haber üreticileri için yeni bir gelir modeli oluşuyor. Evet, haberler belki bir süre sonra yapay zekâ uygulamaları aracılığıyla son kullanıcıya ulaşacak ama buna karşılık yapay zekâ uygulamaları da habercilerle içerik anlaşmaları yapmak durumunda kalacak.
OpenAI, Apple, Amazon gibi devlerin kendi yapay zekâ uygulamaları için medya şirketleriyle anlaşmalar yapmak zorunda kalmaları bir yana bir de yapay zekâ ve haber alanında gelir paylaşımı modelini öngören yeni girişimler var. Perplexity ve ProRata gibi yapay zekâ girişimlerinde anlaşmalı haber mecralarının içerikleri tüketildiği oranda mecralara gelir gelecek. Yani bir tür “haberin Spotify’ı” gibi düşünün…
- Yukarıda anlattıklarıma bağlı olarak haber mecraları açısından bizim öngördüğümüzden çok farklı bir sonuç çıkıyor ortaya: Haberciler bu yıl en büyük yatırımı ve mesaiyi OpenAI ve Perplexity gibi yapay zekâ mecralarına harcayacaklar. Anlaşılan o ki, mecralarla yapılacak anlaşmalar “hayat kurtarıcı” bir gelir modeli olarak görülüyor dünya medyasında.
- Yapay zekânın şimdiden haber merkezlerini tamamen veya büyük ölçüde değiştirmeye başladığını söyleyen yöneticilerin oranı yüzde 87.
Peki, haber merkezlerinde ne amaçla kullanılacak bu yapay zekâ? Katılımcıların yüzde 96’sı haber editleme, etiketleme, çeviri gibi “arka plan” işlerde yapay zekânın çok önemli rolü olacağını düşünüyor.
- Yüzde 80’i kişiye özel ana sayfa ve haber sunumu, yine kişiye özel haber alarmları gibi servislerde etkili olacağını inanıyor. Yüzde 77’si ise haberlerin özetlenmesi, grafik ve video oluşturma, görsel üretme, başlık atma gibi editoryal işlerde de yapay zekânın işlevsel hale geleceğini düşünüyor.
- Video hâlâ yükselişte. Habercilerin Youtube, TikTok ve Instagram yatırımları bu yıl da devam ediyor. Özellikle 2025’te ana akım mecraların da “kısa format videolara” yükleneceği öngörülüyor. Fakat burada kısa formatın reklam alma açısından problemli olduğu ve yayıncıların gelir beklentisini karşılamadığı da belirtilmiş.
- Sesli mecralar da yükseliyor. Fakat ilk akla geldiği üzere sadece podcast’ler değil, yapay zekâ desteğiyle hazırlanan sesli haberler ve haber özetleri de artık revaçta. Ayrıca sadece abonelikle erişilebilen podcast’ler ve yine sadece sesli haberlerden oluşan aplikasyonlar da üyelik paketlerine dahil ediliyor.
Özellikle haberleri yapay zekâ aracılığıyla sesli hale getirmek bu yıl bütün yayıncıların bir numaralı önceliği olarak göze çarpıyor. Haberleri yapay zekâya özetletmek, yine yapay zekâ aracılığıyla başka dillerde yayın yapmak ve kişiselleşmiş sohbet bot’larıyla haberleri etkileşimli şekilde aktarmak da bu yıl için önceliklendirilen işler arasında.
- Gelelim gelir modellerine… Ülkemizin aksine dünyada abonelik/üyelik mecraların birincil gelir kaynağı konumunu koruyor. Burada çarpıcı veri, reklam/banner gösterme ve sponsorlu içerikten elde edilen gelirlerin 2020’den bu yana bir düşüş içine girmiş olması.
Buna karşın sponsorlarla düzenlenen etkinlikler, yukarıda bahsettiğim yapay zekâ dahil platformlardan elde edilen gelir ve bağış/yardım kalemlerinde artış görüyoruz.
Ayrıca yayıncılar New York Times’a benzer bir modelle ilerleyerek ürün çeşitliliğini artırmayı ve tüm bu ürünlere abonelikle tam erişim sağlamayı hedefliyorlar. Ürünler de spor, yeme-içme, oyun veya eğitim gibi başlıklarda özel uygulamalar veya içeriklerden oluşuyor.
- Ve influencer’lar… Burada da yükseliş sürüyor. Araştırmalar özellikle gençlerin haber markalarından çok haber yüzlerine yönelmeyi sürdürdüğünü gösteriyor. Youtube, TikTok, Instagram ve diğer mecralardan içerik üretenlerin arasına katılan gazetecilerin sayısı her gün artıyor ve 2025’te de bu trendin devam edeceği görülüyor.
Raporda bu içeriklerin zamanla kendi içlerinde birer şemsiye yapı altında toplanabileceğine dikkat çekiliyor. Aynı şekilde bu yeni sosyal medya habercilerinin temsil edileceği menajerlik yahut reklam ajansı benzeri yapıların da 2025 içinde yaygınlık kazanabileceği vurgulanıyor.
Haber merkezlerinin kendi ekran yüzlerini keşfetmesi/öne çıkarması ve haberleri kendi marka isimleri yerine kendi “influencerlaryla” dağıtma sokması bekleniyor.
- Son olarak raporda sesli ve yapay zekâ destekli sohbet bot’larının gelişimiyle birlikte haberi okumak, dinlemek veya izlemek yerine bizzat haberle konuşmaya başlayabileceğimiz vurgulanıyor.
Karışık geldiyse şöyle örnekleyelim (yine rapordan): Örneğin Time dergisinin “Yılın Kişisi” haberinde haberi sesli dinleme, özetleme gibi seçeneklerin yanında “Konuş Benimle” seçeneği de bulunuyor. Bu sayede haber, muhabirin -klonlanmış- sesinden aktarılırken bir noktada muhabiri durdurup habere dair bir detayı sorabiliyorsunuz ve yanıtı da yine muhabirin sesinden alıyorsunuz.
Sonuç
Evet, biraz uzun oldu ama biraz referans niteliği taşıyan böyle bir raporu tam anlamıyla özetlemek istedim. Benim çıkardığım sonuçlar ise şunlar: Artık haber sitelerinde “banner” göstererek elde edilen gelir, ilk sıralardaki önemini kaybediyor.
Twitter ve Facebook’u “tık/trafik almak” için kullanmaya çalışmanın eski anlamı kalmıyor.
Özel içeriklerle abonelerden gelir elde etme ve etkinlik, tek seferlik yayınlar gibi ek işlerle yeni bir iş modeli yaratma dönemi başlıyor. Türkiye gibi habere para vermenin lüks görüldüğü bir ülkede işimiz zor anlayacağınız.
Ayrıca yapay zekâ tüm habercilik modellerini değiştirecek. Özellikle haberi bir ek fonksiyon olarak kullanıcılarına aktaran büyük yapay zekâ modellerinin telif ödemeleri sağlandığında bu yeni bir gelir kapısına dönüşecek.
En sonda aktardığım “haberle konuşma” kısmının bu işin geleceği olacağını düşünüyorum. Haberdeki bilgilerden sadece istediğimiz kadarını istediğimiz zaman alabileceğimiz bir modele doğru ilerliyoruz.
Son olarak, tek bir mecradan (tek bir uygulama, tek bir web sitesi vs.) yayın yapma dönemi bitiyor. Kullanıcılara yemek tarifleri, spor, magazin, oyunlar… artık her ne ise, içeriği birden fazla mecradan iletip tüm bunlara erişimi tek bir abonelikle satma dönemine giriyoruz.
Hiçbir şey yapmama günü -Mine Söğüt-
Hani nasıl deliye her gün bayramsa, bize de bu ülkede nicedir her gün hiçbir şey yapmama günü. Ve bizim bugüne kadar ve hatta tam da bugün yapmadıklarımızın bundan sonra bize yapılacaklarının teminatı olduğunu hâlâ idrak edememiş olmamız en kötüsü.
Bugün, yani 16 Ocak takvimlerde “Hiçbir Şey yapmama Günü” olarak işaretli.
Kayıtlı tarihinin en başından beri bazı günleri kendisine özel kılan insan, bunu bazen bir döngüyü işaretlemek, bazen bir hafızayı yaşatmak, bazen de kendisine yeni bir kutsal ya da yeni bir anlam yaratmak için yapıyor.
Hızına artık yetişemediğimiz şu zamanın kaosunda aslında çok derin bir anlam taşıyabilecek olan “Hiçbir Şey Yapmama Günü”, takvimlere ilk kez bundan yarım asır önce 1973 yılında -tabii ki- Amerika’da işaretlenmeye başlanmış.
Amaç, 365 günün içinde bir tek gün hiçbir şey yapmayarak, hiçbir şey yapmamanın kutlanabilecek bir şey olduğunu hatırlatmak ve bir gün olsun hayatın en saf halinin hissedilmesini sağlamakmış.
Hiçbir şey yapmayarak, hayatın en saf halini hissetme fikri başlangıçta kulağa hoş geliyor. Ancak sadece bu ülke değil tüm dünya, çeşitli vesilelerle “biz” ve “onlar” diye kabaca ikiye ayrılmış bir insanlığın avucunda. Dolayısıyla o saflığa alan açmak için “biz” hiçbir şey yapmadığımız zaman “onlar”ın da hiçbir şey yapmıyor olması gerekiyor.
Ama öyle olmuyor.
Genelde hiçbir gün biz “bir şey” yapmıyoruz; her gün onlar “korkunç şeyler” yapıyorlar.
Nicedir biz hep mağdur, onlar hep muzaffer.
* * *
Hadi bugün biz yine hiçbir şey yapmayalım…
Onlar, muhalefete ait belediyelere tek tek kayyumlar atasınlar.
Belediye başkanlarını ardı ardına tutuklasınlar.
Tehlike adım adım merkeze doğru yaklaşsın.
Yaklaşan seçimlerin kaderini değiştirecek tutuklanmaları işaret eden ikaz lambaları ardı ardına yansın.
Hadi bugün biz hiçbir şey yapmayalım.
Onlar herkese terörist damgası vurmayı sürdürsünler.
Siyasetçileri, aydınları, iş adamlarını, akademisyenleri, sivil toplum gönüllülerini, askerleri, öğrencileri içeri tıksınlar.
Ne olduğu belirsiz şaibeli bir darbenin şemsiyesi altına alınan ve kimin suçlu kimin suçsuz olduğu, hatta suçun bile tam olarak ne olduğu hiç anlaşılamayan bir hukuk kıyametini rahat rahat koparsınlar.
Hadi bugün biz hiçbir şey yapmayalım.
Onlar yargılamaları yılan hikayesine döndürsünler, akıl almaz iddianamelerle akıl almaz suçlamalar yüzünden davaları asırlarca sürdürsünler.
Davalardan sonuç alınamamasından alınan sonuçlarla devamlı kendi ekmeklerine yağ sürsünler.
Bu arada siyasi cinayetlerin aleni katillerini serbest bıraksınlar. Onlar aramızda dolaşsınlar, sağda solda büyük büyük konuşmalar yapsınlar.
Hadi bugün biz hiçbir şey yapmayalım.
Onlar Kürt meselesi çözüm bahanesiyle iyice düğüm haline getirsinler.
Komşu ülkelerdeki savaşların üzerinden yapılan hesaplar ve pazarlıklarla ülkenin geleceğini kararttıkça karartsınlar.
Halkın vicdanını aslında vatandan başka bambaşka şeyler uğruna ölen- ölüme gönderilen gencecik çocuklar üzerinden yürütülen şehit edebiyatıyla dibine kadar sömürsünler.
Hadi bugün biz hiçbir şey yapmayalım.
Onlar kadın cinayetlerini önlemek için tedbirler öneren uluslararası sözleşmeleri çöpe atsınlar. Kadınları erkekler tarafından öldürülmek için adeta sıra bekler hale getirsinler.
Erkekler öldürdükleri kadınlar yüzünden hapse girip sonra iyi hal indirimi alacaklarını çok iyi bilsinler.
Tecavüzcüleri korunsunlar, çocukları, gençleri heba etsinler.
İşsizlik ve yoksulluk yüzünden her gün birilerinin cinnet geçirmesini kılları kıpırdamadan uzaktan izlesinler. Sokaklarda yaşayan, evsiz kalan insanların sayısının gün be gün yükselmesiyle hiç ilgilenmesinler.
Emeklileri, asgari ücretlileri, engellileri, kimsesizleri, hastaları kaderlerine terk etsinler.
Ufukta geleceğe dair hiçbir ışık göremeyen başarılı gençlerin ülkeyi birer birer terk etmesini kaygısızca izlesinler.
Hadi biz bugün yine hiçbir şey yapmayalım.
* * *
Hani nasıl deliye her gün bayramsa, bize de bu ülkede nicedir her gün hiçbir şey yapmama günü.
Ve bizim bugüne kadar ve hatta tam da bugün yapmadıklarımızın bundan sonra bize yapılacaklarının teminatı olduğunu hâlâ idrak edememiş olmamız en kötüsü.
/././
2024 bütçesine veda -Binhan Elif Yılmaz-
Mali disiplinin sağlanması için önce faiz dışı açıkla mücadele edilmeli, aynı 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden sonra yapılabildiği gibi. Bunun için de etkin kamu borç yönetimi ve milli gelirin artırılması gerekiyor.
Aralık ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı ve böylelikle 2024 bütçesinin tüm gelir, gider, açık rakamları belli oldu. Bu veriler, maliye politikasına ilişkin sağlıklı değerlendirmeler için önemli.
2024 yılı bütçe giderleri 10,777 milyar TL, bütçe gelirleri 8,671 milyar TL ve bütçe açığı da 2,106 milyar TL olarak gerçekleşti. OVP’nin 2024 yılı için GSYH gerçekleşme tahminini (44,2 trilyon TL) dikkate alırsak; bütçe giderleri/GSYH oranı yüzde 24,4, bütçe gelirleri/GSYH oranı yüzde 19,6, bütçe açığı/GSYH oranı yüzde 4,8 ve faiz dışı açık/GSYH oranı da yüzde 1,9 oldu.
Bu rakamlar ne anlama geliyor?
Öncelikle kamunun milli gelirin yaklaşık dörtte biri gibi yüksek bir oranını kullanıyor olması, uygulamadaki neo-liberal politikalarla uyumlu görünmüyor. 10 trilyon TL’yi aşan bütçe giderlerinin maliye politikasının ulaşmaya çalıştığı istikrar, büyüme ve bölüşümde adalet hedeflerini gerçekleştirmesi beklenmekle beraber, enflasyon hâlâ yüzde 44,4, ekonomi iki çeyrek üst üste küçüldü ve gelir dağılımının görünümünü de ümit vadetmiyor.
Bütçe açığı ve faiz dışı açık alarm veriyor
2024 yılı için öngörülen bütçe açığı 2,652 milyar TL idi. Kasım ayında kümülatif bütçe açığı 1,276 milyar TL olunca hükümetin aralık ayında 1,375 milyar TL daha bütçe gideri gerçekleştirme alanı vardı. Bu şekilde gerçekleşecek bütçe açığıyla bütçe açığı/GSYH oranı yüzde 6’a yaklaşacaktı. Ancak aralık ayı bütçe açığı ise 829,2 milyar TL geldiği için 546 milyar TL’nin kullanılmadığı anlaşılıyor. Neden ve nasıl olmuş, bakalım:
2023 yılı aralık ayında bütçe açığı 848 milyar TL gibi önceki aylara göre oldukça yüksek gelmişti. Kullanım yerine bakınca 2023 yılı son ayda çoğunluğu kurumlara deprem ödeneği olarak 639,6 milyar TL’lik sermaye transferleri yapılmış, ödenek yüzde 65 aşılmıştı. Ancak bu tutarın da 622,7 milyar TL’si “sınıflandırmaya girmeyen” transferlerdi. Daha da ayrıntısını göremiyoruz. Cari transferler için de 2023 yılında 1,9 trilyon TL ödenek ayrılmıştı ama 2,4 trilyon TL harcanmıştı. Burada da cari transferler ödeneği yüzde 25 aşılmıştı.
Bu yıl ise sermaye transferleri ve cari transferlerde tam tersi gerçekleşti. Cari transferlere ayrılan ödenek 4,3 trilyon TL iken toplam harcama 3,9 trilyon TL olarak gerçekleşti. Sermaye transferleri ödeneği 720,8 milyar TL iken toplam harcama 640,3 milyar TL oldu. Bu yılın aralık ayında çoğunluğu depremle ilgili olmak üzere çeşitli kurum, kuruluş ve hane halkına 568,6 TL’lik sermaye transferi gerçekleştirildi. Ancak bu tutarın 548,5 milyar TL’si yine “sınıflandırmaya girmeyen” olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla bütçede pek çok kalemde ödenekler biterken (şu yazımda anlatmıştım) alışılmışın dışında kullanılmayan ödenekler var ve inceleyince bu ödeneklerin 402 milyar TL cari transferler ve 120 milyar TL de sermaye transferlerinden kaynaklı olduğu ortaya çıkıyor.
Gelelim bütçe açığına: OVP tahmini GSYH verisini kullandığımızda Bütçe açığı/GSYH oranı yüzde 4,8 olarak gerçekleşmiş oldu. Bu rakam mali disiplinden ne kadar uzak olduğumuzu anlatmaya yeterli. Mali disiplinin önemli bir başka göstergesi daha var, o da faiz dışı denge. Borçluluk düzeyimiz ve borç servisinde yaşadığımız sorunların yansıması olan faiz dışı dengede, 2018’den bu yana denge değil açık ortaya çıkıyor. Şu kadarını söyleyeyim; 2024’te iç borç servisinde anapara ödemesini aşan tutarda borç faizi ödüyoruz. Yüksek faiz ortamında TÜFE’ye endeksli DİBS’ler, değişken faizliler, kira sertifikalarında artan ihraçlar risk oluşturuyor.
Aşağıda hazırladığım grafikte son yılların bütçe açıklarının ve faiz dışı açıkların GSYH’ye oranını görebilirsiniz.
Bütçe açığı/GSYH oranı ile faiz dışı denge/GSYH oranının birlikte hareket ettiğini fark etmişsinizdir. Bu görünümün arkasında yatan neden, bütçe açıklarının temel belirleyicisinin borç faizleri olmasıdır.
Mali disiplinin sağlanması için önce faiz dışı açıkla mücadele edilmeli, aynı 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden sonra yapılabildiği gibi. Bunun için de etkin kamu borç yönetimi ve milli gelirin artırılması gerekiyor. Ancak bu şartlarda bütçenin ve maliye politikasının ulaşmaya çalıştığı istikrar, büyüme ve bölüşümde adalet hedeflerine yaklaşılabilir.
/././
Trump yönetiminin Dışişleri Bakanı Rubio: Suriye’de birtakım güçlükler var, bunlardan biri de Erdoğan ve niyetleri.
ABD’nin dışişleri bakanı olması beklenen Marco Rubio, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a "ABD’deki iktidar değişikliğini var olan anlaşmaları ihlal etme fırsatı görmemesi konusunda erkenden mesaj verilmesi gerektiğini" söyledi.
ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın dışişleri bakanı adayı olarak gösterdiği Rubio, Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeki onay oturumunda Orta Doğu’yla ilgili soruları yanıtladı.
VOA Türkçe‘nin haberine göre Rubio, Demokrat Senatör Chris Van Hollen’ın Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) Amerikan desteğinin devam etmesini destekleyip desteklemediği sorusuna şu yanıtı verdi:
“Kesinlikle. Ayrıca büyük bir fedakarlık ve tehditle IŞİD savaşçılarını hapse atan ortaklarımızı terk etmenin bazı sonuçları olacağını da kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
IŞİD’i çökertebilmemizin nedenlerinden biri de onları hapishanelerde barındırmaya istekli olmalarıydı ki bu onlar için büyük bir kişisel tehditti.”
"Yönetimdeki yeni kişiler ABD’yi rahatlatacak türden değil"
Suriye’deki ‘belirsizliğin bir fırsat da olabileceğini söyleyen ancak yönetimdeki yeni kişilerin FBI’ın sicil kontrolünden geçemeyecek, geçmişleri de ABD’yi rahatlatacak türden olmadığını’ belirten Rubio sözlerine şöyle devam etti:
“Bununla birlikte, mümkünse, IŞİD’in oyun alanı olmaktan çıkmış, Hristiyanlar dahil dini azınlıklara saygı gösteren, Kürtler’i koruyan ve aynı zamanda İran’ın terörizmini Hizbullah’a yayabileceği ve Lübnan’ı istikrarsızlaştırabileceği bir araç olmayan bir Suriye’ye sahip olmak ABD’nin ve Ortadoğu’daki hemen hemen her ulus devletin ulusal çıkarına olacaktır.”
ABD’nin Suriye’ye yönelik Sezar yaptırımlarının Esad rejiminin çöküşüne pek çok açıdan doğrudan katkıda bulunduğu belirten Rubio “Şu anda artık var olmayan ama yine de hükümete karşı bu yaptırımların yürürlükte olduğu ilginç bir durumda buluyoruz” dedi.
"Erdoğan’a ‘Fırsat görme’ mesajını erkenden vermek önemli"
Rubio, yaptırımların yürürlükte kalıp kalmayacağı konusunu Suriye’deki fırsatlar açısından değerlendireceklerini söyledi.
Rubio "bu fırsatın önünde yeni yöneticilerin dışında birtakım güçlükler olduğunu, bunlardan birinin de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve niyetleri olduğunu" belirtti:
“Şu an Kürtler’le ilgili çok zayıf bir ateşkes mevcut. Bunun sürdürülmesi önemli. Bence Erdoğan’a, bu oturum üzerinden de, ABD’de iktidarın el değiştirmesini, var olan anlaşmaları ihlal etmek için kullanabilecekleri bir fırsat olarak görmemesi gerektiği mesajını erkenden vermek önemli.
Şu anda Suriye’de istediğimiz şey istikrar. Böylece Lübnan, İsrail, Gazze’deki durum ve daha geniş Ortadoğu üzerinde etkisi olacağından dolayı farklı bir dinamik getirmek için ne gibi fırsatlar olduğunu araştırabiliriz.”
Rubio son olarak bunu yapmamaları durumunda Suriye’den geri çekilen Rusya ve İran’ın bir noktada geri döneceğini söyledi.
***
Getir'in kurucusu Salur'un "haklarımıza çökmek istiyor" dediği BAE fonu Mubadala: Getir'in girişimleri orijinal anlaşmayı çökertti
Getir'de yaşanan anlaşmazlığın diğer tarafı olan BAE devlet fonu Mubadala tarafından yapılan açıklamada, “Getir'in kurucuları tarafından işlemleri geciktirmek ve orijinal anlaşmanın parçası olmayan önemli miktarda ek finansman talep etmek için birçok girişimde bulunuldu. Bu durum orijinal anlaşmanın çökmesine neden oldu” denildi. Getir'in kurucusu Nazım Salur, Mubadala'nın bölünme yerine alternatif bir planı devreye alma isteğini Olağanüstü Genel Kurul'a sunacak olmasını kendilerine bırakılacak şirketlere "çökme girişimi" olarak nitelendirmişti.
Getir'in kurucusu Nazım Salur başta olmak üzere kurucu ortaklar, şirketin ikiye bölünmesi karşılığında 250 milyon dolar kaynak sağlanması için Mubadala ile geçen yıl haziran ayında anlaşmaya varmıştı. Ancak ikiye bölünme şu ana kadar tamamlanmamıştı.
Salur, X'te yer alan açıklamasında Mubadala'nın anlaşmayı çiğnediğini ve ortakların haklarına "çökmek" istediğini söyleyerek anlaşmazlığın hukuki boyuta taşınacağını ifade etmişti.
Salur Bloomberg HT'ye yaptığı açıklamada da, Mubadala'nın bölünme yerine alternatif bir planı devreye alma isteğini Olağanüstü Genel Kurul'a sunacak olmasını, kendilerine bırakılacak şirketlere "çökme"yi amaçladığını dile getirdi.
Masanın diğer tarafında bulunan ana aktörlerden Birleşik Arap Emirlikleri yatırım fonu Mubadala Investment Company, konuyla ilgili Bloomberg HT'ye konuştu.
"Anlaşmanın gereklerini yerine getiremeyeceklerini gösterdiler"
Mubadala'nın açıklamasında, "Mubadala, uzun süredir Getir'in yatırımcısı olarak şirketin büyümesine ve başarısına olan bağlılığını göstermiştir. Mubadala, 2021 yılından bu yana Getir'e yapılmış olan toplam yatırımın yüzde 80'inden fazlasını sağlayarak şirketin büyümesinde ve kârlılığa giden yolun desteklenmesinde önemli bir rol oynamıştır” denildi.
Mubadala'nın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
“Mubadala, Getir'in kurucuları ile, şirketin mali durumunu güçlendirmek ve uzun vadede devamlılığını sağlamak için tasarlanmış olan bir yeniden yapılandırma planı üzerinde Haziran 2024'te anlaşmaya varmış bulunmaktaydı.
Ancak, kurucular bu anlaşmanın gereklerini yerine getiremeyeceklerini göstermişlerdir.
Bunun sonucunda, Mubadala, Bağımsız Yönetim Kurulu üyeleri ile birlikte alternatif bir işlem yapısı üzerinde anlaşmaya varmıştır.
Bu yeni işlem, Getir'in finansal istikrarını güvence altına alacak ve uzun vadeli iş planının uygulanmasına olanak tanıyacaktır. Böylelikle 18.000'den fazla Türk çalışan ile kurulmuş olan istihdam ilişkisinin korunması ve sürdürülebilirliği sağlanacaktır.
Bu yeni anlaşma, Bağımsız Yönetim Kurulu üyeleri tarafından oy birliğiyle onaylanmış olup önümüzdeki hafta yapılacak Olağanüstü Genel Kurul Toplantısında pay sahiplerinin onayına sunulacaktır.
Mubadala'nın teklifi Getir'in geleceğini güvence altına alacak, uygulanabilir ve finansal kaynaklarla desteklenen tek seçenektir.
Mubadala, Getir’in geleceğine yatırım yapmaya ve şirketi ve yönetimini yeni hedeflere ulaşılması için güçlendirmeye ve desteklemeye devam edecektir. Böylelikle Türkiye’deki menfaat sahiplerine, çalışanlara ve daha geniş topluluklara fayda sağlanacaktır."
“Ek finansman talep etmek için birçok girişimde bulunuldu”
Mubadala'nın açıklamasında, yükümlülükler ve tartışmalı kararı onaylayan yönetim kurulu üyelerine yönelik olarak, “Ne yazık ki, haziran ayındaki yeniden yapılandırma anlaşmasından bu yana, Getir'in kurucuları tarafından işlem kapanışını geciktirmek ve orijinal haziran anlaşmasının bir parçası olmayan önemli miktarda ek finansman talep etmek için birçok girişimde bulunuldu. Bu durum orijinal anlaşmanın çökmesine neden olmuş ve şirketin geleceğini tehlikeye atmıştır. Yönetim kurulu üyeleri doğrudan Getir tarafından işe alınan profesyonel yeniden yapılandırma uzmanlarıdır. Bu kişiler, kurucuların onayıyla yönetim kuruluna atanmış ve Getir BV tarafından ücretlendirilmiştir" denildi.
***
Beşiktaş Belediyesi operasyonu: Gözaltındaki iş insanı Aziz İhsan Aktaş’ın dikkat çeken iş ilişkileri -Candan Yıldız-
Aktaş’ın karmaşık ve bir ağı andıran iş ilişkileri siyaset-ticaret ilişkisine dair çok şey söylüyor
“Suç örgütü lideri” iddiasıyla Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik operasyonda gözaltına alınan iş insanı Aziz İhsan Aktaş’ı şirketleri üzerinden analiz etmeye devam edelim. Zira güçlü bağlantıları olup olmadığının turnusolu gibi…
Aktaş ve ailesini taşıyan özel bir jet 2023 yılında Diyarbakır Havalimanı'na iniş yaparken pistten çıkmıştı.
O özel jetin Kalyon-Güven hava taşımacılık şirketine ait olduğu iddia edilmişti.
Kalyon Holding iddiayla ilgili açıklama yapmış iddialar asılsız, Aziz İhsan Aktaş’la ilişkisi ve ortaklığının olmadığını belirterek “Kalyon Holding'in havacılık sektöründe faaliyet gösteren tek şirketinin KLY Hava ve Deniz Turizmi A.Ş.” olduğunu söylemişti.
Ama şöyle bir ayrıntı var.
Kalyon-Güven Hava Taşımacılığı adıyla bir şirket var. Bu şirketin ortaklarından Turan Kalyoncu, Kalyon Holding’in patronu Cemal Kalyoncu’nun kardeşi. Ortağı Hayrettin Çoşkun da eski AKP Ankara İl Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuştu.
Bu bilgileri CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır paylaşmıştı.
Peki gözaltına alınan Aziz İhsan Aktaş’la Turan Kalyoncu’nun ne ilişkisi var?
Bir ilişki var ama dolaylı…
Yenidoğan çetesi soruşturması kapsamında ruhsatı iptal edilen TRG Hospitalist Hastanesi’nin ortağı Gürkan Dölekli, Diyarbakırlı iş insanı Aziz İhsan Aktaş’ın ortağı…
Kalyon-Güven Hava Taşımacılığı’nın ortağı Gürkan Dölekli de Hayrettin Çoşkun’un ortağı.
Aktaş’ın başka bir şirketi de Perla Denizcilik Ticaret Anonim Şirketi. Bu şirketin üç ortağından biri Nurettin Cengiz. Bunu dün yazmıştım.
Cengiz Holding’in patronu Mehmet Cengiz’in de Nurettin Cengiz’in oğlunun düğünündeki fotoğrafı paylaşmıştım.
Gazeteci Yalçın Bayer’in 22 yıl önce yazdığı haberden öğreniyorum ki Nurettin Cengiz hem Mehmet Cengiz’in yeğeni hem de Sedat Peker’le teyze çocukları.
Geçtiğimiz yıl İstanbul TEM otoyolu üzerinde ruhsatsız olarak inşa edilen benzinlik haberinde Aziz İhsan Aktaş’ın ortağı olduğu firmanın adının yanı sıra eski AKP İl Başkan Yardımcısı Hayrettin Çoşkun ve Gürkan Dölekli’nin adı yansımıştı.
Tam müşterekler haritasına ihtiyaç duyulan bir ilişkiler ağı…
Bu ilişkiler ağını da gündeme getiren soruşturmada, CHP'li başkanı pazartesi gününden beri gözaltında olan Beşiktaş Belediyesi yönetimine yöneltilen suçlamaları ve dayanaklarını izleme, anlama ve aktarma çabamız sürecek.
/././
Beşiktaş Belediyesi'ne yapılan operasyonun kilit ismi Aziz İhsan Aktaş'ın mal varlığına tedbir kondu.Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik soruşturma kapsamında gözaltına alınan Bilginay Temizlik şirketinin sahibi Aziz İhsan Aktaş’ın mal varlığına tedbir konuldu. Aktaş'ın avukatı tedbir kararını Halktv.com.tr'ye doğruladı.(https://t24.com.tr/haber/besiktas-belediyesi-ne-yapilan-operasyonun-kilit-ismi-aziz-ihsan-aktas-in-mal-varligina-tedbir-kondu,1210710)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder