27 soruda gayrimenkullerini satanlar için değer artışı kazancı rehberi -Murat Batı-
Hangi koşullarda gelir vergisine tabi olacak, ne kadar vergi ödeyeceksiniz?
2024 yılında arsanızı, arazinizi, iş yerinizi ve/veya konutunuzu satmış olabilirsiniz. Bu satış sonucunda Gelir Vergisi Kanunu mükerrer Madde 80 uyarınca değer artışı kazancı olarak gelir vergisi ödeyebilirsiniz. Buna göre gayrimenkul satışından dolayı gelir vergisine tabi iseniz, bunu 2025 Mart’ta beyan edip dolayısıyla vergisini de ödemeniz gerekmektedir. Hangi koşullarda gelir vergisine tabi olacağınızı ve ne kadar vergi ödeyeceğinizi aşağıdaki örneklerle açıklamaya çalışayım.
Soru 1) Nedir bu değer artışı kazancı?
Sahip olduğunuz konut, iş yeri, arazi gibi gayrimenkullerinizi sattığınızda (elden çıkarma), satış tutarı ile alış tutarı arasında oluşan fark değer artışı kazancı olarak adlandırılır ve gelir vergisine tabi tutulur.
Örneğin Burcu Hanım, Urla’da 2020 yılında sahip olduğu konutunu 2024 Kasım’da satmıştır. Buna göre satış ile alış arasındaki farktan aşağıda belirttiğim istisna ve giderler düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden gelir vergisi ödemek zorundadır.
Soru 2) Değer artışı kazancında sıklıkla geçen “elden çıkarma” kavramı nedir?
Elden çıkarma, sahip olunan konutun, arsanın bir ivaz yani bir şey karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulması olarak değerlendirilir.
Örneğin Erol Bey İstanbul Kadıköy’de sahip olduğu bir daireyi 2024 yılında Sertuğ Bey’e satarsa o zaman bu daireyi elden çıkarmış olur.
Ya da Mehmet Bey sahip olduğu bir daireyi Kemal Bey’e bir şirket hissesi karşılığında devrederse bu işlem de elden çıkarma sayılır.
Soru 3) Değer artışı kazancı uyarınca gelir vergisine tabi olmanın şartları nelerdir?
Değer artışı kazancı uyarınca gelir vergisi ödenmesi için aşağıdaki tüm koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bunlar
* Gayrimenkul bir ya da birden fazla gerçek kişiye ait olacak
* Bu gayrimenkulün edinimi miras, bağış vs gibi ivazsız bir yolla olmamış olacak
* Bu gayrimenkul satış gibi bir yolla iktisap tarihinden itibaren beş yıl içinde elden çıkarılacak
*Satış tutarı ile alış tutarı arasındaki fark ise 2024 yılı için 87 bin TL’den fazla olacak.
Bu şartlardan biri oluşmamış ise değer artışı kazancından söz edilmez ve dolayısıyla da gelir vergisi ödenmeyecektir.
Soru 4) 2020 Kasım’da 300 bin TL’ye aldığım evi 2024 Aralık ayında 700 bin TL’ye sattım. Vergi ödeyecek miyim?
Öncelikle edinim tarihi ile satış tarihi arasındaki süre 5 yıl içinde olmalı. 5 yılı aşarsa gelir vergisine tabi olmaz. 5 yıllık sürenin hesabında takvim günü esas alınmaktadır.
Soruda, 2024 Aralık-2020 Kasım arasındaki süre 4 yıl 1 aydır. Buna göre 5 yıllık süre şartı gerçekleşmiş oldu.
Örneğin 2 Şubat 2019’da iktisap edilen bir konut 4 Şubat 2024’te satılmış (elden çıkarılmış) ise satış ve alış arasındaki süre 5 yıl 2 gün olduğu için 5 yıllık süre aşılmış olacağından değer artışı kazancı doğmayacaktır. Yani vergi olmayacaktır.
Diğer koşul: satış tutarı ile alış tutarı arasındaki farka (TL) bakmak lazım. Bu tutar 2024 yılında elden çıkarılan gayrimenkuller için 87 bin TL’den fazla olmalıdır. Soruda, satış tutar ile alış tutarı arasındaki fark (700 bin TL-300 bin TL) 400 bin TL’dir ve bu tutar 87 bin TL’yi aştığından bu koşul da sağlanmış olmaktadır.
Diğer koşul edinme şekli bir şey karşılığında yani ivazlı olmak zorundadır. Soruda 300 bin TL’ye (satın) aldığı söylendiğinden ivazlı şekilde edinilmiş görülmektedir. Bu nedenle bu kişi, değer artışından dolayı gelir vergisini ödeyecektir.
Özetle bu vergi ye tabi olabilmeniz için;
* Alış ile satış 5 yıl içinde olmalı
* Satış alış farkı 87 bin lirayı aşmalı,
* Sattığınız gayrimenkul miras, bağış vs gibi bir yolla edinilmemiş olmalı.
Soru 5) 2020 yılında vefat eden babamdan bana bir ev kaldı. Son iki yıldır da işsizim bu nedenle babamdan kalan bu evi 2 Aralık 2024’te 30 milyon TL’ye sattım. Vergi ödeyecek miyim?
Değer artışı kazancından dolayı gelir vergisine tabi olabilmek için gayrimenkulün ivazlı şekilde edinilmesi gerekmektedir. Miras, bağış vs gibi bir yolla edinilen gayrimenkullerin satışından dolayı elde edilen değer artışı kazancı gelir vergisine tabi değildir.
Örneğin ölen eşinden miras yoluyla kalan evi satan Bayan A, bu satıştan dolayı değer artışı kazancına tabi olmayacaktır.
Soruya göre miras dolayısıyla kalan konutun 30 milyona satılmasından dolayı elde edilen kazanç gelir vergisine tabi değildir.
Soru 6) 2010 yılında satın aldığım evimi 2024 yılında sattım. Vergi ödeyecek miyim?
Gelir vergisi Kanunu mükerrer m.80 uyarınca gelir vergisine ivazlı yani bir şey karşılığında edinilen gayrimenkuller 5 yıl içinde satılır ya da birine bir şey karşılığında verilirse (elden çıkarılırsa), elden çıkarma ile iktisap (alınan) tutarı arasındaki farktan istisna düşüldükten sonra kalan bedel gelir vergisine tabi tutulur.
Buna göre edinme (iktisap) tarihi ile satış tarihi arasında geçen süre 5 yıldan fazla ise vergiye tabi tutulmamaktadır. Ancak 5 yıl içinde satış yapılsaydı o zaman değer artışı kazancı olarak gelir vergisine tabi olacaktı.
Örneğin 2020 yılında Kadıköy'de 300 bin TL'ye ev satın alan öğretmen Erdal Bey bunu 2024 Aralık ayında 900 bin TL'ye satarsa, satış ve alış arasındaki bu fark üzerinden gelir vergisi ödemesi gerekecek ve bunu Mart 2025'te vergi dairesine beyan edip hesaplanan gelir vergisini de ödemesi gerekecektir.
Soruya göre 2010 yılında alınan bir gayrimenkul 2024’te satılmış ve alış-satış süresi 14 yıl yani 5 yıldan fazla olduğu için gelir vergisine tabi olmayacaktır.
Soru 7) 2020 Eylül’de 900 bin TL’ye aldığım evi 2024 Aralık ayında 980 bin TL’ye sattım. Vergi ödeyecek miyim?
Satış ve alış arasındaki fark, 2024 yılı için istisna tutarı olan 87 bin TL ya da altında ise beyanname vermenize gerek yoktur ve dolayısıyla gelir vergisi de ödemeyeceksiniz.
Buna göre satış ve alış arasındaki fark tutarı 87 bin TL’den fazla ise değer artışı kazancı olarak gelir vergisine tabi olacaktır.
Soruya göre, 2020 yılında 900 bin TL’ye aldığınız evi 2024 Aralık’ta 980 bin TL’ye satmışsınız. Aradaki fark 80 bin liradır (980-900) ve dolayısıyla da 87 bin TL’den fazla olmadığından beyanname vermeyip ve gelir vergisi de ödemeyecektir.
Soru 8) Gayrimenkul satışlarında 5 yıllık sürenin başlangıcı nasıl tespit edilecek?
Gayrimenkullerde iktisap, Türk Medeni Kanunu m.705 uyarınca, tapuya tescille olmaktadır. Buna göre, kat karşılığı müteahhit veya kooperatiflere verilen arsa karşılığında alınan gayrimenkuller dâhil, iktisap edilen gayrimenkullerin elden çıkarılması halinde, değer artışı kazancının tespiti yönünden iktisap tarihi olarak, gayrimenkulün tapuya tescil edildiği tarih esas alınmalıdır.
Soru 9) Bir kooperatiften 2017 Haziran ayında bir ev aldık. Haziran ayında doğal gaz, su, elektrik bağlattık ama tapuya tescil 2020 Aralık ayında yapıldı. Bu evi 2024 Kasım’da sattık. 5 yıllık süreyi geçmiş sayılır mıyız?
Bazı durumlarda gayrimenkulleri fiilen kullandıklarını; tahsis belgesi, teslim tutanakları, su, elektrik, telefon, doğalgaz faturaları ya da benzer evraklarla ibraz etmeleri halinde, fiilen kullanma tarihi, tapu tescil tarihinden önce olduğu sonucuna ulaşılır.
Soruda fiilin kullanma 2017 Haziran ayından itibaren 5 yıl sonrası 2022 Haziran sonrasına tekabül edeceğinden satış tarihi de bu tarihten sonra yani 2024 Kasım ayı olması nedeniyle 5 yıllık süre aşıldığından gelir vergisine tabi olunmayacaktır. Bu durumdaysanız bunu belgelerle vergi dairesine mutlaka ispat etmeniz gerekmektedir.
Buna göre, konut yapı kooperatifleri, Toplu Konut idaresi veya diğer kişilerden gayrimenkulü fiilen kullanıma hazır şekilde teslim alanların, söz konusu gayrimenkulleri fiilen kullandıklarını; tahsis belgesi, teslim tutanakları, su, elektrik, telefon, doğal gaz faturaları ve benzeri belgelerle tevsik etmeleri halinde değer artışı kazancının tespiti yönünden fiilen kullanıma başladıkları tarih iktisap tarihi olarak kabul edilecektir. Gayrimenkulün ihale veya icra yoluyla alındığı durumlarda da fiilen kullanıma hazır şekilde teslim alındığının yukarıda sözü edilen belgelerle tevsik edilmesi şartıyla, tapu tescil işlemi olmasa dahi fiilen kullanıma bırakıldığı tarihin iktisap tarihi olarak kabul edilmesi gerekir. Gayrimenkulün elden çıkarılması halinde, değer artışı kazancının hesaplanmasında iktisap tarihi olarak hangi tarihin esas alınacağına ilişkin ayrıntılı açıklamalar 76 No.lu Gelir Vergisi Sirkülerinde yapılmıştır.
Soru 10) TOKİ’den daire aldım ama tapu tescilinden önce oturdum. 5 yıllık sürenin başlangıcı fiilen oturmaya başladığım tarih mi yoksa tapu tescil tarihi mi olacak?
Kemal Bey, TOKİ’den bir daire almış ve daire tespiti için 1 Eylül 2020 tarihinde noterde kura çekimi yapılmış, 5 Kasım 2020 tarihinde yapı kullanım izin belgesini alarak daireye taşınmış. Dairenin tapuya tescil işlemi ise 2 Şubat 2022 tarihinde yapılmıştır. Buna göre 5 yıllık iktisap süresinin başlangıcı tapuya tescil tarihi değil, 5 Kasım 2020 tarihi olacaktır.
Soru 11) Kat irtifakı tapusunu, kat mülkiyeti tapumdan önce aldım. 5 yıllık sürenin başlangıcı hangi tarih olacak?
Kat irtifakı tapusu, kat mülkiyeti tapusundan önce alınmış ise kat irtifakı tapusu alınma tarihi iktisap tarihi olarak kabul edilmeli.
Örneğin, Aslı Hanım, 2 Şubat 2020 tarihinde kat irtifakı tapusunu, aynı gayrimenkulün kat mülkiyeti tapusunu ise 14 Aralık 2024 tarihinde almıştır. Buna göre 5 yıllık sürenin başlangıcı 2 Şubat 2020 tarihi olacaktır.
Soru 12) 2017 yılında satış vaadi sözleşmesi ile bir gayrimenkul satın aldım ve bunu 2020 yılında tapuya tescil ettirdim. 2024 Aralık ayında da sattım. 5 yıllık süre hesabında hangi tarihi esas alacağım?
Bu örneğe göre satış vaadi sözleşmeleri ile alım tarihi değil tapuya tescil tarihi dikkate alınacak ve böylece 5 yıllık süre içinde sattığınız için de değer artışı kazancı uyarınca gelir vergisine tabi olacaksınız. Bunu da 2025 Mart’ta beyan etmeniz gerekecek.
Soru 13) 2001 yılında satın aldığım araziyi belediye ifraz işlemi uyguladı ve bunu 2020 yılında cins tahsisi gerçekleştirilerek tapuya arsa olarak tescil ettirdik. Bu arsayı, Eylül 2024’te sattım. Bu satışta dolayı 5 yıllık süreden kaynaklı vergiye tabi miyim?
Cins değişikliği (cins tashihi), bir taşınmaz malın cinsinin, yapısız iken yapılı veya yapılı iken yapısız hale; bağ, bahçe, tarla vb. iken arsa, arazi iken, bağ, bahçe vb. duruma dönüştürmek için paftasında ve tapu sicilinde yapılan işlem olarak tanımlanmıştır. Arazi vasfında iktisap edilen gayrimenkulün belediyelerce ifraz ve taksim işlemine tabi tutularak satılması halinde iktisap tarihi olarak arazinin iktisap edildiği tarih değil, belediyenin ifraz işlemi sonucu arsa vasfını kazanarak, cins tashihi yapıldığı tarihin esas alınması gerekir.
Soruya göre 5 yıllık sürenin başlangıcı 2001 değil 2020 olacaktır.
Örneğin Murat Bey tarafından, 12 Haziran 2020 tarihinde satın alınan ve tapuya arazi olarak tescil edilen gayrimenkulün, belediyece ifraz işlemi sonucu 17 Kasım 2021 tarihinde cins tashihi gerçekleştirilerek tapuya arsa olarak tescili yapılmıştır. Değer artışı kazancının tespiti açısından, söz konusu değişikliğin (cins tashihi) gerçekleştirilerek tapuya tescil edildiği 17 Kasım 2021 tarihinin esas alınması gerekir.
Soru 14) Babamdan kalan tek katlı binayı 2020 yılında bir müteahhitte verdim. Müteahhit de bana 2021 yılında büyük bir daire verdi. Bu daireyi 2024 Kasım’da sattım. Vergiye tabi olacak mıyım?
Değer artışı kazancından dolayı gelir vergisine tabi olabilmek için gayrimenkulün ivazlı şekilde edinilmesi gerekmektedir. Miras, bağış vs gibi bir yolla edinilen gayrimenkullerin satışından dolayı elde edilen değer artışı kazancı gelir vergisine tabi değildir.
Cins tashihi yapılarak kat karşılığı satmak onun ivazsız yani miras olma özelliğini değiştirmeyeceğinden değer artışı kazancı uyarınca gelir vergisine tabi olmayacaktır.
Soru 15) 2020 yılında 300 bin TL’ye aldığım evimi 2024 Aralık ayında 1 milyon TL’ye sattım. Sordum çok vergi çıkacak dediler. Daha az vergi ödeyebilir miyim?
Evet elbette ödeyebilirsiniz. Bunun için alış bedelinizi enflasyon oranına endekslemeniz lazım.
Soru 16) Peki nedir bu endeksleme?
Bir gayrimenkul satılırken, o gayrimenkulün alış tutarı o günkü Yİ-ÜFE verileri ölçüsünde tekrar belirlenir. Bu uyarlama Gelir Vergisi Kanunu mükerrer m.81 uyarınca gayrimenkullerin elden çıkarılan aydan önceki ayın ve iktisap edinilen aydan önceki ayın Yİ-ÜFE’lerdeki farkı, iktisap edinilen aydan önceki ayın Yİ-ÜFE’ye oranına bölünerek bir oran bulunur. Bu oran, yüzde 10 ya da yüzde 10’dan fazla ise endeksleme yapılır.
Bir gayrimenkulün satış tarihinden önceki ay ile iktisap edinildiği (alındığı) aydan önceki aya ait Yİ-ÜFE farkı iktisap edinilen aydan önceki ayın Yİ-ÜFE’ye oranı yüzde 10 ya da yüzde 10’dan fazla ise endeksleme yapılır.
Nasıl yani? Şöyle;
Örneğin 5 Mart 2020’de 1 milyon TL’ye Kadıköy’de bir konut satın alan Emine Hanım bu konutu Aralık 2024’te 8 milyon TL’ye satmıştır. Normal koşullarda 8 milyon TL’den 1 milyon TL’nin düşülüp kalan tutar üzerinden (7 milyon) gelir vergisinin ödenmesi gerekmektedir. Yüksek enflasyon dolayısıyla mükellef lehine ama Devletin aleyhine bir kanun hükmünü yani endekslemeyi uygulayarak Emine Hanım’ın vergi ödemesine “engel olacağız”.
Önce alış tutarını endeksleyeceğimiz Yİ-ÜFE değerlerini bulmakla işe koyulalım. Alış ve satıştan önceki ayların Yİ-ÜFE’lerine TÜİK’in internet sayfasından ulaşılabilir.
Kolaylık olsun diye son beş yılın Yİ-ÜFE değerlerini aşağıda tablo haline getirdim.
Yukarıdaki örneğe göre gayrimenkul alışı Mart 2020’de yapıldığı için Mart’tan önceki ay Şubat 2020; satışı ise Aralık 2024’te yapıldığı için Aralıktan önceki ay Kasım 2024’tür.
Buna göre yukarıdaki tabloda da gördüğünüz üzere Şubat 2020 Yİ-ÜFE; 464,6 ve Kasım 2024 Yİ-ÜFE; 3731,43’tür.
Yapılacak işlem [(satıştan önceki aya ait Yİ-ÜFE - alıştan önceki aya ait Yİ-ÜFE)/ alıştan önceki aya ait Yİ-ÜFE]*100 şeklindedir.
Bu formüle göre hesaplamayı yapalım [(3731,43-464,64)/464,64]*100=%703,08 sayısına ulaşıyoruz.
Bu oran (yüzde 703,08), Şubat 2020’ye nazaran yüzde 10’dan fazla olduğu için endeksleme yapacağız. Yani alış tutarımız olan 1 milyon TL’yi ayrıca yüzde 703,08 daha artırıp enflasyondan arındırılmış alış bedelimizi (maliyet bedelimiz) bulacağız. Endeksleme sonucu bulduğumuz bu tutar da 8 milyon 30 bin 798 TL’dir.
Yani Emine Hanım bu evi Mart 2020’de 1 milyon TL’ye almış ama enflasyon dolayısıyla bu tutarın bugünkü değeri maalesef 8.030.798 TL olmuş.
Bu durumda [satış tutarı -endekslenmiş alış tutarı- 2024 yılı için istisna tutarı] sonucu bulunacak değer üzerinden gelir vergisi alınacaktır.
Yani [8.000.000 TL-8.030.798 TL - 87 bin TL] = -117.798 TL üzerinden vergi öde(me)yecek. Gördüğünüz üzere sonuç eksi (-) çıktığından hiç vergi ödenmeyecektir.
Daha da önemlisi yüksek enflasyon devletin alması gereken vergileri de aşındırıyor. Bunun müsebbibini bulmak hiç zor olmasa gerek.
Soru 17) Daha az vergi ödemek için başka ne yapabilirim, indirilecek gider diye bir şey var mı?
Evet var. GVK mükerrer m.81’inci maddesi “Değer artışında safi kazanç, elden çıkarma karşılığında alınan para ve ayınlarla sağlanan ve para ile temsil edilebilen her türlü menfaatlerin tutarından, elden çıkarılan mal ve hakların maliyet bedelleri ile elden çıkarma dolayısıyla yapılan ve satıcının uhdesinde kalan giderlerin ve ödenen vergi ve harçların indirilmesi suretiyle bulunur.” şeklindedir.
Buna göre tapu harcına ilişkin tutarlar, bina izolasyon bedeli, kombi ödemesi, eğitim ve sağlık harcaması, Cumhurbaşkanınca başlatılan yardım kampanyasına yapılan yardımlar, Kızılay’a yapılan yardımlar, başka bir gelirden indirim konusu yapılmamış konut kredi faizlerini belgelendirmek şartıyla gider yazabilirsiniz.
Ancak DASK ve deprem sigortası prim tutarlar ile alım-satıma ilişkin olarak emlak komisyoncusuna ödenen bedeller gibi gayrimenkulün değerini artırmayan masraflar gider yazılamaz yani maliyet bedeline eklenemez.
Soru 18) 2020 Kasım ayında 1 milyon liraya aldığım konutu Ekim 2024’te 7 milyon liraya sattım. Ne kadar vergi ödeyeceğim?
Vergiye tabi matrahınız 52.172 lira, ödenecek gelir vergisi ise 7 bin 825 liradır. Daha basit bir ifadeyle 1 milyona alıp 7 milyona sattığınız yani 6 milyoncuk farktan sadece 7 bin 825 lira vergi ödeyeceksiniz.
Soru 19) 2022 Ocak ayında 2 milyon liraya aldığım konutu Temmuz 2024’te 7 milyon liraya sattım. Ne kadar vergi ödeyeceğim?
Vergiye tabi matrahınız 98.130 lira, ödenecek gelir vergisi ise 14 bin 719 liradır. Daha basit bir ifadeyle 2 milyona alıp 7 milyona sattığınız yani 5 milyoncuk farktan sadece 14 bin 719 lira vergi ödeyeceksiniz.
Soru 20) 2020 yılında 1 milyon 920 bin TL’ye aldığım evi 2024 Aralık ayında 2 milyon TL’ye sattım. Ayrıca başka konutum için de 2024 yılında 180 bin TL kira gelirim var. Vergi ödeyecek miyim?
Başka gelirler için yıllık gelir vergisi beyannamesi verilse dahi kendi istisna tutarının altında kalan diğer gelirler beyannameye dâhil edilmeyecektir.
Buna göre kira gelirinizin toplamı 2024 yılı için 33 bin TL’yi aştığı için kira gelirinizi beyan etmeniz gerekmektedir.
Ayrıca 2024 yılı için 87 bin TL’yi aşmayan değer artışı kazancınız varsa bunu kira gelirinizle birlikte beyannameye eklemeye gerek yoktur.
İki geliri ayrı ayrı düşünün yani. Konut kira geliriniz 33 bin TL’yi aşarsa kira gelirinizi; değer artış kazancınız 87 bin TL’yi aşarsa değer artışı kazancınızı; ikisi de ayrı ayrı istisna tutarını aşarsa ikisini de beyan etmeniz gerekmektedir.
Soru 21) Değer artışı kazancında deprem bölgesindekiler, emekliler, işsizler, engelliler ya da ev hanımları için özel bir istisna/muafiyet var mı?
Değer artışı kazancı için deprem bölgesindekilere, emeklilere, işsizlere, engellilere, ev hanımlarına vs’ye herhangi bir istisna/muafiyet bulunmamaktadır. Yani 2024 yılı için 87 bin TL’den fazla değer artışı kazancı elde ettiyseniz ve yukarıda belirttiğim diğer şartlar da gerçekleşmişse bunu beyan etmek zorundasınız.
Soru 22) Beyannameyi nereye vereceğim?
Beyanname, mükellefin bağlı olduğu vergi dairesine verilecektir. Mükellefler normal olarak ikametgâhlarının bulunduğu yerin vergi dairesine bağlıdırlar. Örneğin Kadıköy’de ikamet ediyorsunuz ve Bakırköy’deki evinizi sattıysanız bu satıştan elde ettiğiniz geliri ikamet ettiğiniz yer (Kadıköy) vergi dairesine beyan etmeniz gerekir.
Ama ticari kazanç sahibiyseniz ya da avukat, doktor gibi serbest meslek erbabı iseniz o zaman ikamet ettiğiniz yer değil ofisinizin/dükkanınızın/iş yerinizin bulunduğu yer vergi dairesine beyan etmeniz gerekmektedir.
Soru 23) Elektronik ortamda beyanname verebilir miyim?
Evet verebilirsiniz. 2024 yılında yukarıda sayılan koşullarda değer artışı kazancı elde edenler bunu 2025 Mart ayı içinde vergi idaresine beyan etmeleri gerekmektedir. Ancak Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB), fiziken vergi dairesine gelinmeden de beyanname verilmesini sağladı. Elektronik ortamda beyanname verme yöntemi, hazır beyan sistemi diye bilinir ve bu linkten ulaşılabilir. Herkesin kolayca girip işlem yapacağı bir site hazırlanmış.
Ancak bu uygulamadan sadece kira, ücret, menkul sermaye iradı veya diğer kazanç ve iratları (değer artışı kazancı) ayrı veya birlikte elde edenler yararlanabilecektir. Kira, ücret, menkul sermaye iradı veya diğer kazanç ve iradın yanı sıra ticari, zirai veya serbest meslek kazancı elde edenler sistem üzerinden beyanname veremeyeceklerdir.
Fiziki olarak vergi dairesine gidilip elden beyanname verilme durumunda ve/veya hazır beyan sisteminde endekslemeyi sistemin kendisi herhangi bir müdahale olmadan artık kendisi yapmaktadır. Yani beyan edilmesi yeterli ayrıca bir hesaplama yapmaya gerek yok artık.
Soru 24) Hazır beyan sisteminde alış, satış tutarı gibi bilgilerim hatalı. Ne yapabilirim?
Hazır beyan sistemi, Gelir İdaresi Başkanlığı’na banka, PTT, TOKİ, Tapu gibi kurumlardan gelen bilgilerle oluşturulmaktadır. Bu bilgiler hatalı ise siz sistemde kendiniz düzeltebilirsiniz. Neticede esas olan beyanınızdır.
Soru 25) Beyannameyi ne zaman vereceğim?
Elde edilen kazancının safi miktarının 2024 yılı için 87 bin TL’yi aşması halinde satışın yapıldığı yılı takip eden yılın 1-31 mart tarihleri arasında yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan etmeleri gerekmektedir. Örneğin 2020 yılında aldığınız konutu 2024 yılında sattıysanız bunu 2025 1-31 Mart tarihleri arasında yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan etmeniz gerekmektedir.
Ancak mükelleflerin takvim yılı içinde;
memleketi terk etmesi halinde, memleketi terkten önceki 15 gün içinde,
ölüm halinde, ölüm tarihinden itibaren 4 ay içinde vefat eden kişi namına varislerce, yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edilmesi gerekmektedir.
Soru 26) Beyanname vermezsem ne olur?
Beyanname vermezseniz hakkınızda re’sen tarh edilen bir yöntemle verginiz hesaplanır. Hesaplanan vergiye ek olarak para cezası ile birlikte tahakkuku geciken her ay için verginin aslı üzerinden aylık yüzde 4,5 oranında gecikme faizi alınır.
Soru 27) Şirket aktifime kayıtlı bir gayrimenkulümü sattım. Değer artışı kazancı hükümlerine tabi tutacak mıyım?
Hayır. Çünkü faaliyetine devam eden ticari bir işletmenin kısmen veya tamamen satılmasından veya ticari işletmeye dâhil amortismana tabi iktisadi kıymetlerle yukarıda belirtilen hakların elden çıkarılmasından doğan kazançlar ticari kazanç sayılmakta ve bunlara ticari kazanç hükümleri uygulanmaktadır.
/././
Geldiler, kıydılar ve gittiler!-Akdoğan Özkan-
Sırf kendi anlattıkları bile Beyaz Saray’a veda eden “Jenosit Joe’nun” Gazze’de olup bitenlerin bir savaş değil, bir soykırım olduğunu başından beri bildiğini ama bu kıyımı durdurmak yerine o ateşe bir yılı aşkın süre odun taşımayı seçtiğini kanıtlamaya yetiyor.
Joe Biden artık ABD başkanı değil! 20 Ocak 2021'de Birleşik Devletler’in 46'ncı başkanı olarak göreve başlayan Joseph Robinette Biden, Jr., Beyaz Saray’dan ardında berbat ve kanlı bir miras bırakarak ayrıldı. Ana akım medyada daha ziyade sağlık durumu, ilerlemiş yaşı ve düşünce akışını kaybederek yer yer dağınık cevaplar verişiyle, yönünü kaybedişiyle eleştirildi belki ama, o aslında dünyayı çok daha güvensiz bir yer haline getiren eylemleri ve yüzbinlerce insanın hayatına mal olan kararlarıyla tarih sahnesindeki yerini “Jenosit Joe” olarak alacak. Dünya bugün ABD’nin en berbat, en kanlı ve en gamsız liderlerinden birini uğurlamış oluyor.
Dışişleri Bakanı (Kasap) Antony Blinken ile birlikte bu ikili yarıdan fazlası kadın ve çocuk 50 bine yakın Filistinlinin hayatını yitirmesinden birinci derece sorumlu tutulması gereken savaş suçlularıdır. Onların yalanlarıyla taşlarını döşedikleri, sonra da mühimmat ve silahını taşıdıkları bir soykırıma tanıklık etti dünya. 7 Ekim 2023 tarihli Hamas saldırısı sonrasında İsrail’e en az 17,9 milyar dolarlık askeri yardımda bulunan, kurduğu hava köprüsü ile istihbaratın yanı sıra mühimmat ve silah desteği veren Biden bir soykırım eşliğinde yürüyen etnik temizliğe ellerinden gelen katkıyı yapan bir ABD yönetimini temsil etti. Destek rakamı bununla da sınırlı kalmadı. ABD yönetimi bölgede İsrail ordusunu desteklemek için yürüttüğü faaliyetler için kendisi de bu süre zarfında 4,86 milyar dolar harcadı.
Netanyahu ve Biden
13 ay boş yere öldüler
Jenosit Joe ve Kasap Blinken ikilisinin İsrail’e verdiği destek, silah ve mühimmat desteğiyle sınırlı değildi. Nihayet, taraflar arasında Trump göreve başlamazdan kısa bir süre önce anlaşmasına varılan ve resmi olarak dün yürürlüğe giren ateşkes ile bu kıyımın sona erdiğini söylemek mümkün belki. Ancak bizler Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman es-Sani’nin de SkyNews’dan Yelda Hakim’e bir-iki gün önce verdiği röportajdan öğrendik ki, dün yürürlüğe giren ateşkesin koşulları 2023 yılı Aralık ayında müzakere edilen ve neticede o tarihte mutabık kalınan koşullar ile aynı. Ama işte Biden yönetimi sırf Netanyahu yönetimi etnik temizliği kesintisiz sürdürebilsin diye, ağızlarda “ama Hamas” lafını geveleyip olası bir anlaşmayı ellerinin tersiyle iterek Netanyahu’ya alan açtılar. Kasap Blinken memur edilmişti bu salvonun icrası için. Blinken, Hamas'a atfettiği, lakin zaten tamamen çürütülmüş hikâyeleri diline pelesenk ederek ateşkes çağrılarını geri püskürtmüştü. Netanyahu’ya yeşil ışığı bir kez daha böylece yaktılar, ardından da sanki ateşkes için çalışıyorlarmış gibi yaparak bir soykırıma çanak tuttular. Bu arada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden ateşkes kararı çıkmasını da tam 4 kez engelledi ABD yönetimi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin çalışmalarını aylarca sabote ederek zamana oynadı.
Ne zaman ki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan ötürü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant Netanyahu hakkında tutuklama emri çıkardı (Kasım sonları, 2024) ve ne zaman bazı Avrupa ülkeleri UCM kararına uygun olarak bu kişilerin kendi topraklarına ayak basar basmaz tutuklanacağını açıkladı, işte Biden yönetimi ancak o zaman Hamas’ın kabul ettiği eski ateşkes koşullarını raftan indirip Netanyahu’nun önüne koymaya karar verdi. “Ateşkesi Trump’a bırakmayalım, kendi açtığımız parantezi kendimizi kapatalım, yarın öbür gün bir sıkıntı olmasın,” diye düşündüler muhtemelen. Bibi’ye ve kabinesine resmi evrakı 18 Ocak’ta imzalattılar. Ateşkesin Trump’ın yemin ederek göreve başlayacağı 20 Ocak’tan bir gün önce, yani dün (19 Ocak’ta) başlamasına karar verildi. Ardından da dokunaklı veda mesajları eşliğinde Beyaz Saray’daki masa ve çekmecelerini boşaltıp gittiler.
Bir diğer deyişle...
Geldiler, kıydılar ve gittiler!
Gazze
1,9 milyon Filistinli evsiz kaldı
Hamas’a şartlarını 13 ay önce kabul ettirdikleri ateşkes koşulları neredeyse aynı şekilde imzalanmıştı. Bir başka deyişle, 2023 Aralık ayından bu yana geçen sürede on binlerce Gazzeli boş yere ölmüş oldu. Bu süre zarfında tarihin en acımasız etnik temizlik operasyonlarından birini sürdüren İsrail, Gazze’ye 80 bin ton bomba attı. Soykırımın 470. gününde, bölgeden gelen görüntülerden de görüleceği gibi, Gazze bir “halı bombardımanından” çıkmış şekilde, uçtan uca bir enkaz yığınına döndü. Amerikan Oregon Devlet Üniversitesi’nin uydu görüntülere dayanarak yaptığı hesaplamalara göre, Amerikan yapımı uçak ve tanklardan atılan bombalar sonucu 1,9 milyon insan evsiz kalmış, evlerin yüzde 92’si ya yıkılmış ya da ciddi hasar almıştı.
Meğer kıyımı biliyormuş
Bu arada biz Amerikan yönetiminden bütün o basın toplantıları sırasında hep “İsrail’in çatışmalarda sivillere zarar vermekten kaçındığına” yönelik mesnetsiz ama son derece kararlı laflar duyduk. Oysa Biden’ın Başkanlık görevinin son röportajında, Netanyahu’nun Gazze’de bir “halı bombardımanı” orkestra ettiğini başından beri bildiği de ortaya çıktı. Joe Biden, MSNBC’den Lawrence O’Donnel’e 17 Ocak günü Beyaz Saray’da açıklamalarda bulundu. Biden, bu son röportajında, İsrail’e yaptığı son ziyaret sırasında Netanyahu ile 18 Ekim 2023 günü aralarında geçen diyaloğu da anlattı. ABD Başkanı, “Bibi, sana yardım edeceğiz ama bu şekilde halı bombardımanı yapamazsın,” dediğini, ancak İsrail Başbakanının kendisine “Yaparım. Siz Berlin’de yaptınız. Hatta atom bombası bile attınız, binlerce masum insanı, sivilleri öldürdünüz. Çünkü savaşı kazanmak için bunları yapmak zorundaydınız,” dediğini aktardı. Yani Biden, Netanyahu’nun “masum sivilleri” öldürerek ilerlediğini başından beri biliyordu. Ama kılını kıpırdatmamıştı. Tek yaptığı, röportajda da söylediği gibi, bazı Amerikan uçaklarının bölgeye “insani yardım” adı altında havadan gıda atmasını sağlamak olmuştu. Bir soykırım suçunun gizli ortağı olarak, BM’nin Gazze’de ateşkes kararı almasını engelleyen taraf olarak kendini ve yönetimini böyle temize çekebileceğini düşünmüştü, muhtemelen.
Sırf bu röportajda anlattıkları bile ABD Başkanı’nın, Gazze’de olup bitenlerin bir savaş değil bir soykırım olduğunu başından beri bildiğini ama bu kıyımı durdurmak yerine ona siyaseten, iktisaden ve askeri olarak destek olmayı seçtiğini gösteriyor. Jenosit Joe, Kasap Blinken ile birlikte savaş suçluları olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabilmeli. İnsanlığın önündeki bir sınav da budur. Ayrıca Biden’ın bu anlattıkları “halı bombardımanını” büyük bir pişkinlikle savunan Netanyahu’nun da soykırım suçlusu olduğuna delil teşkil eder nitelikte!
Tek “yamuğu” Gazze değildi
Oğlunun “Pedo Peter” dediği Joe Biden gerçekte pedofilimiydi bilmiyorum elbette. Ama o yüzyılın en büyük patolojik sahtekarlarından biriydi ve tek “yamuğu” Gazze değildi. Ukrayna’da da bu “becerilerini” sergilemişti. 21 Ekim 2016’da, yani daha ABD Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, Amerikan düşünce kuruluşu “Dış İlişkiler Konseyi’nde” (CFR) organizasyonun Başkanı Richard N. Haas’a, Ukrayna’yı darbe sonrası nasıl Amerikan kuklası haline getirdiklerini anlatıyor, oğlunun telefon konuşmaları ve yazışmalarda ortaya çıkan rüşvet ilişkisini soruşturan Ukrayna Başsavcı’sını görevden aldırışını bir sömürge valisi edasıyla ballandıra ballandıra dillendirebiliyordu.
Biden, Barack Obama’nın Başkan Yardımcılığını yürüttüğü dönemde oğlu Hunter Biden’ın rüşvet aldığı Ukrayna menşeli enerji firmasıyla ilişkilerine müdahil olmuştu. Hunter Biden aylık 50 bin dolar maaşla Ukrayna’da enerji şirketi Burisma’nın yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Aynı şirketin yönetim kurulunda görev yapan ve şirketin 3 numarası kabul edilen Vadym Pozharskyi’nin, Mayıs 2014 tarihli bir e-postasında Hunter Biden’a, “etkinizi şirketimizin yararına nasıl kullanabilirsiniz?” diye sorduğu, 17 Nisan 2015 tarihli e-postasında ise, kendisine babasıyla görüşme ayarladığı için teşekkür ettiği ortaya çıkmıştı. New York Post gazetesinde de kendisine yer bulan bu eposta örnekleri ve iddialar üzerine Kiev’de savcılar da harekete geçmiş ve Biden’ı soruşturmaya başlamışlardı.
Ancak Baba Biden, Burisma'yı ve oğlunu soruşturmak isteyen başsavcıyı görevden almaları için Ukrayna hükümetine baskı yapmayı tercih etmiş, bunu da daha sonra marifetmiş gibi “böyle dedim tehdit ettim” filan diyerek ortalıkta anlatmıştı. Amacına ulaşan Biden yıllar sonra oğlunun ülkesinde vergi kaçırmak, evrakta sahtecilik ve usulsüz silah edinmek gibi toplam dokuz suçtan suçlu bulunup hapse girme ihtimali kesinleşince de “ABD, olasılık ve ikinci şans vaadi üzerine inşa edildi,” diyerek Başkanlık yetkisini kullanmış ve oğlunu affetmişti.
‘Yardımların yarısı Demokratlara gitti’
Bu arada ABD Biden döneminde Kiev yönetimine yüz milyarlarca dolar para akıtmıştı. Eski bir Polonyalı Bakan Yardımcısı olan Piotr Kulpa, Ukraynalı gazeteci Lana Şevçuk’a 2024 yılı Kasım ayı sonlarında yaptığı açıklamada, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımın yarıya yakın tutarının aklanarak yeniden seçilmek isteyen Demokratlara geri gönderildiğini iddia etmişti. Kulpa’ya göre, yolsuzluğa batan sadece Ukrayna değil, Amerikalı Demokratlardı. “Amerikan yönetimlerinin Afganistan’da da 2 trilyon doları bu ülke için mi yaktığını zannediyorsunuz” diye soran Kulpa, Donald Trump’ın göreve geldikten sonra bu yolsuzluk batağını iyi soruşturması gerektiğini dile getiriyordu.
Söz konusu iddialar, Beyaz Saray’ın Ukrayna’ya 275 milyon dolarlık yeni yardım paketini açıkladığı günlerde dile getirilmişti. Ancak sadece bir Polonyalı eski Bakan tarafından ifade edilmemişti. Ukrayna lideri Volodimir Zelenski de bir Ukrayna radyosuna geçen Kasım ayında yaptığı açıklamada, “Bize tahsis edilen askeri yardımın yarısını bile almadık,” demişti.
Biden’ın başkanlığı döneminde darbeyle ve dolarla Kiev’de bir kukla rejim inşa eden ABD ve İngiltere yönetimleri, 2022 Mart’ında İstanbul’da taraflar arasında varılan barış mutabakatının resmileşmesinin engellenmesinin de mimarları olmuştu. Ukrayna heyetini memleketlerine “başardık” duygusuyla gönderen barış mutabakatı, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un birkaç gün içinde Kiev’e yaptığı ve “arkanızdayız, siz savaşa devam edin” mesajı verdiği bir ziyaretle engellenmişti. Biden, Boris Johnson ile birlikte 1 milyona yakın Ukraynalının yok yere hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin de yaralanmasına yol açmıştı. Ukrayna’nın bütçe harcamalarının yüzde 90’ına yakınını finanse eden Batılı ülkelerin siyasi elitleri, barış olanağı defalarca önlerine gelmiş olmasına rağmen -sırf Almanya ile ilişkileri fazla ilerletti diye Moskova’yı -ve tabii beraberinde Berlin’i- zafiyete uğratmak adına ülkenin genç nüfusunun bir “hiç” uğruna yok edilmesine yeşil ışık yakmışlardır.
Aslında Biden döneminin mirasının izini sürmek için ABD’den çok uzak coğrafyalara gitmeye de gerek yok. Onun giderayak Tiktok’u da karartan Başkanlık dönemi, koltuğa kendisinden sonra serbest seçimlerle gelmek isteyen meşru bir aday için bile hayati riskler üzerinden ilerlemek durumunda kaldığı, suikast girişimleriyle boğuşup “kurşun yediği” bir dönem oldu. Evet artık Jenosit Joe yok. Ve bu iyi haber. Gerçi, önümüzde beklenenden daha zorlu günlerin gelmekte olduğu şeklinde bir de kötü haberim var, ama onu başka bir yazının konusu yapalım.
/././
Türkiye’ye yakışır bir “insan hakları” kurumu: Jest ve mimik kaç kelepçe eder?-Gökçer Tahincioğlu-
Devletimizin insan haklarını savunmakla görevli kıldığı kurum olan TİHEK’e bakın… Kelepçeleneceği sırada “jest ve mimikle” sinirli olduğunu gösterdiği için altı kez ters kelepçelenmeyi hak etmiş Besna Tosun… Basit bir aramayla önünüze onlarca fotoğraf düşmesine rağmen altı kez kelepçelendiği anlaşılmıyormuş…
Memleketimize has, güzel adetlerden biri bilmezden gelmek, görmezden gelmektir. Doğrucu konuşmalara bayılırız:
“Evet, Beşiktaş Belediyesi’ne operasyon yapılmasına neden olan firma kamu kurumlarından da ihale almış ama bu firmalar bazen yanlış işi gizlemek için doğru iş yaparlar…”
“Yargıyı yıpratmayalım. Yargıyı yıpratan bu söylemler bağımsızlığa zarar veriyor…”
Pek kolaydır, pek ikna edicidir ve pek çoktur…
* * *
Ama bazen insanın yine de nutku tutuluyor işte.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu adında bir kurumumuz var. Kısaca TİHEK diye anılıyor. Birçok kişi ismini bile ilk kez duyuyordur.
Ama binaları, üyeleri, müthiş olanakları var. Öyle hemen üzerinden geçmeyin. İnsan hakları gibi yüce bir kavram üzerine kurulmuş neticede…
TİHEK’in faili meçhul, gözaltında kayıp, işkence vs. gibi konularda pek fazla kararını görmek mümkün değil. Bu konularda verdiği istisnai kararlarda da bugüne kadar memleketteki hak ihlallerini düzeltici bir rol oynadığı söylenemez. Olsa olsa meşrulaştırıcı, zemin hazırlayıcı bir işlev görüyor kararları.
Tüm bunları biliyoruz elbette, biliyoruz bilmesine de yine de gerçekten insanın bazen nutku tutuluyor.
* * *
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da nutku tutulmuş olacak ki önceki gün bir açıklama yaptı. TİHV, “cezasızlık yolunu açarak işkence ve diğer kötü muameleyi önleme mücadelesine zarar veren TİHEK’in ‘Ulusal Önleme Mekanizması’ kapsamında sürdürmekte olduğu soruşturma görevinin sonlandırılmasını istedi ve mağdurlara da TİHEK’e başvuru yapmama” çağrısında bulundu.
Düşünün, memleketin insan hakları alanında çalışan en ciddi kuruluşlarından biri, devletin bu alanda çalışması için kurduğu kuruma başvuru yapılmaması için çağrı yapıyor.
* * *
Nutkumuzun tutulmasına, TİHV’nin çağrı yapmasına neden olan karar pek taze, 12 Aralık 2024’te TİHEK 1. Daire tarafından verildi.
Başvuruyu yapan isim, babası kaçırılarak öldürülen, yaşamı boyunca babasının katillerinin bulunması için Galatasaray Meydanı’na çıkarak barışçıl biçimde eylem yapan Cumartesi Anneleri’nden Besna Tosun…
Anımsanacaktır… Neredeyse 30 yıldır Galatasaray Meydanı’nda sivil ve barışçıl eylemleriyle faili meçhullerin hesabını soran, yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri’nin meydana çıkması, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından garip biçimde yasaklanmıştı.
Cumartesi Anneleri, uzun bir süre bu yasağa karşı hukuk mücadelesi verdi.
Ve sonuçta Anayasa Mahkemesi, iki ayrı kararında, Cumartesi Anneleri’nin meydana çıkmalarının anayasal bir hak olduğuna hükmetti.
* * *
Anayasa’yı, Anayasa Mahkemesi’ni dinleyen kim. Burada hukuk, sadece meşrulaştırmak için kullanılıyor.
AYM kararını umursamayan Beyoğlu Kaymakamlığı, her hafta Cumartesi Anneleri için ayrı bir yasaklama kararı aldı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, ellerinde AYM kararıyla Galatasaray’a gelmek isteyen Cumartesi Anneleri’ni bu karar doğrultusunda her hafta gözaltına alarak saatlerce, 40 derece sıcağın altında gözaltı aracında bekletti.
Bu döngü, İçişleri Bakanlığı’nın AYM kararı doğrultusunda, kararı tam da uygulamadan Cumartesi Anneleri’ne sınırlı olarak izin vermesiyle son buldu. Sınırlı sayıda insan abluka altına alınmış meydana çıkarak her cumartesi basın açıklaması yapabiliyor.
Cumartesi Anneleri
* * *
Yasak günlerinde, 14 Ekim 2023’te, Cumartesi Anneleri, yine ellerinde AYM kararıyla meydana çıkmak istediler.
Polisin tavrı sertti.
Gizlenecek bir sertlik değil, onlarca kamera, fotoğraf var ortada.
Abisine sert biçimde müdahale edildiğini gören Besna Tosun, polisleri engellemek için olay yerine yönelirken engellendi ve kelepçelendi.
Bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil tam altı kez…
Altı ayrı kelepçe Besna Tosun’un bileklerindeydi. Ve öylece durmaktan başka bir eylemi yoktu.
* * *
Besna Tosun, bu hukuksuz müdahaleyi TİHEK’e taşıdı. TİHEK’in verdiği karar insan hakları literatürüne geçebilecek kadar dramatik.
Uzunca bir karar ama başlıklarla özetleyelim. TİHEK önce eldeki delilleri sıralamış:
- Sürpriz değil elbette, TİHEK’in görüntüleri istediği ilçe emniyet müdürlüğü, hard diskin belirli kapasitede görüntü saklaması, kapasitesi dolduğunda otomatik olarak en eski görüntüyü silip yerine yeni görüntüyü kaydetmesi sebebiyle ellerinde görüntü olmadığını bildirmiş. TİHEK elbette bu eskimeyen, tarihi gerekçeye inanmış…
- Her hafta, cumartesi günleri İstiklal Caddesi’ndeki bütün esnaf tek tek tembihlenmesine rağmen onların güvenlik kamerası görüntüsü de yokmuş…
- TİHEK, onlarca gazetecinin alandaki varlığına rağmen onlardan da görüntü almaya gerek görmemiş.
- Eldeki tek görüntü Besna Tosun tarafından verilen görüntüymüş…
- İstanbul Emniyeti’nden gelen görüntüler dosyaya eklenmiş ancak karardan anlıyoruz ki oradan da çok sınırlı bir görüntü gelmiş.
* * *
Delil araştırması bu kadar.
Kararın, değerlendirme bölümüne gelmeden önceki kısımları da vahim.
Anayasa Mahkemesi kararı resmen TİHEK tarafından yok sayılmış.
Beyoğlu Kaymakamlığı’nın AYM tarafından “hak ihlali” sayılan yasak kararı esas alınarak, uzun uzun polisin bu karar doğrultusunda nasıl da haklı müdahale ettiği, müdahale etmeden önce nasıl da haklı uyarılarda bulunduğu anlatılmış.
Yargıtay’ın ve TBMM’nin yok saymasına alışmıştık ama TİHEK tarafından bile yok sayılan AYM’nin de varlık nedeninin sorgulanmasında fayda var.
* * *
Kararın tarihe geçecek kısmına gelince.
Besna Tosun’un kötü muamele gördüğü iddiası değerlendirilirken, sadece kelepçelenmesi esas alınmış.
Polisin zor kullanma yetkileri tartışıldıktan sonra da şu yorumlar yapılmış:
- Başvuran tarafından sunulan video kaydının incelemesinde; kolluk güçleri tarafından toplanan grubun etrafının sarıldığı, başvuranın bu esnada ‘işkence uyguluyorlar bize diye’ görüntüyü kaydeden kameraya karşı bağırdığı, bunun üzerine erkek bir polis memuru ile aralarında sözlü tartışmanın yaşandığı, yine aynı esnada başvuranın elinin başka bir kadın polis memuru tarafından kelepçelenmeye çalışıldığı ancak başvuranın polis memuru ile sözlü tartışması esnasında jest ve mimik hareketlerinde bulunması sebebiyle kadın polis memurunun elini kelepçeleyemediği, bunun üzerine erkek polis memurunun diğer yöne doğru hareketlendiği, daha sonra tekrar gelerek başvuranla tartışmaya girdiği, başvuranın kolunu bükerek ellerinin arkadan kelepçelenmesi yönünde harekette bulunduğu ve diğer polis memurlarının talimat doğrultusunda kelepçelemeyi gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır.
- Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir… Bilgi ve belgelerde yasaklamanın gerçekleştirildiği alanın sosyal, ekonomik, dini ve idari açıdan önemli bir yer teşkil ettiği, önceki yıllarda terör faaliyetlerine konu olduğu bir bütün olarak göz önüne alındığında, kolluk güçleri tarafından kelepçe takılmasının makul olduğu değerlendirilmektedir.
- Başvuran, ellerinin arkadan kelepçelenmesine ek olarak bu işlemin üst üste altı kelepçe takılması yolu ile gerçekleştiğini belirtmektedir. Ancak, başvuranın bu iddiasını destekler bir kanıt sunmadığı görülmüş ve video kaydında da altı kez kelepçe takılması işleminin gerçekleştiği hususu anlaşılamamıştır. Bu noktada izlenen görüntülerden, başvuranın elinin kelepçelenmesi işleminin; başvuranın polise karşılık vermesi, sinirli bir halde gerçekleştirdiği jest ve mimik hareketleriyle elinin kelepçelenmesine engel olması, olayın geçtiği caddenin birçok açıdan işlek ve önemli bir konumda bulunduğu hususları birlikte göz önüne alındığında makul bir tedbir olduğu ve kötü muamele yasağının ihlal edilmediği değerlendirilmiştir.
- A. T.’ye (Besna Tosun’un abisi) polis tarafından müdahalede bulunulduğu görülmüştür. Ancak polisin müdahalesinin, başvuranın öne sürdüğü darp etme şeklinde olmadığı anlaşılmaktadır. İlgili video kaydından, A.T.’nin hareketleri nedeniyle kolluk güçleri tarafından etrafının sarıldığı ve zapt edilmeye çalışıldığı, A.T.’nin başının öne eğilerek, ellerinin kelepçelendiği anlaşılmaktadır.
Besna Tosun'un kelepçelendiği andan bir kare
* * *
Devletimizin insan haklarını savunmakla görevli kıldığı kuruma bakın…
- Kelepçeleneceği sırada jest ve mimikle sinirli olduğunu göstermek polise direnmekmiş. Jest ve mimikle… Bu nedenle altı kez ters kelepçelenmeyi hak etmiş Besna Tosun…
- Altı kez kelepçelendiği anlaşılmıyormuş… Oysa basit bir arama ile onlarca fotoğraf düşüyor önünüze. Zahmet edilmemiş…
- Anayasa Mahkemesi kararı hiçmiş. İstiklal Caddesi’nde eylem yapılamazmış. Elinde mahkeme kararı olan biri, hakkını savunamazmış.
- Direnmiyorsa bile insanlar kafası eğilerek, iki büklüm yapılarak kelepçelenebilirmiş.
* * *
Bütün bunların yer aldığı kararın ilk kısmı trajik kalıyor. Bununla bitsin yazı:
“Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun amacı; insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir.”
/././
80 milyon kişi çırılçıplağız, farkında mısınız?-Eray Özer-
Şu anda 80 milyon insan birilerinin ekranında hepimiz çırılçıplak duruyoruz aslında. O kişilerin dijital tehdidine, şantajına -henüz- maruz kalmadıysak sıra bize gelmediğinden. Yaklaşık bir hafta önce kurulan Siber Güvenlik Başkanlığı'nın hızla tüm paydaşları bir araya getirmesi, bir yol haritası çıkarılması, yaşanan sızıntıyla ilgili süreci ve alınan önlemleri şeffaf bir şekilde medyayla paylaşması gerekiyor.
Geçenlerde YouTube’da 140journos’un “Panel” isminde bir belgeseli yayınlandı. Belgesel hakkında sosyal medya birtakım eleştiriler de oldu.
Konuyla ilgili uzmanlıkları olduğunu sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarından anladığımız bazı kişiler belgeselde bazı anlatıların “abartı” içerdiğinden bahsetti.
Ben bu tartışmalara girmeyeceğim. Hem bu konuda bir uzmanlık sahibi değilim hem de meselenin bu kısmı beni çok da ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren kısım şu: Biz “Panel” belgeselinden o veya bu şekilde, o veya bu mecradan Türkiye Cumhuriyeti’ndeki 101 milyon kişinin verisinin çalındığını öğrendik.
Bu rakama anladığım kadarıyla yurt dışında yaşayanlar, Türkiye’de geçici kimlik numarası verilenler vs… de dahil.
Çalanlar olayın gerçekleştiği 2022 yılında henüz 15-16 yaşlarında olan çocuklar. Belgeselde verilen sızma kaynağı olarak “e-nabız” uygulaması gösterildiği için Sağlık Bakanlığı bunu yalanladı.
Beni bu yazı özelinde işin bu kısmı da ilgilendirmiyor. Sadece burada sorumluların hesap vermesinin büyük önem taşıdığını belirterek geçiyorum.
Netice itibarıyla, -sosyal medyada belgeseli eleştiren uzmanlar da dahil- herkes gördüğüm kadarıyla 101 milyon insanın verilerinin çalındığı konusunda hemfikir.
Üzerimize kayıtlı telefonlar, TC Kimlik numaralarımız, ikamet adresimiz, anamızın babamızın telefonları ve ikamet adresleri, yine üzerimize kayıtlı tapular, araçlar…
Bunların hepsi şu anda birilerinin bilgisayarında duruyor.
Toplamda 25 gigabayt büyüklüğündeki bu veri bir şekilde illegal, mafyavari yapıların eline geçmiş durumda.
Hatta alınıp satılıyor. T24’ten Cengiz Anıl Bölükbaş bizzat bu satıcılarla bağlantıya geçerek bunun haberini de yaptı.
Fiyat “sıkı” müşteri olur da, çok veri sorgularsanız veri başına 70TL’ye kadar düşmüş durumda. Standart “ücret” ise 150 TL ile 350 TL arasında değişiyor.
Yine “Panel” belgeselinden öğrendiğimize göre bu verileri satın alan meslek grupları arasında avukatlar başı çekiyor.
Amacım pek tabii ki bir meslek grubunu zan altında bırakmak değil. Nitekim kendi de bir avukat olan Umut Zorer X’te yaptığı bir paylaşımla 2022 yılında kendine iletilen bir mesajda verilerin özellikle avukatlara “MERNIS 2022” adı altında satıldığını tespit edip o dönemde beklemeden suç duyurusunda bulunmuş ve sonuç alamamış bir isim.
Zorer, verileri satanlarla yazışmaları dahil kendine verilen IBAN adreslerini, kart numaralarını, kısacası her türlü delili savcılığa ilettiğini belirterek savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını X’te şöyle ifade ediyor:
“Savcılık iki hafta içerisinde soruşturmasını tamamladı ve "herhangi bir kişisel verimi vermediğim", "verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğine ve bu bilgileri kullanan kişilerin dolandırıcı olduğuna ilişkin delil bulunmadığı", "telefon numarasının UYAP'ta bulunmadığı", "zararımın bulunmadığı", "ŞÜPHELİ ŞAHISLARIN HUKUKİ MAHİYETTE YARDIM AMAÇLI İLGİLİLERİN BİLGİLERİNİ PAYLAŞILDIĞI TESPİT EDİLDİĞİ" gerekçeleri ile KYOK kararı verildi. KYOK kararını ekliyorum.”
Halbuki o zaman gecikmeden önlem alınmış olsa belki de verilerin bu kadar yayılmasının önüne geçebilecektik.
Ben de birkaç avukat arkadaşımla konuştum. Onlar da bu verilerin satıldığından haberdar, hatta özellikle icra takibi yapan bazı avukatların karşı tarafın mal varlığını tespit etmek -ve gerektiğinde karşı tarafa gözdağı vermek- amacıyla bu verileri satın aldıklarını anlattılar.
Devam ediyorum. Yine belgeselde de görüşlerine yer verilen gazeteci İbrahim Haskoloğlu, Sağlık Bakanlığı’nın yalanlamasına rağmen panellerde kendi sağlık verilerinin görüntülendiğini, askerde aldığı ilacın bile bu panellerde görüntülenebildiğini öne sürdü ve X hesabından bu bilgilerin paylaşıldığı panellerin ekran görüntülerini paylaştı.
(Bu arada Haskoloğlu’nun paylaştığı ekran görüntüsünde ilaçların alım tarihinin 2023 yılı olması da ayrıca ürkütücü. Yani belgeselde anlatılan ve 2022’de yaşandığı anlaşılan veri sızıntısının devamı gelmiş. Belki de sürekli sızıyor bu veri, bilmiyoruz.)
Altını çiziyorum: Birileri aldığımız ilaçları dahi görüntüleyebiliyor.
Yine Haskoloğlu çekip X’ten paylaştığı bir videoda geçen yılın, yani 2024’ün mart ayında “devletin hiçbir zaman bahsedemeyeceği (ismini zikredemeyeceğini anlıyoruz buradan) bir kurumunun daha değerli verilerinin de çalındığını” söylüyordu.
Bunun üzerine devletin istihbarat birimleri harekete geçmiş ve olaya karışanlar hızla yakalanarak ağır hapis cezaları almışlardı.
Bu güzel bir gelişme. Lakin bırakalım ne olduğunu bilmediğimiz “hassas” verileri, en alelade görünen verilerin bile bugün ne kadar tehlikeli bir araca dönüşebileceğini gelin size bir örnekle anlatayım:
Fransa’da geçenlerde ismi açıklanmayan fakat “Anne” olarak anılan 53 yaşındaki bir kadın sadece yapay zeka fotoğraflar sayesinde Brad Pitt’le yazışmakta olduğuna inandırıldı. Kanser tedavisi gören Pitt’in (Anne’e gönderilen fotoğraflar arasında hastanede tedavi gören Brad Pitt fotoğrafları vardı) Angelina Jolie’yle devam eden boşanma davası nedeniyle fonlarına erişemediğine ikna oldu ve Hollywood yıldızına tedavisi için 830 bin euro göndermeyi kabul etti.
“Anne de amma salakmış ya” deyip geçmeyin. Düşünün, bugün yapay zeka sesi çok kolay bir şekilde klonlayabiliyor.
Türkiye’de oğlunun veya kızının telefonundan “Anne/baba, çok acil şu kadar paraya ihtiyacım var. Şu IBAN’a hemen atar mısın” diye bir sesli Whatsapp mesajı alan kaç ebeveyn sizce “Bir dakika ya, bu evladımın sesi olmayabilir, sesini klonlamış olabilirler” diye şüpheye düşer?
Dolayısıyla bir cep telefonu bilgisinin bile büyük önem taşıdığı bir çağda yaşadığımızı anlamamız lazım. İkamet, sağlık bilgileri, mal varlığı… Bunlar kötü ellerde bir felakete neden olabilecek önemde bilgiler.
Şimdi bunu söyleyince beni “nasıl bir ülkede yaşadığımı bilmemekle” yahut “fazla naiflikle” itham edenler olacak biliyorum ama yine de yazacağım: Sesin klonlanabildiği, sahte videoları üretmenin çocuk işi olduğu böyle bir dünyada, nasıl oluyor da bize ait bu kadar mahrem bilgiler açıkta alınıp satılırken yer yerinden oynamıyor gerçekten anlayamıyorum.
Belki TC Kimlik No’larımız dahil her şeyin değişmesi gerekiyor.
Belki açıktaki verilerin dolaşımını engellemek yahut tüm bilgisayarlardan silinmesini sağlamak için dünya çapında yazılımcılarla çalışmak gerekiyor.
Belki bu işin de bir sabotaj yöntemi vardır, sahte verileri piyasaya sürerek suyu bulandırıp verilerin ticaretini anlamsız hale getirmek gerekiyor.
Bilmiyorum. Sadece akıl yürütüyorum.
Bildiğim ve emin olduğum şu: Bu gerçekten bir milli güvenlik sorunu.
Bu veriler üzerinden şantaja uğrayan, taciz edilen, tecavüz edilen kız çocuklarını gördük, okuduk.
Şu anda 80 milyon insan birilerinin ekranında hepimiz çırılçıplak duruyoruz aslında. O kişilerin dijital tehdidine, şantajına -henüz- maruz kalmadıysak sıra bize gelmediğinden.
Yoksa hepimiz birilerinin insafına bağlı bir şekilde sıramızı bekliyoruz.
Yaklaşık bir hafta önce Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Siber Güvenlik Başkanlığı kuruldu.
Geç bile kalındığını söyleyebiliriz. Bu başkanlığın hızla tüm paydaşları bir araya getirmesi, bir yol haritası çıkarılması, yaşanan sızıntıyla ilgili süreci ve alınan önlemleri şeffaf bir şekilde medyayla paylaşması gerekiyor.
Belki farkında değiliz ama dediğim gibi 80 milyon insan şu anda çırılçıplağız.
Bu “Türkiye’de neler oluyor, bunun da olmasına hiç şaşırmadım” diyerek geçiştireceğimiz bir mesele değil!
Şaşırın, korkun, tedbir alın ve konunun takipçisi olun, olalım. Lütfen.
İyi haftalar.
NOT: Yapay zekanın tehlikeli ellerde bir silaha dönüşebileceğinden Prof. İlker Birbil’le T24 Youtube kanalında yaptığımız söyleşide de bahsettik. Buradan (https://youtu.be/CitZVcZAF5g?si=Clyq3rPYG4L5f03J ) izleyebilirsiniz.
/././
Dizi sektöründe ‘tekelleşme’ bir sonuç; “Oyuncu tayfası ter kokan insanlarla birlikte olmak istemiyor”-Candan Yıldız-
İhracat büyüklüğü 1 milyar dolara ulaşması beklenen dizi sektöründe tekelleşme sorunu bir sonuç ve sadece belli yapım şirketleri ya da belli cast ajanslarıyla sınırlı değil.
Ünlü isimlerin menajeri olan Ayşe Barım’ın odağa alındığı ‘tekelleşme’ iddialarının çok ötesinde bir durum var gibi…
Tartışmanın fitili ateşleyen kişi iktidara yakın bir kalemdi.
Sektörden insanların verdiği bilgiye göre 2023-2024 arası dizi sektörünün ihracat büyüklüğü 600 milyon dolar. Bu rakamın 2025’te 1 milyar dolara çıkacağı tahmin ediliyor.
İştahı kabartan bir pasta… Yapım firmaları ve televizyonlar arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde, meselenin pay kapma savaşıyla da ilgisi olabilir.
Ama meselenin yargı konusu yapılmasına itirazım var.
Gazetecilik mesleği için de geçerli olan bütün sorunlar dizi-sinema sektörü için de geçerli.
Gazetecilikte kayırmacılık, ekipçilik, yüksek paralar, siyasi tarafgirlik yok mu, medya kuruluşları arasında haksız rekabet yok mu?
Bakınız kamu reklamlarının dağılım pastasına…
ID İletişim sahibi Ayşe Barım’a ilişkin iddialar, olsa olsa mesleki etiğin konusudur.
Çok sayıda meslek örgütü bu konuda şu ana kadar açıklama yapmadı.
Ünlü isimlerle sınırlı tutulan tartışmanın görünmeyen kısmını Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) gündeme getirdi.
Sendika, İstanbul’daki merkezinde yaptığı açıklamada “birbirini suçlayan tekelleşmiş yapıların” emek sömürüsünde ortak olduğunu, bu firmaların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından denetlenmediğini, çok sayıda sektör çalışanının ödenmeyen ücretler, uzun çalışma saatleri nedeniyle sendika üzerinden dava açtığını söyledi. Örneğin eskiden haftalık ödemeler yapılırken şimdi bölüm başına ödeme yapılıyor ki bir bölüm bazen 1,5 hafta sürebiliyormuş.
‘İçerde’ dizisinde ‘Çoşkun’ karakteriyle daha da tanınan Nebil Sayın’la konuştum gündemdeki tartışmayı.
Nebil Sayın bazı cast ajanlarının ya da menajerlerin ‘tekelleştiği’ ile ilgili söylentilerin kulağına geldiğini söyledi:
“Bir tekelden bahsedilirdi hep. Belli yapımların belli kanallarda belli kadrolarla çalıştığını görüyoruz. Bu bir tercih de olabilir. Çünkü seyirci belli alışkanlıklarından vazgeçmeme eğiliminde. Bu adamı koyuyorum reyting yapıyorum der böyle devam eder. Kendi adıma 9 yıldır her sezon bir dizi çekiyorum. Menajerim de işini düzgün yapan biri. Beni yapımcılara zorla sattığını düşünmüyorum. İddialara suç olarak bakmıyorum. Ama hakkaniyete aykırı bir durum söz konusu. Başrolün kimin oynayacağına sponsorlar karar verir öncelikle. Yapımcı ve cast direktörleri oyuncu ararlar. Yönetmen sadece o güruhta bir elemandır. Ona bazen bunu alalım mı derler, o da belki.”
Yeliz Vurgun, Galip Görür, Nebil Sayın
Sine-Sen Başkanı Galip Görür de ‘tekelleşme’ tartışmalarıyla ilgili şunları söyledi sorularım üzerine: “Birileri tekelleşiyor, siyasi yandaşlık ya da başka ilişkiler üzerinden. Daha güçlü hale geliyorlar. İrili ufaklı cast ajansları da kayıt ücreti alıyor. Çok talep var. Kimi firmalar ise yardımcı oyunculara iki ay, beş bölüm başına ücret almayın, ayağınız alışsın, sana daha iyi rol vereceğim vaatlerinde bulunuyor. Ama arka planda büyük rakamlar dönüyor. Çalışma saatleri büyük sorun bu sektörde. Ev arkadaşım dekor şefi. Eve yürüyemez halde geliyor. Çok zor meşakkatli bir sektör. Görece kaşeler yüksek diyorlar ama değil. Yeri geliyor bu insanlar altı ay bir yıl, iki yıl işsiz kalıyorlar. Kimi oyuncuların çok yüksek kaşeleri var. Kimi görüntü yönetmelerinin de… Biz onlar niye alıyor demiyoruz alsınlar, biz niye düşük kaşe alanlar var diyoruz. Çalışma saatlerimiz sorun, uzun süre çalışılmadığı ve sigorta primleri düşük yatırıldığı için emeklilikte geriye düşüyorlar. Kimileri emekli olamadan hayatını kaybediyor. Mağdur olan, kaşesini alamayan çok sayıda insan var. Davalarını biz takip ediyoruz. “
Yönetmen Hakan Gürtop da siyasetin setlere nasıl sirayet ettiğinden bahsetti: “Parmaklıklar Ardında dizisini yaptım. Cast istemiştim Ayşen Barım’dan. Kendi istediğim oyuncuyu aldım. Ayşe Hanım karışmadı. Üstelediği oluyordu ama ben şu isim daha uygun dediğim anda o oluyordu. Sonra Osmanlı Tokadı dizini çekerken bana Rabia tokadı attıracaksın dediler. Çekmem dedikten sonra bir daha TRT’den bana iş gelmedi. “
Oyuncu, 1967’den bu yana sinema sektöründe olan Necmettin Çobanoğlu da menajerlik sisteminin sahte bir sistem olduğunu ifade ederken mevcut duruma dair şunları paylaştı: “Oturmamış bir sistem, yasal mevzuatı da olmadığı için insanlar dilediği gibi hareket ediyor. Ben 2012’den beri politik olarak yasaklıyım. Hem kamera arkasında hem de kamera önünde ‘üst’ olmak isteyen insanlar var. Devletin sinema ve kültür alanına lojistik desteği de yok. Kanun da olmadığı için birileri bu pastadan süper bir şekilde yararlanır. Oyuncu hemen ünlü olmak istiyor. Bu reji grubunda da yönetmen grubunda da var. Sektörümüzün örgütlenmesi gerekiyor. Birbirine saygısı gerekiyor. Çünkü oyuncu tayfası ter kokan insanlarla birlikte olmak istemiyor. Bu çok acı bir şey. Teknik ekip ağır iş yapar. Yeri gelir malzeme taşır. 17 saat çalışır. Tabii terler. “
Peki bütün bu sorunların yanı sıra bütün dizi/sinema çalışanları için sendika ne istiyor?
Talepleri şöyle:
1) İş yeri ve çalışma süresi bakımından işverene bağlı olan emekçiler sigortalı çalıştırılmak zorundadır. Makbuz kesmeye zorlanması kabul edilemez.
2) Asıl işin, alt işverene taşere edilmesi yasalara aykırıdır. Sigorta primi gerçek ücretten yatırılmalıdır ve vergi kaçağına son verilmelidir.
3) Ücretler haftalık ödenmelidir. Film emekçilerine bölüm başı ücret ödenmesi kanunlara uygun değildir.
4) Bir işçiye, günde 11 saatten fazla çalışma yaptırılması yasaktır. Neredeyse tüm setler bu yasayı ihlal etmektedir.
5) Haftada 45 saatin üzerindeki çalışmalar için işçilerin rızası alınmalı ve fazla mesaisi ödenmelidir.
6) işçilerin emekli olabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
7) Mobbing, taciz, ayrımcılık, cinsiyetçilik, çocuk emeği istismarına son verilmelidir.
8) Emekçilerin sömürülmesinin engellenmesi için gerekli olan grev ve toplu sözleşme hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır. 20 bin kişi olduğu tahmin edilen güzel sanatlar işkolu, 4 milyon işçinin bulunduğu 10. işkoluna bağlandığı için, film alanında faaliyet gösteren bir sendikanın %1'lik barajı aşması mümkün değildir.
9) Özellikle yapım ve cast şirketleri hakkındaki ihbarlar dikkate alınmalı en az yılda 1 kere denetlenmelidir. Tekelleşmelerine müsaade edilmemelidir.
10) Dizi ihracatından elde edilen büyük gelirin yine film sektörü için kullanılması ve özellikle emekçilerin lehine kullanılması sağlanmalıdır.
11) Telif hakları devredilemez olmalı ve ödemeler denetlenmelidir.
12) Yaratıcılığı ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan tüm sansür uygulamaları kaldırılmalıdır. Türkiye sinemasının özgünlüğü sağlanmalıdır.
13) Dizi süreleri en fazla 60 dakika olarak sınırlandırılmalıdır. RTÜK kuralları bu çerçevede revize edilmelidir.
/././
Korku duvarının ardı özgürlüktür!-Tuğçe Tatari-
Ülkede kaçakçılar, sahtekârlar, mafyalar cirit atıyor ama ‘reklam aşkı’ iddiasına göz açtırılmıyor! İçinde yaşamasan gülersin…
Ülkede hukuk, adalet, yargı düzeni, bu düzenin işleyen ayakları ve iş görüş biçimleri bizlerin uzundur anlamaya, adlandırmaya çalıştığımız bir yeni sistemin işleyişi. Yeni bir sistem diyorum ama aslında buna dilim de çok varmıyor, çünkü sistem yeni de değil.
Uzundur süregelen ve toplumun her katmanının önceleri sessizce şimdilerde ise iliklerine kadar ürpererek izlediği bir sistem.
Asla bir hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan, demokrasi ile yönetilen bir sistemin işleyiş modeliyle yakından uzaktan ilişkisi kurulamayan bu sistemde belediye başkanı da olsanız, başarılı bir oyuncu da olsanız yanmanız an meselesi!
Üstelik yanmanız için akıl kârı bir gerekçeye de ihtiyaç duyulmuyor.
Aklı evvelin biri çıkıp uydur kaydır bir fantastik yazı yazıyor ve bir anda ülkenin uyuyan tüm hücreleri harekete geçiyor.
Sosyal medyada konu köpürtüldükçe köpürtülüyor, adeta satanik eylemlere vardırılan birtakım uyduruk komplo teorileri dolaşıma sokuluyor.
Yazılanların çoğu doğru olsa dahi suç teşkil etmeyen, ispatsız, dayanaksız dedikoduların ucu bir anda yurt dışına çıkış yasakları, banka hesaplarının kontrolleri, ifade vermek üzere adliyeye çağırılmalara varıyor.
Adliyeye çağrılan bir çifte “reklam ilişkiniz mi var” diye sorulan bir soruşturma…
İnsan yazarken bile bu saçmalık gerçekten nasıl yaşanabiliyor diye hayret ediyor.
Diyelim ki öyle bir ilişki var! Peki reklam ilişkisi hangi kanunda suç teşkil ediyor acaba ve koskoca yargı sistemini ne sebeple alakadar ediyor iki insanın ilişkisi?
Bir anda ünlü bir gazeteciyi saçma sapan gerekçelerle ev hapsine tıkmakla, ünlü bir menajeri işinde başarılı olduğu gerekçesiyle yargılamak arasında hiçbir fark göremiyorum.
Ayşe Barım günlerdir konuşuluyor. Anlatılanlara bakıyorsun Ayşe Barım pek de iyi kalpli biri değilmiş sonucuna varıyorsun.
Diyelim ki öyle! Ama iyi kalpli olmamak ne zamandan beri suç sayılıyor o sorunun cevabını bulamazsın.
Kaldı ki oldukça vahşi koşullarda ayakta kalmanın çok zor olduğu o ışıltılı dünyada çok da iyi olsan zaten bu kadar da yükselemezsin diye düşünmeden edemiyor insan.
Şimdilerde ülkede yaşanan her şaibeli olayı Ayşe Barım’a yazıyorlar.
Yayın yasağı talebini de reddediyorlar, belli ki üzerinde tepinilmesi isteniyor. İzlerken korkuyor insan, neredeyse evden çıkmadan bir hayat yaşayacağız. Bir şekilde iktidara yakın birine denk gelip, onun çıkarlarını tehdit ederiz de bizi de ezer geçerler korkusuyla yaşıyoruz hepimiz.
Bakınız istedikleri belediyelere gözlerini kırpmadan el koyuyorlar, gücünden rahatsız olduklarını bir saniyede alaşağı ediyorlar.
Bunların yaşanması için eskiden muhalif olmak şartı vardı, artık tam olarak öyle bir kriter de aranmıyor. Zira Seranay Sarıkaya ülkenin toplumsal meselelere duyarsız kalmasıyla eleştirilen isimlerinden biri. Yıllardır söylüyoruz Kürt illerindeki belediyelere el konulduğunda ülkecek ayağa kalksaydık iş bu noktalara varamayacaktı.
Şimdi bakalım CHP’li belediyeleri korumak için sokağa dökülecek milyonlar bulunabilecek mi? İlk gazeteci operasyonları başladığında tüm ülke ayaklansaydık Özlem Gürses ayağında kelepçeyle ‘seyirlik bir malzeme’ yapılmayacaktı. Şimdi “ama o da çok kötü bir insan” demek yerine “ortada bir suç yok” diyemezseniz tüm film sektörünün başına geleceklerin de önünü açmış olacaksınız.
Ülkede kaçakçılar, sahtekârlar, mafyalar cirit atıyor ama ‘reklam aşkı’ iddiasına göz açtırılmıyor!
İçinde yaşamasan gülersin!
Eskiden sadece bizlerin dilinde olan ama şimdilerde Ekrem İmamoğlu’nun dahi diline pelesenk ettiği söz -ya hep beraber ya hiçbirimiz- ülkenin kaderi oldu!
Madem öyle şunu da hatırlatmakta fayda var o halde, korku duvarını aştıktan sonrası özgürlüktür! Ya korkarak, sinerek bu işkenceyi çekeceğiz ya da özgürleşmek için yerimizden kalkacağız, seçim bizim!
/././
Açılım demezken -Hasan Göğüş-
Türkiye’de komplo teorileri meraklıları, hâlâ hop deyince hemen BOP’u sorumlu tutuyorlar. Kimse endişe etmesin ne YPG/PYD’nin ne de “Kürtler doğal müttefikimizdir” diyen İsrail’in Türkiye’yi parçalamaya gücü yeter.
Açılım, herhangi bir konuyla veya sorunla ilgili olarak düşünce ve uygulamalarda yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri veya yenilikleri yapmak veya yeni bir bakış açısı getirmek anlamına geliyor. Yakın geçmişte dış politikada çok sayıda açılım yaptık. Afrika açılımı, Latin Amerika açılımı, Yeniden Asya açılımı vs. Bu açılımlar, dış politikamıza olduk olmadık yerlere büyükelçilik açmak haricinde bir değişiklik, yeni bir bakış açısı getirdi mi? Hiç sanmıyorum.
İç politikada da Ermeni açılımını, Alevi açılımını gördük. Ama tabii ki en önemli açılımı ise, 2013-2015 yılları arasındaki Kürt açılımı ile yaşadık. Başarısızlıkla neticelenen o tarihteki Kürt açılımından bugün akıllarda kalan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İbrahim Tatlıses ve şarkıcı Şivan Perwer’in el ele tutuşup kollarını havaya kaldırdıkları fotoğraf ve “Megri Megri” şarkısı oldu.
Şivan Perwer, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve İbrahim Tatlıses
Bahçeli’nin başlattığı yeni Kürt inisiyatifi
Bu kere TBMM’nin yeni yasama döneminin açılış oturumunda Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Halkların Eşitlik Ve Demokrasi Partisi (DEM) milletvekillerinin oturdukları sıralara giderek ellerini sıkmasıyla başlayan yeni bir Kürt açılımına tanık oluyoruz. Ancak bu kere açılım veya süreç sözcüklerinin kullanılmasından özenle kaçınıldığı dikkat çekiyor. Oysa Suriye devriminden sonra ortaya çıkan yeni koşulların gerektirdiği değişiklikler ve ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla hükümlü Öcalan’ın doğrudan muhatap alınması, hatta TBMM’ye davet edilmesi yeni bir bakış açısı anlamına geldiğinden, Bahçeli’nin önerisi tam da sözlüklerdeki açılım tanımına uyuyor.
İmralı ve Edirne ziyaretleriyle devam eden son inisiyatife tam bir isim verilebilmiş değil. En fazla yakıştırılan ve Cumhur İttifakı’nın tercihi “Terörsüz Türkiye.” DEM tarafı ise ısrarla barış temasını öne çıkarıyor. Selahattin Demirtaş Edirne’deki DEM heyetiyle görüşmesinden sonra yaptığı ve sekiz kez barış kelimesini kullandığı sosyal medya paylaşımında süreci, “Demokratikleşme, Barış ve Kardeşlik” olarak tanımlamış.
Adı ne olursa olsun, gelişmeleri tarihi bir fırsat olarak niteleyen de var, ucu görünmeyen karanlık ve tehlikeli tünel benzetmesi yapanlar da. Sürecin terör örgütünün silahları bırakması karşılığında Öcalan’ın bir şekilde İmralı’dan çıkarılmasıyla sınırlı kalacağına inanmak biraz zor. Kapalı kapılar arkasında neler konuşuluyor? Zaman içerisinde torbadan neler çıkacak? Pek az kimse biliyor. Bilenler de konuşmuyor.
Fransa’da azınlıklar
Yılbaşı tatilinde birkaç emekli büyükelçi arkadaşımla birlikte Paris’teydik. Fransa’da farklı kaynaklardan gelen azınlık sayılabilecek çok sayıda topluluk var. Bunlardan birincisi özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fas, Cezayir, Tunus gibi Magrip ülkelerinden Fransa’ya göç edenler. İkinci grup Kongo, Senegal, Çad, Fildişi Sahili ve diğer deniz aşırı ülkelerdeki eski Fransız sömürgelerinden gelenler. Bir diğer grup 1960’lı yıllardan itibaren Fransa’da çalışmaya gelen başta Türkler olmak üzere göçmen işçiler. Sonuncusu ise Breton’lar, Korsikalılar, Normandiyalılar, Oksidanlar gibi Fransız kökenli olmayan ve Fransa’nın farklı bölgelerinde yaşayan yadsınamayacak bir kesim. Görüldüğü üzere, Fransa’nın toplum yapısı, Türkiye’den çok daha fazla mozaik. Ancak bu toplulukların hiçbiri Fransa tarafından azınlık olarak tanınmayıp Fransız toplumunun bir parçası sayılıyor.
Fransız olma bilinci
Fransa’da hizmet sektörünün neredeyse tamamında azınlık topluluklarına mensup insanlar istihdam ediliyor. Paris’te bulunduğumuz bir hafta içerisinde karşılaştığım oteldeki resepsiyonistlerle, restoranlardaki garsonlarla, bindiğim taksilerin şoförleri ile yaptığım kısa sohbetlerde “Nerelisiniz?” diye sorduğumda, istisnasız hepsi yüzlerinden aslen Fransız olmadıkları aşikâr olmasına rağmen, önce “Fransızım” diye cevap verdiler. Biraz ısrar edince koyu tenli olanlar Afrikalı olduklarını söylediler. En sonunda ailelerinin geldikleri ülkeyi itiraf ettiler.
Fransa ve Türkiye’nin azınlık anlayışları
Fransa ile Türkiye’nin azınlıklara yaklaşımları büyük benzerlikler gösterir. Her iki ülke de ulus-devlet temeline dayanan üniter sisteme sahipler. Kolektif azınlık hakları yerine, azınlıklara mensup kişilerin bireysel haklarından söz ederler. Tek bir resmi dil tanırlar, eğitim resmi dilde verilir. Kamusal alanda resmi dil kullanılır. Atatürk’ün “Türkiye, Türklerindir” sözünün benzerini eski Fransa cumhurbaşkanlarından sosyalist Mitterand, “Fransa Fransızlarındır” diyerek tekrarlamış.” Türkiye de Fransa da Avrupa Konseyi çerçevesinde hazırlanan 1995 tarihli “Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme”yi bugüne kadar imzalamadılar. Ama Fransa azınlık olarak tanımadığı tüm farklı toplulukları tek bir kimlik altında birleştirebilmiş.
Gelelim Türkiye’ye. Acaba kaç Kürt, Çerkez veya Boşnak kökenli vatandaşımız kimlikleri sorulduğunda önce, “Türküm” diye cevap verir? Fransa’nın başarıp da, Türkiye’nin yapamadığı nedir? Bu sorununun yanıtının temelinde galiba demokratik haklar ve özgürlükler meselesi yatıyor. Fransa, ihtilalin ünlü “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” sloganının ışık tuttuğu 250 yıllık bir demokrasi geleneğine sahip. Türkiye’nin ise kör topal ilerleyen 80 yıllık bir demokrasi tecrübesi var. Fransa siyasi çok kültürlülüğe müsaade etmemekle birlikte özellikle bireysel bağlamda çok kültürlülüğe saygı duyan bir ülke. İnsanların özel yaşamlarında özgürlüklerine müdahale edilmesi söz konusu olmuyor. Cumhuriyetçi geleneğe sahip Fransız ulusal devleti etnik ve inanç farklılıklarına dayalı kültürel çeşitliliğin özel yaşamda sürdürülmesini hoş karşılıyor. Türkiye’de ise uzun yıllar insanların kendi dillerinde şarkı dinlemelerine izni verilmedi. Kürt sözcüğünden öcü gibi korkuldu.
Baş suçlu Büyük Orta-Doğu Projesi mi?
Terörsüz Türkiye inisiyatifiyle birlikte meşhur Büyük Orta-Doğu Projesi (BOP) yeniden gündeme gelmeye başladı. Yok efendim, Suriye üçe bölünüp ayrı bir Kürt devleti kurulacakmış, Orta Doğu’da 22 devletle birlikte Türkiye’nin de sınırları değişecekmiş, bu nedenle elimizi çabuk tutup Kürt meselesini bir an önce çözmek gerekiyormuş.
BOP’un temeli Bush döneminin ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice’ın, 7 Ağustos 2003 tarihinde Vaşington Post gazetesinde “Orta-Doğu’yu Dönüştürmek” başlıklı bir makalesine dayanıyor. Makalenin hiçbir yerinde sınırların değişmesinden söz edilmemiş. Prof. Dr. İlhan Üzgel, yıllar önce kaleme aldığı makalelerinde BOP’un Türkiye’de iyi analiz edilmediğinden yanlış algılandığını, özü itibarıyla Orta Doğu’da güçlenen İslamcı hareketleri küresel sisteme entegre etmek amacı taşıyan BOP’un, Mısır örneğinde olduğu gibi otoriter rejimlerin iş başına gelmesini önlemede başarısız kalması üzerine esasen 2013 yılında tamamen rafa kaldırıldığını dile getiriyor.
Türkiye’de komplo teorileri meraklıları hala hop deyince hemen BOP’u sorumlu tutuyorlar. Kimse endişe etmesin ne YPG/PYD’nin ne de “Kürtler doğal müttefikimizdir” diyen İsrail’in Türkiye’yi parçalamaya gücü yeter.
Bahçeli’nin “Öcalan PKK’ya silah bırakma çağrısı yapsın” önerisinin üzerinden yaklaşık iki ay geçti. Ortada henüz somut bir netice yok. Şimdilik 2013 yılındaki süreçten tek farkın Şivan Perwer’in fotoğraftan çıkması ve “Megri Megri”nin yerini “Urfalıyım ezelden” şarkısının almış olması gibi görünüyor.
/././
Esnek çalışma modeli hazırlıkları sürüyor: Çalışma saatleri kısalmayacak
Hükümetin üzerinde çalıştığı esnek çalışma modeline yönelik hazırlıklar sürüyor. Esnek çalışmanın kapsayacağı iş gruplarının kanunla tanımlanacağı ve çalışma saatlerinin kısalmayacağı ifade edildi.
AKP esnek çalışmaya özellikli yeni tanım getirecek yasal düzenleme hazırlığı yapıyor. Belli meslek gruplarını kapsayacak esnek çalışma modeli ile ilgili önümüzdeki günlerde işveren temsilcileri ve sivil toplum örgütleri ile görüşülecek.
Ekonomim'den Besti Karalar'ın haberine göre esnek çalışma modeli ile çalışma saatleri kısalmayacak. Esnek çalışma modelinin hangi iş gruplarını kapsayacağı kanunla tek tek tanımlanacak.
AKP kaynakları, “Esnek çalışma denildiğinde ilk akla çalışma saatlerinin kısaltılması geliyor. Öyle bir şey yok. Olamaz da. Son günlerde esnek çalışma modeli ile ilgili haberlerde çalışma saatlerinin kısaltılacağına yönelik iddialar doğru değil, kamuda çalışma saatlerinin kısaltılması söz konusu değil. Esnek çalışma belli meslek dallarını kapsayacak. Esnek çalışmaya özellikli tanım getirecek bir çalışmamız var” dedi.
Esnek çalışma modelinin, tekstil ve imalat alanında ara eleman olarak çalışan grupları, bazı mühendislik dallarında, çağın mesleği haline gelen ve daha çok gençlerin alanı olan dijital alanların kullanıldığı meslek gruplarını, eğitim alanında akademik çalışmalar yapanları, yazılımcı gibi meslek gruplarını kapsaması bekleniyor.
***
(T-24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder