İş kazası ve meslek hastalığı geçiren işçilere bağlanan aylık nasıl dörtte üç oranında düşürüldü ve nasıl gözden kaçtı?-Meltem Öztürk-
Asgari ücretle çalışan bir işçi, 1 Ekim 2008’den önce kaza geçirerek yüzde 25 oranında iş göremez hâle geldiğinde 749 lira 70 kuruş bağlanıyordu. Aynı işçinin kazayı ‘bir gün sonra’ geçirdiği varsayıldığında bağlanacak aylık 187 lira 42 kuruşa düşüyor. Eski kanun yürürlükte olsa 18 bin 203 lira 85 kuruş aylık alacak olan aynı işçiye şu anda yürürlükte olan kanuna göre 4 bin 550 lira 96 kuruş aylık bağlanıyor!
İş kazası geçirerek mesleklerini eskisi gibi sürdüremeyecek hâle gelen işçilere, SGK’nın bağladığı aylıklarda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte neredeyse dörtte üç (3/4) oranında bir düşüş gerçekleşmiştir.
Yanlış duymadınız! İşçilerin tabi olduğu mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nda iş kazası neticesinde meslekte kazanma gücünü en az yüzde 25 oranında kaybeden işçilere SGK’nın bağlayacağı aylık bakımından bir alt sınır getirilmişti. Bu da brüt asgari ücretin yüzde 70’i idi.Yerine getirilen kanun bu alt sınırı kaldırdı. Böylelikle iş kazası geçiren, meslek hastalığı sonucunda engelli hâle gelen işçilerin çok büyük kısmına bağlanan aylıklar dörtte üç oranında düştü.
Muazzam aylık farkı örnekleri
Asgari ücretle çalışan bir işçinin, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden bir gün önce kaza geçirdiğini ve yüzde 25 oranında iş göremez hâle geldiğini varsayalım. O gün yürürlükte olan Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre bu işçiye en az 749,70 TL aylık bağlanabilecekti. Aynı işçinin kazayı bir gün sonra yaptığını varsaydığımızda ise, bağlanacak aylık 187,42 TL’sına düşmektedir. Bir de günümüzün parasal değerleriyle kıyaslayalım. Aynı işçiye şu anda yürürlükte olan kanuna göre bugün 4 bin 550 lira 96 kuruş aylık bağlanırken, eski kanun yürürlükte olsaydı, en az 18 bin 203 lira 85 kuruş aylık bağlanacaktı. Görüldüğü gibi fark muazzam düzeydedir.
“Koltuk değneğini fırlatarak isyan edenler…”
Bu konu, iş kazası geçirerek engelli hâle geldikten sonra SGK’nın kendilerine bağladığı düşük aylık sebebiyle depresyon geçiren işçileri görmekten psikolojisinin bozulduğunu söyleyen bir SGK memuru tarafından önüme getirildi. “Koltuk değneklerini fırlatarak, bu parayla nasıl evleneceğiz,nasıl ev geçindireceğiz diye ağlıyorlar” dedi memur. Bu bilgilendirme üzerine konuyu çeşitli akademik çalışmalarda gündeme getirmiş olmama rağmen hâlâ bu konuda farkındalık oluşmadığını görmek üzücü. Umuyorum, bu makaleyle sorun muhataplarına ulaşır.
Bu değişikliği tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya uygunluğu bakımından uzun uzun tartışabiliriz. Ama bir gazete makalesine bu tartışmayı sığdırmamız imkânsız. En azından, hukuk güvenliği ilkesinin yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan inançla destekleneceğini söyleyebiliriz.
SGK, yıllarca verdiği taahhüdü bir günde değiştirdi
İş kazası geçiren kişilerin birçoğu 1 Ekim 2008 tarihinden önce de sigortalı olan kişilerdir. İşverenleri, bu işçiler adına sigorta primi ödemiştir. İşverenin bu yükümlülüğü yerine getirmesinin karşılığı olarak SGK da kaza gerçekleştiğinde işçiye aylık bağlamayı taahhüt etmiştir. Bu aylığın nasıl hesaplanacağı da bu taahhüdün içindedir. Bu bakımdan, SGK bir yükümlülük altına girmiştir. Söz konusu değişiklik ise yıllarca verilen bir taahhüdün kapsamını bir günde değiştirmiştir. Belirtilen tarih öncesi ve sonrasında oluşan bu eşitsizliği haklılaştıracak bir sebep bulmak gerçekten çok zor. Nitekim bu işçilerden, 1 Ekim 2008 tarihi öncesinde kaza geçiren arkadaşlarına bağlanan geliri emsal göstererek kendilerine bağlanan aylığa itiraz edenlerin, sonuç değişmediğinde SGK koridorlarında ağladıklarını söylemişti aynı memur.
Sosyal güvenlik tarihinde bu denli büyük bir değişikliğin dikkatlerden kaçmış olması da en az değişikliğin kendisi kadar çarpıcı. İyi bir sosyal güvenlik sisteminde kanun koyucu sosyal sigorta hakları üzerinde bu düzeyde müdahalede bulunma yetkisine sahip olamaz, olmamalı da. SGK’nın bir kamu kurumu olması, zaman zaman devletin sisteme kaynak desteği yapabiliyor oluşu bu denli müdahaleye olanak tanımamalıdır. Sosyal sigorta sistemi, taraflarını asıl olarak “sigortalı, işveren ve SGK’nın oluşturduğu” ve “prim-edim dengesine” dayanan bir ilişkiye dayanıyor çünkü. Tıpkı özel kişiler arasındaki ilişkiler gibi.
Üstelik Anayasa, devlete sosyal güvenliği sağlayacak önlemleri alma yükümlülüğü getirmiştir. Bu önlemler, mevcut hakların kapsamını genişletmeye yönelik olmalıdır, söz konusu değişiklikte olduğu gibi mevcut hakkı ölçüsüzce daraltmaya değil.
Nasıl gözden kaçtı?
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, köklü değişiklikler yaratması sebebiyle, henüz tasarı düzeyindeyken pek çok kurum ve kişi tarafından incelendiği hâlde nasıl olup da böylesine önemli bir değişiklik gözlerden kaçmıştır? Kanımca bir sebebi, yapılan değişikliğin hesaplama yapıldığında ortaya çıkması olabilir. Nitekim bu durum SGK’da görevli şef tarafından önüme getirildiğinde, hesaplama tekniğini öğrenmem için rehberliğe ihtiyaç duymuştum. Diğer bir sebebi de karmaşık, değişken, genelge ve yönetmeliklerle dolu mevzuatı sebebiyle, hukukçuların sosyal sigorta hukukundan uzak durması olabilir. Nitekim mahkemeleri en çok meşgul eden dava türleri arasında sosyal sigorta davaları ön sıralarda yer alırken, uzman hukukçu sayısı oldukça azdır. Muhtemelen bu yüzden söz konusu tasarı, tasarı kanunlaştıktan sonra da kanun, yeterli sayıda uzman hukukçunun denetiminden geçme imkânı elde edememiştir.
Sosyal sigorta kanununda yer alan “maaş, aylık, gelir, ödenek” gibi kavramların çokça birbirine karıştırıldığı dikkati çekmektedir. Nitekim bu makalenin konusunu oluşturan “aylık”ın kanundaki karşılığı “sürekli iş göremezlik geliridir.” Ama siz değerli okuyucuların konuyu daha kolay anlaması bakımından aylık kavramını kullanmayı tercih ettiğimi belirtmeliyim. Hukuksal açıklamalar yapmaktan, hesaplama tekniğinden söz etmekten, kanun maddeleri vermekten özellikle kaçınarak konuyu ana hatlarıyla takdim ettiğimi de eklemeliyim. Yoksa bu konu bir hukukçu tarafından, akademik ya da hukuki bir metinde bu şekilde anlatılmaz. Akademik üslupla yazılsa okuyucular tarafından kolay anlaşılmaz. Nitekim üç ayrı çalışmada gündeme getirdiğim hâlde bu konunun gündem oluşturamaması da akademik çalışmaların okunurluk düzeyinin azlığından, teorinin uygulamaya uzanamamasından kaynaklanmaktadır.
SGK aylıkları ve sosyal yardımlar karşılaştırmasında çarpıcı durum!
Bu aylığın dörtte üç oranında düşürülmesi yanında çarpıcı bir durum daha var ki o da sosyal yardımlarla karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablodur. Örneğin bugün iş kazası geçirerek yüzde 40 oranında sürekli iş göremez olan bir işçiye SGK tarafından 7 bin 281 lira 540 kuruş aylık bağlanacaktır. Aynı oranda engelli olan muhtaç bireylere de devlet, Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla 6 bin 339 lira 36 kuruş sosyal yardım yapmaktadır. Birisi, yıllarca primi alınmış bir sosyal sigorta yardımıyken, diğeri sisteme hiçbir katkısı olmayan kişilere bağlanan bir sosyal yardımdır, bir nevi sosyal sadakadır. Görüldüğü üzere sosyal sigorta yardımının sosyal yardımlarla arasındaki fark çok azdır.
2012 yılında yaptığım bir araştırmaya göre yüzde 40 engeli olan bir kişi 482 TL sosyal yardım alırken, iş kazası neticesinde yüzde 40 engelli hâle gelen işçiye SGK 299,88 TL aylık bağlamaktaydı. O dönem sosyal sigorta yardımları sosyal yardımların çok daha gerisindeydi. Sosyal sigorta yardımlarının, sosyal yardımların çok daha fazla üzerine çıkarılması gereklidir. Bu sonuca sosyal yardımları kısarak ulaşılmaması koşuluyla.
Bu insanları aç mı bırakacağız?
Sonuç olarak iş kazası geçiren ya da meslek hastalığına yakalanan işçileri aldıkları aylıkla geçinebilecek aşamaya getirmek iyi bir sosyal güvenlik sistemi için zorunluluktur. Bu kişilerin aylıkları kesilmeksizin çalışmaları mümkün ise de yeniden iş bulmaları hiç kolay olmamaktadır. Çalışmazlarsa emeklilik şartlarını sağlamaları da neredeyse imkânsızdır. Bağlanan aylıkla geçinmeleri, aile geçindirmeleri de mümkün değildir. Peki bu insanları aç mı bırakacağız? Mesleki bir riske maruz kaldıkları için mağdur olan, engelli hâle gelen fakat sesleri solukları hiç çıkmayan, hatta mahrum bırakıldıkları haklardan da bîhaber olan bu kişiler için bir gündem oluşturma zamanı çoktan geçmiştir.
/././
İstiklal’in ‘öteki’ kahramanları... Cumhuriyet’in 16 Ocak’ı!-Umur Talu-
Tarih ne içeride ne dışarıda… Ne içeriden dışarıya ne dışarıdan içeriye öyle ezbere akıyor. Ulusal olan her şeyin enternasyonal bir bağı, uluslararası olan her şeyin de ulusal bir imzası olabiliyor
Emniyet Genel Müdürlüğü, kendi personeline yönelik iddialar hakkında soruşturmayı tamamladı, müfettiş soruşturma raporunu hazırlayıp İzmir Adliyesi’ne gönderdi. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet’ten ulaşan rapor sonrasında sekiz polis hakkında “görevi kötüye kullanmak” iddiasıyla iddianame hazırlayıp dava açtı; savcılık iddianamesi mahkemece kabul edildi. Savcı, iddianamede yer alan sanıklar hakkında “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmesi” talebinde bulundu.
Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık ve oğlu Dorukhan Büyükışık
“İntihar etti” denilen tek evladı Dorukhan Büyükışık’ın aslında hunharca katledildiğini ortaya çıkaran Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık’ın adalet arayışının en yakın tanığı Büyüteç okurları.
Büyüteç’te birçok kez gündeme getirdiğim üzere; Dorukhan Büyükışık’ın cansız bedeni, İzmir Narlıdere’de 13 Mayıs 2018 günü evinin yakınlarındaki Bulut Orman Evleri adlı projeye ait inşaat alanında bulundu.
İnşaatın sahibi iktidara yakınlığıyla bilinen Tanyer Ailesi olunca soruşturma “intihar” olarak kayıtlara alındı ve kapatıldı.
“Kapatıldı” dedim zira, oğlu Dorukhan’ın intihar etmesini gerektiren süreç yaşanmadığını yakından bilen baba Ethem Büyükışık, ısrarla olayın üzerine gitti. Baba Büyükışık, çabalarının karşılığına, oğlunu kaybetmesinin üzerinden tam altı yıl sonra ulaşabildi.
Dosyanın intihar kaydıyla kapatılmasının üzerine giden Büyükışık, ortaya çıkardığı yeni delil ve belgelerle Dorukhan Büyükışık’ın intihar etmediğini, tam tersine inşaat firmasının çalışanlarınca öldürüldüğünü, olayın da siyasi uzantılar ve bağlantılar kullanılarak firma sahibi aile tarafından üzerinin örtüldüğünü kanıtladı.
Büyükışık’ın girişimleri sonrasında cinayete adı karıştığı tespit edilen kişilerle ilgili İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca adli soruşturma halen devam ediyor.
Yanı sıra, Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), olaya adı karışan İzmir Adliyesi’ndeki yargı mensuplarına yönelik soruşturma yürütüyor. Bu soruşturma da her nedense bir türlü sonuçlanamadı henüz.
Ayrıca Büyükışık, yaşananlarda kusurlu bulunan polislerle ilgili de İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde resmi girişimde bulundu. Emniyet Genel Müdürlüğü, HSK’nın aksine kendi personeline yönelik iddialar hakkında soruşturmayı tamamladı.
Dorukhan Büyükışık’ın yaşamını yitirdiği gece ve sonrasında yapılan işlemlerde ihmali bulunan personelini kapsayan müfettiş soruşturma raporunu hazırlayıp İzmir Adliyesi’ne gönderdi.
Küçük bir ekleme yapayım; polislerin ihmalinin ortaya çıkarılmasında, dönemin Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız’ın hakkını teslim etmek gerekir, kanımca. Görevi sırasında Büyüteç’te sık sık eleştirdiğim Ayyıldız; Büyükışık’a, adaletin -en azından emniyet teşkilatı açısından- sağlanmasında destek veren kamu görevlilerinden oldu.
Devam ediyorum; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet’ten ulaşan rapor sonrasında sekiz polis hakkında “görevi kötüye kullanmak” iddiasıyla iddianame hazırlayıp dava açtı.
2024’ün son günlerinde savcılık iddianamesi, mahkemece kabul edildi.
Savcı, iddianamede yer alan sanıklar hakkında TCK’nın 257/2 maddesindeki hüküm gereğince “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmesi” talebinde bulundu.
İddianamede, olayın gerçekleştiği dönemde ve bölgeden sorumlu Şehit Ayhan Tanrıverdi Polis Merkezi’nde Grup Amiri görevindeki Komiser Yardımcısı Hüseyin Vurucu, İzmir Emniyeti Olay Yeri ve İnceleme Şubesi’nde (OYİ) Büro Amiri görevindeki Komiser Atakan Kaçar, Narlıdere İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde devriye personeli Polis Memuru Fikret Sarıaslan ve Polis Memuru Halil Arslandağ, İzmir Emniyeti OYİ Şubesi’nde OYİ Grup Amiri Komiser Deniz Asıcı ve Polis Memuru Duygu Öztürk Özkan ile Polis Memuru Musa Erikçi, sanık olarak yer aldı.
İddianamede, olay döneminde Şehit Ayhan Tanrıverdi Polis Merkezi Amiri görevinde bulunan ve halen Emniyet Müdürü rütbesindeki İsmail Köksal da sanık oldu.
Bu arada 22 Kasım 2024’teki Büyüteç’te söz konusu polislerle ilgili idari yönden yapılanları şöyle aktardım.
Suçlanan polis müdürü anlatıyor
İddianamede yer alan sanık sekiz polis de görevlerini ihmal etmediklerini öne sürdüler. Olayın polis birimlerine ulaşması, Dorukhan Büyükışık’ın cansız bedeni başta olmak üzere olay yerinde yapılan adli işlemler, sonrasında yaşananlar sanık polislerin iddianamedeki savunmalarında aktarıldı.
İddianamedeki en yüksek rütbeli emniyet personeli olması nedeniyle yer verdiğim İsmail Köksal’ın açıklamaları şöyle:
“(…) Olay tarihinde Şehit Ayhan Tanrıverdi Polis Merkezi Amiri olarak görev yaptım. Şüpheli ölüm olayını nöbetçi memurun haber vermesiyle saat 09.00 sıralarında öğrenerek olay yerine gittim. Olay yerine vardığımda Suç Önleme ve Soruşturma Büro Amirliğin’de görevli Polis Memuru Fikret Sarıaslan ve bir polis memuru ile ölen şahsı sabah bulan inşaat çalışanı vardı. İnşaat halindeki binanın önünde 10-15 metre açıkta inşaat demirleri üzerinde sırt üstü yatar vaziyette yatan 20-25 yaslarında bir erkek şahıs bulunuyordu.
Şahsın ölmüş olduğunun önceden söylendi. Hemen görevlilere çevre emniyeti alarak şeritle kapatmaları talimatını verdim. Cesedin hemen yanında bulunan Ford ibareli kontak anahtarını görünce çevreden park etmiş araçlardan uyumlu olan araç plakalarının sahiplerini arayarak şikayetçi Ethem Büyükışık’a ulaştık.
Ölen şahsın babası olduğunu olay yerine gelince anladık. Maktul oğlunun zaman zaman arabayı alıp kullandığını söyledi. Kendisine metanetli olması gerektiğini, oğlunun inşaat alanında sabah inşaat çalışanları tarafından cansız bedeninin bulunduğunu söyledim. Olayı araştırdık. Güvenlik şeridinin dışından isteği üzerine oğlunu görmesini sağladım.
İnşaatın çatı katında bir cep telefonu olduğunu görevlilerden öğrendim. Kimsenin telefona dokunmaması talimatını verdim. Bilahare çalışmalar bitimi çatıya çıkıp telefonu gördüm. Olay yerinde bulunan tanık olabilecek çalışanların tespit edilerek konuya dair ifadelerinin alınması talimatını verdim. Olay yerini gösteren kameraların bulunduğu konteynırda kamera izlemesi yaptık. Polis Memuru Fikret’in, maktulün olay yerine aracıyla gelişini gösteren görüntüyü gördük. Ancak sabaha kadarki kamera kaydında çıkısını görmedik. Olay yerine gelen Cumhuriyet savcısına ön bilgi verdim.
Cumhuriyet savcısı, olay yerini ve çevresini gören kamera kaydı varsa tespit etmelerini ve dosyaya koymamızı söyledi. Polis Memuru Fikret Sarıaslan ve ismini hatırlamadığım yanındaki görevliye kayıt odasındaki bütün kamera kayıtlarını izlemeleri talimatını verdim. Cumhuriyet savcısı talimat vermediği için kayıt cihazlarının kopyalarını aldırmadım. Talimatıma göre olay yerini gören olay ile ilgili kamera görüntüleri alınıp dosyaya eklendi. Adli Tıp Uzmanı Dr. Gökhan Batuk’u ölü muayenesi sırasında ve devamında şahsın yüksekten düşme neticesi öldüğüne dair herhangi bir yanlış telkin ve yönlendirmede bulunmadım. (…)”
Kapatılan dosyada ortaya çıkan eksikler
Sanıkların savunmalarına karşın, soruşturmayı yürüten savcı ise iddianamede şu görüşlere yer verdi:
“(…) * Olay yeri inceleme ekiplerinin çekmiş oldukları fotoğrafların dizin sırasında bozulma olduğu iddiası yönünden bilirkişi raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere sırada bozulma olmadığı,
* Olay yeri inceleme ekiplerinin çekmiş oldukları birtakım fotoğrafların silindiği yönündeki iddia yönünden bahse konu araç içini gösteren kamera görüntülerin mevcut olduğu, ancak bunların fotoğrafı çekenin bir kısım yansıması nedeniyle dosya içerisine konulmadığı,
* Cumhuriyet savcısının talimatına rağmen ilgili kamera görüntülerinin sağlıklı şekilde incelenmediği, bunların bir örneğinin muhafaza altına alınmadığı,
* Özellikle bilgi sahiplerinin beyanlarına ve dosya içerisinde yer alan fotoğraflara göre aktif olan kameraların tamamının da incelenmediği,
* Bilgi sahibi Murat Köse’nin ifadesinde bazı kamera görüntülerinin incelenmesi için şifrelerinin dahi istenmediğini belirttiği, ayrıca ölene ait tek görüntünün olduğu belirtilen kamera kaydının da alınmayıp olaydan çok sonra inşaat şirketi saha mühendisi Yiğit Aykurt tarafından kolluğa sunulduğu,
* Olay yerinde özellikle dome kameranın, telefonun bulunduğu çatıyı gösterecek pozisyonda olduğunun değerlendirildiği,
* Olay yeri inceleme ekibinde görevli şüphelilerin ise; ölen Dorukhan Büyükışık’a ait aracın iç ve dış incelemesi esnasında parmak izi ve biyolojik svap çalısması yapmadıkları ve ölen Dorukhan Büyükışık’ın yakınında bulunan iki adet sigara izmariti ve sigara paketini biyolojik inceleme yapılmak üzere muhafaza altına almadıkları,
* Parmak izi tespitine dair çekimleri tekniğine uygun yakınlıkta ve açılardan yapmadıkları, bu kapsamda ölüm olayın aydınlatılması konusunda kolluk görevlilerinin gösterdikleri ihmaller sonucu ilgili dosyanın kamuoyunda şüpheye yol açtığı ve toplumdaki adalet duygusunun zayıflamasına neden olduğu, olaya gerekli hassasiyetin bu anlamda gösterilmediği, (…)”
Sanıklara yönelik suçlamalar
Savcılığın, sanıklara yönelik suçlamaları da iddianamede şöyle yer aldı:
“(…) * Emniyet Müdürü İsmail Köksal: Cumhuriyet savcısı tarafından talimatlar verilmesine rağmen olay yerindeki güvenlik kamera kayıtlarının tamamının izlenerek ve kayıt alınarak tutanak düzenletmediği ve ölen şahsın olay yerine geldiğini gösteren kamera görüntülerinin olduğunu bildiği halde görüntü kayıtlarını aldırmayarak tahkikat dosyasına eklenmesini sağlamadığı,
* Komiser Hüseyin Vurucu: Olayla ilgili Cumhuriyet savcısının olay yerindeki emri ve talimatları doğrultusunda, tahkikatın Şehit Ayhan Tanrıverdi Polis Merkezi Amirliği’ne verildiği halde, kendisinin de Grup Amiri olması nedeniyle talimatlar doğrultusunda yapılacak çalışmalardan, olay yerindeki güvenlik kamera kayıtlarının tamamının izlenmesi ve kayıt alınarak tutanak düzenlenmesini sağlamadığı ve ölen sahsın olay yerine geldiğini gösteren kamera görüntüleri olduğunu ifadesinde beyan ettiği halde görüntü kayıtlarının alınarak tahkikat dosyasına eklenmesini sağlamadığı,
* Polis Memuru Halil Arslandağ: Ölen şahsın olay yerine geldiğini gösteren kamera görüntülerinin olduğunu ekip amir vekili olarak bildiği halde görüntü kayıtları ile ilgili tutanak tanzim etmediği ve ettirmediği,
* Polis Memuru Fikret Sarıaslan: Olay yerindeki ölen şahsın olay yerine geldiğini gösteren kamera görüntülerini izlediği ancak görüntü kayıtları ile ilgili tutanak tanzim etmediği,
* Komiser Atakan Kaçar ve Komiser Deniz Asıcı: Bilirkişi raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere ölen Dorukhan Büyükışık’a ait aracın iç ve dış incelemesi esnasında parmak izi ve biyolojik svap çalısması yapmadıkları ve ölen Dorukhan Büyükışık’ın yakınında bulunan iki adet sigara izmariti ve sigara paketini biyolojik inceleme yapılmak üzere muhafaza altına almadıkları,
* Emekli Polis Memuru Musa Erikçi ve Polis Memuru Duygu Öztürk Özkan: Merkez Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği’nin 17 Kasım 2021 tarihli yazı ekinde gönderilen Jandarma Parmak İzi İnceleme Şube Müdürlüğü ile Görüntü İnceleme Kısım Amirliği tarafından düzenlenen Uzmanlık Raporlarında yer alan; ... üzerinde iz görülebilen DSC 7959 numaralı fotoğraf üzerinde iyileştirme sonucu yapılan incelemede, belirlenen biri parmak izi, ikisi avuç izi olmak üzere toplam 3 adet izin mukayeseye elverişli olmadığı” şeklindeki tespitlere göre çekimleri tekniğine uygun yakınlıkta ve açılardan yapmayarak gereken özen ve hassasiyeti göstermedikleri ve ölen Dorukhan Büyükışık’ın yakınında bulunan iki adet sigara izmariti ve sigara paketini biyolojik inceleme yapılmak üzere muhafaza altına almadıkları (…)”
Dosyanın kapatılması için kimler devrede?
Şimdi yanıtı aranması gereken soru şu olmalı: Bu polisler, iddialardaki söz konusu suçları işlerken kendi inisiyatiflerini mi kullandılar? Yoksa sıralı amirlerden talimat mı geldi?
Zaman zaman belirtirim, uzun yıllardır Emniyet’i takip ederim mesleki açıdan. Biraz bu işleri biliyorsam, “yukarıdan” talimat gelmeden bu işler yapılmaz!
Ya da “yukarının” bağlantıları o kadar bilinir ki; alt kadrolar üst yöneticilerin bu bağlantılarına göre konumlanırlar. Talimat gelmese de bireysel pozisyonlarını güçlendirmek amacıyla üst yöneticiler yerine düşünüp hareket ederler.
Yargı aşamasında bu tablo daha netleşecek. Sanıklar kendilerini nasıl savunacaklar, merak konusu.
Son söz, ortaya çıkarılanlar bununla kalmaz/kalmamalı.
Ortada “intihar” denilerek üzeri örtülen ama cinayet olduğu kanıtlanan bir vahim olay var.
Bu ünlü inşaat firmasının sahipleriyle İzmir Emniyeti’nden kimler bağlantılı, kimler tanışık, kimler hatır için çiğ tavuk yemiş? Bunların da gün ışığına çıkarılması elzemdir.
Emekli olup Emniyet’ten ayrılmakla cinayet dosyasından sıyrılmak olmaz!
Tolga Şardan yazdı:
/././
Belediyelere trafik cezalarından pay veriliyor…-Murat Batı-
EDS kurulumu nedeniyle kesilecek trafik para cezalarının yatırım maliyetini karşılayacak düzeye kadar yüzde 30’u, sonrasında yüzde 15’i hizmet bedeli adı altında belediye ve dolayısıyla da şirketlere aktarılması bazı sorulara gebedir. Belediyelerin bunu bir kazanç kapısı olarak görme ihtimalini doğurmakta ve sistemin amacını sorgulamamıza neden olmaktadır.
Araba gibi motorlu araçların gerek şehir içinde gerekse de şehirler arası yollarda trafik kurallarına uymaları gerekmektedir. Hız sınırını geçmeme, hatalı sollamama, takip mesafesini koruma vs. gibi çok fazla kural bulunmaktadır ki bu kuralların olması da gerekmektedir. Bu tip kurallara uyulup uyulmamasının kontrolünü Emniyet Genel Müdürlüğü Elektronik Denetleme Sistemleri (EDS) denilen bir sistemle yapmaktadır.
Buraya kadar bir sorun yok gibi görünüyor lakin iki şeyin açığa kavuşturulması gerekmektedir; bunlardan ilki bu yetki sadece Emniyet Genel Müdürlüğüne mi ait, diğeri ise hız sınırını belirleyen kim?
Kuvvetle muhtemel neden bu soruları sorduğumu merak ediyorsunuzdur. Detaylı açıklamaya geçmeden önce şöyle belirteyim; Emniyet ile belediyeler EDS sisteminin kurulumu ile alakalı ortaklık kurabiliyor ve bu nedenle hız sınırları bölgelere göre standartlaşmayıp farklılaşabiliyor.
Eminim şu an benim aklıma gelen sizin de aklınıza gelmiştir. O zaman konuyu biraz irdeleyelim isterseniz.
Nedir EDS?
Karayollarında, trafik düzeninin sağlanması ve trafik ihlallerinin tespit edilmesi sırasında denetim ve idari yaptırım uygulama faaliyetlerinde kullanılan sistemlere elektronik denetleme sistemleri (EDS) adı verilmektedir. Elektronik denetleme sistemleriyle, kamera kullanılarak hız sınırını aşan, yanlış park eden, ters yola giren vs. araçların görüntüleri alınarak bir tespit yapılıp para cezası kesilmesi için de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderilmektedir.
Temel amaç can güvenliğini sağlamak, olası trafik kazalarının önüne geçmektir. Olması gereken de budur zaten. Ancak…
EDS’leri belediyeler kurup cezadan pay alıyor
7 Eylül 2016 tarihli 6745 sayılı Kanun ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Ek m.16’da yapılan düzenleme uyarınca 7 Eylül 2016’dan itibaren Elektronik Denetleme Sistemleri (EDS) kanalıyla kesilecek trafik para cezaları Emniyet ve belediyelerce paylaşılmaktadır.
Şöyle ki EDS yoluyla kesilecek para cezalarının elektronik sistemlerin yatırım maliyetine ulaşıncaya kadar yüzde 30, sonrasında ise yüzde 15’i belediyelere/şirketlere aktarılacaktır. Daha da önemlisi 2016 yılındaki kanuni düzenleme ile EDS kurulum işlemi özel hukuk kişileri aracılığıyla da yapılabilecek.
Özetle 2016 yılında Karayolları Trafik Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle trafik cezası gelirlerinin nasıl paylaşılacağı belirlenmiş özel hukuk tüzel kişilerinin de EDS kurma yolu açılmıştır.
Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği 25 Şubat 2024 tarihli Resmi Gazete’deki ilanında ve Niğde Belediyesinin 5 Mayıs 2021 tarihli ilanında genel olarak şöyle yazmaktadır; “Tasarruf Hakkı Belediyemize ait …. Belediyesi mücavir alan sınırları içerisinde kalan karayollarında can ve mal güvenliğini sağlamak, düzenli ve güvenli trafik akışını temin etmek üzere kullanılacak Elektronik Denetleme Sistemlerinin, EDS Komisyon Raporunda ….. noktada ortalama hız ihlal tespit sistemi, …… noktada kırmızı ışık ihlal tespit sistemi kurulması ve verilerin Fiber Optik veri transfer yoluyla EDS merkezine aktarılması ve …. İl Emniyet Müdürlüğü'nce kullanılması için Emniyet Genel Müdürlüğü birimine teslimi, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde sistemin devreye alınması tarihinden itibaren ……. yıl süre ile sözleşme süresinde tüm masrafları firma tarafından karşılanmak üzere; tüm bakım, onarım, sistemin 7 (yedi) gün / 24 (yirmidört) saat çalışır halde desteğinin verilmesi, ihlallerin ceza makbuzuna dönüştürülmesi için gerekli dokümantasyon vb. işleri yapmak için gerekli personeli çalıştırma işlerinin Yükleniciye ait olmak üzere işletilmesi işi “HASILAT/GELİR PAYLAŞIMI MODELİ” ile 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 35/a maddesi gereğince kapalı teklif (Eksiltme) usulü ile yapılması için ihaleye çıkartılmıştır. İhale konusu iş; ……. İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince imzalanıp onaylanan aylık trafik ihlalleri listesindeki, trafik idari para cezaları toplamının %30'u oranındaki tutarı olan hizmet kullanım bedeli payı üzerinden hasılat paylaşımı esasına göre yapılacak olup, isteklinin teklif bedeli belediyeye aktarılacak aylık %30'luk hasılat payı (yaklaşık maliyet ödemesi tamamlandıktan sonraki %15’lik hasılat payı) %100 olarak kabul edilerek KDV (Katma Değer Vergisi) Dahil %50 oranı geçmemek şartıyla, en düşük oranı (payı) teklif eden istekliye ihale edilir. Bu oran sözleşme sonuna kadar devam edecektir.”
İhale metni, görüldüğü üzere EDS kurulumunun nerelere yapılacağı, paylaşımın nasıl yapılacağı gibi detayları içermektedir. Bu uygulamayı CHP belediyeleri de AKP belediyeleri de yapmaktadır, politik bir ayrım yok yani.
Peki her yerde aynı hız sınırı mı var?
Eminim benim aklıma gelen sizin de şu an aklınıza gelmiştir; belediyeler, hız sınırını muhtelif yerlerde düşürebilir mi? kötü düşünmemek lazım elbette. Çünkü hız sınırının düşürülmesi ve diğer kurallar, can güvenliği için var ama acaba demekten de kendimi alamıyorum. Çünkü bazı yerlerde çok düşük hızla geçilmesine rağmen hız aşımından ceza kesilebilmektedir. Örneğin Kırıkkale çıkışında (Samsun’a doğru) tüm araçlar kağnı hızında ilerlemekte hatta Samsun yolunda bazı yerlerde hız sınırı çok daha fazla düşürülmüş durumdadır. Hatta ve hatta bu hız sınırı yolun çok kısa bir mesafesi için getirilmiş de olabilir; 200 metresi için vs…
İyi de bunu yapabilirler mi? sorusu için bunun kanuni dayanağına bakılması gerekmektedir. Bunun için de Karayolları Trafik Kanunu m.50’ye bakmak lazım. 50’inci maddede “Motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırları, şehirlerarası çift yönlü karayollarında 90 km/s, bölünmüş yollarda 110 km/s, otoyollarda 120 km/s hızı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenir. İçişleri Bakanlığı yol standartlarını dikkate alarak yukarıda belirtilen hız sınırlarını otomobiller için 20 km/s artırmaya yetkilidir.” denilmektedir. Ancak 50’nci maddenin son fıkrası “yetki verilen kuruluşlar tarafından yönetmelikte belirtilen hız sınırları yol ve trafik durumuna göre azaltılabilir veya çoğaltılabilir.” şeklindedir. Madde hükmünde bahsedilen yönetmelik, Karayolları Trafik Yönetmeliğidir.
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100’üncü maddesinde yerleşim yeri içinde ve dışında hız sınırlarına ilişkin düzenlemeler yapılmış durumdadır. Bu durumda ilgili kurumlar hız sınırlarını muhtelif yerlerde -ki elbette gerekçelendirerek- düşürebilmektedir. Daha da önemlisi belediyeler, bu hız sınırlarını belirleyebilmektedirler. Hal vaziyet böyle iken aynı standartlara sahip yollardan azami geçme hızları farklılaşabilmektedir.
İşte şu an sizin aklınıza gelen benim de aklıma gelmiş durumda. Acaba mı? Bu acaba’ların bir cevaba ihtiyacı var sanıyorum.
Ezcümle EDS kurulumu nedeniyle kesilecek trafik para cezalarının yatırım maliyetini karşılayacak düzeye kadar yüzde 30’u, sonrasında yüzde 15’i hizmet bedeli adı altında belediye ve dolayısıyla da şirketlere aktarılması bazı sorulara gebedir. Belediyelerin bunu bir kazanç kapısı olarak görme ihtimalini doğurmakta ve sistemin amacını sorgulamamıza neden olmaktadır. Yorum sizin…
/././
Elektronik seçimde hangi ülke, ne sorun yaşadı?(V)-Füsun Sarp Nebil-
İlk etapta elektronik oylamanın, seçim süreçlerini kolaylaştıracağı düşünülebilir. Ancak geçmişte yaşanan örnekler, elektronik oylama sisteminde hile yapmanın mümkün olduğunu ve hile olmasa bile güven sorununu gösteriyor.
Günümüzde, demokrasiyi savunmanın en önemli yolu olarak "oy kullanmanın" önemi ve "herkesin seçim gücünü kullanma hakkına" sahip olduğu konusunda hemfikiriz. Bu nedenle seçmenlerin oy kullanmalarını kolaylaştırmak önemli ve elektronik oylama, özellikle uzak bölgelerde yaşayanlara, yabancı ülkelerdeki seçmenlere ve engellilere bunu sağlayabilir. Ancak yaşanan olaylara bakıldığında elektronik oylamanın önemli bir sorununun, dışarıdan manipüle edilme olasılığı olduğunu görüyoruz.
Geçen hafta “Elektronik Oylama Sisteminin (EVM)” ne olduğuna ve nasıl çalıştığına, daha sonra bu elektronik oylama makinalarındaki sorunlara ve en sonunda da hangi ülkelerde elektronik oylama olduğuna, hangi ülkelerde kaldırıldığına bakmıştık. Bu bölümde ise, dünya çapında tespit edilen elektronik oylama sorunu yaşanmış olan vakalara bakacağız.
Dünya çapında tespit edilen elektronik oylama sorunu yaşanmış vakalar
Elektronik oylama sistemleri verimliliği ve erişilebilirliği artırmak için tasarlanmış olsa da, dünya çapında güvenlik açıklarının istismar edildiği ve dolandırıcılık iddialarına veya kanıtlanmış vakalara yol açtığı pek çok durum meydana geldi. Önemli örnekler şunlardır:
Meksika (1988): Meksika'daki seçim sistemi, sonuçların gizemli bir "sistem çökmesi" nedeniyle ertelenmesi ve iktidardaki Kurumsal Devrimci Parti'yi (PRI) kayırmak için hile yapıldığı şüphelerinin artması üzerine hile iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Tamamen elektronik bir hile olmasa da otomatik sistemlerde bazı güvenlik açıkları tespit edildi.
Güney Afrika (1994): Apartheid'i sona erdiren tarihi 1994 seçimleri sırasında, Güney Afrika'nın seçim derleme sistemi hacklendi. Yetkililer doğruluğu sağlamak için oyları elle saymaya başvurdu.
Güney Kore (2012 Başkanlık Seçimi): Ulusal İstihbarat Servisi'nin (NIS) seçimi etkilemek için bilgisayar korsanlığı yaptığı iddiaları ortaya çıktı. Elektronik oylama makinelerine doğrudan bağlı olmasa da, seçimlerde dijital müdahaleyle ilişkili riskleri vurguladı.
Ukrayna (2014): 2014 yılında, Ukrayna'nın merkezi seçim sistemi hacklendi. Yetkililer bir virüs keşfetti ve kaldırdı ve seçim sonuçlarının ihlale rağmen doğru olduğu kaydedildi.
Avustralya (2015, iVote): Araştırmacılar, internet üzerinden oylama için kullanılan Yeni Güney Galler'in iVote sisteminde güvenlik açıkları keşfettiler. Kötü niyetli bir aktörün tespit edilmeden oyları ele geçirebileceğini ve manipüle edebileceğini gördüler.
Uganda (2016): Başkanlık seçimleri sırasında, seçmen baskısı ve elektronik seçmen kimlik sisteminin manipüle edilmesi iddiaları vardı. Sonuçların iletilmesindeki gecikmeler de dolandırıcılık konusunda endişelere yol açtı.
Kenya (2017): Yüksek Mahkeme, sonuçların elektronik olarak iletilmesindeki usulsüzlükleri gerekçe göstererek başkanlık seçimini iptal etti. Muhalefet, bilgisayar korsanlarının sistemi iktidardaki kişiyi kayırmak için manipüle ettiğini iddia etti.
Arjantin (2017): Etik hackerlar, Buenos Aires'te kullanılan elektronik oylama sistemindeki güvenlik açıklarını gösterdiler. Zayıf şifreleme nedeniyle oyların ele geçirilebileceğini ve değiştirilebileceğini gördüler.
Rusya (2021) :Parlamento seçimleri sırasında, Moskova'daki elektronik oylama, gecikmiş sonuçlar ve şeffaflık eksikliği nedeniyle eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Muhalefet liderleri, sistemin sonucu değiştirmek için kullanıldığını iddia etti.
Amerika Birleşik Devletleri (Çeşitli Olaylar):
Diebold oylama makineleri: Diebold'un AccuVote-TS makineleri, araştırmacılar oy manipülasyonuna izin verebilecek güvenlik açıklarını gösterdikten sonra incelemeye alındı. Çalışmalar, fiziksel erişimi olan kişilerin oy sayımlarını değiştirmek için kötü amaçlı kod yükleyebileceğini ortaya koydu.
Georgia, ABD (2020 Başkanlık Seçimi) : Kanıtlanmış bir hile olmasa da, Dominion Voting Systems'ı çevreleyen tartışmalar, sahte manipülasyon iddialarıyla sonuçlandı. Daha sonraki denetimler ve soruşturmalar hileye dair bir kanıt ortaya koymadı, ancak olay elektronik oylama sistemlerinin nasıl yanlış bilginin odak noktası haline gelebileceğini vurguladı.
Colorado (2024): Eski bir ilçe katibi olan Tina Peters, 2020 başkanlık seçimleri sırasında oylama makinelerine müdahale ettiği için dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldı. Seçmen dolandırıcılığını ortaya çıkaracağı iddiasıyla ekipmana yetkisiz erişimi açtı.
Ekvador (2021 Başkanlık Seçimi): Elektronik oylama sistemini hedef alan bir fidye yazılımı saldırısı girişimine dair raporlar ortaya çıktı. Başarısız olsa da, e-oylama altyapısına yönelik sürekli tehdidi vurguladı.
Pakistan (2022): Elektronik oylama makinelerinin (EVM'ler) tanıtılmasıyla ilgili endişeler ortaya çıktı. Eleştirmenler, makinelerin özellikle sınırlı şeffaflık ve yetersiz teknik güvenlik önlemleri nedeniyle kurcalanmaya ve dolandırıcılığa karşı savunmasız olduğunu savundu.
Venezuela (2024) : 28 Temmuz'daki tartışmalı başkanlık seçimlerinin ardından, oy sayım listelerinin açıklanmaması, sandık merkezlerinden tanıkların çıkarılması raporları ve veri iletimini bozduğu iddia edilen büyük bir siber saldırı ile ilgili iddialar ortaya çıktı. Muhalefet iddiaları seçim hilesi olduğunu ileri sürdü ve resmi sonuçlar ile toplanan sayımlar arasındaki tutarsızlıkları öne sürdü.
İlk etapta elektronik oylamanın, seçim süreçlerini kolaylaştıracağı düşünülebilir. Ancak yukarıda saydığımız önemli örnekler, elektronik oylama sisteminde hile yapmanın mümkün olduğunu ve hile olmasa bile güven sorununu gösteriyor.
/././
Erdoğan: İlk çocuğa tek seferlik 5 bin TL, 2'nci çocuk için her ay 1500, 3'üncü ve sonraki çocuklar için her ay 5000 TL yardım verilecek
"Aile ve Gençlik Fonu" ile evlenmek isteyen gençlere 48 ay vadeli, 2 yıl geri ödemesiz 150 bin lira tutarında faizsiz kredi desteği sunulacak.(https://t24.com.tr/haber/canli-erdogan-konusuyor,1209947)
Beşiktaş Belediyesi’ne yapılan operasyonda adı geçen iş insanı, AKP’li belediyelerden de ihaleler almış -Candan Yıldız-
Diyarbakırlı iş insanı Aziz İhsan Aktaş’ın AKP’li Bağlar Belediyesi’nden aldığı ihale suç duyurusuna konu olmuş.
Adını pek duymamıştık. Ta ki Beşiktaş Belediyesi Başkanı Rıza Akpolat’ın gözaltına alınmasına kadar.
Adı Aziz İhsan Aktaş…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddiasına göre ihalelere müdahale eden, rüşvet veren suç örgütünün lideri.
AKP, CHP birçok belediyeden ihale alan bir isim.
Şimdi de CHP’li Beşiktaş ve Esenyurt belediyelerinin ihalelerine bazı belediye yöneticileriyle birlikte fesat karıştırmakla suçlanıyor.
Diyarbakırlı olan iş insanı Aziz İhsan Aktaş, memleketinde ‘Topal İhsan’ olarak tanınıyor.
Eli kolu uzun bir iş insanı.
Çünkü Diyarbakır’da AKP’li Bağlar Belediyesi ile de çalışmış, devletle de, CHP’li belediyelerle de…
Diyarbakır Bağlar Belediyesi’ni hatırlayalım… 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin adayının kazanmasına rağmen Yüksek Seçim Kurulu (YSK), HDP'li aday Zeyyat Ceylan'ın, KHK kapsamında ihraç edildiği gerekçesiyle mazbata alamayacağına, en yüksek ikinci oyu alan AKP’li aday Hüseyin Beyoğlu’na mazbata verilmesine karar verdi.
Hüseyin Beyoğlu emekli bir imam… Belediye başkanı olduktan ‘rüşvet’ soruşturması kapsamında 3 yıl 9 ay hapis cezası aldı.
Hüseyin Beyoğlu ile Aziz İhsan Aktaş’ın yolları nasıl keşişti?
Onu da Beyoğlu hakkındaki suç duyurusundan öğreniyoruz. Bağlar Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, bünyesinde kullanılacak iş makinalarının 3 yıllık kiralanmasına yönelik 26. 09. 2020 tarihinde “Pazarlık usulüyle” ihale açtı.
İstisnai ihale biçimi olan ‘Pazarlık usulüyle’ ihaleyi Barka Atık şirketi kazandı. Barka Atık, Aziz İhsan Aktaş’ın firması.
Suç duyurusuna göre söz konusu ihale kamu zararına neden olmanın yanı sıra, Diyarbakır’daki firmalarda bu ihaleden dışlandı.
“Rekabet ilkesi, ihalelere olabildiğince fazla isteklinin katılımı ve bunu da hiçbir baskı altında kalmadan yapabilmelerini ve isteklilerin serbestçe yarışabilmelerini gerektirir. Ancak mevcut ihalede, sadece 3 firmaya davetiye gönderilmiş, yaklaşık 100 milyon liralık ihale sınırlı sayıdaki isteklinin katılımı sebebiyle yüzde 11,99 gibi çok düşük bir tenzilatla sonuçlandırılmıştır. Bu denli büyük ölçekli bir ihalenin emsallerine göre yüzde 11,99 gibi düşük bir tenzilatla tamamlanması rekabet koşullarının oluşturulmadığının ispatıdır.”
İstanbul-Kadıköy’de olduğunu tespit ettiğim Barka firmasını aradım. Değil bir yetkiliye ulaşmak, bilgi almak bile mümkün olmadı. Sadece Aziz İhsan Aktaş’ın bugün firmaya gelmediğini söylediler.
Şirketin web sitesine baktığımda da sözü geçen Barka Atık, birçok CHP’li belediyenin yanı sıra, Elazığ, Eyyübiye gibi AKP’li belediyelerden de ihale almış. Ayrıca devletten de ihale alan bir firma.
Aziz İhsan Aktaş’la ilgili Diyarbakır’dan bir gazeteci arkadaşım da hatırlatma yaptı.
2023 yılında Diyarbakır Havalimanı'na iniş yapan özel bir şirkete ait jet, pistten çıktı.
İstanbul'dan gelen ve mürettebat ile 1'i çocuk 11 kişinin bulunduğu özel jette iş insanı Aziz İhsan Aktaş olduğu ortaya çıktı.
Konuyla ilgili soruşturma da açıldı. Özel jetin kime ait olduğu yönünde rivayetler çeşitli. Bir iddiaya göre jet Aziz Aktaş İhsan’ın, başka bir iddiaya göre de Kalyon-Güven Havacılık tarafından kiralandı kendisine.
Aziz İhsan Aktaş gözaltına alındı. Bakalım soruşturma Aktaş’ın başka ihalelerine de ulaşacak mı?
/././
Mimar Sinan’da Dezenformasyonla Mücadele Kulübü açıldı: İletişim Başkanlığı iddiaları reddetti; öğrenciler kulübe tepki gösterdi -Can Öztürk-
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (MSGSÜ) İletişim Başkanlığı’nın “Dezenformasyonla Mücadele Kulübü” kurduğu iddialarını başkanlık reddetti. T24’e konuşan İletişim Başkanlığı, üniversitelerde herhangi bir kulüp çalışması olmadığını belirtti. Başkanlığın kulüp iddiasını yalanlamasının ardından iletişime geçilmeye çalışılan kulüp danışmanı Araştırma Görevlisi Dr. Muhammet Ali Kılıç, T24’ün telefonlarını cevapsız bıraktı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde farklı kulüplerin WhatsApp gruplarına atılan üyelik formuyla adı duyulan İletişim Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstereceği iddia edilen Dezenformasyonla Mücadele Kulübü, öğrencilerin tepkisini çekti. Formda yer alan bilgilere göre kulüp, “bilgi kirliliğini engellemek, doğru bilgiye teşvik etmek ve bu alanda farkındalık yaratmak” amaçları çerçevesinde kuruldu. Öğrenciler, kulübün kurulmasını, “MSGSÜ’yü AKP’nin arka bahçesi yapmayı hedefleyen bu oluşumu tanımıyoruz” diyerek reddetti.
Kulübün üniversite içerisindeki baskı ortamını artıracağı söyleyen öğrenciler, üniversite içerisinde bu tip kulüp kurma girişimlerinin, “gericiliği okula sokmaya ve öğrencileri hedef gösterecek alanlar yaratmaya çalıştığını” ifade etti, “MSGSÜ’de gericiliğe asla yer vermeyeceğiz” diyerek kulübe karşı çıktı.
Konuya ilişkin olarak okul öğrencilerinin paylaşımlar yaptığı Politik Baykuş hesabı üzerinden bir açıklama yayımlayan öğrenciler, Dezenformasyon Kulübü’nü “iktidar ve üniversite yönetiminin iş birliği ve üniversitede kazanılmış olan demokratik haklarımıza yapılmış birer saldırı olduğunu biliyoruz. Bizler MSGSÜ öğrenciler olarak üniversitelere sorulmadan açılan ve MSGSÜ’yü AKP’nin arka bahçesi yapmayı hedefleyen bu kulübü tanımıyoruz!” ifadeleriyle kulübü kabul etmediklerini söyledi.
Okulun diğer bir kulübü olan Kuir Baykuş da “MSGSÜ öğrencileri olarak AKP-MHP faşist iktidarının ve kayyım rektörlüğün üniversitemizi yozlaştırmasına izin vermeyeceğiz. Açılan kulüp, bizler için yok hükmündedir” ifadeleriyle kulübü kabul etmediklerini söyledi.
İletişim Başkanlığı’nın eliyle kurulduğu iddia edilen yeni kulübe isyan eden öğrenciler, kulübün idare ve akademisyenler üzerindeki baskıyı da artıracağını söylüyor. T24’e konuşan MSGSÜ öğrencisi, yeni kulüp için “Bu tip kulüpler üniversitelerdeki özgür eğitim ortamının oluşmasına tamamen engel oluyor” ifadelerini kullandı.
Üniversiteden açıklama gelmedi
T24’e konuşan İletişim Başkanlığı kaynakları ise kurulan Dezenformasyonla Mücadele Kulübü ile bağları olduğu iddialarını yalanladı. Başkanlığın iddia edilen bağları yalanlaması üzerine iletişime geçilmeye çalışan kulüp danışmanı Araştırma Görevlisi Dr. Kılıç, T24’ün telefonlarını cevapsız bıraktı. Üniversite yönetiminden ise herhangi bir açıklama yapılmadı.
İletişim Başkanlığı: Biz de dün gördük
İletişim Başkanlığı kaynakları, “Bu konuda yapılan haberleri biz de dün gördük. İletişim Başkanlığı’nın herhangi bir kulübe destek vermesi gibi bir durum söz konusu değil. Bir öğrenci topluluğu kulüp açıklamasında bu ifadelere yer vermiş. Ardından da bazı kulüpler Dezenformasyonla Mücadele Kulübü’nü hedef göstererek paylaşımlar yapmış. Durum bundan ibaret” dedi ve İletişim Başkanlığı’nın kulüp ile bağları olduğu iddialarını yalanladı.
"Kulüp aracılığıyla başkanlığın neleri hedeflediğini de çok net görüyoruz"
Kulüp hakkında değerlendirmede bulunan bir öğrenci şöyle konuştu:
“İletişim Başkanlığı, okulumuzda Dezenformasyonla Mücadele Kulübü adında tamamen hükümetin üniversite içerisindeki etkisini artırmak için açtığı yeni bir ‘kulüp’ kurma kararı almış. Zaten kayyım baskısı içerisinde olan okulumuza bir de İletişim Başkanlığı eliyle böyle bir kulüp kurulmasını reddediyor, kabul etmiyoruz. Bu kulüp aracılığıyla başkanlığın neleri hedeflediğini de çok net görüyoruz. Bu tip kulüpler üniversitelerdeki özgür eğitim ortamının oluşmasına tamamen engel oluyor. Öğrenciler, idareciler ve akademisyenlerin üzerine baskı kurmaktan başka amacı olmayan bu kulübü kabul etmiyoruz. Ellerinizi okullarımızdan çekin”
***
TOGO Kuleleri kararı: İstinaf, kuleler hakkında "edinilmiş hak" tespitinde bulundu, "inşaata devam" dedi
Ankara Bölge İdare Mahkemesi, eski Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş arasında "rüşvet" polemiğinin yaşanmasına neden olan TOGO Kuleleri'nin yıkımı hakkında nihai kararını açıkladı. Mahkeme, TOGO Kuleleri'nin kaba inşaatının bittiğini, yüzde 75'inin tamamlanmış olduğunu ve çatısının kapatıldığını vurgulayarak, "Edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir" dedi.
Habertürk'ten Yasemin Güneri'nin haberine göre TOGO Kuleleri’nin yıkılmasına karar veren Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin işlemine karşı açılan davada, Ankara 17. İdare Mahkemesi, keşif ve bilirkişi incelemesi yaparak dava konusu yıkım kararını iptal etmişti.
Mahkeme kararına karşı yapılan itiraz reddedildi. Kararla birlikte kulelerinin yapımına devam edilecek. İstinaf, TOGO Kuleleri’nin kaba inşaatının bittiğini, yüzde 75’inin tamamlanmış olduğunu ve çatısının kapatıldığını vurgulayarak, “Edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir” ifadesini kullandı.
Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek döneminde, TOGO Kuleleri'nin bulunduğu taşınmazın imar planları yapılarak inşaat izni verildi. 2019 yılında göreve başlayan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile inşaatın sahibi eski Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün arasında ise “rüşvet” polemiğinin yaşanmasına neden olan kulelerin yıkım kararına ilişkin nihai karar istinaftan çıktı.
İmar planı iptal edilip yıkım kararı verilmişti
Yavaş, göreve başladıktan 3 yıl sonra Gökçek zamanında yapılan planları iptal etmişti. Ardından TOGO Kuleleri’nin inşaatını mühürlendi ve yıkımına karar verildi. Alanda, inşaat yoğunluğunun düşürüldüğü yeni plan ile inşaat ruhsatının iptali ve yıkım kararı da yargıya taşındı.
Ankara 17. İdare Mahkemesi, yıkımı yeni planı şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB), bu karara karşı istinaf başvurusunda bulununca dosya Ankara Bölge İdare Mahkemesi, 5. İdari Dava Dairesi’ne geldi. Daire, 6. İdari Dava Dairesi ile yaptığı ortak heyet sonunda ABB'nin başvurusunun reddine karar verdi.
"Tartışılması gereken husus, kazanılmış hakkın varlığının nasıl değerlendirileceği"
TOGO Kuleleri ile ilgili yargılama sürecinde tartışılması gereken esas konunun “kazanılmış hak” olduğuna dikkat çeken Ankara Bölge İdare Mahkemesi, gerekçeli kararında şu ifadelere yer verdi:
“Burada tartışılması gereken husus; imar planının yargı kararı ile iptali üzerine yapı ruhsatı alınarak yapımına başlanılmış olan inşaatın ilgili idarece yapı ruhsatının iptal edilerek mühürlendiği tarih itibariyle ‘tamamlanmış’ olması durumunda kazanılmış hakkın varlığının nasıl değerlendirileceğidir. Davalı idarece ilk kez 27/01/2020 tarihinde dava konusu taşınmazlara ilişkin yapı ruhsatlarının iptal edildiği, ruhsatların iptali öncesinde düzenlenen tespit tutanağı ve yapı tatil tutanağında yapıların yüzde 75’inin tamamlanmış vaziyette, yani inşaat bitirme seviyesi itibariyle mekanik ve elektrik tesisatına ait kalan yapı kısımları dışında kaba inşaatın tamamlanmış ve çatısı kapatılmış durumda olduğunun tespit edildiği görülmektedir."
İstinaf, TOGO Kuleleri’nin yıkım kararının ve inşaat ruhsatının iptali davasına ilişkin verdiği kararda şu görüşleri de dile getirdi:
“Sonuç itibariyle, yapı ruhsatının iptali ile birlikte kaba inşaat tamamlanmış ve çatısı kapatılmış seviyesinde ‘bitmiş olarak’ tespiti yapılarak durdurulan bir inşaatın geldiği seviyenin mahiyeti itibariyle, artık yapıların ve bu yapılara ait ruhsatların kazanılmış hak kapsamında kabul edilmesi ve idarece anılan fiili durumun göz önünde bulundurulması gerekirken, taşınmaza yönelik daha sonra yapılan plandan ve bu planda belirtilen yapılaşma koşullarından bahisle doğrudan yapı ruhsatının iptalinde hukuki isabet bulunmamaktadır.”
Bir üye karşı oy kullandı
Oyçokluğuyla alınan karara bir üye muhalif kaldı. Muhalif üye, karşı oy gerekçesinde şunları yazdı:
“Davacı tarafından plan değişikliği talebinde bulunulduğu takdirde, davalı idarece Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’nin 7. Maddesinin (I) bendinde yer alan planların, çerçevesinde veya bitişiğinde yer alan mevcut planlar ile uyumlu hazırlanacağı hükmü ile imar mevzuatı hükümlerinin tümü göz önünde bulundurularak yeni bir plan hazırlanabileceği gibi dava konusu parsel özelinde plan tadilatı yapmak yerine bölgenin yeni gelişen ihtiyaçları doğrultusunda, alanda bir plan revizyonu yapma yoluna da gidebileceği tabiidir. Davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.”
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 5. ve 6. İdari Dava Dairesi’nin ortak aldığı bu kararının ardından TOGO Kuleleri’nin inşaatına devam edilebilecek.
Ne olmuştu?
Eski CHP milletvekili ve eski Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, 2019 yılında Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş ile CHP'li 3 belediye meclis üyesi hakkında "25 milyon lira rüşvet istedikleri iddiasıyla" savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. İddiaları reddeden Yavaş, Aygün hakkında suç duyurusunda bulundu.
Yavaş, açıklamasında, "Sinan Aygün'e verilen inşaat izninin değişmesiyle yeni ekler yapmasına, yeni kazanımlar yapmasına olanak sağlanıyor. 30 bin metrekare olması gereken yer 120 bin metrekareye çıkıyor. 95 bin fazlayı 7 bin ila 10 bin arası çarparsanız kazanılan rant ortaya çıkar" ifadelerini kullanmış, "Bir konuşmada 'Okul ne kadara olur?' diyorlar. 1-2 milyon mu diye soruyorlar. Karşıdaki kişi 'Olur mu, 25 milyon falandır' diyor. 25 milyon işi oradan çıkıyor. Savcıya verilen dilekçede benden para istediler demiş. Rüşvet dememiş. Okul yap demek para istemek midir? Üstelik beni de görmemiş. Olayla alakam bile yok. Bir kumpasın peşindeler, seçim öncesi yaşadık bunları. Parsel parsel Ankara'yı satanların hepsinden hesap soracağım" demişti.
***
Orhaneli Termik Santrali 4. kez mühür kırdı, davalık oldu.
Bursa'daki Çelikler Holing’e ait Orhaneli Termik Santrali, 12 Ocak'ta ruhsatsız çalıştığı gerekçesiyle belediye tarafından 4. kez mühürlendi. Belediye durumu mahkemeye taşıdı.
Duvar'dan Pelin Akdemir'in haberine göre; Bursa’nın Orhaneli ilçesinde faaliyet gösteren Çelikler Holing’e ait Orhaneli Termik Santrali, termik santral ve atık kül barajının bulunduğu alanın çalışması için gereken ruhsat bedelini ödemediğinden Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından daha önce 3 kez mühürlendi. Son olarak dün yeniden mühürlenen santralde mühür kırılıp çalışılmaya devam edildi.
Bu gelişme üzerine Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne, 'mühür fekki' denilen mühür bozma suçunun işlenmesi nedeniyle dava açma hakkı doğdu. Belediye tarafından durum mahkemeye taşındı.
Elektrik Üretim A.Ş. (EÜAŞ) tarafından işletilen Orhaneli Termik Santrali, 22 Haziran 2015 tarihinde özelleştirilerek Çelikler Holding A.Ş.’ye satılmıştı. Termik santral ve atık kül barajının bulunduğu alanın ruhsatlandırılması sorumluluğu Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Büyükşehir Belediyesi’nce Aralık 2023 tarihinde ruhsatlandırma çalışmaları tamamlanmış fakat belediyenin gelir tarifesine göre ruhsat bedeli ödenmediği için alana çalışmasına izin verilmesine ilişkin ruhsat verilmemiş. Ruhsatsız faaliyet gösteren termik santrali, belediyenin Zabıta Dairesi Başkanlığı tarafından önce 31 Mart 2023 tarihinde, ardından 2 Temmuz 2024, 19 Ekim 2024, 12 Ocak 2025 tarihlerinde mühürlendi. Mührü kırıp çalışmaya devam eden tesis, mühür fekki denilen mühür bozma suçunu işleyen tesis için hukuki süreç başlatıldı.
Belediye başkanından çağrı
Ayrıca Orhaneli Termik Santrali, 2015'te özelleştirildiğinde filtrasyon sistemine sahipti. Tesis özelleştirildikten sonra 9 yıl boyunca filtre sistemini kullanmadı. Aralık ayında basın buluşması gerçekleştiren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Orhaneli Termik Santrali’nin mühürlenmesine rağmen mührü kırarak çalışmaya devam ettiğini açıklamış, filtre sistemlerini kullanması için çağrıda bulunmuştu.
İki gün önce de termik santralin kömür madeni sahasında, dinamit patlatılması sonucu patlatma sorumlusu 44 yaşındaki Murat Özdoğan göçük altında kalarak hayatını kaybetmişti. Mustafa Bozbey, bu gelişme sonrası bir açıklama yaparak “Göreve geldikten sonra bu ve benzeri işletmeleri takibe alan Büyükşehir yönetimimiz, Orhaneli Termik Santrali'ni ruhsat şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle iki kez mühürlemiş ve mühür fekki nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Ancak tüm bu işlemlere rağmen işletme faaliyetlerine devam etmiştir” ifadelerini kullanmıştı.
Tesisin termik santral ve atık kül barajının sorumluluğu Büyükşehir Belediyesi’ndeyken, maden alanları Bursa Valiliği, Yatırım İzleme ve Koordinasyon İzleme Birimi'nin sorumluluk alanında bulunuyor.
***
(T-24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder