Cihangir Cumhuriyeti: Lümpenliğin lümpen eleştirisi -Eray Özer-
Cihangir Cumhuriyeti dizisine bakıyorum, bir vakitler plaja gelen türbanlılara “Ayaklar baş oldu, bunlar da her yere gelmeye başladı” diyen ve kendini bu toplumun sahibi sanan o insan geliyor gözümün önüne. Yok ki bu ikisinin birbirinden farkı… Üzgünüm, şimdi siz de artık “onlar” gibisiniz!
TRT’nin dijital platformu Tabii’de yayımlanan “Cihangir Cumhuriyeti” dizisini izledim.
Bana düşündürdüklerini yazmaya geçmeden önce iki not düşerek başlamak isterim.
Birincisi; dizinin senaristi Akın Aksu, bir yıldan fazla bir süre önce bu proje gündeme geldiğinde Kutsal Motor ekibinden Zeynep Ocak’a kendisini eleştirdiği için nefret kusmuş, tehdit mesajları göndermişti.
Akın kardeşim, kendin bir mahalleyi eleştiren, hatta aşağılayan bir metin kaleme alırken, insanları seni eleştiriyor diye tehdit etmek iş midir? Akıl kârı mıdır? İnsanın kendinin farkında olması belki de erdemlerin en yücesi… Öyle değil mi?
İkincisi; ben bu yazıyı bir yıl öncesine kadar aralıklarla toplamda 16 yıl Cihangir’de yaşamış bir eski Cihangirli olarak yazıyorum. Bilinsin isterim.
Gelelim Cihangir Cumhuriyeti dizisine… Beş bölüm izledim, ki ‘izlemeden yazmış’ demesinler. Toplamda zaten 10 bölüm olduğuna göre herhâlde yeterlidir deyip bıraktım.
Bıraktım çünkü çok ama çok sıkıldım. Öyle bugünlerde ‘sıkıntı yok’ kalıbıyla yer ettiği gibi bir sıkıntı değil ama bu… Bildiğiniz sıkıldım.
Dizi ne anlatıyor, ne anlatmak istiyor, bir insan -benim gibi yazı yazma arzusu dışında- bu diziyi niye izler… Anlayamadım.
Bir konusu yok. Hikâyesi yok. Akışı yok.
Evet, bazı tipler var. Yılgın ve mutsuz yaşlı Frankofon entelektüel… Geldiği yerden utanan yeni yetme yönetmen… Eski muhafazakâr mahallesini terk eden fakat yeni mahallesinde de bir türlü kabul edilmeyen “dönek” yazar… Kendinden yaşça küçük aktörlerle sevgili olan kadın galerici… Yalnız kalamadığı için sevgili değiştiren, magazin malzemesi alkolik genç “jön”… Eski tüfek, kavgacı, herkese öfkeli yaşlı, tekaüt yönetmenler… Yogacılar… Falcılar… Spiritüeller… Berbat çağdaş sanatçılar…
O tiplerden Cihangir’de var mıdır, elbette vardır. Hayatın başka yerlerinde, mesela Niştantaşı’da, Bebek’te de var mıdır? Eh, oralarda da vardır.
Şimdi ben de kalkıp desem ki, dizide anlattığınız gibi “başörtülü anasından utanan insan sayısı yeni muhafazakâr sermaye içinde Cihangir’de olduğundan fazladır”, çok da boş ve mesnetsiz bir önermede bulunmuş sayılmam sanırım. Ama bunu niye söyleyeyim ki? Amacım ne yani? Nereye varmak istiyorum? Birilerini rencide etmek dışında nasıl bir amaç taşıyorum?
Dizi de işte böyle, bir mahalleyi anlamsız bir sosyolojik kalıba sokmak istiyor ama insanların özel hayatlarına dair birtakım saldırılar yapmanın ötesine geçemiyor. Bir bağlam, bir fikir ortaya koyamıyor.
Bir şey söylese, bir derdi, bir önermesi olsa, insanda öfke veya ne bileyim bir başka duygu yaratsa amenna… Nefret bile etsem hakkını teslim edeceğim ama yok. Hiçbir şey söylemiyor.
Sahiden de Cihangir’in neredeyse tüm mekânları kullanılarak çekilmiş sahnelerde birilerini parmakla işaret ederek “Bakın, işte bunlar böyle tipler” demenin ötesine geçemiyor. “Böyle tipler” derkenki yöntemi de tamamen o insanların yaşam tarzıyla ilgili detaylara boğmak izleyiciyi. Çok içermiş de, kart zamparaymış da, “altına işermiş” de…
Onun dışında da bazı karakterlerin lümpenliklerini ortaya koyacak birkaç boş aforizma… Bağlamsız şekilde bölümlerin içine serpiştirilmiş, öylece havada duruyor.
Sanki Akın Aksu arkadaşımız Cihangir’de birilerine öfkelenmiş, oturmuş bilgisayarının başına “Siz böylesiniz, bir de böylesiniz, bir de böyle böylesiniz” diye yazmış da yazmış. Yazarken de “Ben bunu niye yazıyorum; izleyiciye ne anlatmak istiyorum” diye hiç düşünmemiş.
Haydi o yazmış; birileri de “Aaa, dur. Biz de tam bu zamanda aynı böyle bir şey arıyorduk” demiş, anlı şanlı oyuncular oynatmış, tomar tomar para harcamış, ortaya koskoca bir prodüksiyon çıkarmış. Ne için? Amaç ne? Bilemiyoruz çünkü dizi bize bu konuda bir şey söylemiyor.
Yaratılan tipler “karikatür” bile değil… Sıradan, vasat, dediğim gibi muhafazakâr mahalleyi anlatsan başka türlüsünü, iş dünyasını anlatsan başka türlüsünü, ne bileyim oto sanayiyi anlatsan başka türlüsünü bulabileceğin tipler…
Hâl böyle olunca amaç da hâsıl oluyor. Belli ki maksat bir sektörü -Cihangir Cumhuriyeti’nde özellikle sinema ve dizi alanına vurgu var- etiketlemek. Nedir o etiketler: İşte; bunlar içki içiyorlar, depresyondalar, aslında entelektüel de değiller, aşağılık kompleksine sahip insanlar, cinsel açıdan sapkınlar vs…
Yani aslında Cihangir üzerinden dizi ve film sektörünü bir şekilde “ifşalamak” ve halkın da bu “ifşayı” bir tür “voyeur” bir dürtüyle gözlemesini ummak…
Yahu halk o insanları artık Instagram’dan Twitter’dan takip ediyor zaten. Kimin ne olduğunu, ne olmadığını sizden iyi biliyor. Sapığını, genç kadın düşkününü DM’den ifşalıyor. Alkoliğin gece yarısı story’sini görüyor. Kıskancın gala sonrası rakibi “boklamasını” Twitter’dan okuyor… Dizide anlatılmasına kimsenin ihtiyacı yok ki…
Lakin siz böyle bir işi Ayşe Barım’ın tutuklanmasından sonra yayınlarsanız işte orada mesele başka bir hâl alıyor.
Diziyi aylar önce çekmiş olsanız bile yayın için böyle bir zamanı tercih edince yaptığınız “kötü bir iş”ten çıkıp ideolojik bir aygıta dönüşüyor.
Ne acayip ki, Türkiye’de kimse mesleğine sahip çıkmıyor. Cihangir Cumhuriyeti gibi bir yapımda anlı şanlı isimler yer alıyor; Ayşe Barım’ın ardından sektörden bir Allah’ın kulu da çıkıp “Bu kadın ne suç işledi” diyemiyor; memlekette herkes bir korku duvarının ardına saklanmış, “ya işsiz kalırsam” endişesiyle kafasını bile uzatamıyor.
Yahu bu ülkede üç senedir futbol hakemlerini taraftarından yöneticisine, siyasetçisinden spor yorumcusuna kadar herkes sabahtan akşama aşağılıyor, hakaret ediyor, yerden yere vuruyor; bir hakem de çıkıp “Yeter ama artık onurumuzla gururumuzla oynadığınız” diyerek istifa edemiyor; hatta o hakaretlere açtıkları davalardan kendilerine yeni bir ekmek kapısı yaratıyor.
Onur, gurur, ar, haysiyet… Bunlar hep Mars’ta mahalle isimleri olmuş. Evet, çürüyor bu toplum ama başka türlü. Daha içten… Daha kökten…
Velhasıl Cihangir’de çok düzgün insanlar tanıdım. Hatta bugünün muhafazakâr camiasından çok ünlü isimlerle de vaktiyle Cihangir’de başladı arkadaşlığımız.
Cihangir’de çok boş ve lümpen insanlar da tanıdım. Çünkü hayat böyledir. İnsanın olduğu her yerde iyiler ve kötüler bir aradadır.
Bu ülkede sanat dünyasının, şehirli orta sınıfların lümpenliğinin eleştirisine sahiden ihtiyaç var. Cihangir Cumhuriyeti gibi postiş işler ise bırakın lümpenlik eleştirisi yapmayı bizzat lümpenliğin orta yerinde duruyor gibi görünüyor.
Mahmut Fazıl’ın Uzak İhtimal’i, Yozgat Blues’u… Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi… Sığlığa, çiğliğe bulanmadan iyi sinema yapmak her mahallede mümkün.
Son olarak, düşündüm de; bana beş bölümde sadece başı kapalı ve köylü annesiyle Cihangir’de insan içine çıkmaktan korkan tip dokunmuş.
ODTÜ’de Sema diye bir arkadaşım vardı, türbanlı… Evrim teorisine karşı çıkan görüşleri nedeniyle sınıfın “sekülerleri” tarafından hor görülür gibi olunca inadına Sema’ya destek vermiştim. Böyle yapınca Sema da beni “kendi mahallesinden” sanmış, aslında hiç öyle olmadığımı anlayınca daha bir sevmişti. Ben de onu…
Sonra türban yasakları ODTÜ’de bile ağırlaştı, Sema eğitimine yurt dışında devam etmek zorunda kaldı. Biz de her gün okul kapısına türban eylemine destek vermeye gittik.
On sekizimde ODTÜ’de Sema’nın yanında durmaya korkmadım, kırk beşimde türbanlı anamdan utanacağım, öyle mi!
Muktedire itiraz etmek bir insanlık hâlidir. Bir duruştur. Gücü arkanıza alıp zayıf düşene vurmaya başladığınızda siz siz değilsinizdir.
Yarın devran döndüğünde yeni muktedirin de karşısında duracağını bilir insan. Bilmelidir. Erdemden ancak böyle söz edilebilir.
Keşke Cihangir’le cisimleştirdiğiniz o “mahallenin” saltanatı zamanında okusaydık, izleseydik böyle eleştirileri… O zamanın muktedirleri o saltanatın karşısında değil de arkasındayken…
Güçlüyü arkanıza alıp insanların yaşayış biçimlerine, alışkanlıklarına, inanç ve düşüncelerine laf ederseniz eskilerden “birilerini” düşürürsünüz akıllara…
Cihangir Cumhuriyeti dizisine bakıyorum, bir vakitler plaja gelen türbanlılara “Ayaklar baş oldu, bunlar da her yere gelmeye başladı” diyen ve kendini bu toplumun sahibi sanan o insan geliyor gözümün önüne.
Yok ki bu ikisinin birbirinden farkı…
Üzgünüm, şimdi siz de artık “onlar” gibisiniz!
/././
Çok kutuplu dünyamızdan casusluk hikâyeleri -Eray Özer-
Ukrayna istihbaratının en üst düzey isimlerinden biri Rus ajanı olma suçlamasıyla yakalandı. Hemen akabinde Wall Street Journal, Rusya’nın Avrupa’da suikast, sabotaj ve uçak düşürme saldırıları için yeni bir istihbarat örgütü kurduğunu iddia etti. Dünya çalkalanıyor.
Size bu hafta çok kutuplu dünyamızdan casusluk hikâyeleri anlatmak istiyorum.
İlki Ukrayna’dan: Hafta içinde Ukrayna İstihbarat Servisi (SBU) tarafından yapılan açıklamada teşkilatta oldukça üst düzeyde görev yapan bir ismin Rus casusu olduğunun tespit edildiği ve yakalandığı duyuruldu.
Üst düzey derken, bizdeki “daire başkanı” pozisyonuna denk gelen bir pozisyondan söz ediyorlar.
Anti-terör daire başkanının Rus casusu çıkması şöyle bir şey gibi düşünün: İki adım sonrası Zelensky…
Nitekim isminin Dmitry Kozyura olduğu öne sürülen casusu bizzat SBU’nun başkanı operasyona katılarak yakalamış.
Hatta SBU tarafından bir de video servis edildi yakalama haberiyle birlikte. Videoda SBU Başkanı Vasyl Malyuk, Kozyura’yı basbayağı ensesinden tutmuş evirip çeviriyor.
SBU kaynaklarına göre bu isim 2014’te teşkilatta çalışmaya başlamış ve 2018’de Viyana’da Rusya tarafından “devşirilmiş”.
Burada bana en ilginç gelen şey Rusya’nın Ukrayna saldırıları üçüncü yılına girerken, tüm bu sürede Rusya Kozyura’yı “uyuyan hücre” olarak tutmaya devam etmesi…
Yani bu üç yıl boyunca ondan hiç faydalanmayı düşünmemiş.
Artık nasıl ve kaç aşamalı bir plan yapıldıysa üç yılın ardından ancak geçtiğimiz aralık ayında, yani sadece iki ay önce Ruslar Kozyura ile temasa geçerek ondan bazı bilgileri sızdırmasını istemişler.
Uyuyan bu en üst düzey hücreyi uyandırmak için savaşa rağmen üç yıl beklemeleri Rusya’nın bu işlerde nasıl “teknik” çalıştığını göstermesi açısından çok ilginç.
Düşünsenize, anti-terör daire başkanı senin ajanın ama savaşın önceki aşamalarında ‘dur şu adamdan hemen bazı bilgileri alayım’ demiyor, vaktinin gelmesini bekliyorsun.
Pes!
Üç yılın sonunda Kozyura’nın Rus ajanı olmasından şüphelenen Ukraynalılar da onu yalan yanlış bilgilerle “beslemeye” başlamış.
SBU açıklamasında ajanın tam 14 ayrı bilgiyi sızdırdığının tespit edildiğini duyurdu.
Tabii bunlar Ukrayna gizli servisinin iddiaları… Lakin Kozyura Rus ajanı olsa da olmasa da Rusya’nın bunu kabul edecek hali yok.
Rusya’nın istihbarat faaliyetleriyle ilgili çok ilginç bir başka makale de önceki gün Wall Street Journal’da yayımlandı.
Bojan Pancevski imzalı habere göre Rusya, “Özel Görevler Dairesi” adını taşıyan (Rusça kısaltmasıyla SSD) yeni bir istihbarat birimi oluşturarak Batı’ya karşı çok gizli bazı istihbarat saldırıları başlattı.
Habere göre 2023 yılında kurulan SSD bu tarihten itibaren çeşitli suikastlara, sabotajlara ve uçaklara yangın çıkaran elektronik cihazlar koymak gibi eylemlere imza attı.
Özellikle uçaklara konulan cihazlar meselesi tuhaf...
Avrupa içi ve Kuzey Amerika uçuşlu bazı seferlere DHL kargo şirketi aracılığıyla gönderilen bu cihazların iki tanesi aktarmalı seferlerde yaşanan rötar nedeniyle daha havaalanındayken patlayınca saldırılar ortaya çıkarıldı. Geçen temmuzda yaşanan bu olaylarda kargo deposunda alev alan cihazların Litvanya çıkışlı olduğu tespit edildi.
Almanya iç istihbarat teşkilatı başkanı, savcılara aktardığı bilgilerde cihazlardan birinin uçuş sırasında aktive edilmesi durumunda bir uçağı düşürme gücüne sahip olduğunu belirtiyordu.
Uzaktan patlatılan elektronik cihazlar, tıpkı Lübnan’da patlayan çağrı cihazları örneğinde olduğu gibi, yeni bir saldırı biçimi olarak belli ki karşımıza çıkmayı sürdürecek.
Bu saldırıların ciddiyeti nedeniyle Amerikalı bazı diplomatlar direkt Putin’le iletişim halindeki Rus meslektaşlarıyla konuyla ilgili görüşmeler yaptı ama Rus tarafından saldırılarla ve bu cihazlarla bir alakalarının olmadığı yanıtını aldı.
WSJ haberinde SSD’nin Ukrayna’ya verilen Batı desteğini zayıflatmak için kurulduğu ifade edilirken özellikle Almanya’nın hedef seçildiği iddiası da yer alıyor.
Peki neden Almanya?
Haberde görüşlerine başvurulan istihbarat kaynakları nedenleri şöyle sıralıyordu: “NATO’da zayıf halka olarak görülmesi, Rus doğalgazına duyduğu ihtiyaç, yükselen nükleer tansiyona bağlı ülke içinde yaşanan endişe ve bazı Alman politikacıların Rusya’ya beslediği sempati.”
WSJ’ye konuşan kaynaklara göre SSD’yi iki isim yönetiyor: Albay General Andrey Vladimirovich Averyanov ve yardımcısı Korgeneral Sergeevich Kasianenko.
Bu iki isimden Averyanov daha önce Kırım’ın ilhakına katkılarından dolayı Rusya’nın en üst düzey devlet madalyası olan “Rusya’nın Kahramanı” madalyasını almış.
Çeçen savaşında da önemli görevler üstlenen Averyanov, Çekya’da bir mühimmat deposuna düzenlenen saldırı nedeniyle Çek polisi tarafından da aranıyormuş.
Kasianenko da yine WSJ haberinde detaylarıyla anlatılan bazı operasyonların dışında özellikle Prigojin’in ölümü sonrası Afrika’daki Wagner operasyonlarının Rusya tarafından devralınması süreçlerinin başında yer almış.
Tüm bu suçlamaları ve SSD’nin varlığına dair iddiaları Kremlin “her zamanki gibi asılsız iddialar” diyerek reddediyor.
Ne acayip zamanlardan geçiyoruz değil mi?
Dünyanın her yerinde benim diyen bilimkurgu filmlerine, casusluk romanlarına taş çıkartan olaylar yaşanıyor.
Tüm bu haberleri filan okuyunca bir yandan kanım donuyor, diğer yandan da düşünmeden edemiyorum:
Bu işlere ve silahlara harcanan paralar, insan emeği ve teknoloji hedeflenen sonuçları getiriyor mu, orası meçhul.
Zira bu kadar büyük kaynakları ayırarak yaptığınız saldırıların sonucu karşı tarafın da benzer saldırılar planlayarak sana zarar vermesi oluyor.
Bir Allah’ın kulu da çıkıp “şu işleri masada çözelim” demiyor. Yahut bir lider de savaşa ayrılan bunca kaynağın sonucunda tüm cefayı yine halkların çektiğini dile getirmiyor.
Paralar savaşa harcanıyor, halklar fakirlikle ve ekonomik krizlerle sınanıyor.
İnsanlık, tarihi boyunca kendi kuyruğunu yiyen bir yılan gibi davranıp duruyor…
Biraz ötedekine bazı farklılıklar yükleyip sonra farklı olanı yok etmek için saldırdıkça aslında kendi sonunu da hazırlıyor.
Bunca casusluk hikâyesinden böyle bir sonuca varmak da benim gibi naif zihinlere kalıyor.
İyi haftalar.
/././
Bolu'daki otel yangınını araştıran müfettiş raporundan: "Hijyen ve gıda güvenliği denetlendi ama yangın önlemleri denetlenmedi!"-Tolga Şardan-
Bolu’da görev yapan müfettişlerin raporunu, İçişleri Bakanlığı çoğaltıp 81 il valiliğine göndermeli. Göndermeli ki, herkes görevini daha iyi öğrensin!
Kartalkaya’da 78 kişinin yaşamını yitirdiği otel yangını katliamını araştıran İçişleri Bakanlığı Mülkiye müfettişlerinin hazırladığı raporu aktarmaya devam ediyorum.
Savcılığa teslim edilen rapordaki önemli tespitlerden bir bölümünü cuma günkü Büyüteç’te duyurdum.
Müfettişlerin tespiti elbette bu kadar değil.
Örneğin; Bolu İl Özel İdaresi Eski Ruhsat ve Denetim Müdürü Mehmet Özel, Grand Kartal Otel için 2015’teki ruhsat yenileme sürecini şöyle anlattı, müfettişlere:
“(…) 29 Aralık 2015 tarihinde düzenlenen sıhhi müessese iş yeri açma ve çalışma ruhsatı benim ruhsat müdürlüğü yaptığım dönemde düzenlenmiştir. Bu ruhsat değişikliği daha önce Grand Kartal Turizm ve Ticaret Limited Şirketi olan iş yerinin Grand Kartal Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi şekline görüşmesinden dolayıdır. Yani limited şirket, anonim şirkete dönüştüğünden dolayı iş yeri açma ve çalışma ruhsatı da yenilenmiştir.
Yangın güvenliği evrakına ihtiyaç duyulmadı!
Sadece isim değişikliği olması nedeniyle ruhsat güncellenmesinde Ticaret Sicil Gazetesi gibi evraklar istenmiştir. Yangın güvenliği ve imar açısından herhangi bir evraka gerek duyulmamıştır. Otelin yatak kapasitesi ve kullanım alanı gibi alanlarda herhangi bir değişiklik bildirilmediği için ruhsat güncellenmesini iş yeri açma ve çalışma ruhsatının verilmesi ilişkin temel bilgiler talep edilmemiştir.
Grand Kartal Otel için yaptığımız denetim, turistik tesisler denetim formunda belirttiğimiz ölçek dahilindedir. Bunun dışına çıkılmamıştır. Yapılan denetim daha ziyade hijyen şartları ve gıda güvenliği ile ilgili hususlardan ibarettir. Mevzuatta verilen yetkiler dahilinde denetimimiz yapılmıştır. İmar yönüyle, yangın güvenliği ve yatak kapasitesi açısından herhangi bir denetim yapılmamıştır. (…)”
Kaynak suyun kullanımına denetleme!
Müfettişlere ifade veren Bolu İl Özel İdaresi’nde şef olarak görev yapan Ahmet Karaaslan’ın verdiği bilgiler evraka şu şekilde yansıdı:
“(…) Benim görevim sadece Grand Kartal Otel’in kullandığı su ile ilgili kısmıdır. Grand Kartal Otel, Bolu İl Özel İdaresi’nden kaynak suyunu kiralamıştır. Kullandığı kaynak su ile ilgili idaremize kira bedeli ödemektedir. Kaynak suları ihaleyle otele verilmektedir.
Benim yaptığım kontrol, farklı kaynaklardan da su kullanıp kullanmadığı hususunu tespit yapmaktan ibarettir. Bana gösterdiğiniz üç denetim formunda da otelin kullandığı suyun özel idareden kiralayıp kullandığı su olduğudur. Denetimlerde bir sıkıntının olmadığı tespit edilmiştir.
Denetime komisyon olarak beraber gittiğimiz için hijyen ve gıda güvenliği yönüyle komisyondaki arkadaşların yaptığı denetimlere de nezaret ediyorum. Yangın güvenliği ile ilgili yapılan bir denetim yoktur. Zaten bizim bilgimiz de yangın yönünden denetim yapmaya yeterli değildir. (…)”
Bir saatte biten denetimler!
Bolu İl Özel İdaresi bünyesinde çevre sağlığı teknisyeni olarak görev yapan Cemal Yılmaz’ın müfettişe verdiği bilgiler şöyle:
“(…) Denetimlerimiz habersiz yapılmakta olup, denetim için hangi tesise gittik ise, oteli sorumlusunu ararız. Kendimizi tanıtır ve çalışmalara başlarız. Otelde denetim komisyon üyeleri olarak birbirimizden hiç ayrılmadan birlikte gerçekleştirir. Turistik tesisler denetleme formundaki bölümlerde yazılı olan sorularımızın cevabını bir şekilde ilgili bölümün karşısına yazarız.
Bir denetimimiz, yaklaşık bir saat civarında tamamlanmaktadır. Biz genellikle hijyen, sanitasyon, gıda güvenliği, personel kılık kıyafet ve hijyeni ile ilgili belgeleri incelemekteyiz. Denetlemeyi tamamladıktan sonra komisyon üyeleri ve otel sorumlusu tarafından denetim formu imzalanır.
Biz kesinlikle yangın güvenliği ile ilgili herhangi bir denetim yapmadık. Çünkü bu konuda denetim yapmaya yetkimiz de, donanımımız dayoktur. Bu denetimlerin bu alanda donanımlı kişilerce yapılması gerekmektedir. Bizim komisyonumuz yukarıda saydığımız denetimler dışına çıkmamaktadır. (…)”
Özel İdare topu bakanlığa attı
Müfettişler, ön inceleme sırasında Bolu İl Özel İdaresi’nden bilgi ve belge istedi.
İdare, müfettişlere resmi yazıyla istenilen tüm bilgi ve belgeyi gönderdi.
Ancak bu yazıda İl Özel İdaresi’nin dikkat çeken görüşü müfettişler tarafından şöyle ifade edildi:
“(…) Yazının son paragrafında Turizm ve Kültür Bakanlığının yetkisi dahilinde bakanlık elemanları ile yapılan denetimlerde, otel yönetimce alınması zorunlu yangına karşı önlemler konusunda Bolu İl Özel İdaresi’ne, Kültür ve Turizm Bakanlığı veya ruhsat sahibi tarafından herhangi bir bildirimde bulunmadığını belirtilmiştir. (…)”
Müfettişler: Genel Sekreterin görevi, kurumu sevk ve idare etmektir
Savcılıkça değerlendirmeye alınan raporda müfettişler, soruşturma çerçevesinde halen tutuklu bulunan Bolu İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sırrı Köstereli’yi eleştirdi.
Raporda, Köstereli’ye yönelik eleştiriler şöyle yer buldu:
“(…) İl özel idaresinin yapmakla görevli olduğu kamu hizmetleri açısından genel sekreterlik makamının asli görevlerinden birisi, bu hizmetlerin kötü, geç veya hiç işlememesi halleri meydana gelmeden kamu yararını gözeterek bu kurumu sevk ve idare etmektir.
Sevk ve idare, personelin yetiştirilmesinden, verilen görevlerin mevzuata uygun bir şekilde yerine getirilmesini içerecek kadar geniş kapsamlıdır. Buna paralel olarak yönergede genel sekreter yardımcılarına, genel sekreter adına idari iş ve işlemlerin etkin yürütülmesi için görev ve yetki paylaşımı yapılarak sorumluluk verilmiştir.
Ayrıca genel sekreter tarafından genel sekreter yardımcılarına havale edilen evrakların ilgili birime havalesi ve altı ayda bir kendilerine bağlı biri denetleyerek bilgi verme sorumluluğu yüklenmiştir. (…)”
İlk özel idaresi, yeni belge istemeliydi!
Müfettiş raporunda, Bolu İl Özel İdaresi’nin otelin yangın güvenliği konusundaki durumuyla ilgili istemesi halinde ilgili kurumlardan talepte bulunmasında sakınca bulunmadığına dikkat çekildi.
Raporda şu tespitte bulundu, müfettişler:
“(…) Ruhsat düzenlenirken işletmenin faaliyetlerini yürüteceği yapının, iskanı ile ilgili belge bir zorunluluk olup, Grand Kartal Otel’in bulunduğu yer gereği imar işlemleri il özel idaresi tarafından yürütülmektedir. İl özel idaresi, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlerken aranan şartlardan olan yapının iskan durumu hakkında güncel bir imar durum incelemesi gibi bir araştırma yapması, yapılan denetimin amacına uygun bir işlem olacaktır.
İl özel idaresi; denetimin içeriği, yangın güvenlik önlemleri gibi doğrudan denetleme yetkisi ve uzmanlık gerektiren konularda ise, ruhsat sahibinden daha önce de istendiği gibi yangın güvenlik önlemlerinin güncelliğini koruyup korumadığını anlaşılabilmesi için yeni bir belge isteyebileceği gibi re’sen harekete geçerek bu belgeyi düzenleme yetkisi olan kurum ile yazışma yapmasına engel bir durumda bulunmamaktadır. (…)”
Müfettişlerin tek cümlelik özeti
İçişleri Bakanlığı müfettişleri, yangın katliamında sorumlulukları bulundukları Bolu İl Özel İdaresi ve Bolu Belediye Başkanlığı hakkında rapor hazırladı.
Aslına bakarsanız; bu kadar belge ve bilgi incelemesi, alınan ifadeler sonrasında gelinen son aşamada, müfettişlerin şu cümlesi otelde yaşanan katliamı net biçimde anlatıyor:
“(…) Grand Kartal Otel’de gerçekleşen yangın özelinde bahse geçen otelin açık istirahat ve eğlence yerlerinin denetimi kapsamında zaman zaman denetimini yapıldığı anlaşılmakta birlikte yapılan denetimlerin içeriğinin doğru ve etkin bir şekilde planlamasını sağlanmadığı… (…)”
Valiler, uyandı!
Bolu yangınından sonra turistik bölgeler başta olmak üzere ülkenin farklı yerlerindeki yerel yöneticiler, sorumluluk alanlarındaki tesislerde denetime başladılar!
Mesela, Muğla ile Nevşehir’de valilikler, il özel idareleri ve belediyelerin Bolu’daki katliamın kendi bölgelerinde yaşanmaması için harekete geçtikleri yönünde haberler düştü, hafta sonunda.
Yerel yöneticilere “günaydın” demek lazım.
Valiler ve belediye başkanları, zamanında yapılması gereken ancak şimdiye kadar kulak arkası edilen denetimleri şimdilerde başlatıp “icraat” olarak kamuoyuyla paylaşıyor.
Başlarına iş açılmasına diye!
İşte Muğla Valisi İdris Akbıyık, hafta sonunda yaptığı açıklamada, kentteki denetimler hakkında bilgi verdi.
Vali Akbıyık’ın verdiği bilgiye göre, il merkezi ve ilçeler gibi detay vermediği açıklamasında “il ve ilçe denetim komisyonları oluşturduk. Bugüne kadar 508 otel ve tesisi denetledik. Bunlardan 98’i işlemlerini tamamlayana kadar kapatıldı. 154 otel ve tesisin de kapatma işlemleri devam ediyor, ilgili belediyelere bildirildi” dedi.
Vali Akbıyık, bölge ismi paylaşmasa da bu otellerin bulunduğu ilçeler arasında Bodrum, Marmaris ve Fethiye’nin bulunduğunu anlamak zor değil.
Muğla’da denetlenen otellerin yaklaşık yüzde 40’ı “arızalı” çıkmış!
Şimdi, Bolu’da yaşanan katliamın benzeri Bodrum’da yaşansa, hesabını kim verecek?
Hesabı, “Allah korusun” ya da “mukadderat” ile kapatmak mümkün mü?
Dolayısıyla, Bolu’da görev yapan müfettişlerin raporunu, İçişleri Bakanlığı çoğaltıp 81 il valiliğine göndermeli.
Göndermeli ki, herkes görevini daha iyi öğrensin!
Koltuk işgal etmekle bu işler çözülmüyor maalesef bu coğrafyada.
/././
Ocak ayında vergi gelir tahsilatı hızlı başladı ama 139 milyar lira açık verildi -Murat Batı-
2025 yılı Ocak dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 53,3 oranında artarak 792 milyar 667 milyon TL olmuştur.
Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2025 yılı Ocak ayı bütçe gerçekleşmelerini 17 Şubat günü yayımladı. Merkezi yönetim bütçesi 2025 Ocak ayında 139 milyar 259 milyon TL açık verdi.
Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 52,22’si KDV ve ÖTV’nin toplam tahsilatından oluşmaktadır.
Dolaylı vergilerin payı 2025 Ocak ayında yüzde 69,54; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 30,46 olarak gerçekleşti. Ayrıca KDV, 278 milyar 881 milyon lira ile toplam vergi gelirlerinin yüzde 35,18’ini oluşturmaktadır.
İlaveten gelir vergisi tahsilat tutarının yüzde 99’u stopaj yoluyla alınmış ki bunun büyük bir kısmı ücretlilerinden alınmaktadır.
Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.
2025 Ocak ayı bütçe gerçekleşmeleri
2025 yılı Ocak ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 1 trilyon 56,3 milyar TL, bütçe gelirleri 917,1 milyar TL ve bütçe açığı 139,3 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 893,3 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 23,8 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.
Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.
Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı ocak ayında 150 milyar 719 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Ocak ayında 139 milyar 259 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Ocak ayında 29 milyar 626 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Ocak ayında 23 milyar 759 milyon TL faiz dışı fazla verilmiştir.
2025 Ocak ayı bütçe giderleri
Merkezi yönetim bütçe giderleri ocak ayı itibarıyla 1 trilyon 56 milyar 342 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz harcamaları 163 milyar 18 milyon TL, faiz hariç harcamalar ise 893 milyar 324 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.
2025 yılında merkezi yönetim bütçe giderleri için öngörülen 14 trilyon 731 milyar 14 milyon TL ödenekten ocak ayında 1 trilyon 56 milyar 342 milyon TL gider gerçekleştirilmiştir. Geçen yılın aynı ayında ise 767 milyar 968 milyon TL harcama yapılmıştır. Ocak ayı bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 37,6 oranında artmıştır. Giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2024 yılında yüzde 6,9 iken 2025 yılında yüzde 7,2 olmuştur. Faiz hariç bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 38,1 oranında artarak 893 milyar 324 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz hariç giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2024 yılında yüzde 6,6 iken 2025 yılında yüzde 7 olmuştur.
2025 Ocak ayı bütçe gelir gerçekleşmeleri
2024 yılı Ocak ayında bütçe gelirleri 617 milyar 249 milyon TL iken 2025 yılının aynı ayında yüzde 48,6 oranında artarak 917 milyar 83 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bütçe tahminine göre bütçe gelirlerinin ocak ayı gerçekleşme oranı 2024 yılında yüzde 7,3 iken 2025 yılında yüzde 7,2 olmuştur. 2025 yılı Ocak ayı vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 53,3 oranında artarak 792 milyar 667 milyon TL olmuştur. Vergi gelirlerinin bütçe tahminine göre gerçekleşme oranı ise 2024 yılında yüzde 7 iken 2025 yılında yüzde 7,1 olmuştur.
Aşağıdaki tabloda 2025 Ocak ayı vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı gösterilmiştir.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2025 Ocak döneminde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 52,22; dolaylı vergilerin payı yüzde 69,54 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 30,46 olarak gerçekleşti.
Ocak 2025 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması
2025 yılı ocak döneminde bütçe gelirleri 917 milyar 83 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2024 Ocak ayına oranla yüzde 48,6 oranında artmıştır.
2025 yılı Ocak dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 53,3 oranında artarak 792 milyar 667 milyon TL olmuştur.
Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında ocak 2025 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.
Yukarıdaki tabloya göre 2025 Ocak döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir Gelir geçici vergi ile BSMV olmuştur. BSMV yüzde 101,1, gümrük vergileri yüzde 78,7 oranında artmıştır.
ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 38,2 oranında artmış.
Dâhilde alınan KDV yüzde 52,6; harçlar yüzde 50,5; damga vergisi ise yüzde 55,7 oranında artmıştır.
/././
CIA’in “Zihin Uçurma” programı -Akdoğan Özer-
ABD Ulusal Güvenlik Arşivi, CIA'in 1952'den 1970'lere kadar insanlar üzerinde yürüttüğü gizli zihin silme ve yeniden programlama deneylerinin ayrıntılarına ilişkin 1.200'den fazla belgeyi yayınladı

Demokrasi İçin Birlik’in düzenlediği “Bölgede Barış ve Adalet; Filistinliler, Kürtler, Aleviler” başlıklı konferansta Arap Alevilerin temsilcileri Suriye’de yaşananlara dikkati çekti.
Suriye’de El Kaide geçmişi olan HTŞ’nin iktidarı ele geçirmesinin ardından Arap Alevilerine yönelik kaçırma, mallarına el koyma, öldürme, yargısız infaz haberleri farklı kaynaklardan gündeme geldi.
Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Suriye'deki geçiş yönetiminin Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani kapsayıcılık bağlamında “Atacağımız adımlar, Suriyelilerin ortaya koyacakları Suriye kimliği üzerinden kendilerini temsil etme iradesi, sizleri ve tüm dünyayı şaşırtacak" dese de sahada yaşananlara ilişkin tarafların ne dediğini haberlere taşımak gazeteciliğin esası…
Suriye’de taraflardan biri Arap Aleviler… Esad rejimiyle özdeşleştirilen, olağan şüpheli haline getirilen Arap Aleviler gölgede kalıyor. Hak ihlalleri yeterince gündeme gelmiyor.
Arap Aleviler için kutsal olan bir türbenin yakılmasına dair görüntüler sonrası Alevilerin sokağa çıktığını hatırlayalım. Yine Alevi üç hâkimin öldürülmesi, Alevi köylerine yapılan saldırılar olası risk ve tehditlere dair önemli şeyler söylüyor. Son haber şu…
Haberi Hatay’ın önde gelen şeyhlerinden Ehli Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (EHDAV) Genel Başkanı Ali Yeral paylaştı. Habere göre Alevilerin yoğun olarak yaşadığı, liman kenti Lazkiye'ye Bağlı Beksê köyünden İmad Süleyman Mütevvec isimli belediye temizlik işçisi geçtiğimiz Perşembe günü kaçırıldı. Aleviydi. Cumartesi günü bir siyah poşet içinde beden bütünlüğü tamamen bozulmuş bir halde ölü bulundu. Haberi duyuran Yeral, sosyal medya paylaşımında “Ehli Beyt ile Alevilere duyulan bu kin ve nefret neden, niçin ve ne zamana kadar sürecek? Çoğu kişinin yüreği kaldıramayacağından ve insanlığımızdan da hicap duyduğumuzdan ötürü fotoğraf ve videoyu paylaş(a)mıyoruz. Bunun gibi elimizde yüzlerce delil, foto ve video vardır” diye yazdı.
İmad Süleyman Mütevvec
Esad rejimiyle özdeş görülen Arap Alevilerin yaşadığı ağır insan haklarının da gündeme getirildiği konferansta bu haber paylaşıldı. Demokrasi İçin Birlik’in İstanbul Beşiktaş’ta düzenlediği “Bölgede Barış ve Adalet;; Filistinliler, Kürtler, Aleviler” başlıklı konferansta Arap Alevi toplumundan akademisyen, gazeteci ve sivil toplum örgütleri Suriye’de yaşananları kamuoyuna açıkladı. Konferansı CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik de takip etti. Söz alan katılımcıların ortak vurgusu Alevilere yönelik bir soykırım tehdidinin bulunduğu, münferit gibi gösterilen olayların sistematik olduğu… Laik, demokratik ve çoğulcu bir Suriye’nin olmazsa olmaz olduğu…
Konferansta konuşan Arap Alevileri Derneği (ASİ-DER) Başkanı Tevfik Usluoğlu, Esad rejimi muhalifi, Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) raporuna paylaştı ve HTŞ’nin Halep operasyonunun başladığı 8 Aralık 2024 tarihinden bu yana 430 kişinin öldürüldüğünü bunların çoğunun da Arap Alevi olduğunu söyledi. Suriye’de vekalet savaşlarının başladığı tarih öncesi nüfus verilerini paylaşan Usluoğlu, Arap Alevilerinin Suriye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturduğu bilgisini paylaştı ve ekledi: “Esad döneminin günahı Alevilere yüklenmiş durumda. Kayıp bilim insanları, kayıp askerler, cezaevindeki insanlar hakkında net bir bilgi yok. Halep’te kaçırılan kadınlar var. Bu kadınların akıbeti belli değil. Aleviler öldürülüyor. Hama ve Humus hattında Alevilere yönelik düşük yoğunluklu katliam var. Tehcir ve süpürme eylemi var.”
Akademisyen Hakan Mertcan da genel bir algıyı paylaşarak Suriye devletinin Alevilerin kontrolünde olduğu anlatıyı 1970’lerden sonra (Hafız Esad dönemi) Müslüman Kardeşler’in çok kullandığını, bunun da bugün Alevilere yönelik saldırıların merkezinde işlevsel olarak kullanıldığını, yoksul Alevilerin Fransız işgalinden bu yana orduyu bir iş alanı olarak gördüğünü dile getirdi.
Gazeteci Musa Özuğurlu da Alevilerin Baas Parti ile özdeş tutulmasını eleştirerek şöyle konuştu: “Aleviler iktidar sahibi değildi. İktidarda olan Aleviler vardı. Hafız Esad Alevi olduğu için iktidara gelmedi. Siyasi olarak iktidara geldi. Bir ideolojisi vardı. Bu yapı etnik ve mezhepçi değildi. Aleviler var olan yönetimin bütün nimetlerinden yararlanmış gibi sunuldular. Şam’da iki büyük gecekondu mahallesi var ve burada sadece Aleviler yaşar. Yaygın inanışın aksine Aleviler yoksul. Zengin olanlar toplumun yüzde 1’i bile değil. Alevilerin sesi duyulmuyor. Bugün yaşananların çok daha kötüsü yaşanabilir. Siyasi partiler bu meseleye ilgi göstermiyor.”
Emekli hakim, hukuk-siyaset alanında çalışmalar yapan Orhan Gazi Ertekin de Orta Doğu’da Alevilerin kurucu unsur olamaması durumunda risklere dikkati çekti:
“Üç temel tarihsel sonucu kaçınılmaz olarak beklemek zorundalar. Birincisi katliam -pogrom-soykırım, ikincisi iskân ve tehcir, üçüncüsü asimilasyon. Yoğun bir şiddet potansiyeli var. Ortada bir devlet yok. Colani’nin kartondan devleti var ve nereye gideceğini bilmiyoruz. Çok da güvenmiyorum. Kurucu şiddet döneminde şiddetin kontrol altına alınması, kudret biriktirmek ve arkasından hak biriktirmek, hak alanı inşa etmek. Colani şimdi bunun üzerine yoğunlaşıyor. Öyle bir süreçteyiz ki en çok hukukçuların, hak inşa etmeye dönük kavramlar setini devreye sokacak kişilerin daha fazla konuşması gereken bir dönemdeyiz. Bir ay kadar önce Birleşmiş Milletler’e acil müdahale talebiyle başvuruda bulunduk. Orta Doğu’da ortak yaşam ancak ve ancak inanlarla inanmayanlar, İslam ve cari İslam üzerinden ayırt edilen toplulukların hiyerarşisine dayalı. Bu hiyerarşi kamu üretmemiştir. Bu hiyerarşi eşitlik üretmemiştir. Bugün Orta Doğu çökerken modernlik de çöküyor. Modernliğin ortak yaşam, eşit yurttaşlık, kamu iddiası çöküyor. Yeni bir kamu hukuku yaratmamız gerekiyor.”
Emekli diplomat ve eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz de konuşmasında HTŞ’nin yeknesak bir örgüt olmadığını, içinde şeriat yanlılarının olduğunu, bu nedenle de Alevilerin üzerine gidildiğini söyledi.
“AB raporlarında yer alan Alevilere dönük ayrımcılığı reddeden AKP’den Alevilere sahip çıkması beklenmemeli” diyen Çeviköz şu önerilerde bulundu: “CHP ve muhalefet partilerinin Kürtlerin ve Alevilerin karşı karşıya kaldığı, ayrımcılığı, haksızlıkları bir şekilde dile getirmesi ve bunların Avrupalılar tarafından not edilmesini sağlanması lazım. CHP Sosyalist Erternasyonal üyesidir. Burada Suriyeli, İranlı, Iraklı, Kürt, Arap, Hıristiyan partiler vardır. Bu partilerle, sadece Türkiye’de değil, Suriye’de Alevilerin ve Kürtlerin karşı karşıya kaldığı sıkıntıların bir arada dile getirilmesi ve Sosyalist Erternasyonal’in buna sahip çıkması için çalışılması gerekiyor.”
HTŞ iktidarının seçimler ve kurucu anayasa için verdiği tarih Suriye özelinde uzun bir tarih. 4 yıl… Bu esnada devlet yeniden yapılanıyor, bürokratik kadro tamamen değişiyor. Eğitim müfredatı ise farklı toplum kesimlerinin beklentisinden uzak. Kapsayıcılık ve çoğulculuk konusunda açılan kredi ziyan edilecek mi göreceğiz. Ama Arap Alevileri, yeni Suriye yönetiminin en önemli sınavlarından biri olacak gibi görünüyor.
/././
Anketten çıkan sonuç: Toplumun yüzde 70'i, Kartalkaya'daki yangından dolayı Turizm Bakanı Ersoy'un istifasını istiyor!
İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından yapılan 2000 kişiyle düzenlenen Türkiye Raporu anketi sonuçları yayınlandı. 31 Ocak – 4 Şubat 2025 tarihlerinde, Türkiye’nin 26 ilinde yapılan çalışmanın, Kartalkaya otel yangını faciasının etkiledikleri ve sorgulattıkları etrafında şekillendiği görülüyor. belirtmiyor.
İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından, her ay Türkiye çapında 26 ilde yaklaşık 2 bin kişi ile gerçekleştirilen anket çalışması sonuçları paylaşıldı. Araştırmalarda yer verilen 26 il, Türkiye’nin 26 İBBS bölgesini temsil etti. Anket, yüzde 95 güven aralığı ve +/- 2,19 hata payı ile istatistiksel olarak çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Anketin bir bölümü ise Bolu Kartalkaya'daki yangın faciasının etrafından şekillendi.(https://t24.com.tr/haber/turkiye-raporu-anketi-en-basarili-siyasetci-kim,1219400)
***
Birleşik Metal-İş sekreterini öldürdükten sonra kendini vuran Şube Başkanı, hayatını kaybetti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder