Rusya’nın başkenti Petrograd’da Bolşeviklerin önderliğinde Ekim Devrimi gelip çatmıştır. Barış ve proletarya iktidarı ile yola çıkan bu devrim haberinin üzerinde yarattığı etkiyi Beimler daha sonra “Hayatımın en heybetli ve en temel deneyimi” ifadeleri ile açıklayacaktır.
“…Her dilden bir adları vardı onların / ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar. / Sarışındılar belki de esmer / yani birçok yüzün bileşkesi…” - Ahmet Telli
Barselona sokakları, İspanya İç Savaşı boyunca pek çok cenaze merasimine ve yürüyüşüne sahne olur. Yine de 6 Aralık 1936 günü toplanan kalabalığın uğurladığı cenaze biraz daha farklıdır. Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyasının desteğiyle General Franco arkasında topladığı faşist güçler ile İspanya Cumhuriyeti’ne karşı darbe yapar. Bu savaşta komünistler, anarşistler, sosyalistler ve cumhuriyetçiler savaşın diğer cephesinde yer alarak hem Franco’ya hem de onların müttefiklerine karşı silaha sarılırlar. Fakat Barselona’da on binlerin uğurladığı kişi bir Almandır: Doğduğu andan itibaren hayatı mücadele içinde geçen komünist işçi önderi ve Alman Parlamentosu (Reichstag) Milletvekili Hans Beimler. İspanya’da ise o sadece Uluslararası Tugayların altındaki Alman Bölüğünün ünlü komutanıdır…

Bu sıradan bir cenaze değil. Evet, sadece enternasyonalist bir devrimcinin hikayesi bile anlatılmaya, hatırlamaya değer. Fakat Beimler’ın cenazesini görünce aklımızda canlanan daha önemli bir soru var: Almanya, aynı yıllarda faşizmin dört nala toplumsal hayatın her alanına akın ettiği karanlık bir dönemi yaşarken Beimler’ın yolu nasıl İspanya’ya düşmüştür. Almanya’da o yıllar cadı avı çoktan başlamıştır, hatta Beimler’ın kendisi de toplama kampından kaçmıştır. Onun gibi kimi Alman komünistler ise 1933 yılında tutuklanan işçi önderi Ernst Thälmann’ın adını kızıl bayraklara yazıp bu isimle kurdukları bölükle kanlarını İspanya’daki yoldaşlarına sunarlar.
Peki ama neden? Hiç mi dememiş kimse onlara “Siz önce kendi evinizin önünü süpürün” diye? Neymiş bu insanları oradan oraya savurup duran şey? Cevap için enternasyonalizmin basit bir niyet beyanı olmadığını bize anlatan Beimler’ın pek bilinmeyen hikayesine kulak verelim.
KUTUDAN ÇIKAN BİR ÇOCUK
Biyografilerin ilk cümleleri pek bir şey ifade etmez. Hatta genelde sıkıcıdır. “Şurada doğdu, anası babası şu işi yapardı” dediğimizde yarım kulakla dinlenir, ne de olsa meselenin teferruatıdır. Ancak ‘neydi onları oradan oraya savuran şey’ diye sorarak başladığımız bir biyografide Beimler’ın doğumu sanki ileride yaşayacağı hayatı haber verir niteliktedir.
Münih’te 1895 yılında doğan Beimler, yoksul işçi sınıfı bir ailenin evlilik dışı doğan çocuğudur. Bu sebeple söylenceye göre ailesi doğar doğmaz bebeği tahta bir kutuya koyar ve büyükanne ve büyükbabasına gönderilmek üzere trene bırakır. Çilingirlik yapan dedesi kutuyu alır ve içinden çıkan bebeği ‘evlat edinir’. Bu sebeple Hans’ın lakabı ömrü boyunca Kistenböiberl yani ‘kutu çocuk’ olur.
Büyüdüğü dedesinin evinde gariban yaşam vardır. Dolayısıyla Beimler de erken yaşlardan itibaren demirci olarak çalışmaya başlar. Henüz 16 yaşındayken de bohçasını toplayıp eve veda eder, serüvende kendi kararıyla verdiği ilk büyük adımı atar. Hamburg limanında bir iş bulur ve Alman Metal İşçileri Derneği’ne katılır.

FIRTINANIN ESİNTİSİ
Henüz hayatındaki sayfaları daha yeni yeni açmaya başlamışken Cihan Harbi başlar. Savaşın başlamasıyla birlikte askere alınan Beimler mayın arama gemisinde on başı olarak görev alır. Daha sonra güverte zabitliğine terfi eder. Savaşın sonuna doğru, bir abluka nedeniyle kıyıda demir atmak zorunda kaldıkları zaman duyduğu haberler, zihninde biriktirdiği her şeyi yerinden oynatır: Rusya’nın başkenti Petrograd’da Bolşeviklerin önderliğinde Ekim Devrimi gelip çatmıştır. Barış ve proletarya iktidarı ile yola çıkan bu devrim haberinin üzerinde yarattığı etkiyi Beimler daha sonra “Hayatımın en heybetli ve en temel deneyimi” ifadeleri ile açıklayacaktır.
Bu sözleri abartılı bulanlar olabilir. Ancak acele etmeden, Ekim fırtınasının yarattığı esinti üzerine bir düşünelim. Bir olay, özellikle de bir devrim ‘tarihsel’ olarak değerlendirildiğinde ister istemez rengi solar. Ne yaparsak yapalım, nasıl anlatırsak anlatalım o çağın içinde o olayın yakınında değilsek, duygusal anlamda verdiği coşkuyu tam olarak algılayamayız. Büyüsünü anlamak için sözler yeterli olmayabilir. Ama insanların kalbine düşürdüğü ateş parçasını görmenin bir yolu var; o insanların yaşamlarını izlemek. İşte Ekim Devrimi öyle bir patlamadır ki yarattığı dalga, öyle gelişkin iletişim cihazlarına ihtiyaç duymadan tüm gezegende bir şekilde karşılık bulur. Bir kızıl bayrak ve iki kelime ile -barış ve proletarya iktidarı- bir hanedanlığın devrilmesi o günün insanları için çok da uzun ve teknik açıklamaya ihtiyaç duymaksızın sahiplenilebilecek bir görkemdir.
Beimler’ın bu hislerini pratiğe dökmesi çok uzun sürmez. Almanya’da yaşanan devrimci süreç, 1918 yılında ayaklanan denizcilerin yaktığı fitille birlikte başlar. “Kızıl denizciler, kıyıya çıkın! Devrimin bayrağını her şehre, her ülkeye götürün!” sloganıyla Beimler memleketine döner. Hem burası, öyle sıradan bir yer de değildir, 1919 yılında Münih Sovyet’inin ilan edildiği yerdir. Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) öncülü olarak değerlendirebileceğimiz Spartakistlerin içinde yer alan Beimler, burada karşı devrimci Freikorps ile çatışmalara girer. Münih Kızıl Ordusu’nun hem komutanlarındandır hem de askeri eğitmenlerindendir.
TOPLAMA KAMPLARI VE KAÇIŞ
Alevlenen sürece rağmen Alman Devrimi yenilgiye uğrar. Münih Sovyeti de öyle. Fakat Beimler için değişen pek bir şey olmaz. Kısa bir cezaevi sürecinden sonra mücadele hayatına Münih’te devam eder. 1920’lerde bir sabotaj nedeniyle 2 yıl cezaevinde kalır. Daha sonra lokomotif fabrikasında tamirci olarak çalışmaya başlar. Burada İşçi Konseyi’ne üye olur ve örgütlü işçi çalışması yürütür. Uzun yıllar boyunca KPD’nin Aşağı Bavyera işçi örgütü sorumlusu olan Beimler, bu örgütlü mücadelenin verdiği güçle 1932’de Reichstag’a milletvekili seçilir. Yeni görevinin verdiği bu yeni sıfat, yani ‘parlementerlik’ onu tanımlamak için ihtiyaç duyacağımız bir ifade sayılmaz. Beimler, seçildiği günden sonra da militan bir işçi önderi olarak çalışmaya devam eder. Ta ki ertesi yıl tutuklanana kadar.
Reichstag Yangını komplosu ile Nazilerin ülke siyasetine indirdikleri darbe oyunun kuralları değiştirir. Almanya’da başlayan cadı avı ile faşistler iktidarlarını konsolide ederler. Beimler de önce Nazilerin işkencelerinden geçer daha sonra Dachau Toplama Kampı’na gönderilir. Bir şekilde kamptan kaçmayı başarır. Gizlenerek yaptığı seyahatinde bir şekilde kendini Çekoslovakya’ya ve oradan da Sovyetler Birliği’ne atar. Geldiğinde her yanı yara bere içindedir. Sadece bu da değil, doktor muayenelerinin sonucunda gördüğü işkencelerle midesinin ve böbreklerinin ciddi şekilde zarar gördüğü tespit edilir. Bu sırada Beimler’ın eşi gözetim altında, çocuklarından biri ise zorunlu eğitim kampındadır.
İSPANYA’YA DOĞRU
Geçici süreliğine bulunduğu İsviçre’deyken İspanya’da komünistlerin de içinde bulunduğu halk cephesi iktidara gelmiştir. Avrupa’da faşizme karşı kazanılan bu önemli mevzi kısa süre içerisinde İspanya İç Savaş’ına dönüşecektir. Almanya’da ise faşist iktidar, her geçen gün daha da derinlere kök salar. Alman komünistler Beimler’ın çocuğunu Nazilerin elinden kurtarmayı başarır ancak eşinin durumunda değişen bir şey yoktur. Tüm bu çalkantının ortasında Komintern, Beimler’i Barselona’ya gönderir. Faşizmin tek bir ülkeye ait olmadığını düşünen Beimler de böylece İspanya’da cumhuriyetçilere destek vermek için kurulan Alman birliklerine katılır.
İspanya İç Savaşı’nda dünyanın dört bir yanından gelen başta komünistler olmak üzere sosyalistler, anarşistler ve sosyal demokratlar Uluslararası Tugaylar altında toplanır. Sayıları yaklaşık 60 binlere ulaşan bu tugaylar savaş boyunca yaklaşık 15 bin savaşçısını kaybeder. Ancak bundan da önemlisi Uluslararası Tugayların deneyimi, yurt olarak bütün cihanı bir gören komünistlerin örgütlü bir biçimde kanının karıştığı bir deneyimdir. Ve şüphesiz burada savaşmak, Almanya’dan ya da İtalya’dan gelen komünistler için çok daha başka bir anlam ifade eder. Bu hislerle yola çıkan Almanlara, Beimler öncülük eder. Kurdukları bölüğe yoldaşlarıyla birlikte tutsak işçi önderi Thälmann’ın ismini seçerler.
KUTUDAN KUTUYA
Franco güçlerinin saldırısı Kasım 1936’da Madrid’de yoğunlaşır. Beimler de burada savaşırken girilen çatışmada hayatını kaybeder. 1 Aralık akşamı Madrid radyolarında haberler Alman komünistin ölüm haberini tüm ülkeye duyurur: “Bu akşam saatlerinde, Madrid hendeklerinde, Hans Beimler, Alman Reichstag Parlamento Üyesi, Uluslararası Tugayların ve Thälmann Bölüğünün ilk savaş komiseri hayatını kaybetti. İspanya halkıyla dayanışarak cansiperane hayatını özgürlük ve demokrasi için feda eden bu büyük adamın ardından tutulan yas çerçevesinde İspanya Cumhuriyeti’nde bayraklar yarıya indirildi.”
İşte bu anonsla Beimler’ın cenazesi Barselona’ya gönderilir. Hayatını yollarda, kavgada geçirmiş bir devrimcinin kat edeceği son mesafelerdir bunlar. Yüzbinlerce kişinin döküldüğü sokaklarda görkemli bir cenaze ile birlikte Barselona’ya memleketinden çok uzaklara gömülür. Kutuda başlayan bebeğin yolculuğu kutuda biter. Ancak bu sefer soğuk bir trende, ona layık görülen berbat bir hayatın en dibinde değil, renk renk insanlardan oluşan yoldaşların omuzlarında çıkartılır mezarlığa.
Kör talihli gariban bu çocuğa acımayın sakın! Kendi kaderini milyonlarla birleştirmiş bu devrimcinin ismini ansanız, mücadelesini hatırlasanız yeter. Eğer yolunuz bir gün Barselona’ya düşerse de o meşhur Montjuïc tepesine çıkarsanız tüm o görkemli mezarları arkanızda bırakın. Ve nihayet karşınızda beliren ve üzerinde ‘Hans Beimler’ yazan basit ve gösterişsiz taşa yolda topladığınız bir çiçek de siz bırakın.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder