Peşine babasının vekillerini takan Bilal Erdoğan 'vakıf başkanı' sıfatıyla Suriye'de temaslarda bulundu
AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, babasının isteiği üzerine Suriye'ye ziyaret gerçekleştirdi. "İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı" sıfatıyla AKP'li vekillerin olduğu heyete başkanlık eden Erdoğan, Ahmed Şara ile görüştü.(https://haber.sol.org.tr/haber/pesine-babasinin-vekillerini-takan-bilal-erdogan-vakif-baskani-sifatiyla-suriyede-temaslarda)
***
KYK yurtlarına ‘Ramazan’ düzenlemesi: Dini yarışmalar düzenleniyor, spor salonu saatleri değiştiriliyor -Yekta Armanc Hatipoğlu-
Ramazan ayının başlamasıyla birlikte diğer devlet kurumlarına olduğu gibi pek çok sorunla anılan KYK yurtlarına da çeşitli düzenlemeler getiriliyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/kyk-yurtlarina-ramazan-duzenlemesi-dini-yarismalar-duzenleniyor-spor-salonu-saatleri)
***
Okullara yazı gitti: Çizelge hazırlanacak, oruç tutan öğrenciye başarı belgesi verilecek! -Burcu Günüşen-
İstanbul’da okullara gönderilen yazıda Ramazan'da yapılabilecek etkinlikler sıralandı. Listede öğrencilere oruç tavsiye edilmesi, çizelge tutulup sonunda başarı belgesi verilmesi yer alıyor.
Eğitimde dinci kuşatma sürüyor. Şimdi de öğrenci ve veliler okullarda Ramazan etkinlikleri ve oruç dayatmasıyla karşı karşıya.
İstanbul’da ilçe milli eğitim müdürlükleri okullara Ramazan’da ve öncesinde “yapılabilecek etkinlikler” listesi gönderdi. Çocuklara “oruç tavsiye edilmesi” önerilen yazıda bunun için çizelge tutulması ve sonunda başarı belgesi verilmesi de istenildi.
soL, Kadıköy ve Tuzla ilçe eğitim müdürlüklerince okullara gönderilen yazıya ulaştı.
“Ramazan öncesi ve Ramazanda okullarda yapılabilecek etkinlikler” başlığını taşıyan yazıda söz konusu etkinlikler 23 maddede sıralanıyor.
'İlkokullarda tekne orucu uygulaması'
En dikkat çeken madde öğrencilere "zorlamadan" oruç tavsiyesinde bulunulması. Ardından gelen madde ise tavsiyenin de ötesine geçiyor ve “ilkokullarda, ortaokullarda tekne orucu1 uygulaması yapılması” isteniyor.
Ramazan boyunca okullara girişlerde TV ekranlarından "Ramazan konulu video ve müziklerin yansıtılması", “sınıf ve veli iftarları” düzenlenmesi, öğrencilerin "teravih için camilere yönlendirilmesi", okullarda "Ramazanla ilgili sohbetler, öğrenci ve velilerle Kuran okunması" da etkinlikler arasında sıralandı. "Okul adına İmsakiye bastırılması" da listede yer aldı.
İlçe milli eğitim müdürlüklerinin okullara gönderdiği “Ramazan öncesi ve Ramazan'da okullarda yapılabilecek etkinlikler” listesi şöyle:
- Sınıf kapılarının sınıf panolarının süslenmesi veya Ramazan panosu yarışması yapılması,
- Okul girişinin ve koridorların yıldız ve hilallerle süslenip süslenmesi Ramazan sokağı köşesi oluşturulması,
- Evlerde Ramazan köşesi,
- Manilerle davul çalınması koridor ve sınıflarda dolaşılması ,
- Meddah veya Hacivat-Karagöz oyunu oynatılması,
- Okul adına İmsakiye bastırılması,
- Ramazan öncesinde Osmanlı macunu pamuk şekeri vesaire dağıtılması ikramlar yapılması,
- Tebrikleşme ve hediyeleşme,
- Her güne bir iyilik,
- Sadaka vermeye teşvik,
- Ramazanla ilgili okul giriş tv ve ekranlarına ramazanla ilgili video veya müzik yansıtılması,
- Her güne bir ayet bir hadis bir sahabi tanıtılması bir hikaye anlatılması,
- Ramazan risalesi şiir kompozisyon veya resim yarışmaları yapılması,
- Ramazanla ilgili sohbet seminer,
- Yakınları arkadaşları iftara davet etmek iftara katılmak,
- Öğrenci ve velilerle hatim okunması-Kuranı kerim okunması,
- Sınıf ve veli iftarları düzenlenmesi.
- Teravih için camilere yönlendirme cami ziyaretleri, kutsal emanetlerin gezilmesi,
- Zorlanmadan oruç tavsiye edilmesi ve çizelge tutulması sonunda da başarı belgesi verilmesi,
- İlkokullarda, ortaokullarda tekne orucu uygulaması yapılması,
- Ramazan Günlüğü tutulması,
- Yardım kampanyaları; Ramazan kumanyası Ramazan paketi-Filistin Gazze ve ülkemizdeki fakir ve yetimler için,
- Toplu bayramlaşma.
Diyanet 4-6 yaş grubuna yönelik 'Ramazan Günlüğüm' kitabı hazırladı
Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı da 4-6 yaş Kuran kursu öğrencilerine “Ramazan ayı değerlerini kazandırma”da rehber olması için Kuran Kursu öğreticilerine yönelik “Ramazan Günlüğüm” adlı bir kitapçık hazırladı.
Kitapta 4-6 yaş grubuna her gün "Ramazanla ilgili bir kavram öğretilmesi için yapılacak etkinlikler" anlatılıyor.
4-6 yaş arası çocuklara “Günün Hadisi”, “Günün Duası”, “Günün Sünneti”, “Günün Ayeti” başlıklarında belli kavramların belletilmesini öngören kitapta yapılması istenen etkinlikler arasında çeşitli oyunlar da yer alıyor. Bunlardan biri de kukla oyunu. Oyunda İmsak adlı kukla çocuklara şöyle sesleniyor: "Bol bol tekne orucu tutun, bol bol dua edin, bayramda bol bol harçlık toplayın…”
Aynı kitapta yer verilen "Ramazan Davulu yapımı etkinliği" için ailelerden bir gün önce her bir çocuk için 5 kiloluk boş yoğurt kovası göndermeleri isteniyor.
Dikkat çeken bir oyunsa “Sahur Tostu” oyunu. Çocukların iki minder arasında sıkıştırılmasıyla oynanacak oyunda “Sahurda kalkarım / İki ekmek alırım. / Bir kaşar bir de sucuk / Acaba ne yaparım?” şeklinde mani söyletiliyor.
Diyanet’in Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı kitapçıkta çocuklara “Oruç Rozetim” başlığında kağıttan rozetler, “Beni sahura kaldırın” yazılı kapı kolu askıları hazırlatılması da yer alıyor. (https://haber.sol.org.tr/haber/ilkokul-ogrencilerine-ramazan-dayatmasi-oruc-cizelgesi-dua-listesi-sukur-kutusu-391655)***
Halil Falyalı ile şirketi gündem olmuştu: Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim merkeze çekildi.
Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim merkeze çekildi. Özgür Özel son grup toplantısında Serim'in Halil Falyalı ile ortak şirketine dikkat çekmişti.(https://haber.sol.org.tr/haber/halil-falyali-ile-sirketi-gundem-olmustu-lefkosa-buyukelcisi-yasin-ekrem-serim-merkeze)
***
Öğretmenler bugün Ankara’dan haykıracak: ‘Susarak daha iyisinin olacağına inanmıyoruz’-İrem Yıldırım-
Ülkedeki korku iklimine bir tavır olarak yürüyen öğretmenler mesleklerinin topluma karşı sorumluluğunu vurgulayarak “Cumhuriyet ve Emek mitingi”nde ses yükseltecek. Eğitim-İş yetkilileri tüm süreci soL’a anlattı.(https://haber.sol.org.tr/haber/ogretmenler-bugun-ankaradan-haykiracak-susarak-daha-iyisinin-olacagina-inanmiyoruz-396466)
***
Trump’ın hesabını ABD işçi sınıfı görecek -Erhan Nalçacı-
ABD işçi sınıfı son yıllarda işçileri düzen içinde tutan klasik sendikacılığı da aşarak ve siyasallaşarak mücadele ediyor. Trump’a karşı Demokratların altında değil, kendi programlarının altındaki öncülüğün büyük bir şansı bulunuyor.
Bu köşede son 10 yılda yaşananların daha çok bir emperyalist paylaşım savaşına benzediğini çok yazdık. Şimdi Ukrayna’nın ABD ve Rusya arasında paylaşılması ve diğer emperyalist güçlerin dışlanması çok şaşırtmamalı bizi.
Trump’ın ikinci döneminde uluslararası olaylardaki dengelerin değişmesini ve açıkça emperyalist niyetlerin ortaya konmasını ele alıyoruz, ancak bu ele alış olayın sınıfsal yanını örtebiliyor. Bu nedenle bu yazıda Trump yönetiminin ABD işçi sınıfına ne getireceğine ve nasıl bir karşılık bulacağına odaklanalım.
Emperyalist bir devlet olmanın gereği olan, başka bir deyişle işçi sınıfını düzen içinde tutma mekanizması olarak “orta sınıf” yaratma politikalarının ABD’de erozyona uğradığına değinmiştik.
Pandemi sonrası enflasyon “orta sınıfların” daha da erimesine yol açtı. Geçen yılın sonbaharında yapılan hanehalkı anketine katılanların %69’unun ki yaklaşık 250 milyon kişiyi temsil ediyor, her hafta temel ev masraflarını karşılamakta güçlük çektiğini ortaya koydu.
Buna karşılık Demokratlar yönetimde olduğu sürece Ukrayna ve İsrail’de savaşı mali olarak desteklemeyi öne aldıkları için ABD emekçilerinin yoksullaşmasını önleyemediler. Bu gerçek Trump’a işçi sınıfı içinden de destek gelmesini açıklıyor. Trump’ın sahtekarca ileri sürdüğü “Önce ABD” politikası, gümrük duvarlarıyla korunmuş ABD’de yeniden sanayileşme ve göçmen işçilerin sürülmesi ile işçi sınıfının refahının artırılmasını vaat ediyordu.
Çin malları sadece ABD pazarını büyük bir ticaret açığı bırakarak işgal etmiyor, Meksika, Kanada ve Almanya’dan ithal edilen ürünlerin içine ara ürün olarak girerek de ABD pazarına ulaşıyor. Dolaylı ve dolaysız Çin mallarına getirilen yüksek vergi duvarları tüm pazara sürülmüş malların fiyatını artıracak. ABD emekçilerinin yoksullaşması Trump döneminde kaçınılmaz gözüküyor.
ABD yüksek ticaret açığı, hızla yükselerek ulusal gelirin %123’üne ulaşan borcu, devasa bütçe açığı, dünya üretimine azalan katkısı, dolar hegemonyasının tehdit altında olması ve temel rakipleriyle askeri olarak başa çıkma güçlüğü ile karakterize bir kısır döngünün içine sürüklenmiş bulunuyor.
Krizdeki bir ülkenin sermaye sınıfının krizin bedelini emekçi sınıfların omuzuna yıkmadığı bir örnek var mı? Trump’ın 2017-2021 arasındaki ilk Başkanlık dönemi işçi sınıfı haklarına yapılan saldırılarla anılıyor. Örneğin, bu dönemde Çalışma Bakanlığı işçi ücretlerini koruyan çok sayıda düzenlemeyi geri çekti, fazla mesai ücretlerinin ödenmesini engelledi. İşçilerin toplu sözleşme hakları budandı. Ayrıca pandemi dönemi korkunçtu ve işçiler ölmeleri pahasına işte tutulurken sosyal hakları ellerinden alındı.
Trump’ın ikinci döneminde ise sermaye çok daha cesur, daha doğrusu krizi çok daha büyümüş durumda ve işçi haklarına dönük giderek ağırlaşan bir saldırı bekleniyor. Aynı zamanda bu uygulamalar yeni rejimin niteliğini de daha iyi kavramamıza yol açıyor.
Trump ile birlikte yasa dışı sayılabilecek ABD Hükümet Verimliliği Departmanı (DOGE) kuruldu. Yasayla tanımlı bir bakanlık olmadığı için Trump tarafından atanan yöneticilerin Senato tarafından onaylanması gerekmiyor. Bu keyfilik ve yasa üssü oluş yeni rejimin özelliği. Atananlardan Elon Musk’ı biliyorsunuz, ABD’nin başlıca tekellerinden birinin patronu ve namlı bir işçi düşmanı. Diğeri ise Vivek Ramaswavy, o da yeni yetme bir patron. Bu gölge Bakanlığın ismine Elon Musk’ın sevdiği bir bitkoinin ismini vermişler: DOGE, aşağıda korsan bayrağına benzeyen ve twitterda kullanılan logosu görülüyor.
Şekil 1: Trump’ın ikinci Başkanlığı ile birlikte kurulan ABD Hükümet Verimliliği Departmanı’nın (DOGE) logosu görülüyor. Elon Musk tarafından ileri sürülen ve olağanüstü yetkilere sahip departman bir distopyanın parçası gibi gözüküyor.İlk elden bu departman 30 bin kamu çalışanının işine son verdi, 75 bin kişiyi istifaya zorladı. Türkiye’de ABD emperyalizminin müdahale araçlarından olan Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) elemanlarının tırpanlanması olarak okundu daha çok. Oysa işçi sınıfına toplu bir saldırının parçasıydı. İşinden edilenlerin çoğu ABD’de kapitalizmini süsleyen ve emekçi sınıfların sosyal ücreti olarak kabul edilebilecek kamusal çıkarı temsil eden kurumlarda çalışıyorlardı. Örneğin, emek rejimiyle ilgili iyileştirmeler, kamu arazilerinin korunması veya engelli bireylerin hakları, eğitim hakları gibi alanlara saldırıldı. Elon Musk 2 trilyon dolar gibi bir bütçe tasarrufu sağlanacağını iddia ederken bu uygulamaların emekçi halka bedelinin ne olacağı belirsiz. ABD’de son dönemde önlenemeyen yangınlar gibi felaketlerde kamu olanaklarının biçilmesinin rol oynadığı biliniyor. Şimdiden hükümet yetkilileri katıldıkları toplantılarda yuhalanmaya başlandılar.
Ayrıca Trump yönetimi sosyal güvenlik fonlarını ABD mali sermayesine yönlendirerek onların paradan para kazanma iştahına sunuyor ve emeklilik maaşları gibi başlıklarda sosyal güvenliği tümden riske atıyor.
Öte yandan rejimin niteliğine ışık tutan bir başka olay DOGE’nin ABD devletinin bütün dijital verilerine ulaşma gayreti. Düşünün dijital verilere bir dijital şirket patronunun yasa üssü olarak ulaştığını. Yargı kararları bazı noktalarda engel olsa da yargıç güvenliği de devlet olmuş patronlar tarafından tehdit ediliyor.
Siyasi bir terim olarak kapitalist ülkelerde burjuva diktatörlüğü kavramını kullanırız. Bu kavram birçok örnekte görüldüğü gibi burjuva hukukunun geçerli olduğu parlamenter demokrasi ile yönetilen ülkeler için de geçerlidir. Bu kavram tüm demokrasi güzellemeleri içinde burjuvazinin işçi sınıfının iktidarına izin vermeyecek bir mekanizmaya sahip olduğu anlamına gelir. Ancak şimdi yaşananlar bu kavramın altında bir “burjuva diktatörlüğü rejimi” olarak gözüküyor. Patronların tüm yargı, yasama ve yürütmeyi tek elde topladığı bir baskı ve koşulsuz sömürü rejimi. İşçi sınıfı şu an iktidarı tehdit ettiği için değil belki ama sermaye yönetilmesi çok zor büyük bir krizle karşı karşıya olduğu için buraya yöneliyor.
ABD ise tahminlerin ötesinde sınıf mücadelelerinin verildiği bir coğrafyadır.
Aşağıdaki şekil son yıllarda greve çıkan veya iş bırakan işçi sayısındaki artışı gösteriyor.

ABD işçi sınıfı son yıllarda işçileri düzen içinde tutan klasik sendikacılığı da aşarak ve siyasallaşarak mücadele ediyor.
Trump’a karşı Demokratların altında değil, kendi programlarının altındaki öncülüğün büyük bir şansı bulunuyor.
Başlığa dönebiliriz, Trump’ın temsilindeki ABD sermayesinin hesabını ABD işçi sınıfı görecek. /././
Reel sosyalizme ve moderniteye dair -Aydemir Güler-
Tarihin saatinin geri döndürülmesinin ilan edildiği günlerde, kimse kalkıp o ilerlemenin de çok zaafı olduğunu öğretmeye kalkışmasın. Hoş kalkışan olursa, yukarıdaki 1970 kararını hatırlatırız…
Önceki günkü Öcalan çağrısının pratik çıktılarıyla burada ilgilenmeyeceğim. Bundan sonrasında çatışmalar biter mi, Kandil’dekiler nerede yaşar, bir tür af çıkar mı, DEM Erdoğan’ın olası anayasasını da demokrasi diye sahiplenir mi; bütün bunlar önemli tartışmalar. En önemli ve değerlisi de, onlarca yıldır on binlerce insanın hayatına mal olan, toplumsal yaşamı ve siyaseti esir alan savaşın bitmesi, bitip bitmeyeceği, bitmesinin bedeli…
Bunlar tartışılır, tartışacağız… Ama çağrının arka planıyla, dayandığı teoriyle çok daha az ilgilenileceğine eminim. Ben de bugünlük buradan tutayım dedim.
Hani “dakka bir gol bir” denir ya; paragraf bir, ilk gol reel sosyalizme!
Metin bilimsel bir görünümle başlıyor ve bize silahlı mücadele seçeneğinin belirli bir tarihsel bağlamda doğduğunu söylüyor. Tabii metin, bu bağlamı kabaca ve kısaca “kötü” buluyor.
Kötülükler sıralanıyor: şiddet, dünya savaşları, soğuk savaş, Kürt realitesinin inkârı, özgürlüklerin yasaklanması ve… reel sosyalizm!
Reel sosyalizm dediğimiz şey, 20.yüzyılın “realitesinde” olabildiği kadarıyla sosyalizmdir. Reel sosyalizm bu acımasız gerçekliğin, savaş üreten düzenin parçası değil karşıtıdır. 1917 Bolşevik devriminden başlatırsak reel sosyalizm emperyalist savaşa, onun yarattığı açlığa meydan okumuştur. Rusya’yı savaşın dışına çekmiş, yağmacıların bütün bölgemizi aralarında pay etme planlarını ifşa ve sabote etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nı bitiren, Britanya ve ABD’nin, Sovyetler Birliği’nin sonunu getirsin diye umut bağladığı Nazizmi Avrupa’dan süpüren, yine reel sosyalizmdir. Bugün Avrupa demokrasisinin kalbi zannedilip ikide bir kapısı çalınan Brüksel’de, bir zamanlar Afrika’dan getirilen siyah köleler sokakta teşhir ediliyordu. O sıralarda, ABD’de kapılara “köpekler ve zenciler giremez” yazılıyordu. Reel sosyalizm işsizliği bitirmiş, iş saatlerini kısaltmanın derdine düşmüş, kadının özgürlüğünü kâğıt üstünden gündelik yaşama taşımaya koyulmuştu. Özgürlüklerin baskılanmasıyla özdeşleştirilen reel sosyalizmde işçiler her yeni haftaya fabrikalarında dünyayı ve ülkelerini tartıştıkları toplantılarla başlıyorlardı. 20.yüzyılın emperyalist realitesine rağmen “yaptıklarımız”, eğitimden spora, ekonomik planlamadan teknolojik gelişmelere ve dahi ulusal soruna kadar her başlıkta, insanlığa gelecekte de kaynak kitap olarak hizmet edecektir.
Kapitalist-emperyalist gerçekliğin ortasında sınırlı işler kotarılabildi. Ama örneğin reel sosyalizmin barışçı politikaları ve önderlik ettiği dünya barış hareketi emperyalist saldırganlığı bir ölçüde dizginleyebilmişti.
Kürt realitesinin inkârına, reel sosyalizmin zerre katkısı yoktur. Ama Türkiye’nin benzersiz tarihsel belgesini reel sosyalizmin takipçisi olan birinci Türkiye İşçi Partisi 1970’de kayıtlara geçirmiştir. 29-31 Ekim 1970’de Ankara’da toplanan dördüncü büyük kongrede bir Kürt sorunu kararı alınmıştı. Köşe yazısı standartları için uzun olacak, ama sıkıcı değil. Belki kimileri için utandırıcı…
"Türkiye İşçi Partisi 4.cü Büyük Kongresi,
Türkiye’nin Doğu’sunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu,
Kürt halkı üzerinde, baştan beri, hâkim sınıfların faşist iktidarlarının, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen, baskı, terör ve asimilâsyon politikasını uyguladıklarını,
Kürt halkının yaşadığı bölgenin, Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla, geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanununa ek olarak, bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hâkim sınıf iktidarlarının, güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu,
Bu nedenle, «Doğu sorunu»nu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın, hâkim sınıf iktidarlarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını,
Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün antidemokratik, faşist, baskıcı, şoven-milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir görev olduğunu,
Kürt halkının gelişen demokratik özlem ve isteklerini ifade ve gerçekleştirme mücadelesi ile, işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimizin öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesini tek bir devrimci dalga halinde bütünleştirmek için, Kürt ve Türk sosyalistlerinin Parti içinde omuz omuza çalışmaları gerektiğini,
Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi şoven burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, Parti’nin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu,
Parti’nin, Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilân eder.”
Reel sosyalizm tarif edilen ve sonuç olarak silahlı mücadeleyi doğuran “kötülükler” dünyasının parçası değil, tarihimizin onurudur. Türkiye’de ve Kürt sorunuyla ilgili olarak, reel sosyalizmin parçası sayabileceğimiz bu belgenin ruhu, yazıldığı günden beri geçerlidir.
Biz Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından bakarız. Bu mücadeleyi tek bir devrimci dalga halinde bütünleştirmeyi amaçlarız. Milliyetçi bir silahlı hareket, olsa olsa, bu amaçlardan uzaklaşma pahasına doğmuş olabilir.
Öcalan’ın metnine göre reel sosyalizm iç sorunları nedeniyle çökünce, “ağır etkisi” ortadan kalkmış olacak, Kürt silahlı hareketi anlamını kaybetmiş, kendini durmaksızın tekrar eder olmuş. Ömrünü tamamlamış yani… Aynı reel sosyalizm gibi…
Komünizme ve reel sosyalizme sövmenin hâlâ prim yapmasına şaşmıyorum. Ama tarihin ters yüz edildiği bu satırlarda 1990’larda Kürt kimliğinin inkârının da “çözüldüğünü”, ifade özgürlüğünde gelişmeler sağlandığını duyup okuyunca utanıyorum.
Kastedilenin, Turgut Özal’ın “bir koyup üç alma” açılımı olduğunu anlıyorum tabii. Onun da demokratikleşmekten ziyade ABD’ye yaranmayla alakası vardır. Ama 1990’lar asıl, “Hizbulkontranın” domuzbağını memlekete tanıttığı on yıldır. Hani metinde demokrasi mimarı olacağı ima edilen AKP’nin cebine girip Meclis’e tırmanan eski Hizbullahçılar var ya, onlardan söz ediyorum. 1990’lar gericiliğin Sivas katliamıyla iktidar yürüyüşüne çıktığı zamandır. 1992’de Nevruz Bayramında Cizre’de katledilenler ifade özgürlüğünün gelişmesine mi tanıklık etmişlerdi? 1999’da Öcalan’ın, kuşkusuz ABD onaylı ve çok muhtemelen İsrail imzalı bir operasyonla Türkiye’ye teslim edilmesiyle kapanan malum on yıla, “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adını takan yorumcu sayısı hiç de az değildi.
AKP ile MHP’den, herkesin hercümerç olacağı gelişkin demokrasi bekleyenlerin 1990’lara güzelleme yapmaları tutarlı olabilir. Ve öyle bir tarih yaşanmadığı gibi, gericilikten demokratik uzlaşma da çıkmayacaktır.
Öcalan ile Bahçeli’nin cari tarih anlayışları, demokrasinin milattan öncesine, henüz yurttaş diye bir kavramın bulunmadığı bir çağa gönderme yapmakta ortaklaşmaktadır. Çağrı mektubuna göre Türklerle Kürtlerin bin yılı aşan mutlu beraberliği 200 yıllık kapitalist modernite tarafından parçalanmış.
Hatırlayacaksınız, Bahçeli, 2025’e girerken aynı zaman dilimine “uyku” adını takmıştı. Uykudan uyanmak için Türklerle Kürtlerin yeniden kaynaşması gerekiyordu.
Bu lanetli iki yüz yıl, modernleşme sürecidir. Evet, bu süreçte kapitalist bir modernite inşa edilmeye çalışılmıştır. Alternatifi feodalitedir. Feodalite büyük toprak mülkiyetinin esas olduğu, emekçilerin tanrısal bir varlık olduğu ilan edilen ağanın, beyin malı sayıldıkları bir düzendir. Modernite ileri üretici güçlerini ortaya çıkarır; örneğin işçi sınıfını ve fabrikaları. Modernite feodal özerkliğin yerine ulusal pazarı geçirir. Bu sürecin bir gerileme olduğu düşüncesi, radikal gericiliktir.
Lanetlenen iki yüz yılın içinde emperyalizme karşı bağımsızlık kavgası vardır. Türklerle Kürtlerin yeniden kardeş olmaları için bu kavganın yadsınması gerekecek midir? İki yüz yılın içinde Cumhuriyet vardır. Kardeşlik için yurttaşlıktan vazgeçmek mi önerilmektedir?
Bunlar uçuk sorular değil. Türkiye AKP’li yıllarda “savaşı Yunanlılar kazansıydı” diyen deliyi de gördü, padişah ve halife isteyen tarikatları da. Abdülhamit ve Vahdettin sevdalılarının devleti ele geçirdiği bir dönemde, Türklerle Kürtlerin önceki gönüllü ittifakı dendiğinde akla topraklarımızın iki yüz yıllık ilerlemesinin imhasının gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Tarihin saatinin geri döndürülmesinin ilan edildiği günlerde, kimse kalkıp o ilerlemenin de çok zaafı olduğunu öğretmeye kalkışmasın. Hoş kalkışan olursa, yukarıdaki 1970 kararını hatırlatırız…
/././
Kamu bankaları reklama 5,1 milyar ödedi
İktidara yakın basın yayın organlarını reklam yoluyla desteklediği iddia edilen Vakıf, Ziraat ve Halk bankaları 2024’te 5,1 milyar TL’lik reklam-ilan harcaması yaptı. *Halk Bankası: 2 milyar 39 milyon 176 bin TL, *Vakıflar Bankası: 1 milyar 593 milyon 248 bin TL, *Ziraat Bankası: 1 milyar 484 milyon 199 bin TL.(https://haber.sol.org.tr/haber/kamu-bankalari-reklama-51-milyar-odedi-396446)
***
Zorunlu eğitim sorunu (II)!-Rıfat Okçabol-
Bu raporu yazanların gerçekleri bilmedikleri düşünülmesin. Her şeyi biliyorlar bilmesine de, gerçeklerden kaçıyorlar. Amacın üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olduğu anlaşılıyor.
Üç dinci kuruluşun 20 Kasım 2024’te düzenlediği çalıştay sonrasında 5 Şubat’ta, "Türk Eğitim Sistemi ve Zorunlu Eğitimin Yansımaları Çalıştay Raporu"1 yayınlanmış. Bu rapora göre, çalıştaya biri ilahiyatçı, dördü eğitimci ve üçü farklı alanlardan gelen 8 akademisyen ile çoğu öğretmen ve eğitim bakanlığında çalışan 12 kişi olmak üzere toplam 20 kişi katılmış.
Çalıştay raporunu kimin/kimlerin kaleme aldığı belirtilmiyor. Raporda, genellikle Batı kaynaklı eğitsel açıklamalara yer verilse de, Batı (laiklik ve bilimsellik) düşmanlığı ile piyasacı, gerici ve Osmanlı hayranlığı öne çıkıyor.
Raporun "Sunuş" kısmında, “Köklerine bağlı ve aynı zamanda istikbale uzanan bir eğitim sistemi için sorumluluk sahibi her birey ve kuruluş elinden geldiği ölçüde Türkiye’nin maarif davasına sahip çıkmalıdır” cümlesi dikkat çekiyor. Sistem "eğitim sistemi" olsa da, davanın "maarif davası" olması her şeyi açıklıyor!
Raporda aşağıda örneklendiği gibi genelde Batı kaynaklı açıklamalara yer veriliyor:
- Gelecekteki eğitim modeli, esnek ve özgür öğrenme ortamları sunmayı hedeflemektedir.
- Eğitim politikaları ve yöntemleri, 21. yüzyılın hızlı teknolojik dönüşümleri, küreselleşme ve dijitalleşmenin etkisiyle köklü bir değişimden geçmektedir. Geleneksel öğrenme yaklaşımlarının yerini, bireysel, bağlamsal ve yaşam boyu öğrenmeyi teşvik eden yapılar almaktadır.
- Zorunlu eğitim uygulaması, çocuğun akılcı düşünce dünyasının ve davranışlarının mekânsal ve müfredat kısıtlamalarıyla denetim altına alınarak tek bir kaynakla şekillendirilmesidir.
- Her öğrencinin öğrenme üslubu ve algılama hızı birbirinden farklıdır.
Raporda zorunlu eğitim hakkında kısa tarihsel bilgi veriliyor. 4+4+4 yasasına değinilse de, bu yasanın çıktığı dönemin eğitim bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer’e hiç değinilmezken sonraki bakanların icraatları 1-2 satırla yüceltiliyor. Bu vefasızlığın (!), Ö. Dinçer’in partiden ayrılıp muhalif yazılar yazmış olmasıyla ilişkili olduğu sanılıyor. 4+4+4 yasası Mart 2012’de kabul edilmiş olsa da raporda, “Nabi Avcı döneminde, 12 yıllık zorunlu eğitime geçildi” deniyor!
Raporda, aşağıda örneklendiği gibi ülkemizin eğitim sistemiyle ilgili bazı gerçekçi saptamalar da bulunuyor:
- …kırsal ve kentsel bölgeler arasındaki farklılıklar, uygulamanın kalitesini ve erişilebilirliğini etkilemektedir.
- …eğitimin süresinden ziyade içeriği ve kalitesi önem arz etmektedir.
- Test sınavları öğrenciyi özümlenmiş bilgi yerine mekanik ve oldukça ezberci cevaplar vermeye ve hatta bilmediği konularda bile ya tutarsa diye seçeneklerden birisini cevaplamaya sevk etmektedir.
Ancak bu konularda AKP’ye hiçbir eleştiri getirilmiyor. Üstelik test uygulamasını eleştirenlerin, AKP’nin değiştirdiği sınavlara (Seviye Belirleme Sınavı, TEOG, Liseye Geçiş Sınavı ile Yükseköğretim Kurumları Sınavı) destek verdikleri de unutuluyor.
Raporda, Batı düşmanlığını yansıtan ancak gerçeklerle bağdaşmayan görüşlere de yer veriliyor. Örneğin,
- “Zorunlu eğitim ve müfredat tekeli Batı’nın diğer ülkeleri ‘bilgi ile aldatma’ yöntemi olup, ‘kültürel sömürge’ oluşturma çabasının bir yansımasıdır;...
- Genetik kodlarımızla birçok yönüyle uyuşmadığı görülen Batı temelli eğitim sistemlerini zorla uydurma teşebbüsleri bize başarı getiremedi. Aksine Batı tarafından daha kolay sömürülmenin yollarını açtı” deniyor!
Oysa Batı’nın zorunlu eğitimi, genelde laik ve bilimsel niteliktedir ve dünyada yaşayan her insana yararlı olacak bilgileri içermektedir. Zorunlu eğitim, günümüzün Batı ülkelerini dünyanın en zengin ve güçlü ülkeleri haline getiren etmenlerin başında gelmektedir. Ayrıca Batının zorunlu eğitiminin "genetik kodlarımızla" uymadığı ve "daha kolay sömürülmemize yol açtığı" söylemi de safsatadan başka bir şey değildir. Batı’nın zorunlu eğitimi, olsa olsa gerici öğretimin kodlarıyla uyuşmamaktadır. Ülkemizin daha kolay sömürülmesi ise Batı’nın zorunlu eğitimi nedeniyle değil, ABD’yle işbirliği içinde olan iktidarların tutumuyla ilgilidir: Sömürülme ABD’nin Marshall yardımıyla başlamıştır. Menderes’in orduyu NATO’nun emrine verip silah üretimine son vermesiyle devam etmiştir. Süleyman Demirel-Turgut Özal ürünü olan 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla ve 12 Eylül 1980 darbesiyle pekişmiştir. Kemal Dervişin öncülük ettiği yasal değişikliklerle, KİT’lerin yok pahasına özelleştirilmesiyle, tünellere ve köprülere 30-40 yıl ödeme yapılacak olmasıyla, ABD’nin Ortadoğu Projesi’nde eş başkanlığın kabul edilmesiyle ve de açlık sınırında asgari ücret verilmesiyle de devam etmektedir.
Bu raporu yazanların hayranı olduğu Osmanlının yurttaşlarının eğitimiyle ilgisi olmadığından, zorunlu eğitim konusu Batıdan 149 yıl sonra 1824’te ilk kez gündeme gelmişse de yaklaşık 100 yıl boyunca pek de uygulanmamıştır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, zorunlu eğitim uygulaması yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu süreçte, laik anlayış ve inançlara saygılı olma gereği, herhangi bir inanç tüm yurttaşlara dayatılmamıştır.
Bizim tutucuların/gericilerin görmek istemediği, ülkemizin sömürülmesi yaygınlaştıkça eğitim sistemimizin de laik ve bilimsel eğitiminden uzaklaştırılıp gericileştirildiğidir; Türkçe varken Osmanlıcanın/Arapçanın dayatılmasının da kültürel sömürü olduğudur.
Bu raporu yazanlar, laik ve bilimsel zorunlu eğitimde yetişen “bağımsızlıktan yana ve sömürüye karşı olup ABD’ye defol diyen” 1960 sonlarındaki üniversite kuşağına gericilerin saldırdığını görmezden gelmektedir.
Raporda, zorunlu eğitim uygulamasının, “çocuğun akılcı düşünce dünyasının ve davranışlarının mekânsal ve müfredat kısıtlamalarıyla denetim altına alınarak tek bir kaynakla şekillendirildiği” ve “zihinleri sınırlandırdığı” iddia ediliyor. İşin şaşırtıcı yanı, okulöncesinde bile dini öğretimi savunanlar, imam hatiplerin 5. sınıfta başlamasına karşı çıkmayanlar ve de imam hatiplilerin güncel sorunları 1400 yıl öncesinde dile getirilmiş söylemlere göre çözmelerini isteyenlerin bu iddia da bulunması oluyor.
Raporda öğrencilerin “açık öğretime-akşam liselerine geçişini sınırlandırmak hatta imkânsız hale getirmek eğitimin ruhuyla çelişmekte, insana saygı ilkesiyle tezat teşkil etmektedir” deniyor. Bu söylemle. 4+4+4 yasasıyla açıköğretimin zorunlu eğitimin bir parçası olduğu ve de açıköğretimin eğitim çağında olanlar için değil de eğitim çağını geçmiş kişiler için bir seçenek olduğu gerçekleri toplumdan saklanmış oluyor. Oysa eğitsel olarak örgün eğitim çağında olanların açıköğretimde okuyabilmesini savunmak, bile bile o öğrencilerin bilgi, anlayış, görüş ve davranış açısından diğerlerinden daha geride kalmasını savunmak anlamına geliyor.
Bir inancın tüm topluma dayatılmasına karşı çıkmayanların “insana saygı ilkesinden” söz etmesi de ilginç oluyor. Raporda sık sık zorunlu eğitimin insanları “tek tipleştirdiğini” iddia edenlerin, herkese aynı inancın dayatılmasını tek tipleştirme olarak görmemesi de ilginç oluyor.
Raporda, “Zorunluluk, eğitimde disiplin eksikliği getirmiş ve öğretmenleri zor durumda bırakmıştır” deniyor. Oysa disiplinsizliğin temel nedeni, öğrencilere farklı davranılmasıdır, bazı öğrenciler okul yönetimi tarafından desteklenirken bazılarının dışlanmasıdır, bir inancın hatta farklı inancın çocuğa dayatılmasıdır, soru sormalarının ve ya da dertlerini anlatmalarının engellenmesidir, uyuşturucunun küçük yaşlara kadar yayılmasıdır, gizli saklı istismar olaylarıdır, ekonomik farklılıklardır, okula aç gidilmesidir, …
Raporu yazanların gerçeklerden ne denli uzak oldukları, raporda mesleki eğitimle “tıpkı atalarımız Selçuklu ve Osmanlıların yaptığı gibi yetenek temelli eğitime geçilmiş olacaktır” demelerinden de bellidir. Çünkü atalarımızın halkın eğitimiyle ilgili tutumu 1824’ kadar, "saldım çayıra mevlam kayıra" niteliğindedir; bu tarihe kadar Osmanlı halkın eğitimiyle pek ilgilenmemiştir.
Aman yanlış bir izlenime kapılmayalım, bu raporu yazanların gerçekleri bilmedikleri düşünülmesin. Her şeyi biliyorlar bilmesine de, gerçeklerden kaçıyorlar. Amacın üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olduğu anlaşılıyor.
Not: Devamı haftaya.
1.https://www.maarifplatformu.com/turk-egitim-sistemi-ve-zorunlu-egitimin-yansimalari-calistay-raporu/
/././
Kapitalizmle derdi olmayan -Mesut Odman
Faşizmi diline dolamasın. Öyle derdik. Kapitalizmle derdi olmayan, ondan söz etmek, ona karşı çıkmak istemeyen, faşizmden yakınmayı bıraksın. Hem inandırıcı olmaz, hem de ne yapsa o kötülükten kurtulmayı başaramaz.
Faşizmi diline dolamasın. Öyle derdik. Kapitalizmle derdi olmayan, ondan söz etmek, ona karşı çıkmak istemeyen, faşizmden yakınmayı bıraksın. Hem inandırıcı olmaz, hem de ne yapsa o kötülükten kurtulmayı başaramaz.
Adlı adınca geçen yüzyılda ortaya çıkmıştır faşizm dediğimiz. Fransa’da iktidarı ele geçirdiği on sekizinci yüzyıl sonlarından bu yana “devrimci barutunu tüketmiş” yakıştırmasını yaptığımız burjuvazi bu tüketme süreci boyunca faşizmi önceleyen deneyler yaşamış, ideolojik ve siyasal birikimler edinmiştir. Ama, faşizm esas olarak yirminci yüzyılın ürünüdür. Bir yandan da, insanlığın o çağına sosyalizm yüzyılı demişizdir. Demek, kapitalizm ile sosyalizmin birlikte var olduğu bir çağda, ilkinin ömrü uzadıkça artan ölüm korkusu, ikincisinin kitaplardan, özlemlerden, kavgalardan yeryüzüne çıkışıyla dayanılmaz boyutlara ulaşmış ve faşizmi yaratmıştır. Böyle denebilir.
Yaratılana ilişkin olarak tanımlanışının da içinde bulunduğu birçok yanılsama üretilmiştir. Üretenler yalnız ondan medet uman kapitalizm değil, aynı zamanda hem kapitalizmi hem onu korumak için savaşan faşizmi alt etmek üzere var edilmiş sosyalizme bulaşan, zaman zaman aymazlık ölçüsündeki yanılgılar olmuştur. Tanımlama/çözümleme ve karşı mücadeleyi örgütleme çabalarında bu burjuva diktatörlüğünün toplumsal tabanını gerçekte olduğundan daha dar varsayma eğilimi bu çerçevede belirtilebilir.
Bir maddi gerçeklik olarak sosyalizmin sahneden çekildiği ya da önemsizleştiği şimdiki yüzyılda ise kapitalizmin faşizm ihtiyacı sanıldığının aksine ortadan kalkmamış ve onun her zaman elinin altında bulundurmadıkça kendini güvende sayamadığı bir tür silah deposunun oluşturulmasını gerektirmiştir. Hiçbir zaman devreden çıkarılmamış bu depoda yalnız ateşli silahların bulundurulduğunu düşünmemek gerekir. Almanya’da daha Nazi döneminde olduğuna benzer biçimde partisinin adında bile sosyalizmi kullanmış, bunun yanı sıra sosyalizmin emekçi yığınları etkilediği ve onlarca benimsendiği açıkça görülen sloganlarını, kimi zaman pek küçük değişikliklerle kimi zaman o zahmete bile katlanmadan ileri sürmüştür faşizm. Birçok örnek bulunabilir; ama, bizim ülkemizin 45-50 yıl önceki günlerinde kullanılan “köylüye toprak, işçi fabrikaya ortak”, “iş, ekmek, hürriyet, milliyetçi hareket”, “milliyetçi toplumculuk”, “toplumcu düzeni biz kuracağız” ve benzeri sloganları hatırlatabiliriz. Bugünlerde başta Almanya olmak üzere yeniden güç kazanan faşist partilerin söylemleri içinde bunların benzerlerine rastlandığını görüyoruz. Daha fazla uzatmadan, Togliatti’nin şu sözünü açıklayıcı bir özet olarak belirtmekle yetinelim: “Hiçbir şey faşist ideolojiden daha çok bukalemuna benzemez.”
Faşizmi yenme ve ortadan kaldırma işinin özünü yeterince açık biçimde vurgulayan büyük devrimcilerden Clara Zetkin, daha 1920’li yılların başlarında “devrimini yapamayan işçi sınıfına kesilmiş ceza” olarak tanımladığı faşizm konusunda şunu da yazmıştı: “Faşizmin yükselişi, proletaryanın iktidarı alarak ve toplumu yeniden örgütlendirmeye başlayarak kapitalizmin yarattığı toplumsal bunalımı çözmekteki başarısızlığına dayanır. İşçi sınıfı önderliğinin bu başarısızlığı, hem işçiler hem de proletaryaya ve sosyalizme bunalımdan çıkış yolu olarak bakan toplumsal güçler arasında moral bozukluğunu besler.”
Bu yazı belki de faşizm deyip dururken akla gelmesi hiç yakışık almayacak şiir ile devam edecek. Ama, ne yapalım ki, bu şiir daha başlarken faşizm diyor.
Şairin adı Ergin Günçe. Benim ondan ders alma şansım olmadıysa da bizim İktisat hocalarımızdandı. Üniversite yıllarımızdaki ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün tüzüğü öğrencilerin yanı sıra öğretim üyeleri ile çalışanların da üye olmalarına izin veriyordu. Sayıları az olmakla birlikte o da bu üyeler arasındaydı. Ara sıra fakültedeki öğrenci kantinine uğrar, bizimle söyleşirdi. O söyleşilerden birinde, yıllardan 1970 olabilir, şöyle demişti: “Ben illegal bir şairim çocuklar. Yazıp yazıp çekmeceme atıyorum.” Bir kitabın arka kapağına yazmıştım bunu. Burada yinelemekte sakınca görmüyorum.
ÇOCUKLAR İÇİN FAŞİZM
Faşizmi çocuklar da anlayabilir
Dayak yemektir serseri bir babadan
Karanlık odaya kapatılmaktır
Hakkını istemekte direttiğin zaman
Üvey ana, yarı güleç öksüze
Sabunlu eliyle tokadı yapıştırır
Daha yaslıdır çocuk, üstelik dayanıksızdır
Yıldırmaksa amaç, esir etmekse
Çıplak faşizmi ilk kez yanağında tanır
Onlar niçin bu kadar çirkin oluyor
Bir tek güzel faşist yaşamamıştır
Anlamlı sorular işte çocuklar size
Okullar bu dersi öğretmiyorlar
Nerde bir kuvvet birikmişse haksız
Nerde zartzurt ediyorsa borazan
Nerde elimizden kapılmışsa ekmek
Sınıfta, sokakta, evde, çarşıda
İşte çocuklar faşizm ordadır
Hepimiz elele tutuşmalıyız
Korkmadan yürümek için gecenin ötesine
Güneş nasıl olsa doğacaktır
Horozlar ötmeye başlar başlamaz
Burada aktardığım şiir, bizim Sosyalist İktidar dergimizin Ağustos 1980 tarihli 11. Sayısında yayımlandı. Bu derginin basımevine göndermek üzere her şeyini hazırladığımız, ama 12 Eylül İstibdadının hışmı yüzünden çıkaramadığımız Eylül sayısından önceki son sayıydı. Ergin abi diyeyim şimdi, kimi zaman hocam kimi zaman abi derdik kendisine, bu şiiri bizim sevgili yoldaşımız Candan Baysan aracılığıyla göndermiş olmalı; bir ara ikisi aynı kurumda birlikte çalışmışlardı. Ama ilk kez bizde mi yayımlandı, tam hatırlamıyorum, herhalde öyledir.
Ergin Günçe, bizim bu şiiri yayımlayışımızdan üç yılı biraz aşkın bir süre sonra, 1983’ün Ocak ayındaki berbat bir kış gününde öldü. Kuzey Afrika’daydı galiba, katıldığı bir uluslararası toplantıdan dönüşünde, Paris üzerinden uçmak zorunda kalmış. Anlatılanlara göre yanındaki arkadaşının hava koşullarını öne sürerek yolculuğu birkaç gün erteleme önerisine karşı çıkarken “Canım, uçaktan daha güvenli taşıt mı var?” diyesiymiş. Esenboğa’da uçağın tekerlekleri piste değmek üzere miymiş artık, her neyse, yanındaki arkadaşının kulağına eğilmiş, “Gördün mü, güzelce geldik işte!” demiş. Son sözleri böyle olmuş. Bunu anlatanın kazadan kurtulan o arkadaşı olduğu söylenmişti.
Gerçek bu mudur, yoksa bir şaire de ancak böylesi uygun düşer diye yakıştırılmış mıdır, şimdi bir kez daha sözünü ederken hâlâ emin olamıyorum.
Birkaç ay önce olsaydı, sevgili Candan’a sorardım. Ama o da gitti, ne çare!
/././
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder