EVRENSEL "Köşebaşı+Gündem" -23 Nisan 2025-

 Bugün 23 Nisan Abdurrahman -Evrensel Manşet-

İş cinayetinde yaşamın yitiren 742 çocuk bu yıl 23 Nisan’ı kutlayamıyor. Niğde Bor’daki plastik geri dönüşüm tesisinde çalışırken hayatını kaybeden 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul da bunlardan biri.

14 yaşındaki Abdurrahman Özkul, Niğde Bor’daki plastik geri dönüşüm tesisinde, sigortasız ve denetimsiz koşullarda çalışırken makineye kapılarak 10 gün önce hayatını kaybetti. Abdurrahman Özkul’un dedesi Vahap Özkul, torununun “Elektrikli bisiklet almak için” çalıştığını söyledi. Amcasıyla birlikte aynı fabrikada sigortasız çalıştı. Ölümünün ardından patron “Fabrika kapalıydı, nasıl girmiş” dedi. Sanayi bölgesi başkanı olan Niğde Valisi Cahit Çelik, sessizliğini korurken, olayın ardından kamuoyuna hiçbir açıklama yapılmadı. Abdurrahman’ın ölümü, çocuk emeği ve denetimsizlikle beslenen bir sistemin ürünü. 23 Nisan’da 742 çocuk işçi eksik.

                                                       ***

Çocuk yiyen canavarlar: Abdullah bisiklet alabilmek için fabrikaya girmiş -Uğur Zengin-

Goethe’nin “Erlkönig” (Çocuk Yiyen Dev) baladında, tekinsiz bir varlık masum bir çocuğu yok etme arzusuyla betimlenir. Marx ise bu anlatıyı tersine çevirir: El koyma, biriktirme ve servet edinme hırsıyla hareket eden insanlar, adeta ‘Çocuk Yiyen Dev’e dönüşür. Sermaye, işçilerin emeğine, bedenine ve hatta hayatına el koyar. 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un makineye kapılarak can verdiği fabrika, “çocuk yiyen” bu sistemin somut bir tezahürüdür.

Niğde’nin Bor ilçesindeki plastik geri dönüşüm tesisinde çalışan Abdurrahman, Niğde Valisi Cahit Çelik’in başkanlığını yaptığı Bor Organize Sanayi Bölgesi’nde, kayıtsız şekilde çalıştırılıyordu. 13 Nisan’da yaşamını yitirdi. Cinayetten bir gün sonra, OSB yönetimi Vali Çelik’in başkanlığında toplandı; kamuoyuna herhangi bir açıklama yapılmadı.

Peki, güçlü neden zayıfı yutar? Henüz 14 yaşında olan Abdurrahman neden o fabrikadaydı?

Abdurrahman’ın işçi dedesi Vahap Özkul anlatıyor: “Elektrikli bisiklet almak istiyordu çocuk. 25-30 bin lira tutuyor. Bu yüzden girdi fabrikaya. En az 3-4 aydır çalışıyordu. Dede işçi, baba işçi, amca işçi... Abdurrahman da işçi. Yalnız değildi fabrikada, amcasıyla birlikte çalışıyordu. İkisi de sigortasızdı. Ne zaman gel derlerse geliyorlardı, ne zaman git derlerse gidiyorlardı.”

Makinenin arasına bir poşet sıkışmıştı. Abdurrahman onu almak isterken… Makineler onu yuttu.

Vahap Özkul devam ediyor: “Bizim Apo, sabah sekizde başlar, akşam beşte bırakırdı işi. Okulu kendisi bıraktı. ‘Ben okumak istemiyorum, dışarıdan okuyacağım’ dedi. Boş durmak istemedi, amcasının yanına gitti. Fabrikada can verdi. Savcı geldi, kamera kayıtlarını incelediler. Her şey açıkça görülüyor. Ama patron, ‘Fabrika kapalıydı, çocuk paletlerin yanına nasıl girdi?​’ demiş. En az 45 gündür çalışıyordu. Zaten fabrikanın iş güvenliği çok zayıftı. Daha önce başka yaralanmalar da olmuş orada.”

OSB Başkanı Vali Cahit Çelik ne aradı ne de açıklama yaptı. İktidardan kimse aramadı.

“Abdurrahman hayalinden bahseder miydi?​” diye sordum. “Hayali yoktu” dedi dede.

*

14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un plastik geri dönüşüm fabrikasında çalışırken hayatını kaybetmesi, sermayenin çocuk emeği ve denetimsizlikle beslenen bir canavara dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Goethe’nin baladındaki tekinsiz varlığın yerini makineler aldı. Erlkönig artık ormanlarda değil, organize sanayi bölgelerinde dolaşıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, son 12 yılda 742, son 10 günde ise 3 çocuk işçi hayatını kaybetti. Sorumlular sessiz. Devlet suskun. Bu ölümler, çocukları yutan sistemin acı ve somut yüzüdür. İşte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…

                                                     /././

Çocuklar tarikatla sanayi arasına sıkıştırıldı -Nisa Sude Demirel-

Önce hafızlık kursuna giden, 2 senenin ardından da MESEM kapsamında çalışan Yakup’un hayatı, Türkiye’de çocukların hayatlarının nasıl tarikat ve sanayi arasına sıkıştırıldığını gözler önüne seriyor.

Bugün 23 Nisan. Türkiye’de yüz binlerce çocuk bugünü çocuk işçiliğin tavan yaptığı, yoksulluğun derinleştiği, istismarın her alanda yaygınlaştığı bir ortamda karşılıyor. Her sene 23 Nisan pek çok vaade, ışıltılı reklamlara konu olurken çocukların yaşam koşulları bunların tam tersini söylüyor.

23 nisan öncesi konuştuğumuz Yakup* 10. sınıfta, İMES Süheyl Erboz Mesleki Eğitim Merkezinde bir MESEM öğrencisi. Kadosan’da kalıp ve yedek parça üreten bir iş yerinde kalıpçı olarak çalışıyor. 4 kardeşler, kendisinden büyük bir ablası ve iki kardeşi var. Kendisinden 1 yaş küçük olan kardeşi de onun gibi kalıpçı olarak çalışıyor. Yakup İstanbul’da büyümüş, ailesi Ağrılı. Çekmeköy’de oturuyorlar. Ailesini babası, Yakup ve kardeşi geçindiriyor.

Yakup’un geçirdiği 17 sene, Türkiye’de çocukların önüne konulan seçeneklerin bir özeti niteliğinde. Yakup ortaokuldan sonra iki senesini açık öğretimde okumuş, bir ‘kursta’ hafızlık eğitimi almış. Sonraki bir buçuk senesini ise MESEM’de sanayide çalışarak geçirmiş. Yani ortaokuldan sonra neredeyse okul yüzü görmemiş. 23 Nisan’daki çeşit çeşit ‘Çocuk Bayramı’ reklamları arasında, Yakup çocuk olmayı anlatıyor.

‘Aynı hapishanede gibiydim’

Ortaokulu bitirdikten sonra ailesinin de isteğiyle Sultangazi’de -yakın zamanda yine istismarla anılan- İsmailağa Cemaatinin Mahmut Efendi Medreselerine bağlı bir yurtta hafızlık eğitimi almaya başlıyor. Yaklaşık iki sene burada kalıyor. O günleri, “Aynı hapishanede gibiydim. Bir binanın içindeyim, camlardan kafanı hayatta çıkartamıyordun. Dışarı çıkmak istersen haftada bir gün birkaç saat izin var. Bakkala falan gidiyorduk, başka da aktivite yok, geri geliyorsun kursun içine” diye anlatıyor. O zaman hafızlık yaptığı için kendisine ‘Yardım etmek’ isteyenlerin verdiği harçlıkla geçiniyor, yurtta kaldığı süre boyunca çok bunaldığını anlatan Yakup, “Cebimde beş kuruş yokken gece kaçıp ta Sultangazi’den buraya, Çekmeköy’e geliyordum” diyor.  

Yakup’a yurtta kalırken bir gününün nasıl geçtiğini soruyoruz: “Bizi yatakhanede kaldırıyorlardı sabah namazına. Aynı askerde gibiydik. Dolaplara vurarak uyandırıyorlardı. Ondan sonra sabah namazımızı kılıyorduk. Bir saat sonra falan kahvaltıya iniyorduk, ondan sonra dersler başlıyordu.” Yakup kendisinin imam veya ‘hoca’ olmak istemediğini, ama isteyen öğrencilerin ‘cemaate’ kabul edilebildiğini anlatıyor: “Eğer katılmak istiyorsan bir rüya görmen lazım. Rüya görürsen eğer ne gördüğünü kağıda yazıp hocaya veriyordun. Ben görmedim ama tespih gören oluyordu, yeşil rengini gören oluyordu...”

Yakup iki senenin sonunda yurttan çıkmak istiyor. Ailesiyle tartışıyorlar ama “Hallettik, çünkü artık insan daralıyor” diyor.

‘Ne kadar mesai yaparsam yapayım...’

Daha sonrasında Yakup İMES’te yeniden liseye yazılıyor. Önce babasının bir arkadaşının çalıştığı iş yerine giriyor. Orada sabahtan akşama kadar kalıpların üstüne lazerle yazı yazdığını, kendini ilerletemediğini anlatan Yakup, bir daha iş yeri değiştiriyor. Bu sefer girdiği iş yerinde ise başka bir sorunla karşılaşıyor: “Bu defa ben her sabah İMES’e gidiyordum, bizi alıp Tuzla’ya götürüyorlardı. Oradaki fabrikalarında çalıştırıyorlardı. Sonra oradan da çıktım mecbur.”

Şu anki iş yerinde ise 9 aydır çalışıyor. Kendisinden başka bir MESEM’li çocuk daha var, tam sayıyı bilmese de 25’e yakın kişi çalışıyorlar. Yakup çalıştığı yerden memnun olduğunu söylüyor: “İşin direkt en başlangıç noktası, manueli öğrendim. Usta kalıp toplamayı falan da öğretiyor. Ne kadar mesai yaparsam yapayım çok kötülemiyorum yerimi.” Yakup, kendisine gösterilen ‘müsamaha’ya bir örnek veriyor: “Mesela benim arkadaşım vefat etti. İş yerinde öğrenince cenazemizin olduğunu söyledim, çıkmama izin verdiler, çoğu yer yapmaz.”

‘Ustadır sonuçta...’

Yakup asgari ücret alıyor. Ücretinden ayda okula gittiği dört gün kesiliyor. Kendisi de oradaki her işçi kadar çalıştığını söylüyor. Aldığı paranın 15 binini ev geçimi için babasına veriyor, kalan 7 bini kendisine. Normalde mesai saatleri 08.00-18.00 arası: “Hiçbir zaman akşam 18.00’de çıktığımı hatırlamıyorum. En erken 21.00’de, bazen 23.00’te. Bazen daha geç saatlere kadar da sürebiliyor. Hafta sonları da çağırırlarsa çalışmak zorunda kalıyorum.” Yakup bu 23 Nisan ve 1 Mayıs’ta da izinli değil, çalışacak.

Yakup’a MESEM’lilerin en çok şikayet ettiği konulardan biri olan iş yerlerinde fiziksel şiddet, hakaret ve küfre maruz kalmayı soruyoruz: “Yani bir şeyi yapamadığım zamanlarda affedersiniz ‘mal, geri zekalı’ falan diyor. Ama ustadır sonuçta yani...” Yakup iş yerinde bir kere iş kazası geçirmiş, parmağı jet taşıyla halen izi kalacak kadar derinden kesilmiş: “Dalgınlıktandı, çok acımadı ama.”

‘Okumuyoruz ki, çalışıyoruz’

Yakup perşembe günleri okula gidiyor. Edebiyat, din kültürü, matematik ve makine dersi görüyor. Çarşamba günleri de akşam çevrim içi tarih dersi veriliyor. “Ona girmiyorum, zaten işten çıkmışız. Geçiyoruz sınavları, hoca WhatsApp grubundan sınavı atıyor ‘Bunu doldurun getirin’ diyor.”

Yakup’la okul gününün nasıl geçtiğini konuşuyoruz: “Yani teneffüslerde sigara içmeye çıkarız. Başka bir aktivitemiz yok. Derslerde de vallahi yalan olmasın genelde yatıyorum, hocalar da biraz müsaade ediyor. Çünkü çalışan insanız, nasıl ders çalışalım?​”

Yakup da pek çok MESEM’li gibi ustalık belgesini alınca kendi iş yerini kurmak istiyor. Kadosan’daki dükkan kiralarından bahsedince, “Zor da belki yol kenarında filan bir yer olur” diyor.

‘Kölelikten başka bir şey değil’

Yakup ortaokuldayken beyin cerrahı olmak istiyormuş, sorduğumuzda gülerek söylüyor. Araya hafızlık girince hem imkanı kalmamış hem de kendisi inancını kaybetmiş. Şimdi üniversite sınavını kazanabilirse yine de akşam okulunda bir bölüm okumak istiyor: “İstiyorum ama bence çok zor. Çünkü haftada bir gün okula gidiyorsun, geri kalan zamanlar çalışıyorsun. O bir gün içinde de gördüğün dersi ne zaman çalışacaksın? Ya iş oluyor, olmayınca da biraz dinlenmek istiyorsun.”

Yakup’a “Kendini öğrenci olarak mı düşünüyorsun, işçi olarak mı?​” diye soruyoruz: “İşçiyim. Kölelikten başka bir şey değil yani bu.”

23 Nisan’da pek çok vaat verilirken onun neler talep ettiğini konuşuyoruz: “Mesela önce bizim sigortanın emekliliğe yansımasını isterim, 4 yıl günde 10 saat çalışıyoruz, boşa gitmesin. Bir de normalde MESEM kapsamında çalışanlara asgari ücretin üçte birini veriyorlar ya bunun da değişmesini isterim. Çünkü sabahtan akşama kadar çalışıyoruz yani, bu kadarcık para mı?  O parayı ben alsam hayatta yetmez. Çünkü bayağı bir masrafımız var. Haftada bir gün bile olsa en azından dışarı çıkmaya hakkım var yani. O para bana hele ki şu ekonomide, şu şartlar altında nasıl yetsin?​”

*İsim çocuğun güvenliği nedeniyle değiştirilmiş ve iş yeri ismi belirtilmemiştir.

Çocuklar yoksullaştıkça okuldan kopuyor

Türkiye’de farklı kurumların verileri de çocuklarda okuldan kopuş ve yoksulluk durumunun yaygınlığını ortaya koyuyor.

*EURYDİCE’a (Avrupa Eğitim Bilgi Ağı) göre okul öncesi eğitimden yararlanan 3 yaş üstü çocukların oranı Avrupa’da yüzde 93.1 iken; Türkiye’de yüzde 48.6.

*Beslenme istatistiklerine göre Türkiye’de 0-4 yaş arasındaki 5 milyon 329 bin 448 çocuktan 90 bin 600’ünde zayıflık, 319 bin 766’sında bodurluk,

*79 bin 941’inde düşük kilo, 431 bin 685’inde fazla kilo gözlemleniyor.

*TEPAV’a göre 2023 yılı itibarıyla 0-17 yaş grubundaki çocukların 7.03 milyonu yoksul.

*Yoksulluk oranı 2022 itibarıyla 0-2 yaş arası bebeklerde yüzde 41.4, 3-14 yaş arası çocuklarda yüzde 43.8, 15-24 yaş arası gençlerde ise yüzde 29.9.

*Ekonomik sebepler dolayısıyla çocukların yüzde 32.3’ü günde en az bir kez et, tavuk veya balık tüketemiyor iken günde en az bir kez taze meyve veya sebze tüketemeyen çocukların oranıysa yüzde 10. TEPAV’ın verilerine göre çocuklarda yoksulluk oranının yüzde 34.4 olduğu Türkiye’de, çocukların yüzde 20’si yeterli gıdaya düzenli erişim sağlayamamakta ve yüzde 5.5’i yetersiz beslenme nedeniyle bodurluk sorunu yaşıyor.

*Maddi yetersizlik nedeniyle çocukların yüzde 9.2’si yeni giysi alamıyor. Düzgün iki çift ayakkabı sahibi olamayan çocukların oranıysa yüzde 11.7.

*Evden uzakta bir haftalık tatil yapamayan çocukların oranı yüzde 22.2’yken yaşına uygun kitaplara ulaşamayan çocukların oranı yüzde 16.7, evde ders çalışabileceği uygun bir yere sahip olmayan çocukların oranı yüzde 21.5.

*Çocukların yüzde 24.5’inin evde oynayabileceği oyuncakları bulunmuyor. Yüzde 41.2’si arkadaşlarını oyuna veya evde yemeğe davet edemiyor.

*Adalet Bakanlığı verilerine göre sadece 2023’te 31 bin 216 çocuk istismara uğradı. 2002-2024 yılları arasında en az 18 bin 412 kız çocuğu doğum yaptı.                 

Çocuklar çalışırken ölüyor

Bakanlığın paylaştığı son verilere göre, MESEM’de 504 bin çocuk kayıtlı. Çocukların 6 bin 630 TL’ye çalıştığı MESEM, çocuk işçiliğin devlet eliyle sürmesinin aracı haline gelmiş durumda. Çalışırken yaşamını kaybeden çocukların sayısı da gün geçtikçe artıyor. İSİG Meclisine göre 2024’te 71 çocuk iş cinayetlerinde öldü. Bu sayı, İSİG Meclisinin kaydettiği en yüksek sayı. 2025’in ilk üç buçuk ayında ise en az 29 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi.

Tarikatların elinde yitip giden çocuklar

Menzil tarikatının en büyük gelir kaynaklarından biri olan Konya Karatay ilçesindeki Nazar Çiftliğinde kaçak olarak çalıştırılan mülteci ailenin iki küçük çocuğu 21 Aralık 2018’de traktöre bağlı yem karma makinesine kapılarak hayatlarını kaybetmişti. Ardından şüpheliler ‘Taksirle adam öldürmek’ten yargılandı ve para cezası verildi. Para cezası taksitle ödenmişti. 2023 yılına gelindiğinde ise Urfa’da Menzil Tarikatına ait medresenin bitişiğindeki ahırda 12 yaşındaki Abdulkadi Dadak, asılı olarak bulunmuştu. 2022 yılında ise TIP Öğrencisi Enes Kara, Elâzığ’da cemaat yurdunda intihar etmişti. Yine 2022 yılında Antalya’da 3 öğrenci ölü bulunmuş, öğrencilerin Menzil Tarikatının baskıları nedeniyle intihar ettiği iddia edilmişti.

                                                          /././

23 Nisan’da tarlaya çalışmaya giden çocuklar: İş güç bizi bekliyor, hayaller iptal -Volkan Pekal / Seren Elataş-

13 yaşındaki İbrahim ve Fatma, bu yıl da 23 Nisan’ı tarlada çalışarak geçirecek. Çocuklar, “23 Nisan’da gösteri yapmak isterdim. Ama okuyamadım. Çünkü hep işe geliyoruz” diye anlatıyor koşullarını.

Adana — “Ben de 23 Nisan’da gösteri yapmak isterdim. Ama okuyamadım; çünkü hep işe geliyoruz.” Bu sözler, yılın büyük bölümünü evinden uzakta mevsimlik tarım işçiliği yaptığı için eğitimden kopmuş bir çocuğa ait.

Fatma 13 yaşında. Dört yıldır, mevsimlik tarım işçisi ailesiyle birlikte Türkiye’nin çeşitli illerinde çalışıyor. Onunla Adana Karataş’a bağlı Çavuşlu civarında bir tarlada çalışırken karşılaşıyoruz. Yılın büyük bölümünü Adana, Afyon, Samsun gibi illerde tarım işçiliği ile geçiren Fatma, eğitim hakkından mahrum bırakılan binlerce çocuktan biri. “İş neredeyse biz oraya gidiyoruz” diyor, “Geçen sene okulu bıraktım. Annemle babam çıkarttı. Hep işe geliyoruz. Eskiden okuduklarımı da unutuyorum.”

“Okusaydım hemşire olmak isterdim,” diyor Fatma, “Çünkü hastaları iyileştiriyoruz.” Ama günleri sabahın erken saatlerinden akşama kadar tarlada çalışmakla geçiyor. Akşamları ise yaşadığı çadırda ev işleri onu bekliyor: “İş güç bizi bekliyor. Hayaller iptal.”

‘Bari kardeşlerim okusun’

Evde 6 kişiler. Fatma, 2 küçük kardeşinin okuduğunu, diğer 4 kişinin çalıştığını anlatıyor. Kendisinden küçük kardeşlerinin okumasını istiyor. “Biz okumadık ama kardeşlerimiz okusun,” diyor. Hayalini kurduğu hayat ise oldukça sade, “Gezmek isterdim. Bir evim olsun isterdim.”

Fotoğraf: Evrensel

Ancak gerçekler hayallerle örtüşmüyor. Ailesinde 4 kişi çalışmasına rağmen, geçinmeleri hâlâ çok zor. “İki bin lira kazansak yeterdi. O zaman çalışmak zorunda olmazdım, okuyabilirdim” diyor.

Fatma’ya 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı sorduğumuzda “Ben de diğer çocuklar gibi gösteri yapmak isterdim. Okuyor olsaydım ben de orada olacaktım” diyor. Ancak bu sene de 23 Nisan’ı bir çocuk bayramı olarak değil, iş günü olarak geçirecek.

İbrahim’in hikayesi: ‘Okul kaydım var ama…’

Urfa’dan ailesiyle birlikte mevsimlik tarım işçisi olarak yola çıkan 13 yaşındaki İbrahim, iki yıldır okula gidemiyor: “Aslında okul kaydım var, ama maddi durumumuz olmadığı için gidemiyorum.” Urfa’dan Adana’ya göç ettikten sonra okul kaydı Karataş, Tuzla’ya alınan İbrahim, sürekli yer değiştirmek zorunda kaldıkları için uyum sağlayamadığını söylüyor: “Buraya geliyoruz, arkadaşlarım yok. Maddi durumumuz da yok. Ben de bıraktım.”

Fotoğraf: Evrensel

“Beş kişi çalışıyoruz, evde annem ve dört küçük kardeşim var. Aldığım parayla kıyafet almak isterdim, bisiklet almak isterdim. Ayakkabım yırtık, ayakkabı almak isterdim” diyor İbrahim, ama tüm kazancını evin geçimine veriyor.

İbrahim 23 Nisan’ı kutlayamayacak çocuklardan biri: “Çalışmasaydım, bisiklet alıp gezerdim. Arkadaşlarımla oynamak isterdim. Ama yok. İşte öyle.”

                                                   ***

Kıbrıs’tan iktidarın kıyısına vuran karanlık ilişkiler -Yusuf Karadaş-

Saray iktidarı ile organize suç örgütleri arasındaki kirli ve karanlık ilişkilere dair iddialar bir kez daha gündemde. Binali Yıldırım’dan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a, Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan Eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in yakınlarına kadar uzanan son iddiaların merkezinde 2022’de öldürülen Kıbrıslı yasa dışı bahis ve uyuşturucu baronu Halil Falyalı’nın kara para transferini gerçekleştiren Eski “Finans Müdürü” Cemil Önal yer alıyor. Falyalı cinayetiyle ilgili olarak Türkiye tarafından hakkında ‘kırmızı bülten’ çıkartıldıktan sonra Hollanda’da tutuklanan Önal, burada ‘itirafçı’ olup elindeki bilgi ve belgeleri Hollanda ve ABD istihbaratına vererek özel korumaya alınmıştı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın “Turpun büyüğü heybede” sözlerine gönderme yaparak “Turpun büyüğü Kıbrıs’ta” demiş iktidarın Kıbrıs’ta organize suç örgütleriyle kurduğu kirli ve karanlık ilişkilere dikkat çekmişti. İddialar karşısında iktidar cephesinin günlerce süren suskunluğuna rağmen tartışmaların önü alınamayınca Yıldırım, Soylu, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı İletişim Başkanlığı’ndan art arda bu iddiaların “asılsız” olduğu açıklamaları gelmişti. Ancak gerek gündeme getirilen iddialarla ilgili bilgi ve belgeler ve gerekse bu iddialara dair kasetleri almak ve iddiaların üstünü kapatmakla görevlendirilen KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim’in görevden alınıp Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri olan ve örtülü ödenekten sorumlu danışmanı olarak bilinen Serim’in babası Maksut Serim’in de “emekli” edilmiş olması, Kıbrıs’tan iktidarın kıyısına vuran bu karanlık ilişkilerin üstünün “yalanlama” açıklamaları ile kapatılamayacağını gösteriyor.

Halil Falyalı’nın kara para transferini 2014-2021 arasında düzenleyen Cemil Önal, Bugün Kıbrıs Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın ile Hollanda istihbaratının kontrolünde gerçekleştirdiği röportajında Falyalı ile Erdoğan iktidarının temsilcileri arasındaki karanlık ilişkilere dair birçok iddiayı gündeme getiriyor. Bu iddialar arasında Soylu ve Oktay’a 50 milyon dolarlık rüşvet ile Yıldırım ve Fidan’ın oğullarının aralarında yer aldığı siyasetçiler ve siyasetçi yakınlarıyla ilgili “kaset”ler öne çıkıyor. Önal’ın iddiaları arasında daha önce de Sedat Peker’in itirafları başta birçok kez gündeme getirilmiş bulunan kimi yargı mensuplarına rüşvet iddiaları da yer alıyor. Ancak Önal’ın iddialarının en çarpıcı yönünü Dışişleri Bakanı Fidan’ın Ekrem Serim’i bu iddialarla ilgili Falyalı’nın elinde olduğu söylenen 45 kaseti ele geçirmesi amacıyla KKTC Büyükelçisi olarak atadığı, Serim’in ise sadece 40 kaseti teslim ettiği ve 5 kasetin kayıp olduğu iddiası oluşturuyor.

Bu iddialarla ilgili ayrıntılar birçok haber sitesinde yer aldı, burada uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Ancak son birkaç yıldır, Peker başta, birçok kez organize suç ile iktidar arasındaki ilişkilere dair iddiaların ortalığa saçılması rastlantıyla açıklanamaz. Bu iddialar, organize suç örgütleriyle iktidar arasında, başta kara para transferi olmak üzere kirli ilişkileri açığa vurmakla kalmıyor, suç örgütlerinin bu baskı rejiminin dayanaklarından biri haline geldiğine de işaret ediyor. Zaten bu iddiaların ortalığa saçılması da suç örgütleri ve iktidar içinde onlarla iş birliğindeki klikler arası mücadelenin bir sonucu oluyor.

Cemil Önal’ın iddialarıyla ilgili şey, bu iddiaların üstünü kapatmakla görevlendirilen KKTC Büyükelçisi Ekrem Serim ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden bu yana Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri olan babası Maksut Serim’in görevlerinden alınmalarının bu iddiaların temelsiz olmadığını gösterdiğidir. Dahası bu isimlerin Erdoğan tarafından görevlerinden alınmaları, bu iddiaların nereye kadar dayandığı hakkında da fikir veriyor.

Yine bu iddiaların merkezindeki ismin itirafçı olarak elindeki bilgi-belgeleri Hollanda ve ABD istihbaratı ile paylaştıktan sonra serbest bırakılması ve kendisine koruma sağlanması; bunların, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının “Asılsızdır” açıklamaları ya da Soylu’nun yaptığı gibi “Bu iddiaları yayanlar şerefsizdir” denilerek geçiştirilemeyeceğini ortaya koyuyor.

Öte yandan bu son dalgayı, daha önce Sedat Peker tarafından dile getirilen iddiaların bir devamı olarak da okumak gerekiyor. Peker’in 2021’de yaptığı itiraf ve ifşaat arasında Falyalı ile Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ve Mehmet Ağar’a kadar uzanan uyuşturucu ve kara para trafiğinden Falyalı’nın elindeki “şantaj kasetleri”ne ve Kıbrıslı Gazeteci Kutlu Adalı’nın kontrgerilla tarafından katledilmesine kadar birçok iddia yer alıyordu.

Falyalı’nın 2022’de öldürülmesi, bu iddialara bağlı bir hesaplaşmanın sonucu olarak gerçekleşmişti.

Organize suç örgütleriyle arasında artık üstü örtülemez hale gelen kirli ve karanlık ilişkiler, bu kez Kıbrıs’tan iktidarın kıyısına vuruyor. Yapılan açıklamalar, bu iddialarla ilgili sorulara yanıt olamıyor. Elbette tıpkı “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmalarında olduğu gibi, iktidarın bu iddiaların üstüne gitmesini beklemek hayalcilik olur. Çünkü bu iddialar ve arkasındaki karanlık ilişkiler, en tepeye kadar çıkıyor. Zaten iktidarın bugüne kadar benzer durumlarda başlattığı soruşturmalar, iddiaları araştırmak bir tarafa üstünü örtmek amacına hizmet etti.

Ancak iktidarın organize suç örgütleriyle ilişkilerine dair iddiaları yalanlaması ve üstünü örtmek istemesi, ana muhalefet partisinden bütün emek ve demokrasi güçlerine kadar, bu iddiaların üstüne gitmenin ve gerçeklerin açığa çıkartılması için ısrarlı bir mücadele yürütmenin önemini ortadan kaldırmıyor. Bugün ülkedeki baskı rejiminin dayanaklarından biri konumunda olan organize suç örgütlerinin bütün ilişkileriyle açığa çıkartılması ve bunlarla gerçek anlamda hesaplaşılması, demokratik bir ülke kurma mücadelesinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bu nedenle öncekilerin devamı niteliğindeki son iddialar da, sadece iktidardaki çürümenin boyutunu ortaya koymakla kalmıyor, bu çürümüş düzenden kurtulma ve demokratik bir gelecek kurma mücadelesinin hayati bir önem taşıdığını da çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor.

                                                   /././

Bahçeli ne yapıyor?-Mustafa Yalçıner-

Bahçeli’nin sicili biliniyor. Sadece geçmişi değil bugünü de ortada. Daima en geriyi ve her türlü hak inkarını savunageldi. Kendisiyle ilgili beklentiyle konuşup yazanlar olumlu özelliklerini bulmaya çalıştı. Kimi “vicdan sahibi” dedi, kimi “beyefendi”, başkalarıysa farklı övgüler yaptı; ama demokrat diyen çıkmadı. “Milliyetçi demokratlar”a çağrı çıkaranlar bile onu kastetmeyip dışta tuttu. Demokrasi yandaşı olduğunu sadece kendisi iddia etti, hatta telefonda, hiçbir şey sunmadan önerdiği fesih sürecine cesaretlendirmek amacıyla Bakırhan’a “Türkiye’yi birlikte demokratikleştireceğiz” diyen de oydu.

Renkli bir kişilik olduğu doğru. Rakamlarla hiç kimsenin anlayamadığı alta-üste koymalarla oynaması bir yana ani çıkışlarıyla, örneğin geçmişte “pat” diye erken seçim önermeleriyle tanınıyor. Bir süredir öyle laflar ediyor ki, yine bu tür bir eğilim içinde olduğu tevatür ediliyor.

Tahliye ettirdiklerinden olan, tekrar Bahçeli yorumculuğu yapan, hatta sözcülerinden sayılmaya başlanan, bir ara AKP’ye eğilim gösterip cemaatin gazetesinde yazan eski ülkücü Mümtaz’er Türköne örneğin, Bahçeli’nin yeni bir “erken seçim” sürprizi yapabileceğinden söz etti. Türköne’ye bakılırsa, Bahçeli müthiş bir “hukuk” yanlısı.

Bahçeli’nin, “İmamoğlu davası ivedilikle karara bağlansın” demesi ve “Sahici delillerle birlikte diğer sair bilgi, belge ve bulguların dava dosyasına eksiksiz ilavesinin yapılması”nı istemesi; beklentiyle, delilsiz tutuklandığı ve serbest bırakılması gerektiği eleştirisi yaptığı şeklinde yorumlanmıştı. Türköne, üzerine ekleyip, “Hukuksuzluk zemininde ‘terörsüz Türkiye’nin başarılı olma ihtimali yok, Bahçeli bunun bilincinde. Onun için ‘İmamoğlu davası siyasidir, bir an önce bitirilsin’ diyor. İmamoğlu’nu ‘kent uzlaşısı’ndan yargılamak çözüm sürecini imha eder” dedi T24’te. Ona göre, “Erdoğan çözüm sürecini tırpanlayacak, Bahçeli de bunun üzerine erken seçime götürecek; çünkü hukuka dönmeden sürecin başarı şansı yok.” “Çözüm süreci” ve hukuk yönünden Erdoğan’la CHP arasında kalırsa ikincisini tercih edeceğini ve “hukuk” diyen CHP iktidarının önünü açacak erken seçimi isteyeceğini söylüyor. Bahçeli’nin “CHP’ye kayyım hem doğru değil hem de mümkün değildir” deyişinin nedeni de buymuş.

İddiası, Bahçeli’nin “çözüm süreci”ne büyük önem verdiği ve “Öcalan’la birlikte yeni bir ulus devlet inşa ettiği” içerikli!

MHP uzmanı Kemal Can da Bahçeli’ye demokratlık ve hukuk yandaşlığı payesi vermiyor, ama paralel düşünüyor. O da hem yazısında hem de İlke TV’de Bahçeli ve Erdoğan’ın farklı düşünmeseler bile “22 Ekim ve 19 Mart süreçlerinin ardından iktidarın mühendislik hamlelerinin geri teptiği”, çünkü ikisinin önceliklerinin farklı olduğunu düşünüyor. Erdoğan’ın “koltuk önceliğiyle “Bahçeli’nin başlattığı ‘süreçte’, baştan itibaren nazlı davranarak pragmatik ihtiyaçlarına yol açmaya çalıştığını”, Bahçeli’nin ise 22 Ekim’de başlattığı sürece ve ihtiyaçlarına öncelik verdiğini vurguluyor. Can’a göre de Bahçeli’nin eleştirel tutumlarının nedeni bu. O, oysa Bahçeli’nin süreç başarıya ulaştığında Erdoğan’ın kendiliğinden koltuğunda kalacağını öngördüğünü ve “adayımız Erdoğan” açıklamasının dayanağının bu olduğunu söylüyor.

İmamoğlu içeriden, Özel dışarıdan, beklentiyle Bahçeli’nin açıklamalarına hemen destek verdiler tabii.

Peki, gerçek nerede?

Cumhur İttifakı gemisinin su almakta olduğu bir gerçek. Gençler ve ilerici sol tandanslı kitleler ayaktayken CHP’li olmayanların alanı doldurduğu, son seçimde CHP’nin çok düşük oy aldığı Yozgat mitingi kitle desteğinin erimekte olduğunu işaret ediyor. Yozgat köylüsünün “Turpunan, şalgamunan devlet yönetilmez” tepkisi küçümsenemez. Bülent Arınç’ın artık açık muhalefetle diploma iptaline ve hukuk-dışı tutumlara karşı tavır alışı da öyle.

Bahçeli’nin gidişatı görüp MHP tutumunda rötuş yapma ihtiyacı duyduğu da ileri sürülebilir.

Ancak asıl olan, bilmeceli konuşmalarıyla ünlü Bahçeli’nin DEM’de yarattığı beklentinin ardından, manevralara da açık konuşmalarıyla CHP’den başlayıp aşağılara, kitlelere doğru beklenti yaratıp zevahiri kurtarma peşinde olmasıdır. Bahçeli, toplumsal muhalefeti yatıştırıp cumhur bloku ve öncelikle MHP’nin esenliğini sağlayarak iktidarın ömrünü uzatma çabasında.

                                                 /././

EVRENSEL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -3 Mayıs 2025-

Hariciye'nin 105. yılı -Hasan Göğüş- Son dönemde sınav yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle bakanlığa girişin kolaylaştırılması, mesle...