soL "Köşebaşı + Gündem" -27 Nisan 2025-

Anne olmak: Kutsallığın gölgesinde bir yalnızlık hikâyesi -Gülperi Putgül Köybaşı-

Kutsal, yalnızca sahnede oynanan bir metin değil; izleyicisini karanlık bir aynanın karşısına diken bir yüzleşme çağrısıdır. Kadınlara, “anne” olmanın kutsallığını değil, ağırlığını da konuşma cesareti sunar. Çünkü annelik, romantik bir methiye değil; tarihsel, toplumsal ve politik bir deneyimdir.

Bir kadın sahnede konuşuyor. Fısıltıyla başlayan cümleler zamanla çığlığa dönüşüyor. Kulaklarımızda yankılanan, kadınların belleğinde çoktan yer etmiş bir çığlık… Kutsal, yalnızca bir tiyatro oyunu değil; annelik mitine, toplumsal rollerin dayattığı kimlik parçalanmalarına ve sistemin kadınlara biçtiği suskunluğa açılmış bir kapı. İngiliz yazar Morgan Lloyd Malcolm’un kaleme aldığı metin, başarılı öykücü Melisa Kesmez’in özenli çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış. Tuğrul Tülek’in rejisi ise metni yalnızca sahneye koymuyor; onun duygusunu, ritmini ve öfkesini bedenselleştirerek seyircinin içine işleyen bir deneyime dönüştürüyor. Geçtiğimiz günlerde izlediğim bu çarpıcı oyunun, çok daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmasını içtenlikle dilerim.

Üç kadının –anne, arkadaşı ve kayınvalidesi– etrafında örülen hikâye, bir kadının annelik deneyimini görünür kılarken, bir yandan da topluma ve sisteme dair eleştiriyi ince dokunuşlarla sahneye taşıyor. Anneyi canlandıran Seda Türkmen, lohusalığın kırılganlığını, yalnızlığını ve bastırılmış öfkesini tüm bedeniyle sahneye yansıtarak oyunun başından sonuna izleyiciyi diri tutuyor. Kayınvalide rolündeki Neriman Uğur, ev içi iktidarın ve kuşaklar arası kadın baskısının temsilcisi olarak güçlü bir figürü ustalıkla ete kemiğe büründürüyor. Ümmü Putgül’ün hayat verdiği arkadaş karakteri ise destek ile denetim arasında gidip gelen varlığıyla seyircide tedirgin edici bir denge duygusu yaratıyor. Etkileyici bir performans ile ucubeye dönüştüğü sahneler, sistemin çarpık yüzünü görünür kılıyor ve izleyiciyi rahatsız edici bir yüzleşmeye davet ediyor.

Ama bu yazı yalnızca oyunun kendisine dair bir yorum değil. Bu yazı, sahnedeki o karanlık aynada gördüğümüz daha büyük bir resmin izini sürme çabası: Kadınlık, annelik, yalnızlık, yargı, baskı... ve “kutsal” dediğimiz şeyin arkasındaki, çoğu zaman görmezden gelinen şiddet.

1

Annelik: Kutsallık mı, kapan mı?

Toplumun kadına dair en güçlü mitlerinden biri anneliktir. Bu, yalnızca biyolojik bir gerçeklik değil; aynı zamanda ideolojik bir dayatmadır. Kadına yüklenen “kutsal anne” rolü, kapitalist üretim ilişkileri tarafından her tarihsel aşamada sistematik biçimde yeniden inşa edilir. Bu yeniden inşa süreci; kadını kimi zaman sömürülen bir işçi, kimi zaman cinsel bir obje, kimi zaman da “kutsal” bir anneye dönüştürür. Onu görünmez bir emeğe, bitmek bilmeyen bir sorumluluğa ve sorgusuz bir fedakârlığa mahkûm eder.

Kutsal oyunu, tam da bu mitin içini oymaya cesaret ediyor. Sahnedeki anne, lohusalığın puslu zamanlarında kendi benliğini, sesini, bedenini arıyor. Onun yorgunluğu yalnız fizyolojik değil; sistemin dayattığı idealle gerçek arasındaki uçurumda kırılan bir benliğin hikâyesi. Gülümsemeli, sevmeli, şikâyet etmemeli; ama aynı zamanda arzulanabilir olmalı, evin düzenini aksatmamalı. Ve tüm bunlar olurken kendi kaygılarına, korkularına, hatta depresyonuna bile yer yok. Çünkü bir anne güçlü olmalı. Her zaman…

Oysa biliyoruz ki, doğum sonrası kadınların büyük kısmı lohusalık hüznü yaşıyor. Ağlama krizleri, duygu dalgalanmaları, yetersizlik hisleriyle baş başa kalan kadınlar, toplumun çizdiği “mutlu anne” resminin neresine kendilerini yerleştireceklerini bilemiyor. Kapitalizm, anneye biçilen bu rolü medya, reklamlar, dinî söylemler ve devlet politikalarıyla türlü şekillerde yeniden üretmeye devam ediyor. Babyshower partilerinden lohusa mevlitlerine, pembelerle mavilere boğulan cinsiyetçi süslemelerden anneliğin sonsuz sabırla eş tutulduğu kutsal anlatılara kadar her şey bu mitin yeniden sahnelenişidir.

1

Kutsallık ve kırılganlık arasında annelik

Lohusalık, çoğu zaman sadece hormonal değişimlerle açıklanmaya çalışılır; oysa bu süreç aynı zamanda bir yas sürecidir. Kadın, anne olduğu andan itibaren artık yalnızca kendisine ait bir bedenin ve kimliğin değil; aynı zamanda tek başına bir birey olma halinin de vedasını yaşar. Artık kendisine tamamen bağımlı bir başka insana bakmakla yükümlüdür. Bu sorumluluk, sıklıkla yoğun bir kaygıyı da beraberinde getirir. Dolayısıyla lohusalık, doğalında kolay ya da "mutlu" bir deneyim değildir. Bu gerçeği görmezden gelen her idealize annelik anlatısı, kadını yalnızlaştırır.

Oyunun merkezindeki lohusa kadın, çocuğunun başına kötü bir şey gelmesinden endişe ediyor. Bu endişe öylesine yoğun ki, bir geceliğine çocuğu kayınvalidesine bırakıp arkadaşına vakit ayırmak istese bile zihni çocuğundan kopamıyor. Huzursuz. Ve sonra fısıltı gibi bir itiraf: “Onu çok seviyorum... ama ondan nefret de ediyorum.”

İşte burada annelik deneyiminin en az konuşulan, belki de en insani katmanına dokunuyoruz. Sevgiyle nefretin, şefkatle öfkenin, bağlılıkla özgürlük arzusunun aynı bedende var olabileceği gerçeğine. Ancak sistem, bu duygusal gerilimi anlamaya çalışmak yerine onu patolojikleştiriyor. Kadını yalnız bırakıyor, destek olmak yerine suçluyor. Hemen her annenin yaşadığı bu karmaşa, yalnızca bireysel bir “baş edememe hâli” değil; toplum tarafından bastırılma halinin sonucu.

Çünkü günümüz modern kapitalizmi, kadını hem anne hem çalışan hem de arzulanabilir birey olarak görmek istiyor. Tüketim toplumu için anne, yalnızca bakım veren değil; aynı zamanda tükettiren bir figürdür. Süt pompasından mama sandalyesine, oyuncaklardan özel eğitimlere kadar her şey annenin vicdanına pazarlanır. Kadın, kendini hem çocuğuna yetememekle hem de sisteme layıkıyla hizmet edememekle suçlar. İşte bu ikili kıskacın adı: modern annelik.

Oyundaki anne karakteri, lohusalık hüznünün ötesinde, depresyonun ve zaman zaman gerçeklik algısının dağıldığı psikotik bir tablonun içinde salınır. Bornozunun içinde sakladığı giysi parçalarını tek tek çıkardığı sahne, yalnızca etkileyici bir estetik an değil; aynı zamanda kadınlığın, anneliğin karmaşası ve dağılmakta olan bir yapının sembolik ifadesidir. Anne bedeninde yığılan beklentiler, çelişkiler ve bastırmalar, sonunda sahnede elle tutulur bir dağılma ânı olarak karşımıza çıkar.

Oyunda örtük biçimde hissedilen bir psikiyatri eleştirisinden de söz edebiliriz. Kapitalist sistem, sanattan bilime, medyadan psikiyatriye kadar pek çok alana müdahale etmektedir. Kısıtlı zaman dilimlerinde yapılan değerlendirmelerde, sistemden kaynaklanan sorunlar ve toplumsal destek mekanizmalarındaki boşluklar göz ardı edilerek pek çok kadına hızla tanı konulmaktadır. Böylece, aslında destekle sağaltılabilecek kadınlar “hasta” ilan edilmekte ve bu etiketlemeyle birlikte dolaylı biçimde suçlu konumuna itilmektedir.

1

Kutsallığın gölgesinden gerçeğin ağırlığına

Kutsal, yalnızca sahnede oynanan bir metin değil; izleyicisini karanlık bir aynanın karşısına diken bir yüzleşme çağrısıdır. Kadınlara, “anne” olmanın kutsallığını değil, ağırlığını da konuşma cesareti sunar. Çünkü annelik, romantik bir methiye değil; tarihsel, toplumsal ve politik bir deneyimdir.

Sistem, kadının yaşadığı çelişkileri bireysel birer "başarısızlık" gibi sunarken; izlediğimiz oyun bu çelişkilerin aslında çok katmanlı boyutları olduğunu hatırlatıyor. Annelik mitinin, yalnızlaştırılmış kadın bedeninin, hızla konan psikiyatrik tanıların yani aslında bir bütün olarak annelik deneyiminin, sistemin kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiği politik bir mesele olduğunu kavradığımızda dönüşüm başlayabilir. Kutsallık değil, ancak bu gerçekliğin kendisi kadınları özgürleştirebilir.

                                                             /././

2025 model 'en iyi ihraç malınız ordunuz' gazı: The Economist Erdoğan'ı 'kurtarıcı' ilan etti

The Economist, Erdoğan'ı "Avrupa'nın muhtemel kurtarıcısı" ilan etti, uzun uzun Türkiye'nin askeri gücünü övdü. Bu analiz, Amerikalı spekülatör Soros'un 23 yıl önceki "Türkiye'nin en iyi ihraç malı ordusudur" sözlerini hatırlattı.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Avrupalı müttefiklerini güvenlik garantilerini geri çekmekle tehdit ederken Rusya ile yeniden ilişkilenmesi Brüksel'de kaygıyla izleniyor.

NATO, Avrupa Birliği liderlerini Türkiye'yle ilişkileri iyileştirmeye çağırdı. Basın da bu çağrının peşinden gitti.

İngiltere merkezli The Economist dergisi, AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı "Avrupa'nın muhtemel kurtarıcısı" olarak nitelendirdi.

Dergide imzasız yayınlanan yazıda "Amerika geri çekiliyor. Rusya'dan gelen tehdit artıyor. Ukrayna savunmada. Yeni harcama vaatlerine rağmen, silah üretimi rahatlık için çok düşük kalıyor. Korkmayın, Avrupalılar. Arkanızda Recep Tayyip Erdoğan var" değerlendirmesine yer verildi.

Analizde Avrupa’nın güvenlik öncelikleri doğrultusunda Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açtığını yazdı.

Yazıda, Erdoğan’ın en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına rağmen Avrupa’nın bu gelişmeyi “rahatsız edici ama engelleyici olmayan bir durum” olarak gördüğü belirtildi.

Almanya’nın, Türkiye’ye yapılması planlanan Eurofighter Typhoon savaş uçağı satışını 17 Nisan itibarıyla askıya almasının, Avrupa’daki istisnai tepkilerden biri olduğunu aktaran The Economist, yeni Alman hükümetinin bu kararı geri çekmesinin de olasılıklar arasında olduğunu ifade etti.

'Ordusu, silah sanayisi, stratejik konumu...'

Analizde AB'nin artık “Erdoğanca” bir dil konuştuğu, normlar yerine çıkarların öne çıktığı bir döneme girildiği kaydedildi.

Türkiye’nin silah sanayindeki ilerleyişi, ordusu ve Karadeniz’deki stratejik rolü nedeniyle Avrupa’nın Ankara ile daha yakın çalışmaya mecbur kaldığını vurgulanan yazıda şu ifadelere yer verildi: "Ülkenin silah sanayisi hızla gelişiyor. Zırhlı araçlar, saldırı ve gözetleme uçakları, savaş gemileri, hafif silahlar ve mühimmatlar Türkiye'deki montaj hatlarından uçuyor. Gecikmelere rağmen Türkiye'nin savaş tankı Altay ve hayalet savaş uçağı Kaan'ın on yılın sonuna kadar hizmete girmesi bekleniyor.

Avrupa'da Türkiye ile iş yapmaya yönelik ilgi arttı. Türk insansız hava aracı üreticisi Baykar, geçtiğimiz günlerde İtalyan savunma devi Leonardo ile bir ortak girişim anlaşması imzaladı."

2002'de Soros da söylemişti

The Economist'in analizi, 23 yıl önce AKP'nin iktidara hazırlandığı süreçte Batı'dan yükselen benzer bir değerlendirmeyi anımsattı.

Erdoğan'ın Ocak 2002'deki ABD ziyaretinden sonra Can Paker'in evinde düzenlenen bir toplantıda Amerikalı spekülatör ve küresel çapta siyasi dizayn girişimcisi George Soros ağırlanmıştı, bu buluşmaya şu isimler de katılmıştı: Isak Alaton, Güler Sabancı, Taha Akyol, Eser Karakaş, Ali Koç, Ayşe Buğra Kavala, Cem Boyner, Bülent Eczacıbaşı ve Cuneyd Zapsu.

Bu toplantıda söz alan Ali Koç, Türkiye'nin dışa özellikle de Orta Doğu'ya açılması gerektiğini vurgulayarak "Bize daha geniş açılımlar lazım. ABD ile ticari ortak olalım. İsrail ve Ürdün'de olduğu gibi Türkiye'de nitelikli sanayi bölgeleri oluşturulsun. Bunu ABD'de herkese anlatın" demişti.

Soros bu kapalı toplantının ardından Sabancı Üniversitesi'ne geçmiş, burada verdiği demeçte "Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle en iyi ihracat ürünü ordusudur" demişti.

1
4 Mart 2002, Milliyet.

23 yıl içerisinde koşullar ve ihtiyaçlar yeniden şekillendi ancak Batı'nın talebi değişmedi. Bu defa The Economist, askeriyle silahıyla Türkiye'nin "ihracatçı" konumuna işaret etti.

AKP'nin iktidar yolculuğunun karmaşık dinamikleri, büyük sermayenin desteği ve dış faktörlerin AKP'nin iktidara gelmesinde nasıl etkili olduğuna dair detayları "Medusa'nın Salı: Bir AKP Belgeseli"nde izleyebilirsiniz: (https://youtu.be/tSPvdXIUQ1Y)

                                                        ***

İspanyol halkı protesto ederken İspanyol patron İsrail’in yanında -Ogün Eratalay-

İspanya Gazze’deki katliamlardan dolayı İsrail’i en sert şekilde protesto edenlerdendi. İsrail geçtiğimiz günlerde İspanyol hükümetini 6 milyon avro değerindeki bir silah siparişini iptal etmekle suçladı. Taraflar kamuoyu önünde atıp tutsalar da hükümet yetkililerinin ve silah sanayii patronlarının alttan alta sürdüğü kirli ilişkileri ifşa etmiş oldular.

El Pais gazetesindeki habere göre İsrail Dışişleri Bakanlığı İsrailli IMI (Israel Military Industries) Systems firmasının kazandığı 6 milyon avro değerindeki 15 milyon mermi ihalesinin iptal edilmesini protesto etti.

Elbit Systems grubunun bir şirketi konumundaki IMI Systems firması özellikle tabanca ve hafif makinalı silah tasarımlarıyla biliniyor. Firmanın markalarından bazıları Uzi hafif makinalı silah, Galil piyade tüfeği ve Negev makinalı tüfeğidir. Firma ABD’deki Magnum grubuyla işbirliği halinde çalışarak Desert Eagle adlı ünlü tabancayı tasarlamıştır.

İspanya’da 2018 yılından beri iktidarda olan sosyal-demokrat İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Español, PSOE) lideri Başbakan Pedro Sanchez 24 Nisan günü verdiği talimatla İsrail ile yapılmış olan silah anlaşmalarının tek taraflı olarak iptal edilmesini istemişti.

İspanya hükümeti, İspanyol toplumunun oluşturduğu kamuoyu baskısı sebebiyle 7 Ekim sürecinin ardından İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamı en açıklıkla protesto eden ülkelerin başında gelmişti. İspanyol Çalışma Bakanı Yolanda Diaz konuyla ilgili yaptığı açıklamada iptal kararını savunurken, İspanya’nın Filistin halkını soykırıma uğratanlarla iş yapmayacağını belirtiyordu.

Ancak bu açıklamaların hiçbirisi 2023 yılında tüm savunma sanayii ilişkisinin iptal edildiği açıklanan İsrail ile İspanya arasında ilişkilerin alttan alta sürdüğünün de kanıtı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Kanlı bilanço

Açıklanan rapor ve belgelerde İspanya’nın İsrailli silah şirketlerine 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana 1,044 milyar avro değerinde 46 ihale verdiği görülüyor. İspanya Savunma Bakanlığı tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada Rafael ve Elbit gibi İsrailli silah devlerinden yapılacak çoklu roketatar ve uçaksavar sistemlerinin bu ülke teknolojisi kullandığı ve başka bir kaynaktan tedarik edilemeyeceği yönünde.

Ancak en son iptal edildiği açıklanan ihalenin evrensel olarak tedarik edilebilen 9 mm mermi fişeği ihalesi olduğu düşünülünce bu açıklamanın doğruluğu konusunda kafalarda soru işareti oluşuyor.

Silah sanayii firmaları emperyalizm sayesinde birbirine göbekten bağlı 

İspanyol gelişmiş teknoloji içeren hava savunma ve radar sistemleri İsrailli şirketlerle derin bir işbirliği içinde olduğu açık. Ancak bunun tersi de geçerli. İspanya’nın İsrail’e silah ihracatı 7 Ekim sürecinden sonra da devam etti. Kamuoyunu rahatlatmaya çalışan yetkililer bu ihracatın öldürücü teknoloji olmadığını iddia etseler de sensörler, uzaktan görüntü işlemciler, zırhlı araç görüş sistemlerinin hangi taraf için ölümcül olduğu çok açık. 2024 yılında İspanya’nın İsrail’e milyonlarca euro değerinde ihracat yaptığı biliniyor. İsrail’e ihraç edilenler arasında bombalar, el bombaları, torpidolar, mayınlar, füzeler, silah mermi fişekleri yer alıyor.

***

İspanyol halkının oluşturduğu kamuoyu baskısı nedeniyle İsrail karşıtı açıklamalar yapmak durumunda kalan sosyal-demokrat siyasetçiler, kapalı kapılar ardında bağlı bulundukları emperyalist ilişkiler sebebiyle İsrail’i Gazze’de gerçekleştirilen katliam sırasında desteklemiş, katliamın sürmesinde katkıda bulunmuştur. Bu destek de yetmemiş, İsrailli firmaların kâr etmeleri için devlet ihaleleri verilmiş, gerçekler ortaya çıkınca da buna kılıflar aranmış, göstermelik olarak bazı küçük ihaleler iptal edilmiştir. İspanyol hükümeti, diğer kapitalist hükümetler gibi bu örnekte de halkın değil patronların ve uluslararası tekellerin temsilcisi olduğunu ispatlamışa benziyor.

                                                         /././

ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı nereye varacak?-Erhan Nalçacı-

Dünyada kapitalizm bunalıma girer, uzar kısalır ama kendi kendine ortadan kalkmaz. Bu rezaletin sonlanması ancak emekçi sınıfların kendi programları etrafında irade göstermesi ile mümkün olacak.

21. yüzyılın en azından ilk yarısının başlıca olayı ABD ve Çin arasındaki emperyalist hegemonya krizi oldu ve halen bütün şiddeti ile sürüyor.

Genellikle emperyalist piramidin tepesindeki devlet bir rakip karşısında bir eşiği geçince geri döndürülemez biçimde kaybeder. Bu eşiğin ne olduğu kolay bir soru değil. Dünya üretimine katkıdan nüfusa ve ülke içindeki sınıf mücadelelerine nasıl müdahale edildiğine kadar karmaşık yanıtları bulunuyor. 

ABD kaybediyor gözükse de, kimin kazanacağının peşin bir yanıtı yok, tarihsel genellemeler olayların birikmesi ile elde ediliyor ve elimizde çok fazla veri yok bu konuda.

Örneğin, Almanya Birinci Dünya Savaşı’nda neden emperyalist hegemonyayı İngiltere’den alamadı, bir analiz gerektiriyor. Muhtemelen İngiltere’den hegemonyayı üretim ve askeri gücü ile alacak olan ABD’nin ağırlık koyması bunun nedeniydi. Ancak toplumsal olaylar için basit yanıtlar aramak doğru değil çoğu zaman.

Trump 2 Nisan’ı ABD’nin kurtuluş günü olarak ilan etti. Belki de ABD’nin emperyalist bir devlet olarak batış günü olarak anılacak ileride, henüz bilemiyoruz.

Bildiğimiz şey basit bir ticari formüle göre dünyadaki hemen bütün ülkelere ABD iç pazarını korumak üzere ek gümrük vergileri getirmesiydi. Sonra Çin ile gümrük vergilerini bir düello gibi karşılıklı artırıp birbirleriyle ticaret yapamaz hale geldiler. ABD ise dünya ticaretinde büyük bir çöküşe yol açacak vergi uygulamalarını bütün ülkelerden üç aylığına geri çekti, Çin hariç.

Hem böylece ABD’nin hedefinde hangi ülkenin olduğu ortaya çıktı hem de yükseltilmiş gümrük duvarlarının ABD’nin içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği görüldü.

Çin şu anda ABD’den alacağı 40 adet Boeing yolcu uçağı da dâhil her şeyi iptal ediyor. ABD ile giriştikleri bu ticaret savaşında hangi taktikleri izlediklerine bir kez bakalım.

1-ABD Çin ile ticari ilişki geliştiren ülkeleri tehdit etti mi?

ABD büyük iç pazarına ulaşımı diğer ülkelere karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Anladığımız kadarı ile ABD Çin’in en çok ticaret yaptığı ülkeleri Çin ile ticaretlerini sınırlamaları konusunda ABD iç pazarına ulaşım unsurunu ileri sürerek tehdit etmiş.

Aşağıdaki Tablo 1’de Çin’in en çok ticaret yaptığı 10 ülkenin verileri sunuluyor. Tablo aynı zamanda dünya ticaretinin veya tedarik zincirlerinin ne kadar karmaşık olduğu konusunda da bir fikir veriyor. Bir ticari ürünün diğer ürünlerin içine dâhil olduğu, enerji ve hammadde transferlerini içeren çok karmaşık bir ağın ticaret rakamlarına yansıyışını görüyoruz.

Tablo 1: Çin’in en fazla ticaret yaptığı on ülke, bu ülkelere olan ihracat, onlardan ithalat ve ticaret dengesi

Çin ABD’nin gümrük verileri ile tehdit ettiği devletlere çok sert bir tepki verdi, bu şekilde görüşülen ülkeleri bir şekilde tehdit etti. Çin Devlet Başkanı Şi kısa bir süre önce Asya’daki önemli ticaret partnerleri olan Vietnam, Malezya ve Kamboçya’yı ziyaret ederek ekonomik ilişkilerini sıkılaştırmaya çalıştı. Bu ülkelere büyük bir ek vergi getirilmişti ve ABD pazarına mal üreten sermayelerinin bu yükü taşımakta zorluk çekecekleri tahmin ediliyordu. Çin bu yükü bir şekilde paylaşmayı teklif etti.

2-Çin ABD’yi patent yasasını ihlal etmekle mi tehdit etti?

Çin’in ticaret savaşında patent yasasını ihlal etmekle ve markaları taklit ederek piyasa değerlerini düşüreceği söylentisi yayıldı. ABD uzun süredir Çin’i teknoloji casusluğu yaptığı ve patent yasasına uymadığı gerekçesiyle eleştiriyor. 

Çin sermayesine kefil olacak değiliz, kapitalizm her türlü taktiği içerir. Ancak Çin devleti ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet ederken patent ihlali meselesini ileri süremezdi, gerçekten resmi bildirimlerde bu ifade edilmedi.

Patentin fikri mülkiyet hakkı olduğu iddia ediliyor. Oysa pandemi günlerinde bunu çok tartıştık, kapitalist tekeller bilim insanlarını ve mühendislerini şu veya bu şekilde kendi işçileri haline getirdiği için patent meselesi sadece bir şirketin tekel kârı elde etmesine neden oluyor ve doğasında bir emekçi düşmanlığı taşıyor. Emekçiler ürünlerin üretilmesi sürecinde sömürüldükleri gibi bir de pazara indiklerinde malları değerlerin çok üstünde fiyatlardan satın almak zorunda kalıyorlar.

Öte yandan aşağıdaki Tablo 2 ülkelerin patent sayıları hakkında fikir veriyor. Bu tabloya göre Çin patent sayısında ABD dâhil bütün ülkeleri geçmiş durumda. Bu durumda en çok tekel kârını elde edenler Çinli şirketler gibi gözüküyor. Patent yasasının ihlali bir süre sonra Çin’i daha çok vuracaktır. Çin bilgisayar teknolojileri, elektrikli makineler gibi 39 alanın 29’unda alan liderliğine yükselmiş durumda.

Tablo 2: Dünyada yıllık olarak en çok patent hakkı alan altı ülke, 2021’e ait patent sayıları ve dünyada alınan toplam patentte oranları 

Çin’in bu patent üstünlüğü üretimi en çok otomatize eden ülke durumuna da yükselmesini sağlıyor. Çin’deki fabrikalarda kullanılan robotlar işçi sayısını azaltırken diğer ülkelere göre rekabet üstünlüğü sağlıyor. ABD, Almanya, İngiltere, hatta Japonya üretim bantlarını Çin’e karşı yenileme basıncıyla karşılaşırlarken, Çin ise halen %5’i geçen işsizliği ile kapitalizmin yapısal krizinde daha fazla derinleşiyor.

3-Nadir toprak elementlerinin Çin tarafından ABD’ye satışının engellenmesi ne anlama geliyor?

Çin’in ABD’nin gümrük duvarına verdiği en çarpıcı yanıt nadir toprak elementlerinin ABD’ye satışının engellenmesi oldu.

Çin nadir toprak elementlerinin madenciliği ve işletilmesinde dünya çapında %70’e yaklaşan adeta bir tekele sahip bugün. Örneğin ABD ürettiği elektrikli motorların mıknatısı için Çin’den her yıl 7 bin ton civarında nadir metal ithal ediyor. 

Bugün modern sanayi ürünlerinde zorunlu olan bu metaller ki Çin yedi tanesinin ABD’ye satışını yasakladı ve bu yasağı dünya tedarik zincirleri düzeyinde takip ediyor, ABD için panik yaratacak bir olay gibi duruyor. 

Telafi edilebilir belki ama zaman alacak.

Ve Trump bir kez daha geri adım atıp Çin ile görüşmeleri başlatma sinyali verdi çok yeni.

1 Mayıs yaklaşırken bize düşen iki hisse ile yazıyı tamamlayalım:

İlki dünyada kapitalizm bunalıma girer, uzar kısalır ama kendi kendine ortadan kalkmaz. 

İkincisi, bu rezaletin sonlanması ancak emekçi sınıfların kendi programları etrafında irade göstermesi ile mümkün olacak.

O zaman dünyada ve Türkiye’de bu iradeyi gösterme ve büyütme zamanı.

                                                       /././

İsrail'de aşırı sağ hakimiyeti krizlere neden oluyor -Endam Köybaşı-

Netanyahu hükümetinin aşırı sağcı baskılarla şekillenen politikaları hem İsrail toplumunda hem de uluslararası alanda ciddi tepkilere yol açıyor. Gazze'deki saldırıların şiddeti artarken İsrail ordusu içinde ve dış dünyada bu gidişata karşı yükselen itirazlar dikkat çekiyor.

2023 Ekim'inde başlayan Gazze Savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeler İsrail'in siyasi yöneliminde derin bir değişimi beraberinde getirdi. Netanyahu'nun Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi aşırı sağcı ortaklarının baskısıyla daha sert bir çizgiye sürüklediği hükümet içeride otoriter uygulamaları artırırken Filistin'e yönelik saldırgan politikalarda da yeni bir aşamaya geçti. Bu süreçte İsrail ordusundan gelen itirazlar toplumsal protestolar ve uluslararası arenada yükselen diplomatik baskılar hükümetin izlediği hattın meşruiyetini hem içeride hem de dışarıda sorgulatır hale getirdi. Gazze'deki ağır sivil kayıplar Batı Şeria'da artan yerleşim saldırıları ve Refah operasyonlarının şiddeti Filistin halkını tehdit etmekle kalmıyor, İsrail’in küresel konumunda da bir kriz yaratıyor.

Aşırı sağcı baskı ve derinleşen saldırganlık

7 Ekim 2023'te başlayan Gazze Savaşı sonrasında İsrail hükümetinin iç yapısında şahin kanadın etkisi belirginleşti. Geçici ateşkes sürecinin çökmesiyle birlikte Netanyahu yönetimi Refah'ta artan askeri operasyonlar Gazze'deki ağır yıkım ve Batı Şeria'da yeni yerleşim planlarının hızlandırılması gibi adımlarla sağcı politikaları daha da keskinleştirdi. Kabinedeki Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi aşırı sağcı figürler Netanyahu üzerindeki etkilerini artırarak Filistin'e yönelik politikaların daha da sertleşmesine öncülük etti.

Netanyahu çatışmaların yeniden alevlenmesiyle "Refah'ta tam kontrol sağlamak İsrail'in varoluşsal güvenlik hakkıdır" şeklinde açıklamalar yaparken Ben-Gvir ve Smotrich gibi isimler Gazze'de sivil hedeflere yönelik operasyonların kapsamını genişletme ve Batı Şeria'da yerleşim politikalarını hızlandırma yönünde sert tutumlar sergiledi.

------------------------

Katargate Skandalı ve Kabinedeki Değişimler

Katargate Skandalı Netanyahu'nun yakın çevresindeki bazı danışmanların Katar'dan yasa dışı finansal destek aldığı iddiaları sonrasında patlak verdi. Skandalın ardından İç İstihbarat Teşkilatı (Şin-Bet) Başkanı Ronen Bar'ın görevden alınması girişimi yaşandı ancak bu girişim Yüksek Mahkeme tarafından durduruldu. Ronen Bar'ın istifaya zorlanması ve sonrasında görevde kalmaya devam etmesi İsrail'de istihbarat kurumlarının bağımsızlığına yönelik tartışmaları derinleştirdi. Katargate skandalı kapsamında Netanyahu'ya yönelik yolsuzluk suçlamaları ve hükümetin istihbarat kurumlarına müdahale girişimi Yüksek Mahkeme tarafından incelemeye alındı ve yargılama süreci halen devam ediyor.

İstifa edip geri dönen kabine üyeleri

*Bezalel Smotrich, Dini Siyonizm Partisi lideri Maliye Bakanı Batı Şeria'nın ilhakını ve yerleşimlerin genişletilmesini savunuyor

*Itamar Ben-Gvir, Otzma Yehudit Partisi lideri Ulusal Güvenlik Bakanı Arap yurttaşlara yönelik sert politikalar ve polis yetkilerinin artırılması için çalışıyor

*Benny Gantz, Ulusal Birlik Partisi lideri Başbakan Yardımcısı ve Savaş Kabinesi Üyesi askeri müdahaleler ve güvenlik politikalarının sertleşmesini destekliyor

*Bu isimler ulusal güvenlik gerekçeleriyle şartlı olarak kabineye geri döndü.

-----------------------------------

İsrail ordusunda vicdani itirazlar

Aşırı sağcı kabine üyelerinin esir değişimi konusundaki katı tutumları da toplumda ve orduda ciddi tepkilere yol açıyor. Hamas'ın elinde tuttuğu İsrailli esirlerin serbest bırakılması için yapılan çağrılara rağmen Ben-Gvir ve Smotrich gibi isimler, kapsamlı bir esir takasını İsrail'in caydırıcılığına zarar vereceği gerekçesiyle reddediyor. Bu sert tutum, esir ailelerinin öfkesini büyütürken kamuoyunda hükümete yönelik baskıyı artırıyor. Esirlerin serbest kalmasını isteyen gösteriler Tel Aviv başta olmak üzere birçok şehirde yoğunlaşmış durumda.

Bu süreçte yalnızca sivil toplumda değil İsrail ordusunun içinde de ciddi bir rahatsızlık gözlemlendi. Özellikle İsrail Hava Kuvvetleri'nden bazı pilotlar ve üst düzey subaylar Gazze'deki operasyonların ahlaki meşruiyetini sorguladı ve bazı askerler operasyonlara katılmayı reddettiklerini açıkladı.

Pilotlar operasyonların askeri zorunluluktan çok Netanyahu hükümetinin siyasi çıkarlarına hizmet ettiği görüşünü dile getirerek vicdani bir sorgulama süreci başlattı. Yüksek sivil kayıplar ve saldırıların yoğunluğu İsrail içinde ordunun moralini de zayıflattı. "Demokrasi İçin Direniş" hareketleri Tel Aviv ve diğer büyük kentlerde yeniden canlanırken yedek askerler arasında toplu istifalar ve protesto mektupları yayımlandı.

--------------------------

Gazze ve Batı Şeria'da saldırıların bilançosu

Gazze Mart-Nisan 2025 döneminde Gazze'de 8 bin 400'den fazla Filistinli yaşamını yitirdi. Hayatını kaybedenlerin yaklaşık yüzde 68'i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Refah'ta düzenlenen operasyonlarda çok sayıda hastane okul ve BM tesisinin hedef alındığı bildirildi.

Batı Şeria 2025 yılı itibarıyla Batı Şeria'da yeni Yahudi yerleşimlerinin inşasında artış kaydedildi. Filistin köylerine yönelik yerleşimci saldırılarında onlarca kişi yaşamını yitirdi yüzlerce kişi yerinden edildi.

Bu veriler uluslararası hukuk çevreleri tarafından ciddi insan hakları ihlalleri ve savaş suçu iddiaları çerçevesinde değerlendiriliyor.

---------------------------------

Uluslararası tepkiler ve gerilimler

İsrail'in saldırgan politikaları yalnızca içeride değil uluslararası arenada da tepkilere neden oldu. Avrupa Birliği ülkeleri insan hakları ihlalleri nedeniyle İsrail'e yönelik yeni yaptırımları gündeme alırken Fransa İspanya ve İrlanda gibi ülkeler Filistin devletini tanıma olasılıklarını açıkladı. ABD'nin Trump liderliğindeki yeni yönetimi İsrail'e destek sunsa da Amerikan kamuoyu ve bazı devlet kurumlarında İsrail'e yönelik koşulsuz desteğe eleştiriler yükseldi.

Bölgede ise Mısır Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler Refah ve Gazze operasyonları nedeniyle İsrail'le normalleşme adımları atmakta güçlük çekiyor. İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki saldırılarının yanı sıra İran'a yönelik tehditlerini artırması ve Suriye'ye sınır ötesi operasyonlar düzenlemesi bölgede tansiyonu daha da yükseltiyor.

Netanyahu hükümetinin gün geçtikçe saldırganlaşan siyaseti yalnızca İsrail'in iç yapısında değil uluslararası alanda da ciddi sarsıntılar yaratıyor. Aşırı sağcı kabine ortaklarının etkisiyle izlenen politikalar Gazze'de ağır sivil kayıplara yol açarken İsrail ordusunda ve kamuoyunda meşruiyet krizlerini derinleştiriyor. Aynı zamanda İsrail'in uluslararası konumunu da zayıflatan bu gidişat ülkenin hem içeride hem de dışarıda uzun vadeli bir istikrarsızlık sürecine sürüklenebileceğine işaret ediyor.

                                                     /././

Mümtazer Türköne: Yeni bir bölgesel düzen kuruluyor, AK Parti İslamcılığı tasfiye ediliyor

Mümtazer Türköne, "Yeni bir dünya" başlıklı yazısında, "İsrail güvenliğini esas alan yeni bir bölgesel düzen kurulduğunu ve bu düzenin, AK Parti İslamcılığı da dahil olmak üzere İslamcı hareketlerin tasfiyesi anlamına geldiğini" söyledi.

Kapatılan Zaman gazetesinin eski çalışanlarına ve yöneticilerine yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 2016'da tutuklanan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin "Davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir" demesinden 3 ay sonra 2020 yılında tahliye edilen Mümtazer Türköne ile Bahçeli arasındaki siyasi gerginlik sürüyor.

Bir süredir "Cumhur İttifakı'nda çatırtı mı var?" söylentilerinin ardından Türköne "Erdoğan çözüm sürecini baltalayacak, Bahçeli de erken seçime götürecek" demişti.

Ancak Bahçeli erken seçim tartışmalarıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada "seçimlerin zamanında yapılacağı" mesajını vermiş, “Erken seçim yalan ve yaygarasıyla partimizi tartışmaya yeltenen, küçücük akıllarıyla niyet okuyuculuğuna teşebbüs eden çürüklerin hevesleri boşunadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın kararı kesindir, seçimler zamanında yapılacak ve bundan da asla taviz verilmeyecektir” ifadelerini kullanmıştı.

'İslâmcılığın üzerine beton dökülüyor'

Mümtazer Türköne, bugün Medyascope'taki "Yeni bir dünya" başlıklı yazısında, "İsrail güvenliğini esas alan yeni bir bölgesel düzen kurulduğunu ve bu düzenin, AK Parti İslamcılığı da dahil olmak üzere İslamcı hareketlerin tasfiyesi anlamına geldiğini" söyledi.

Türköne, "Ürdün’ün Hamas mensuplarını tutuklaması, Mahmut Abbas’ın Hamas’a 'itoğluitler' demesi, Türkiye’de art arda DAEŞ operasyonları yapılması ve çok sayıda kişinin gözaltına alınması sadece yüzeysel işaretler. İslâmcılığın üzerine beton dökülüyor ve yeni binanın altında bir enkaz yığını olarak yok ediliyor" dedi.

'Ortadoğu’da ABD’nin onay verdiği bir plan yürürlüğe girmiş görünüyor'

"Yepyeni bir dünya kuruluyor, eskisi geçmişe gömülüyor ve bu dünyada sadece toptan şekilde Türkiye değil, her bir aktör, her bir sektör yerini buluyor. Kimi kastediyorum? AK Parti İslâmcılığını" diyen Türköne şöyle yazdı:

"Ortadoğu’nun, Ortadoğu üzerinden dünyadaki dengelerin kazık gibi en değişmez parametresi İsrail’in güvenliğidir. Hayal aleminden vazgeçip, dünya politikasını kavrayabilmek için gerçeklerle barışmak istiyorsanız bu parametreyi sabit bir kerteriz noktası olarak hiçbir zaman gözden uzak tutmamanız gerekir. Gazze’deki soykırım konusunda yükselen tepkiler ayrı bir konu. İsrail, doğrudan ABD demek; sıkıştığı zaman ise dolaylı olarak Avrupa olarak karşınıza çıkar.

İsrail, kendisine düşman bir coğrafyada derin güvenlik endişeleri, hatta şizofrenik boyutta paranoyalarla yaşayan küçücük bir ülke. Bu küçük ülke 7 Ekim 2023’den bu yana, elbette ABD desteği ile Hizbullah’ı dize getirdi, İran’ı saf dışı bıraktı ve bırakın Hamas’ı Filistin halkını neredeyse yok etti.

..

Ortadoğu’da, ABD’nin onay verdiği, İngiltere’nin de oyun kurucu olarak masanın başında oturduğu, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ile Türkiye’nin uzlaştığı, bilhassa Suriye Kürtlerinin de (dolayısıyla Türkiye Kürtlerinin) ikna edildiği bir plan yürürlüğe girmiş görünüyor. Bu durum bizde en yetkili ağızdan, 'İki buçuk ülke' lafıyla (ABD ve İngiltere’nin yanında buçuk Fransa oluyor) Hakan Fidan marifetiyle zaten dile getirildi.

'Türkiye açısından bu düzenin en önemli şartı Kürtler ile barışması'

Bu plan İsrail’in güvenliğini, Türkiye’nin başat konumda bulunduğu bir bölge mimarisi ile kurulacak istikrarlı bir barış düzenine bağlıyor. 

Türkiye açısından bu düzenin en önemli şartı Kürtler ile barışması. Bu bir zorlama veya yük değil, başka türlüsü zaten imkânsız. Türkiye’nin kendisine açılan bu alanda önerilen baskın rolü oynayabilmesi için Kürtlerle uyumlu ve yekpare hale gelmesi gerekiyor.

'AK Parti İslamcılığı tasfiye ediliyor'

Yeni bir dünya kurulup Türkiye bu dünyada yerini bulurken, AK Parti değil ama AK Parti İslâmcılığı tasfiye ediliyor. Erdoğan’ın bu İslâmcılığı temsil ettiği ölçüde koltuğu sallanıyor.

AK Parti amorf bir kütle. Yeniden Refah Partisi ve Saadet Partisi ile ortak paydası olan Milli Görüş, Türkiye İslâmcılığı olarak enternasyonalist bir karaktere sahipti. Tunus’ta Nahda lideri Gannuşi’den, Erbakan’ın MSP mitinglerinde nasıl kürsüye çıkıp kalabalığı selamladığını yıllar önce uzun uzun dinlemiştim. Milli Görüş geleneğinin enternasyonal bağları, daha çok İhvan-ı Müslimîn içinden çıkan ve siyasî iktidar hedefi olan örgütler üzerinden sağlandı. Mısır’da Mursi üzerinde bu kadar ısrarlı durulmasının sebebi buydu. Bugün neredeyse tek kanal olarak Hamas kaldı. Filistin davası ile birleşen bu İslâmcılık türü, son günlerde Orta Doğu’da her yerden tasfiye ediliyor. Katar’da geçen sene başlayan bu tasfiye, Ürdün’deki tutuklamalardan sonra Türkiye ile son buldu.

'Erdoğan, Suriye üzerinden kurulan planın kendisinin tasfiyesi ile sonuçlanacağını görüyor'

Sonuç, Erdoğan’ın AK Parti İslâmcılığında ne kadar ısrar edeceğine bağlı. Israr ederse, bu durum doğrudan Orta Doğu’da yeni düzenin kuruluşu aşamasında kendisinin tasfiyesine yol açabilir.

Demek ki Erdoğan, Suriye üzerinden kurulan planın kendisinin tasfiyesi ile sonuçlanacağını görüyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus niteliğini, Kürtleri de özgür iradeleri ile içine alacak şekilde yeniden inşa etmesi, yazının başında metafor olarak kullandığım binanın en kritik ana kolonlarını oluşturacak. İsrail’in güvenliğini kosmosun içine yerleştiren, yani bölge barışına bağlayan İngiliz planında, İslâmcılara tanınan bir yaşam alanı yok.

Tekrarlayalım: AK Parti İslâmcılığına da yok.

Bu durumda Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ne direnmesini, hukuka dönüş için otokrasiden vazgeçmesine bağlamak, tek başına yeterli değil. Erdoğan, bölge üzerinden kurulan yeni dünyada kendisine alan bırakılmadığını görüyor olmalı.

Kısaca İslamcılık tasfiye edilirken, onunla bağlantılı herkes tasfiye ediliyor."

                                                     ***

soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Evrensel "Köşebaşı + Gündem" -16 Mayıs 2025-

  Ukrayna savaşında İstanbul virajı -Yücel Özdemir- Dünyanın içinden geçtiği paylaşım mücadelesinde Suriye önemli bir duraktı. Batılı empery...