Hangi güvenlik mimarisi?
Bu köşede zaman zaman “güvenlik mimarisi” konusunu ele alıyoruz.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı sonrası bu konu, Türkiye açısından da kritik hale geldi.
Konu AB’nin de gündeminde. Şu anda Rusya’ya karşı bir “Avrupa güvenlik mimarisi” inşa etmeyi planlıyorlar. Dahası, Türkiye’yi de Avrupa’nın savunmasına katkı sağlayacak bir ülke olarak sisteme entegre etmek istiyorlar. İktidar da “Avrupa’nın güvenliği Türkiye’siz sağlanamaz” diyerek sistemde yer alma niyetini ortaya koymuş durumda.
Bunun Türkiye-Rusya ilişkileri açısından sakıncalarını daha önce tartışmıştık.
ABD DE MOSKOVA'DAKİ FORUMDA
Konu, Rusya’nın ev sahipliğindeki bir forumda, şu anda etraflı bir şekilde ele alınıyor. Moskova’da iki gün önce başlayan ve bugün tamamlanacak 13. Uluslararası Güvenlik Konularından Sorumlu Yüksek Temsilciler Toplantısı’na, BRICS, ŞİÖ, ASEAN, BDT, Arap Ligi, Afrika Birliği, KGAÖ ve diğer uluslararası örgütlere üye 105 ülkeden 129 temsilci katılıyor.
Hatta ABD’nin Moskova Büyükelçiliği’nin siyasi ve ekonomik işler danışmanı Eric Jordan ve ikinci kâtip Jeremy Ventuzo’dan oluşan bir ABD heyeti de forumda yer alıyor (Harici, 28.5.2025).
PUTİN: EŞİT VE BÖLÜNMEZ OLMALI
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, foruma mesajında, Moskova’nın yeni güvenlik mimarisine nasıl baktığını şöyle açıkladı: “Yeni güvenlik mimarisinin eşit ve bölünmez olması gerektiğine inanıyoruz. Yani tüm ülkeler kendi güvenlikleri için sağlam garantiler almalı ancak bu diğer ülkelerin güvenliği ve çıkarları pahasına olmamalı” (Sputnik, 28.5.2025).
Putin, Avrasya coğrafyasında Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi çeşitli örgüt ve platformları, yeni güvenlik mimarisinin temeli olarak gördüklerini belirtti.
'AB ASKERİ BLOKA DÖNÜŞTÜ'
Toplantının katılımcılarından Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko, yöneticiliğini yaptığı “Dünyanın Dönüşümü: Rusya’dan Bakış” başlıklı oturumda iki temel soruna işaret etti:
1) NATO, bugün itibarıyla Kuzey ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamını bünyesine kattı.
2) Rusya ile çatışmada Kiev rejimini destekleyen AB, bir askeri bloka dönüştü (Sputnik, 27.5.2025).
Yakovenko, bu nedenle Rusya için bir Avrupa güvenlik mimarisinin söz konusu olmadığını, yeni bir Avrasya güvenlik mimarisinin yaratılması gerektiğini belirtti.
RUSYA'NIN TEMEL HEDEFİ
Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko, Rusya açısından en önemli hedefin militarizasyonu önlemek olduğunu, Avrasya sahasını adım adım militarize etmeye çalışan NATO ülkelerinin politikalarından kaynaklı çeşitli tehditleri azaltmak olduğunu kaydetti.
Peki önerilen sistemin maddi zemini ne? Yakovenko bunu şöyle açıklıyor: “Avrasya güvenlik sistemine üye devletler arasındaki saldırmazlık anlaşmaları, Avrasya güvenliğinin maddi temeli olabilir.”
Yakovenko, sistemin kimlere açık olabileceğini de şöyle açıkladı: “Bu sürece kimler katılabilir? Avrasya güvenliğinin, Batı Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere, Avrasya toplumunun karşı karşıya kalacağı hedef ve amaçları paylaşmaları koşuluyla tüm devletlere açık olması gerektiği gerçeğinden hareket ediyoruz.”
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Rusya Güvenlik Konseyi üyesi Aleksandr Yakovenko’nun “AB askeri bloka dönüştü” tespiti önemli. Zira bu durum ülkemizi etkiliyor.
Askeri bloka dönüşen AB, şimdi Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO ülkelerini de dahil ederek bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturmaya çalışıyor. Brüksel, sistemi “Rus tehdidine” göre şekillendiriyor. Yani tersinden Avrupa güvenlik mimarisinin esas hedefi Rusya oluyor.
Ülkemiz açısından asıl mesele de işte bu: Rusya’yı hedef alan bir güvenlik mimarisinde yer almanın Türkiye’ye yararı yok ama zararı çok. Türkiye, 30 yıldır kapısında bekletildiği AB’ye bir gün üye olabilmek hayaliyle Avrupa güvenlik mimarisine jandarma olmayı kabul etmek yerine, Avrasya (Asya+Avrupa) güvenlik mimarisini savunmalıdır.
/././
ABD’nin hâkimiyet dönemi bitti
ABD Başkanı Donald Trump, West Point Askeri Akademisi’nde önemli bir konuşma yaptı. Trump, “ABD’nin başka ülkelere silah gücüyle ‘demokrasi yerleştirme’ politikasına son verdiğini” açıkladı: “Askerlerimiz kendi ülkemizle hiçbir bağlantısı olmayan ülkelere gönderildi. Orada devlet inşası ile uğraşmak zorunda bırakıldılar. Ama şimdi bunların hepsi geride kaldı, artık o tür hataları tekrarlamayacağız.”
Trump, ABD ordusunun bu şekilde birkaç yanlış savaşa itildiğini, bunun da hem ABD’ye büyük maddi kayıpları getirdiğini hem de çok sayıda insan hayatına mal olduğunu belirtti.
Trump, ABD ordusunun görevinin silah zoruyla devlet kurmak olmadığını, ülkenin güvenliğini sağlamak olduğunu belirtti. ABD Başkanı Trump, bu kararıyla ABD ordusunun uluslararası arenada yeniden saygı ve prestij kazanacağını kaydetti.
VANCE’İN DİLE GETİRDİĞİ GERÇEK
Peki Trump bu kararı gerçekten de o politikayı yanlış bulduğu için mi, başka ülkelere demokrasi götürmeyi ahlaki saymadığı için mi aldı? Yoksa ABD’nin bu tür operasyonlara artık gücünün yetmediğini gördüğü için mi aldı?
Yardımcısının aynı gün yaptığı bir başka konuşma, aslında bu soruya yanıt veriyor.
ABD Başkan Yardımcısı James David Vance, “ABD’nin tartışmasız hâkimiyet döneminin bittiğini” açıkladı. ABD Deniz Harp Okulunun mezuniyet töreninde konuşan Vance, “Bu nedenle artık ucu açık çatışmalara girmeyeceklerini” söyledi.
ABD Başkan Yardımcısı Vance, “çatışmalardan artık bir bedel ödemeden çıkmayı varsayamacaklarını”, bu nedenle “savunma alanında teknolojik atılım yapmak zorunda olduklarını” belirtti.
AMERİKAN HEGEMONYASININ SONU
Vance’in sözleri, uzunca bir süredir anlatmaya çalıştığım, 2018’de de “Amerikan Hegemonyasının Sonu” ismiyle bir kitapla işaret ettiğim yakın gelecek, işte geldi.
ABD artık dünyanın “efendisi” değil. Öyle Irak’taki gibi dünyaya “Ya bendensiniz ya düşmanımsınız” diyebilme lüksü yok. Tersine ABD küresel liderliğinin erozyona uğradığı gerçeğini kabul ederek ona göre yeniden konumlanıyor. Trump’ın Atlantik dünyasında şaşkınlık uyandıran bazı politikalarının esas nedeni de bu.
ABD hegemonyasının zayıflaması, çok kutuplu dünya inşasını kolaylaştırıyor; çok kutuplu dünya inşası da ABD hegemonyasının zayıflamasını hızlandırıyor.
Ve ABD hegemonyasının zayıflaması, Atlantik dışı dünya ülkelerine yarıyor. Bu gerçeği gören ülkeler, işte bu yeni duruma göre pozisyon alıyorlar.
DEVRİMCİ CUMHURİYET
Türkiye de bu gerçeğe göre konumlanmalıdır. Türkiye’nin çok taraflı politika izleme şansı bugün düne göre daha fazladır, yarın bugüne göre çok daha fazla olacaktır.
Bu durum, Türk siyasetine de yansıyacak: Yarın BOP eşbaşkanlarının, Atlantikçilerin, NATO’cuların, Amerikancıların, katıksız Batıcıların, neoliberalizme bağlananların değil; bağımsızlıkçıların, antiemperyalistlerin, kamucularındır.
Tansu Çiller’in ifadesiyle “Son sosyalist devleti yıktık” diyerek kutladıkları, Abdullah Gül’ün ifadesiyle “Devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor” dedikleri, kısacası Menderes’ten Demirel-Özal’a, Çiller’den Erdoğan’a, elbirliğiyle Atlantik’te batırdıkları Cumhuriyetimizi yarın “devrimci bir Cumhuriyet” olarak yeniden kurmanın arifesindeyiz aslında bugünlerde.
Cumhuriyetçiler, işte bu bilinçle dün “Cumhuriyetçiler Kurultayı”nı yaptılar Ankara’da. Şimdi sıra bunu bir kuvvete dönüştürmekte.
Adım adım.
/././
Açılım anayasası
Erdoğan’ın Macaristan dönüşü sırasında, uçakta gazetecilere, “Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok” demesi, en çok MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi endişelendirdi.
Kuşkusuz bu endişenin kaynağı, Bahçeli’nin siyaseten Erdoğan’a mahkûm olmasıdır. Çünkü Cumhur İttifakı’nın olmadığı şartlarda, MHP daha da eriyecek ve TBMM dışı kalacaktır.
BAHÇELİ'NİN UYARISI
Bahçeli, Erdoğan’ın o sözlerinin ardından bir basın açıklaması yaptı. Açıklama, “Erdoğan’ın yolundan caymaya hakkı yoktur” mesajıyla bir çağrı niteliği taşıyor ama satır aralarındaki bazı ifadeler nedeniyle aynı zamanda uyarı gibi de okunabilir.
Zira Bahçeli’nin “Derdi vatan ve millet olan bir cumhurbaşkanının yolundan caymaya hakkı yoktur” sözü, tersinden, aday olmadığı durumda Erdoğan’ı “vatan ve millet karşıtlığına” pozisyonlamaktadır.
Yine Bahçeli’nin “Tarihi geriye sarmak akıldışılıktır”, “Tarihin gerisine düşmek izmihlalle (yok olup bitme) eşdeğerdir” şeklindeki sözleri de dikkat çekicidir ve asıl önemlisi “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kurum ve kurallarıyla kökleşmesi hususunda elbirliğiyle yapacağımız pek çok şey olduğu her türlü izahtan varestedir” demesidir.
ERDOĞAN'IN DERDİ
Erdoğan’ın “Tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok” demesi, elbette inandırıcı değil. Sorulara önünde yazılı bir kâğıt olmadan verilen cevaplar sırasında, muhtemelen, cümlenin önündeki hedefi kuvvetlendirmek amaçlı bir söz bu.
Çünkü Erdoğan bu sözün hemen öncesinde, “Yeni anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz” demektedir ve “kendisi için istemediği” iddiasına inandırıcılık kazandırabilmek için de arkasından “tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok” demiştir.
Erdoğan’ın tekrar aday olabilmek ve tekrar seçilebilmek diye bir derdi vardır ve o dert, bu kez gerçekten büyük bir derttir.
TÜRKİYE'NİN YENİ ANAYASAYA İHTİYACI VAR MI?
Asıl mesele de şudur: Türkiye’nin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Yoksa asıl ihtiyaç, anayasaya uyan bir iktidar mıdır?
Unutulmamalı: AKP, 82 Anayasası’nın zaten dörtte üçünü değiştirmiş durumda. Üstelik, en önemli değişim, bir ihtiyaçtan değil, Erdoğan’a meşruiyet kazandırma gereğinden doğmuştur. Anımsayın, Bahçeli açıkça “madem Erdoğan anayasaya uymuyor, o zaman anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek o değişikliğin yolunu açmıştı.
Ama Erdoğan bir süre sonra kendisine uydurulan anayasaya da uymadı. Hatta iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bile tanımayan, uygulamayan bir konumdadır.
Kısacası, Erdoğan’a en uygun anayasa bile, bir süre sonra Erdoğan’a uymayacaktır. Çünkü kurallarla, yasalarla, anayasayla sınırlanmayı kabullenemeyen bir yönetim tarzı var Erdoğan’ın. O nedenle de Türkiye’yi uzunca bir süredir, daha çok kararnamelerle yönetmektedir.
YENİ DEVLETE YASALLIK KAZANDIRMA AMACI
İktidarın bugün yeni bir anayasayı savunmasının önemli nedenlerinden biri, PKK’yle yaptıkları açılıma meşruiyet kazandırmak içindir.
Açılımı devleti dönüştürmekte kaldıraç olarak kullanmakta, dönüşecek yeni devleti yasallaştırmak için de yeni anayasa yapmaya çalışmaktadırlar.
Kısacası, AKP-MHP-PKK’nin Türk-Kürt-İslam rejimine uygun bir yeni anayasadır istedikleri.
/././
Yavuz-İdris’ten Erdoğan-Öcalan’a
Erdoğan-Bahçeli-Öcalan açılımı, bir demokratikleşme hamlesi değildir, hatta amacı doğrudan Kürt meselesi bile değildir. Bu açılımın asıl amacı, “Devletin dönüşümünde kaldıraç: Açılım” başlığı altında kısmen incelediğim gibi devleti dönüştürmektir.
Devlet, Türk-Kürt-İslam rejimine uygun bir şekilde dönüştürülmek istenmektedir.
ÖCALAN'IN İŞARET ETTİĞİ İTTİFAK
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK’ye “Gelin kongrenizi Malazgirt’te yapın” çağrısı da TBMM Başkanı Numan Kurtuluş’un “Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdrisi Bitlisi’nin yapmış olduğu ittifak”a dikkat çekmesi de aynı amacın gereğidir.
Devleti Türk-Kürt-İslam rejimiyle dönüştürmek isteyenler, köklerini Sünni Yavuz ile Sünni (Şafi) İdris’in Şii Türkmen Şah İsmail’e karşı kurduğu ittifaka dayandırmaktadır.
Hatta Malazgirt’teki tabloyu da bugünkü ihtiyaçlarına göre yorumlamaktadırlar: Öcalan 1. açılım günlerinde örneğin “1071’deki (Malazgirt’teki) Türk-Kürt-İslam ittifakı” diyor (İmralı Notları, s.420), örneğin Yavuz-İdris ittifakını “İran hegemonyasına” karşı birliktelik olarak niteliyor (s.318-319).
MİSAKI MİLLİCİLİK ADI ALTINDA
Yavuz-İdris ittifakının güncel versiyonu olarak Erdoğan-Öcalan ittifakı, Türkiye’yi Kürtlerle genişletmeyi savunuyor. Bu tam olarak yeni Osmanlıcılıktır.
Nitekim anımsayacaksınız, DEM Parti’nin İmralı heyetinin kıdemli isimlerinden Ahmet Türk de bunu şu şekilde formüle etmişti: “Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” (Nefes, 1.4.2025).
İktidarın “Lozan’ı hezimet” görmesi ama Misakı Millicilik yapması da bundandır:
Türkiye’yi Kürtlerle genişleterek Musul, Kerkük ve Halep’i almak istiyorlar. Bahçeli’nin buralar için plaka dağıtması o nedenledir.
İktidarın Suriye politikasının esası da budur. Erdoğan 10 kasım 2017’de, Beştepe’de muhtarlara seslenirken “Kurtuluş Savaşı başlarken ilan edilen Misakı Milli’ye sahip çıkılamadığından” şikâyet etmiş ve “Irak ile Suriye politikalarının hedefinin Misakı Milli olduğunu” belirtmiş, “İdlib’de yapılmakta olan budur, Afrin’de yapılmakta olan budur” demişti.
Yine Öcalan da Misakı Milli’yi bir Türk-Kürt ittifakı diye niteleyerek güncel politik ihtiyacın argümanı haline getirmişti (s.93).
Yani Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan, Misakı Milli adı altında, Türkiye’yi Kürtlerle genişletip Musul, Kerkük ve Halep’e uzanarak yeni Osmanlı inşa etmek istemektedirler. İşte açılımla da bunu uygun bir Türk-Kürtİslam rejimi oluşturup devleti dönüştürmeye çalışmaktadırlar.
PROJENİN ASIL SAHİBİ
Bakınız bugünkü Misakı Millicilik, ne Türkiyeciliktir ne de Türk ile Kürt’ün yararını gözetmektedir. Bugünkü Misakı Millicilik yeni Osmanlıcılıktır ve daha vahimi ABD emperyalizminin bölge planlamasının içindedir.
“Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” planının asıl sahibi Paul Henze’dir, Graham Fuller’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, ABD’dir. “Kemalizm bitti” diyen, “ılımlı İslami yeni Türkiye Cumhuriyeti” hedefi koyan, “Türkiye’yi Kürtlerle genişletin” diyen onlardır.
Graham Fuller’in 1999’da “Irak’ın kuzeyini alın, Musul Kerkük sizin olsun” demesi de büyükelçi Robert Pearson’un 2003’te “Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu tek bir ekonomik bölge olarak düşünülmeli” demesi de David Philips’in 2007’deki “PKK’nin silahsızlandırılması, dağdan indirilmesi ve entegrasyonu” raporu da bugün Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın dile getirdiği tezlerin asıl kaynağıdır.
ABD bugün Suriye’de PYD devletine o nedenle sponsordur, ABD bugün Irak’ta Barzani devletiyle 110 milyar dolarlık enerji işbirliğini o nedenle yapmaktadır. Ve ABD emperyalizminin planlarından Türke ve Kürt’e fayda ummak ise eşyanın tabiatına aykırıdır.
/././
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder